9 minute read

Sürdürülebilir Bir Dünya

Next Article
Feminist Mimarlık

Feminist Mimarlık

Vahap Samanlı

| mete.gurkan@gmail.com

Advertisement

| @vejetaryenkebab

İnsanlığın doğa ile ilişkisi özellikle 18’inci yüzyılın ikinci yarısından sonra, Sanayi Devrimi ve ucuz enerji kaynakları ile beraber ciddi bir değişim göstermiştir. İnsanlar artık doğa ile ilişkilerinde edilgen olmaktan hızla çıkıp, onu etkiler, hatta kullanır hale gelmişlerdir. Ama nereye kadar? 20’nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren çevre kirliliği ve doğa tahribatı artık göz ardı edilemeyecek boyutlara ulaşana ve bu gidişin artık sürdürülemez olduğunun anlaşılmasına dek. Sürdürülebilirlik kavramı, özellikle son 30-35 yıl içinde, sadece doğa ve çevre konuları ile de sınırlı kalmamış, pek çok alanda ve ölçekte gündeme oturmuştur.

İnsanlığın doğa ile ilişkisi özellikle 18’inci yüzyılın ikinci yarısından sonra, Sanayi Devrimi ve ucuz enerji kaynakları ile beraber ciddi bir değişim göstermiştir. İnsanlar artık doğa ile ilişkilerinde edilgen olmaktan hızla çıkıp, onu etkiler, hatta kullanır hale gelmişlerdir. Ama nereye kadar? 20’nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren çevre kirliliği ve doğa tahribatı ki 20'nci yüzyılın ikinci yarısında küresel ısınmanın sebebi beşeri faaliyetler olmuştur (1) . 19'uncu yüzyılın sonuna doğru ivme kazanan sanayi devriminden bu güne kadar olan dönemde küresel ısınma artışının 1°C olduğu tespit edilmektedir. Bu olaydan kısaca bahsedelim: Güneşin enerjisi dünyamıza düşük dalga boylu, yüksek enerjili radyasyon şeklinde gelir ve bulutlardan yansıma

yüzeyinin sıcaklığı artar. Atmosferimiz olmasa idi dünyanın yüzey sıcaklığının, güneşle aramızdaki ısı radyasyonu dengesine göre sadece -18°C seviyesinde olması gerekirdi. Halbuki, su buharı, karbondioksit, metan gibi doğal olarak atmosferde bulunan sera gazları sayesinde dünya yüzeyinin sıcaklığı ortalama 15°C dolayında, hayat için gayet uygun bir mertebede

artık göz ardı edilemeyecek boyutlara ulaşana ve bu gidişin artık sürdürülemez olduğunun anlaşılmasına dek. Sürdürülebilirlik kavramı, özellikle son 30- 35 yıl içinde, sadece doğa ve çevre konuları ile de sınırlı kalmamış, pek çok alanda ve ölçekte gündeme oturmuştur. Yapılan çalışma ve gözlemler kesin olarak göstermektedir haricinde atmosferden etkilenmeden geçer, dünyaya ulaşır ve onu ısıtır. Ancak, atmosferimizde bulunan sera gazları, ısınan dünyamızın geri yaydığı daha büyük dalga boylu, kızılötesi radyasyonu emer ve ısınır. Bunun sonucunda atmosferde, 6-10 km yükseklikte her yönde ısı yayan adeta bir kapan oluşur ve dünya

gerçekleşir. Ancak, beşeri faaliyetler dolayısı ile atmosfere suni olarak salınan ilave karbondioksit, CFC gibi sera gazları bu doğal sürecin dünyamızı aşırı ısıtmasına neden olmaktadır. Aslında, problem sadece sıcaklığın artması ile sınırlı değildir. İklimlerin yapısı ve düzeni de değişmektedir. Kuraklıklar, sel felaketleri, kasırgalar gibi ekstrem

meteorolojik olaylar daha fazla gözlenmektedir. Ayrıca, bu katastrofik olaylar daha uzun süreli olmaya başlamıştır. Bir diğer çok önemli husus denizlerin seviyesinin yükselmesidir. Atmosferik dengelerin bozulması ile tetiklenen bazı değişimler belirli bir eşiği geçtikten sonra kendini besleyen döngüler haline gelmekte, bunların artık durdurulması (bazı bilimkurguvari yöntemler hariç) mümkün olmamaktadır. Örneğin, son tespitlere göre okyanusların 5 m dolayında yükselmesinin önüne geçilemeyeceği iddia edilmektedir (2) . Bunun süresi tam bilinmemekle beraber, bir asır içinde 1m civarındaki bir yükselmeye neredeyse kesin gözüyle bakılmaktadır.

Bundan beş yıl önce Meksika'da toplanan BM İklim Değişikliği Konferansında küresel ısınmanın azami 2°C ile sınırlandırılması kararı alınmıştı. Bu limitin 1,5°C’de kalması arzusu da ifade edilmişti. Oysa ki, hâlâ bu limitlerin sağlanabilmesi için gerekli somut yükümlülükler hususunda uluslararası bir mutabakat sağlanabilmiş değildir. Ortada, 3°C, 4°C hatta dünyanın sonu demek olan 6°C senaryoları bile dolaşmaktadır. Yukarda bahsi geçen iklim değişikliği etkilerinin daha 1°C’lik bir ısınma döneminde gözlenmeye başlandığını düşünürsek, gerekenler zamanında yapılmaz ise, kontrolsüz bir ısınma sonucunda dünyayı nasıl felaketlerin beklediğini tahmin etmek bile akıllara zarardır. Umarız yakın zaman önce yapılmış olan son iklim konferansının olumlu etkileri olur. Peki ne yapmalı? İlk akla gelen önlemler temiz enerji kullanımı ve enerji tasarrufu. Birçok ülke temiz enerji konusunda önemli adımlar atıyor. Bu bağlamda rüzgâr ve güneş kaynaklı yenilenebilir türden enerji

O zaman, aşırı yük durumları için kömür ve gaz gibi konvansiyonel yakıtlı santralleri hazırda bekletmek gerekir. Bu durumda amaca ters sonuçlar da ortaya çıkabilir. Örneğin, Almanya'da yenilenebilir enerji kullanımı önemli ölçüde artmakla beraber ucuz linyite dayalı enerji üretimi hâlâ birinci sıradadır (3) . Kalkınmış ülkelerin nükleer santrallerden vazgeçmekte acele etmemesi gerekir. Temiz çözüm, enerjinin depolanabileceği, pompajlı hidroelektrik santraller, elektrokimyasal depolama üniteleri vb. tesisleri devreye alıp, aşırı yük zamanlarında bunları kullanmaktır. Son yıllarda üzerinde durulan bir diğer enerji kaynağı ise akülü vasıtaların uygun zamanlarda şebekeyi geri beslemesi yöntemidir.

üretimi öne çıkıyor. Bu doğru, olması gereken bir adım. Ancak, bu konudaki kısıt ve problemleri gözden kaçırmamak, yenilenebilir enerjinin dikensiz gül bahçesi olduğunu sanmamak gerek. Öncelikle, yenilenebilir enerjiler hem kesintilidir, hem de kesin olarak öngörülemez. Yani, rüzgâr estiği, güneşin parladığı zamanlarda enerji üretilebilir ve sürprizler de olabilir. Oysa, üretilen enerji depolanamaz ve sağlıklı bir şebeke işletmesi için talep anlık olarak dengelenmelidir. Elektrik enerjisi tüketiminde yüzde 10 dolayında tasarruf hedeflemek mümkündür. Ancak, optimal tüketimin sağlanması için geri beslemeli talep yönetimi tekniklerinin kullanılabileceği akıllı şebekelere (smart grid) ihtiyaç vardır (4) . Yani, mesele sadece üretim ile sınırlı değildir. Sisteme büyük oranda temiz, yenilenebilir enerjinin entegrasyonunun ve kapsamlı enerji tasarrufunun sağlanmasının olmazsa olmazı amacına uygun bir şekilde geliştirilmiş bir dağıtım şebekesinin

de devreye alınmasıdır. Eninde sonunda da son teknolojilerin ve bir internet altyapısının etkin bir şekilde kullanıldığı akıllı şebekeler gerekli olacaktır.

Temiz enerji; kapsamlı bir planlama, yeni teknolojiler ve ciddi yatırım gerektirir. Enerji sektöründe yeni anlayışlar, yapısal değişiklikler kaçınılmazdır. Bir örnek: 2°C hedefinin tutturulabilmesi için 2050 yılına kadar mevcut CO2 emisyon oranının onda biri mertebesine inmesi gerekir (5) . Yani, enerji sektörü, bırakın doğal gazı, sıfır emisyon kaynaklarına acilen dönmelidir. Onun için kalkınmış ülkeler nükleer sanralleri kapatırken bir daha düşünmeli ve asıl önemlisi yer altındaki tüm fosil yakıt rezervlerine göz dikmekten vazgeçmelidirler.

Sürdürülebilir bir yerküre, ekonomik konulardan soyutlanamaz ve dünya ekonomisinin şartları ile iç içedir. Oysa, günümüzde dünya ekonomisinin belirleyici faktörleri 35- 40 yıl öncesine göre çok değişmiştir. Aralarında Nobel ödülü almış, Amerika'da bakanlık yapmış olanların da bulunduğu bir kısım ekonomiste göre, artık piyasalarda ekonomi teorisinin prensip ve parametreleri yerine siyaset ile yakın temas, ideolojik yaklaşımlar ve güç oyunlarının dinamiği daha belirleyici olmaya başlamıştır. Bu tespit ekonomi bilimi ve akademisyenleri için hiç de iç açıcı değil, ama esas halklar için hazmı çok zor bir husus. Konuyu kısaca açalım: İktisat teorisine göre piyasaların meziyeti etkin (efficient) olmasındadır. Bu da arzın talebi karşılaması ile olur. Ama dünyada bu kadar sosyal sıkıntı, eğitim, sağlık ve altyapı eksikliği, iklim değişikliği tehlikesi gibi ciddi sorunlar varken, kaynaklar ve imkânlar, yani güç ve servet bunlara çare olmak yerine israf ediliyor veya başka amaçlara hizmet ediyor ise etkin piyasalardan bahsedemeyiz. Oysa dünyamızın öncelikli, vahim ve gerçek problemleri var, ekonomik değer anlayışımız bu problemlerin aşılmasının insanlara sağlayacağı mutluluk ve faydadan koparılmamalıdır. Global ekonomi dengeli, etkin ve hakça olmalı, yüzyılların birikimi olan iktisadi tecrübe ve bilgiye de gereken saygıyı

göstermelidir. Kimse sihirli bir kaldıraç icat edip yoktan değer yaratabileceğini satmaya çalışmamalıdır, zira böyle faaliyetler ekonomilerde riskleri ve oynaklığı arttırmakta, patlayan balonların ve krizlerin tohumu olmaktadır. Ülkeler ve sınıflar arası gelir ve fırsat eşitsizliği, bunun tetiklediği sosyal çalkantılar, iklim değişikliğine ilaveten bir başka felaket potansiyeli haline gelme yolundadır.

Gözüken o ki, demokratik sivil toplum örgütlerinin, sendikaların ve serbest rekabete dayalı piyasa düzeninin, özetle insan faktörünün daha öne çıktığı bir ekonomik sisteme doğru yönelmek gerekmektedir. Amerika'daki “Wall Street’i İşgal Et” (Occupy Wall Street) veya “Biz Yüzde Doksandokuz’uz” (We Are 99%) kampanyalarını unutmayalım (6) . Gelecek kuşaklara yaşanır bir dünya bırakabilmek için doğanın kaynaklarına, tüketmek için değil yaşamak için ihtiyaç olduğu, ucuz ve kolay enerji devrinin kapandığı bilincine acilen ihtiyaç var. Bu konularda gelişmiş ülkelere önemli sorumluluklar düşmekte. Örneğin, kalkınmış ülkelerin ekonomik dinamizmi

sadece büyümeye bağlama görüşünden vazgeçmeleri gerekir (7) . Artık, gerekli yapısal reformları yapabilen, aşırı tüketimi özendirmeyen, eğitim ve inovasyona önem veren, sürdürülebilir mali politikaları ve dengeli büyümeyi hedefleyen, tam rekabet piyasalarını gözeten bir ekonomik modele ihtiyaç var. Bu hedeflere ancak toplumların sorumluluklarının bilincine varması, siyasetin ve global piyasaların da her konuda sürdürülebilirliğin temel ölçüt alındığı bir paradigma değişikliğini gerçekleştirmesi ile ulaşılabilir.

Güncel tablo, sürdürülebilir dünya paradigmasının öne çıkmasının öyle pek kolay olamayacağı şeklinde, ama ortada başka çare de yok. Ayrıca, bizim gibi kalkınmakta olan bir ülkenin dünyanın gidişatında belirleyici olması pek olası değil. Ancak, bu ne yapılması gerektiği konusunda kafa yormamak anlamına da gelmez. Örneğin, bugünlerde Türkiye'den bazı holding yöneticilerinin, kapitalizmin dünyadaki birçok problemin kaynağı olduğuna dair beyanları dikkat çekti. Bu çıkışı “timsah gözyaşları” şeklinde yorumlayanlar hayli fazla. Ama, bu yaklaşım

temel konuyu gözden kaçırıyor, zira bir paradigma değişikliğinin gereğinden de bahsediliyor. Esas önemli olan da bu. Köklü değişimler ancak toplumların genelinin mobilize olması, enerjilerini bu hareketin gereklerine odaklamaları ile mümkün olur. İş dünyasının bu tespitleri uzmanlar tarafından zaten dillendirilen şeyler, ama dikkat çeken bunların ilk defa Türkiye'deki sermaye çevreleri tarafından böyle çarpıcı bir şekilde ortaya konması. Tabii, bu konuşmalarda bahsi geçen paradigmadan tam olarak ne kastedildiği açık değil, ama sürdürülebilir bir dünya için gidilecek o kadar çok yol var ki, Türkiye'deki iş çevresi tarafından sadece paradigma değişikliğinden bahsedilmesi bile bu konulara önem verenler için bir katkı olarak algılanmalıdır. Worldwatch Enstitütüsünden Tom Prugh’un sözleri kayda değer: “Her geçen gün, yaklaşan son için, seçimlerimizin önemi giderek azalıyor. Artık Homo sapiens sapiens’in, mağrur ismine yakışır bir biçimde yaşama ve yetişkinliğe geçme zamanıdır.”

Referanslar WG II AR5, “ Phase 1 Report ”, Mart 2015 Le Page M., “ Five Metres and Counting ”, NewScientist: The Collection/Our Planet, 2015 Special Report, Climate Change, “ When the Wind Blows”, Economist, Kasım 2015 Samanlı V., “ Türkiyenin Enerji Görünümü ve Geleceği-2”, Enerji Panorama, Ekim 2015 OECD/IEA, “ Energy, Climate Change and Environment”, Executive Summary, 2014 Stiglitz J.E., “ Price of Inequality “, W.W.Norton & Co., 2013 Worldwatch Enstitütüsü, “ Dünyanın Durumu 2015”, Türkiye İş Bankası, Kültür Yayınları, 2015

Ankara Engelsiz Filmler Festivali, herkesin kültürel yaşama katılma hakkına sahip olduğu basit gerçeğinden yola çıkarak; engelli bireylerin sosyal ve kültürel haklarını kullanabilecekleri koşulların yaratılmasının bir zorunluluk olduğunu ve bunun için bir farkındalık yaratarak, engelli bireylerin yakınlarıyla birlikte film izlemeleri, kültürel ve sosyal bir deneyim yaşamaları adına gerçekleştirilen bir etkinliktir. Ankara Engelsiz Filmler Festivali bu sene 24-29 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirildi. Sesli betimleme, ayrıntılı altyazı, işaret dili, kulaklık gibi seçeneklerle her bireyin filmleri izlemesi için olanak sağlandı. Film kapsamında jüri üyelerinin Tansu Biçer, Cüneyt Cebenoyan ve Gündüz Vassaf’ın yer aldığı “engelsiz yarışma”da bu sene 5 film vardı. Abluka, Kar Korsanları, Mustang, Nefesim Kesilene Kadar, Sarmaşık… Engelsiz Yarışma’da en iyi film ödülünün sahibi Tolga Karaçelik’in yönettiği “Sarmaşık” olurken, Tolga Karaçelik de en iyi yönetmen ödülüne değer bulundu. En iyi senaryo ödülünün sahibi Kar Korsanları filmiyle Faruk Hacıhafızoğlu‘nun oldu. Seyircilerin oylarıyla belirlenen seyirci özel ödülü ise Deniz Gamze Ergüven’in yönettiği Mustang filmine verildi. Engel tanımayan film kategorisinde yer alan filmler ise şöyleydi: Hediye (Jacob Frey), Kabile (Myroslav Slaboshpytskiy), Salyangoz Adımı (Daniele Suraci), Salyangoz Adımı (Daniele Suraci), Yüzde 12.29 ( Oktay Altunnar)…

Dünyadan 2016 45 Yıl (Andrew Haigh), Istakoz (Yorgos Lanthimos), İnsalıktan Uzakta (David Oelhoffen)

Türkiye Sineması 2016 İftarlık Gazoz (Yüksel Aksu), Vavien ( Yağmur Taylan, Durul Taylan)

Çocuklar İçin 2016 Kuzular Firarda (Mark Burton, Richard Starzak), Küçük Prens (Mark Osborne), Minik Kuş (Christian De Vita), Sevimli Ejderha: Kokonat (Hubert Weiland, Nina Wels)

Ayrıca festival kapsamında otizm dostu gösterimde yer alıyor. Otizm spektrum bozukluğu yaşayan bir birey için sinemaya gitmek çeşitli nedenler yüzünden sıkıntılı olabiliyor. Otizm dostu gösterim sırasında bu rahatsızlığa neden olan çeşitli çevresel etkenler ortadan kaldırılarak uygun ortam yaratılıyor. Otizm dostu gösterimde bu nedenler ortadan kaldırılarak uygun ortam hazırlanıyor. Bu sene otizm dostu gösterim için ise Küçük Prens seçildi.

Sinema Tarihinden Cephede Eğlence (Robert Altman)

Uzun Lafın Kısası 2016 Altın Vuruş (Gökalp Gönen), Gri Bölge( Derya Durmaz), Hurşit (Selcen Yılmazoğlu), Hüvelbaki (Süleyman Arslan), Karadeniz(Ulaş Karaoğlu), Orman (Onur Saylak, Doğu Yaşar Akal), Salı(Ziya Demirel) Festival Kapsamında Ayrıca Herkes İçin Senaryo Atölyesi, Duygular Canlanıyor! Animasyon Atölyesi ve Erişiyorsam Varım! Sergisi gibi etkinlikler ve yönetmenlerle söyleşiler yer aldı.

This article is from: