15 minute read

Feminist Mimarlık

Yelda Canbeyli

FEMİNİST MİMARLIK

Advertisement

Bugünlerde toplumdaki çeşitli cinsiyetçi ayrımın ısrarına rağmen, çok az kadın kendini feminist olarak tanımlıyor. Buna ek olarak, çalışma alanlarında ve mimarlık gibi profesyonel çevrelerde kadınların çoğunluğu kendilerini cinsiyet ayrımı gözetmeden tanımlamayı tercih ediyorlar yani kadın mimar yerine, sadece mimar gibi. Bu anlamda kadınların mimarlık disiplinindeki yerine feminist mimarlık dâhilinde baktığımızda birçok farklı tartışma alanı vardır. Özel ve kamusal alanda kadın, ev ve özellikle mutfağın kadınla özdeşleştirilmesi, şehir ve kadın, postmodernist modernist ve dekonstrüktivist akımlar ve kadının toplumsal yaşamına etkileri, kadınların çalışma alanları ve koşulları ve son olarak bu makalenin inceleme alanı; kadınların çalışma hayatındaki yeri, mimar kadınlar, dernekler ve mimar çiftler olarak ele alınacaktır. 21'nci yüzyıl mimarlık pratiği bugün feminist mimar Jane Rendell öncülüğünde bu soruları tartışarak mimar kadının toplumsal ve

çalışma hayatındaki yerini sorgulamaktadır. “Kadınlar mimariyi farklı şekilde mi uyguluyorlar? Bunca değişiklik nasıl ortaya çıkıyor? Kadınlar farklı bir estetik olgusuna ya da farklı yer ve zaman olgusuna mı sahipler? Kadınlar malzemeleri farklı biçimde mi kullanıyorlar, uygulamayı farklı şekilde mi organize ediyorlar, farklı tasarım metotlarını mı tercih ediyorlar? Dahası, biz bunca değişikliği nasıl açıklayabiliriz? Bu değişiklikler biyolojik kökenli mi yoksa toplumsal mı?”

“Eğer kadınların tasarımlara farklı ve bütünsel bir yoldan yaklaştıklarına inanacak olursak, bunun nedeni farklı yaratımsal süreçlere, nesnelerin üretimine ve üretim alanlarıyla aralarındaki farklı arzularına ve malzemelere karşı farklı hassasiyetlerinin olmasının nedeni erkeklerden daha farklı fiziksel yapıya sahip olmalarıdır.” (Rendel, 2000) Yukarıda bahsedilen sorular yalnızca mimarinin içinde bulunan kadınların sorunlarıyla ilgili konuları ele alıyor. 20'nci yüzyılda mimar ve tasarımcı kadınların rolü ve yeri kadınların evdeki ve karşılıksız yaptıkları ev işlerindeki aktivitelerini sınırlayan ataerkil düşünceye meydan okumakta aktif bir faktördü. Hatta, Harriet Martineau, Agnes ve Rhoda Garett, Ethel ve Bessie Charles ve Elisabeth Scott gibi mimarinin içinde tasarımcı olarak yer alan çoğu kadın kendilerini kadın Hareketi içinde tanımlıyorlardı. Feminist mimarlar kadınların ihtiyaçlarına öncelik veren projelere konsantre olurken, kadın mimarların yaptığı işler kamu sektörünün, özel uygulamaların ve konut derneklerinin de içinde bulunduğu çağdaş profesyonel uygulamaları tam anlamıyla yansıtıyordu. Profesyonel uygulamanın içinde bulunan çoğu kadının çok bilindik çağdaş binaların yapımına katkısı büyüktür. Bu binalardan bazıları; Açık Üniversite (Jane Drew tarafından 1977’de tamamlandı), Batı Londra’da bulunan Joseph Alışveriş Merkezi (Eva Jiricna, 1985- 1986), Heathrow Havaalanı IV. Terminal (Ann Gibson of Scott, Brownrigg & Turner, 1984), Thames bariyerleri (Jean Clapham, GLC Mimarlık Departmanı, 1972- 1978).

1980 yılında Feminist Tasarım Topluluğu’nun dağılmasıyla Matrix oluştu. Matrix’te çalışan kadınlar, kadınların binanın tüm tasarım evrelerinde dâhil olmasına önem veren, tasarımları birlikte yapmanın mümkün olduğu bir yol geliştirmek için girişimde bulundular. Matrix'te, bilgi ve kaynak servisi olan Kadın Tasarım Servisi'nin de (Women’s Design Service, WDS) içinde bulunduğu feminist topluluklar hep birlikte çalıştılar ve kadınların tasarım çevresine ilgilerine göz yuman geleneksel tasarım düşüncesine karşı bir meydan okuma başlattılar. Bu toplulukların amacı genel olarak tartışmalı mimarilere ve mimari yapılara feminist bir yaklaşım getirmekti. Kadınların mimarlık mesleğinden ve eğitiminden dışlanmaları sadece tarihsel bir problem değildir, aynı zamanda günümüzde mimarlık mesleğini icra eden kadınlar için de önemli bir problemdir. Örneğin, Birleşik Devletler'de çoğu kadın mimarlık derslerine başladıkları halde ve bu derslere başlayan öğrencilerin yüzde 27’si kadındır, bu yüzde 27’lik kısımdan yalnızca yüzde 9’u derslerini tamamlayıp mimarlık mesleğini sürdürüyor. Mesleki hayatta, kadın mimar sayısında artış olmasına rağmen, ki bu artış 1975 yılında yüzde 5 iken 1997 yılına gelindiğinde yüzde 11’e yükselmiştir, yine de mimarlık mesleğini yürüten insanların yalnızca onda biri kadındır. Mimarlık mesleğinde çoğu kadın geçmişte de olduğu gibi görünmez kalmayı tercih ediyorlar ve kadın olduklarını vurgulamadan sadece “mimar” olarak işlerini yürütmeyi tercih ediyorlar. Bazı kadınlar hem öne çıkan kadın meslektaş olarak hem de stajyer veya kendi firmalarının baş mimarı olarak çalışmışlardır.

Tarihsel olarak Eileen Gray, Lilly Reich, Truus Schröder, Charlotte Perriand örneklerini sayabiliriz. Daha güncel örnek verecek olursak ise bu mimarlardan bazıları Zaha Hadid, Itsuko Hasegawa, Eva Jiricna, Judith Scheine ve Margaret Duinker’dir. Kadınlar için kadın erkek mimari ortaklığında rol almak uzun süreden beri seçilen mimarlık pratiğinin seçilmiş bir biçimi olmuştur. Bu türden çalışma biçimi uzun bir geleneksel geçmişe sahiptir. Bazı örnekleri arasında Jane Drew ve Maxwell Fry, Alison ve Peter Smithson, Charles ve Ray Eames, Diane Agrest ve Mario Gandelsonas, Patti ve Michael Hopkins, Elizabeth Diller ve Ricardo Scofidio sayılabilir. Şüphesiz ki çoğu

kadın için bu model istikrarlı ve yüksek profile sahip bir çalışma biçimi sağlamıştır. Çok az mimar bu konu hakkındaki tecrübelerini genişçe ve kadın perspektifinden yazdı, ama bunlar içinden Denise Scott Brown’un açıklaması bir örnek niteliğindedir. Denise Scott Brown önde gelen mimarlardan olan Robert Venturi’nin karısı ve kadın bir meslektaşı olarak maruz kaldığı cinsiyetçi ayrımı, eleştirmenler ve gazeteciler tarafından sık sık tasarımın oluşumunda ve projelerdeki rolünün minimal olduğu yönündeki varsayımlardan bahsetti. “1973’te Bob’la evlendiğimizde ben doçent doktordum. Pensilvanya Üniversitesi’nde ve Berkeley Üniversitesi’nde eğitim veriyordum ve Ucla’da açılan yeni mimarlık okulunda ilk defa bir program başlattım. Yayın geçmişimin saygıdeğer olduğundan dolayı, mimarlık hakkında yazan yazarlar cinsiyetçilik ve feminist hareketle ilgilendiler ve benimle bu konuları konuşmak istediler. Ortak bir röportajda, Bob’a iş ve benim hakkımda, benim kadınsal problemlerim hakkında sorular sordular. ‘Benim işimi yazın!’ diye diretmeme rağmen, çok azını yazdılar. Çoğu mimara göre adil olmayan yıldız sisteminin cinsiyetçi çevrelerde kadınlar için iki katı zor olduğunu ve mesleğin üst seviyelerinde kocalarıyla birlikte çalışan kadın mimarların kocalarının ünü karşısında bastırılmış olabileceklerini yazmalarını önerdim. Benim yorumlarım varsayımsal yorumlardır. Mimarlık sosyolojisi diye bir kavrama sahip değiliz. Mimarların sosyal analiz yapmaları alışılmış bir durum değil ve aynı zamanda da güvensiz, sosyologların ise yapılacak daha önemli işleri var. Ama ben kendi tezim için bazı sosyal bilimcilerden, mimarlık sektöründeki alaycılardan, çoğu kadın mimardan, kendi şirketimin bazı üyelerinden ve kocamdan destek aldım.” (Brown,1973) Denise Scott Brown’un yaşadıkları feminist mimarlığın yaygınlaşması sorunlarını arttırdı. Feminist eleştirmenlerin kadınların işlerinin tanıtımını yapmadaki rolü ve mimarlıktaki cinsiyet ve cinsiyetçilik konularının artması da önemli sorunlardandır. 1960 ve 1970 yılları arasında feminizmin ikinci dalgası

ortaya çıktı. Özellikle Amerika’da kadınların nasıl erkeklerle eşit konuma gelebileceğini anlamak yerine “kadınlar neden erkeklerden farklı” sorusuna cevap aramak daha önemli bir yere konuldu. 1960'ların ortalarıyla 1970'lerin başlarında Birleşik Krallık'ta kadın çalışanlara daha düşük ücretlerle çalıştırılmak kabul ettiriliyordu ve bu yüzden kadın çalışanlar daha ucuzdu. Bu tabii ki aile bütçesi açısından yıllardır süren pazarlıkların sonucuydu. Kadınlar ayrıca “ev işlerindeki emeklerinden dolayı evcil bir yapıları olmasının etkisiyle” yarı zamanlı işler için erkeklere nazaran daha uygunlardı. 1950'lerin sonunda, sosyolojik bir algı aniden belirdi: Amerikalı kadınların üçte biri çalışan kadınlardı, ama çoğu yeterince genç değildi ve çok azı kariyerini sürdürmeyi düşünüyordu. Yarı zamanlı işlerde çalışan, satış veya sekreterlik işleri yapan, çocuklarının eğitim masraflarını karşılayan veya ev kredisinin ödenmesine yardımcı olan bu kadınlar evli ya da ailelerini destekleyen dul kadınlardı. Çok ama çok az sayıda kadın profesyonel bir işe girebiliyordu. 1950'lerin ortalarına doğru kadınların yüzde 60'ı evlenmek için okullarını bıraktılar veya fazla eğitim almanın evlenmenin önünde bir engel olacağını

düşünmeye başladılar. Bunun üzerine okulların evli öğrenciler için de yurtlar yapmaya başlamalarına rağmen öğrencilerin çoğunluğu yine erkeklerden oluşuyordu. 1950'li yılların başlarında Amerikalı kızlar lise çağlarında evlenmeye başladılar ve kadın dergileri genç yaşta evlenen bu kadınlar için hiç de iç açıcı olmayan mutluluk istatistiklerinden dolayı şikâyetçilerdi. 1950'li yılların Amerika’sında çoğu kadın alışveriş yapmak, çocuklarına şoförlük yapmak veya kocalarıyla birlikte sosyal etkinliklere katılmak dışında evlerini pek terk etmiyorlardı. Böylece Amerika’da genç kızlar ev dışında bir işleri olmadan büyüyorlardı. İkinci Dünya Savaşı’ndan 10 yıl sonraki zaman dilimi içinde milyonlarca kadın

hayatlarını Amerika’nın tatlı banliyö evlerinin fotoğraflarına bakarak, kendi ekmeklerini kendileri yaparak, çocuklarına ve kendilerine kıyafetler dikerek bulaşık ve çamaşır makinelerini bütün gün boyunca çalışır halde tutarak, bir kariyere sahip olmak isteyen ama hakkı yenmiş annelerine acıyarak geçirdiler. Kadın olarak sahip oldukları bu görevlerden dolayı gururlandılar ve nüfus sayımında mesleklerini “ev hanımı” olarak yazmaktan büyük gurur duydular. 1949 yılında Simone de Beauvoir isimli bir Fransız kadın “The Second Sex” yani İkinci Cinsiyet adını verdiği bir kitap yazdığında, Amerikan eleştirmenler tarafından hayatın ne olduğuna dair bir bilgisi olmamasının yanı sıra bir de sadece Fransız kadınlarından bahsettiği yönünde yorumlara maruz kaldı. Çünkü, “kadın problemi” Amerika için henüz var olan bir şey değildi. 1940'lı yıllarda eğer bir kadının problemi varsa, o kadın sorunun kaynağının ya evliliğinde ya da kendi içinde yaşadığı problemler olduğunu düşünüyordu. Diğer kadınlar ise kendi hayatlarından oldukça tatmin olduklarını düşünüyorlardı. Kadınlar diğer başka kadınların paylaşıp paylaşmadıklarını bilmedikleri için de, kendi tatminsizliklerini paylaşmaktan oldukça utanç duyuyorlardı. 1930'larda, kadınlar kendi problemlerini çocuklarına

anlattığında, kocalarını nasıl mutlu edebilecekleri hakkında konuştuklarında, tavuk pişireceklerini söylediklerinde veya mobilya örtüsü yapacaklarını söylediklerinde, kocaları onları odanın diğer tarafından izleyip alışveriş, politika veya ülke sorunları hakkında konuşuyorlardı. Hiç kimse de kadınların erkeklerden alt veya üst konumda olduklarını iddia etmiyordu, kadınlar sadece farklıydılar. Özgürlük veya kariyer gibi sözcükler utanç verici ve ilginç geliyordu ve hiç kimse bu sözcükleri yıllardır kullanmamıştı. 19'uncu yüzyılın sonlarında kadınlar için kilise veya şapel tasarımı yapmanın uygun görüldüğü domestik mimarlık tabiri özellikle de bu tasarımı ailelerinden birine ithaf ettiklerinde daha da uygun görülür hale geldi. Bu düşünce de kadınların morallerinde ve ruhsal çevrelerinde bir destek yarattı. Kadınlar içinden gelen geleneksel şefkatli rolleri kilise tasarımlarında veya önceden tasarladıkları aile mezarlıkları gibi formlarda ifade

edilebileceklerdi. Örneğin Sara Losh, tasarladığı Wray’de bulunan Kutsal Kiliseyi kız kardeşi Katherine’nin anısına tasarlamıştır. 1893 yılında ise Sophia Hayden Chicago’nun Pavillion eyaletinde Amerikan kadınlarına ithaf ettiği bir fuar düzenlemiştir. 1890 yılında cinsiyet terimi

ilk defa kullanılmaya başlanmıştır. Feminist düşünce yerini cinsiyetçi düşünceye bıraktı ve terminoloji tamamen değişmiş oldu. Kadınların çalışmaları cinsiyet çalışmalarına dönüştü. Cinsiyet teriminin feminizm terimiyle yer değiştirmesinin emredici bir terim olmaktansa daha az politikleşmiş, daha açıklayıcı ve doğal bir terim olduğu varsayıldı. Kadın mimarlara öncülük eden Julia Morgan (1872-1957) yeni yüzyılın başlangıcında Amerika’da sahneye çıktı. Yarım yüzyıllık kariyerinde 800’den fazla bina tasarladı. O zamanlarda kadın öğrenci kabul etmeyen Berkeley’de bulunan California Üniversitesi’ndeki tek kadın öğrenci olarak kabul edildi. 19'uncu yüzyılın ikinci yarısında orta sınıf kadınlara da iş verilmesi veya kadınların eğitimiyle ilgili feminist düşüncelerin de artmasıyla kadınların profesyonel hayata girmelerine dair, evli kadınların haklarını savunmak ve kadınların oy verme hakkını savunmak için kampanyalar başlatıldı. 1851 yılında Harriet Taylor, Amerika’da düzenlenen ilk kadın hakları toplantısı olma özelliğini gösteren yurt geneli bir komite organize etti ve parlementodan 1870 yılında ayrılmış ve 1882 yılında son halini almış “Evli Kadın

Haklarına İlişkin Kanunlar” içinde kadınların işleri de zirveye çıktı. Bu tarihten önce, evli kadın hakları kanununa göre, kadınlar hem kazanç hem de veraset yönünden kocalarına bağımlılardı. 1834 yılında tıp ve avukatlık meslekleri gibi, mimarlık da profesyonel bir konuma geldi ve Uluslararası İngiliz Mimarlar Enstitüsü adıyla kendi profesyonel meslek birliğini kurdu. Kadınların kuruluşundan 60 yıl sonrasına kadar derneğe üyelikleri kabul edilmemesine rağmen kadınlar yine de üyelikleri veya dernek onayı olmadan mimar olarak çalışmaya devam ettiler. 1891 yılının nüfus sayımı kayıtlarına bakacak olursak İngiltere ve Wale’de 19, İskoçya’da ise 5 mimarın amatör gelenek adı altında bina tasarlayan kadınlara ek olarak nüfus sayımında ortaya çıkmadıklarını görürüz. 1898 yılında, RIBA’ya yani Uluslararası İngiliz Mimarlar Enstitüsü’ne ilk kabul edilen kadın mimar Ethel Mary Charles'dir (1871-1962). Ethel Charles’ın kardeşi Bessie Ada Charles ise enstitüye üyeliği kabul edilen ikinci kadın olma özelliğini taşır. 1800'lü yıllarda, inşaat mesleği ile bağlantılı olan marangozluk ve duvarcılık gibi meslek ustalarının yanında bekar kadınların çırak olarak çalıştırılmaları istisnai bir durum olmasına rağmen, evli kadınlar bazı zamanlarda kocalarının hak ve ayrıcalıklarını elde edebiliyorlardı. Ayrıca marangozların dul kalmış eşleri de çırak alabilmelerinin yanı sıra kocalarının işlerinde uygulamalı kontrole de sahip olabiliyorlardı. Marangozlukta olduğu gibi mimarlıkta da kadınlar bu gibi ayrıcalıklara sahip olabiliyorlardı. Örneğin mimar olan kocasının ölümünden sonra Elizabeth Deane (1760-1828) Naval Tersanesi’ni ve Haulbowlie adasındaki işleri aile şirketlerini etkin bir biçimde yürüterek tamamlamıştır. 1806 yılında ailenin en

büyük oğlu olan ve annesinin büyük başarısından yardım alarak şirketin başına geçen isim Thomas Deane’dir. Legal ataerkil

eşitsizliklere karşı duran ve kadınların erkeklerden bağımsız olmalarını destekleyen feminizmin ilk dalgası 1800'lü yılların sonunda başlayıp 1900'lerin sonlarına doğru meyve vermiştir. Kadınların eşitlik hakları için savaş veren Virginia Woolf ve yaptığı işler kadın bireyselliği ile nitelendirilmiştir. Bununla birlikte, 1700'lerin sonu 1800'lerin başında mimari tasarımlar sadece yüksek sınıftan ve özellikle de parası ve amatör bir meşgale olarak görülen mimarlığı yapacak kadar boş zamanı olan kadınların uğraşı olarak görülmüştür. 19'uncu yüzyıldan önce mimar olmak için iki rota vardı: Ya inşaat ticaretiyle uğraşılması gerekiyordu, ya da mimarlığa amatör bir ilgi duymak gerekiyordu. Özellikle varlıklı insanlar için, mimarlık daha çok

evcil bir aktivite olarak görülüyordu ve bu yüzden kadınların yapması uygundu çünkü tamamen ev sınırları içinde yapılabilecek bir meslekti. Palladio’nun “First Book of Architecture” yani “Mimarlığın İlk Kitabı” isimli kitabından yardım alarak kır

evi olarak bilinen Weston Park’ı tasarlayan Lady Wilbraham (1671) amatör geleneklerle çalışan kadın mimarisinin en eski ve en tipik örneğidir. Sonuç olarak, kadınlar asla etkisiz veya güçsüz değillerdir. Mücadele ve günlük mimari çalışmalar bir araya geldi. Erkeklerle yapılan anlaşmada yarış, sınıf ve cinsiyet konuları yüzleştirildi. Bu yazının da gösterdiği gibi yüzyıllardır kadınlar amatör geleneklere bağlı olarak mimarlık mesleğini sürdürüyorlardı. Geleneksel olarak, profesyonel mimarlar ve daha da güncel tabirle feminist mimari kooperatifleri danışman merkezli çalışma alanları geliştirdi. Çalışmalar bu amaca hizmet veren dernekler, dergilerle sürdürülmeye devam etmektedir.

Bibliyografya Colomina, Beatriz, Sexuality & Space, Princeton Architectural Press, New York, 1992. Stead, Naomi, Woman, Practice, Architecture, Routledge, New York, 2014. Kuhlman, Dörte, Gender Studies in Architecture, Routledge, New York, 2013. Rothschild, John, Design and Feminism, Rutgers University Press, London, 1999. Brown, Lori, Feminist Practices, Ashgate Publishing, England, 2011. Rendell, Jane, Gender Space Architecture, Routledge, London, 2000. Zimmerman, Bonnie, Lesbian Histories and Cultures, Garland Publishing, New York, 2000. Boutelle, Sara Holmes, Julia Morgan, Abbeville Press, New York, 1995. Agrest, Diana, Conway, Patricia, Weisman, Leslie K., The Sex of Architecture, Locke Science Publishing, USA, 1996. Samuel, Flona, Le Corbusier: Architect and Feminist, Wiley Press, New York, 2004. O’Neill, Maggie, Adorno, Culture and Feminism, Sage Publications, London, 1999. Coleman, Debra, Architecture and Feminism, Princeton Architectural Press, New York, 1996.

PAZARTESİ KÖFTE

Malzemeler

• 2 adet soyulmuş enginar • 1 adet kabak • 1 adet soğan • 1 adet patates • 2 adet yeşil biber • 1 adet kırmızı biber • Un • Zeytinyağı • Kırmızı Pul Biber • Kekik • Kimyon • Nane • Tuz • Yeşillik

Kabak, patates ve soğanı soyup diğer sebzelerle birlikte eş zamanlı mutfak robotu ya da blender içine atıyoruz. Bu sebzeleri rendeleyerek de aynı karşımı elde edebilirsiniz. Daha sonra biberden dolayı hafif sulanmış olan karışımı katı Hazırlanışı

hale getirmek için gerektiği kadar un ekliyoruz. Daha sonra karışıma baharatları da atarak tekrar karışmasını sağlıyoruz. Sevmediğiniz ya da daha çok sevdiğiniz baharatlar varsa malzeme listesindeki baharatlarla değiştirebiliriz. Sonrasında daha önceden ısıttığımız

yağ içerisine karışımdan bir yemek kaşığı kadar atarak parça parça kızartıyoruz. Kızaran köftelerimizi domates, salatalık ya da sevdiğiniz yeşilliklerle birlikte servise sunabilirsiniz.

Afiyet olsun!

 Doğanın ve yaşamın renklerini Gaia Dergi’nin gözünden takip edin! İnternet sayfamızı ziyaret ederek abonelik sayfası üzerinden dergimize abone olabilirsiniz.

YEŞİL KABAK ÇORBASI

Malzemeler

5 adet yeşil kabak 1 adet kuru soğan 2-3 diş sarımsak 1 adet patates 1 su bardağı badem sütü 3 yenek kaşığı zeytinyağı 4 su bardağı su Tuz Dereotu, maydonoz

Kabakları, çok özenmeden orta büyüklükte doğrayarak tencereye koyun. Soğan, patates ve sarımsakları da ilave edin. Suyu ve sütü de ekleyin ve malzemeleri kaynamaya bırakın. Malzemeleriniz yumuşadıktan sonra hepsini blender ile iyice sıvı hale getirin. Tuz, yağ ve dilediğiniz baharatları da ilave edin. İnce ince doğranmış dereotu ve maydonozları da ekleyin.

Afiyet olsun!

/dergigaia @gaiadergi @gaiadergi /gaiadergi Gaia Dergi’yi sosyal medya üzerinden takip edebilirsiniz!

www.gaiadergi.com

KÖPEKLERİMİZ İÇİN EV YAPIMI SAĞLIKLI BİR ATIŞTIRMALIK : TATLI PATATES CİPSİ

Gerçek sevgi ve sadakat denildiğinde ilk akla gelen dosttur köpeklerimiz. Kimimize evlat, kimimize kardeş, ama en çok da hepimize arkadaş olan patili dostlarınızı sevindirmek ister misiniz?

1-2 adet büyük tatlı patates Keskin bıçak Kesme tahtası Pişirme kağıdı (yağlı kâğıt)

Patatesler kabukları soyulmadan ince ince doğranır. Doğrama işlemini bıçakla yapabileceğiniz gibi mandolin olarak bilinen doğrayıcı ile de gerçekleştirebilirsiniz. Fırın tepsisine yağlı kâğıt serilir ve patatesler fotoğraftaki gibi dizilir. Fırın tepsisi fırına yerleştirildikten sonra çok düşük ateşte altı-sekiz saat kadar pişirilir. Patateslerin tüm suyunun çekilmesi çok önemli. Patili dostlara afiyet olsun!

Sürdürülebİlİr Yaşam Dergİsİ gaia, Reklam ve TanItIm Projelerİnİz Içİn Dİjİtal ve Matbû SayfalarInI Işbİrlİğİnİze AçIyor! | partner@gaiadergi.com 

This article is from: