6 minute read
Sanat-ı Tah ri re Dair: 1 Tavsiyeler
SANAT-l TAHRIRE DAI R : I TAVSIYELER
Kalemi elinize alıyorsunuz, başlıyorsunuz düşünmeye. Önünüzdeki boş kağıdın asla merhamet etmeyen beyazlıkları, altı ay devam eden bir kutup gündüzünün hipayan ve namütenahi bürudetiyle büyüyor, kıvranıyor, asabileşen parmaklarınızla saçlarınızı karıştıhyor, nihayet hiddetle masanın başından kalkıyorsunuz. Çünkü, yarım saat evvel o nuşin zevk-i tahrikin hayalinizde dalgalandırdığı nesim-i ernelle mahzuz oturmuştunuz. Halbuki evvelden yazacağınız şeyi düşündünüz müydü? Hayır, kalemi hokkanıza hatırınca bir şey yazmak istediğinizi derhatır ettiniz. Fakat ne? Tabii bilmezsiniz. Günlerce, aylarca, senelerce evvel yazacağınız şeyi düşünecektiniz. O sizin dimağınızda yerleşecek, hayalatınıza, hatıratımza karışacak, sonra, evet, sonra yazılabilir bir mevzu olacaktı. Fakat siz öyle yapmadınız. Işte sıkılıyorsunuz. Bakınız bu tahammülsüz sıkıntınız için Buffon ne diyor: "Mevzuunu kafi derecede düşünmediği içindir ki, bir müellif sıkılır." Düşünülmesi elzem olan mevzuunuza gelince, o evvela hissedilmelidir. Anteine Albalat'nın "güçlük yazmakta değil hissetmekte, hissettirmektedir" sözünü en doğru hakikatlerden addediniz. Kısa, fakat saati uzun olan bu hayatta sizi ihata eden menazır-ı müteakıbe ve müteselsileden birini yazmak istiyorsunuz. Fikirler tevarüt etmiyor, çünkü mevzu hissen kemale ermemiştir. Onu tekrar düşününüz. Uzun müddet düşününüz. Ne vakit o tekamül-i zihniyyeye dahil olacak, bir
20
cuş-u huruş, müphem bir ihtiyaç onu size pek tabii olarak yazdıracak ve yazdığınız pek güzel olacaktır. Mevzuunuzu uzun müddet kafanızda taşımaya mecbursunuz. Rousseau bile birçok kere düşünmeden yazmıyor. O halde ki sahifeler, kağıt üzerine geçmeden aklında, dimağında yazılıyor, tecessüm ediyordu. Mevzu bir fikir, bir vahdet, hasılı basit bir şeydir. O; anat-ı hayaliyenizle imtizaç ve izdivaç etmez; onlarla tezauf etmezse, pek kısa ve bi-hayat kalır. Hissen yaşamadığınız sahneleri yazmakta pek dikkatkar olunuz. Mesela bir gece yolunu tarif edeceksiniz, gece yolda kalan , yorgun bir adamı tasvir edeceksiniz. Fakat şimdiye kadar böyle bir sahnede bulunmadınız. Geceleyin yalnız ve tenha bir yoldan geçmediniz, karanlığın sükCın-ı tehdidhizini işitmediniz; ihtiva ettikleri mana-yı amik size telkin etmed i . Nasıl yazacaksınız, değil mi? . . B i r geceyi dışarıda geçiriniz, karanlık ve mahuf rüzgarı dinleyiniz, sonra tasvir edeceğiniz adamın şahsına inkılap ediniz. Hayaliniz yine barit, yine bi-his mi? . . Onu tahrik ile perverde ediniz. Mevzuunuzla münasebettar şeyler okuyunuz: Zir-i enzarınııda olmayan bir ormanı yazmak istiyorsanız Flaubert'in L 'Education Sen t i m a n t a /e adlı eserindeki Fontainbleu ormanının tasviratını okuyunuz. Goncourt'ların Manette Sa/omon ' undaki, Taine'in Le Voyage au Pirenees ormanlarını okuyunuz. Chateaubriand'ı, Bemard de Saint Pierre'i ihmal. etmeyiniz. Hayal-i habidenizi mütalaa ile bi-dar ediniz. H i ssiniz barit ve müteceddiddir. Günlerce hülyasız ve boş yaşarsınız. Bir gün, asude bir sokaktan geçerken bir enin-i musikinin yükseldiğin i , bir piyanonun, bir orgun hüzn-i tanini işitirseniz, yahut bir orkestrayı dinlersen iz, yahut bir latif manzara görürseniz o saatte efkarınız uyanır. Hayaliniz tebdil-i hiss ve hall eder. Ve anlarsınız ki bir hiç hüviyet-i zekaiye ve maneviyenizi ıslah ve tadile kafidir.
Hayalin terbiye ve tevsii pek mühimdir. Her şey hayale vabestedir. Edeb_iyat noktai nazarından hassasiyet, kabiliyet-i his bile "hayal ile müteheyyiç olmak simatı"ndan başka bir şey değildir. Hatıraya gelince , onun da hayal-i edebiyyede büyük bir vazifesi vardır. Albalat, kitabında hatıradan bahsederek diyor ki:
"Ağu s tos ayında k a rların s u k ut u n a dair b i r t a v s if yapınız. İşe g i ren h a t ı ra d ı r. Mukaddema gördüğ ü n üz ü yazacaksı n ız. Onu yddın ızda bulac a k, h a tı ra t ı n ızın ianesiyle tekra r yaşayacaksınız. Fik r i miz fotoğrafa benzer, b i r deri n /i k ti r. Orada gördüğ ü m üz çok veyah u t az zaman için teres s ü m eder. Hat ı ra daima i k tibas edeceğim iz bir hazined i r ki m u h teviyat ı bila-fası la tera k ü m eder. Bu h azineyi m ü m kün olduğu kadar zeng i n /eşt i rme/i, görülene iyi b a k m a / ı , m üessirleri not etme/i, tafs i l a t a t a m a mıyla m üşahedeyle ehemmiye t l i şeylere d i k k a t ederek h a t ı ra t ve m a l u m a t ı m ü tevaliyen b i r i k t i rme/i ve sanata, tabiata, h a s ı l ı her şeye a i t t a hassüsatı tespi t etme/i. Son ra b u nlardan istinbat-ı efk a r edilecek. Ve bütün bu m evaddı faa liyet-i h a t ı ra; hayal namı tah tı nda i m t izaç e t t i recekt i r. "
Bir mevzu sizin hoşunuza gidiyor, bunu mutlaka yazmak istiyorsunuz, günlerce düşünüyor, yine muvaffak olamıyorsunuz. Kabahat ya düşünmenizde yahut sizdedir. lktidarınızı tanıyınız; küçük bir nouvelle yazmadan büyük bir roman yazmaya, bir buçuk sahifelik bir mektupta sıkılırken dört yüz sahifelik bir seyahatname telifine cesaret ediyorsunuz. Tabiidir ki muvaffak olamayacaksınız . . . Hakiki, yaşanmış, kabil-i müşahede şeyler intihap ediniz. Yazdıklarınızı yırtınız, asla acımayınız. Yırtmazsanız, birinci, ikinci, üçüncü defa olarak ilaveler yapıp tekrar yazınız. Chateaubriand bile yazdığı bazı parçaları üç
tashihten sonra ancak beğenebilmiştir. Taklitten korkunuz siz; siz olmaya gayret ediniz. Çalışılmadan yazılmış eserleri zaman çürüterek tahkir eder, mahveder, unutturur. Taklit olunmuş eserler; asılları yanında pek sefil ve şayan-ı merhamet kalır. Yazılmış bir şeyi değiştirip, süsleyip yahut bozup tekrar yazmak sanatın pek amiyane bir adiliğidir. Mutlaka yazılmamış şeyleri arayınız. Kıraat için Victor Hugo gibi kayalara tırmanmayınız, tehlikeli çağlayanların , derin uçurumların hain kenarlarında dolaşmayınız. Mevzu-ı şiir bir bıldırcın değildir ki, garip bir ısrarla onu mutlaka kırlarda, oturduğumuz şehirlerin uzaklarında, yaşadığımız cemiyetin bigane tenhalıklarında arayasınız . . . Madde olarak sizi ihata eden her şey; masanız, kaleminiz, pencereden gördüğünüz karşıki evin solmuş duvarı, lambanın etrafında bıraktığı hale-i mühtez, kitap yığıntıları, duvardaki takvim, eski kapı, evet hasılı her şey bir hakikattir. Yazdığınız hakiki olursa, kıymeti büyük olur. Hakikat, hayat, müşahede . . . Işte üç şey ki sınai-yi edebiyyeye daima riyaset eder. Ve bütün ameliyyat-ı fikriyye bunlara istinat eder. Bu üç keyfiyet-i esasiyenin haricindeki yazılar manaca adi bir öksürük kadar kıymetsiz ve ehemmiyetsizdir. Bulutlarla, göklerle, yükseklerle, meşbu şairler yarın size saz şairlerinin hezeyanlarından daha ziyade abes ve soluk gelecek. İçerisi duman dolmuş bir gazinanun kapısını iterken dumanlı camında gördüğünüz mühim hayalinizin mana-yı enzarını düşüneceksiniz. Şairin de hakikate doğru yürüdüğünü ve hakikatin daima maddeye tekarrüp ederek hulyadan uzaktaştığını göreceksiniz. Musawer yazıların kıymetini anlayacaksınız. Bir maddeyi yani hakikati yazarken levn-i mevkiyeyi ihmal etmeyiniz. Yazılarınız fotoğraf olmasın. Suluboya olsun, renge dikkat ediniz. Yazarken vazifeniz ressamınkinden daha fazladır. Ressam fırçasıyla, gö-
zünü kullanır. Siz kaleminizle gözünüzü, gözünüzle kulağınızı, kulağınızla kuwe-i hissiye ve vicdaniyenizi kullanacaksınız. Eskiden yazılmış bir fikri tekrar; intihaldir. Lafzen bile kimseye benzemeyiniz. Sanat-ı tahririn en büyük muavini fizyolojidir. Hakaik-i hissiyenizi hakkıyla bilmez, fennin söylediklerinden bihaber olursanız masum kalacaksınız. Yazılarınız eser değil, karalama olacak. Fizyoloji için metin ve esaslı bir fikir peyda etmeden kalemi elinize almayınız. Her şeyden hatta cümle teşkilinden ewel dimağınızı, öğreniniz. Fizik biliniz, görme n i n , işitmenin havas-ı vicdaninin hakayıkına vakıf olunuz. Zannetmeyiniz ki kavaid-i li san yazmak öğretir. Bugün yazmayı fen haline koyan , yazmayı talim eden yine fendir. Apollinaire ve Musset'nin malikanelerine şimdi mevki-i fen va ri s olmuştur. Yazmak için mütefennin olduktan sonra bu sanatta en cesaret edemeyeceğiniz şey tercüme olsun ! Bir lisanı gayet mükemmel bilmek oldukça, yazabiirnek için belki bir vasıtadır. Fakat tercüme için asla . . . Tercüme için iki lisanın amak-ı mana ve elfazına vakıf olmak icap eder. Bunun için de hiç olmazsa rubi asırlık bir sa'y ister. Bu kısa müddeti doldurmadan tercümeye kalkarsanız kaleminizi suiistimal ediyorsunuz demektir. Üşenmeyiniz, bu kısa müddeti kitaplarınızın üzerinde geçiriniz, hakk-ı tahriri kazanacaksınız, söyleyeceksiniz ve unutulmayacaksınız. Tahayyül edebileceksiniz. Aksi takdirde çalışmayanları n , göz nuru dökmeyenlerin nevrastenisi olan akarnet-i tahrir barit ve muharrip nöbetleriyle elinize her kalem alışta sizi karşılar.
lzmir gazetesi, Nr: 18 1 Kinunuevvel 1 323 (14 Aralık 1907)