3 minute read

DENEYSEL BİR ÇALIŞMA

Kişinin kendi eylemleri üzerinde kasıtlı (willful) kontrolü son derece arzu edilen bir durumdur. Bununla birlikte kastın, derin, rahatsız edici varoluşsal etkileri vardır. Kişi ne yapacağına kasıtlı bir şekilde karar verme gücüne sahipse, bu kişi davranışlarından tamamen kendisi sorumludur. Kasıtlılık, birinin kişisel zayıflığı ya da hatalarını açıklayabilen hafifletici koşulları ve mazeretleri ortadan kaldırır. Heidegger ve Sartre gibi varoluşsal düşünürler belirttiği gibi, bu sorumluluğun salt gerçekliği korkunç olabilir. Nitekim, birçok modern birey, olayların sorumluluğunu alma becerisini inkar ederek ya da uzak durarak “seçim zorbalığından” kaçmaya istekli gibi görünmektedir. Ne yazık ki, kişisel sorumluluğun inkarı insanları gerçekten istedikleri gibi hayat sürdürmelerinden alıkoymaktadır. Varoluşsal psikoterapi’nin önemli amaçlarından biri insanları sorumluluk savunmalarından kurtarmak ve onlara kendi eylemlerini istekli bir şekilde kontrol etme becerisini kazandırmaktır (Yalom 1980). Modern bireyler iradenin varoluşsal yükleriyle mücadele ettiği gibi, deneysel psikologlar da insan işleyişinde iradenin kavramsal rolüyle mücadele etmektedir. 20. yy.’ın başlarında iradeyle ilgili deneysel çalışma, gelecek vaat eden bir başlangıç yapmıştır (Ach, 1910; Lewin, 1926; Lindworsky, 1923). Bununla birlikte bu dönem, davranışçılığın yükselişiyle devam etmiştir. Bilişsel devrimden sonra, deneysel psikologlar öz-düzenleme (Carver & Scheier, 1981), uygulayıcı işleyiş (Vohs & Baumeister, bölüm 25, bu eserde; Norman & Shallice, 1986), otonomi (Deci & Ryan, 2000), memnuniyet süresi (Metcalfe & Mischel, 1999), eylem kontrolü (Kuhl & Beckmann,1985) gibi istemli süreçlerle ilgili kuram oluşturma konusunda yine özgürdü. Ancak bu alanlarda yapılmış önemli ilerlemeye rağmen, irade oldukça tartışmalı bir konu olmaya devam etmektedir (Bargh, bölüm 24, bu kitap; Libet, 1985; Wegner & Wheatley, 1999). Bu bölümde, deneysel varoluşsal psikolojideki ana konu olarak iradeye odaklanıyoruz. Özellikle de iradenin, kendisini titiz bilimsel analizlere katkıda bulunan bağımsız psikolojik konsepti temsil ettiğini konuşacağız. Aşağıdaki bölümde, iradenin bilimsel konumuna karşı yükselen en önemli kuramsal engellerin bazılarını hesaba katarak başlayacağız. Daha sonra iradenin işlevsel yaklaşımını tartışacağız, bu yaklaşım iradenin deneysel analizlerine rehberlik etmeden faydalı olabilir. Son olarak, iradenin işleyişindeki bakış açımızın deneysel- psikolojik etkilerinden bazılarını göz önünde bulunduracağız.

İRADENİN SAVUNULMASI

Bilimsel değergeler karşısındaki en temel engellerden biri, mutlak özgürlük olarak düşünülmektedir. Kasıtlı davranış, objektif belirlemecilik tamamen bağımsız olsaydı, iradenin işleyişini analiz eden herhangi bir bilimsel girişim yararsız olurdu. Ancak, daha yakından dikkate alırsak, belirlenemezcilik (indeterminism) savı, öznel ve nesnel belirlemecilik (determinism) arasında bir karışıma dayanır. Bir kişinin davranışını iradeli olarak algılıyorsak, aslında tipik olarak bu davranışın öz-belirleme davranışı olduğunu söylemek isteriz; kendini dış güçlerden arındırmış olma anlamında. Bu dış güçler tamamen dışarıdan olabilir (örneğin cüzdanımı almak için beni zorlayan bir hırsız) ama aynı zamanda içerden de olabilir (benlik sisteminin dışındaysa). Örneğin: Nefret etmeme rağmen parası iyi bir işe teşvik edilmem. Davranışım parasal faktör tarafından kontrol edilmektedir; iç güdüsel faktör benliğe entegre değildir. Öznel ve nesnel determinasyon arasındaki ayrıma nöro-psikolojik perspektiften de yaklaşılabilir. Nöro-psikolojik araştırma, frontal loblar (Fuster, 1989; Lezak, 1983; Luria, 1978), ve ön singülat korteksler (Pardo, Pardo, Janer, & Raichle, 1990; Posner & Petersen, 1990) gibi istemli süreçlere aracı olan beynin çeşitli bölümlerini tanımlamıştır. Bu beyin yapıları, örneğin bilişsel durumlar arasında geçiş yaparak ve rutin tepkilere üstün gelerek davranışın esnekliğini büyük ölçüde artırabilir. Dinamik sistemler kuramındaki son gelişmeler, belirlenmiş karmaşık sistemlerin yeni özelliklere sahip olduğunu göstermiştir. Kasıtlılık ve öz-düzenleme gibi daha yüksek düzeydeki yapılar karmaşık davranış sistemlerini tanımlamak ve açıklamak için en tutumlu yolu sağlamaktadır. Özellikle bu bölümde kullandığımız irade konsepti davranış belirleyen sistemler arasında doğrusal olmayan yeni özelliklere indirgenemez. Aksine, irade birçok süreci koordine eden yüksek sistemler olarak göz önünde bulundurulmaktadır. Libet (1985), Wegner ve Wheatley (1999) tarafından yapılan araştırma sadece bilinçli irade deneyiminin geçerliliği üzerine değinmektedir. Bu, bilinçsiz istemli süreçlerin insan davranışında nedensel bir güç olmasıyla ilgili açık bir soruyu ortaya çıkarır. Bilinçsiz irade kavramını ele alan Libet, bunu “kabul edilemez” olarak düşünmektedir. Buna karşılık, bilinçli iradenin uygulanabilir bir kuramsal olasılık olduğuna inanmaktayız.

İRADEYE İŞLEVSEL BİR YAKLAŞIM

Psikologlar iradenin doğasıyla ilgili kuram yaptıklarında, iradenin soyut bir psikolojik yapıdan fazlası olduğunu akılda tutmak önemlidir. Wegner ve Wheatly’nin belirttiği gibi “Hepimiz bir şeyleri yaptığımız, eylemlerimize neden olduğumuz duygusuna kapılırız”. Nitekim çoğu insan için, kasıtlılık, ikna edici öznel deneyimleri oluşturur. Sonuç olarak, bu irade deneyimiyle, mevcut iradenin işleyişini dengeleme konusunda cezbedici olmaktadır. Bu kafa karıştırıcı durumun anlaşılır olmasına rağmen, bunun iradenin nasıl işlediğiyle ilgili olarak gerçek bir anlayış yoluna dayandığına inanmaktayız. Özellikle, iradenin mevcut işleyişinin önemli olgusal ilişkiye sahip olduğunu tartışmıyoruz. Kasıtlı davranışın önemli birçok yönü özbildirimle değerlendirilebilir. Ayrıca Davranış yöneliminde bireysel farklılıklarla ilgili çalışmamız, bilinçsiz istemli işlevlerin bile öz- bildirim araçlarıyla kullanıldığını göstermektedir. Çünkü insanlar, bilinçsiz istemli işlevlerin kendi eylemlerindeki sonuçları gözlemleyerek bu işlevleri öğrenebilirler (Kuhl & Fuhrman, 1998). Bilinçli deneyim iradeyle ilgili durumu ortaya çıkarmıyorsa, psikologlar iradenin işleyişiyle ilgili derin bir anlayışı nasıl elde ederler? Bunun, iradeye işlevsel bir yaklaşımın benimsenmesiyle başarılabileceğini düşünüyoruz. İşlevsel yaklaşım, istemli işlevin altında yatan çeşitli alt sistemleri ortaya çıkarmaya çalışır. Bu tarz bir yaklaşım, psikoloji olgusunun işlevsel bileşenlerini düşük düzeydeki iç organizmalarla başarılı

This article is from: