8 minute read

Sevgisiz Emek

Olcay Gazabi

| olcay@gaiadergi.com

Advertisement

SEVGİSİZ EMEK Hissetmekten yoksun emek ve mevcut dünya.

Cok geniş bir kanı vardır: “Emek kutsaldır.” İlk etapta işçiden yana bir görüşmüş gibi görünse de aslında durum hiç öyle değil. Özellikle din temelli çevreler ve dini kaynaklarda çok fazla geçmektedir bu. Dini kutsal kitaplar bir nevi anayasa hatta ceza yasası niteliği taşımaktadır. Dinin amacı tabii ki toplumu bir düzen içinde tutmaktır. Toplumun

düzenini egemenler yani toplumu yönlendiren ya da yönetenler belirler. Burada iş hep zenginlere ya da güçlülere düşer. Çünkü toplum, birçok sebebin yanı sıra zenginlerin varlığını var etmek için düzen içindedir. Bizlere emeğin kutsal olduğunu söyleyenlere bakacak olursak bunların aslında iktidarı elinde bulunduran kimseler olduğunu ya da bu sözlerin iktidar yanlısı diğer kimseler tarafından söylendiğini görmek mümkün. Peki, emeğin kutsal olduğunu neden kafamıza vursunlar? Bundan düzenin nasıl bir çıkarı olabilir? Emek; mal veya hizmet üretimi sırasında ortaya konan insan kaynağıdır. Üretimi gerçekleştirenlerin fiziksel ve düşünsel

katkılarıdır. Bu katkılar tabii ki enerjiyi de kapsamaktadır. Emek aynı zamanda güç gerektirir. Tabii ki buradaki emek, insan kaynaklı enerji ile iş yapmaktır. İnsan emek üretebileceği gibi sevgi de üretebilecekken ve sevginin emeğe olan üstünlüğü ve yararı ortada iken neden emek kutsal olsun ki? Emek sandığımız kadar masum bir kavram değildir. Eğer emek olmasa işçilere ne gerek kalırdı? Emek olmasa insanların ve hayvanların doludizgin sömürülmesi için oluşturulmuş olan örgütlülük gene var olur muydu? Şu medeniyete bakınız, tamamen işçiler sayesinde var oluyorlar fakat işçiler bu medeniyetteki en küçük payı alıyorlar. Neden? Çünkü emek kutsal değil. Emek olmasa bu kadar adaletsizlik olur muydu? Sorun nerden kaynaklanıyor? Sevgiden yoksun emek. Sevgiden yoksun emek metalaşmıştır. Satılıktır. İşçiler emeklerini satan kimselerdir. Tıpkı bir ticaret erbabı gibi emeklerini satarlar. Acaba işçiliği ilk kim çıkardı? Bir kişi başka birine emeğini satmayı mı teklif etti yoksa tam tersi mi oldu? Yoksa üretip takas etmek yerine işçiliği daha mı pratik buldu, üretecek hammaddesi olmayanlar? Yani bu yoksulların bir çözümü müydü takas dönemlerinde? Bunu bilmiyoruz ama bildiğim bir şey var ki o da emeğin satılmasının dünya dengelerinde ve dünyanın şu an ki kötü durumunda payının olması. Egemenler emeğe ihtiyaç

duyduğundan işçiye de ihtiyaç duyacaktır. Egemenlerin işçiden almayı beklediği tek şey emektir. Daha da önemlisi egemenlerin, işçinin işçi ile ilgili olarak önemsediği tek şey emektir. Bunu şu şekilde örnekleyebiliriz; günümüzde otomasyon ve robotik sistemler hızla gelişmektedir. Bunun sonucunda otomasyon ve robotik üretim/hizmet sistemine geçişle birlikte insan emeğine daha az ihtiyaç duyulmaktadır ve işçi çıkarmalar söz konusu olmaktadır. Yani egemenler emeği bir robottan ya da bir makineden aldıklarında artık işçilere ihtiyaçları kalmamakta ve

onlara ne olacağı ile ilgilenmemektedir. Yani daha acı konuşayım; eğer emek metalaşmasa ve satılmasa ya da işçiler emek üretmese egemenler bu kadar fazla insanın var olmasına izin vermeyecekti. Çin’i düşünün. Dünyanın en ucuz işçiliği orada ve Çin’de nüfus kontrolü var. Belli bir sayıya kadar çocuk yapmanıza izin var. Artık o kadar çok işçi var o kadar çok emeğini satan insan var ki egemenler daha fazla emeğe ve daha önemlisi daha ucuz emeğe ihtiyaç duymadıkları için insan sayısının artmasına izin vermiyorlar. Öğrendiğim kadarı ile son zamanlarda Çin’in çocuk sınırlaması yasağı kalkmış. Bunun sebebi tahmin edebileceğiniz gibi Çin’in uluslararası ticari, ekonomik bir savaşın içinde olması ve daha da ucuz işgücüne ihtiyacı olmasıdır. Bunun dışında

yaşadığımız topraklarda Tayyip Erdoğan’ın “en az 3 çocuk” isteği de bundandır. Bildiğiniz gibi Tayyip Erdoğan da fabrikaları olan bir sermayedardır ve son yıllarda Türkiye’nin ve dünyanın en zenginleri arasına girmiştir. Daha çok işçi demek; daha ucuz işgücü, patronlara daha çok kâr ve para demektir. İşte bu yüzden genç nüfus, ülkelerin yerli fabrikatörleri için ve yabancı sermaye için ihtiyaçtır. Avrupa’da genç nüfus azaldığı için kullanabilecekleri kadar genç ve erkek mültecinin Avrupa’ya girmesine izin verilmiştir. Yoksa Avrupa üretimi çok pahalıya geldiğinden Çin’in altında kalacak ve ekonomik savaşta yenilecektir. İşte batı, savaştan bu şekilde de yararlanmaktadır. Göreceğimiz üzere savaşlar hep zenginin ve güçlünün yararınadır.

Suçlu emeğini satan mı emeği sattıran mı? Kimse emeğimizi satmamız ya da çalışmamız için kafamıza vurmuyor, hiçbir patron gelip sabahın köründe bizi uyandırmıyor. Kendimiz koşa koşa yetişiyoruz sabahın köründe o işlere. Bize öğretildiği kadarı ile sanıyoruz ki çalışmazsak yaşayamayız. Yani sistem bizi buna kafamıza vurmadan ikna etmiş durumda. İnsanları emeğini satacak pozisyona sürükleyen şeye sistem

diyoruz. Bunu söylüyorum çünkü şu ana kadar emeğini satana yüklenmişim gibi görünüyor olabilirim. Oysa bu bir “hayat kadınına” fahişelik yaptığı için kızmamıza benzerdi. Tabii ki bu işi istediği için yapabilecek kadınlar ve erkekler var olabileceği gibi mecbur kaldığı için yapanlar da vardır. Burada dikkat etmemiz gereken şey onu emek satmaya neyin mecbur bıraktığıdır. Tıpkı işçilikte olduğu gibi seks işçiliğinde de bir emek satışı söz konusudur. Fakat burada biraz daha farklı olarak beden bütünlüğüne dokunulmasına müsaade edilir. Bu noktada bedenini satma durumuna seks işçiliği denmesi gayet normaldir ve bence sıradan bir işçi ile seks işçisi arasında bir fark yoktur. Kimi fabrikada enjeksiyon makinesinde çalışır, kimi ayakkabı boyar kimi ise sevgisiz emeğin müşterisi olan kişilere, sevgiden yoksun bir seks satar. Burada dikkat etmemiz gereken şey hem patronun hem de seks işçisinin müşterisinin sevgiden yoksun bir emeğin müşterisi olmasıdır. Yani görebileceğiniz gibi bu iki emek söz konusu olduğunda hem satan hem de müşteri arasında bir benzerlik vardır. Sattıkları ve aldıkları, sevgiden yoksun emektir ve bunu bile bile isterler. Bu noktada emeğin nasıl da yalnızlaştırılıp metalaştırıldığı, nasıl da sadeleştirilip insani yönlerinden ayrıldığını görebiliriz. Emeği sevgiden yoksunlaştıranlar aynı zamanda emeği diğer insani yönlerinden de ayıranlardır. Sonuç olarak elimizde yalnızca ve yalnızca neredeyse paketlenmiş halde satılık bir emek kalıyor. Emek bu kadar satılmaya hazır olunca ve bunu satan kişilerin sayısı fazla olunca fiyatı da düşüyor. Fiyat düştükçe işçilerin çalışma şartları da kötüleşiyor. Avrupa ve Türkiye arasındaki işçilerin çalışma koşulları arasındaki fark da bunu

gösteriyor. Sevgi’li emek; istenerek yapılan iş olabilir. Mesela sanat. Sanatı ortaya çıkarmak için bir emek gerekir. Bunu içinizden gelerek ve isteyerek yapıyorsanız ona verdiğiniz emeğin içinde sevginin yanı sıra birçok insani özellik de barındıracaktır. Mesela korku, şiddet veya nefret, verilen emeğin sonucunda ortaya çıkmış eserden bize yansıyabilir ki bunlar insani hatta hayvani hislerdir. Dikkat ederseniz sevgi ile ortaya konan işe eser denirken sevgisiz ortaya konan işe ürün deniyor. Eser ile ürün, en büyük fark da budur. Gönüllü ise sanat, gönülsüz ise iş diyebiliriz. Her emeğin sevgi barındırmayacağını ortaya koymak her emeğin saygıdeğer olmadığını da ortaya koymaktır. Tecavüzü düşünün, hayvanları düşünün, sürekli sömürülen hayvanları. Mezbahaları düşünün. Orada işçiler var ve her dakika kendini koruma ve ifade etme şansı olmayan hayvanların boğazına bıçakları sokup kanlarını akıtıyorlar. Buradaki emeğe saygı duymak mümkün mü? Savaş uçakları ve savaşları düşünün, ırkçı savaşları, dini yaymak için yapılan savaşları, küresel firmaların sponsor olduğu savaşları düşünün. Bunların hepsinin içinde emek vardır. Bunlara içinde sırf emek var diye saygı duymak ve kutsal ilan etmek mümkün değildir. Emek kutsal olarak adlandırılınca dokunulmazlık kazanıyor. Örneğin “emir kulu” tabiri de bence bu dokunulmazlıktan alıyor gücünü. Zulmedenler polisleri ve askerleri maşa olarak kullanıyorlar. Kendileri bizlerle muhatap bile olmuyorlar. Maşaları bizleri dövüyor, paketliyor, sınırlıyor, hapsediyor ve öldürüyor. Maşalara bunları yapmamaları gerektiğini söylediğimizde “biz de emir kuluyuz” türünden cevaplar aldığımız oluyor. Yani “Ben işçiyim, emeğimi bu şekilde satıyorum, emek satmak kutsaldır, emeği nasıl istersem öyle satarım, buna itiraz edemezsiniz” diyor. Oysa bu zalimliği bu şekilde savunanlar seks işçiliğine aynı toleransı göstermiyorlar. Acaba seks işçiliği genel anlamda erkekler tarafından yapılamadığı için mi kutsal değil? Acaba seks işçilerinin çoğu erkek olsa gene bu kadar lanetlenecek miydi? Hani emek kutsaldı? Seks işçiliğindeki emek neden fabrika işçisinin emeğinden daha onursuz olsun? Yani göreceğiniz üzere emeğin kutsal ya da yüce değer olduğu tamamen bir illüzyondur. Emeğe gelene kadar kutsal olarak nitelendirilebilecek daha bir sürü insani yönelim ve durum vardır. Aslında yüceltilen şey emek değil emeğin satışıdır. Egemenler, emeği o kadar rahat satmamızı isterler ki bu satış durumunu kutsarlar. Herkes emeğini satmalıdır, çalışmayan kişi toplumda aşağılanır ki herkes çalışsın, emeğini satsın. Herkes emeğini satsın ki emek ucuz olsun. Emek paraya dönüştürülebilir, paraya dönüşen bir şey nasıl yüce olabilir? Sevgi, nefret, intikam asla paraya dönüştürülebilen şeyler değildir. Bu bahsettiğim insani ve hayvani duygular ve durumlar paradan bağımsızdır ve daha bağımsız olduğu için bence daha yücedir. İstediğiniz kadar para verin sizden ölesiye nefret eden birinin sevgisini kazanamazsınız. Bir sokak köpeğinin sevgisini ücretle satın alamazsınız. Nasıl oluyor da her gün bin bir türlü ikiyüzlülükle satılan emek sevgiden ya da nefretten yüce olabiliyor? Emeğin yüce kabul edilmesi ve emek satışının bu kadar normal karşılanması köleliği de yanında getiriyor. Sorgulanması gereken şey emeğin satışıdır, sorgulanması gereken şey başkasının işini neden bizim yaptığımızdır. Sorgulanması gereken şey işçiliğin dramatize edilip kutsallaştırılmasıdır. Sorgulanması gereken şey, bir işçinin hastaneye kaldırılırken “Çizmelerimi çıkarayım mı sedye kirlenmesin” diye soracak kadar kendini sedyedeki çarşaftan önemsiz hissetmesi ve onun bunu hissetmesini sağlayacak ortamın yaratılmış olmasıdır. Herkes işçinin şartlarından bahsederek şirinlik yapar ama kimse işçiliği sorgulamaya yeltenmez. Örgütlülük ve medeniyet bireyleri işçiliğe tutsak eder.

Kurtuluş yoktur. Kendini daha çok geliştirirsen emeğini daha pahalıya satabilirsin. Bunun sonucunda da okullar ve meslek okulları açılmış insanları işçiliğe hazırlamaktadır. Güzel meslek seçimleri için kariyer günleri organize edilir. Emeği daha pahalıya satmanın yöntemleri anlatılır. Geldiğimiz noktada teknolojinin ilerlemesi, küresel ısınma ve dünyadaki kaynakların azalması söz konusudur. Özellikle 3 boyutlu yazıcılar, hologramik görüntüleme ve algılama sistemleri, bilgisayar çipleri, enerjinin güneşten ya da dünyanın hareketlerinden elde edilmesi ile birlikte dünyadaki emek ihtiyacı

azalacaktır. Bununla birlikte artık emeğini satamayan insanlara ne olacağı egemenlerin umurunda olmayacaktır. Peki, bu noktada ne olacak? Muhtemelen, tıpkı İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin sokaklardan toplayıp araziye attığı sokak köpekleri gibi kıtlık içinde birbirini yiyerek yok olacak insanların bir kısmı. Diğer kısmı ise bize fark ettirmeden yok edilecek. GDO, kanser oranlarının artması, laboratuvarda üretilen hastalıkların yayılması, savaşlar ve henüz aklıma gelmeyenler. İşte bunlar “önemsiz” insanların azalmasını sağlayacaktır. Egemenler için emek satamayan insan önemsiz insandır. Böylece dünyadaki

kaynaklar dünyada kalan azınlığa yetebilecektir. Eğer egemenlerin bu tip bir planı olmasa özellikle küresel ısınma konusunda bu kadar rahat olmalarına anlam veremezdim. Dünya en baştan yanlış kodlanmıştır. Matematik ya da fizik veya din, adı her ne olursa olsun dünyayı anlayabilmek için ortaya çıkardığımız bu sistemler bizlere medeniyeti çok ilerletme konusunda imkân sağladı ama temelden yanlış olan bu dünya bir çok terimin yanlış anlaşılması sonucu koskocaman bir köle pazarı haline geldi. Bize öğrettikleri, bizi inandırdıkları sözde kutsal şeylerin sonucu ortada.

Habertürk, Çin 'tek çocuk' yasağını kaldırdı, 29 Ekim 2015

http://www.haberturk.com/dunya/haber/1146302-cin-tek-cocuk-yasagini-kaldirdi , erişim tarihi

This article is from: