9 minute read
SOSYAL KİMLİK VE AŞKINLIK
gerektiği bir şeydir. Buna göre otonomi farkındalık egzersiziyle ve bireyin skopuyla teşvik edilmektedir. Farkındalık ve otonomi arasındaki bağlantıyı keşfetmek için dikkatimizi duyarlılık -şuanda ortaya çıkan farkındalık olgusuna çevirdik. Bir dizi çalışmasında Brown ve Ryan (2003) Duyarlıklardaki farklılıkları değerlendirdi. İlk olarak duyarlılığı fazla olanlar daha fazla refaha sahiplerdi ve ihtiyaçlarını daha iyi karşılamışlardı ve davranışsal düzenlemelerinde otonom olma duygusuna sahiplerdi. Duyarlılıkları daha fazla olan kişiler daha fazla otonomdu ve güvenilir, tatminkar, değerli ya da “iyi” davranışsal kararlar veriyorlardı. Öz-düzenlemeyi geliştirmenin tek yolu daha fazla dikkat, duyarlılık göstermekti. Farkındalık otonomiyi geliştirmeyi kolaylaştırmaktadır. Farkındalık sayesinde insanlar ne olup bittiğini daha iyi anlar. Brown ve Ryan (2003) bunu oldukça kolay bir yolla göstermişlerdir. İnsanların kapalı ve açık ölçütlerini kullanan duygusal durumlarını ya da ruh hallerini değerlendirmişlerdir. Aralarında makul bir ilişki vardır. Ancak Yüksek duyarlılığı olan insanlar kapalı ve açık ölçütler arasında daha fazla uyum göstermişlerdir. Duyarlılık, öz-düzenleme gibi hem öznel bir deneyimdir hem de organizmanın bir durumudur. Nitekim bu organizmal durum geliştirilebilir ve artırılabilir ya da ihmal edilip azalmasına izin verilebilir. Brown ve Ryan (2003) meditasyona yönelik uygulamalarla farkındalığını geliştiren insanların sağlık ve rafah düzeylerini artırdığını göstermiştir.
SONUÇ: İYİ HABER, ÇOK SAYIDA YANILSAMA VARDIR
İnsanlar kontrol edilmeye ve sahte davranışlar sergilemeye oldukça açıktır. Güdülerini duygularını ve ihtiyaçlarını duyarlı bir şekilde düşünemedikleri ya da düşünmedikleri ölçüde buna açıktırlar. Reflektif düşünce duygulara, algılara, inançlara sahip olmayla ilgilidir. Bu otonomi işini çok daha önemli yapmaktadır. İnsan potansiyeli olarak otonominin tanınması ve belirleyici dünya görüşü arasında uyumsuzluğa rastlamadık. Gerçekte varoluşçuların kışkırtıcı yazılar yazmalarının nedeni ve öz-düzenlemeyi artırmak için bulduğumuz klinik teknikler otonomi olasılığını farketmek içindir. Bu anlamda okuyucularımızda öz-düzenleme kapasitesini harekete geçirecek ve onları çok daha fazla insan olmak için cesaretlendirecek girdileri elde etmeye çalışıyoruz.
BÖLÜM 29 YABANCILAŞMA VE OTONTİK OLMA HEDEF ODAKLI BİR YAKLAŞIM
İnsan varoluşunun temel koşullarından biri, şimdinin geçmişten geldiği ve gelecek olacağı bir zaman dünyasında yaşadığımız gerçeğidir (Boss, 1963). Biz insanlar bu zamansallığın üçüyle de bazı ilişkiler kurarız (May, 1983). Örneğin geçmiş travmalardan dolayı huzursuz hissedebiliriz ya da geçmişteki nostaljilerden memnuniyet hissedebiliriz (bkz Sedikides, Wildschut, & Baden, Bölüm 13, bu kitap). Şimdiden kaçabiliriz ya da yarın için hiç endişe duyamayabiliriz. Kişinin geçmiş ve şimdiyle olan ilişkisi bu bireyi anlamak için gerçekten önemli olsa da, gelecek de Heidegger gibi varoluşçuların yazılarında özel bir öneme sahiptir. Çeşitli varoluşsal düşünürlerin anlaştığı temel bir önerme varsa o da insanların gerçekten olduğu kişiyi olması konusunda potansiyellerini uygulamaya çalışması için özel bir sorumlulukları olduğudur. Bu bölümde varoluşsal düşünce olan “otontik olma” durumunu “olmama” durumunun zararlı olasılıklarından ayırıyoruz. Olmama, yabancılaşma ve otontik olma durumlarının; İnsanların kişisel hedefler ve uğraşılarıyla ilgili çağdaş ampirik ve kuramsal çalışmalar aracılığyla anlaşılabilen geçerli düşünceler olduğunu göstermeyi umuyoruz. Hedeflerin insanların varolmasında nasıl yardımcı olduğunu ve hedefle ilgili problemlerin varolmayayı nasıl açıklayabildiğini anlatarak konuya giriş yapacağız. İnsanların hedeflerini niçin sürdürdüğüne ve hangi hedefleri sürdükdüklerine bağlı olarak var olmanın otontik olup olmadığını inceleyeceğiz. Bununla birlikte önemli bir uyarı yapmak istiyoruz: İdeal bir varoluş için tek yolun hedefleri sürdürmek olduğunu ileri sürmüyoruz. Gelecek, varoluşla ilgili her şey demek değildir. İnsanların geçmişle (geçmişten öğrenme) ve “şimdi burada olduğu” zamanla yani şuanla etkileşim içinde olması, gelişimleri için önemlidir.
OLMAK YA DA OLMAMAK: İŞTE BÜTÜN MESELE BU
Zaman, geçmişi geride bırakan ve geleceğe dönüşecek olan şimdiyle durmaksızın birlikte ilerlemektedir. Bu gerçek varoluşçuların umwelt olarak adlandırdığı şeyin ve fizik yasalarının doğal dünyasının bir parçasıdır. Dünya varlıkları olarak bu değişimle yüz yüze olmak ve buna uyum göstermek zorundayız. Carver ve Scheier’in (1981, 1990, 1998) eylem kontrol kuramı amaçları, varolmanın nasıl sağladığını anlamak için özellikle yararlıdır. Bu modele göre, davranış, insanların bilişsel kontrol sistemleriyle güçlendirilip düzenlenir. Kontrol sistemleri hiyerarşik olarak düzenlenmektedir. Geniş hedefler, daha somut hedeflerin işleyiş standartlarını belirler ve düzenler. Bu süreçte, bireyler mevcut durumlar ve arzu edilen gelecek durumlar arasındaki çelişkileri azaltır ve zaman içinde ileriye taşır ve varolur. İnsanlar acıktığında, tipik olarak “bir şeyler yeme” amacını şekillendirir. Kişi sandalyesinden kalkıp, oturmaktansa ayakta olmak için hedefini oluşturur. Kişi duvara bakan bir kişi olmaktansa yiyecek aramak için buzdolabına doğru yürür ve onu açar. Kişi eli boş olmaktansa bir dilim soğuk pizzayı alarak yiyeceği tutan bir kişi olabilir. Bu yolla davranışsal hedeflerle düzenlenen bir dizi davranışsal irade vasıtasıyla varolmak sağlanmış olur. Aynı analizler daha yüksek eylem sistemi düzeyinde de uygulanabilir. Örneğin herhangi bir şirkette müdür olmak isteyen birisi gelecek hedeflerini ortaya koyabilir: Bunu da şuanda kütüphaneden konuyla ilgili bir kitap alarak, sınavda iyi notlar elde ederek, yüksek bir notla mezun olarak, Harvard Ekonomi Bölümüne kabul edilerek vs. sağlayabilir. Gelecekteki hedefi için bugünki çabaları onu zamanı geldiğinde bir CEO yapabilir. Daha moleküler davranışların olduğu bu genel süreç, adım adım uzun dönemli hedeflere doğru insanı herekete geçiren bir süreçtir. Hedefler insanların varolma konusundaki başarısızlıklarına ışık tutmada ve varoluşun akışıyla birlikte hareket etmede yardımcı olur. Hall ve Lindsey’in (1978) dediği gibi “Olmayı reddetmek kişiyi dar ve karanlık bir odaya hapsetmektir”. Gelecek bölümde insanların varolmayı başaramadığı farklı yolları tartışacağız.
Katatoni
Katatoni bireyin hareket etmemesidir. Bazı bireyler alışılmadık durumlara düşebilirler zaman ve mekanda tepkisiz kıpırdamadan dururlar. Bu durumdaki bir insan geleceğin peşinden gidiyor gibi görünmez İnsanlar gelecek hedefi edinmediğinde ve potansiyellerini geliştirmeye niyetlenmediğinde durağanlık ortaya çıkar. Bu tür insanlar, olduğu kişiden memnun değildirler. Fakat ilerlemek için de bir şey yapmazlar. Bu durumu Marcia (1993) kimlik yayılması olarak ifade etmektedir. Yayılmış bireylerın çok az bağlılığı vardır ve hayatın onları nereye yönlendirdiğini umursamazlar. Bunun yerine dünyanın geri kalanı hareket ederken onlar yerinde sayarlar. Ampirik literatür, hedefi olmayan insanların hedefi olan insanlardan daha zayıf ve mutsuz olduğunu belirtmiştir. Diğer deyişle, sabit motivasyonsuz olarak kalmak, geleceğe doğru hareket etmeye ve motiveli olmaya göre çok kötü bir şeydir.
Kaçınma
Varolmamanın ikinci türü gelecekten kaçınma durumudur. Bu yönelimdeki insanlar gerçekte geleceğe ilgi duyarlar fakat öncelikli kaygıları, istenilen bir şey için uğraşmaktansa gelecekle ilgili korkularından kaçınmaktır (Carver & Scheier, 1998). Kaçınma yönelimli insanlar harekete geçseler de odak noktaları durağanlıktır ve tercih edilen durumu korumak için hedef seçerler. Örneğin güvensiz bağlanma durumu olan kadın, sevgilisinin ilgisinin azalmasına dair göstergelere karşı alarma geçebilir. Korku dolu bir öğrenci öğretmene karşı yanlış yapma ihtimalini önceden tahmin edip ona göre davranmaya çalışabilir. Ampirik çalışmalar, güçlü kaçınma yönelimi olan insanların hedeflerinde başarılı olmadıklarını ve kendileriyle ilgili kötü duyguları bitirdiklerini göstermiştir (Elliot, Sheldon, & Church, 1997). Başka bir deyişle, insanlar hedeflerini kaçınma koşullarında ne kadar çok şekillendirirse, hedeflerine ulaşmada o kadar zayıf kalmaktadırlar. Örneklerimize geri dönecek olursak, kaygılı kadının paronayası incelmek yani zayıflamak ve gerçekte sevgilisini başından defetmek olabilir. Endişeli öğrencinin yaşadığı durum öğrenmesini ve performansını azaltabilir. Hedeflerden kaçınmayla ilgili bu özellikler bu problemi açıklayabilir.İlk olarak negatif sonuçlara götüren tüm yolları kapatmak olumlu tek bir sonuca götüren tek bir yolu bulmaktan daha zordur. İkinci problem, negatif olasılıklara odaklanmanın sürdürülmesi zararlı duyguların oluşmasına eğilimlidir ve zayıf performansa katkıda bulunabilecek bilişsel beklentileri azaltır.
Takıntı
Varolmamanın üçüncü türü mevcut durumla uygun olmayan hedeflerin takıntı haline getirilmesidir. Burada, hedefleri belirleme başarısızlığından ziyade ya da hedef yaklaşımını belirlemekten ziyade, kişi onun için artık hiç uygun olmayan hedef yaklaşımdan kurtulma konusunda başarısız olabilir. Diğer bir deyişle, takıntı; geçmişi ya da şimdiyi düşünmektense geçmiş kararlardan dolayı kişinin yanlış geleceğe saplanıp kalmasına yol açar. Örnek: Çocuğum odasından bağırdığında, ben kendime yiyecek bir şey almak için mutfağa yürüyordum. İlk hedefimi devreden çıkartabilirim ve sonra değişen Unwelt’e adapte olmak için adımlarımı çocuğun odasına doğru yönlendirebiliri Birçok kuramcı amaçlar konusundaki başarısızlığın depresyon sorunlarına yol açıtğını ortaya çıkarmıştır (Carver & Scheier, 1990; Klinger, 1975; Pyszczynski & Greenberg, 1987) ve Kuhl’un durum yönelimli bireyler üzerine yaptığı çalışma uygunsuz ve başarısız hedeflerden kaçınma zorluğu çeken insanların negatif etkilere meyilli olduğunu göstermiştir. Bu çalışma, optimal seviyede var olmak için insanların geçmişin geçmişte kaldığını ve yeni farklı hedeflerin daha çok benimsenebileceğini fark etmeleri gerektiğini göstermiştir. Ne yazık ki insanların çoğu “zafer günlerini” yeniden yaşama girişiminde bulunmakta ve gençliklerine tutunmakta ya da aynı durumda kalmakta ve böylece geçmişte onlara hizmet eden kararları vermeye devam etmektedirler.
YABANCILAŞMA VE OTONTİK VAR OLMA
Varoluşçular insanların gelecekle olan ilişkisini ve geleceğe yönlenmesini derin bir şekilde inceleyen ilk düşünürler arasındadır. Fakat vaoluşçular aynı zamanda salt varolmanın sağlıklı bir varoluşu sağlamak için yeterli olmadığının da farkına varmıştır. Kierkegaard kişinin gerçekte olduğundan başka biri olabileceğini vurgulamıştır. Bu nedenle insanlar başarılı bir şekilde geleceğe yönelse de gerçekte oldukları kişiyi olmakta başarısız olabilirler. Yani daha fazla otontik olmaktansa en derin olasılıklarına yabancı kalıp, onlardan uzaklaşmaktadırlar. Birçoğumuz ilgi alanlarımızla, ihtiyaçlarımızla ya da potansiyellerimizle uyuşmayan etkinlikleri sürdürürüz. Bu tür etkinlikler sıkıcı ve caydırıcıdır ama tıpkı ölüm ve yer çekimi gibi biz insanların adapte olması gereken varoluş gerçekleri arasındadırlar. Hedef odaklı perspektifimize göre, gerçek problem, otontik olmayı zorlaştıran ve insanı yabancılaştıran hedeflere yöneldiğimizde ortaya çıkmaktadır. Öz-determinasyon kuramına (Deci & Ryan, 1985, 2000) dayanan önceki çalışmamız (Sheldon & Kasser, 1995), insanların kişisel hedeflerinin niteliğini inceleyerek, bu konuları anlamaya çalıştık (kişisel entegrasyon vb.). Hedeflerin iki özelliği olduğuna inanıyoruz. İlki, insanlar, iç ve dış baskıların kontrol edilmiş nedenlerinden ziyade ilgi ve kimliklerinin otonom nedenleri için hedeflerini takip ettikleri takdirde bu hedefler uygun ve otontik olmaktadır. İkincisi, finansal başarı, imaj, popülarite gibi dışsal durumların sürdürülmesindense, kişisel gelişim, bağlanma, iletişim gibi içsel durumlar sürdürüldüğünde hedefler uygunlaşmaktadır. Hedefler uygun olduğunda, insanlar otontik varoluşlarını destekleyecek bir şekilde geleceğe doğru ilerlemektedir. Bununla birlikte hedefler uygun olmadığında, bireyler gerçekte kim olduklarına daha az odaklanırlar ve yabancılaşma duygularını artırırlar.
Niçin Motivasyon ve Öz-uyum Yapısı
Kierkegaard ve Sartre gibi varoluşçu düşünürler insanın eylemlerinin arkasındaki motivasyona büyük vurgu yapmışlardır. Tanrının olma ihtimaline karşı insan kiliseye gidip, derin bir inanç ve bağlılıkla incil okur mu? Kişi gelecek cumartesi komuşunun rotorillerini ödünç almak için komşusuyla ilişkilerini geliştirmek ister mi? Bu tür sorular; davranışın, kişinin gerçek benliğinin otontik ifadesinden mi yoksa ödül kazanmak ya da içsel ve sosyal kınamalardan kaçmak için kendi isteklerini tatmin etmek üzere mi ortaya çıktığıyla ilgili durumları açıklağa kavuşturmaya yardımcı olur. Önemli bir araştırma, davranışlarla ilgili nedenlerin, motivasyon ve refah konusundaki önemli ilişkilere dayandığı iddiasını desteklemektedir. Bu konuyu araştırmak için insanların “algılanmış nedensellik konumunun” (Ryan & Connell, 1989; Sheldon & Kasser, 1995, 1998, 2001) ölçülmesinde veya davranışın ardındaki nedenler olarak yaşadıkları tecrübenin anlaşılmasında öz-determinasyon kuramını benimsedik. Bu çerçevede, insanların, amaçlarını sürdürmek için “içsel” nedenleri ortaya çıkarıldığında sürdürülebilir amaçlarında otontik bir şekilde davranacakları düşünülmektedir. Örneğin “Hedef eğlence ihtiyacımı karşılar”, “Çünkü kişisel olarak hedefe değer veriyorum.”. İnsanlar hedeflerini “içe yansıtılmış” nedenlerle sürdürdüklerinde, kendilerini kontrol edilmiş olarak hissedebilirler. Geçmiş çalışmalar amaçlarını daha öz-uyumlu olarak değerlendiren insanların daha fazla mutlu olduğunu (Sheldon & Kasser, 1995); amaçları için daha fazla çaba sarf ettiğini (Sheldon & Elliot, 1998, 1999); hedeflerini daha iyi başardıklarını (Sheldon & Elliot, 1999; Sheldon & Houser-Marko, 2001); hedef odaklı etkinliklerinde günlük tatmin ihtiyaçlarını daha fazla giderdiklerini (Sheldon & Elliot, 1999); hedeflerine ulaşmalarının sonucunda daha fazla genel refaha sahip olduklarını (Sheldon & Elliot, 1999; Sheldon & Kasser, 1998) göstermiştir. Özuyumlu bireyler; empati, deneyimlere açıklık, otonomi yönelimi, bilişsel entegrasyon ve özsaygı gibi pozitif kişisel özellikleri artırmaktadırlar (Sheldon & Kasser, 1995; see Sheldon, 2002). CEO olmak isteyen çocuk örneğine geri dönecek olursak, babasını mutlu etmek için ya da kapitalist bir toplumda böyle olması gerektiği için amaçlarını sürdürmeye çalışırsa, bu çocuğun varoluşu yabancılaşır ve bu da onu gerçekte kim olduğundan ve gerçekte ne olmak istediğinden uzaklaştırır. Sonuç olarak kişisel hayatında sayısız zaiyatlar yaşamaya eğilimli olur. Diğer yandan, çocuk derinden bağlandığı hedefiyle özdeşleşmiş zorluklarla gerçekten ilgilenirse, bu çocuğun varoluşu muhtemelen daha otontik olacaktır ve bu nedenle hayatına olan genel adaptasyonu ve mutluluğu nispeten yükselecektir.
“Motivasyon” ve İçsel- Dışsal İçerik Ayrımı
Varoluşsal düşünürler, sadece insanların bir şeyi niçin ve ne yaptığını değil aynı zamanda gerçekten ne yapmış olduğunu da sorgulamaktadır. Örneğin May (1983) ve Fromm (1976) ayrıca Maslow (1954) ve Rogers (1964) kişinin otontikliğinin aynı zamanda şu soruları sormasına da bağlı olduğunu söylemişlerdir: Kişi hayatını para,