4 minute read

Halkımız Niçin Okumuyor?

Next Article
Sözcük Dizini

Sözcük Dizini

HALKlMIZ NİÇİN OKUMUYOR?

Bugün bütün muharrirlerin, kitapçıların müşterek bir şikayeti var: "Okunmuyor, kitap satılmıyor! " " N için?" diye sorarsanız şu cevabı alacaksınız: "Muharebenin tesiri! " * Fakat başka memleketlerde harpten sonra kitapların fiyatları arttığı halde satışı fırlamış. Hele Almanya'da halk eskisinden ziyade mütalaa merakına düşmüş. Bizdeki durgunluğu yalnız muharebeye yormak doğru değildir. Birçok sebepleri n içinde hele birkaçı vardır ki, pek barizdir. 1- Lisan , 2- Edehiyat telakkisi, 3- Tabiierin zihniyeti . Gibi. . . Eski edebiyat, eski tarihler, eski divanlar yalnız münewerler zümresi içinde okuyucu bulur. Sahafların en sadık müşterileri alim lerimizdir. Halk bu kitapları okumaz. Okusa anlamaz. Çünkü medrese lisanını anlamak için medrese ilimlerine vukuf şarttır. Medrese lisanının, medrese ilminin halk arasına girip harsa karışmaması Türkleri mütalaaya alıştır�amıştır. Ahmet Mithat Efendi tek başına adeta bir inkılap yapmaya kalkmış, lisanını muvaffak olabildiği kadar tabii lisana yaklaştırmış. Edebiyat telakkisini de vaktine göre oldukça asrileştirmiş, tabi de kendisiymiş. Kırk sene ewel halkı çok okutmuş, kendi tabiriyle söyleyeyim, bu milletin "Hace-i ev-

• Birinci Cihan Harbi.

1 77

vel"i olmuş. Tabii lisanla asri edebiyat hareketine Ahmet Mithat Efendi önayak olurken alimlerimizden hakikati sezenler varmış. Ziya Paşa "Şiir ve İnşa" makalesiyle eski medrese lisanının artık yaşamayacağını, tabii lisanı satıra koymak zamanının geldi· ğini söylüyor. Şemsettin Sami Bey de en ilmi biı tarzla divan lisanının suniliğinden şikayet ediyor . . . Hele daha sonra başlayan Edebiyat-ı Cedide hare· keti . . . Vakıa bunların edebiyat telakkileri tamamıyle asri, fakat lisanları halis muhlis su katılmamış med· rese lisanı! İşitilmemiş terkipler, vasf-ı terkibiler, lafız oyuncakları filan . . . O vakit edebiyatsız kalan , anlamadıkları, zevk duymadıkları bir lisanı okumayan halk, tercüme romanların üzerine atılıyor. Bu tercümelerin ne kadar satıldığını eski tabilerden işitseniz şaşarsınız. Görüyoruz ki, o vakit halk edebiyatın haricindeki neşriyatı okuyor. Sebebi basit: Eski edebiyat Iran taklidi, yeni edebiyat Frenk taklidi. . . Evet kariler bir türlü edebiyatı sevemiyor. Halbuki tercüme kapışılıyor. Sakın, "Avama mahsus eserler de ondan . . . " demeyi-

niz.

Yarım asır ewel yapılan tercümelerin bugün bir nüshasını bulamazsınız; şaheserler ayrı ayrı mütercimler tarafından üçer dörder defa lisanımıza nakledildiği, yine ayrı ayrı basıldığı halde bugün bunların da piyasada bir nüshası kalmamıştır. Muharrirler, "Kitap okunmuyo r ! " diye şikayet etmemeli, "Halk okuyacak kitap bulamıyor! " demelidir.

Halkın okuyacak kitap bulamamasma biraz tabiler sebeptir. Bir kere bunların içinde Avrupa'da olduğu gibi dolgun sermayeli bir adam yok. Işleri az olduğu için hepsinin gözü yüzde beş yüz, altı yüz karda . . . Bu zihniyette olan adamların akılları "tahrir

hakkı"na bir türlü ermez. Tercümelerini Fransızca bilmeyen gençlere yaptırırlar. Çünkü kocaman bir romanın sayfasına kağıt para iki kuruş verecek kadar açgözlüdürler. Düşününüz. Bu tabi herhangi iki yüz elli sayfalık bir romanı müterciminden beş liraya alıyor. Sonra yüz elli liraya bastırıyor. Tanesini yarımşar liraya satıyor. İşte kar bilançosu:

Lira 1 000 "Iki bin iki yüz elli nüsha" Masraf pusulası:

Lira

1 50 Matbaa, kağıt, 20 Mücellit, harnal ve saire 5 Tahrir hakkı

1 75 Yekün

Yüz yetmiş beş lira masraf kitapçıya sekiz yüz yirmi beş lira kar bırakıyor. Tahrir hakkı ihtimal kitapları matbaadan mücellithaneye, kitaphaneye taşıyan hamalınkinde n . az . . . Artık kim kitap yazar? Tasavvur ediniz. Yalnız amatörler. . Hatta geçen gün bir tabiin böyle amatör bir muharrirden kitabını tabetmek için üste de "elli lira" aldığını işittim. Bu şartlar altında yazılan şeylerden halkın nefret etmeye hakkı yok mu? Bedava muharrir bulan fakir kitapçıc lar para isteyen muharrirlere adeta düşman nazarıyla bakarlar. "Bedava yazı çok! Basacak adam nerede?" diye iftihar da ederler. Bugün yazılarının hakiki kıymeti olan muharrirler içinden Ahmet Mithat Efendi gibi hem yazar, hem basar bir tabi çıkmadığı için matbuatı amatörler istila etmiştir. Bunların ekserisi henüz mektep çocu-

ğu olduğundan yazıları nihayet, saçmadır . Karii okumaktan nefret ettirir. Sorira tabilerde cinai romanların çok okunduğuna dair sabit bir fikir vardır. Onların bu itikadı gazetelere de geçmiştir. Dikkat ediniz, tefrikaların , basılan kitapların yüzde daksanı cinai, kıymetsiz, adi , amiyane şeyler. . . Halbuki halkın ci na i romanlar okuması, başka okuyacak bir şey bulamamasındandır.

Halkı okumaya alıştırmak için muharrirlerle tabiler fikirlerini değiştirmelidirler. Muharrir, eğer kitabını akutturmak istiyorsa, hitap ettiği "amme"nin konuştuğu, bildiği lisanı kullanmalı . İskolastik lisanı bugünün mizahına, fantezisine bırakmalı. Sonra edebiyat telakkisini asrileştirmel i . Artık gazel, kaside devrinde değiliz. Edebiyat hayatın makesidir. Nasıl yaşıyorsak öyle şeyler okumak isteriz. Lisanını medrese tesirlerinden kurtarıp tabiileştiren, edebiyat telakkisini asrın temayüllerine uyduran muharririn vazifesi bitmiş demektir, eğer kendisinde Frenklerin "mukaddes ateş" dedikleri "hüner, iktidar" varsa muvaffak olur. Kendini okutturur. Tabiin vazifesine gelince: Ewela, sermaye ister. Beş yüz lira ile kitapçılık olmaz, madrabazlık olur . . . Çünkü yatırdığı para belki üç dört sene bağlı duracaktır. Dört beş yüz lira ile yapılacak başka işler vardır. Mesela Bedestan işleri filan gibi; fakat kitapçılık değil . . . Adamakıllı bir sermaye sahibi olan tabi de "ucuz etin yahnisi yenmez" sözünü hatırlamalı. Heveskar gençlerin değil, mesleğini aşkla sevmiş, çalışmış, yorulmuş muharrirlerin eserlerini basmal ı . Garbin şaheserlerini Türkçe bilir muktedir mütercimlere naklettirmeli. Ayak kavaflığına tenezzül etmemeli . Her şeyi ehline yazdırmalı. Ne vakit muharrirlerimiz "amme"lerinin lisanlarını, temayüllerini, ruhlarını

öğrenir, tabiler yüzde on karta mühimce bir sermaye ortaya karlarsa matbuat sahasına okunabilir bir kitap çıkar, halkımızdaki kırk sene ewelki mütalaa merakı tekrar uyanır. Yoksa, bu gidişle korkulur ki, ne ka ri kalacak, ne de muharrir. . � Yirminci asrın ta göbeğinde kurun-ı vustanın karanlık ümmiliğine döneceğiz!

Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin, istanbul 1947, s. 1 34-137

This article is from: