5 minute read

Saadet ve Sa'y

Next Article
Sözcük Dizini

Sözcük Dizini

SAADET VE SA'Y

Herkes saadeti başka türlü telakki eder, değil mi? Fakirler kendi karanlık ve kederengiz noktai nazarlarından zenginliği müşaşa ve münir bir kaşane-i saadet gibi görür. Nevrasteninin gadr-ı asabı içinde kıvranan zavallı zenginler köylüleri, çobanları mesut addederler. Geçmiş vicdan azaplarının, kalp rahatsızlıklarının ferda-yı huzur ve nekahetinde muztarip olanlar hayalat-ı ezeliye rücu ile mesut ve müteselli olunacak zannederler. . . Ben, hatta saadetin nispi tariflerini kabul etmeyerek demek isterim ki saadetimizi mahveden tembellik ve tembelliğin bize açtığı boşlukta, "düalite"nin tesirinde fazla bulunmaklığımızdır. Saadeti her noktai nazardan tetkik eden feylezof, bu müphem keşfinden memnun, mutmain bana ne diyor, bakınız: "Saadet, azizim, hava gihidir. Daima tebeddül eder. Mütemadiyen mesut olmak gayrı kabildir. Hissimiz memnun olurken , hissimiz memnun edilirken mesut oluruz. Ufak bir hareket, ani bir haber bizi saadetten mahrum eder; bir sevgilinin vefatı n ı , bir dostun matemini duyarız, canımız sıkılır. Zaman, deva-yı müruruyla, bu kederimizi şifayap eder. Yeni bir refike rastgelir, hava bozulur, rutubet hava-yı nesimiyi mütebahhir bir gözyaşı haline kor, asabi isek o kadar saadetten uzak ve mehcur kalırız ki, gayrı ihtiyari bir intihar arzusu hatıratımıza karışır. Faniyyet-i mutlakamız, bir heyula-yı şek gibi zihnimize h ücum eder. Her şeyin bütün varlıkların intiba-yı mutlakı n ı , onu, ölümü düşünürüz. Sonra bahar . . . Açık ve handan bir yaz sabahı. . .

9

Kuşları; o dernde asab-ı rakika-i ihtisasatımızın amakında, kanımızın içinde kaynaşan ve 'saadet' dediğimiz o mühim huzuz-ı ruhiyyeyi besteliyorlar zannediyoruz. Hava saftır, gönlümüz şendir. Herkesi, hatta düşmanlarımızı der-aguş etmek arzusunu duyarız. Sonra bir yağmur . . . Işte bir hüzü n ! Pencerelerden , saçaklardan düşen damlaların aheng-i yeknesak-ı sukCıtu asabımıza o kadar şedit bir insafsızlıkla tesir eder ki, en sevgili bir arkadaşın elini sıkarke n , en faideli bir işin üstesinden gelmişken , en büyük bir nailiyete muvaffak olmuşken, düştüğümüz hüzünden ve dalgınlıktan kendimizi kurtaramayız. Her saadet, her dakika, hatta her saniye tebeddül eder. Biz de bazen mahzun, bazen mesut oluruz. Azizim , ebedi �ir saadet, ebedi bir hayaldir. . . " Fakat bahçe-i saadet katiyyen mütebeddil değil ve muayyendir. Daha doğrusu ben "meşgul olmak, mesut olmaktır" diyen Ingiliz şairi Gray'ın fikrindeyim . Saadeti arayanlar birçok gevezelik yaparlar, tayf-ı mefhum-ı saadetin arkasında koşanlar hep tembellerdir. "Ben tembellik aşığıyı m ! " itirafını eden Balzac bütün hayatında mesut olamamış, her şeye; parlak ve maddi muhitine siyah ve mübalağacı bir güzellikle bakmıştır. "Yarın" manzumesinde tembelliğini ve bundan mütehassıl ezay-ı hissini terennüm eden sanatkar kendisini şaşırtan düalitede, hüwiyet-i fikr!yyesinden bahsederek böyle taganni eder: "Ka'r-ı mahfiyyetinde bir leyli n , biri hab-ı huzura mail ike n , biri mahzuz olur didinmekten. Bu tehalüftür işte her meylin mahveden bende-i ruh-ı lezzetini, mahveden ruhumun saadetin i ! " Tembellik d e b i r hastalık, şekl-i harici s i "boş durmak"tan ibaret bir hastalıktır. Ve buna en çok kadınlar musap olur. Tembel hareketi sevmez, ciddiyetten nefret eder. Gürültü -hatta bazen kalabalıkonu muztarip eder. Bir kitabı tamam okuyamaz. Gazete asabına dokunur. Lakırdı söylemesini arzu et-

mez, kuwe-i hayaliyyesi faaliyettedir; tabii vehmi de . . . Meşguliyeti büsbütün kalbidir. Meşguliyet-i kalbiyye ise yegane saadetten münekkidi yani muterizidir. Başkaların ı , başkalarının saadetini düşünür. Kendisini bedbaht addeder ve kararına cidden kani olur; sonra saadet-i zatisi için hakikatten bait ve hülya-arniz bir program . . . Kendisi ne kadar mesut şerait-i hayatının tahtında yaşasa yine işte bir yer, başka bir şey ister. Halbuki saadete en büyük mani pek büyük bir saadete müntazır olmaktır. Bu gibi meşagil-i fikriyyenin tabii olarak hasıl edeceği yorgunluğu bedbahti zanneder . . . Ben saadetin ademini muhakeme etmeyi ve bedbahtiyi sırf bir meşguliyet-i mütezade-i fikriyye telakki ediyorum. Mektepte iken o kadar mesut idi m ki. . . Dersler, oyunlar, sonra gevezelikler, sonra j imnastik! Bir gün gözlerim ağrıd ı . Pederimin yanına, "hiç kitap okumayacaksın, " tembihiyle tebdil-i havaya gönderildim. Orası tenha bir deniz kenan idi . Her gün sahilde, köpüklerle yıkanan temiz ve naim çakıllar üzerinde gezinirdim. Pek garip fikirlerim, muztarip etmeye başladı. Hayatın boşluğunu ve ahit-i müteselselesini muhakemeye başlıyordum. Iki haftada o kadar tebdil-i tabiat ettim ki neşemi kaybettikten sonra, o vakte kadar lakayt ve şeıi nasıl yaşadığıma taaccüp ediyor, gafletime, safiyetime acımaya bile cüret ediyordum. Maziye hazırlanan, gelecek hayatın afak-ı duradur-ı amalini bir sinemograf süratiyle gözümden, piş-i hÇtyalimden geçirdikten sonra yuvarlanır gibi havf ve hayretle karışık bir ümitsizlikle na-yab bir bedbinliğe düşüyor ve kendi kendime: "Ey nihayet, di . yordum. N ihayet? . . Yine hiç değil mi?" O dakika muhabbet, şöhret, muvaffakıyyet, sanat, sanat bile boş, feci bir hiç oluyordu.

Beste-i elfazın tahammül ederneyeceği bir enin-i nevmidevle duyduğum füturu, yorgunluğu, hiçliği

haykırmak istiyor, dudaklarımı ısırıyor, mütekallis parmaklarımla mendilimi koparmaya çalışıyordum. Tebdil-i hava müddetim bitti , mektebe geldim. Dersler, rekabet, jimnastik, sonra gevezelikler, gevezelikler? . . Mesuttum, çünkü kedere , eleme meydan bulamıyorum. Arkadaşlarıma tefewuk benim için cazip bir emel oluyor, onun için yoruluyor, başka bir şeyle iştigal edemiyorum. Mektepten çıkınca, yani şanoya atiayınca rollerime, mevdu vazHelerime bi-vefa kaldım. Pek bıkarak yaşıyordum. O kadar ki dışarı çıkmaya bile karar veremez, masamın üzerine yahut kitabın arasına bir para atar, yazı gelirse evde kalır, tura gelirse en ehemmiyetsiz bir şeyde bile "tesadüf"ü kendime kumanda ettirirdim. Azıcık daha bende tehlikeli bir maraz, bir nostalji yapacaktı. N ihayet sevda-yı sanatla tekrar çalışmaya kıyınettar ve muhterem mektep hayatını takibe başladım. Kitaplarım çoğaldıkça bedbahtiden uzaklaştım, mesut oldum. Ve bugün saadetimi yalnız saye-i mütalaaya, meşguliyete, sanata borçluyum. Insan boş durursa, dimağ adem-i meşguliyetten yahut bu adem-i meşguliyetten ve yerdeki faaliyetten (dikkat! ) bir fütur hissi -darılmazsanız fütur-ı manevi d iyelim- duyar. Bedbaht olur. Düalite bütün tuhaflıklarını, bize itisaf eden garabetlerini boş durduğumuz zamanlar gösterir ve hakikatın farkına vardırmaz. Bütün bedbahtlıklara sebeb-i hakiki addettiğimiz "düalite"den şimdi bahsedemeyeceği m ; çünkü uzun ve muğlak sevgili karilerim. Eğer mesut değilseniz size yalnız meşguliyeti tavsiye edeceğim. Meşguliyet sizi iki adamlıktan çıkaracak, bir adam yapacak, ufkun öte tarafındaki gözlerinizi muhitinize çevirecek, hatta fakirseniz sizi zengin edecek, zayıfsanız kuwet verecek, muztaripseniz müsterih edecek. Ah vakitlerini tahayyül etmekle, dalgayla geçirenler, şimdi beni şu serin eylül gecesinin hafif ve

ratip dalgalanan tatlı rüzgarıyla, riyah-ı nuşin-i teşvikiyle muhat kitaplarımın arasında, masanın başında müsterih ve şad, yazarken şüphe etmem ki saadet-i sa'yi o anda hissedecekle r . Lüzumsuz tenkidat-ı ruhiye ve indiyyeyi bırakacaklar "meşgul olalım , eğlenelim" diyeceklerdir. Evet, işte bir mevsim-i saadet, karilerim, kış geliyor, bizi bunaltan harareder yok! Uzun ve vefakar gecelere malik olacağız. Bu kıymettar ve muazzez geeelerio saat-i samimisini boş durmakla, elemle, elemi tevlit eden hayaile çıkarmayınız. Meşgul olunuz! Zahmet ediniz, bir kere meşguliyeti tecrübe ediniz, belki mesut olacaksınız.

lzmır gazetesi, Nr: 8 1 0 Eyliil 1323 (23 Eyliil 1 907)

This article is from: