13 minute read

Bugünkü Şairlerimiz

Next Article
Sözcük Dizini

Sözcük Dizini

BUGÜNKÜ ŞAIRLERIMIZ

Tahsillerinin, mütalaalarını n , zekalarının noksanı sebebiyle "qsri edebiyat" telakkisini edinemeyenler sanatı yalnız şekilden, kelime oyunundan ibaret sanırlar. Bu gibilerde "tasnif" kabiliyeti mefkut olduğu için herhangi bir hakikate müspet mefhumlarla bakabilmelerine imkan yoktur. Bununla beraber atalarının "kişi kişiyi kendi gibi bilir!" sözlerini yerine getirirler; herkesi "edebiyatı lisandan, şiiri vezinden ibaret zannediyor" diye ithama kalkarlar. Halbuki bu zan münhasıran kendilerine aittir. Buna en birinci şahit işte ortaya koydukları eserler. . . Baş yok, orta yok, nihayet yok! Bir sürü laf! N e ağlatır, ne güldürür, ne düşündürür, ne şevke getirir, ne hüzün verir! Sonra derler ki : "Halk okumuyor . . . " Halk nasıl okusun bu yaveleri? Halk bir eserde ihtiras, heyecan , canlılık, hareket, faikıyet, nihayet hiç olmazsa kendi hayatına müterafık tafsilat, hatırat falan arar. Halkın bu talebini is'af edemeyen sanatkar değil , olsa olsa bir "mythomane"dir. Yani gayri ihtiyari sal')atkar oyunu oynayan bir yalancı! Biz bu yalancıları, karakuşlarının karanlık kanatları altında mebdesiz hükümleriyle yalnız bırakarak bugünkü şairlerimizi arayalım. Bunlar kimlerdir? Fakat ewela edebiyat sahasının mahiyetini ayırdetmek lazım. Bugün ruhumuzda üç türlü hissiyat, üç türlü temayül var. · Bunların mecbuu bizim manevi varlığımızı teşkil eder:

1 2 1

1 - Ümmet hissi . 2- Avrupalılaşmak temayülü. 3- Milliyet muhabbeti. Son asır içinde ümmet hissiyatıyla Avrupalılaşmak tehalükü çarpıştı. On sene ewel milliyet cereyanı, Türkleşmek, kendimize doğru dönmek emeli doğdu. Edebiyat, hayatın makesi olduğu için , hemen bu içtimai hareketlere intibak ett i . Ümmet hissiyahnın medrese edebiyatı Avrupalılaşmak temayülü karşısında eski parlaklığını kaybetti. Kemal, Hamit edebiyatı, nihayet Edebiyat-ı Cedide başladı. Milliyet cereyanı bu iki tarzın karşısına "milli lisan, milli vezin, milli edebiyat" iddiasıyla çıktı. Bugün bu üç tarz da yaşıyor: 1- İskolastik divan edebiyatı . 2 - Edebiyat-ı Cedide. 3 - Milli edebiyat. Tekrar edeyim ; bu üç tarzın üçü de bizimdir. Edebiyatımız bu üç tarzın mecmuudur. İçtimai inkılabın buhranı geçineeye kadar bu tarzlardan biri tamamıyla hakim olamayacaktır. Işte şairlerimizi bu tarzın içinde ayrı ayrı aramak icap eder.

ı

iskolastik Şairler

Osmanlı I m paratorluğu'nu tesis eden Türklerin en muhteşem eserlerinden biri de divan edebiyatıdır. Bu öyle bir sanat eseridir ki , başka milletIerin tarihlerinde emsaline tesadüf muhal d i r . Modeli Acem edebiyatıd ı r . Fakat bu tarz içinde Baki gibi, Nef'i gibi dahiler taklit olan bu müesseseyi aslının fevkine ç ı karmışlard ı r . Lakin bu haşmet imparatorluğun şaşaasıyla bir hizada yürür. lmpara-

Türki eş'arı eh /- i tahkik Üç s ı nıfa eder bina v ü tefrik Bak i 'ye gelince nazm-ı gıiyan Oldu k u dema-yı eh/-i i rfan Andan Nabi'ye dek evas ı t Eş'ar hen üz değildi s a k ı t Andan son ra ge/ ü r eva h i r B u s ı n ı/ta şair oldu n ad i r.

Nihayet garba, garp medeniyetine teveccühümüz divan edebiyatının hududundan bizi aşırmış. Görüyoruz ki Kemal, Hamit, Ekrem divan edebiyatmdan lisanlarını değiştirmeden asri edebiyata geçmek istiyorlar. Gazeli, kasideyi falan bırakıp mevzulu şiirler, tiyatrolar, romanlar yazmaya başlıyorlar. Bu, Edebiyat-ı Cedide hareketine bir hazırlık oluyor. Bu yeni hareketin yanında divan edebiyatı durmuyor. "Edebiyat-ı Cedide" zamanında da devam ediyor. Bugün -ki milli edebiyat devridir- yine var. Fakat pek az! Pek zayıf bir C\ rtakalış halinde . . . Kemal'in yaşadığı zamanlarda divan edebiyatının elliden fazla şairi yaşıyordu. "Edebiyat-ı Cedide" devrinde bu adet aşağı yukarı ona, on beşe indi. Bugün divan tarzını bile n , duyan, seve n , yazan dört beş kişiyi geçmiyor. Üsküdarlı Talat Bey, Ali Emiri Efendi, Süleyman Nazif Bey, Yahya Kemal gibi. Bunların iÇinde en şair olan şüphesiz Yahya Kemal'dir. Yeni Mecmua'da çıkan gazelleri , şarkıları iskolastik lisanın tam bir zevkini haizdir. Çünkü aruzu içinde bozuk Türkçenin tadı vardır. Fikret'in kusursuz, pürüzsüz nazım lisanı gazelin rindliğine yakışmaz. Mesela:

"Dü n giceye dair bir işaret var içinde" mısra-

ındaki ahenk, zevk, Türkçe "gece" kelimesinin yanlış telaffuzunda mündemiçtir. Muallim Naci, İsmail Safa saf, sade, mükemmel lisanıyla yanlışsız kafiyeleriyle hakikaten gazelin tadını kaçırmışlardı. "Son yarım asır içinde divan edebiyatının zevkini mısralarında gösterebilen yegane şair Yahya Kemal'dir" diyeceğim. Hareketi ispat için ağzını açmayan, yalnız kalkıp yürüyebilen filozof gibi ben de onun şu küçük gazelini naklediyorum:

GAZ EL

Vi rane-i cihanda ne şahız ne bendeyiz Rind- i aba-be-duş fak i r-i reuendeyiz Pir ü ciuan bah a r b a h a r eyleriz sefer Her dem otağ-ı Cem'le diyar-ı çemendeyiz Yat t ı k bü lend seru/erin gölgesi n de şad Deh rin bu hay u h Uy u n a meçh ul-ı h a n deyiz Dem d i r yanar remad olamaz şe-çı rağ-ı d i l Dem d i r k i ayş u n uş i le i/na-yı tendeyiz Kam a lm a d ı k m üşafere t i n den bu a le m i n Can o n la meyle s o n g ü n ü e y meut sendeyiz

Son asrın medrese edebiyatı içinde hakikaten Kör Hakkı Bey, Hersekli Arif H i kmet Bey, Avni Bey, Şeyh Vasfi gibi sanatkarlar yetişmiştir. Fakat içlerinde Yahya Kemal derecesinde bir şair gelmemiştir. Bugün yaşayan medrese edebiyatçılarının en sanatkarı Ü sküdarlı Talat Beydir. Bu zat, hatta bir gün tarih bile söyler. Yeni ilhamları eski tarzda muvaffakıyetle eda eder. Fakat eserlerinde şiir adeta yok gibidir. Ali Emiri Efendi üstadımıza gelince, o da Talat Bey derecesinde bir sanatkardır. Acem aruzuna "ilmi vezin" der. Bu ne doğru bir hakikattir. Medrese ilmine, medrese edebiyatma cidden vakıf-

tır. Ihtimal "Mutawel"i de okumuş anlamıştır. Cenn�t-mekan Abdülhamit Han Efendimizin mahamidine dair yazdıkları şiir mecmuası "bir şey söylemeden, birçok şeyi söylemek" harikasının bir sanatkarda nasıl tecelli edebileceğine en büyük bir nişaned i r . Bugün divan edebiyatını sevenleri n , yaşatanların içinde Süleyman Nazif Beyi unutmak bir haksızlık olur. Nazif Bey nesrinde ihtiras, heyecan bulunan . bir ediptir. Gazelleri güzel olmakla beraber nesrindeki ahengi, heyecanı havi değildir. Işte medrese edebiyatının, artık tarihe karışan bu ilmi edebiyatın bugünkü sanatkarları! Yahya Kemal'le Süleyman Nazif Bey bazen mevzulu şiirler yazarak Edebiyat-ı Cedide hududun a da girmişlerdir. Fakat Talat Bey buna asla tenezzül etmedi . Eski vadiden -velev fantazi için olsun- bir dakika ayrılmadı . Ali Emiri Efendi üstadımız bir vakitler eski vadi üslubuyla "tayyare, tahte'l bahr, telsiz, telgraf" gibi yeni ihtiraata dair gazeller yazmaya kalkmıştı. Fakat vazgeçti. Çok iyi etti . Görülüyor ki divan edebiyatı, medresenin bu ilmi sanatı yavaş yavaş sönmek üzere . . . Ne Talat Bey, ne Emiri Efendi büyük birer divan tertip etmek niyetinde! Ihtimal ki ikisi de daha otuz harfin otuz kafiyesini dolduracak gazeller yazmamışlardır. Yahya Kemal'le Süleyman Nazif Beye gelince, bunlar Fikret'in ' lisanıyla ser-levhalı, mevzulu şiirler de yazıyorlar. O halde tamamıyla "edebiyat-ı kadime"ye mensup sayılamazlar. Bunlardan maada Fazı! Ahmet'le, Halil Nihat var ki hemen her gün medrese edebiyatının anasırından bir paradi yapıyorlar. Topu tüfeği iki sanatkarıyla, Yahya Kemal gibi vefasız şairiyle iskolastik edebiyata artık pek "yaşıyor" denemez. "Can çekişiyor" demek daha muvafıktır. Yeni gençlerin bu tarzı anlamaya ne tahsilleri müsait, ne de muhitleri? Bazılarının taklit için yaptı-

2

Edebiyat-ı Cedide Şairleri

Edebiyat bir "küll"dür. "Güzel"in eskisi yenisi olmaz? Fakat ciddi bir tetkik yapmak için mutlaka eserlerle kaillerini -müşterek olmayan sedyelerine göre- tasnif etmek lazımdır. Tasnif, yani ayrı ayrı görmek, bazılarının zannı gibi görmemek değildir. Mantığın, aklın, "usul"ün gayet basit bir kaidesidir. Tasnif bir nevi "tecrit" demektir ki, ancak bu vasıta ile muayyen mefhumlar elde edebiliriz. Şe'niyette (realite) mefhum yoktur. Biz tecrit ameliyesiyle şe'niyetlerden birer mefhum çıkarabiliriz. Hakikat (verite) işte bu mefhumlardan ibarettir. Mesela iskolastik divan şiiriyle asri şiir arasındaki farkı görmek için mutlaka müşterek olmayan yerlerini nazarı itibara almalıyız. lskolastik ııazımla yeni nazım arasında müşterek olmayan başlıca nokta birinin mevzusuz, vahdetsiz olması, diğerinin mevzulu, vahdetli olmasıdır. İskolastik lisanla, Acem aruzuyla mevzulu, vahdetli şiir yazan Harnit'le Harnit'ten milli edebiyat cer.eyanına gelinceye kadar bütün şairleri bir sınıftan addedebiliriz. Çünkü her ne kadar hepsinin beyanları, şiirleri; edaları, tahassüs tarzları ayrı ise de, esas bir noktada birleşirler: Lisanla Acem aruzu! Harnit'in nasıl bir şair olduğuna Makber'i şahittir. Hamit'i anlayamayanlar filozof Rıza Tevfik Beyin yazdığı büyük eserleri okumalıdır. Bu çok yüksek, çok hassas bir ruhtur. Emsalsiz bir şairdir. Şiirlerinde taşmayan , fakat kaynayan bir ihtiras vardır. Fakat nazım lisanı pek berbattır. Acem aruzunda

nazım lisanını pürüzsüz bir hale koyan üç sanatkard ı : Merhum Naci, Safa, Fikret. . . Onlardan sonra gelen mümtaz genç sanatkarların hepsinin lisanı pürüzsüzdür. Yahya Kemal , Mithat Cemal, Akif, Canip, Halit Fahri, Faruk Na fiz ve ilh . . . gibi . Acem aruzuyla pürüzsüz Türkçe yazan, mevzulu, vahdetli şiirler meydana koyan bu sanatkarların içinde en lirik şair Yahya Kemal'dir. Sahir, Canip Bey en güzel aşk şiirlerini yazmakla beraber onun gibi lirik değildirler. Yahya Kemal en parlak, en vazıh , en toplu, en mükemmel şiirleri yazmıştır. Acem aruzunun içinde katiyyen Arapça, Acemce terkip kullanmaz. Acem aruzunda büyük maharet gösterenlerden biri de Halit Fahri'dir. Şair olmaktan ziyade sanatkardır. Şair ruhunda ilahi bir ateş, bir ihtiras olandı r . Şiir bizi zapt etmeli, ruhumuıda olmayan bir kuweti , bir hissiyah bize ilka etmelidir. Şiiri böyle telakki edenlere göre Acem aruzuyla yazanlar içinde bugünün en büyük şairi Mehmet Akif'tir. Safahat'ta umman gibi bazen dalgalanan, bazen sakin fakat son derece muhteşem duran bir ruhun akislerini görürüz. "Süleymaniye Kürsüsü'nde" itiraz kabul etmez bir şaheserdir. Ben "İttifak-ı İslam" taraftarı bir milliyetperver olduğum halde ne vakit bu şaheseri okusam heyecanım değişir; "İttihat-ı İslam" taraftarı bir ütopist oluveririm. Bu şair ilahi ihtirasında son derece samimidir. Hiç yapmayacağı falan yoktur. Dini heyecanına o kadar mağluptur ki "Ölüleri hayır ile yad edin i z ! " emrini bile dinlemez. Dinsiz zannettiği insanlar hakkında ölümlerinden sonra bile sükCın bilmez bir gayz besler. Işte bu tam şairdir. Şair affetmez. Şair kızar. Buğzunu yıllar silemez. Victor Hugo yirmi beş sene yüzünü görmediği bir düşmanının tesadüfen yanındaki bir odadan sesini işiterek hemen tanımış: "Orada bir eşek anırıyo r ! " demiş. Akif tek tük Arapça, Acemce terkipler kullanmakta beraber lisanı konuşulan Türkçeye son derece yakındır. Bugün

Acem aruzuyla yazanlar içinde -Hamit müstesnaondan başka fırtınalı bir ruhla kariini heyecana getiren , kariinde olmayan hisleri veren bir şair yoktur. Fakat maarifsizlik bizde "bedii vicdan"ın teşkiline mani olmuş. Liberaller "softa" diye bu hakiki şaire ehemmiyet vermezler : "Bedii vicdan"dan mahrumiyet hususunda bizim liberallerimizle müzedeki heykellerin setr-i avret mahallerini örttürrnek isteyen muhafazakar arasında ne fark var? Liberaller dini ihtirasın, dini heyecanın meydana getirdiği muazzam şiiri göremiyorlar; muhafazakarlar da sanatın plastik güzelliklerini takdir edemiyorlar. Bugünkü gençlerin bir meziyeti varsa, o da Yahya Kemal'i anlayabilmeleridiL Ona gelinceye kadar Acem aruzuyla mevzulu lirik şiir yazılmadı, d'iyebiliriz. Onun şarkıları, " Leyla"sı edebiyatımııda büyük bir tesir bırakt ı . Gençler hep onu taklit ettiler; hatta milli vezinlerin içinde bile . . . Bugün hiç genç bir şair yoktur ki, onun bütün şiirlerini ezberden bilmesin. Hemen her mısralarında Yahya Kemal'in bir kelimesine rastgeliriz. Yahya Kemal şiir hakkındaki telakkisini de gençliğe nefhetmiştir. O şiirlerde bir "heyet-i umumiye" görmekten ziyade mısralar, kısımlar arar. Zannederim ki bunun sebebi de iskolastik edebiyatını mübalağalı bir tehalükle tatmasındadır. Bugünkü gençlik de üstatları gibi şiirlerde mısra, kafiye, kısım, yer yer münferit güzellikler arıyor. Birbirlerinin eserleri içinde ufak parçalar beğeniyorlar. Gençlik Yahya Kemal'i yalniz bir noktada dinlemiyor. O Acem aruzuyla yazdığı halde muakkipleri milli vezinle yazıyorlar. Acem aruzuyla yazmakta ısrar eden yalnız bir genç var: Halit Fahri. Bu sanatkar hakikaten gayet kuwetli bir nazım. Acem aruzunun hayatı onun elinde. Milli edebiyat devresinde Edebiyat-ı Cedide'nin aleti olan bu aruzu o yaşatıyor. lleride yeni yetişecek nesle mümtaz bir üstat olabilirse bu nazım lisanı belki yarım asır daha devam edebilecektir.

Edebiyatta rçıilliyet . mevzuda değildir. Mesela Pierre Loti'nin Aziyade'siyle Desenchantees'si münhasıran bizim hayatımızdan bahsettiği halde yine milli sayılamaz. Bu güzel eserler ancak Fransızlara göre millidir. Çünkü lisanları, tarzları Fransızcadır; görüş Fransız görüşüdür. Buluş, Fransız buluşudur. Tıpkı bunun gibi Turan'dan murandan, Ergenekon'dan bahseden bir sanat eseri de -eğer lisan, eda, alet unsurları, tahassüs tarzları Türkçe değilsemilli addedilemez. Milli demek, halkça demektir! Bir şair halkın lisanını, halkın vezinlerini kullanarak en uzak, en romantik bir alemden , mesela Çin'den bahsetse, yine eserler millidir. Sanatkar mevzu hususunda hürdür. Bütün cihan, bütün hissiyat onun sanatına vatandır. Bir şair eski Firavunların, eski Mısır'ın hayatını tasvir eden bir haile yazsa eğer lisanı, aleti, edası, görüşü, duyuşu, Türkçe ise eserine kimse "milli değild i r ! " diyemez. Fakat yine bir sanatkar çıkıp Acem aruzuyla, halkın anlamadığı iskolastik ilmi lisanla mesela Fatih'in İstanbul'a girişine dair bir şehname düzse bu eser şüphesiz milli değildir. Çünkü millet, yani halk ondan bir şey anlamaz. Onu anlayan yalnız münewerlerden mürekkep bir zümredir. Halbuki bir zümrenin zevki bir milletin zevki değildir. Bir zümrenin lisanı bir milletin lisanı değildir. Sir zümrenin edası bir milletin edası değild i r . Dahi bir şair milletinin dehasından aldığı büyük tahassüslere mihrak olarak heyecanını milletinin anladığı tabii lisanla eda ederse milli olabilir. Mesela bizim sevgili Hamitimizi, bütün Türk dünyasından . vazgeçtik, şu Istanbul'da kaç kişi anlar? N ihayet şairler, edipler, muallimler zümresi. . . Bunlar bir milletin içinde kaç kişidir? Şimdi bir de D'Annunzio'yu düşünelim . Bu dahi son derece millidir, Latinceyi değil, milletinin lisanı

olan saf İtalyancayı kullanır. Heyecanını halkın müşterek kelimeleriyle eda eder. Bir şiiri koca orduları sarsar. Bir mısraı koca bir ·milleti düşünmeden, taşınmadan harbe sürükler. Bir cümlesi en müthiş bozgunları durdurtur. Çünkü onun beyanı şahsi dehasının ise, lisanı doğrudan. doğruya hitap ettiği milletindir. Şimdiye kadar ümmet sistemi içinde yaşadığımız için bizde böyle dahiler, şairler yetişemezdi . Çünkü milletin, yani bütün halk kitlesinin bir kıymeti yoktu. Zümrelerin kıymeti vardı . Ümmet devrinde bir şair halkın değil, medrese aleminin , divan muhitinin , hasılı münewerlerin zevkine hitap ederdi. Şimden sonra tabii bizim de milli şairlerimiz olacak. En ulvi , en yüksek heyecanlarını kendi dehalarının hususi beyanıyla, fakat halkın lisanıyla eda edecekler . . . Yani her millet gibi bizim de milli bir edebiyatımiz doğacaktı! Bu milli hareket işte yarım asırlık bir tereddütten sonra kati olarak başlad ı . Vaktiyle Ziya Paşa "Şiir ve Inşa" makalesinde iskolast i k lisanın , iskolastik şiirin aleyhinde bulunuyor, milli lisanın, milli şiirin ihmaline karşı "Vah bize! Yazık bize ! " diye teessüfler ediyordu. Cevdet Paşa Acem aruzunun Türkçeye hiç uymadığını en ilmi bir katiyyetle söyledi. Fakat Edebiyat-ı Cedide şairleri bu hakikatleri duyacak vaziyette değildiler. O vakit halkın, yani milletin kıymeti, ehemmiyeti yoktu. Tevfik Fikret konuşulan Türkçeyle yazmayı "aşağıya inmek" sanıyor, Arapça, Acemce terkip, lügat falan paralamayı "yükseklik" telakki ediyordu. Kendisine açık Türkçe yazmasını rica edenlere karşı masum bir gafletle, "Ben ahalinin derekesine ineceğime, onlar benim seviyeme yükselsinle r ! " diyordu. Fakat münakaşalar azıştı. On sene içinde "tabii lisan, m illi vezin, asri edebiyat" umdeleri edebiyata hakim oldu. Bu on senelik münakaşaların ilmi birer

kıymeti varsa da şüphesiz edebi bir şerefleri yoktur. Bu şeref münhasıran milli sanat eserlerine de, bu eserleri meydana koyan sanatkarlara da aittir. Artık hemen bütün gençlik milli vezinlerle, tabii lisanla yazıyor. Eski üstatlardan da milli harekete yabancı kalmayanlar var. Mesela "Fecr-i ewel"in mübdii adeta bu hareketin başındadır. O yalnız lisanını değil, beyanını da halka uyduruyor. Bugün milli edebiyat şairleri içinde üç genç temayüz ett i : O. Seyfi, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz. Bunların içinde en şair olan O. Seyfi'dir; eserleri son derece samimidir. Samimi eseriere has olan "kuwe-i sariye"yi haizdir. Son şiiri, "Peri Kızıyla Çoban Hikayesi" halk tarafından son derece sevilmiş hatta uzunluğuna rağmen birçok kadınlar onu ezberlemiştir. Küçük şiirleri emsalsizdir. Halktan, halk lisanından , halk vezinlerinden son derece müteneffir olanlar bile onun şiirleri karşısında yumuşuyorlar. Yusuf Ziya, Seyfi gibi samimi bir şair değildir. Fakat son derece kuwetl i , lisana son derece hakim bir sanatkar . . . Binnaz'ın lisanı, güzel Türkçenin gayesidir. Fikret aruzda ne yapmışsa, Yusuf Ziya da milli vezinlerde o rolü oynamıştır. Onun parlak, pürüzsüz, vazıh, kuwetli nazmı yanında O. Seyfi'nin lirik rekaketi , lirik zaafiyeti hemen göze çarpar. Gençlerin içinde nazımda Yusuf Ziya'ya en yaklaşan Faruk Nafiz'dir. Halit Fahri de milli vezinleri Acem aruzundaki maharetiyle kullanabilir. Harp içinde çıkıp pek nazarı dikkati celbedemeyen "Cenk Duyguları" bu maharete en büyük bir delildir. "Cenk Duyguları"nın başındaki şiir, bütün bir maharettir. Ikinci "Tren" şiiri ise kusursuz bir sonedir. Ziya Gökalp şiirlerinde pek nesri olduğu için, bilhassa manasını bilmediğimiz ahenksiz, eski tarihi kelimeleri çok kullandığı için yazık ki hakkıyla aniaşılıp sevilememiştir. Bununla beraber Kızıl Elma'nın içinde harikulade güzel parçalar vardır.

Milli edebiyat, milli şiir henüz bir çocuktur. Öyle bir çocuk ki , felaket buhranları, inkılap heyecanları içinde kavrulmuş kalmış . . . Halbuki sanatın perisi biraz huzuru sever. Onun için zannederim , birkaç sene daha son neslin kati zaferini beklerneye mecburuz.

itharn gazetesi (Haftalık ek) Nr: 4,6,7 15, 30 Eylül, 6 Teşrlnievvel 1919

This article is from: