12 minute read
Hamlet
HAMLET
Edebiyattaki meşhur enmuzeçler ekseriya hayata model olabilecek yüksek, ulvi, ahlaki numuneler değildirler. Vakıa bunlar biraz herkesten başka, biraz fevkalade adamlardır. Fakat çoğunun sedyesi de "seciyesizlik"dir. Ümmet devrimizin yarligarı olan klasik edebiyatımız marazi ve mücerret bir şekilde devam edegeldiğinden içinde canlı enmuzeçler bulmak imkanı yoktur. Onun için garp edebiyatından misal getireceğiz; Hamlet, Macbeth, Don Kişot, Tartuffe, Figaro, Faust, Tartaran de Taraski n , Madame Bovary , Bay Ganio ve ilh . . . Hiçbirisi tabii hayata model olamaz. Bu meşhur enmuzeçlerin kimi hodgam ve ahlaksız, kimi fena halde ferdiyetçi, kimi maskara ve hesapçı, kimi mefkCıreci ve şahsiyetçi, ama son derece gülünçtür. Hayatta birçok dahiler yetişmiştir . Fakat edebiyatta bir dahi enmuzeci yaratılamamıştır. Edebiyattaki layemut ve hayali mevcutların -biraz mübalağa etmemize müsaade ediniz- hemen hepsi birbirinden berbattır. Garp klasiklerinin eserlerinde yaşayan tarihi şahısların gayrı tabii azametleri, ulviyetleri yanında küçükleri de sırıtır. Birçok muvazenesizlikler göze çarpar. Xavier de Montepi n , Petson de Terraille romanlarında birçok ahlaki enmuzeçler dolaşır. Ama bunlar o kadar şe'niyete muhalif, o kadar suni mahluklardır ki canlı olmadıkları için yaşayamamışlar; sanat yolundan edebiyata, ezeliyyete, layemutluğa geçememişlerdir. Sonra trajedi içinde başlıbaşına bir "şaheser" olan layemut nereden ! Hakiki hayatta ,
8 1
hatta tarihte o ne çirkin, ne iğrenç bir enmuzeçtir. En mükemmel, en hissi, en ulvi bir şövalye gibi görünen Cyrano de Bergerac'a bakalım. Şair Rastand'ın tarihi hakikati o kadar bozarak yükseltmek istediği bu enmuzeç ahlaki ve içtimai kıymetler karşısında nedir? H i ç ! Kendi gururunun, benliğinin fevkinde yüksek bir mefkCıreden mahrum, daima ferdiyle; büyük burnuyla meşgul, başkalarının güzelliğini kıskanır bir adam . . . Aşkından haberi olmayan bir kadını senelerce seven bir manyak! Her an ruhunda ferdi ve uzvi çirkinliğinin acısını duyarak bütün cemiyete hasım kalmış bir hayalperver! Sonra bütün bu marazi ıstıraplarını, ferdi tefahürlerini fazilet sanan bir gafil! Ve . . . Nihayet zavall ı ! Vakıa edebiyatta da bellibaşlı e nmuzeçler yanında bazı ahlaki kahramanlar da vardır. Fakat bunlar pek sönüktürler. Adi ve ehemmiyetsiz görünürler. Sunidirler. Canlı ve meşhur enmuzeçler sırasına geçip o nefis eserlerin ezeli ve ölmez hayatına karışmamışlardır. Biz, bu makalemizde, garp edebiyatındaki en meşhur e nmuzeçleri ahlaki, yani içtimai kıymetler karşısında tahayyül edeceğiz. Fakat zannetmeyiniz ki fena, ferdiyetçi bulduğumuz enmuzeçlerin eser içindeki edebi kıymetlerini hiçe sayacağız. Eser içinde onlar pek güzel, pek bediidirler. Halbuki hayatta? . . Hayır. Bununla beraber, bu ana kadar edebiyatta yaratılmış meşhur ve layemut enmuzeçlerin hayata model olamayacağını göstermekle bir "kanun" çıkarmaya da kalkmayacağız. Hayatta gizli ve şahsi bir ahlak kuwetinin her şeyi "güzel, iyi, doğru"ya götürdüğüne itikadımız var. Bu temayül, edebiyatta da izlerini bırakacak. Ve bizim gibi ümmet devresinden çıkmaya çabalayan genç bir milletin sanatkarları, muhitin bütün aşağılıklarını , çirkinliklerini, noksanlıklarını, kabalıklarını "Bay Ganio" gibi tek bir enmuzece yükseltmeyecekler. Bugün onların vazifesi -bu ana ka-
dar misali bulunmamasına rağmen- milletierin bütün faziletleri n i , yüksekliklerini , ahlakiyatını fevkalade bir şahısta biriktirip dehai bir enmuzeç yaratmaktır.
İşte ancak buna muvaffak olan sanatkarı tebcil edeceğiz.
Biz, uzviyetçe, birer hayvanız; acıkmak, doymak, susamak, korkmak ve ilh . . . gibi uzvi haz ve elemler duyarız, insan şeklinde bizi hayvandan ayıran yalnız natıklığımız değil , ahlakiyatımızdır. Cemiyetin �efkCıresini duyup ona uyunca insan oluruz. Uzvi haz ve elemlerden başka birtakım ruhi haz ve elemler de duymaya başlarız. Varlığımızda "hayvanlıkla insanlık" birbirine girift olarak yaşar. Bu iki halden birisinin kuweti ve şiddeti, diğerinin zaafını intaç eder. Cemiyetin , mefkCırenin içinde fena bulan bir adam mümtaz ve mesut bir şahsiyet sahibi olur. O hiç kendini düşünmez. Hayatı idrak tarzı çok vasi, çok şümullü, çok yüksektir. O kadar yüksekt i r ki uzviyeti , maddi varlığı, benliği adeta gözüne görünmez. O artık ahlaki bir "şahıs"tır. Sonra muhiti olan cemiyetin ibram ettiği mefkCıre temayülünü kendi uzvi temayülleri kanalına akıtarak bütün zekai varlığını nefsi etrafında toplayan adam ahlaksız bir "fert"tir. Manevi bir kördür. Vakıa tam bir hayvan değildir. Fakat ruhi hazları, uzvi hazlar derecesinde şiddetle duyamaz. MefkCıre karşısında lakayttır. Uzviyeti ruhiyatma galiptir. Ve adeta kendi benliği etrafında marazi bir cihan yaratmıştır. Her şeyin, her duygunun , bütün kainatın merkezi kendi nefsidir. Ama bu hal tabii olmadığından , o , ruhi elemleri uzvi elemlerden daha şedit duyar. O kadar ki bu elemler, gayesini nefsine atfettiği ferdi mefkCıresini bile bozar. Uzvi hazlarını da zehir eder. Nihayet avare kalır. Sinirleri hastalanır. Muvazenesizlikler başlar. Pe-
rişan ve bedbaht olur. Çünkü "ferdiyetçi" ne kadar mefkCıreye ve ahlakiyata yabancı kalsa tamamıyla hayvanlığa dönmesine imkan yoktur. Daha açık söyleyelim: "Varlığımızda hayvanlıkla insanlık girift olarak yaşar" demiştik. Tamamıyla, yani her türlü alakadan mücerret bir halde insan olarak uzvi, yani hayvani haz ve elemlerden kurtulması nasıl imkansızsa; ahlaki insanlıkta n ; yani mefkCıreden ayrılarak tamamıyla müsterih bir hayvan olmamız da mümkün değildir. Hayatta insanlıkla hayvanlık arasında gayet dehşetli bir "araf" vardır. Insan olmayan hayvanlığa dönemez. Fakat bu arafta kalır. Işte HamJet bu arafta kalan bir fertçidir. Asırlardan beri hayat, arafta kalmış mefkCıresiz "fert"lerle insanlığa suud etmiş "şahıs"lara sahnedir. Şahıslar faniliğin acılığını duymazlar. MefkCıre, fazilet ve sükCın içinde mesut yaşarlar. Fertçiler her şeye maddi varlıklarını merkez yaptıklarından onun ergeç yıkılacağını ve her şeyin onunla beraber biteceğini düşünerek ümitsizlik içinde teselli kabul etmez ıstıraplar çekerler. Hayat diğergam bir şahıs için ezeli ve nihayetsiz bir mefkCırenin yaşayışıdır. Hodgam fert için ölüme giden kısa bir yol . . . Bir uçurum! HamJet müthiş bir hodgamdır. Devletine, namzet olduğu taca, tahta, vatanın, tebaasının haline, istikbaline, saadet yahut felaketine dair hiçbir düşüncesi yoktur. Hiçbir şeye inanmaz. Yalnız kendisi .çin yaşar. Kendisinden gayrı, kendisinin haricinde:: ve fevkinde hiçbir şey onun için mevcut değildir. HamJet "kendi"ne de inanmaz. Fakat bu inanmadığı "kendi"ne son derece merbuttur. Çünkü mefkCıresizlik onun için muhitini karanlık bir ademe çevirmiştir. Bu ademin içinde tutunacak bir şey bulamayınca mecburiyet tahtında "kendi"ne döner. Daima kendi "ferd"iyle uğraşır. Daima hayattaki ferdi mevkiini gözetir ve asla içtimai vazifelerini aklına getirmez.
Ferdiyetçi, içinde yaşadığı cemiyetin mefkCıresi ve ahlakiyatı altında, denizde dümensiz kalmış bir gemi gibi, sendeler parçalanır. M'ana ve mahiyetini bir türlü anlayamadığı harici bir tazyik onu bunaltır. Aczi n i , iradesizliğin i , kararsızlığını acı acı duyar ve bir gün gelir ki kendine de başkalarına baktığı o hakqret nazarıyla bakmaya başlar. Hamlet'te bu hali pek bariz bir surette görürüz: O her şeyden şüphe ve nefret ediyor; hatta bazı anlar kendinden bile . . . Daima kendisini tahayyül ile üzülüyor, kendi zaafın ı , noksanlarını derin derin arıyor, buluyor. Fertçilik ruhunda, maraziyeti neticesi olarak, nihayetsiz "tezat"lar vardır. Hamlet'in sözlerinde, etvarında mantıki münasebetten ziyade' çok tezatlar gözümüze çarpıyor. Mesela Hamlet'in kendine itimadı yoktur. Zaafiyetini bilir. Fakat aynı zamanda yine bir tefahürcüdür. Ne istediğinden haberi yoktur. Hayatı gayesizdir. Fakat bu gayesiz, manasız, emelsiz hayatı yine son derece bir şiddetle sever. Her vakit hayatından şikayetçidir. Hayatı usandırıcı, berbat, kıymetsiz, ıstıraplı bulur. Fakat bu şikayet ettiği hayatı asla feda edemez. Amcası tarafından öldürülen ve pek iyi , pek kahraman , pek vatanperver bir kral olan babasının onu intikama davet eden hayalini görmezden çok ewel intiharı kurmuştur. Ama daima bu fikirden ürker. Çünkü tatsız, boş, adi gördüğü hayat onca pek tatlıdır. Bütün duyduğu ıstıraplara rağmen yine kendini öldüremez. Hiç iradesi yoktur. Ferdiyetçi, daima kendisiyle meşgul olduğundan bu zihni ve marazi faaliyeti, hali, tavrı ona harici bir garabet verir. İlk nazarda gayet mümtaz, gayet zeki, gayet yüksek, muhitine gayet faik görünür. Reybi olduğu için d imağındaki intibalarda daima bir med ve cezir dalgalanır. Bir bürkan fışkırır. Halbuki "şahsı"nın ruhunda ulvi istirahat ; bazen ha-
rici bir: sükCın ile müterafıkt ı r . Şahıs bazen fert kadar göze çarpmaz. Sönük gibi durur. Halbuki Hamlet gayet cazibelidir. Kendisine iskelet kafalarını gösteren mezarcılarla konuşmasını hatırlayınız. Meçhul kederi, solgun çehresi, narin endamı, manal ı , heyecanlı hal i , muammalı nazariarı ne latiftir! Gayet şık kadifeden esvapları, şapkasının tüyü, zarif kibar edası, beliğ sözleri ne güzeldir. Hep mütevazı görünmek ister. Buna muvaffak olamaz. Muhitine, herkese, her şeye faik bulunmak itikadı, ne kadar saklarsa saklasın, yine her halinden belli olur. Halbuki kendi acizlerin acizidir. Iyi, alicenap, mert bir kral alçakça öldürülünce, eviadı intikamını almaya mecburdur. Hatta bu mukaddes bir vazifedir. Bu vazife birsan şeklinde Hamlet'in karşısına çıkar. Haml·et bu vazifeyi icradan korkar. Ama -hani o bazen acı acı duyduğu- aczini itiraf edemez. Kendi kendisini aldatmak için birçok bahaneler uydurur. Cinayetin hakikatinden son derece emin iken "yalancı bir şüphe" icat eder. Ve son derece kani ike n , yine kanaat getirmeye kalkar. Birtakım eksantrik, sahnevi, mütereddit tahkikata başlar. Bu tahkikatı uzatır, genişletir. Tuhaf bir diplomasi ile kendi kendisini aldatır, vakit kazanmaya çalışır. Sanki sonra bir şey yapabilecekmiş gibi. . . Ve her adımda düşün ür, taşınır. Bizim bir atasözümüzdür ki; "Çok düşünen babasının öcünü alamaz! " Hamlet de babasını öldüren amcasından asla intikam alamaz. Trajedinin içinde bu katilin ölümü sırf bir tesadüf, bir kaza neticesidir. Fertçilerden cemiyete hiçbir fayda gelmez. Hatta bunlar cemiyete muzırdırlar. Çünkü cemiyeti mefkCırevi gayesine doğru sürükleyemezler. Cemiyetteki ham bir gayeyi keşf ve tebellür ettiremez, kemaline erdiremezler. Çünkü bizzat kendileri için bile rriuayyen bir gayeleri yoktur. Cemiyete, halka ehemmiyet vermezler, hakaretle bakarlar. Kendileri
gibi olmayan her "şahıs" nazariarında aptal, budala, hayvan , ahmak, dogmatik, mahdut, fikirsiz ve ilh . . . dır. Kendi gibi tefahürcü "fert"leri de beğenmezler. Çünkü samimi oldukları anlar, kendilerini de beğenmezler. Kendisine hakaretle bakan başkasına hürmet edebilir mi? Hamlet tam böyle bir "fert" numunesidir: Cemiyet ve halk aleyhinde dehşetli bir nefret duyar. Dikkat edilirse görülür ki bu nefretin sebebi onun demokrat olması, asil bulunması değildir. Halk onun nazarında pis, kaba, hayvan , tenezzüle değmez bir kütledir. Bu gibi enmuzeçlerde ulviyete hiçbir temayül yoktur. Bunlardan cemiyete manevi hiçbir yadigar kalmaz. Bunlar yalnız garip ve marazi "ferdiyet"lerinin hatırasından başka bir şey bırakmayarak ıstırap ve elem içinde sönüp giderler. Cemiyeti sevmedikleri için , cemiyet de onları sevmez. Cemiyete inanmadıkları için, cemiyet de onlara inanmaz. Fertçi cemiyeti sevmediği gibi, ayrı ayrı hiç kimseyi de sevmez. Hatta kadını da sevemez. Çünkü hodgamdır. Hodgam için kendinden başkası esasen yok demektir. Hodgam fertçi sevmez, ama aşık rolü oynar. Sever görünür. Aldatır. Adeta bir aşk aktörüdür. Fakat yaptıkları hep yalandır . . . Hakikatte o ancak bir sefihtir. Shakespeare ferdiyetçinin bu halini · büyük bir sanatta gösterir. Trajedinin bazı yerlerinde mükemmel bir sefih olduğunu anladığımız Hamlet, Ophelia'yı sever gibi görünür. Ve o derece bu yalanla kızcağızı inandırır ki, nihayet felaketine sebep olur. Ophelia'nın babası Polonius bu yalana kanar. Onun delilik rolünü kızının aşkından sanır. Annesi kraliçeye ve amcasına ikisinin birleştirilmesini bir deva gibi tavsiye eder, sonra sözde sevdiği Ophelia Hamiefe aşkından bahsedince,
"Buna inanmamak lazımdı. Ben seni sevmedim , " cevabını alır. Trajedinin zevkine varılır, ruhu-
na inilirse , · HamJet'in Ophelia için temayülü pek adi, pek çapkın , pek çirki n , pek kelbi olduğu nazardan kaçmaz. Aşkı esnasında Hamlet, Ophelia ile değil her vakitki gibi yalnız kendisiyle meşguldür.
HamJet münkirdir. Yalnız iyiyi değil, fenayı da münkirdir. İ n kar ettiği bir şey uğrunda çalışmak ister . Fakat her reybi fertçi gibi onun da "irade"si yoktur. Çırpınır, ileri atılamaz. Ayaklarını oynatır, yürüyemez. Yerinde sayar. O kadar feci bir mevkidedir ki ne ileri gidebilir; ne de geri dönebilir. Çünkü iyi ve fena bir hareket için mutlaka irade lazımdır. Onun iradesiyle düşüncesi hiçbir vakit birleşip "hareket"e münkalip olamaz. Hamlet, darülfünun tahsili görmüştür. İlimden , sanattan anlar. Her şeyi ihata eder. Fakat sabit ve muayyen bir noktaya teveccüh edemez. Çünkü bunun için de " irade"ye ihtiyaç vardır. Mukaddesata hürmeti yoktur. En büyük ve muhterem adamlara küfrü basar. Adil değildir. Zalim ve müstebittir. Hatta vahşidir. Öldürdüğü Polonius'un naaşına karşı söylediği sözleri hatırlayınız . . . Ferdiyetçilerin bir mazhariyetleri vardır ki tahlil olunınazsa uzaktan göze bir fazilet gibi görülür. _Bu _ � bazen kazandıkları "dostluk"lardır. Fertçi , mahdut fikir l i , kendinden aşağ ı , saf ve çömez ruhlu bir adam buldu mu ona karşı vefakar bir dostluk gösterir. Onun muhabbetini celbeder. Onu fikrinin med ve cezirlerine uydurur. Onu reybiliğinin mütehavvil i n tibaatına bir ayna yapar. Rus edibi Turganyev ve Horatio'nun HamJet hakkındaki muhabbetini, kendisinin mahdut fikirli stoist olmasına atfediyor ; Horatio, kendi enmuzecindeki adamlar arasında bir müstesna. Çünkü mütevazı . . . Kendi zaafının kifayetsizliğini biliyor. Hamlet'i zekaca çok yüksek görüyor. Ve ona prens olduğu için değ i l , kendinden çok yüksek gördüğü için bağlanıyor. Hamlet,
l;loratio'yu takdir ediyor. N için? Çünkü onun da takdir ettiği şey bizzat kendi fikri , kendi telkinidir. Denilebilir ki , Horatio bahanesiyle yine kendi kendisini beğeniyor. İşte fertçinin dostluğu ve takdiril HamJet'te hiçbir mefkure gibi dini his, dini heyecan da yok. Ve zaruri olarak son derece ümitsiz ölüyor . . . Ölürken her şeyin kendisi ile beraber bittiğ i rie kai l ! Ölüm karşısında küçülüyor, gururu kırılıyor. Sükun buluyor. Fakat marazi bir sükun . . .
Shakespeare Hamiefi ile bize müebbet bir "fertçi" enmuzeci çizmiş sanıyoruz. HamJet hiçbir şeye inanmıyor, sevmiyor , takdir ve takdis etmiyor. Etrafına hakaretle bakıyor. Hep kendisiyle meşgul. Kendisinin haricindeki her şey nazarında zerre kadar ehemmiyetsiz. . . "Hayr"a itikadı yok. Ama "şerr"e de taraftar değil. Ne istediğini, ne yaptığını , n e yapacağını bilmiyor. Hayatı baştan başa bir sinir fırtınası . . . Muhiti onu deli sanıyor. Halbuki deliliği de uydurma . . . Muhabbeti de, asabiyeti de yalan . . . Herkes gibi kendisini de aldatıyor. "intikam alacağ ı m" diye vakit geçiriyor.. Her isterik gibi tuhaf, fevkalade, garip, cazibeli bir adam . . . Hasta bir zaval l ı ! Fakat trajedinin içinde n e bedii, canlı, ne güzel mükemmel. . . Sonra bu enmuzece, bir de hakiki hayatta bakınız. En kötü, en berbat, en tahammül olunmaz, cemiyete en muzır, tefahürcü, muvazenesiz, hodgam bir fert . . . HamJet'in bütün ıstıraplarını , elemlerini , nevrastenisi n i , ümitsizliğini , cesaretsizliğini, iradesizliğini, vahşetini '(sözde intikam almak istediği cinayetin hakikatine gayetle kani ike n , artık bilinmez neye kanaat getirmek için tertip ettiği), o sahnevi tahkikat şantajcılığını, tefahürcülüğünü bugün cemiyetin mefkuresine yabancı kala n , insanlıkla hayvanlık arasındaki arafta dolaşan her fertçide az veya çok bir
miktarda görebiliriz. Bu fertçilerin hemen hepsi, kendi benliklerinin fevkindeki bir "mefkCıre" şevk ve heyecanının ademinden başka bir şey olmayan ruhi serserilikleri n i , uzvi yahu� asabi hastalıklar sanırlar. Ve bütün hayatlarınca birtakım "tababet edebiyatçısı doktorlar" ı kazandırırlar. Fakat Hamlet gibi içlerinden hiçbirisi iyi olamaz.
Yeni Mecmua dergisi, Nr: 33 Şubat 1918
DON KİŞOT
Büyük şaheserlerin hala lisanımıza geçirilmemesi edebiyatımız için pek acıklı ·bir noksandır. Altı sene ewel Darüşşafaka Kütüphanesi tarafından
Don Kişot'un neşredildiğini görünce ne kadar sevinmiştim . Yazık ki bu kitabın ikinci cildi çıkamadı. Tercüme yine yarım kaldı. Çünkü birinci cilt satılmamıştı. Tab'ı nefisti. Fiyatı cildine, kağıdın güzelliğine nispeten pek ehvendi. Fakat isimlerini saklayan mütercimler e n adi , en bayağı , en köhne bir "kitap lisanı" kullanmışlardı. Vakıa bu lisan pek muğlak değildi, fakat hayideydi. Eserin canlılığıyla taban tabana zıttı. lannederim bu tatsız lisan için Don Kişot tercümesi rağbet görmedi. Vakıa her eser, tercümesinde aslının güzelliğin i kaybeder. Bu bir hakikattir. Lakin her lisanın bir canlılığı, bir tabiiliği vardır. Bu tabiiliği bozmamaya çalışsak aslın en esaslı güzelliklerini kaybetmeyebiliriz. "Kitap lisanı" dediğim Arapça, Acemce kaideleriyle yapılmış "basmakalıp terkiplerle" dolu suni bir ifadedir. Bu ifadeyi kullanan hiçbir sözü tabii söyleyemez. Mutlaka zihninde bir klişe bulur. Onunla fikrini eda etmeye çalışır. Işte buna bir misal getirmek için Don Kişot tercümesini gelişigüzel açıyorum. Yarım sahifede bakın ne kötü klişeler var.
"Arkadaşı n a boş yere a n l a t m aya sa'yet t i . . . Hayvan i ş t i ra etmek b a h anesiyle . . . Peder i n i n hanesine n azil oldular . . . Hane-i pedere a vdet edince m uh a rebede m ükatebeye başla d ı . Tem aşa ederek
9 1