8 minute read

Sahir'e Karşı

Next Article
Sözcük Dizini

Sözcük Dizini

SAHIR'E KARŞI

-Bir defter-i metruktan kopya edilmiştir-

Bazen muvaffak olamamış bir sanatkar hicran ve ıstırabıyla mantıksız ve serseri . bir tugyan-ı hevesat içinde geçen mazimi düşünürüm. Bu natamam ve rabıtasız bir romandır. Bir uçurumdur ki amak-ı meçhulü yekdiğeriyle asla münasebeti olmayan çok zıtların gülünç ve facia hatıratıyla doludur. Orada sanayi-i nefiseye ait matemler, pervanelerin ölümü için mersiyeler, kırmızı balıkların mana-yı enzarı, sevilmeyen bir kadının öksürüğü için şiirler, gecelerin kahkahalarını , gölgelerin musahafalarını haki neşideler vardır. Sonra bu uçurumun başında serseri bir aktör vardır, ki -işte o benim- hayatta ne varsa birer defa yapmış; avcılıkların envaını kuşbazlıktan başlayarak domuz, geyik aviarına kadar eğlencelerin hepsi; e n sefillerinden tutunuz da tiyatro, rakı alemlerine kadar merakların umumisi; fotoğrafçılıktan tutunuz da ressamlığa, oymacılığa, heykeltıraşlığa kadar, velospitten tutunuz da ata, sandala, cimnastiğe hatta pehlivanlığa kadar hepsini yapmış ve bu nevi meşagilden mütevellit teşviş-i efkanndan "sebat-ı ciddiyet" gibi şeylerin hepsini nezederek yerine anlaşılmaz bir hercailik, sebepsiz bikararlık bırakmıştır. O birkaç lisana çalışmış, riyaziyeden başlayarak edebiyata, tıbba, ilm-i ketalama, hikmete, kimyaya, felsefeye, fizyolojiye hatta hukuka kadar ne kadar ulum ve fünun-ı müstakille ve gayrı müstakille varsa hepsine birer defa girm i ş , en aşağı hepsinde hayatı-

1 82

nın altı, yedi haftasını geçirmiş ve bu serseri yolculuktan , biaram seyahatten bütün tehassüsatına hakim bir hakikati: "Her şeyi öğrenmek isteyen hiçbir şey öğrenemez" hakikatini istimzaç etmiştir ki, dünyada onun kadar hakikatı his ve tasdik etmiş olan adam olmadığını iddia eder. Sonra bu aktörün aşkları . . . En sefil ve adi aşklarla, en saf ve en beyaz aşklar . . . Mesire dönüşlerinde ayrılık çeşmesinden geçerken "unutmabeni" çiçeği takdim eden, uzun yüzlü ateşin kadınlarla ewela ibzal-i muhabbet olunan meçhul-üt-tahassüs duvar. Aşkın daha ne demek olduğunu bilmeyen, sevk-i tabii ile müteheyyiç olan kızlar. Işte bu karışık gölgeler zılal-ı hatırat-ı aşk arasında yalnız bir tanesini kendimle tekerrür edemeyen ruh-ı şahsiyetimle münasebettar farz ederim. Çünkü, bu yönü en ziyade mütehassıs eden bir tesadüfün hatırasıyla münasebettardır. Diğerleri. . . Öbür aşklar . . . Onların hepsi yalancı bir roldü. Hissetmek için değil bilmem ne için yapılmış şeylerdi . Kendimi aşık gösterdiğim bir kadının elini tutarke n , sevmekten en uzak şeyleri düşünür, o zavallının gözlerine gözlerimi diker, kırpmazd ı m . Bazen sorardı: - Daldınız, neden? - BiJiniz bakayım. Oh, bunu hissedemezsiniz! · Ve hakikaten hissedemezd i . En sürekli arzularırnın altı haftalık mahduda bir edebiyyet-i muhayyile içinde üful ettiklerini bildiğim için benden sonra bu eli tutacak aşığı, onun gözlerinin reng i n i , onun tavrın ı , onun sadasının ahengini hayal ederdim. Süratle terk ve tecdit edilen bu aşklar küçük hikayelerle defterlerimi doldurur, bu kimseye ait olmayan şeyleri dostlarıma okur, yalnız elfazı için, ahengi için, güzelliği için takdir ve temeddühat dinlerdim. Fakat, işte bir çehre, o akrabalarımdan küçük, ince bir kız ki , yakın bir mazide , daha iki sene ewel bana ağabey diye hitap ederd i . Her yazı yazan gibi

ben de yazdıklarımı okumak ve dinlemek ihtiyacına mağlubum. Boş ve arkadaşsız geçen uzun kış gecelerinin tenhaiyyesinde yazdığım manzumeleri ona okumak adetimd i . Yazım bitince haykırırdım : - Belkıs! . . O , tehalükle koşardı. Sonra kolunu benim masama dayardı ve dinlerdi; daima -bilaistisna daimatakdir ederd i . Kendisinin mütalaa merakı benim ne kadar kitaplarım varsa onu okumaya mecbur etmişti. Bazen refikalarına, dışarda olan pederine, zabit olan biraderine yazdığı mektupları bana okur, benden bir kalem-i tahsin beklerdi. Sonraları şiire heves ett i . O kadar zeki idi ki, aruzu bir derste ihsas ettim. Nazm-ı eş'arı beraber yapıyorduk: "fe'alun fe'alun . . . " Bunu ne kadar sever ve "damlalar vezni" derdi. Bahr-ı hafife "enin-i elem" , bahr-ı hezece "nağme-i sükG n " , bahr-ı m uzariye "vezn-i tesir" , o köhne bahr-ı remel için "bostan dolabının gıcırtısı" der, hasılı hepsine, bütün evzana birer isim verird i . Bu küçük şair için fikrimden bir gün ansızın bir şey geçti: Bu, benim zevcem olmaz mıydı? Belki bu arzudan vazgeçerim korkusuyla uzun uzadıya muhakemeye cesaret ederneyerek buna karar verdim. Hemen, daha o gece onunla istikbal-i izdivacımızın saadetlerini terennüm eden tiyatromsu bir manzume, bir "rüyayı hakiki" yazdım, ertesi gün ona manidar nazarlarımla müterafık, küçük ve hususi tafsilat ile okudum. Anladı , anlamış göründü. Filhakika, ruhumda bir arzu, bir muhabbet vüsatıyla gittikçe büyüyordu. Maneviyatımdan uzak, maddi saaatlerimde bu yeni ve saf aşkımı tahlil ederd i m : "İşte, ben, derdim . . . Bir hayalperver . . . O , benim şiirlerimi seven ve tahsin eden küçük bir müdahin ki bende gayet tabii bir his, bir hiss-i şükran ve minnetdari uyandırıyor. Ben , bu hissi gayrı ihtiyari aşk zannediyor ve aldanıyorum . " Bir gece , ona bir şiir okuyordum : "Gözlerinin

Vaatleri . " Bitirdikten sonra, gözlerimi o davetkar gözlere dikerek her vakitki takdir ve metihlere "Oh , bu o kadar güzel olmuş ki. . . " mukaddemesiyle mebzulen dökülen yeminiere meydan vermeden , - Laki n , Belkıs, dedim. Anlamıyor musun, bu senin içi n ! Kulağının dibinde top patlamış gibi şaşırmış ve gözlerini açmıştı . Onun bu hayret-i müfritesi karşısında mahcup olarak gayri ihtiyari gözlerimi indirdim. Onu sevmekliğim o kadar gayrı müterakıp, o kadar gayrı tabii mi idi? - Latife söylüyorum, diye tamir etmek isted i m . Latife B e l k ıs! . . Nasıl, güzel olmuş mu? İlk defa olarak itiraz etti : - Hayır azizim, bütün güzeller için yazılan şiirlerdeki bir şey, bir hayidelik bunda da hissolunuyor. Bir hayidelik ki , ben ondan bir küf kokusu duyar gibi oluyoru m . - ! ? ! Ve devam ett i : - Vakıa siz, "mademki b i r mevzu içindir, aynı mevzu üzerine yazılan şeylerle arasında mutlaka münasebet bulunur" diyeceksiniz. Fakat öyle değil. "Handelerden selam-ı duradır 1 Gönderen gözlerinde en mahmur 1 Sihirlerin o derin reng-i mübhemiyyeti var . . . " Oh , bunu okudunuz mu? - Hayır. - Halbuki, ben sizin gazetelerinizde okumuştum. İşte bu da mai gözler için yazılmış bir şiir. Fakat bu şiir, bütün bir yığın teşkil eden karalamaların hangisine benziyor? Tıkanmıştım. Bu mülayim talebeme, kendime meftun tahayyül ettiğim bu küçük, güzel ve muti şakirdime ne cevap verecektim? Mırıldandım: - Bu kimin? - Sahir'in . . . Bir tehalükle, önümde duran manzumeyi kap-

tım , parçaladım. Masanın üzerindeki yaprakları yen i , açılmamış ve okunmamış bir kitabı ele aldım. Artık, onu görmüyordum. Bu renkli fotoğrafın usul-ı ihzarından bahis bir kitaptı. Okuyor ve hiçbir şey anlamıyordum. Satırların arasında bütün heveskar-ı edep gençlerden gıpta ettiği bir şairin, hurdebini bir hizmetçisinin bastonunu saliayarak müstehzi ve vakur gezindiğini görüyordum: Sahir. Gece pek rahatsız ve geç uyudum. Hep Sahir'i düşündü m , ezici bir kıskançlık içinde, o vakte kadar asla hissetınediğim düzahi bir kıskançlık içinde . . . Kadınlardan kelal verecek şekilde bahseden bu şairin yalnız imzasını tanırdıin. Fakat, işte bir kin, gazap onun için kalbim� de canlanıyor. Bu rakib-i gaibimden, bu meçhul ve tanımadığım vücuttan nefret ediyordum. Rüyamda en müntehap kabalıklarımla onu tahkir ett i m . Bu tıpkı, fotoğrafya kitabının satırları arasında bana görünen gençti. Siyah ve ince bıyıkl ı , siyah ve ateşin gözlere malik, yakışıklı bir delikanlı, bir avcı idi ki , mütemadiyen kadınları avlıyordu. Rüyamın m ütemewil seraplannda bütün elele vermiş bipayan kadınlardan müteşekkil bir ikiil-i zihayat ile ihata olunmuş, müstağni ilerliyordu. Işte benim küçük talebem de ona manyazitma olmuş o kadın demetinin içine girmiş, o halenin bir zerre-i nuru olmuştu. Ben , onun ismi için mitolojiden bir istiare icat edeceğim diye günlerle, haftalarla eski kitapları, falanları . . . Bütün o eski Belkıs'ın mehakıb-ı muhayyelesini saklayan tozlanmış cilderi süzüyorken rakibirn müsterih ve asude bir şiiriyle, bir mısraıyla işte bana galebe etmişti. Mesela, evet belki yalnız bununla: "Benim kadınlığa ifrat-ı hürmet im vardı r . " Bir hafta geçmemişti ki h e r şeyi, talebe m i , kıskançlığı, tanımadığım rakibimin beni müteezzi eden hatıratını unutmuştum . Beni muztarip edebilecek bir şeyi zorla unutabilmek, ondan nisyan ile intikam alabilmek hissine malikiyede iftihar ederim. Onun

için , mazinin hiçbir elemi bende ciddi bir keder husule getirmemiştir. Yine gayesiz ve neticeye m ün tehi olmayan hayatıma yalnız kilometrelerle yorgunluklar iktitaf ettiren tarz-ı hayatıma dönmüştüm. Parlak, mesrur, tannaz bir gün . Hususi bir cimnastik müsabakasından bitap ve pürteap avdet ediyorduk. Arkadaşım, sanayi-i fikriyye ve hayaliyye ile asla meşgul olmamış müthiş bir idmancı idi. - Tramvaya binelim, dedi, bugünkü yorgunluğumuz kafi! - Pekala! Tramvay pek tenha idi. Ben , Aksaray hattının, böyle geç vakit bu kadar tenha olduğunu hiç görmemiştim. Galiba hava güzel olduğu içindi. İki çocuk, karşımızdaki pencerenin demir ve ince parmaklıkiarına tutunmuş dışarı bakıyorlardı. Ve ihtiyar bir uşak onlara nezaret ediyordu. Bir de köşede, kadınların mevkiini ayıran bölmeye yapışmış gibi, yorgun bir zayıf genç . . . Biletleri aldık. Ben , mendilimle terli yüzümü sildim. Arkadaşım da benim gibi yapıyordu. Beyaz keten bir mendili boynuna yerleştirmekle meşgul, bana eğildi, yavaşça, - Bu beyi tanıyor musun, dedi. Karşımızdaki delikaniıyı gösteriyordu. - Yok, dedim. - Sahir işte o ! - Sahir mi? - Evet! O , bizden bihaber, bazen dışarıya bakıyor, bazen kadınlar mevkiinin yollu ve kirli perdesini tarassut ediyordu. Bu, uzunca boylu, gayet nazik ve narin, bir kadın çehresine malik ve gayet nahif bir genç, adeta bir çocuktu. Rüyamda tokatladığım o rakib-i meçhulüme, siyah ve ince bıyıklı, siyah ve ateşin gözlü Sahir'e asla benzemiyordu. Tüysüz çehresi, mai gözleri, çokça saçları onda gayrı kabil-i ta-

rif bir masumiyet gölgelendiriyordu. Bu zayıf vücudun karşısında bir ihtiram-ı merhamet-alut hissediyoru m . Ona karşı nefretimden , kıskançlığımdan nadim ve pişman oluyordum . Eve t , bütün kadınların ruhları onun olmalı idi . Bacakların ı , incecik bacaklarını birbiri üstüne atmıştı. Eskrim egzersizleriyle kalınlaşan hacaklarıma bakarak onunla aramızdaki farkı düşünüyordum . O, bir şair, hakiki bir şairdi. . . Bütün seven ve hisseden kadınların ruhları ona sermedi bir cefa-yı minnetdari ile esi r , pereştişkiu idi. Ve bu, pek haklı idi. Bir an oldu ki onun mai ve derin gözlerinin mübhemiyyet-i initafıyla benim gözlerim karşılaştılar. Onun ruhunun hakkına itisaf ve taaddi etmiş bir haydut gibi mahcup ve perişan, gözlerimi indirdim. Bir hayali neşevi kadar nazik ve narin olan bu vücud-ı muhterem karşısında eziliyor, hayalimde açılan boşluğa halterlerin , av takımlarının , köpekleri n , velospitlerin karışmayan gölgeleriyle bir girdaba sükCıt ediyordum . , Arkadaşım hızla ayağa kalktı : - Çabuk, ded i , kalıpçının önünden geçiyoruz, feslerimiz . . . Ve kapıdan çıkarak caddeye atladı . Ben , ben de onu takip ett i m .

izmir gazetesi, Nr: 5-405 1 2 Şubat 1320 (20 Şubat 1905)

This article is from: