SAADET VE SA'Y Herkes saadeti başka türlü telakki eder, değil mi? Fakirler kendi karanlık ve kederengiz noktai na zarlarından zenginliği müşaşa ve münir bir kaşane-i saadet gibi görür. Nevrasteninin gadr-ı asabı içinde kıvranan zavallı zenginler köylüleri, çobanları mesut addederler. Geçmiş vicdan azaplarının, kalp rahat sızlıklarının ferda-yı huzur ve nekahetinde muztarip olanlar hayalat-ı ezeliye rücu ile mesut ve müteselli olunacak zannederler. . . Ben, hatta saadetin nispi tariflerini kabul etmeyerek demek isterim ki saadeti mizi mahveden tembellik ve tembelliğin bize açtığı boşlukta, "düalite"nin tesirinde fazla bulunmaklığı mızdır. Saadeti her noktai nazardan tetkik eden fey lezof, bu müphem keşfinden memnun, mutmain ba na ne diyor, bakınız: "Saadet, azizim, hava gihidir. Daima tebeddül eder. Mütemadiyen mesut olmak gayrı kabildir. Hissimiz memnun olurken , hissimiz memnun edilirken mesut oluruz. Ufak bir hareket, ani bir haber bizi saadetten mahrum eder; bir sevgi linin vefatını, bir dostun matemini duyarız, canımız sıkılır. Zaman, deva-yı müruruyla, bu kederimizi şi fayap eder. Yeni bir refike rastgelir, hava bozulur, rutubet hava-yı nesimiyi mütebahhir bir gözyaşı ha line kor, asabi isek o kadar saadetten uzak ve meh cur kalırız ki, gayrı ihtiyari bir intihar arzusu hatıratı mıza karışır. Faniyyet-i mutlakamız, bir heyula-yı şek gibi zihnimize h ücum eder. Her şeyin bütün var lıkların intiba-yı mutlakını, onu, ölümü düşünürüz. Sonra bahar . . . Açık ve handan bir yaz sabahı. . . 9