3 minute read
Matbuatta Palavra
MATBUATTA PALAVRA . . .
Hiç yoktan , durup dururken dünyada kimsenin bilmediği "ilm-i menafi-i ruh" gibi bir ilmin yalnız ismini icat ve bu ilimle fikirlerine de şahit getiren meşhur Ali Kemal Bey son defa Türklüğe hizmet, "havsala-i kübra"dan masal uydurmakla olamayacağını yazıyordu. Hak verd i m . İçinden daima malumat ve beyt aldığı "Mecmua-i Muallim" kadar doğru söylüyord u . Sonra, olsa olsa doktor ve filozof ve eski me b us Rıza Tevfik Beyefendinin mesaisinin bir hizmet, hem de gayet büyük ve mühim bir hizmet sayılabileceğini tekrarlıyord u . Zaten bundan tabii bir şey yoktu. Üç milyon kitap okumuş, altı yüz bin sahifelik gayri matbu bir eser yazmış meşhur ve muktedlr bir zat kadar kim hizmet edebilird i . Hemen doktor ve filozof Rıza Tevfik Beyin son defa yazdığı makaleleri buldum ve dikkatle okumaya başladım. Zekam, muhakemem, fikrim bu gayet büyük adamın yazılarını anlamaya müstait değildi. Anlamadım, "Aman Yarabbi! Ne vukuf, ne kuwe t , ne fedakarlık" diyordum, zavallı filozof kırk sekiz yaşından sonra yüz binlerce eski kitapları karıştınyar, meydana inciler çıkarıyor . . . Vatanımın böyle bir alim yetiştirdiğine için için seviniyordum. Kendi yazdığı altı yüz bin sahifelik gayr-i matbu eserini tabettirmeyi sonraya bırakıyor; Risa/e-i Vahdet-i Vüc u d unvanlı eski bir kitabı bastırmak istiyor idi . Bu ne alicenaplıktı! 6 Mart tarihli Peyarn ilavesinde bunu vaat ediyordu. Fakat, yalnız
o kadar zahmet çekerek bulduğu ve hiçbir yerde diğer nüshasını görmediği bu kitabın müellifi için tereddüt ediyor: - Ya Ahmet-ül Buhari'nin yahut da Idris-i Muhtefi'nin diyordu. Ben hakikaten büyük ve alimane olan bu sa'ye şaşırdım. Başka hangi Türk veyahut hangi Yunanlı alim vardı ki böyle müellifini bilmediğ i görülmemiş kitaplar bulsun! Ve tabettirmeye kalksın . . . Hayret ve meftuniyetimi dün akşam vapurda rasgeldiğim arkadaşıma anlattım. "Gayet büyük bir adam . . . Oxford'a gitse bu anda profesör yaparlar . . . " diyordum. Arkadaşım yüzüme baktı. Filozof doktora karşı beslediğim hürmet ve hayreti zaten bilirdi. Ama bilmem niye, "Şaka mı ediyorsun , " diye sordu. " N için şaka edeceğim?" "Şaka etmiyor isen budala s ın . . . " " N için budalayım?" "Ayol, daktorun yazdığına inanıyor musun?" dedi. "Onlar hep palavra . . . " "Hep palavra mı? . . " Arkadaşım istifini bozmadan cevap verdi: "Evet, hep palavra. . . O kadar ilmi ne, fazlma bayıldığın bu meşhur filozof hiç mütalaayı sevmez. Eline geçen bir kitabı okumadığı gibi müellefinin ismini bile aramaya üşenir. 'Gizli fakat ruhlu bir edebiyat' makalesinde bahsettiği Risa/e-i Vahdet-i Vüc u d ne Ahmed-ül Buhari'nin ne de Idris-i Muhtefi'nindir. O, öyle ağzına geldiği için bir palavra savurup geçiyor. Halbuki, o kitap, ı O ı O tarihinde vefat eden mutasawıfeden divan-ı eş'ar sahibi Seyit Seyfullah Efendinindir ki bu zat Silivri Kapısı civarında Üçler Dergahı'nda yol üzerinde medfundur. Ve meşhur Seyyid Nizameddin'in mahdumudur. Ve yine filozofun 'diğer nüshasını hiçbir yerde görmedim' diye bir palavra savurarak bastıracağını müjdelediği bu ri-
sale yirmi otuz sene ewel sarı kağıt üzerine tabolunmuştur. Yakın zamana kadar Bedesten yanındaki sahaflarda bulunurdu. Kütüphane-i Umumi'nin 'kütüb-i tasawuf' kısmının 1 70 numaralı mecmuasında Mısrı-i Niyazi ve Sarı Abdullah Efendinin risaleleri arasında bu risale de vardır. Ve matbuunda olduğu gibi 'Seyit Seyfullah'ın eseridir' diye yazılıdır. Ben , alim ve iddiacı değilim. Lakin mütalaaya bir parça merakım vardır. Bunun gibi ne kadar 'biraz mütalaa' meraklısı varsa· doktor filozofun 'hiç görülmemiş bir eser' diye halka yutturmak istediği bu matbu kitabı okumuştur. Filozofun maksadı birtakım cahillere 'bakınız, ben şimdi de eski ve meçhul kitapları buluyorum, bunları bulmak için ne kadar çok kitap okumaklığım icap ettiğini düşünün . Hem öyle eski eserler buluyorum ki müellifleri bile malum değil' demektir. Halbuki palavra kuwetiyle o kadar naclide ve meçhul yaptığı bu risale o kadar malumdur ki. . . Hemen kütüphanelere giren her adam bilir. Hele sahaflarda bilmeyen kitapçı pek azdır. O kadar malum bir şey için bu kadar siyah bir bilgisizlik gösteren meşhur filozofun diğer palavralarını da bir kere düşünün! Şimdi sana nasıl budala demeyeyim , söyle . . . " Ah sevgili ve muazzez doktor! Bana "budala" dedirttiğin için sana kızmıyorum . Fakat. . . Fakat ne yalan söyleyeyim? Benim gibi birçok cahillerin seni hala bir şey zannederek ezeli palavralarını sahih sandıklarını düşünüyor ve bilinmez nasıl bir sihir ve sanatla kazandığın o sebepsiz ve kuru etiketten ibaret olan şöhret sayesinde hükümetten rahat rahat, hiç yorulmadan , her ay aldığın liracıkları kıskanıyorum . . . Çünkü bundan başka kıskanacak bir şeyin yok!
Zekiii mecmuası, s. 25 21 Mart 1330 (1914)