TARGET

Page 1

Sayı 08 - Ekim 2020

MAVİ VATANIN MİLLİ VE YERLİ GURURU

ORUÇ REiS

TÜBİTAK BAŞKANI PROF. DR. HASAN MANDAL

COVID-19 TÜRKİYE PLATFORMU BİRLİKTE GELİŞTİRİYOR, BİRLİKTE BAŞARIYOR

TEKNOPARK İSTANBUL SIFIR ATIK BELGESİ ALAN İLK TEKNOPARK OLDU



BAŞYAZI DEĞERLI TARGET OKUYUCULARI; Teknopark İstanbul olarak yaptığımız yatırımlar, iş birlikleri ve geliştirdigimiz projelerle dinamik bir yapıda ilerlemeye devam ediyoruz. Her yenilik bizi heyecanlandırsa da temmuz ayında yaptığımız iş birliğinin bize farklı bir heyecan yaşattığını belirtmek isterim. Heyecanımızın nedeni de nitelikli beyin gücünün yetiştirilmesine sunacağımız katkıydı. Yaptığımız iş birliği protokolüyle Türkiye’nin ilk siber güvenlik meslek lisesi, Teknopark İstanbul yerleşkemiz içerisinde hayat buldu. Teknopark İstanbul Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nin (MTAL) iş birliği protokolünü temmuz ayında İstanbul Valimiz Ali Yerlikaya, İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç ve İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Levent Yazıcı’nın katılımıyla gerçekleştirdik. Okulumuzun entegre bir teknoloji merkezi olmamıza da katkı sunacağına inanıyorum. Teknopark İstanbul, girişimciler, firmalar, iş birlikleri ve yeni projelerin yanı sıra TEKNOPARK İSTANBUL altyapı yatırımlarıyla da sürekli gelişen bir ekosisteme sahip. İnşaatı devam eden ve yıl sonundan önce hizmete girmesi planlanan binalarımız ile daha çok girişimci ve GENEL MÜDÜRÜ firmaya ev sahipliği yapacağız. BILAL TOPÇU Siber güvenlik bizim son yıllarda çok önem verdiğimiz stratejik alanların başında geliyor. T.C. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı ve Siber Güvenlik Kümelenmesi iş birliği ile bu alanda dünyayla rekabet edebilir seviyede, yeni girişimcileri ve genç fikirleri desteklemek amacıyla geçen yıl “Siber Güvenlik Fikir Yarışması”nı başlatmıştık. Geçtiğimiz günlerde yarışmanın ikincisini koronavirüs önlemleri kapsamında çevrim içi gerçekleştirdik. Yine ilgi yüksekti ve birbirinden güçlü 23 fikir yarıştı. Bu açıdan siber güvenlik üzerine ihtisaslaşacak bir lisenin böyle bir ekosistem içinde kurulmuş olmasına çok büyük önem veriyoruz. Okulumuzda bu yıl eğitime Türkiye’nin ilk siber güvenlik meslek lisesine başlayan öğrencilerimizin gelecek projeleriyle bu yarışmada ev sahipliği yaparak ve ‘Temel Sıfır Atık yıllarda yer alacağını düşünmek bizleri ayrıca Belgesi’ alan ilk özel şirket olarak yeni bir heyecanlandırıyor. Sadece firmalar ve girişimciler dönemin başlangıcını yapmış olduk. değil, üniversitelerin, SAHA İstanbul gibi ülkenin en büyük kümelenmelerinin de yerleşkemiz içinde olması sağlıklı bir sinerjinin oluşmasına katkı sağlıyor. Lise yıllarında teknoloji öğrenmeye başlayan öğrencilerimiz, yerleşkemizdeki kurumlarda staj yaparak pratik yetkinliklerini de geliştirebilecek, iş birliği içinde olduğumuz üniversitelerde eğitimine devam edebilecek veya bir girişimci olarak kuluçka merkezimizde teknoloji geliştirebilecek. Bütün bunları da patent başta olmak üzere her konuda sunduğumuz know-how desteği ile gerçekleştirme imkanı bulacak. Siber güvenlik gibi stratejik bir konuda cazibe merkezi haline geliyoruz, ekosistemdeki tüm paydaşlarımızı ve girişimcileri de bu cazibe merkezinin parçası olmaya davet ediyoruz. Bu dönemde kurum olarak bir ilke daha imza attık. Teknopark İstanbul, İstanbul Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nden ‘Temel Sıfır Atık Belgesi’ alan ilk özel şirket oldu. Bunu yerleşkemizdeki firmalarımızla birlikte başardık ve birlikte çok daha güzel projelere imza atacağımıza inanıyorum. Yeni sayımızı keyifle okumanızı diliyorum.


06 18 24 28 32 34 40 42 44 46

TEKNOPARK'TAN KAPTAN KÖŞKÜ "COVID-19 TÜRKİYE PLATFORMU BİRLİKTE GELİŞTİRİYOR, BİRLİKTE BAŞARIYOR" TEKNOLOJİDE KADIN "YENI SÜREÇTE YERLILIĞIN ÖNEMINI ARTIRMASINI BEKLIYORUM" DEPARTMAN "ÖNCELIĞIMIZ DAHA SAĞLIKLI ÇALIŞMA ORTAMLARI OLUŞTURMAK" İŞ ORTAĞI "BÜTÜNSEL BIR SÜRDÜRÜLEBILIRLIK YAKLAŞIMINI BENIMSIYORUZ" YAKIN PLAN SAVAŞTAN BARIŞA HAYATIN IÇINDEN SAVUNMA SANAYII MİLLİ TEKNOLOJİLER "START-UP’LAR ILE YAKIN ILIŞKILER KURMAK ŞIRKETLERIN DIJITAL DÖNGÜSÜNÜ HIZLANDIRACAKTIR" İYİ FİKİR "YABANCI ALTYAPIYI YERLISİ ILE DEĞIŞTIRME HEDEFINDEYIZ" GİRİŞİM EKOSİSTEMİ "KRIZDE DOĞAN FIRMALAR DAHA GÜÇLÜ YOL ALIYOR" MERCEK INSAN KAYNAKLARININ LIDERLIK ANI

52 54 56 60 66 72 76

GÜNDEM MAVİ VATANIN MİLLİ VE YERLİ GURURU ORUÇ REİS İTO-BTM HABERLER SSB HABERLER TREND E-OYUNDA YENI SKOR GELECEĞİN TEKNOLOJİLERİ AKILLI ÜRETIM ÇAĞI FABRİKA 4.0 LENS SAVUNMA SANAYİİ TEKNOLOJİLERİ ÇEVRECİ TEKNOLOJİLER 50 MILYON TONLUK BÜYÜK PROBLEM: E-ATIK


TEKNOPARK İSTANBUL A.Ş. ADINA İMTIYAZ SAHIBI Bilal TOPÇU YAYIN KURULU Cem DURAN, Özgür ÖZÇELİK, Mert SARIYILDIZ, Beril OLGUN, Yunus ERDAL, Ahmet Burak AKŞİT İLETIŞIM SANAYI MAH. TEKNOPARK BULVARI NO:1/9A 34906 PENDIK/İSTANBUL, TÜRKİYE +90 216 999 70 00 www.teknoparkistanbul.com.tr info@teknoparkistanbul.com.tr

YAYINA HAZIRLIK GENEL YAYIN YÖNETMENI Selda YEŞİLTAŞ YAYINLAR KOORDİNATÖRÜ Murat ERDOĞAN BAŞ EDİTÖR Peri ERBUL EDITÖRLER Deniz İYİDOĞAN, Emel ALTAY, İlker YAĞMUR, Zeynep TÜTÜNCÜ GÜNGÖR

TURKCELL DERGILIKTE'yiz

GÖRSEL YÖNETMENLER Ercan YAVUZ, Erkan ALTINDAĞ, Yılmaz MERMER MUHABİR Gizem İRİS FOTOĞRAF EDİTÖRÜ Fatih YALÇIN İLETIŞIM RUMELI CADDESI RUMELI PASAJI YUNUS APT. NO: 45 KAT: 3 NIŞANTAŞI - ŞIŞLI / İSTANBUL +90 212 236 00 50 www.viyamedya.com, viya@viyamedya.com

TÜRK TELEKOM E-DERGİ'deyiz

/viyamedya BASKI Özgün Ofset


T E K N O PA R K ' TA N

TÜRKİYE’NİN İLK SİBER GÜVENLİK MESLEK LİSESİ TEKNOPARK İSTANBUL’DA AÇILDI Türkiye’nin ilk siber güvenlik mesleki ve teknik lisesi, Teknopark İstanbul yerleşkesi içinde açıldı. İlk kez bu yıl öğrenci alan okul, siber güvenlik ekosistemine nitelikli eleman yetiştirecek, yerli ve milli siber alanın güçlenmesine katkı sunacak. Son yıllarda ülkelerin güvenlik stratejileri içinde kendine geniş bir yer bulan siber güvenlik, dünyanın dijitalleşme hızı arttıkça önemini katlıyor. Dünyada siber saldırılara karşı geliştirilecek en

6

güçlü stratejinin ise eğitimden ve bilinçlenmeden geçtiği vurgulanıyor. Dünyanın en fazla siber saldırıya maruz kalan ülkelerinden olan Türkiye de siber güvenlik alanında daha korunaklı hale gelmek, siber

güvenlik ekosistemini geliştirmek ve nitelikli insan kaynağı eksiğini gidermek için çalışmalar yapıyor. Siber güvenlik ekosisteminin gelişimine katkı sunmak amacıyla atılan adımlardan biri de Türkiye’nin bu alanda eğitim verecek olan ilk mesleki ve teknik lisesini hayata geçirmek oldu. Teknopark İstanbul içerisinde açılan Teknopark İstanbul Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nin (MTAL) iş birliği protokolü imza töreni, 22 Temmuz tarihinde İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç, Teknopark İstanbul Genel Müdürü Bilal Topçu, Milli Eğitim Bakanı Danışmanı Gökhan Yücel, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Levent Yazıcı ve iş dünyası ile kamu kurum ve kuruluşlarından çok sayıda ismin katılımı ile gerçekleşti.


TEKNOPARK’TA STAJ İMKANI İş dünyası ve kamu iş birliğinin en başarılı örneklerinden biri olan okula, bu sene 30 öğrenci alındı. LGS puanıyla öğrenci alan liseye, yüzde 1’lik dilime giren öğrenciler de yoğun ilgi gösterdi. Eğitim öğretim süresi beş yıl olan okulda, bilişim teknolojileri ağ işletmenliği ve siber güvenlik alanında eğitim dili İngilizce olacak. Hazırlık sınıfında ise Rusça eğitim verilecek. Siber güvenlik tatbikatı laboratuvarı, sızma testi, adli bilişim laboratuvarı, yapay zeka ve robotik kodlama atölyelerinin yer alacağı Teknopark İstanbul MTAL’de eğitim görecek öğrencilere, Teknopark İstanbul içinde faaliyet gösteren ve siber güvenlik çalışmaları yürüten firmalar tarafından staj imkanı da sağlanacak. Okulun bulunduğu Teknopark İstanbul içinde konaklama ve yemek ihtiyaçlarının karşılanacağı modern bir kampüs de oluşturuldu; bu sayede okul, İstanbul dışından da öğrenci alabilecek. OKULDA UYGULAMALI EĞITIM VERILECEK İmza töreninde konuşan Teknopark İstanbul Genel Müdürü Bilal Topçu, okula ve öğrencilere sağlanacak imkanlara dikkat çekerek, “Bu lisede eğitim görecek gençlerimizin, ülkemizin geleceğine ışık tutacağına inanıyoruz. Öğrencilerimiz, burada

teorik bilginin yanında uygulamalı eğitim de alarak, sektöre fark katacak yerli ve milli siber güvenlik çalışmalarıyla ön plana çıkacaklar. Öğrencilerimiz, 2021’de açılışını yapacağımız Siber Güvenlik Kuluçka Merkezi’ndeki girişim şirketlerimizde ve ev sahipliği yaptığımız kuruluşlarda staj yapma imkanı bulacaklar. Ayrıca girişimci ruha sahip öğrencilerimiz, siber güvenlik kuluçka merkezinde yenilikçi girişim fikirlerini hayata geçirebilecekler” dedi. DIJITAL VARLIKLAR MILLI İMKANLARLA KORUNACAK İstanbul’da ve Türkiye’de bir ilke imza atıldığını ifade eden Vali Ali Yerlikaya, “Sayın Cumhurbaşkanımızın öncülüğünde Milli Eğitim

Bakanlığımızca başlatılan 2023 Eğitim Vizyonu çerçevesinde, siber güvenlik lisemizi açtık. Türkiye’nin teknoloji üssü, İstanbul’un teknoloji geliştirme merkezi Teknopark İstanbul bünyesinde, savunma sanayiinin kalbinde yer alan okulumuz, bu alanda çok önemli bir açığı kapatacak” dedi. Öğrencilerin Teknopark İstanbul MTAL’de alacakları eğitim sayesinde, yerli ve milli imkanlarla dijital ekosistemin içinde yer edineceklerini aktaran Vali Yerlikaya şöyle devam etti: “Meslek liselerimiz sayesinde sahip olduğumuz enerji ve zekayı en verimli şekilde sahaya yansıtabiliyoruz. Gençlerimiz, bu okullarda öğrendiklerini uygulayabiliyor, keşfediyor, üretiyor, hayallerini ve umutlarını özgürce gerçekleştirme fırsatı yakalıyor.” ÜNIVERSITELERE ROL MODEL OLACAK İTO Başkanı Şekib Avdagiç ise, “İstanbul ve Türkiye için ilk olacak ama ben bunun çok örnek bir adım olduğunu, önümüzdeki yıllarda bu liselerin artacağını düşünüyorum” dedi. Okulun üniversitelerde güvenlik eğitiminin lisans ve ön lisans seviyesinde devreye alınmasında önemli bir rol model olacağını ifade eden Avdagiç, yerli ve milli güvenliğin tam olarak sağlanabilmesi için bu alanda iyi yetişmiş insan kaynağına ihtiyaç olduğuna dikkat çekerek sözlerini tamamladı.

7


T E K N O PA R K ' TA N

“GIRIŞIM SERMAYESI YATIRIM FONU” IÇIN İMZALAR ATILDI Türkiye yeni bir girişim sermayesi yatırım fonuna sahip oluyor. Vakıf Katılım, Albaraka Türk ve Bilişim Vadisi ortaklığında kurulacak “Girişim Sermayesi Yatırım Fonu” için ilk imzalar atıldı. 100 milyon lira sermayeli fon, özellikle yüksek teknoloji ve inovatif konularda çalışmalar yapacak start-up şirketlerine destek sağlayacak. Vakıf Katılım, Albaraka Türk ve Bilişim Vadisi ortaklığında, 100 milyon lira sermayeyle kurulacak Girişim Sermayesi Yatırım Fonu için ilk imzalar 5 Eylül tarihinde atıldı. Bilişim Vadisi Eren Bülbül Konferans Salonu’nda düzenlenen Bilişim Vadisi Girişim Sermayesi Yatırım Fonu imza törenine Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Bilişim Vadisi Genel Müdürü Serdar İbrahimcioğlu, Vakıf Katılım Yönetim Kurulu Başkanı Öztürk Oran, Vakıf Katılım Genel Müdürü İkram Göktaş, Albaraka Türk Genel Müdürü Melikşah Utku ve Albaraka Portföy Yönetimi Genel Müdürü Emin Özer ile birlikte yetkililer katıldı. “2023’E KADAR EN AZ 10 TURCORN ÇIKARABILIRIZ” Törenin açılış konuşmasını yapan Teknoloji ve Sanayi Bakanı Mustafa

Varank, katma değerli büyümeye giden yolda, yeni teknolojileri odağına alan parlak fikirlere ihtiyacımız var dedi ve şöyle devam etti: "Gençlerimiz küresel gelişmeleri yakından takip ediyor. Biyoteknoloji, yapay zeka, siber güvenlik, mobil uygulamalar gibi alanlarda potansiyelimiz büyük. 2023'e kadar en az 10 TURCORN çıkarmayı umuyoruz."

Öztürk Oran konuşmasında, “Bu fon sayesinde destekleyeceğimiz pek çok firma ve projenin, yakın zamanda ülkemizin teknolojik değişimine önemli katkılar sunacağını göreceğiz” derken; Melikşah Utku ise, “Pandemi sürecine rağmen sayın bakanımız bize destek verdi. Öncüler yol açarlar ama bir defa yol açıldı mı da başarılar geliyor olacak” dedi.

VAKIF KATILIM’DAN TEKNOPARK’A ZIYARET Milli teknoloji hamlesi kapsamında KOBİ’lerin teknoloji yatırımları ve Ar-Ge çalışmaları için ihtiyaç duydukları finansal kaynakların çeşitlendirilmesi amacıyla, Vakıf Katılım Genel Müdür Yardımcısı Bülent Taban, KOBİ Birim Müdürü Bilal Şişman ve Merkez Şube Müdürü Sait Zekeriya Özgel, Teknopark İstanbul’u ziyaret ederek, Genel Müdür Bilal Topçu ile verimli bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmede Vakıf Katılım’ın KOBİ’lere özel hazırlamış olduğu finansal paketler hakkında bilgi verilirken, ayrıca KOSGEB’in KOBİ’lere yönelik Teknolojik Ürün Yatırım Destek Paketi ile birlikte Vakıf Katılım’ın Teknopark İstanbul’daki

8

firmalara sunabileceği hizmetler üzerine konuşuldu. Ziyarette Vakıf Katılım’ın teknolojik gelişmeleri

desteklemeye yönelik oldukça istekli olduğunu belirten Bülent Taban, “Eylül ayı içerisinde Bilişim Vadisi'ndeki firmaları destekleyecek şubemizi açtık. Ayrıca 100 milyon TL büyüklüğünde bir girişim sermayesi yatırım fonu kurulmasında ortak olarak geleceğin teknoloji yatırımlarına güçlü desteğimizi ve inancımızı gösterdik. Finansal kaynaklarımızla Teknopark İstanbul’daki firmaların da yanında olmaya hazırız” dedi. Teknopark İstanbul Genel Müdürü Bilal Topçu ise Bilişim Vadisi’ndeki gelişmeleri yakından takip ettiklerini ve yatırım fonlarının girişimlere önemli bir ivme kazandıracağını belirtti.


TEKNOPARK İSTANBUL SIFIR ATIK BELGESİ ALAN İLK TEKNOPARK OLDU Temel Sıfır Atık Belgesi almaya hak kazanan ilk özel şirket ve teknopark olan Teknopark İstanbul, aldığı bu belge ile girişim dünyasına sağladığı katma değerin yanında dünyanın geleceğinde üstlendiği rolü de tescillemiş oldu. Teknopark İstanbul, İstanbul Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nden Temel Sıfır Atık Belgesi alan ilk özel şirket oldu dolayısıyla bu belgeyi alan ilk teknopark unvanına da hak kazandı. Teknopark İstanbul bünyesinde, sıfır atık projesi kapsamındaki çalışmalar 2019 yılında başladı. Projenin yürütücüsü konumunda bulunan Teknopark İstanbul İdari İşler ekibinin sıfır artık projesi çerçevesinde aldığı eğitimleri tamamlayıp, eğitimlerden aldıkları bilgiyi ekosistemin işleyişine ve firmalara katması ile hak edilen belge, Teknopark İstanbul’un girişim dünyasına sağladığı katma değerin yanında dünyanın geleceğinde üstlendiği rolün de tescili oldu. Proje kapsamında Teknopark İstanbul’da yer alan firmalara ve personellere sıfır atık konusunda eğitim verilerek, farkındalık oluşturulması sağlandı. Ardından Teknopark İstanbul Çevre Danışmanı tarafından hazırlanan Sıfır Atık Uygulama Rehberi, tüm Ar-Ge firmaları ile hizmet alınan işletmelere iletildi. Böylece ticari alanlar, Atık Yönetimi kapsamında denetlenmiş oldu.

Tüm bu hazırlıkların ardından planlı hareket eden ekip, 2020’nin ağustos ayı itibarıyla Temel Sıfır Atık Belgesini alarak çevreye duyarlılığını belgeledi. Teknopark İstanbul’un sıfır atık projesi kapsamında bundan sonraki hedefi ise gümüş, altın ve platin sıfır atık belgelerini almak.

FEV KOORDINATÖRLÜĞÜNDE “YEŞIL ARAÇLAR” GELIŞTIRILECEK Teknopark İstanbul’un; otomotiv sektöründe araç geliştirme, yazılım, otonom sürüş, konvansiyonel ve elektrikli itki sistemleri geliştirme alanlarında anahtar teslim mühendislik çözümleri sunan firması FEV Türkiye’nin paydaşlarından biri olduğu, Uzun Mesafe Ağır Hizmet Kamyonları ve Yolcu Otobüsleri için Verimli ve Çevre Dostu Aktarma Organlarının Geliştirilmesi (LONGRUN) projesi, Avrupa Birliği Horizon 2020 Araştırma ve Yenilik

Programı 874972 numaralı hibe sözleşmesi kapsamında desteklenen; 13 ülkeden, 30 paydaşı bir araya getiren ve FEV’in koordinatörlüğünde 42 ay sürecek olan, yaklaşık 30 milyon Euro bütçeli bir Yeşil Araçlar projesidir. FEV liderliğinde toplanan konsorsiyum, proje kapsamındaki hedeflerini; araç yakıt deposundan

tekerleğe yüzde 10 enerji tasarrufu, içten yanmalı motorlarda yüzde 50’den fazla termal verim ve CO2 salınımında yüzde 90’lık bir düşüş olarak açıkladı. Bu amaçla, uzun mesafe ağır hizmet kamyonlarında hibritleşmeyi sağlayacak elektrikli aks geliştirilmesi çalışmaları; FEV Türkiye, Ford Otosan ve FEV Europe ortaklığında Ocak 2020’den beri başarıyla yürütülmektedir. Projeye https://h2020-longrun.eu/ linkinden ulaşabilirsiniz.

9


T E K N O PA R K ' TA N

TEKNOPARK İSTANBUL TTO, ISIF’20’DEN 7 ÖDÜLLE DÖNDÜ Teknopark İstanbul TTO, Türkiye'nin gelişimine ve ilerlemesine katkı sunan ISIF’20 yarışmasından iki altın, iki gümüş ve üç bronz madalya ile döndü. Türkiye’nin ve dünyanın ilerlemesine ve gelişimine değer katacak buluş, Ar-Ge ve inovasyon çalışmalarının yerel ve global katılımcılarla buluşturulması ve ortaya konan bilgi ve fikirlerin ticarileştirilip toplumun yararına sunulması amacıyla, 2016 yılından bu yana gerçekleştirilen İstanbul Uluslararası Buluş Fuarı’nın (ISIF) 2020 baskısı, 28 Eylül tarihinde gerçekleşen ödül töreni ile sona erdi. T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Türk Patent, International Federation of Inventors’ Associations (IFIA), Türkiye Teknoloji Takımı, Avrupa Patent Ofisi ve World Intellectuel Property Organization’ın desteği ile yapılan yarışmaya başvuran projeler, 5 Ağustos-27 Eylül tarihleri arasında, pandeminin yarattığı kısıtlardan dolayı çevrim içi ortamda gerçekleşti. Yarışmaya ilk kez geçtiğimiz sene katılan Teknopark İstanbul TTO, bu seneki edisyonda 10 firma ile yer aldı ve büyük bir başarıya imza attı. Teknopark İstanbul Teknoloji Transfer Ofisi’nin (TTO) yoğun destekleri ve gerekli

İnsansız Su Altı Robotu” projesi ile bronz altyapıyı temin etmesi ile yarışmaya madalya alan firmalar oldu. daha konsantre şekilde hazırlanan Trexo İnovasyon firması “Görüntü firmalar, sahip oldukları teknolojik bilgiyi İşleme ile Kontrol Edilebilen Video Çekim somutlaştırma noktasında büyük başarı Aracı”, Medion Arge “Sağlık Danışmanlık elde ettiler. TTO’nun destekleri sayesinde Kemikler Arası Mesafe ve Yumuşak Doku Teknopark İstanbul firmaları yarışmadan Gerinimini Tespit Eden Cerrahi Ölçüm iki altın, iki gümüş ve üç bronz madalya Aleti” ve Advens Mühendislik de “Modüler ile geri döndü. Teknopark İstanbul’un Yüzer Sistemlerde Kullanılmak Üzere kuluçka merkezinde çalışmalarını Sökülebilir Kilit Tertibatı” projeleri ile yürüten Hümeyra Ergin “Işıklı Yol” yarışmaya katılan ve sertifikalandırılan projesi ve Dunya 360 firması “DUNYA diğer firmalar oldu. 360 VR Maker Kit” çalışması ile altın madalya alırken; Eurobotik “Bir Yörünge Kayıt Kolu” projesi ve Yonga Teknoloji Mikroelektronik Age “Balık Sayma Makinesi ve Sistemi” ile gümüş madalyaya hak ÖDÜL ALAN FİRMALAR kazandılar. Bacpolyzyme l Işıklı Yol Projesi Altın Madalya Bı̇ yomühendı̇ slı̇ k “Bir l Dünya 360 Altın Madalya Bı̇ yolojı̇ k Esaslı Malzeme l Eurobotik Gümüş Madalya ve Bunu Üretme Yöntemi”, l Yongatek Gümüş Madalya Gelecek Yazılım Mühendislik l Bacpolyzyme Bı̇yomühendı̇slı̇k Bronz Madalya “Hazır Barkotlu Kan Alma l Gelecek Yazılım Mühendislik Bronz Madalya Tüpü Eşleştirme Metodu ve l Akkoç Teknoloji Bronz Madalya Cihazı”, Akkoç Teknoloji “Bir

DÜNYANIN GÖRÜNTÜ İŞLEME TEKNOLOJİSİNE SAHİP Fotoğraf üzerinden rota planlaması İLK MASAÜSTÜ DOLLY’Sİ yapabilen dünyanın görüntü işleme Teknopark İstanbul firmalarından Trexo İnovasyon, fotoğraf üzerinden rota planlaması yapabilen dünyanın görüntü işleme teknolojisine sahip ilk masaüstü dolly’si Trexo Wheels’i Amerika’da başlatılan Kickstarter kampanyası ile duyurdu. Trexo Wheels düz zeminler üzerinde lineer, dairesel ve komplike görüntüler alınmasını sağlıyor. Sınırsız ve özgürce rota çizilmesini sağlayan ürün ile komplike kamera hareketlerinin kontrolü sezgisel tasarıma sahip iOS ve Android uygulamaları üzerinden gerçekleştirebiliyor. Trexo Wheels ile her türlü kamera hareketlerini tek bir tuşla TimeLapse videolara dönüştürmek ve üzerinde bulunan port sayesinde kamerayı istediğiniz şekilde tetiklemek mümkün. Kullanıcılar mobil bir cihaza ihtiyaç duymadan lineer ve dairesel hareketleri Trexo Wheels’e öğreterek çok pratik ve hızlı bir şekilde etkileyici çekimler yapabiliyor.

10

teknolojisine sahip ilk masaüstü dolly’si Teknopark İstanbul’dan çıktı.



T E K N O PA R K ' TA N

TEKNOPARK İSTANBUL BAYRAĞI TÜRKİYE’NİN ZİRVESİNE TAŞINDI Teknopark İstanbul çalışanlarından Ceyhun Özkan ve Burak Saral, Türkiye’nin en yüksek zirvesi olan Ağrı Dağı’na tırmanarak, Teknopark İstanbul bayrağını dalgalandırdı. İkili, asıl hedeflerinin ise yedi kıtanın en yüksek yedi zirvesine ulaşarak bayrağımızı dalgalandırmak olduğunu söylüyor.

Teknopark İstanbul İdari İşler Müdürü Ceyhun Özkan ve Bilişim Teknolojileri Kıdemli Uzmanı Burak Saral, Türkiye’nin en yüksek doruğu olan (5.137 m) Ağrı Dağı zirvesine 11 kişilik bir ekip ile birlikte ulaşmayı başardı. Daha önce de birlikte tırmanışlar yapan ikili, uzun zamandır rotaları arasında olan Ağrı Dağı’na çıkmanın önemini Türkiye’nin “en yüksek”i olması şeklinde açıklıyorlar. Özkan ve Saral, Türkiye’de en zorlu hedefi gerçekleştirmenin, yedi kıtanın yedi zirvesine tırmanma noktasında önem arz ettiğinin altını çiziyorlar. Özkan ve Saral, dört gün süren tırmanış boyunca birçok zorlukla karşılaştıklarını aktarıyorlar. Ağrı Dağı’na tırmanmanın hem zor hem de kolay olduğunu dile getiren Ceyhun Özkan, bunun sebebini “Doğru ekipmanlara

12

sahipseniz, doğru eğitimleri aldıysanız, vücut olarak zor şartlara dayanıklıysanız, iyi bir ekip ile beraberseniz, tırmanış tarihiniz doğru zamanda planlanmışsa, kondisyon ve mental olarak dağa hazırsanız, Ağrı dağına tırmanmak kolay denebilir. Ancak dağlarda hiç hesapta olmayan ve yaşamadan bilemeyeceğiniz bir durum var; yükseğe uyum! Bu, uzman bir dağcı için de her zaman zirveye ulaşmaya engel olabilecek bir konu” şeklinde açıklıyor. Burak Saral ise, Ağrı Dağı’nın “çok yüksek irtifa” kategorisine girdiğini belirterek, “-35 derece civarında sıcaklıklara şahit olabileceğiniz Ağrı Dağı zirvesinde deniz seviyesindeki bir şehre göre yüzde 49 oranında daha az oksijen bulunuyor. Bu sebeple çok yüksek irtifaya sahip dağların zirvesine bir günde çıkamıyoruz.

Bizler aklimatizasyon için kademeli olarak yükselip inerek vücudumuzun o yükseklikte az oksijen ile yaşamaya adapte olması için çaba sarf ederiz. Bu adaptasyonunun sonunda da zirveye ilerleriz” diyor. Teknopark İstanbul’un sunduğu maddi manevi desteğin kendileri ve hedefleri için büyük bir anlam taşıdığını ifade eden Özkan ve Saral, bu tür hedeflere ulaşılabilmesi için sponsorluğun önemli olduğuna dikkat çekiyor. İkili, gerekli sponsorluk bütçelerini sağlayabilirlerse; 2021 yılında Afrika kıtasının en yüksek zirvesi (5895 m) Kilimanjaro, Antarktika kıtasının en yüksek zirvesi (4892 m) Vinson ve Kuzey Amerika kıtasının en yüksek zirvesi (6194 m) Denali dağlarından biriyle yollarına devam etmek istediğini söylüyor. Gelecekteki hedefleri yedi kıtanın en yüksek yedi zirvesine (Seven Summits Yedi Zirveler) ulaşmak olan Özkan ve Saral “Bizler bu sporla şirketimizi ve ülkemizi en iyi şekilde tanıtarak daha nice zirvelerde temsil etmeyi umut ediyoruz. Hayalimiz Cumhuriyetimizin 100. yılı olan 2023’te 8 bin 848 metre yüksekliği ile dünyanın zirvesi Everest’e tırmanarak bayrağımızı dalgalandırmak” diyor.


ŞİMDİ YÜKSELME ZAMANI

ticaretedutr


C U B E I N C U B AT I O N

CUBE INCUBATION 2020 YILI 2. VE 3. DÖNEM GİRİŞİMLERİNİ KABUL ETTİ Yeni dönem girişimleri online olarak değerlendirmeye devam eden Cube Incubation, kuluçka merkezine girmeye hak kazanan firmaların, girişim yolculukları boyunca ihtiyaç duyacakları her türlü bilgi ve donanıma sahip olmalarına olanak sağlıyor. Cube Incubation, yeni dönem girişimleri için web sitesi üzerinden aldığı başvuruları online olarak değerlendirmeye devam ediyor. Başvurular sisteme düştükten sonraki hafta, başvuru sahipleri ile ön değerlendirme görüşmesi ayarlıyor. Ön değerlendirmeden olumlu geçen girişimler, senede dört kez toplanan Kuluçka Değerlendirme Komisyonu’na sunum gerçekleştirebiliyor. Değerlendirme sunumlarının da online devam ettiği bu dönemde, Cube Incubation geçtiğimiz iki başvuru dönemi ile birlikte portföyüne derin teknoloji geliştiren 32 yeni girişim kattı. Girişimlerin kuluçka merkezinin imkanlarından faydalanmaya başlaması için Cube Camp adı verilen hızlandırma programında eğitimlerini tamamlamaları gerekiyor. Girişimciler Cube Camp’e

ekip olarak katılım sağlayabiliyor. Cube Camp’te girişimciler hukuk, finans, insan kaynakları, pazarlama, yatırım süreçleri, iş modeli, fikri haklar yönetimi, proje yönetimi ve ürün yönetimi eğitimlerine ücretsiz

DEEPTECH.IST PROJESİ EYLÜL AYINDA BAŞLADI! İstanbul Kalkınma Ajansı ile yürütülen bir diğer proje olan Derin Teknolojili Girişimler için Uluslararası Kuluçka Merkezi Projesi: Deeptech.ist, Eylül ayı itibarıyla faaliyete geçti. Proje kapsamında girişimlerin genel olarak yaşadıkları problemlere çözüm yolları bulunması, global dünyaya açılmalarındaki engellerin kaldırılması ve uluslararası standartlarda değerlendirilecek konuma gelmeleri için en uygun metotlar ile derin teknoloji tabanlı girişimlere hizmet verilecek.

14

bir şekilde erişebiliyorlar. Eğitimler sayesinde girişimciler; başlamış oldukları girişim yolculuğu boyunca ihtiyaç duyacakları konulara, program sayesinde kısa bir süre içerisinde erişebilme imkanı yakalıyor.


REJENERASYON-20 YOĞUN BİR MARATONUN ARDINDAN TAMAMLANDI Cube Incubation’ın yürütücüsü ve İSTKA’nın destekleyicisi olduğu Girişimcilik Ekosistemi Yenilenme Projesi: Rejenerasyon-20 programı, Demo Day etkinliği ile sona erdi. Program kapsamında 10 girişim sektörlere ve iş dünyasına tanıtıldı. Teknopark İstanbul’un kuluçka merkezi Cube Incubation’ın yürütücüsü olduğu ve İstanbul Kalkınma Ajansı tarafından desteklenen “Girişimcilik Ekosistemi Yenilenme Projesi: Rejenerasyon-20”, sekiz haftalık yoğun bir tempodan sonra Demo Day etkinliği ile sonlandı. Birbirinden değerli 10 girişimin yer aldığı etkinlikte girişimcilerin evde yaşamı iyileştiren, uzaktan çalışmaya katkı sağlayan, lojistik/erişim problemlerine çözüm bulan ve sosyal hayata katkı sağlayan projeleri yatırımcılara, sektör temsilcilerine ve kurumsal şirketlere tanıtıldı. İstanbul Kalkınma Ajansı (İSTKA) Genel Sekreteri İsmail Erkam Tüzgen ile Teknopark İstanbul Genel Müdürü Bilal Topçu’nun katılımı ve startups. watch Kurucusu Serkan Ünsal’ın moderasyonunda düzenlenen etkinlikte Diffusion Capital Partners Kurucu Ortağı Fırat Özpınar ve Boğaziçi Partners’tan Kenan Çolpan jüri olarak yer aldı. Türkiye’nin en kapsamlı dijital hızlandırma ve danışmanlık programı Rejenerasyon-20’yi tamamlayan girişimler ve faaliyet alanları ise şöyle: l Cloudpeer: imza.io’nun elektronik imza tabanlı süreç, yenilikçi dijital kanal ve doküman yönetimi platformu.

Proje, kamu ve özel sektörün, elektronik imza tabanlı dijital kanal, süreç ve ve doküman yönetimini etkin ve verimli şekilde yürütebilmesi için bulut tabanlı bir platform çözümü oluşturmak üzerine geliştiriliyor. l Dunya 360: Sanal gerçeklik teknolojisi ile emlak gezintileri yapmaya imkan tanıyan uygulama ile mobil telefonlarla 360° fotoğraf çekip sanal tur oluşturulabiliyor. l Exhibin: Gerçek müşteriler için sanal fuar ve video sergi platformu sunan Exhibin’de organizatörler canlı fuar düzenleyebiliyor ve katılımcılar, online fuarları listeleyerek bir fuarda ihtiyaç duydukları tüm faaliyetleri dijital ortamda gerçekleştirebiliyor. l FlexyTime: Uzaktan verimli çalışmaya imkan sağlayan otomatik zaman takip, verimlilik ölçüm ve raporlama programı FlexyTime çalışma ekiplerinin zamanlarını hangi işlerde harcadığını otomatik raporlar ile tespit edebiliyor. l FluAI: Ürün, üst solunum yolu enfeksiyonu semptomlarına sahip bireylere boğaz görüntüsü ve

şikayetleri üzerinden AI destekli kişisel analiz ve öneriler veriyor. l Marinspector: Bağlantı sorunlarına karşı dayanıklı video konferans tabanlı uzaktan teftiş ve yardım sistemi olan Marinspector, otomatik raporlama, güvenli iletişim, kanıta dayalı teftiş gibi anahtar özellikler içeriyor. l MobilMed: Kalp rahatsızlığı olan hastaların evden EKG ölçümlerini doktorları ile paylaşmalarına imkan veren MobilMed; kalp hastalarının hastanelerde holter sırası bekleme sürelerini ortadan kaldırıyor. l Nworkee: Bu mobil uygulama, B2B sınır ötesi ticaret yapanların ve yapmak isteyenlerin birbirleriyle eşleşip, doğrudan ve hızlı bir şekilde iletişim kurmalarını sağlıyor. l Smart Meet: Canlı yayın ve online toplantı servisleri ile kurumların dijitalleşmesine yardımcı olacak yeni nesil görüntülü iletişim çözümlerini bulut marketlerde sunuyor. l Xena Vision: Computer vision alanı özelinde kameralardan insan tespiti, insan aktivite tespiti, acil durum tespiti yapmak üzere geliştirilen bir teknoloji.

15


TTO HABERLER

ENDÜSTRİYEL TASARIM TESCİLİ TEKNODESTEK PROGRAMINA DAHİL EDİLDİ Teknopark İstanbul Teknoloji Transfer Ofisi (TTO) TEKNODESTEK programı kapsamında sağlanan, patent ve faydalı model başvuru desteğine, 2020 ocak ayı itibarıyla endüstriyel tasarım tescilleri için yapılacak başvuruları

da ekledi. Günlük hayata ve çalışma dünyasına estetik, ergonomi ve kullanım kolaylığı sağlayan yeni görsellerin korunmasına yönelik yapılan endüstriyel tasarım tescilleri, tasarım sahibine verdiği tekel hakkının yanında 25 yıllık bir koruma da sağlıyor. Koruma süresince ürünü üretme, satma, ticari amaçla kullanma hakkı tescil sahibine ait olacak. Tasarım tescillerinde, yenilik oldukça önemli olup ürünlerin sadece görsel formlarını koruma altına alıyor. Yenilik içeren tasarımların tescil durumunu değerlendirmek ve bilgi almak isteyen firmalar, Teknopark İstanbul Teknoloji Transfer Ofisi Sınai Mülkiyet Hakları birimi ile iletişime geçebilirler. TTO, 2020 yılı ocak ayı itibarıyla yedi Ar-Ge firmasına patent başvuru desteği, üç Ar-Ge firmasına endüstriyel tasarım tescili desteği verdi.

TTO’DAN FİRMALARA ÖZEL PATENT EĞİTİMİ TTO, fikri ve sınai mülkiyet hakları (FSMH) kapsamında Teknopark İstanbul bünyesinde yer alan Ar-Ge firmalarına, özel patent eğitimi veriyor. TTO, verdiği bu eğitimlerle hem Ar-Ge kültürünün gelişmesini hem de firmaların ortaya koydukları ürünlerin sayısını artırmasını hedefliyor. Teknopark İstanbul Teknoloji Transfer Ofisi (TTO), firma özelinde, patent konusunda farkındalığı artırmaya yönelik çalışmalarına hız kesmeden devam ediyor. Özellikle tescil kültürünün oturması ve Ar-Ge mühendislerinin farkındalığının artması yönünde eğitimler düzenleyen TTO, genel bilgilendirmeye yönelik verdiği eğitimlerin dışında ihtiyaca yönelik konular özelinde de eğitimler veriyor. Bu eğitimlerden sonuncusu Soylu Patent firmasının kurucusu Avrupa Patent Vekili Ekrem Soylu tarafından Altınay Havacılık ve İleri Teknolojiler firmasına verildi. 10 Eylül tarihinde gerçekleştirilen fikri ve sınai mülkiyet hakları eğitimi ile Ar-Ge mühendislerine

16

farkındalık kazandırılmaya çalışıldı. TTO, düzenlediği bu eğitimlerle, firmaların Ar-Ge çalışmalarının tescil çıktılarını artmasını hedefliyor. İhtiyaca

yönelik eğitim düzenlemek veya bilgi almak isteyen firmalar, Teknopark İstanbul Teknoloji Transfer Ofisi ile iletişime geçebilirler.


TTO HİZMETLERİ ARALIKSIZ DEVAM EDİYOR Teknoloji Transfer Ofisi, pandemi süresince verdiği online hizmetler ve düzenlediği etkinliklerle, Teknopark İstanbul bünyesinde yer alan Ar-Ge firmalarına kesintisiz destek vermeye devam etti. Teknoloji Transfer Ofisi (TTO), pandemi sürecinde Teknopark İstanbul’da yer alan Ar-Ge firmalarına ve girişimcilere video konferans ve diğer iletişim araçları ile ulaşarak desteğini sanal ortam üzerinden devam ettiriyor. TTO, yılın üçüncü çeyrek döneminde gerçekleştirdiği etkinlik ve sunduğu hizmetlerle, girişimcilik ekosistemin kesintiye uğramadan hayata ve ekonomiye katma değer katmasına olanak sağladı. TTO; sanayi – sanayi iş birliği, üniversite – sanayi iş birliği, ulusal/uluslararası teşvik programları, sınai mülkiyet hakları ve kümelenme destekleri modülleri ile verdiği hizmetlerin yanında -sosyal mesafeyi koruyarak- firma ziyaretlerine de devam ediyor. TTO’nun 3. Çeyrekte Ortaya Koyduğu Etkinlik ve Hizmetler: l 24 firma ile sanayi - sanayi iş birliği kapsamında B2B görüşme organize edildi.

l 23 firma ile ulusal proje bilgilendirme

toplantısı yapıldı, 11 firmaya ulusal proje desteği verildi. l 5 firma ile üniversite-sanayi iş birliği bilgilendirme toplantısı yapıldı, 5 akademik danışmanlık hizmeti teklifi verildi. l 31 firma ile uluslararası proje bilgilendirme toplantısı yapıldı, 2 firmaya uluslararası proje desteği verildi. 21 firma ile “uluslararası proje iş birliklerine” yönelik toplantı yapıldı. l 47 firma ile patent konusunda bilgilendirme toplantısı yapıldı, 3 firmaya patent desteği verildi. l 12 uluslararası küme iş birliği

toplantısı gerçekleştirildi. l 19 ulusal küme iş birliği toplantısı gerçekleştirildi. l İstanbul Denizcilik Kümelenmesi Koordinasyon toplantısı gerçekleştirildi. l 5 yapay zeka kümelenmesi toplantısı gerçekleştirildi. l 2 yerinde firma ziyareti gerçekleştirildi. l 7. Uluslararası Çimento Teknolojileri Konferansı’na girişimci bir firma ile birlikte katılım gösterildi. l AB proje eğitimi düzenlendi. l AB projesine partner statüsünde başvuru gerçekleştirildi.

TTO, ULUSLARARASI ÇİMENTO TEKNOLOJİLERİ KONFERANSI’NA KATILDI Teknoloji Transfer Ofisi ekibi ve Teknopark İstanbul bünyesinde faaliyet gösteren Plustechno firmasının kurucusu Doç. Dr. Özlem Akalın, Teknopark İstanbul’da yer alan Ar-Ge firmalarının ve girişimcilerin sektöre entegrasyonu ve iş birliği fırsatlarını yakalayabilmesi adına 16 Temmuz tarihinde İzmir’de gerçekleşen 7. Uluslararası Çimento Teknolojileri Konferansı’na katıldı. Ekip, konferans esnasında, Plustechno firmasının patentinin ticarileştirilmesi adına yürütülen çalışmalar kapsamında, Türkiye çimento sektörünün önde gelen kurum ve yöneticileri ile de görüşmeler gerçekleştirdi. Bu kapsamda Doç. Dr. Özlem Akalın ile birlikte MedCem, Bursa Çimento, ÇİMKO, Aşkale Çimento ve Polisan Kimya yöneticileri ile görüşülerek, süreç hakkında bilgiler aktarıldı; görüş alışverişinde bulunuldu.

17


K A P TA N KÖ Ş K Ü

TÜBİTAK BAŞKANI

PROF. DR. HASAN MANDAL

"COVID-19 TÜRKİYE PLATFORMU BİRLİKTE GELİŞTİRİYOR, BİRLİKTE BAŞARIYOR" COVID-19 Türkiye Platformu çatısı altında salgının tedavisinde kullanılabilecek 8 farklı aşı ve 10 farklı ilaç projesi gerçekleştirdiklerini ifade eden TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal, favipiravir ham maddesini içeren “Favicovir” adlı ilacın geliştirildiğini ve resmi ruhsatlandırma işlemlerinin tamamlanarak, tedavilerde kullanılmaya başlandığını söylüyor. ÜBİTAK olarak, COVID-19’a karşı bilimsel ve teknolojik bir seferberlik başlattıklarını ifade eden TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal, bu seferberliğin bir yansıması olarak COVID-19 Türkiye Platformu’nu hayata geçirdiklerini söylüyor. Platform bünyesinde etki ve çözüm odaklı süreçler ve çalışmalar yürütüldüğünü aktaran Mandal, “Platformumuzda şu an tedavi odaklı 10 ilaç projesi ve bağışıklık kazanılmasına yönelik sekiz proje bulunuyor” diyor. Mandal, bu çalışmalardan birinin “Favicovir” adı altında ruhsatlandırılarak, COVID-19 tedavilerinde kullanılmaya başladığını da ekliyor. COVID-19 döneminde ortaya konan yerli ve milli teknolojilerin önemine de değinen Mandal, Türkiye’nin bu süreçte hem kendi yeterliliğini sağladığını hem de pek çok ülkeye yardım ettiğine dikkat çekerek, “Ülke olarak sahip olduğumuz bilimsel ve teknolojik kazanımları ülkemiz ve insanlık yararına değerlendirilerek etki sağlayan bir konumdayız” diyor.

T

18


TÜBİTAK olarak COVID-19 sürecini nasıl yönettiniz? Ne gibi yenilikler devreye alındı, mevcut çalışmalarda yeni bir yol haritası çizildi mi? TÜBİTAK olarak COVID-19’a karşı bilim ve teknoloji temelli önemli bir seferberliği hayata geçirdik. Bu süreç içerisinde TÜBİTAK’ın yeni stratejik yaklaşımında önemli yeri olan birlikte geliştirme odaklı bir model için hazırlık yaparak süreçlerimizi yönettik. Virüsün salgına dönüşebilme ihtimalleri dünyada daha yeni ele alınmaya başlanırken, nitelikli bilgi ve insan kaynağına dayalı çıktı ve etki odaklı süreçler için önem taşıyan birlikte geliştirme modelini temsil eden COVID-19 Türkiye Platformu’nun planlamasını sağladık. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımızın himayelerinde ve TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Gen Mühendisliği ve Biyoteknoloji Enstitüsü’nün koordinatörlüğünde aşı ve ilaç geliştirme süreçlerine yönelik kapsamlı bir platform oluşturduk. Platformumuzda şu an tedavi odaklı 10 ilaç projesi ve bağışıklık kazanılmasına yönelik sekiz proje bulunuyor. COVID-19 Türkiye Platformu’nda 32 farklı üniversiteden 118 araştırmacı, sekiz özel sektör kuruluşundan 38 araştırmacı, dokuz kamu Ar-Ge biriminden 67 araştırmacı ve 167’si STAR bursiyeri olmak üzere 213 bursiyerimiz yer alıyor. 49 farklı kurum ve kuruluştan toplam 436 araştırmacımız var gücüyle aşı ve ilaç geliştirme odaklı birbirinden değerli projelere katkılar sağlıyor. Bu açıdan baktığımızda ülkemizin Ar-Ge ve yenilik ekosistemi için önemli bir kazanımı, küresel salgın döneminin zorlukları içerisinde gerçekleştirdik. Yüksek teknoloji alanlarında devreye aldığımız Yüksek Teknoloji Platformları ve Sanayi Yenilik Ağ Mekanizması gibi yeniliklerimize salgın döneminde zorluklara karşı hız kazandırdık. Birlikte geliştirme odaklı modellerimizi salgın döneminde COVID-19 Türkiye Platformu’na yönelik yeni bir yol haritası çizilmesi için değerlendirdik. Salgın döneminde hız verdiğimiz yenilikleri de üç temel başlıkta özetlemek isterim. Birincisi, ortak bir güçlük karşısında ekosistemi seferber eden birlikte geliştirme yaklaşımına dayalı

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımızın himayelerinde ve TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Gen Mühendisliği ve Biyoteknoloji Enstitüsü’nün koordinatörlüğünde aşı ve ilaç geliştirme süreçlerine yönelik kapsamlı bir platform oluşturduk. Platformumuzda şu an tedavi odaklı 10 farklı ilaç ve bağışıklık kazanılmasına yönelik sekiz farklı aşı projesi bulunuyor. ekosistemin birlikte başarma odağında koordine edilmesidir. Burada COVID-19 Türkiye Platformu’nda sağladığımız koordinasyonun önemli bir yeri bulunuyor. İkincisi, COVID-19’a karşı mücadelede ekosistem aktörlerinin sürece dahil olmasını ve ekosistem seferberliğinin güçlendirilmesini sağlayan hızlı çağrılarıdır. Bu yenilik aracılığıyla da COVID-19 Türkiye Platformu’nun içerdiği ekosistem seferberliğini çeşitli destek programları altında açılan hızlı çağrılarla güçlendirdik. Bu çağrıların kapsamı tanı kitleri ve sistemleri ile sosyal ve beşeri bilimler alanına kadar uzanmıştır. Örneğin, “COVID-19 ile Mücadeleye Yönelik Çağrı” başlığı altında açılan KOBİ odaklı çağrımıza bir haftalık sürede 444 firma tarafından 446 başvuru aldık. Alınan başvurular iki haftadan daha kısa bir sürede değerlendirildi ve 35 proje 13,4 milyon TL bütçeyle desteklendi. Projelerde hızlı ve güvenilir tanı kitleri, yoğun bakım öncesi veya yoğun bakım sırasında yardımcı olabilecek cihazlar için yenilikçi tasarımlar, çeşitli özellikleri olan kameralar ile erken teşhis ve takip aşamaları için yapay zeka tabanlı çözümler, akıllı sağlık, teletıp uygulamaları ve destek sistemleri geliştiriliyor. Dezenfektan sentezi ve üretimi, yenilikçi maskeler, malzemeler ve koruyucu elbiseler de yine diğer ürün odaklı proje alanlarıdır. İlk üç ay içerisinde çağrı altında desteklenen projelerden ilk ticari ürünü elde ettik. Ekosistemden gelen talepler doğrultusunda açtığımız Stajyer Araştırmacı Burs Programı (STAR) çağrımızda da genç insan kaynağımızı

sürece dahil ettik. Çağrının açık olduğu 12 günde 70 farklı projede görev almak için başvuruda bulunan 340 bursiyer adayından yüzde 88’i desteğe hak kazanarak 118’i lisans, 85’i yüksek lisans, 70’i doktora öğrencisi ve 27’si doktora sonrası araştırmacımız, COVID-19 ile ilgili projelerde katkılarını ortaya koyuyor. STAR bursiyerlerimiz aşı, ilaç, tanı kitleri, tedavi yöntemleri, dezenfektan üretimi, biyomedikal, tıbbi maske, biyoinformatik ve tıbbi tekstil alanlarındaki projelerde önemli görevler alıyor. Sistemik güçlük içeren salgın dönemi ve sonrası için sosyal ve beşeri bilimlerin katkısının artırılması adına “COVID-19 ve Toplum: Salgının Sosyal, Beşeri ve Ekonomik Etkileri, Sorunlar ve Çözümler” başlığı altında bir çağrı açtık. Çağrının açık olduğu 15 günde ülkemiz içerisinden 680 ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden iki başvuru aldık. Bunlardan 102 proje için destek kararı verilerek salgına karşı mücadelemiz güçlendirildi. Ayrıca, girişimcilik boyutunda TÜBİTAK 1512 Bireysel Genç Girişim (BiGG) programında üç uygulayıcı kuruluşun hızlandırıcı programına ek bütçe tahsis edilerek 30 iş fikrini destekledik. Hızlı olarak açılan çağrıların dışında TÜBİTAK’ın devam eden programları altında desteklenen COVID-19 odaklı projelerimiz de bulunuyor. Örneğin, COVID-19’un erken aşamada tespit edilmesine yönelik PCR yöntemine alternatif olan yenilikçi bir tanı kiti geliştiren araştırma ekibimiz, TÜBİTAK 1001 Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Projelerini Destekleme Programı

19


K A P TA N KÖ Ş K Ü

kapsamında destekleniyor. Paylaştığım tüm bu gelişmeler, ekosistemimizde çıktı ve etki odaklı süreç yönetimi için çok değerli gelişmeler sağladı. Üçüncü yenilik de zamana karşı yarış içerisinde Ar-Ge ve yenilik süreçlerinin hızlandırılması ve bilimsel iletişim ortamlarının artırılması için sanal imkanların değerlendirilmesi oldu. COVID-19 Türkiye Platformu; aşı, ilaç, tanı kitleri ve sistemleri odaklı düzenlediğimiz iki sanal bilimsel konferansımız, toplam 170 bin kişi tarafından canlı izlendi. COVID-19 Türkiye web portalımız da 3 milyon ziyaretçi alarak süreç genelinde katkılar sağlıyor. TÜBİTAK bünyesindeki aşı çalışmalarından nihai sonuca ulaşmak üzere olan var mı? Geçtiğimiz aylarda “Favipiravir”in yerli versiyonun ruhsatlandırma aşamasına geldiği basına yansıdı. Bununla alakalı gelişmeler nedir? Dünyada üzerinde çalışılan farklı aşı teknolojilerinin hepsi, COVID-19 Türkiye Platformu’nun toplam sekiz farklı aşı geliştirme projesi kapsamında kullanılıyor ve aşı adayları konusunda dünya ile yarışıyoruz. Aşı adaylarımız, Dünya Sağlık Örgütü’nün aşı adayları listesinde temsil ediliyor. COVID-19’a karşı yerli aşı geliştirme sürecine odaklanan sayılı ülkeler arasında yer alıyoruz. En son 20 Ağustos tarihinde güncellenen listede de yerli aşı adayı geliştirme paylarına göre ülkemizin üçüncü ülke olarak yer aldığını görüyoruz. Aşı geliştirme süreçlerimizde inaktif aşı, adenovirüs aşısı, rekombinant spike proteini aşısı, peptid aşısı, virüs benzeri parçacıklara dayalı aşı, DNA aşısı, mRNA aşısı ve ayrıca dünyada ilk kez geliştirilen ASC zerrecik teknolojisine dayalı rekombinant aşı adayı olacak şekilde sekiz farklı aşı teknolojisi geliştiriyoruz. Her bir aşı teknolojisi farklı yöntemlere dayalı olarak SARS-CoV-2 virüsüne karşı bağışıklık kazanılmasını hedefliyor. Bu önemli hedef doğrultusunda da Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından paylaşıldığı üzere iki aşı adayımızda hayvan deneylerini başarıyla tamamladık. Nihai sonuca ulaşılarak COVID-19’a karşı etki oluşturması yolunda

20

COVID-19 TÜRKIYE PLATFORMU

32 8 9 436 213

Üniversite

Özel sektör

Kamu Ar-Ge Birimi

Araştırmacı

Bursiyer

Favipiravir ham maddesini içeren “Favicovir” adlı ilacı geliştirmiş bulunuyoruz. Resmi ruhsat işlemleri de tamamlanarak ülkemizde COVID-19’a karşı tedavi süreçlerinde kullanılmaya başlandı.

18

COVID-19 Türkiye Platformu bünyesinde geliştirilen aşı ve ilaç projesi

3

Türkiye’nin dünyada yerli aşı geliştirme projeleri listesindeki yeri

2,3

MİLYAR TL

TÜBİTAK'ın son beş yılda sağlık alanında sağladığı Ar-Ge desteği

2.960

TÜBİTAK'ın son beş yılda sağlık alanında desteklediği Ar-Ge projesi sayısı

kısa süre içerisinde üretim ve klinik araştırmaların başlatılması aşamaları için çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Sağlık Bakanlığımızla beraber iş birliği içerisinde çalışıyoruz. COVID-19 Türkiye Platformu’nun 10 ilaç geliştirme projesinde de önemli gelişmeler elde etmeye devam ediyoruz. Bu süreç içerisinde elde ettiğimiz önemli kazanımlarımızdan biri, ülkemizin artık etken malzemeye ihtiyaç olmadan ilaç sürecini yönetebilen bir ülke haline gelmesidir. Hekimlerimiz tarafından kullanılan tedavi yöntemleri arasında önemli bir yeri olan ve Favipiravir etken maddesini içeren ilaçların yerli ve milli sentez ve üretim yetkinliklerimizin birleşmesiyle artık ruhsatlı, ticari bir ürün olduğunu paylaşmaktan gurur duyuyorum. Favipiravir baştan sona sekiz basamak içerecek şekilde yerli ve milli olarak sentezlenmesinde üstün üniversite-sanayi iş birliğiyle Favipiravir ham maddesini içeren “Favicovir” adlı ilacı geliştirmiş bulunuyoruz. Resmi ruhsat işlemleri de tamamlanarak ülkemizde COVID-19’a karşı tedavi süreçlerinde kullanılmaya başlandı. Benzer başarıları diğer etken maddeler için de elde ediyoruz. Kimyasallardan ve sentetik işlemlere dayalı olarak oluşturulan ilaçların ötesinde ayrıca biyoteknolojik ilaç yöntemlerini ele alıyoruz. Orijinal molekülden başlayarak dünyadaki ilk ilaçlardan birini de geliştiriyoruz. Hayvan deneyleri başarılı bir şekilde tamamlandı. Rekombinant DNA teknolojisi olan gen klonlanması yöntemini içeren tedavi odaklı ilaç geliştirme süreçleri arasında nötralizan


2023 HEDEFİ: SAVUNMA SANAYİİNDE %75 MİLLİLİK Ülkemizin Milli Teknoloji Hamlesi’ni şekillendiren savunma sanayiinin başarılarını sağlık alanı dahil olmak üzere diğer alanlarda da yaygınlaştırma çabası içerisindeyiz. Aynı zamanda savunma sanayiinde 2023 yılına kadar yüzde 75 olması hedeflenen yerlilik oranını destekleyecek adımlar atıyoruz. Ağustos ayında gerçekleştirdiğimiz TÜBİTAK Mükemmeliyet Merkezleri açılış töreninde paylaştığımız yedi kritik altyapımızın içerisinde TÜBİTAK Savunma Sanayii Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü (SAGE) bünyesindeki Çevresel Test Merkezi ve Ar-Ge hizmet binası da yer aldı. Bu altyapılar, savunma sanayii ve özel sektörün önemli testlerinin uluslararası askeri ve sivil standartlarda gerçekleştirilmesini ve koordinasyon içerisinde takip edilmesini sağlıyor. Türk silahlı kuvvetlerimizin envanterine giren yeni teknolojilerimiz de bulunuyor. En son örnekler içerisinde milli ve özgün olarak geliştirilen, performans testlerini başarıyla geçen katlanabilir metal mayın detektörü Ozan yer alıyor. Yapay zeka ve artırılmış gerçeklik gibi geleceğin teknolojilerinde de başarılı olan girişimcilik örneklerimiz bulunuyor. Yeni teknolojilerin sağladığı fırsatları değerlendiren ekosistem aktörlerimiz dahil olmak üzere savunma sanayiinde girişimci aktörlerimizin ve özel sektörümüzün başarıları oldukça yüksek. Bu süreçlere katkı sağlayan tüm ekosistem aktörlerimize teşekkürlerimi sunuyorum.

rekombinant antikorların geliştirilmesi projemizde de hayvan deneylerinde yüksek antikor üretimi yanıtının elde edilmesini başardık. COVID-19’un tetiklediği küresel patent mücadelesini nasıl değerlendirirsiniz? Bünyenizde ve iş birliği yapılan çalışmalardan kaçı patentlendirildi? Patenti alınan bu işlerin/ürünlerin ne kadarı üretim ve ihraç sürecine girebildi? COVID-19 Türkiye Platformu’nun çıktı ve etki odaklı aşı ve ilaç geliştirme süreçlerinde patent aşaması da önem taşıyor. Bazı proje araştırmacılarımız, patent sahibi oldukları bilgi birikimlerinden yola çıkarak COVID-19’a karşı aşı ve ilaç geliştirme süreçlerini yürütüyorlar. Bu süreçlerin sonucunda da yine fikri ve sınai mülkiyet haklarına tabii olan teknolojilerin elde edilmesi ve ilgili kurumlarca paylaşılması söz konusu. Bu açıdan bakıldığında COVID-19 Türkiye Platformu'nun kazanımlarının potansiyeli çok yüksek. Teknoloji geliştirme süreçleri açısından önemli bir örnek olan yerli ve milli solunum cihazımızı da bu açıdan ele almak isterim. Sağlık alanında son beş yılda 2,3 milyar ile desteklediğimiz toplam 2 bin 960 Ar-Ge projesi bulunuyordu. Bunların arasında 755 aşı ve ilaç 516 da tanı kitleri dahil tıbbi cihaz projesi yer alıyordu. Bataryalı oksijen konsantratörü, taşınabilir, ergonomik solunum terapi cihazı ve akciğer basıncının takibi için yeni nesil solunum devreleri hastanelerimiz tarafından kullanılıyordu. Yerli ve milli

Salgın sonrası için sosyal ve beşeri bilimlerin katkısının artırılması için “COVID-19 ve Toplum: Salgının Sosyal, Beşeri ve Ekonomik Etkileri, Sorunlar ve Çözümler” olarak bir çağrı açtık, toplamda 682 başvuru aldık.

solunum cihazımız ise 14 günde 100’den fazla üst düzey mühendisin yoğun çabalarıyla seri üretime alındı. Cihazımız mevcut durumda 8 binden fazla üretilerek hem kendi ülkemizde hem de dünya genelinde 15 ülkeye ihraç edildi. Teknoloji kullanan değil, teknoloji üreten ve takip eden değil, takip edilen bir ülke olarak sahip olduğumuz bilimsel ve teknolojik kazanımları ülkemiz ve insanlık yararına değerlendirilerek etki sağlayan bir konumdayız.

Salgın ile mücadelede en büyük destek teknoparklar, Ar-Ge merkezleri ve kuluçka merkezlerinden geldi. TÜBİTAK olarak bu kurumlarla ne gibi çalışmaların içinde yer aldınız, nasıl teşvik ve destekler sundunuz? Ar-Ge yetkinliklerimizin özel sektör ve üretim yetkinlikleriyle buluştuğu bu altyapılarımız ve teknoloji sağlayıcılarımız için COVID-19’a karşı hızlı çözümlerin geliştirilmesi ve üretilmesinde sayısız örneklerin verilmesi mümkün. Biyosensör ve tanı kitlerinin üretilmesinden biyolojik mücadele robotuna, uzaktan eğitim çözümlerinden biyobanka yönetim sistemine, akıllı sağlık sistemlerinden otomotiv sektörüne ait basınç ölçüm sistemine ve ayrıca binlerce koruyucu siper üretilerek sağlık personellerinin hizmetine sunulması, 3 boyutlu yazıcı ile kişisel koruyucu donanımların üretilmesi ve daha nicelerine kadar uzanan, çözümün bir parçası olan örnekler bulunuyor. Teknoloji Transfer Ofislerimiz dahil olmak üzere tüm ekosistem aktörlerimizin çabalarını yakından teşvik ettik ve paydaşlarımızla farklı etkinlikler aracılığıyla bir araya geldik. Yeni imkanlar açısından da salgın döneminde iki yeni çağrı başlattık.

21


K A P TA N KÖ Ş K Ü

Bunlar Siparişe Dayalı Ar-Ge Projeleri için KOBİ Destekleme (Sipariş Ar-Ge 2020) Çağrısı ve Patent Tabanlı Teknoloji Transferi Destekleme (Patent Lisans 2020) Çağrısı olarak gerçekleşti. Sipariş Ar-Ge 2020 çağrımızda KOBİ’lerin çıktı ve etki odaklı Ar-Ge projeleri, ticarileştirme talepleri olan “müşteri kuruluş” eşliğinde geliştirilecek. Yerli ve milli solunum cihazı başarımızda olduğu gibi değer zinciri boyunca birlikte geliştirme imkanlarının yakalanmasının da önü açılacak. Patent Lisans 2020 çağrımızda üniversite, araştırma kurumları ve teknoloji geliştirme bölgelerinde geliştirilen patentli teknolojilerin sanayiye aktarılmasını sağlayacağız. Teknoloji veya teknolojilerde hak sahibi olan en az bir kuruluşu, ilgili gelişmeyi edinecek olan müşteri kuruluşla bir araya getireceğiz. Her iki çağrı, ekosistemde teknoloji transferi için önem taşıyor. TÜBİTAK’ın odaklarından birini de genç girişimciler oluşturuyor. TÜBİTAK BİGG+ programı bugüne kadar nasıl bir farkındalık oluşturdu, genç girişimcilik ve KOBİ’ler nezdinde? Teknopark İstanbul ile TÜBİTAK BİGG+ desteğinde başlattığınız mentorluk programı Ar-Ge ekosistemine ve teknoparklara nasıl bir fayda sunacaktır? Teknopark İstanbul ile başka projeler olacak mı? En güncel yıllık verilere baktığımızda 2019 yılında 2 bin 400’ü KOBİ olmak üzere 3 bin firmanın 4 bin 300 projesi, 166 farklı üniversitenin 5 bin 427 Ar-Ge projesine destek verdik. Girişimcilerimizin yaklaşık 600 projesi için de destek sunduk. Farklı aşamalardan oluşan fikirden pazara uzanan TÜBİTAK Bireysel Genç Girişimci (BİGG) programı kapsamında Ar-Ge ve yenilik projeleri desteklenen KOBİ’ler için TÜBİTAK BİGG+ Mentor Arayüzü çağrımızı da açtık. Aldığımız 29 başvurunun içerisinde uygun bulunan 11 mentor ara yüz kuruluşumuzu destekledik. Bu çağrı kapsamında desteklenen Teknopark İstanbul daha önceden Teknoloji Transfer Ofislerine yönelik TÜBİTAK 1601 çağrısı kapsamında da desteklenen bir kuruluşumuzdur. Ayrıca diğer başarılarıyla birlikte Sanayi Yenilik Ağ Mekanizması (SAYEM) Birinci

22

da 109 başvurudan 30 Teknoloji Transfer Ofisi’ni 216 milyon TL ile destekledik. Bu çağrılardan farklı olarak TÜBİTAK BİGG+ çağrısı KOBİ’lerimize yönelik mentor ara yüz ağını güçlendiriyor.

Faz desteği kapsamında desteklenen araştırma programları içerisinde yer alan bir aktörümüzdür. TÜBİTAK BİGG+ çağrısı aracılığıyla Teknopark İstanbul dahil olmak üzere 11 mentor ara yüz kuruluşumuz tarafından ticari olgunluk seviyesinde ve Ar-Ge ve yenilik kapasitesinde artış için faaliyetlerde bulunuluyor. Ticari olgunluk seviyesinde artış için ürün geliştirme aşamasında olan firmalara, satış yapması ve satış geliri olan firmaların pazar çeşitliliği sağlaması ve ihracat yapması için yön veriliyor. Ar-Ge ve yenilik kapasitesinde artış için de yenilik alanındaki faaliyetlerin sürekliliğinin sağlanması ve yenilik faaliyetlerinin kurumsal olarak yürütülmesi için destekleyici hizmetler veriliyor. Böylece, girişimcilik aşamasından KOBİ düzeyine ulaşan genç girişimcilerimiz dahil olmak üzere KOBİ’lerimizde ciroda artış, pazar payında artış, yeni pazarlara giriş ve yurt dışına satış ya da mevcut yurt dışı satışlarında artış için önemli düzeyde farkındalık oluşturuluyor. Daha geniş olarak baktığımızda da yenilik ve girişimcilik alanlarında kapasite artırılmasına yönelik TÜBİTAK 1601 Programı'nın Teknoloji Transfer Ofisleri çağrıları kapsamında toplam beş çağrıda alınan 77 başvurudan 37 projeyi 44 milyon TL ile destekledik. Doğrudan TÜBİTAK 1513 Teknoloji Transfer Ofisleri Destekleme Programı'nın dört çağrısında

2020 ve sonrasına dair öngörü ve beklentileriniz nelerdir? Salgın sürecinin hız kazandırdığı dijitalleşme, girişimcilik ve bilimsel çalışma alanları yeni dönemde nerede duruyor olacak? Yakın zamanda Dünya Ekonomik Forumu (WEF) tarafından yayımlanan bir raporda COVID-19’a karşı toplumu güçlendiren bilimsel ve teknolojik çözümler özetlendi. Bu çözümler içerisinde bilgi yönetimi, tespit ve sınırlama, sağlık hizmetinin güçlendirilmesi, tıbbi çözümlerin hızlandırılması, ekonomik dayanıklılık ve siber güvenlik gibi alanlar yer aldı. Ayrıca, 2025 yılına doğru baktığımızda yapay zeka tabanlı imalat, geniş kapsamlı enerji dönüşümü ve kuantum hesaplama gibi teknolojik eğilimler de ortaya koydu. Yine bu kapsamda 5G teknolojisinin küresel ekonomiyi geliştirmesi, kanser yönetiminde yeni bir normal, robotik perakende, fiziksel ve sanal alanların yakınsaması, bireylerin sağlık hizmetinin merkezine konulması ve sağlıkta paradigma olarak diyet yoluyla önlemeye geçiş gibi eğilimler de yer alıyor. Toplam 17 teknolojik eğilim içerecek şekilde tıpta yeni bir dönem, dijital ikizler tarafından desteklenen temiz bir enerji devrimi, yüzeylerde gizlenen mikroskobik sırların anlaşılması, makine öğrenimi ve yapay zeka ile karbon-ağır endüstrilerde sıfır karbon veya karbonsuzlaştırma, gigaton ölçeğinde karbondioksit yakalama ve tutma ile iklim değişikliğinin tersine çevrilmesi ve gizlilik için öncelik gibi gelişmeler de vurgulanıyor. Tüm bunları dikkate aldığımızda, salgın döneminde ön plana çıkan teknolojik eğilimler gelecek yıllarda da hız kazanmaya devam edecek. Avrupa Yeşil Mutabakatı’nda ele alınan gelişmeler çerçevesinde de döngüsel ekonomi dahil olmak üzere salgında olduğu gibi sistemik güçlük içeren sorunların Ar-Ge ve yenilik tabanında fırsata dönüştürülmesi söz konusu olacak. Ülkemiz gibi süreç yönetiminde güçlü olan ekosistemler ön plana çıkabilecek.


Siz dilemeye devam edin. Biz de yenilikler yapmaya... Yeniliklerimiz, şehirlerin daha az enerji kullanmasına, soluduğumuz havanın daha temiz olmasına ve de elektrikli taşımacılığı yaygınlaştırmaya yardım eder. İşte bu yüzden, BASF’de, gelecek konusunda iyimseriz. Daha fazla bilgi için: wecreatechemistry.com


TEKNOLOJİDE KADIN

"YENI SÜREÇTE YERLILIĞIN ÖNEMINI ARTIRMASINI BEKLIYORUM"

Yerli üretimin öneminin pandemi süreci ile beraber daha hassas bir noktaya ulaştığını ifade eden Prof. Dr. Dilek Kazan, faaliyette bulundukları biyomühendislik ekosistemi içinde tamamıyla yerli ürünler ortaya koyarak, bu üretimin sanayi-teknopark ve üniversite üçgeninde bir faydaya dönüşmesine katkı sunmasını amaçladıklarını söylüyor. armara Üniversitesi biyomühendislik bölümünde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Dilek Kazan, üniversite bünyesinde gerçekleştirdiği akademik çalışmaları somutlaştırmak adına 2019 yılında Teknopark İstanbul’da BacPolyZyme (BPZ) biyomühendislik firmasını kurdu ve sonrasında çalışma arkadaşı Dr. Orkun Pinar firmaya ortak oldu. Biyomühendislik alanında ürettiği yerli biyopolimeri farklı sektörlere entegre eden firmanın, bu ekosistem içinde faaliyet göstermenin yanında pazardaki yerli üretimi artırıp yabancı markalara ve ithalata olan bağımlılığı azaltma hedefi de bulunuyor. Pandemi sürecinin yerli üretimin ne kadar hassas bir konu olduğunu bir kez daha gösterdiğini ifade eden Prof. Dr. Kazan, ortaya konan bilimsel çalışmaların ticarileşmesi için verilen teşviklerle bunun başarılabileceğini söylüyor ve “Pandemide bir ülkenin kendi kendine yetebiliyor olmasının ne denli önemli olduğunu da gördük. Bundan sonraki süreçte yerliliğin artan şekilde önem kazanmasını bekliyorum” diyor.

M

Kuruluşunuzun üzerinden geçen iki senenin ardından firmanız şu an nerede duruyor? Pandemi bu konumlanmayı nasıl etkiledi, globale açılma noktasında ne gibi bir yol haritanız bulunuyor? KOSGEB Ar-Ge inovasyon desteği ile 2019 yılının başında kurulduk ancak benim Teknopark İstanbul içindeki

24

faaliyetlerim 2018’in mart ayında başladı. Geçen süre zarfında KOSGEB’in desteği ile altyapımızı tamamladık ve böylece etkin bir yere geldik. Kuruluş hedefimiz bir biyopolimer üretimiydi.

PROF. DR. DILEK KAZAN BACPOLYZYME KURUCUSU

Bunu tamamıyla yerli üretimimizle ve yerli mikroorganizmamızla, prototip şeklinde üretmeyi başardık. Yerli biyopolimerlerimizi farklı alan ve sektörlere entegre etmeye çalışıyoruz.


Özellikle tıpta ve kozmetik alanında kullanılmak üzere ticari girişimlerimiz devam ediyor. Ürünümüzün prototipi hazır. Piyasaya sunmak ve üretime geçmek için testlerini gerçekleştiriyoruz. Diğer yandan ürettiğimiz yerli biyopolimerlerden ve enzimlerden farklı ürünler elde etmek adına yolumuza devam ediyoruz. Bu projelerden bir tanesi COVID-19 sürecinde ortaya koyduğumuz yerli biyobariyer oldu. Nano boyutta, gözenek yapısı küçük bir yapıda hedeflediğimiz ürünümüzü yüz maskelerinde filtre olarak kullanabilmek amacıyla çalışmalara başladık. Böylece rutin hayatımızın bir parçası olan maskelerin koruyuculuğunu belirli bir oranda artırmayı hedefledik. Şu anda ürünümüz test aşamasında; hava alabilecek mi, virüsü ne kadar tutabilecek, ne kadar koruyuculuk sağlayacak gibi sorulara cevap arıyoruz. Ürünün ticarileştirilebilmesi için bu testlerin yapılması gerekiyor. Testler bittikten sonra seri üretime geçilebilecek bir ortam mevcut mu? Bizim Teknopark’ta gerçekleştirdiğimiz çalışmalar daha ziyade işin akademi ve bilimsel tarafını yansıtıyor. Ancak bir organize sanayi bölgesi ile görüşme gerçekleştirdik ve duruma sıcak baktılar. Test aşamasını tamamladıktan sonra projemizi bu firmaya transfer edip, üretim safhasına geçebileceğiz. Yurt dışında ne gibi çalışmalarınız var? Yakın zamanda, Fransa ve İspanya ile ortak bir Avrupa Birliği (AB) projesine başvurduk. Burada ürettiğimiz polimeri, medikal cihaz olarak kullanmayı planlıyoruz. Yara örtüsü olarak tasarlayacağımız ürün Fransa'da modifiye edilecek. Pre-klinik ve faz denemeleri ise AB'ye uyumlu olması açısından İspanya'da yapılacak. Eğer proje AB’de kabul edilirse, ülkemizde de TÜBİTAK destek verecek. Ürünün akreditesini yaptıktan sonra da piyasaya sunabilecek duruma geleceğiz. Ürünün nasıl bir fonksiyonu olmasını bekliyorsunuz? Yara örtüleri daha ziyade sentetik maddeler içeriyor, bizimkisi ise

Türkiye, temel bilimsel anlamda biyoteknolojide en üst seviyede diyebilirim. Üniversitelerde ve Ar-Ge merkezlerinde yapılan araştırma çalışmaları, bu söylemimi destekler nitelikte. Bizdeki eksik taraf, bunu sanayileştirememek. tamamıyla doğal olacak. Nemlendirme özelliği çok yüksek. Yaranın iyileşmesinde kısa sürede etkin çözüm sağlayacak. Aynı zamanda pansuman sırasında, bu yara örtüsünü kaldırmadan üstten pansuman yapma olanağı da sunacak. Bu ürünü özellikle yatağa bağımlı, engelli hastalarımızda oluşan yaraların tedavisi için kullanmak istiyoruz. Biyomalzeme ve biyomühendislik işin sürdürülebilirlik ve çevrecilik tarafında nasıl bir katkı sunuyor? Yıllar boyunca biyoteknoloji denince biz hep tıpla ve ilaç sektörü eşleştirdik ancak günümüzde bu teknoloji artık hayatın pek çok alanında kullanılıyor. Örneğin hayatımızın her alanında kullandığımız plastikler, biyopolimerler için başarılı bir örnek. Plastik ürünler çok kullanışlılar ama doğada parçalanamamaları sebebiyle büyük bir çevre sorununa neden olmaktadırlar. Bunun önüne geçmek için doğada parçalanabilir ancak bunu yaparken de toksik üretmeyen ve doğayla uyumlu polimerler üretmek istiyoruz. Bu bizim tüm çalışmalarımızdaki temel amacı oluşturuyor. Biz biyomühendislik ile yeşil kimyayı birleştirerek, sürdürülebilir prosesler gerçekleştirmek istiyoruz. Bunun için de atıkları kullanıyoruz,

bunlardan katma değeri yüksek ürünler elde ediyoruz. Dünyada sentetik polimerler en kirletici malzemelerin başında görülüyor. Ancak kabul etmeliyiz ki, hayatımızı daha da kolaylaştırmak ve geliştirmek adına en donanımlı sektörlerin başında kimya geliyor ve pek çok sektörün de ana iticisi. Burada ortaya çıkan zararlı sonuçlar, doğru kullanmamakla paralel ilerliyor. Pet şişeleri geri dönüşüme değil de denize atmak gibi... Biyomalzeme alanında kullanılan ürünlerin ne kadarı yerli, pazarımızdaki yabancı firma, marka büyüklüğü ne durumda? Türkiye biyomühendislik alanında şu anda nerede duruyor? Açıkçası şu an pazarımız, yabancı firma yoğunluklu işliyor fakat yerli firmaların sayısını artırması için de çalışmalar gerçekleştiriliyor. Şu an için birçok biyoteknolojik ürünü diğer alanlarda olduğu gibi ithal etmek zorunda kalıyoruz. Ama hedef, bu ihracatı azaltmak; hatta yerli üretmek. Diğer yandan Türkiye, temel bilimsel anlamda biyoteknolojide en üst seviyede diyebilirim. Üniversitelerde yapılan araştırma çalışmaları, bu söylemimi destekler nitelikte. Bizdeki eksik taraf, bunu sanayileştirememek.

“DIJITALLEŞEN DÜNYADA KADINLAR BIR ADIM ÖNDE” Kadın erkek ayrımının bilimsel, zihinsel, fikirsel ve yönetsel yoğunluk gerektiren alanlarda yapılabileceğini düşünüyorum. Buradaki ayrımı verimlilik, kalifikasyon, kalite ve yetkinlik belirler. Seneler boyunca dillendirilen bu tabirin de oluşturduğu baskı ile kadınlar da kendini geri planda tuttu. Ancak artık kendilerine güvenmeleri ve cesaretli olmaları gerektiğini düşünüyorum. Girişimcilikte çoğu zaman yaşadığımız zorluklar kadın erkek ayrımından kaynaklı değil,

sürecin ve hayatın yaşattığı zorluklarla alakalı. Bunu bu şekilde görürlerse süreci daha da kolaylaştırırlar. Bu hem erkek hem de kadınlar için geçerli. Bunlar aşıldığında girişimci kadın sayısının daha da artacağına inanıyorum. Diğer yandan hızla dijitalleşen dünyada kadınların bir adım daha önde olduğunu düşünüyorum. Bunu ortaya konan raporlar da destekliyor. Yeni dünya düzeni, rekabetçilik ve kârlılık noktasında, daha faydalı seçimler tercih ediyor.

25


TEKNOLOJİDE KADIN

Bunun nedeni ise, akademiyi ticarileştirmenin önemini geç kavramış olmamız. Bu sebeple de yapılan çalışmalar daha ziyade bilimsel seviyede kaldı. Son yıllarda artan devlet teşvikleri ve üniversite-sanayi iş birlikleri ile bunu kırmaya başladık. Şu anda işin başındayız ama iyi bir başlangıç seviyesindeyiz. Bu noktada üniversite-akademiteknopark iş birliklerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu tür çalışmalar temel bilimden başlıyor, buradan sonrasında uygulama ve üretim safhası başlıyor. Temel bilimin başladığı yer de üniversite. Etkin, efektif ve düşük maliyetli üretim için üniversitedeki çalışmalar şart. Global arenada rekabet edebilmeniz için ürettiğiniz ürünün bir kalitesi, farkı olması lazım. Diğer yandan yerli üretime de çok fazla ihtiyacımız var. Böyle olunca da üniversitelerde gerçekleştirilen çalışmaların belirli bir uygulamaya yönelik yapılması zorunluluk teşkil ediyor. Ardından da bunun firmalar tarafından üretime kazandırılması gerekiyor. Ancak ülkemiz, üniversitedeki bilgi birikiminin ticarileştirilmesinde bir adım geri kalmışlık yaşıyor. Ülkeler bu alandaki üretimlerine çok uzun yıllar önce start vermişken, biz daha yeni yeni başladık. Ancak geç kaldığımızı düşünmüyorum. Biz firma olarak, biyomühendislik ve biyo proses alanının neden önemli olduğunu ve ne olduğunu anlatmak için ve bu alanda üretim yapacak firmaların arka laboratuvarı olarak hizmet vermek için de kurulduk. Üretimin fizibilite çalışmalarını yapıyoruz. Bir diğer misyonumuz ise üniversite ile sanayi arasında bağ kurmak ve bu noktada şimdilik başarılı şekilde ilerlediğimize inanıyorum. Bu arada, şu anda bulunduğunuz yere gelme noktasında yeterli teşviki aldığınızı düşünüyor musunuz? Kendi adıma evet. KOSGEB’in, Teknopark İstanbul’un ve üniversitemin

(Marmara Üniversitesi) büyük desteği ve katkılarından yeterince yararlandığımı düşünüyorum. KOSGEB’in verdiği destek, bizim kısa sürede ilerlememizi sağladı. Laboratuvarımızı bu sayede kurduk. Şu anda farklı firmalardan da destekler ve teşvikler alarak ilerliyoruz. Ayrıca Teknopark İstanbul’un çok büyük bir destekçi olduğunu söylemeliyim. Beni, akademisyen olarak sanayinin ve ticaretin içine dahil etti. İşin ticari ayağında nasıl düşünülmesi gerektiğini Teknopark’ta öğrendim. Bu çok değerli, çünkü biz bilim insanlarıyız. Yaptığımız çalışmaları uygulamaya aktarmak için çalışmalar yapıyoruz. Ticaret bizim işimiz değil. Burada bir ürünü ticarileştirmeye yönelik nasıl üretmek gerektiğini öğrendim. Onun dışında bir firmanın kurulduktan sonra ilerleyebilmesi için gerekli olan altyapı, ekipman ve standartları sağlaması bakımından da çok değerli bir yerde duruyor. Diğer yandan Teknopark İstanbul’un tüm bunları kurumsal bir yapıda sunması, adaptasyonumuzu kolaylaştırdı.

Teknopark İstanbul, çok büyük bir destekçi ve değerli bir partner. Beni, akademisyen olarak sanayinin ve ticaretin içine dahil etti. İşin ticari ayağında nasıl düşünülmesi gerektiğini Teknopark’ta öğrendim. 26

Bundan sonraki süreç için tıp ve bilim dünyasında ne gibi gelişmelerin olmasını bekliyorsunuz? Bambaşka bir sürece gireceğimiz kesin. Özellikle bilişim teknolojilerinin hayatımızdaki yeri daha da artacak. Yine bilimsel çalışmalarımız da bu yeni süreç ve belirsizlikle ilerleyecek. Virüsler, salgın hastalıklar, belirsizlikleri ve bunlarla mücadele noktasında çalışmalarımız artacaktır. Bir diğer önemli nokta da sürdürülebilirlik olacak. Bu tür salgınlar, bir şekilde çevre kirliliklerinin bir sonucu. İklim değişikliğinin ortaya koymuş olduğu yıkımlar ve sonuçlar, hiç ürememesi gereken birtakım mikroorganizma/organizmaların üremesine de sebep oluyor. Bunlarla baş edebilmek için de sürdürülebilirlik kavramı içinde farklı alanların oluşabileceğini düşünüyorum. Umuyorum ki, bu süreçten doğaya ve çevreye dair çok fazla öğrenim ve çıktı elde etmişizdir. Diğer yandan pandemide sınırlar kapandığı andan itibaren kendi kendimizeydik. Burada bir ülkenin kendi kendine yetebiliyor olmasının ne denli önemli olduğunu da gördük. Bundan sonraki süreçte yerliliğin artan şekilde önem kazanmasını bekliyorum.



D E PA R T M A N

"ÖNCELIĞIMIZ DAHA SAĞLIKLI ÇALIŞMA ORTAMLARI OLUŞTURMAK" Teknopark İstanbul Teknik İşler Departmanı olarak asıl önceliklerinin insan sağlığının devamlılığını sağlamak olduğunu ifade eden Nurhan Depçe, çalışan sağlığı ve konforuna yönelik oluşturdukları bu sürdürülebilirliğin firmalar adına verimliliğe ve üretkenliğe dönüşmesinin kendilerini memnun ettiğini söylüyor.

NURHAN DEPÇE TEKNOPARK İSTANBUL TEKNIK İŞLER YÖNETICISI

28

eknik İşler Departmanı olarak pandeminin Türkiye’ye henüz gelmesinden önce çalışmalarına başladıklarını ifade eden Teknopark İstanbul Teknik İşler Yöneticisi Nurhan Depçe, tesislerin tüm üst ve altyapı faaliyetlerinin devamlılığını sağlamak adına 7/24 hizmet verdiklerini söylüyor. İş ve faaliyet sürdürülebilirliğinin sağlanması için gerekli olan tüm teknik altyapının 7/24 hizmete hazır tutulması gerektiğine vurgu yapan Depçe, departman olarak temel motivasyonlarının da bu sürdürülebilirliğinin devamlılığı olduğunu belirtiyor ve şöyle diyor: “Firmaların kesintisiz hizmet sunabilmesinin yolu ise çalışan sağlığının kesintiye uğramamasından geliyor. Biz de temel öncelik olarak “insan sağlığını” baz aldık ve onlara daha sağlıklı çalışma ortamları sunabilmek için çalışmaya devam edeceğiz. Bunu yaparken de Teknopark’ın kurumsal değerlerini ve yeni düzenin sunduğu sistemleri göz önünde bulunduracağız.”

T

Teknik İşler Departmanı olarak, sorumluluk alanlarınız içinde ne gibi işler yer alıyor? Kaç kişilik bir ekipten bahsediyoruz? Teknik işletme birimi olarak, Teknopark İstanbul yerleşkemizde bulunan tüm tesislerin alt ve üst yapıları ile alakalı tüm işlerin kontrol, denetleme ve yönetiminden sorumluyuz. Bu hizmeti de 7/24 olacak şekilde sunuyoruz. Teknik İşler Genel Müdür Yardımcılığına bağlı olan departmanımızda Teknik İşler Yöneticisi ve Teknik İşler Uzmanı (Görkem Göbel) olarak iki kişilik yönetim kadromuz bulunmaktadır. İş sürekliliğinin sağlanması amacıyla


kojenerasyon sistemi, ısı merkezi, yangın istasyonu, biyolojik arıtma tesisi de dahil olmak üzere tüm binalar ile bunlara bağlı tüm sistemler ve ekipmanların işletmesi, kanuni olarak zorunlu olan yasal test ve muayeneler ile periyodik bakımların yapılması, arıza-onarım ve tadilat faaliyetlerini, ihale süreci ile belirlenen, mevcutta 45 kişilik teknik personelden oluşan, dış tedarikçi firmadan hizmet alarak yürütmekteyiz. Sorumluluk alanımız içinde bulunan konuları biraz daha detaylandırmak gerekirse; işletmede faaliyet gösteren cihaz-ekipman-yapı sistemlerinin ekonomik ömrünü artırmak ve arıza yapmadan azami randımanla çalıştırmak, periyot ve periyot dışı gerçekleştirilen faaliyetler ile arıza halinde problemin tespit edilerek yaptırılmasını sağlamak, gözlem ve kontrol yapmak, tadilat ve onarım işlerinde taşeron yönetimi, periyodik bakım ve arıza bakımlarının zamanında ve bakım sözleşme şartlarına uygun olarak yapıldığının takibi, yapılan dış firma çalışmalarına refakat sağlanması, mevcut yapılarda ve altyapıda ihtiyaç duyulan, işletme esnasında çıkabilecek arıza cinslerine göre ileriye yönelik

Departman olarak önceliğimiz, firmalarımıza tahsis edilen ofislerde bulunan çalışanların en verimli ve üretken şekilde kendi ana işlerine odaklanabilmeleri için istenilen konfor şartlarını sağlayarak, yaşam kalitesini ve temel işlerin verimliliğini artırmaktır.

"BINALARIMIZ YENILENEBILIR ENERJI SISTEMINE SAHIP" ‘Leed Gold Enerji Verimliliği Sertifikasyonu’na sahip olan kuruluşumuzda şartların her geçen gün daha da iyileştirilmesi için araştırma ve çalışmalar yapılmaktadır. Yapılaşmanın çevreye verdiği olumsuz etkileri önleyecek, karbon salınımlarını azaltacak ve operasyonel maliyetleri düşürecek şekilde tasarımı yapılmış olan binalarımızda enerji kaynaklarının kesintisiz devamlılığı sağlanırken elektrik, su, doğalgaz sarfiyatlarında yapılabilecek tasarruflar da planlanmıştır. Mevcut kojenerasyon sistemimiz ile hem elektrik hem ısı üretimi sağlanmaktadır. Artı avantaj olarak kojenerasyon sisteminde elektrik üretimi esnasında açığa çıkan

ısı ile absorbsiyonlu chiller vasıtasıyla kışın ısıtma, yazın da soğutma hizmeti verilebilmektedir. Elektrik ve ısının eş zamanlı üretilmesi ile yüzde 70 verimliliğe ulaşılmaktadır. Binalarımızın çatılarında bulunan güneş enerjisi panelleri ile yerleşkemizde yenilenebilir enerji üretimi sağlanmaktadır. Sürdürülebilirlik çalışmalarımız kapsamında enerji yönetimi, karbon ayak izinin azaltılması, atık yönetimi gibi süreçler de bulunmaktadır. Yerleşkemizde tehlikeli ve tehlikesiz atıkların yönetimi ve geri dönüşüm ile ilgili süreçler titizlikle takip edilmekte olup ‘Sıfır Atık Belgemiz’ resmi olarak onaylanmıştır.

29


D E PA R T M A N

tasarruf sağlayıcı, konfor ve verimliliği artırıcı öneriler sunma, düzeltme ve geliştirme faaliyetlerinde bulunma, dış tedarikçi firmanın performans yönetimi, varlık (cihaz, ekipman, yedek parça, sarf malzeme) temin ve yönetimi, enerji verimliliği kapsamında analizler yaparak elektrik, doğalgaz, su gibi enerji kaynaklarının şu anda ve gelecekte ihtiyacı karşılamadaki yeterliliğinin tespiti, bu kaynakların kesintiye uğraması durumunda alternatif enerji kaynaklarına yatırım yapılarak enerji temininin güvence altına alınmasının sağlanması, kabulü yapılan yeni binaların test ve devreye alma çalışmalarına katılım sağlanması, raporlama ve analiz yönetimi olarak sıralayabiliriz. Ofis tahsisi yapılan firmaların tadilat projesi onay süreçleri ve tadilat aşamasındaki uygulamanın kontrolü birimimiz tarafından yapılıyor. Tadilat tamamlanıp firma personelleri ofise taşındıktan sonra oluşan teknik talepler de yine tarafımızca takip ediliyor. Çevre mevzuatı ve atık yönetimi kapsamındaki çalışmalar çevre danışmanımız ile birlikte yürütülmektedir. Aynı firmaların çevre mevzuatı kapsamında temin etmeleri gereken belgeler de kontrol edilmekte ve belirli periyotlarla denetimleri gerçekleştirilmektedir. Varlık yazılım programı ile arıza ve teknik servis taleplerini yöneterek, hizmet operasyonunu ölçülebilir hale getirip, günlük, aylık ve yıllık raporlar hazırlıyoruz. Teknik İşler Departmanı olarak önceliğimiz ise firmalarımıza tahsis edilen ofislerde bulunan çalışanların en verimli ve üretken şekilde kendi ana işlerine odaklanabilmeleri için istenilen konfor şartlarını sağlayarak, yaşam kalitesini ve temel işlerin verimliliğini artırmaktır. Sürdürülebilirliğin sağlanması için gerekli olan tüm teknik altyapının 7/24 hizmete hazır halde tutulması ve kontrol edilmesi çok büyük önem taşımaktadır. ISO 9001, ISO 45001, ISO 14001, ISO/ IEC 27001 belgelerine sahip bir kuruluş olarak, planla - uygula - kontrol et önlem al (PUKÖ) döngüsüne göre süreçlerimizi yönetiyoruz. Yerleşkemizde sürekli iyileştirmeyi hedefliyoruz.

30

NURHAN DEPÇE, GÖRKEM GÖBEL

Yerleşkemizdeki tüm binalarımızda, ofislere hava sağlayan klima santrallerimiz yüzde 100 temiz hava ile çalışmaktadır. Geri dönüş havası tekrar ofislere verilmemekte, emiş sistemi ile toplanan hava atmosfere atılmaktadır. COVID-19 sürecinde öncelikleriniz neler oldu? İyileştirmek zorunda kaldığınız alanlar nelerdi? Pandemi sürecinde Teknopark yönetimindeki tüm departmanlarımız, dünya otoritelerinin uygun gördüğü standartlarda çalışmalarını tamamlayarak, gerekli önlemlerin alınmasını sağladı ve süreç aynı hassasiyetle takip edilmektedir. Dünyada ilk vakalara rastlanıldığı dönemde İSG kurulumuz hemen toplanarak aksiyon planı belirledi. Bu plan doğrultusunda çalışmalar aynı hızla başlatıldı. Öncelikle hem kendi şirketimiz içinde hem de dış tedarik firmamızın personeline eğitim verilmesi sağlandı. Bu dönemde en çok önemsenen konu havalandırma sistemlerinin

çalışma prensibi oldu. Öncelikle şunu belirtmek isterim; yerleşkemizdeki tüm binalarımızda, ofislere hava sağlayan klima santrallerimiz yüzde 100 temiz hava ile çalışmaktadır. Geri dönüş havası tekrar ofislere verilmemekte, emiş sistemi ile toplanan hava atmosfere atılmaktadır. Periyodik bakım planımızda bulunan klima santrali bakımlarına nisan ayında periyot dışı ilave bakım eklenerek bakım sıklığı artırılmıştır. Yapılan bakımlarda uluslararası standartlarda onaylanmış kimyasallar kullanılarak dezenfeksiyon işlemleri yapılmaktadır ve filtre değişimleri sağlanmaktadır. COVID 19 tedbirleri kapsamında su depoları, soğutma kuleleri gibi teknik alan ve ekipmanların temizliği yaptırılarak bakteri oluşumları


engellenmektedir. Asansörlerin mevcut taşıma kapasiteleri azaltılarak çok sayıda kişinin aynı anda binmesi engellenmiştir; aynı şekilde asansörlerde yapılan işaretlemeler yardımıyla farkındalık sağlanmıştır. Güvenlik nedeniyle binalara parmak izi okuma ile yapılan giriş işlemleri, insan sağlığı ön planda tutularak temassız kartlı geçiş sistemlerine dönüştürülmüştür. Tüm bina girişlerine ve kritik görülen alanlara el dezenfektanlarının montajı yapılmıştır. Islak hacimler ve genel kullanım alanlarında bulunan bataryalar, el havlulukları temassız çalışmaktadır. Ayrıca Sağlık Bakanlığı Mevzuatı ve Mühendislik Odaları tarafından öngörülen tedbirler kapsamında gerekli uygulamalar yapılarak süreç takip edilmektedir. Pandemi döneminde teknolojik ve dijital altyapı ile entegrasyon çok önemli hale geldi. Bu durum, sizin departmanınız için ne ifade ediyor? Teknolojik gelişim açısından herhangi bir değişim sürecine girdiniz mi? Mevcut durumda tüm teknik altyapı sistemlerimiz merkezi otomasyon sistemi üzerinden izlenerek kumanda edilmekte ve öngörülen çevresel ve işletme şartları doğrultusunda çalıştırılmaktadır. Hepimizin bildiği üzere uzaktan, evden çalışmanın önem kazandığı bu günlerde mevcut otomasyon sistemi daha da geliştirilerek, kontrol noktaları artırılarak, tüm sistemlerin uzaktan takip edilmesine olanak sağlayan üst scada sistemleri geliştirilmektedir. Mevcut ısıtma-soğutma-havalandırma otomasyon sistemleri, sayaç okuma sistemleri, yangın algılama sistemi vb. ile entegrasyon sağlanarak mevcut scada kabiliyetleri üst scada sistemine aktarılacaktır. Yakın zamanda sistem, tamamen devreye alınacaktır. Bina girişlerine yüksek hassasiyetli, toplu ölçüm yapabilen termal kamera sistemleri yapılması konusunda çalışmalara başlanmıştır. Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu tavsiyeleri yönünde, personel yoğunluğunu kontrol etmek amaçlı, mevcut kamera sistemleri ve kartlı

Yerli ve milli projeler gerçekleştiren, ülkemiz için stratejik teknolojilerde çalışma yapan, katma değer üreten ve ilklere imza atan firmalarımıza tüm teknik destek ve hizmeti sağlamak bizim için büyük bir sorumluluk ve onurdur. geçişler ile çalışan ve ziyaretçi sayıları takip edilmektedir. Asansör ve benzeri alanlarda teması ve sosyal mesafeyi minimize edebilmek için uyarı levhaları asılarak yerleşkemizdeki insanların farkındalıkları artırılmakta, sürekli bilgilendirme eğitimleri verilmekte ve gerekli tedbirlerin alınması için çalışmalar yapılmaktadır. Teknopark gibi bir ekosistemin parçası olmak; öncelikleri devreye almak, yeni proje ve sistemler oluşturmak adına size nasıl avantajlar sağlıyor? Teknoparkta yaklaşık sekiz yıldır görev yapıyorum ve ülkemizi Ar-Ge ve yeni teknolojiler alanında ileri taşıyacak olan böyle bir projenin parçası olmaktan gurur duyuyorum. Bununla beraber, yerli ve milli projeler gerçekleştiren, ülkemiz için stratejik teknolojilerde çalışma yapan, katma değer üreten

ve ilklere imza atan firmalarımıza tüm teknik destek ve hizmeti sağlamak bizim için büyük bir sorumluluk ve onurdur. Bu anlamda kendimi çok şanslı hissediyorum. Bundan sonraki süreçte öncelikleriniz, beklentileriniz neler olacaktır? Önceliğimiz, bu dönemde önemini daha da iyi anladığımız şekilde sağlıklı olmak ve sağlıklı çalışma ortamları oluşturabilmek. İnsan sağlığı ön planda tutularak tüm hizmet planlamasının revize edilmesini önemsiyoruz. Örneğin, pandemi ilan edilen ilk dönemlerde teknik ekibimizin vardiya planı değiştirilerek vardiyalardaki personel sayısı azaltılmış ve bulaşma riski minimuma indirilmiştir. Personellerin sağlıklı ve güvende kalması sağlanırken yerleşkemizdeki hiçbir teknik hizmetin de aksatılmaması aynı şekilde başarılmıştır

31


İ Ş O R TA Ğ I

"BÜTÜNSEL BIR SÜRDÜRÜLEBILIRLIK YAKLAŞIMINI BENIMSIYORUZ" COVID-19 salgınının doğanın geleceğine olan kaygıları ve beraberinde sürdürülebilirlik anlayışını tetiklediğini ifade eden Rami Atikoğlu, bundan sonraki süreçte kaynakları daha sorumlu tüketmenin ve bütünsel bir sürdürülebilirlik anlayışına sahip olmanın elzem olacağına dikkat çekiyor. bu çalışmalarımızı TSE Güvenli Üretim ve Hizmet Belgeleri ile neticelendirdik.

ASF olarak kuruldukları günden bu yana sınırlı kaynakları doğru kullanmak ve gelecek için yaşanabilir bir dünya bırakmak için mücadele ettiklerini ifade eden BASF Türkiye Genel Müdürü Rami Atikoğlu, hızla yükselen kurumsal sosyal sorumluluk anlayışının ilerleyen dönemde daha da önem kazanacağını ve bu anlayışın en önemli alt başlıklarından birinin doğa ve sürdürülebilirlik olacağını ifade ediyor.

B

BASF, nasıl bir ilk yarı yıl ve pandemi süreci geçirdi? Pandemi iş modelinizde, iş yapma şeklinizde nasıl değişikliklere sebebiyet verdi? Sokağa çıkma yasakları süresince, çalışma alanı zorunlu kimya sanayi işletmeleri kapsamında yer aldık. Özellikle, salgınla birlikte önemi artan gıda ile temizlik ve hijyen endüstrilerinin, portföyümüzde önemli yere sahip olmaları nedeniyle, durmaksızın üretimimize devam ettik. Müşteri odaklılığımız çerçevesinde önceliğimiz, ürünlerin müşterilerimize zamanında teslim edilmesiydi. Salgın bu anlamda bir risk teşkil etti. Ancak müşterilerimiz ve hizmet sağlayıcılarımız ile birlikte çözüm üreterek, başarılı iş birlikleri oluşturduk. Bununla beraber BASF Türkiye olarak tesislerimizde salgın riskini bertaraf etmek amacıyla yüksek düzeyde tedbirler aldık, tüm süreçlerimizi yeni koşullara göre düzenledik. Üretim tesislerimizdeki

32

Tedarik zincirinde yaşanan kırılmalar, ihracatınıza, yurt içi konumlanmanıza ve 2020 sonu hedeflerinize nasıl yansıdı? Kimya sektörü, pandemi sebebiyle yılın ilk yarısında küçülme yaşayan sektörlerden. Siz, bu genel gidişattan nasıl etkilendiniz? Yapılan sektörel araştırmalar ve değerlendirmeler, Türkiye’de 27 sektöre ham madde sağlayan kimya sektörünün, pandemi sürecinde tüm dünyada yaşanan küçülmeden etkilendiğini söylüyor. Ancak, bu dönemde Türkiye’de ve dünyada medikal, hijyen ve temizlik ürünlerine artan talep, kimya sektörünün diğer ürün gruplarında yaşadığı kaybı bir nebze de olsa telafi etmesini sağladı. Pandeminin etkisi tüm dünyada hissedilirken, sektörel olarak büyüme rakamlarında bir revizyon gördük. Kimya sektörü ana sanayi kollarına çok bağlı bir sektör. Neredeyse tüm sektörlerde yaşanan küçülme doğal olarak bizi de etkiliyor. Bu yılı, kimya endüstrisi olarak 2019’un yüzde 5-10 altında tamamlayacağımızı öngörüyoruz.

RAMI ATIKOĞLU BASF TÜRKİYE GENEL MÜDÜRÜ

Pandemi sürecinde artan sürdürülebilirlik ve doğaya zarar vermeyen ürün anlayışı “Sürdürülebilir bir gelecek için kimya üretiyoruz” mottosuyla hareket eden BASF için nasıl bir farkındalığın oluşmasını sağladı? Pandemi süreciyle birlikte, bireylerin,


doğanın geleceğiyle ilgili kaygıları arttı. Kaynakları daha sorumlu şekilde tüketmek, ihtiyaç duyulan kadarına sahip olmak, kaynakları verimli kullanmak önem kazandı. Biz, kurulduğumuz günden beri bu anlayışa hizmet eden çalışmalar içindeyiz. BASF olarak sürdürülebilirlik konusunda bütünsel bir yaklaşım benimsiyoruz. Bu doğrultuda tedarikçilerimiz, iş ortaklarımız ve müşterilerimizi de sürdürülebilirlik konusunda bilinçlendirmeye çalışıyor ve birlikte projeler geliştiriyoruz. BASF olarak, hızla artan dünya popülasyonu karşısında sınırlı olan kaynakların dengelenmesi, kaynakların sürdürülebilir kullanılması ve bunlar için gerekli inovasyonların belirlenmesinde önemli bir rol oynuyoruz. Geçmişte olduğu gibi, gelecekte de değişen dünya koşullarına adapte olan yenilikçi çalışmalarımız devam edecek. Globalden aldığımız bilgi birikimini BASF Türkiye olarak, İnovasyon Merkezimiz ve tesislerimiz aracılığıyla tüm süreçlerimizde kullanıyor ve müşterilerimizi, sürdürülebilir çözümlerimizle buluşturuyoruz. Ar-Ge yatırımları artık rekabetin belirleyici unsuruna dönüştü. Siz bu alana ne kadarlık pay ayırıyorsunuz? Ar-Ge uygulamalarınızın pazar payını artırmaya sağladığı katkı nedir? Dünyada yaklaşık 70 lokasyonda Ar-Ge merkezi bulunan BASF, 2019 yılında Ar-Ge çalışmaları için 2 milyar Euro’dan fazla yatırım yaparken, yaklaşık bin yeni

BASF Türkiye olarak yakın zaman önce Teknopark İstanbul bünyesinde faaliyete geçen İnovasyon Merkezimizde globalden aldığımız bilgi birikimini ve tecrübeyi, Türkiye ve çevre coğrafyalardaki müşterilerimize, onlara özel çözümler uygulayarak sunuyoruz. patentin sahibi oldu. BASF’nin dünya çapında Ar-Ge alanında 11 bin’den fazla çalışanı bulunuyor ve birçok endüstriyel sektöre kimyasal ürün ve çözüm sağlayıp üretim tesisleri ve teknik geliştirme laboratuvarları ile de faaliyetlerimizi destekliyoruz. BASF Türkiye olarak yakın zaman önce Teknopark İstanbul bünyesinde faaliyete geçen İnovasyon Merkezimizde globalden aldığımız bilgi birikimi ve tecrübeyi, Türkiye ve çevre coğrafyalardaki müşterilerimize, onlara özel çözümler uygulayarak sunuyoruz. Sunduğumuz çözümler, müşterilerimizin kendilerini pazarda farklılaştırmasını sağlarken, sürdürülebilirlik ve rekabet avantajı da sağlıyor. Ortaya koyduğunuz Ar-Ge ve sürdürülebilirlik hedefi, Türk iş dünyasında nasıl bir gelişime katkı sunuyor sizce? Ar-Ge ve sürdürülebilirlik hedeflerimiz doğrultusunda hayata geçirdiğimiz İnovasyon Merkezimiz, Türkiye için önemli bir değer. Gıda, tarım çözümleri, evsel bakım ve endüstriyel temizlik, kişisel bakım ve hijyen, boya, mühendislik plastikleri ve poliüretan,

"140 YILDIR TÜRKİYE EKONOMISINE KATKI SUNUYORUZ" Türkiye’de ilk satışını 1880 yılında gerçekleştiren ve 140 yıllık bir geçmişe sahip olan BASF, birçok endüstriyel sektöre kimyasal ürün sağlamayı sürdürüyor ve cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türk ekonomisine katkıda bulunmaya devam ediyor. BASF’nin İstanbul’da bulunan merkez ofisi ve Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde bulunan diğer ofisleri, 3 üretim tesisi ve İnovasyon Merkezi'nde yaklaşık 500 kişi istihdam ediliyor. İstanbul’daki merkez ofis aynı zamanda Rusya, Türki

Cumhuriyetler, Orta Doğu ve Afrika'yı kapsayan 81 ülkeyi yönetiyor. Üretim tesislerimiz ve son olarak faaliyete geçen İnovasyon Merkezimizle sadece Türkiye değil, çevre coğrafyalardaki müşterilere de hizmet sunuyoruz. Müşteriyi doğru anlamak, ihtiyaçlarını belirlemek ve bunu globalden gelen anlayış, bilgi ve tecrübeyle birleştirmek bizi sektörde farklılaştırıyor. Bu anlamda global yapımızla karşılıklı olarak birbirimizi beslediğimizi ve geliştirdiğimizi söyleyebilirim.

otomotiv tamir boyaları alanında yeni çözümler ve müşteri ihtiyaçlarına yönelik çalışmalar gerçekleştireceğimiz bu merkezle, Türkiye endüstrisinin gelişimine katkıda bulunuyor olmak bize heyecan veriyor. Sadece endüstriyel açıdan değil, akademi-sanayi iş birliğinin gelişimi, ülkemizin geleceği için de son derece önemli bir konu. Gücünü inovasyondan alan global bir şirket olarak, 140 yıldır hizmet verdiğimiz bu topraklara bilgi ve deneyimimizi aktararak katkıda bulunmak gurur verici. Kimya sektörünü yeni dönemde ne bekliyor sizce? Son yıllarda hızla artan kurumsal sosyal sorumluluk anlayışı sektörü ne kadar aktivistleştirecektir? Rekabet düzeyi nereye varacaktır? Pandeminin ilk dalgasında sektörün 2022 milyar olan 2020 ihracat hedefi doğal olarak aşağı yönlü bir revizyon yaşadı. Ancak bu revizyon küresel ekonomide yaşanan daralma göz önüne alındığında doğal. Olası ikinci dalga da tahminlerde ve sektörün gidişatında daha yeni değişimlere yol açacaktır. Burada bütün oyuncular için önemli nokta, ihtiyaçları zamanında görmek ve buna göre aksiyon almak olacaktır. Diğer yandan kurumsal sosyal sorumluluk kavramı, yeni dönemde çok daha büyük önem kazanacak. Sürdürülebilirliği tüm süreçlerinde benimseyen şirketlerin başarılı olacağı muhakkak. Toplumsal açıdan baktığımızda, pandemi sürecinde dayanışmanın önem kazandığını görüyoruz. Buradan hareketle şirketlerin sağlık, eğitim ve daha birçok kritik alanda topluma karşı sorumluluğunu yerine getirme misyonu önem kazandı. Sosyal sorumluluk mutlaka ticari başarıya da etki edecek ve doğru adımlar atan şirketler için rekabet avantajı sağlayacaktır.

33


34


SAVAŞTAN BARIŞA

HAYATIN iÇiNDEN SAVUNMA SANAYii Dünden bugüne hayatımızda kullandığımız teknolojilerin çok büyük bir kısmı savunma sanayiinden geliyor; koli bandından mikrodalga fırına, süper yapıştırıcıdan kan nakil cihazlarına kadar. Sivil hayata destek sunma görevini sürekli geliştirdiği Ar-Ge’si ile devam ettiren savunma sanayii, son olarak pandemi krizinde açtığı cephede büyük bir başarı gösterdi. arih boyunca birbiri ile mücadele etmek için yeni buluşlar ve teknolojiler geliştirdiler. Bu savaşlar ve mücadeleler çoğu zaman büyük yıkımlara sebebiyet verdi. Ancak başlangıçta savaş alanı için icat edilen teknolojilerin çoğu sivil hayatın bir parçasına dönüşmüş durumda. Hiç farkında olmasak da sivil hayatlarımızda kullandığımız teknolojik veya değil (yapıştırıcı, koli bandı) pek çok ürün önce savunma sanayiinin gelişimi için var oldu. Motorlu taşıtlar, gemiler ve uçaklar gibi hayatımıza büyük kolaylık katan mekanik tabanlı sistemler, Birinci Dünya Savaşı sırasında askeri güdümlü teknolojik ilerlemelerin ana yararlanıcıları olarak üretildiler. Elektrik ve elektronik sistemler, 1930’larda savunma uygulamaları için kademeli olarak tanıtıldı.

T

İlk motorlu uçak 1903 yılında Wright Kardeşler tarafından üretilmiş olmasına rağmen ilk kez 1911 yılında İtalyanlar ile Türkler arasındaki bir savaşta ortaya çıktı. Motorlu uçağın ilk havalanışından ancak 10 yıl sonra ise Dünya Savaşı’nda her iki taraftaki bazı üst düzey subayların çatışmanın başlangıcında alakasız olarak nitelendirdiği havacılık, savaşın gidişatına büyük etki etti. Batı cephesinde savaşan başlıca taraflar 1914 senesinde çok az sayıda oldukça basit ön cephe uçağına sahipti; bu sayı İngiltere için 110, Almanya için 230’du, Fransa’nın uçak sayısı ise çok daha azdı. Savaşın sonunda, Fransa 4 bin 500, İngiltere 3 bin 300 ve Almanya 2 bin 400 ön cephe savaş uçağına sahipti ve bu uçaklar; menzil, yük ve hız açısından çok daha gelişmiş özellikler barındırıyordu. Savaştan kısa bir süre sonra, posta ve yolcu hizmetleri gibi bazı askeri uçaklar sivil kullanım için dönüştürüldü ve belirli sivil modeller daha sonra geliştirildi.


YA K I N P L A N

Bugün tüm dünyanın birbiri ile bağlantı kurmasını ve tekli bir küresel sisteme geçmesini sağlayan internet, ekonomiye ve global ticarete pozitif etkileri olan en iyi savunma sanayii çıkışlı hizmet olarak ortada duruyor.

1930’ların sonlarında ortaya çıkan bir başka büyük çatışma riskiyle birlikte, şehirlere havadan saldırı korkusu, yaklaşan düşman uçaklarının erken tespiti için radyo dalgalarını kullanan radarın araştırılmasına ve geliştirilmesine yol açtı. Radar daha sonra gemilerde de konuşlandırıldı ve o zamandan beri havada ve denizlerde kazaların önlenmesine yardımcı oluyor. Su altında ses yayılımına dayanan başka bir erken tespit sistemi ise, İkinci Dünya Savaşı sırasında ortaya çıktı ve gemilerde yaygın olarak kullanıldı. Denizaltıları tespit etmek için bugün dahi yaygın olarak kullanılıyor. Sistem hidrofonlara ve tersinir dönüştürücülere dayanıyor. Hidrofonlardan, su altı sismik ve diğer derin su bazlı araştırmalar ile balık sürülerini izlemek için kullanılan sistemlerde yaygın olarak faydalanılıyor.

DIJITAL KAMERALAR CASUS UYDULARDAN CEBE GIRDI Dijital kamera teknolojisi başlangıçta, düşman tesislerinin yüksek çözünürlüklü hava görüntülerini yakalamak için casus uyduların içinde kullanılmaya başlandı. Teknoloji, özellikle 1960’lardaki Soğuk Savaş sırasında askeri alanda önemli

36

ilerlemeler kaydetti ve 1970’lerde ilk bağımsız dijital kamera ortaya çıktı. Dijital kameranın bugün kullandığımız DSLR’lerde ilerlemesi yıllar aldı ancak şimdi dijital fotoğrafçılık her yerde, hatta cebimizde.

GPS VE İNTERNET ASKER RÜTBELI 1958’de kurulan ABD İleri Savunma Araştırma Projeleri Ajansı (DARPA) gibi savunma araştırma ajansları, ulusal güvenlik için çığır açan teknolojileri ve yetenekleri desteklemeye başladı. Dünya genelinde pek çok ülke, daha sınırlı hedefleri ve bütçeleri olan benzer kurumlar oluşturdu. Bu kurumların ortaya koyduğu Ar-Ge çalışmalarının en önemli nihai sonuçlarının başında internet geliyor. Bugün tüm dünyanın birbiri ile bağlantı kurmasını ve tekli bir küresel sisteme geçmesini sağlayan internet, ekonomiye ve global ticarete pozitif etkileri olan en iyi savunma sanayii çıkışlı hizmet olarak ortada duruyor. ABD Savunma Bakanlığı (DoD) tarafından 1970’lerden itibaren geliştirilen ve askeri kullanıcılara konumlandırma, navigasyon ve zamanlama hizmetleri sağlamak için 24 uydu kullanan küresel konumlandırma sistemi (GPS) de bu askeri sistemlerin başarısının bir başka örneği. Cep telefonlarından kara araştırmalarına, hava trafik kontrolünden deniz seyrüseferine kadar askeri olmayan pek çok uygulama ve ürün bugün GPS’i kullanıyor. GPS’in sivil hayat içindeki varlığı ise 1983 yılına dayanıyor. Uçuş simülatörleri de başlangıçta


ordu için geliştirildi. Çok sayıda hava kuvvetleri pilotunu hızlı bir şekilde eğitme ihtiyacı, bu simülatörlerin gelişimlerine yol açtı. Uçuş simülatörleri, elektrik ve elektronik sistemlerin aşamalı olarak tanıtılmasından ve bugün askeri ve sivil pilotları eğitmek için kullanılan çok gelişmiş sistemlerin geliştirilmesine yol açmadan önce, başlangıçta temel mekanik mekanizmalara dayanıyordu; şimdi ise geleceğin teknolojisi olarak dillendirilen sanal gerçeklik sırtını bu simülatörlere dayamış durumda. Ülkelerin savunma bakanlıkları her iki taraf için de karşılıklı fayda sağlayacak şeyleri inşa etmek için devlet tesislerini, araştırmaları ve kaynakları kullanmalarına izin veren özel şirketler ve araştırmacılarla iş birliğine dayalı araştırma geliştirme anlaşmalarına sahip. Şirketlerin ya da araştırmacıların keşfettiği bilgiler ülkeden ülkeye değişmekle beraber belirli bir süre korunmak ve başka herhangi bir kuruma verilmemek zorunda. Bugün ülkemizde de ASELSAN gibi önde gelen şirketler, T.C. Savunma Sanayii Başkanlığı ile yaptıkları anlaşmalar gereğince çalışmalarını gizli olarak yürütüyor.

İLK DRONE BIR İHA’YDI Drone’lar, İkinci Dünya Savaşı sırasında hayatımıza insansız hava aracı (İHA) olarak girdi. Günümüzde İHA’lara olan talep o kadar fazla ki, onlarla alakalı kanunları düzenlemek hükümetler için bir baş ağrısına dönüşmüş durumda. Bu mütevazı drone’lar, savaş alanlarını araştırmak ve insanlar için tehlikeli kabul edilen görevleri yerine getirmek için uzaktan kontrol edildi. İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler, bir dizi İHA üzerinde çalışarak bu teknolojiyi daha da ileri taşıdı ancak günümüzde drone kullanımı ile en çok tanınan ülke Amerika. Şu anda 50’den fazla ülkenin 2013 yılından bu yana bir şekilde askeri insansız hava araçlarını kullandığı düşünülüyor. 1990’lardan bu yana drone’lar, ELEKTRIKLI EL ARABASINDAN İNSANSIZ BOMBA İMHA EKIBINE Askeri uygulamalar için özellikle de bomba imha görevlerini yerine getirmesi adına robotların geliştirilmesi ciddi anlamda 1970’lerde başladı. İngiliz Ordusu, İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) tarafından 1972 yılına kadar Kuzey İrlanda ve anakara Britanya’ya yerleştirilen araba bombalarını ve diğer patlayıcı cihazları manuel olarak etkisiz hale getirmek için tamamen patlayıcı mühimmat imha (EOD) operatörlerine güveniyordu. Birkaç EOD subayı öldürüldükten veya ciddi şekilde yaralandıktan sonra, bir İngiliz subayı, elektrikle çalışan bir el arabasından uzaktan kumandalı (halatlarla) bir ekipman geliştirdi ve bu cihaz, bombaları güvenli bir mesafeye sürüklemeye yardımcı oluyordu. İlk cihaz daha da geliştirildi ve tamamen uzaktan kumandalı insansız kara araçları ailesinin temelini attı. ABD silahlı kuvvetleri ayrıca birçok robot türünün geliştirilmesini destekledi veya bunları, doğaçlama patlayıcı cihazlarla; havada, su altında ve gözetim görevleri için karada kullanılmak üzere yeniden uyarladı.

alan tespiti ve hedef saldırılar için kullanılıyor. Diğer yandan son yıllarda eğlence amaçlı olarak da kullanılan drone’lar bugün başka görevler de üstleniyor. Pandeminin hayatımıza giriş yaptığı bu yıl, insan sağlığını garantiye almak ve sosyal mesafe kurallarını yerine getirmek için Çin, Amerika, Japonya, Kore ve Avrupa’nın önde gelen pek çok ülkesi drone’ları devriye olarak kullanmaya başladı. Drone’lar; karantina önlemlerini izlemek, lojistik destek sunmak, dezenfektan püskürtmek, trafiği izlemek ve ilaç ile gıda dağıtmak için hizmet veriyor.

İlk motorlu uçak 1903 yılında Wright Kardeşler tarafından üretilmiş olmasına rağmen ilk kez 1911 yılında İtalyanlar ile Türkler arasındaki bir savaşta ortaya çıktı. 37


YA K I N P L A N

girebilen ve radyasyon seviyelerini ölçebilen bazı askeri tip robotlar Japonya'ya gönderildi. İnsan müdahalesi için çok uzak veya tehlikeli bölgeleri araştırmak için su altı ve havadan uzaktan kumandalı robotlar da Fukuşima’da ve başka yerlerde konuşlandırıldı.

Savunma sektöründe kullanılmak üzere geliştirilen robotlar özellikle sağlam olmalı ve genellikle kontamine kimyasal, biyolojik, radyolojik, nükleer ve patlayıcı ortamlarda çalışabilmelidir. Elektroniği radyasyona dayanıklı olmalıdır. Japonya’daki Fukushima Daiichi Nükleer Santrali'nde tsunaminin neden olduğu erimenin ardından Tokyo, Washington’dan radyoaktif bir ortamda çalışabilecek, enkazı kaldırabilecek ve radyasyon seviyelerini ölçebilecek robotlar geliştirmesini istedi. ABD iRobot Savunma ve Güvenlik İş Birimi’nden (şimdiki adı Endeavor Robotics) tesise

UZAKTAN KUMANDADAN OTONOM SISTEMLERE Diğer sektörlerdeki yan ürünlerle birlikte askeri teknolojilerde ortaya çıkan bir eğilim, uzaktan kumandalı ekipmanla birlikte çalışan ve hatta bunların yerini alan otonom ve yarı otonom sistemlere artan bir bağımlılığa dönüştü. Bu sistemlerdeki gelişmeler, öncelikle havada, karada ve suda gözetim veya savaş görevleri için kullanılan uzaktan kumandalı insansız araçlarda kullanılan askeri teknolojiden kaynaklanıyor. Bu sistemlerin kullanımı (ABD ve diğer birkaç ordu tarafından 1970’lerin başlarında konuşlandırıldı) kanun yaptırımı, deniz gözetimi, arazi araştırmaları, tarım ve giderek artan şekilde özerk karayolu ve demiryolu taşımacılığı ve denizcilik gibi diğer alanlara yayıldı. Bu yarı otonom ve otonom sistemlerin ordunun ötesinde sivil hayatta genişlemesi, çok geniş bir sensör yelpazesinde büyük iyileştirmeler ve düşen birim maliyetleriyle mümkün oldu ve bugün bunlar birçok sisteme uydurulabiliyor. Nesnelerin interneti, yapay zeka ve makine öğreniminin gelişimi bu eğilimi güçlendiriyor.

SIRI UYGULAMASI İLK OLARAK ASKERLER IÇINDI Bugün telefonlarımızda kullandığımız sanal asistan Siri de ilk olarak askeriyeye hizmet vermek için uygulamaya konulduk. Bu yapay zeka uygulaması 2003 yılında Savunma Araştırma Projeleri Ajansı (DARPA) tarafından askeri komutanların aldığı günlük yoğun miktardaki veri ile başa çıkabilmek için hayal edildi. DARPA, bu sistemi hayata geçirmek için beş yıllık ve 500 kişilik bir ekipten

38

oluşan bir araştırma süreci için SRI International ile anlaştı. O zamanlar, tarihteki en büyük yapay zeka projesiydi ve bu projeye CALO (öğrenen ve düzenleyen bilişsel asistan) adı verildi. İsim, Latincede “askerin hizmetkarı” anlamına gelen “calonis” kelimesinden türetildi. Bundan yedi yıl kadar sonra SRI International, Siri adında bir girişim başlattı ve 2010’da App Store’da piyasaya sürüldü.


SAVUNMA SANAYIINDE YENI CEPHE COVID-19 ILE MÜCADELE Savunma sanayii, yüksek teknolojinin kullanıldığı, yeni teknolojilerin geliştirildiği bir alan ve burada geliştirilen teknolojiler, tüm dünyada ve ülkemizde pek çok sektöre ve ürüne de temel oluşturuyor. Savunma sanayii Ar-Ge’sinden çıkan teknoloji, hayatın her alanını kolaylaştırıcı bir rol üstleniyor. 2020 itibarıyla hayatımıza giren pandemi özellikle sağlık alanında büyük tahribat oluşturdu ve acil yardım ve çözüm önerilerinin masaya yatırılmasını gerektirdi. Dünden bugüne sivil ve teknolojik hayatın en ciddi destekçilerinden olan savunma sanayii, bu zorlu dönemde de devredeydi. Dünyanın dört bir yanında silahlı kuvvetler ve savunma müteahhitleri, saha hastaneleri inşa etmekten araştırmaları finanse etmeye, cihaz geliştirmeye kadar COVID-19 ile mücadeleye destek sundular. Kara kuvvetleri sahra hastaneleri kurdu, hava kuvvetleri temel malzemeleri taşıdı, deniz kuvvetleri insani yardım sağladı, savunma müteahhitleri, üretim hatlarını vantilatör ve kişisel koruyucu ekipman üretmek için yeniden uyarladı. Birleşik Krallık’ta silahlı kuvvetlerin kitlesel seferberliği, hükümetin pandemiye tepkisi ile paralel ilerledi. Yedek askerler pandemi hizmetine çağırıldı, askerler oksijen tankerlerini sürmek için yeniden eğitildi. Askerler, bir dizi Nightingle hastanesi inşa etti. Savunma Bilimi Teknolojisi’nde görevli bilim insanları İngiltere Halk Sağlığı Merkezi’ne laboratuvar kapasitesi sağladı. Amerika ve Avrupa’nın başka yerlerinde de benzer hizmetler devreye alındı. ABD’de ayrıca savunma sanayii Ar-Ge teknolojilerini aşının bulunması için de seferber etti. Fransa ülke çapında ve denizaşırı bölgelerine malzeme taşımak için Operation Resilience komutasındaki silahlı kuvvetleri kullandı. Denizde İngiltere, Fransa ve Hollanda, Karayipler’e konuşlandırılan üç gemi arasındaki destek faaliyetlerini koordine etmek için ortak bir askeri hücre oluşturdu.

TÜRK SAVUNMASINDAN PANDEMI MÜCADELESINE KATKI COVID-19 salgını esnasında hem ülkemizde hem de dünyada büyük bir talebe maruz kalan solunum cihazları, hastalığın ciğer üzerindeki hasarından dolayı en önemli sağlık cihazlarından birine dönüştü. Bu noktada yerli solunum cihazını üretmek için düğmeye basan Türkiye, Biosys, Baykar, ASELSAN ve Arçelik şirketlerinin

ortaklaşa girişimi ile kendi yerli cihazını üretti ve cihaz şu anda ihraç ediliyor. Savunma sanayii için teknoloji üreten her şeyi üretebilir kanısının çok uzun zamandır doğruluğunu kanıtlamış olması, Türkiye’nin yerli solunum cihazını üretirken savunma sanayiinden aldığı desteğin tuhaf kaçmamasını sağlıyor.

Donanma müdahalesinin en görünür yönlerinden biri, ABD’nin hastane gemileri USNS Mercy ve Comfort’un New York ve Los Angeles’a konuşlandırılmasıydı. Bin yataklı gemiler, her iki şehrin halk sağlığı yeteneklerini destekledi ve mevcut hastanelerin üzerindeki baskıyı hafifletmeye yardımcı oldu. Uluslararası iş birliği NATO gibi örgütlerin Avrupa-Atlantik Afet Müdahale Koordinasyon Merkezi ile Stratejik Hava İkmal Yeteneği ve Stratejik Hava İkmal Uluslararası Çözümü aracılığıyla, Türkiye’nin de dahil olduğu 30 üye devlet arasında malzeme taşımasını kolaylaştırmasıyla, müdahalenin temel taşlarından biri olduğunu kanıtladı. Bu iş birliği ile tıbbi malzemeler ihtiyaç duyulan yerlere ve malzemelere en hızlı ve etkin şekilde ulaştırıldı. Türkiye’ de savunma sanayii, pandemi ile mücadele kapsamında görev aldı. Tüm dünya için bir anda kritik bir hâl alan solunum cihazları savunma şirketlerinin verdiği destekle üretildi. Cihaz yerli ihtiyacı karşılamanın yanında Afrika’daki bazı ülkelere de hibe edildi.

Donanma müdahalesinin en görünür yönlerinden biri, ABD’nin hastane gemileri USNS Mercy ve Comfort’un, New York ve Los Angeles’a konuşlandırılmasıydı. Bin yataklı gemiler, her iki şehrin halk sağlığı yeteneklerini destekledi. 39


MİLLİ TEKNOLOJİLER

"START-UP’LAR ILE YAKIN ILIŞKI KURMAK ŞIRKETLERIN DIJITAL DÖNGÜSÜNÜ HIZLANDIRACAK" Pandemi sürecinin, firmaların dijital ajandalarındaki tüm süreçlere hız verdiğini aktaran Gürkan Öztürk, verimlilik artışı, inovasyon, hız ve müşteri memnuniyeti noktasında daha fazla yol alınması adına işletmelerin start-up’lar ile daha fazla iş birliği içinde bulunması gerektiğine dikkat çekiyor. eknopark İstanbul’un kuluçka merkezi Cube Incubation’ın genç girişimlerinden olan Cloudpeer’ın CEO’su Gürkan Öztürk, dijital dönüşüm platform teknolojileri alanında verdikleri hizmetle şirketlerin tüm dış ilişkilerini dijitalleştirme hedefinde olduklarını söylüyor. “Üzerinde çalıştığımız tüm çözümler, işletmeler için değer önerileri, verimlilik artışı, yenilikçi hizmet altyapıları ve dijital kanallarla artan müşteri memnuniyeti üzerine kuruluyor” diyen Öztürk, bu birleşimin her kurumsal firmanın dijital dönüşüm ajandasının nihai hedefi olduğunu söylüyor ve bundan sonraki döngüde firmaların start-up’larla yakın ilişkiler içinde olmasının büyük bir artı sağlayacağının altını çiziyor.

T

Öncelikle Cloudpeer’dan ve Teknopark İstanbul içindeki çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz? Pandeminin teknolojik devrimi kısa tarihinize ne kattı? Misyon-kritik, dijital dönüşüm platform teknolojileri üzerine yoğunlaşmış, iki yıllık genç bir girişim firmasıyız. Yakın zamanda Cube Incubation’dan ürünleri ve pozitif nakit akışı olan bir firma olarak mezun olduk. Bir nevi, derin teknolojiler

40

GÜRKAN ÖZTÜRK CLOUDPEER CEO’SU


ekosisteminde Teknopark İstanbul’un kendi altyapısından çıkardığı, yeni bir oyuncuyuz. Teknopark’a giriş Ar-Ge projemiz, savunma sanayii ve diğer stratejik sektörlerde kullanılmak üzere, yerli mühendislik tasarım ve ürünü bir blok zincir platformu geliştirmekti. Proje başladıktan sonra yaklaşık altı ay içinde ilk uçtan uca yerli blok zincir platformu olduğunu düşündüğümüz, kendi tasarım ve kodlamamız ALP’in (Advanced Ledgers Platform) ilk ticari sürümünü çıkardık. Aynı yıl, kendi teknolojimiz olan çoklu şirket dağıtım işlem yönetimi platformu Be9’u, ALP ile beraber kullanarak geliştirdiğimiz gerçek zamanlı, çoklu banka işlem bankacılığı çözümleri ile Citi Bank’ın 22 ülkede düzenlediği Fintech yarışmasında, alan ikincisi olduk. O zamandan beri de teknolojimiz, özellikle şirketler ve müşterileri ile arasında var olan bilgi, hizmet ve kıymet transferi kaynaklı işlemsel ilişkilerin daha verimli, hızlı, doğru ve güvenli işlemesi için gerekli altyapı ve dijital dönüşüm platform teknolojilerine evrildi. Pandemi döneminde iş sürekliliğini sağlamak dijital dönüşümle paralel hale geldi. Bu durum sizin üretim ve hizmet sürecinize nasıl yansıdı? Bu süre zarfında ne kadarlık bir talep aldınız? Biz pandemi öncesinde de kurumların dijital dönüşüm süreçlerini hızlandıracak teknoloji ve yaratıcı çözümler üzerinde çalışıyorduk. Pandemi süreci, doğal olarak dijital transformasyon kavramını ve o ekosistemde çözüm, platform ve ürün

üreten firmaları daha görünür kıldı. Bu bağlamda, bizim çalıştığımız alanlardaki talep artışı ve önümüzdeki fırsatlar penceresi, bizim de işlerimizi hızlandırdı ve büyümemize katkı sağladı diyebilirim. Dijital dönüşüme yapılan yatırım ve harcanan kaynakların dönüşü ancak yıllık vadelerde görülüyor. Pandemi nedeniyle yeni projelere başlanmış ya da var olanlara hız verilmiş olması iyidir ama dönüşlerinin hemen aylık vadelerde alınması pek mümkün görünmüyor. İşte tam bu noktada bizim gibi start-up’lar, kurumların dijital dönüşüme çok daha hızlı adapte olmasını ve çabuk sonuç almasını sağlayan yenilikçi çözümlerle öne çıkmaya başladılar. Verdiğiniz hizmetler operasyonel verimliliği artırma ve hizmet altyapısını geliştirme noktasında nasıl bir katkı sağlıyor? Üzerinde çalıştığımız tüm çözümler, işletmeler için değer önerileri, verimlilik artışı, yenilikçi hizmet altyapıları ve dijital kanallarla artan müşteri memnuniyeti üzerine kuruluyor. Her kurumsal dijital dönüşüm ajandasının nihai hedefi de budur; dijitalleşme yoluyla satış gelirlerinin artırılması, müşteri bağlılığının artırılması, ki bu satış gelirlerinin sürdürülebilirliği açısından elzemdir ve değer zincirindeki maliyetleri düşürerek verimlilik artışı sağlanması. Cloudpeer olarak dijital dönüşümde odaklandığımız asıl alan, şirketlerin dış dünya yani müşterileri, tedarikçi, dağıtıcı, hizmet sağlayıcılar ve devlet ile ilişkilerinin dijitalleştirilmesi.

"START-UP’LAR ÇALIŞMASI KOLAY, MALIYETSIZ VE RISKSIZ IŞ ORTAKLARIDIR" Bugün Türkiye’nin dijital dönüşüm konusundaki potansiyelini tam olarak kullandığını söylemek zor. Bunun da çözmesi zor ve karmaşık yapısal ya da ekonomik gerekçeleri elbet vardır. Kapsamlı bir analiz yerine, kurumsal yapılarda üst düzey yöneticilikten gelen ve şimdi bir girişim CEO’su olan eski bir mevkidaşları olarak kurumsal profesyonellere tecrübemi aktarmak isterim: İnovasyon döngülerinizde de dijital dönüşüm ajandanızda da

ticarileşme öncesindeki ve ticarileşmiş start-up’larla olabildiği kadar yakın ilişkiler kurun. Mümkünse iyi bir kurumsal programla, inovasyon süreçlerinize entegre edin ya da bir kısmını onların teknoloji ve platformlarına outsource edin. Start-up’lar çalışması kolay, maliyetsiz ve risksiz iş ortaklarıdır. Bu girişimlere yaptığınız yatırımların geri dönüşü hız ve büyüklük konusunda sizi gerçekten şaşırtabilir.

Pandemi sürecinde ne gibi çalışmalara imza attınız? Fikir ve başlangıcı pandemi öncesine dayanan projelerimizde hızlanma oldu. Bunlardan biri, fintech start-up olan başka bir firma ile stratejik iş birliği. Bu firmanın iş modelini geliştirdiği ve sahibi olduğu ürün; yenilikçi bir varlık modeliyle ticarette piyasa likiditesi oluşturarak, ekonomiye makro seviyede faydası olabilecek güzel bir inovasyon. Bu çok bankalı platformun finansal algoritmaları ve bunun yanında tüm yazılım ve çözüm altyapısı, Cloudpeer teknoloji altyapısı üzerinde tarafımızca geliştiriliyor. Bunun yanında, “imza.io” adlı elektronik imza tabanlı projemiz Rejenerasyon-20 hızlandırma programına dahil edildi. Bu programdan aldığımız destek, ürünümüzün tasarlama ve geliştirilmesinde bize hız kazandırdı ve pazara çıkış tarihimizi öne almada itici güç oldu. Böylelikle, fikir aşaması 2019’a dayanan projemizin pilot müşterilerimiz ile çalışmalara başlayabileceğimiz ilk versiyonu, program sonunda hayata geçmiş oldu. Dijital dönüşüm ticari hayat içinde nasıl bir ayrışma yaşatacaktır sizce, özellikle hangi sektörlerde kartlar yeniden dağıtılacaktır? Dijitalleşme artan bir hızla devam edecek. Temel teknolojilerinin gelişme hızının artması ve birim maliyetlerin düşmesi önemli bir etken. Bir de dijital dönüşüm kavramının uygulamalı şekilde somutlaştırılması ve ekonomik etkilerinin hesaplanması için gerekli bir yayılım ve öğrenme süreci var; bunun da geride bırakıldığını düşünüyorum. Şu anda birçok iş probleminden her birini en verimli ve en etkin şekilde çözmek için çalışan en az bir start-up var. Ve her bir start-up’ın, kurumsal organizasyon şemalarındaki bazı görev tanımlarını insanlardan alacak olan akıllı sistemlerin inşasına bir taş taşıdığını da unutmayalım. Yakın bir zamanda, geleneksel olarak şirketlerdeki temel yapıtaşları olarak görülen bazı fonksiyon ve görevlerin tamamen otomasyona bağlandığına ve çok alıştığımız bazı mesleklerin soyunun tükenmesine şahit olacağımızı düşünüyorum.

41


İYİ FİKİR

"YABANCI ALTYAPIYI YERLISİ ILE DEĞIŞTIRME HEDEFINDEYIZ" İletişim ve haberleşme alanında kısa sürede ortaya koydukları başarının arkasında yerli üretime duydukları güven anlayışının yattığını belirten Ferdi Tekçe, teknolojik bakımdan her türlü altyapı ihtiyacına cevap verebilecek durumda olduklarını söylüyor. aberleşme alanında uluslararası standartlarda tasarımlar gerçekleştiren Teknopark İstanbul firmalarından Andasis, yüzde 90 oranında yabancı sermayenin hakim olduğu sektörde haberleşme ve iletişim altyapısının tamamıyla yerli ve milli cihazlarla kurulması hedefiyle hareket ediyor. Bu noktada yabancı algısını kırmaya çalışmanın da mücadele alanlarından biri olduğunu ifade eden Andasis Genel Müdürü Ferdi Tekçe, firmanın çalışmalarını, yerlileştirme hedeflerini ve bundan sonraki süreç ile alakalı beklenti ve öngörülerini dergimiz Target’a değerlendirdi.

H

Andasis olarak Teknopark İstanbul içerisinde ne gibi çalışmalar gerçekleştiriyorsunuz? Pandemi, konumlanma sürecinizi nasıl evriltti? Andasis Elektronik 2016 yılında kuruldu ancak buradaki ekibin birbiri ile çalışma geçmişi 10-15 yıl kadar eskiye uzanıyor. Şu anda da ağ altyapı cihazları sektöründeki küresel devlerle rekabet edebilen donanım, yazılım ve mekanik tasarımları tamamen firma bünyesinde geliştiriyor ve üretiyoruz. Şu ana dek hayata geçirdiğimiz 65 civarı ürün ve sistem bulunuyor. 25 tanesi de geliştirilme aşamasında. Kısa sürede yakaladığımız bu başarıyı, sektördeki eksiklikleri net

42

FERDI TEKÇE ANDASIS ELEKTRONİK GENEL MÜDÜRÜ


analiz edebilmemize ve haberleşme alanı dikeyinde sahip olduğumuz ileri düzey tasarım uzmanlığı sayesinde hızlı aksiyon alabilmemize borçluyuz. Pandemi döneminde ortaya koyduğunuz çalışmalar neler oldu? Yeni yol haritanız nedir? Her alanda güvenli ve hızlı anlık veri trafik ihtiyacı bu dönemde daha da hissedildi. Bir diğer nokta da Andasis olarak daha çok odaklandığımız iletişim ve haberleşme altyapılarının tamamen yerli ve milli cihazlarla kurulması. Bu elzem alanda birçok ülke, küresel dev firmalara bağımlı. Devletimiz başta olmak üzere son yıllarda yapılan yerlileştirme çalışmaları ve teşvikleri meyvelerini verse de yabancı algısı ile mücadele etmeye çalışıyoruz. Yüzde 90 oranında var olan yabancı yatırımlar ve markalar, bu algının önünde bir zorluk teşkil etse de bu durumu ülkemiz için tersine çevirmek amacıyla çıktığımız yolda, tamamen ülkemizde tasarlayıp ürettiğimiz yeni nesil ağ altyapı cihazlarıyla, teknolojik bakımdan kamu ve özel sektörde neredeyse bütün ağ altyapı ihtiyaçlarını karşılayabilecek duruma geldik. Üretim kapasitesi ve pazar hacimleri açısından da benzer seviyelere gelmek için insan kaynağı ve üretim yatırımlarımız devam ediyor. Yurt dışında da benzer konularla alakalı temaslarımız var ancak öncelikle iç pazarda yüzde 100’e yakın olan ithalat oranını düşürmeyi hedefliyoruz. Buradaki varlığımızı güçlendirdikten sonra globalde varlık göstermek istiyoruz.

Pandemide Teknopark İstanbul firması olmak network’ünüze ve çalışmalarınıza nasıl yansıdı? Teknopark İstanbul firmaları da dünyada olduğu gibi ülkelerinin faaliyetlerini desteklemek üzere teknolojik yetkinliklerini ve kabiliyetlerini birleştirdi ve tek amaçta kenetlenerek süreci her açıdan başarıyla yürüttü. Mevcut durumda Teknopark İstanbul tarafından alınan önlemler, vergi ve teşvik uygulamalarında döneme özel sağlanan esneklikler ve finansal destekler sayesinde tasarım ve üretim faaliyetlerimize optimum verim düzeyinde devam ediyoruz. Türkiye’de teknolojik dönüşümün en önemli sorunlarından biri altyapı. Bu altyapının oluşması noktasında sektöre nasıl bir değer katıyorsunuz? Haberleşme altyapısında kullanılmak üzere tasarladığımız cihazlarla hem muadillerine göre uygun maddi yükle hem de hızlı saha desteğimiz sayesinde sağladığımız minimum zaman kaybıyla bu dönüşümü gerçekleştirmek noktasında firmalarımıza ciddi bir avantaj sağlıyoruz. Ayrıca altyapılarda kullanılacak cihazlar ve mimari özelinde sistem çözümleri sağlayarak da sektörde önemli bir eksiği kapatıyoruz. Türkiye’nin bu noktada geleceğe ne kadar hazır olduğunu düşünüyorsunuz? Pandemi dönemindeki dijitale hızlı adaptasyon süreci umut verici mi? Firmaların tüm sektörlerde adaptasyon yeteneğinin çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Yakın zamanda

"PROJELERIMIZI REKABETÇILIK AÇISINDAN ANALIZ EDIYORUZ" Son yıllarda teknoloji farkındalığının ülke genelinde oluşması sayesinde savunma sanayii üzerinden yapılan yatırımlarla bizim de dâhil olduğumuz birçok alanda çok büyük mesafeler kat edildi ve ediliyor. Burada artan taleple beraber firmaların sektöre olan ilgisi ve sektördeki yatırımları da arttı, bu da rekabeti artırdı. Rekabetçiliğin gereklerini yerine getirerek ayakta kalacak firmaların uzun vadede dünyada oyuncu olabileceklerini değerlendiriyorum. Biz de bu firmalardan biri olabilmek için bütün ürünlerimizi ve projelerimizi rekabetçilik açısından analiz ediyor, bu doğrultuda tasarlıyor ve üretiyoruz.

yeni normale çok hızlı adaptasyon sağladığımızı ve farklı dinamiklerle ekonomik anlamda çok hızlı toparlanma yaşadığımızı hep birlikte izledik. Dijital dönüşüm konusunda da birçok firmanın herhangi bir direnç göstermeden hızlı bir dönüşüme gittiği ve yaşanan fayda doğrultusunda kademeli dönüşümleri hızlandırdığını izliyoruz. Buradaki ivme artarak devam edecektir. Askeri alanda elde ettiğiniz tecrübe ve başarıyı hizmet verdiğiniz diğer sektörlere nasıl yansıtıyorsunuz? Mevcut durumda savunma sanayii ve telekomünikasyon sektörü için geliştirdiğimiz haberleşme cihazları, çevresel ve elektriksel dayanım gereksinimleri hariç çok benzer niteliklere sahip. Bu nedenle tasarımın birçok noktası ortak yürütülebiliyor. Ancak ticari tarafta teknolojiyi üretebilmek tek başına yeterli değil; maliyet, kullanıcı deneyimi ve müşteri memnuniyeti gibi birçok parametrede optimizasyon sağlama gerekliliği var. Bu konuda ticarileştirmeyi başarabildiğimiz çok sayıda farklı ürün grubumuz rafta mevcut. Askeri taraftaki tasarım çalışmalarımızı modüler yapıda ticarileşebilecek şekilde yapmaya özen gösteriyoruz. Dijital dönüşümün kaçınılmaz olduğu yeni süreçte, firmalara ne gibi tavsiyeleriniz olur? Rekabet edebilmek için sektörün doğru analizini yapmak ve gereken alanlarda optimum maliyetle dijital dönüşümü planlamak gerekiyor. Bu noktada sektörlerin farklı dinamikleri var ve genel tavsiye vermek bence çok doğru değil. Ancak sektör özelinde biraz daha spesifik bir farkındalık oluşturmak amacıyla bütün firmalar için çok önemli olan verilerin tamamının haberleşme altyapı cihazları üzerinden sağlandığının ve burada her an trafik dinlenme, kesilme ve müdahale edilme hassasiyetlerini barındırdığının bilincinde olmamız gerekiyor. Dijital dönüşüm yaparken verilerin güvenliğini de sağlayacak şekilde sistem kurmak ve bu değerli verileri mümkün olduğunca yabancı firmalara emanet etmemek gerekiyor.

43


G İ R İ Ş İ M E KO S İ S T E M İ

"KRIZDE DOĞAN FIRMALAR DAHA GÜÇLÜ YOL ALIYOR" Pandemi krizinin göbeğinde faaliyetlerine başlayan Rise-x firmasının kurucu ortaklarından Reha Atabey Açıkgöz, öncelikli hedeflerinin yerli üretim olduğunu, iç pazardaki yapılanmanın ardından da yurt dışına açılmak istediklerini söylüyor. emmuz ayında Teknopark İstanbul’un kuluçka merkezi Cube Incubation’da faaliyetlerine başlayan Rise-x firmasının kurucu ortaklarından Reha Atabey, bir sağlık krizinin ortasında kurulmuş olmalarını “Büyük firmalar her zaman kriz ortamlarında kurulmuşlardır” diyerek, stratejik hamlelerin ve doğru zamanda doğru alanda hareket etmenin gerekliliğini söylüyor. Sağlık krizinin ortaya koyduğu boşlukları doldurmak adına çalışmalara başladıklarını kaydeden Atabey, bu süreçte ürettikleri ürünlerle hem sektöre katkı sunduklarını hem de ürettikleri ürünün yurt dışına ihraç edilmesi ile ekonomiye katkı sunduklarını söylüyor. Bundan sonraki önceliklerinin Türkiye’nin ithal ürünlere olan bağımlılığını azaltmak ve sağlık alanındaki her türlü ürünü bünyelerinde üretip daha uygun fiyatlarla pazarlamak olduğunu söyleyen Atabey, sonrasında yurt dışına açılmak istediklerini belirtiyor.

T

2020 tarihli bir firmasınız ve pandemi gibi küresel çaplı bir krizin içine var oldunuz. Kurulum sürecini nasıl geçirdiniz? 7 Temmuz tarihinde, ortağım Samet Şahinoğlu ile firmamızı kurduk ancak bunun öncesinde uzun yıllara yayılan bir çalışma sürecimiz oldu. Kurulduğumuz esnada en fazla sorgulandığımız taraf, pandemi krizi ile faaliyetlere başlamış olmamız. Ben şuna

44

SAMET ŞAHİNOĞLU, REHA ATABEY AÇIKGÖZ RISE-X KURUCU ORTAKLARI

inanıyorum: Büyük firmalar, her zaman kriz ortamlarında kurulmuşlardır. Bu krizleri başarılı atlatanlar ve stratejik olarak doğru hamleler atanlar ise hem güçlü kalabilmişler hem de küreselleşme yolunda daha ciddi yol alabilmişlerdir. Bir sağlık krizinin içine doğmuş olduğumuzdan temel odak noktamızı bu alan oluşturdu. Pandemiden önce de sağlık ve tıp alanında eksiklikler ve acil ihtiyaçlar vardı. Salgın, farklı olarak tüm bunları ilgili herkes için görünür kıldı. Sadece bizim ülkemiz için de değil, tüm dünya için bu sorunlar gün yüzüne çıktı. Diğer yandan COVID-19 krizi esnasında ülkelerin yaşadığı kilitlenme, medikal cihazlara ulaşımın artık pek de kolay

olmayacağını ortaya koydu. Lojistik sorunlar, tedarik zincirindeki aksaklıklar, ambargolar, stok yetersizliği gibi birçok etken var bu noktada. Tüm bunlar bizi ülkemizin ve sonrasında diğer ülkelerin ihtiyaçlarına cevap verebilmek adına harekete geçirtti. Bu kısa sürede salgın ile mücadeleye nasıl bir katkıda bulundunuz? Şu anki ana projelerimizden biri gerçek zamanlı PCR analiz cihazının üretilmesi üzerine. COVID-19 testlerinin uygulanmasında kullanılan bu cihazı Türkiye’de üretebilen başka firma yok ve tamamıyla kendi Ar-Ge’miz ile geliştirdik. Bu Ar-Ge sürecini ise sektörün içinde


sürekli geri dönüşler alarak ilerletiyoruz. Test aşamasını tamamladıktan sonra ticarileştirme aşamasına geçeceğiz. Piyasaya sunduğumuz diğer iki ürünümüz ise antikor testlerinin içinde yer alan ve kitin ana malzemesini oluşturan membranın baskısını yapan bir cihaz. Ürünümüzü ticarileştirmek adına bu alanda üretim gerçekleştiren bir biyoteknoloji firması ile anlaştık ve firma şu an tüm kitlerini yerli olarak üretiyor. Bu sayede yurt dışına verilecek para Türkiye’de kalmış oldu, ayrıca firma şu an ürünü 27 ülkeye ihraç ediyor. Yeni kurulmuş bir firma olarak, ihracata destek sunuyor olmak bizim için çok değerli. Diğer ürünümüz ise dezenfeksiyon çözümleri olarak akıllı ozon jeneratörü geliştirdik. Bu ürünün de ihracatı ve milli pazarda satışa sunulması için çalışmalar yürütüyoruz. Pazardaki diğer ürünlere nazaran, üretilen ozon miktarını klinik çalışmalar yapan uzmanlar ile belirliyoruz. Yerli pazarda üretim kapasitemizi ve ürün portföyümüzü artırıp küresel bir marka olma hedefi ile yolumuza devam etmek istiyoruz. Sağlık dışında başka hangi alanlara hizmet sunuyorsunuz? Savunma sanayii ve otomotiv diğer ana alanlarımızı oluşturuyor. Ben ve ortağım, savunma sanayii alanında uzun yıllar hizmet verdik. Pandemi yoğunluğunu artırdıktan sonra bu sektöre de ürünler sunmak istiyoruz. Şu an diğer iki sektör için ortaya koyduğumuz net bir ürün yok ancak bazı cihazlarımızın her üç sektöre de entegre olabilecek şekilde üretilmesi noktasında çalışmalarımız var. Umuyoruz ki, yakın zamanda bunları somutlaştıracağız. Neden Teknopark İstanbul? Teknopark gibi gelişkin ve çözümcül bir ekosistemin içinde bulunmak süreci sizin adınıza nasıl kolaylaştırdı? Bizim için Teknopark İstanbul bilinçli bir tercihti çünkü bu ekosisteme daha önceden aşinaydık. Teknoparklar, bizim gibi firmalar için bir nevi sıçrama tahtası. Teknopark’ın sunulan altyapı ve teknik donanımı sayesinde laboratuvar ve Ar-Ge çalışmalarımızı hızlı bir şekilde ilerletebiliyor ve hızlı aksiyon alabiliyoruz.

Yakın zamanda uzaktan kontrol ile çalışabilen akıllı klinik laboratuvar projemizi de hayata geçirmeyi hedefliyoruz. Dışarıya ihtiyaç duymayan Türkiye hedefi doğrultusunda bir sağlık tesisinin listesinde barındırdığı her türlü elektronik cihazı portföyümüze ekleyip üretmek ve ulaşılabilir düzey ve maliyette pazarlamak istiyoruz. Buradaki firmaların birbiri ile kurmuş olduğu köprü, tedarik noktasında büyük yarar sağlıyor. Böylece hem üretici hem de müşteri olabiliyoruz. Burada çok farklı disiplinlerden firmaların yer alması bilgi edinme ve bilgiyi pratiğe dönüştürme noktasında da büyük avantajlar sağlıyor. Diğer yandan ürüne ya da cihaza dair saha çalışmalarımızı da yine ilk bu ekosistem içinde yapabiliyoruz. Ürününüzün testte uygunluğu ve testten geçme başarısı ne kadar yüksek olursa başarı şansınız da o kadar yüksek oluyor. Bu sebeple de saha çalışmaları bizim için büyük önem arz ediyor. Buradaki yardımlaşma ve hazır altyapı ve donanım sayesinde, firmalar daha kolay büyüyor. Tüm bunların neticesinde Türkiye’nin daha hızlı gelişebilmesi ve girişim alanında büyük bir mesafe kat edebilmesi için bu tür yapılanmalara daha fazla ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Hizmet verdiğiniz alanların hızla dijitalize olması ve rekabetçiliğin çabuk ivmelenmesi nasıl bir rekabetçilik ortamına sebep oluyor? Biz firma olarak, her türlü teknolojik yenilenmenin içindeyiz ve her zaman önde kalmak istiyoruz. Piyasadaki en son teknoloji ürünlerini kullanıyoruz. Böylesi teknolojilere Türkiye’de ulaşmak zor olduğundan kârınızdan kısmak zorunda kalıyorsunuz ancak diğer yandan globalde kendimize yer açmış oluyoruz. Ve yurt dışına açılma hedefi ile her türlü yeni teknolojiyi altyapımıza kazandırmaya gayret ediyoruz. Biz firma olarak, markalaşma dışında daha ziyade kaliteye ve Ar-Ge’ye önem veriyoruz. Dinamik ve hızlı aksiyon alabilen bir firma olduğumuzdan yeni teknolojileri anında devreye alabiliyoruz. Ancak çoğu büyük firma, halihazırda var olan altyapısını kullanarak hareket

ettiğinden bizim ürünümüz rekabet edecek pozisyonda olamıyor. Onlar için maliyet ve zaman kaybı olan Ar-Ge ve yatırım bizim için kalite, yenilikçilik ve daha güçlü rekabetçilik demek, katma değerli üretim demek. Bu da bizi genç bir yapı olmamıza rağmen öne çıkarıyor. Kaldı ki, tüketici davranışlarının da daha pragmatist bir anlayışla ilerlemesi, bizim ayrışmamızı sağlıyor çünkü biz de bu mantıkla üretiyoruz. Bundan sonraki süreç için kendinizi nasıl konumlandıracaksınız, hedefleriniz neler? Makro açıdan bakacak olursak, durmaksızın gelen teknolojik yenilikler, ülkemiz için büyük bir fırsat oluşturmanın yanında bir nevi engel de teşkil ediyor. Ülkemizdeki teknolojik komponentlerin büyük bir kısmı sektör fark etmeksizin dolar endeksli. Bu Türkiye’nin bir cihazı üretme konusundaki maliyetlerini artırıyor. Diğer yandan yabancı firmaların ürünlerinin yüksek bir fiyattan pazara girişine sebep oluyor. Bu çerçevede temel misyonumuzu dışa bağımlılığı azaltıp, ekonomik açıdan daha bağımsız bir Türkiye’ye katkı sunmak olarak belirledik. Ancak kendi ihtiyacını kendi karşılayabilen ve dışarıya ihtiyaç duymayan bir Türkiye, yeni dünya düzeninde güçlü durabilir. Firma olarak orta vadede hedefimiz, tüm laboratuvar gereçlerini kendi bünyemizde üretebiliyor olmak. Bunun yanında tamamen otonom ve uzaktan kontrol ile çalışabilen akıllı klinik laboratuvar projemizi de hayata geçirmeyi hedefliyoruz. Dışarıya ihtiyaç duymayan Türkiye hedefi doğrultusunda bir sağlık tesisinin listesinde barındırdığı her türlü elektronik cihazı portföyümüze ekleyip üretmek ve ulaşılabilir düzey ve maliyette pazarlamak istiyoruz.

45


MERCEK

KORONAVIRÜS SONRASI YENIDEN YAPILANMA

iNSAN KAYNAKLARININ LiDERLiK ANI Pandemi, şirketlerin şoklara yanıt verme ve değişen koşullara uyum sağlama becerisinin derinlemesine test edilmesiyle, proaktif iş planlaması ve sağlam risk yönetimi sistemlerinin önemini ortaya koydu. COVID-19, çalışanların rolünü ve şirketler üzerindeki etkisini ön plana çıkarırken, İK uzmanları, post koronavirüs döneminin mimarları arasına yerleşti.

46


eçtiğimiz 10 yıl içinde, çalışan kavramının yerini “insan sermayesi”ne bırakması, insan kaynakları departmanının yıllar içinde ne kadar önemli bir noktaya geldiğinin de göstergesi. Şu an içinde bulunduğumuz pandemi sürecinde ise daha da artan bu önem karşısında pek çok uzman, insan kaynakları bölümü için “İK’nın liderlik anı” tanımını kullanılıyor. Birçok İK profesyoneli, daha önce de zor zamanlar yaşamıştır ancak küresel çapta hızla yayılmaya devam eden COVID-19 salgını, yeni bir dönüşümün başlangıcına işaret etti. Salgının oluşturduğu belirsizlik ortamı, iş liderlerini ve çalışanlarını da büyük bir bilmezliğin ortasına çekmiş durumda. Chicago merkezli araştırma ve danışmanlık şirketi Spencer Stuart’ın İK lideri Steve Pascot, bu belirsizliğin İK departmanının işini kesinlikle zorlaştırdığını söylüyor. Ancak diğer yandan COVID-19 salgını, kuruluşlarda İK profesyonellerinin önemini de daha önce hiç olmadığı kadar yükseltmiş durumda. Yaşanılan süreçte, insan kaynağı uygulayıcılarının artık, iş liderlerini önemli kararlar konusunda kendilerine danışmaya ikna etmeleri gerekmiyor. Pascot, bu durum için “İK, liderliğe oturdu” diyor. COVID-19 ile gelen yeni düzende şirketler, tüm satın alımları ve projeleri yeniden düşünürken, israfı ve verimsizliği de ortadan kaldırmaya çalışıyor. Ancak arık bir sermaye olarak görülen insan kaynağının korunması da masadaki gündemlerden biri. Ve CEO’lar, iş yerini direnç ve iyileşme için yeniden şekillendirme konusunda İK’cıların hızına, uzmanlığına ve yaratıcılığına çok fazla güveniyor. İK uzmanları ve yönetim danışmanları, koronavirüs sonrası bir dünyaya yardımcı olmak için şu an uzaktan çalışmadan sağlık yardımlarına, çalışanların moralini yüksek tutmadan afet planlamasına kadar kuruluşların ileriye dönük yeni bir yol haritası oluşturmasına yardımcı olmaya çalışıyor.

G

DÜNYA ÇAPINDA BIR DENEY UZAKTAN ÇALIŞMA Salgın ile beraber iş dünyasının büyük bir çıkmaza girmesi, liderleri pek çok kararlar almaya itti. Şirketler ayakta kalmak ve üretim sürekliliğini sağlamak için yeni yollar arayışına gitti. Salgının iş, performans sonuçları ve en önemlisi çalışanlar üzerindeki etkisini en aza indirmeye çalışmak, işletmeler ve yöneticiler için ciddi bir kriz yönetimi halini aldı. Esnek/uzaktan çalışma, kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izin gibi pek çok kavram, son aylarda iş ekosisteminin gündemini meşgul ediyor. Çalışma hayatına dair yasal mevzuatlar değişti, hükümetlerce teşvikler devreye alındı. Bu süreçte hükümetler, destek ve teşviklerle şirketlerin nakdi problemleri aşmasına yardımcı olurken, yöneticiler de yeni çalışma modelleri ile bu krizi yenmeye çalıştı.

Global Workplace Analytics Başkanı Kate Lister: “Dünya genelinde çalışanlar, zamanlarının yüzde 50 ile yüzde 60’ını masalarının başında geçirmiyor. Bu, şirketler için çok büyük bir alan ve para kaybıdır.”

PERYÖN TÜRKIYE İNSAN YÖNETIMI DERNEĞI YÖNETIM KURULU BAŞKANI BERNA ÖZTINAZ "TEKNOLOJI ILE HARMANLANMIŞ BIR İŞ DÜNYASI BIZI BEKLIYOR" Uyum sağlama, çeviklik ve dijitalleşme kavramlarının günümüzde yaşanan köklü değişimin ana etkenleri olduğunu ifade eden PERYÖN Türkiye Başkanı Berna Öztınaz, bunu başaran kurumların kapanma sürecinde evden de ofisteki kadar verimli çalışılabildiklerini söylüyor ve “Bu yeni gerçek, şirketlere yüksek verimlilik getirmesinin yanında, zamandan ve maliyetten de tasarruf sağlıyor. Elimizdeki araştırmalar da uzaktan çalışma ve hibrit çalışma modellerinin pek çok kurum tarafından uygulanmaya devam edildiğini gösteriyor. Bundan sonraki süreçte uzaktan/esnek çalışma modellerinin sağladığı avantajlardan ve maddi tasarruflardan yararlanamayan kurumlar, potansiyel insan kaynaklarını sağlıklı bir şekilde değerlendiremeyerek işlerin sürdürülebilirliği konusunda ciddi sıkıntılar yaşayacak ayrıca finansal

olarak da darboğaza düşecekler. Kurumlar için önemi her geçen gün daha da artan dijitalleşmenin, pandemi ile birlikte zorlu bir testten geçtiğini söyleyebiliriz. Bunun sonuçlarını geçenlerde tamamladığımız ve 110 kurumun katıldığı anketimizde de gördük. Bu anketimizin sonuçlarına göre “kurumum dijital dönüşüme hazır değil” diyenlerin oranı yüzde 60’ı buluyor. Çalışanların yüzde 75’i şirketimde dijitalleşme konusunda sürdürebilir politikalar izlenmiyor derken, dijital İK çalışmalarını yetersiz bulanların oranı ise yüzde 100. Araştırmamızın sonuçlarının da gösterdiği gibi İK yöneticileri olarak kurumlarımızı dijital dönüşüme hazır ve uygun bir yapıya kavuşturmamız gerekiyor. Bu sayede geleceğin dünyasına daha uygun bir çalışma hayatının kapıları aralanacak. Dijitalleşme ile birlikte daha sosyal, daha eşitlikçi ve teknolojiyle daha fazla harmanlanmış bir iş dünyası bizi bekliyor” diyor.

47


MERCEK

İleriki dönem için doğru iletişim, şirketlerin kurumsal kültürünün ve değerlerinin benimsenmesi adına önemli bir rol oynayacak. Şu anda ise doğru iletişim, çalışanları motive tutmanın ve psikolojik olarak desteklemenin yolu olarak görülüyor.

Bu yeni modellerin başında ise uzaktan çalışma sistemi geliyor. Pandemi ile beraber hayatımızın merkezine oturan uzaktan çalışmanın bundan sonraki süreçte kalıcı olacağını söyleyenlerin sayısı her geçen gün artarken, konuya dair ortaya konan söylemlerin pek çoğu da netlikten uzak. Pandeminin oluşturduğu sosyal mesafeye hızlı bir reaksiyon olarak ortaya konan bu yeni çalışma modeli, İK’cılar tarafından günlük olarak gözden geçirilebilir ya da değerlendirilebilir olsa da pek çok yönetici ve firma, uzun vadeli olarak sürekli uzaktan çalışmaya dair bir taahhütte bulunmuş değil. Raporlar, çoğu İK uzmanı işleri uzaktan yürütmek için benzersiz çözümler ortaya koymuş olsa da yüz yüze iletişim etrafında inşa edilmiş kültürlere ve iş süreçlerine sahip kuruluşlar için de bir zorluk oluştuğunu gösteriyor. Diğer yandan artan dijitalizasyonun etkisi ile uzaktan çalışma sisteminin kalıcı olacağını düşünen uzmanların sayısı da epeyce fazla. Ancak her iki

48

durumda da genel düşünce, verimliliğin yakalanabilmesi için uzaktan çalışma alanında düzenlemeler getirilmesi gerektiği yönünde. Uzaktan çalışma sürecinde birçok parametrenin bulunması; iletişim, pazarlama ve teknoloji alanı dışında kalan işletmeler için bu sisteme geçiş yapılması durumunda organizasyonun tüm fonksiyonlarını ve faaliyet alanlarını değerlendirmelerini gerektiriyor. Diğer yandan konunun uzmanı pek çok isim, şimdiye dek çok sayıda kurumun uzaktan çalışma ya da esnek çalışma sistemini deneyimlediğini ama şu an yaşanılan sürecin bir zorunluluk içine doğmuş olmasıyla beraber diğer tüm deneyimlerden farklı olduğunu ve bunun üzerine ölçümlenmiş bir verimlilik araştırmasının bulunmamasının da durumu zorlaştırdığını söylüyor. Genel olarak, uzaktan çalışma sisteminin ne kadar etkili olacağının anlaşılabilmesi için en az 1,5-2 seneye ihtiyaç duyulduğu da belirtilen nüanslardan. Danışmanlık şirketi Global Workplace Analytics’in yakın zamanda yaptığı bir anket, pandemi sonrasında kaç çalışanın evden çalışmak istediği sorusuna cevap bulmaya çalışıyor. Araştırma şirketinin anketten yola çıkarak yaptığı tahmine göre, 2021 yılı sonuna kadar dünya genelinde iş gücünün yüzde 25-30’u esnek çalışma sistemine geçmiş olacak. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) de bu konuda hemfikir. Aslında küreselde, çalışanların haftada birkaç gün evden çalışma isteği yeni değil. Krizden önce tekrarlanan anketler, dünya çapında çalışanların yüzde 80’inin en azından bir süre evden çalışmaya talip olduğunu ortaya koyuyor. Diğer yandan işçilerin dörtte üçü pandemi süreci kontrol altına alındığında da birkaç gün evden çalışmak istiyor. Analizciler, pandemi krizini İK ve çalışanlar yönünden “cin şişeden çıktı” yönünde okuyup, uzaktan çalışmanın zorluğuna karşı esnek çalışmanın büyük bir opsiyon olarak masada durduğunu söylüyorlar. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde, evden çalışma programlarının ana itici gücü, yeni yeteneklerin içeriye çekilmesi veya elde tutulması ile ölçülürken, bu son durgunlukta daha ziyade


tasarruf yapmak ve krizin maliyetine çözüm sunmak ile alakalıydı. Bu durumun işletmeler ve yöneticiler için ortaya koyduğu sonuç ise, daha az gayrimenkulle daha fazlasının yapılabileceğinin fark edilmesi oldu. Diğer yandan pek çok yönetici ve patronun, çalışanların uzaktan çalışıp çalışmadığı konusunda bir tedirginliği de söz konusu. Global Workplace Analytics Başkanı Lister’in buna cevabı ise şu şekilde: “Şimdi çalıştıklarını nereden biliyorsunuz? Dünya genelinde çalışanlar, zamanlarının yüzde 50 ile yüzde 60’ını masalarının başında geçirmiyor. Bu, şirketler için çok büyük bir alan ve para kaybıdır.” Tüm bunlara rağmen ABD İnsan Kaynakları Yönetimi Derneği’nin nisan ayında yaptığı bir ankete göre, işverenlerin yüzde 71’i uzaktan çalışmaya uyum sağlamanın zor olacağını söylüyor. ŞIRKET MORALINI YÜKSELTMEK IÇIN DOĞRU İLETIŞIM Organizasyonların, çalışanlarına internet ve gerekli ekipmanları sağlamasının uzaktan çalışma sistemi içinde en kolay bölüm olduğunu aktaran uzmanlar, asıl önemli ve zor olan kısmın ise çalışanları bir amaç çerçevesinde toplayabilmek, daha da önemlisi motivasyonu sağlayabilmek olduğunun altını çiziyor. Bu yeni süreçte, İK’nın ve güçlü liderliklerin önem kazandığı ve şirketin bundan sonraki dayanağının bu alan olacağını ifade eden analistler ve uzmanlar, uzaktan çalışma noktasında yöneticilerin çalışanlarını önemsemesinin, anlamasının ve desteklemesinin, insan sermayesinin rekabetin güçlü unsurlarından birine dönüştüğü günümüzde daha büyük anlam ifade ettiğini belirtiyor. Ofis dışında çalışma şeklinde yöneticilerin dağınık grupları canlı ve birliktelik çerçevesinde tutabilmesi can alıcı unsura dönüşürken, bu durumun hiyerarşik bir liderlik anlayışının da yeni düzende pek işe yaramayacağına işaret ediyor. Gelecek dönemde bu ve benzeri iş yapış modellerinin varlığı, kurum içinde doğru ve güçlü iletişimi odağa alıyor.

KPMG TÜRKIYE İK VE DEĞIŞIM YÖNETIMI DANIŞMANLIĞI KIDEMLI MÜDÜRÜ TUĞBA KAVAK "2020’LER UZAKTAN ÇALIŞMANIN YAŞANDIĞI YILLAR OLACAK" 2020’lerin uzaktan çalışmanın konuşulduğu değil, uygulanacağı yıllar olacağını ifade eden KPMG Türkiye İnsan Kaynakları ve Değişim Yönetimi Danışmanlığı Kıdemli Müdürü Tuğba Kavak, normalleşme ile başlayan kısıtlamaların gevşetilmesi ve seyahatlerin başlaması ile dillendirilen ikinci dalga riskinin yanında salgına yönelik büyük belirsizliklerin içinde şirketlerin gelecek planlarını oluşturmaya başladığını söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Gelecek planlarını olası başka bir salgın senaryosu üzerine kurgulayan şirketlerin bu kurguları içerisinde uzaktan çalışma yerini en sağlamlaştıran uygulama gibi gözükmekte. Ancak birçok konuda olduğu gibi, uzaktan çalışma konusunda da uzun vadeli projeksiyonlar ile konuya yaklaşan ve sağlam politikalar ile uzaktan çalışmayı destekleyen kurumlar, ileriye dönük

bakış açıları sayesinde daha başarılı olacaklardır. Bir anda hayatımıza giren uzaktan çalışma, kendi içinde bazı zorlukları barındırsa da kurum kültürüne özel, doğru çözüm reçeteleri oluşturmak mümkün. Uzaktan çalışma sisteminin hem kurum hem de çalışan tarafından bazı zorlukları ve talepleri barındırdığına dikkat çeken Tuğba Kavak, “Bu dönemdeki sosyal izolasyon koşulları ile beraber uzaktan çalışma, bir yalnızlık hissi oluşturdu. Ancak dış dünyadaki sağlık tehditleri ortadan kalktığında çalışanların bu sistemde arayacakları en büyük destek kesintisiz iletişim ve adil yaklaşımın odakta olduğu insan yönetim politikaları olacaktır. Kurum tarafında ise bu sistemin kurum kültürü haline getirilmesi ve uzaktan çalışma ile kurumun hayatına girecek yeni aksiyonları doğru bir planlama ile hayata geçirmek kritik bir önem taşımaktadır” diyor.

Uzmanlar, işe alımda artan yapay zeka kullanımı, fiziksel ve zihinsel sağlık ile finansal sağlık için çalışan araçlarının büyümesi ve artan otomasyon dahil olmak üzere çeşitli İK teknolojisi trendlerine dikkat çekiyor. 49


MERCEK

%25-30

2021 sonuna kadar esnek çalışmaya geçeceği düşünülen çalışan sayısı

%75

Pandemi sonrasında esnek çalışmak isteyen çalışan sayısı

İleriki dönem için doğru iletişim, şirketlerin kurumsal kültürünün ve değerlerinin benimsenmesi adına önemli bir rol oynayacak. Ancak şu anda doğru iletişim, çalışanları motive tutmanın ve psikolojik olarak desteklemenin yolu olarak görülüyor. Virüs, dünya geneline yayılırken birçok kuruluştaki insan kaynakları uzmanı, endişeli bir iş gücüne biraz sakinlik sağlamaya ve moralleri artırmaya çalışmak için iş liderleri ve iletişim uzmanları ile birlikte çalışmaya başladı. Çalışanların büyük bir kısmı, pandemin belirsiz varlığı sebebiyle ailelerinin sağlığı, ne kadar süreyle iş sahibi olacakları ve faturalarını ödeyip ödeyemeyecekleri konusunda hâlâ endişeli. Yetkililer,

İNSAN KAYNAKLARININ GELECEĞI 2020 KPMG’nin, küresel çapta bin 300’den fazla İK yöneticisinin katıldığı “İnsan Kaynaklarının Geleceği 2020” anketinden elde ettiği sonuçlardan birinde öncü İK organizasyonlarının, şirketleri için doğru kültürü sürekli takip etmek ve korumak için uyguladıkları bir strateji olduğuna “kesinlikle katılma” yönelimlerinin altı kat daha fazla olduğu görülüyor. Ankete göre, şirket kültürünün şirketlerin amacına uyacak şekilde değiştirilmesi görüşüne katılanların oranı yüzde 61 düzeyindeyken; İK organizasyonlarının şirketlerin doğru kültürü entegre etmesinde hayati bir rol oynadığı görüşüne katılanların

50

oranı ise yüzde 71. KPMG anketten elde ettiği sonuç doğrultusunda, bu dönemde yaşanan sorunların ortadan kalkması için yeni İK stratejilerine ihtiyaç duyulduğunu ve genel perspektifte kurumları önümüzdeki dönemde insan yönetimi açısından bekleyen durumu şöyle özetliyor: Kurumların kısa-orta vadede, tüm İK stratejilerinin gözden geçirilmesi; çalışanlarına yaşattığı deneyim, iş gücü yönetimi, gelişim araçları, dijitalleşme ve İK analitik, performans yönetimi ve yeteneğe bakış açısı yeni metodolojiler ile ele alınması gereken konu başlıklarında üst sıralarda yer almakta.

insan kaynakları uzmanlarının işten çıkarmalar ve şirketin içinde bulunduğu ekonomik durum ile alakalı dürüst davranmalarının da personele değer verildiğinin hissettirilmesi noktasında gerekli olduğunu dile getiriyor. Ancak belirsizlik ortamının oluşturduğu gerginlik sadece çalışanları değil, yöneticileri de tedirgin etmeye devam ediyor. ABD İnsan Kaynakları Yönetimi Derneği’nin anketine göre, üç işverenden ikisi çalışanların moralini korumanın zor olduğunu söylüyor. Uzmanlar bu konuda İK yöneticilerinin çalışanların kaygılarının bir gecede ortadan kalmayacağını anlaması gerektiğini ve bundan sonraki sürece dönmenin de pek mümkün olmayacağını bilerek hareket etmeleri gerektiğini vurguluyor. GELECEĞIN İK’SI DIJITAL OLACAK Pandeminin insan kaynakları departmanında ve iş yapış şekillerinde başlattığı bir diğer değişim ise dijitalleşme oldu. İnternetin olduğu her yerin ofis haline geldiği, dijitalleşmenin tüm tüketici davranışlarını derinden etkilediği bu ve bundan sonraki dönemde liderlerin teknolojik gelişmelere yakınlığı, bunların takibi ve entegrasyonu ayrışmayı da sağlayacak. Salgın nedeniyle, bu senenin ilk yarısında büyük oranda uzaktan çalışma sistemine geçiş yapılması ile teknoloji, insan kaynakları departmanı için daha önemli bir hale geldi. Uzmanlar, işe alımda artan yapay zeka kullanımı, fiziksel ve zihinsel sağlık ile finansal sağlık için çalışan araçlarının büyümesi ve artan otomasyon dahil olmak üzere çeşitli İK teknolojisi trendlerine dikkat çekiyor. Ve COVID-19 ilerledikçe, İK’nın çevrim içi öğrenmeyi, kariyer gelişimini, geri bildirim ve katılımı ve daha pek çok temel işlevi daha etkin hale getirmek için yeni teknolojileri kendi bünyelerinde geliştirmeleri muhtemel hatta kaçınılmaz olacaktır. Diğer yandan Y kuşağından çok farklı özelliklere sahip olan ve teknolojik bir pragmatizme sahip olan Z kuşağının dijitalleşme ile olan sıkı ilişkileri de liderleri teknolojik gelişmeleri yakından takip etmeye zorluyor.



GÜNDEM

MAVİ VATANIN MİLLİ VE YERLİ GURURU

ORUÇ REİS

Türkiye, sondaj çalışmaları alanında geçtiğimiz senelerde suya indirdiği yerli Oruç Reis gemisinin yanına bir yeni başarı daha ekledi. Karadeniz’de bulduğu doğal gaz rezervi ile tarihinin en önemli keşiflerinden birine imza atan Türkiye, 50 seneye yakın bir süredir devam ettirdiği çalışmalarının meyvelerini almaya başladı.

ürkiye'nin Karadeniz’deki ilk milli derin deniz sondajını gerçekleştiren “Fatih” sondaj gemisi, Sakarya Gaz Sahası'nda 320 milyar metreküp doğal gaz rezervi keşfetti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “müjde” olarak açıkladığı keşif, Türkiye’nin son dönemlerde yoğun şekilde yürüttüğü

T

52

sismik arama ve sondaj faaliyetlerinin ilk somut çıktısı oldu. Keşif, bundan sonra denizlerde yapılacak olan arama ve üretim faaliyetleri açısından yeni bir dönemi işaret ediyor. Diğer yandan keşif, bu miktarın yeni araştırmalarla artırılabileceği anlamına da geliyor. Türkiye, yaklaşık 50 sene önce başladığı çalışmalar neticesinde yaptığı bu büyük keşfi, 2023 yılında kullanılabilir hale getirmeyi hedefliyor.

SONDAJDA İKİNCİ BÜYÜK BAŞARI Türkiye’nin doğal gaz keşfinin yanında bu alanda ortaya koyduğu bir diğer başarı ise yerli imkanlarla geliştirilmiş ve son teknoloji ile donatılmış sismik araştırma gemisi Oruç Reis’in 2017’de suya inerek, Akdeniz’deki çalışmalara ve araştırmalara destek sunması oldu. Türkiye’nin ithal ettiği sondaj gemileri Fatih, Yavuz, Barbaros Hayrettin ve Kanuni’nin yanında denizlerdeki çalışmalarını devam


ORUÇ REİS ettiren Oruç Reis, Türkiye’nin teknolojik ve inovatif anlamda sahip olduğu başarının bir göstergesi. Tasarımından üretimin her aşamasına; deniz kabul testlerinden eğitim faaliyetlerine kadar yerli imkanlarla üretilen Oruç Reis, Türkiye tersanelerinin yakaladığı başarının güzel örneklerinden biri. Oruç Reis’in varlığı ile üretimde sınıf atladığını kanıtlayan tersaneler, kendi ihtiyaçlarına çözüm üretebilen bir yapıda olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Geminin varlığı aynı zamanda milli araştırmalarda kullanılacak yeterlilikte bir gemi için başka ülkelere ihtiyaç olunmadığını ve stratejik bilgilere yerli imkanlarla ulaşılabileceğini de ortaya koydu. MİLLİ GURUR ORUÇ REİS Nisan 2012’de T.C. Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM) ve İstanbul Denizcilik Gemi İnşa San. ve Tic. A.Ş. arasında imzalanan Sismik Araştırma Gemisi Tedarik Sözleşmesi kapsamında üretilen Oruç Reis, Türkiye tarafından milli ve yerli olarak üretilen ilk sismik araştırma gemisi. Maden Teknik Arama Genel Müdürlüğü (MTA) ve SSM iş birliğinde, Gemi İstanbul Tuzla Tersanesi’nde üretildi. 23 Haziran 2017 tarihinde geçici kabulü yapılan gemisinin 2017 ağustosunda operasyon, test, eğitim ve tecrübe denemelerine başlandı ve aynı yıl çalışmalara katıldı. Denizlerde maden tespit etmek için üretilen Oruç Reis, ayrıca deniz tabanının ayrıntılı bir şekilde haritalanması ile görüntülenmesi ve kıta sahanlığı gibi kritik önemdeki bilimsel araştırma görevlerini de yerine getiriyor. Gemi, sahip olduğu uzaktan kontrollü mekanizma sayesinde bin 500 metre derinlikten örnekler toplayabiliyor. Gemiden alınan verilerin işlenmesi, analizlerinin ve değerlendirilmelerinin yapılması için beş adet laboratuvara sahip olan Oruç Reis, Türk bilim insanlarının açık denizlerde rahatlıkla çalışma yapabilmesine olanak sağlıyor. Gemide yer alan uluslararası standartlardaki helikopter platformu, 12 tonluk bir helikopterin gece gündüz iniş yapmasına olanak sağlayacak yapıda.

MTA ORUÇ REIS, TÜRKIYE’DE 3000 METRE DERINLIKTE ROV SÖRVEY KABILIYETINE SAHIP ILK BILIMSEL ARAŞTIRMA GEMISI.

SAHIBI MTA BAYRAK TÜRKIYE ÜRETİM %100 YERLİ DEPLASMAN KAPASITESI

5.178 TON

BARINMA KAPASITESI

55

LABORATUVAR SAYISI

HIZ (MAX):

17 23 86

knots

GENİŞLİK: metre

BOY:

metre

5

DESTEKSIZ DENIZDE KALABILME SÜRESI

30 GÜN

Denizlerde maden tespit etmek için üretilen Oruç Reis, ayrıca deniz tabanının ayrıntılı bir şekilde haritalanması ile görüntülenmesi ve kıta sahanlığı gibi kritik önemdeki bilimsel araştırma görevlerini de yerine getiriyor. 53


I TO - B T M H A B E R L E R

“DOĞALGAZ REZERVİ ‘MAVİ VATAN’IMIZIN YENİ ZENGİNLİĞİNİN İLK KEŞFİ” İTO Başkanı Şekib Avdagiç, Karadeniz’deki doğalgaz keşfine ilişkin olarak, “Bu tarihi adım, Türkiye’nin zengin kaynaklarını kullanma konusunda yıllardır estirilen spekülasyonlara son noktayı koymuştur. İş dünyası olarak inanıyoruz ki, bulunan doğalgaz rezervi, ‘mavi vatan’ımızın yeni zenginliğinin ilk keşfidir” dedi. İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Karadeniz’de 320 milyar metreküp doğalgaz rezervi bulunduğu açıklamasına ilişkin yaptığı değerlendirmede, rezerv keşfini 21. yüzyılın Türk çağı olmasının işaret fişeği olarak niteleyerek “heyecan verici” diye tanımladı. Avdagiç, “Bu tarihi adım, Türkiye’nin zengin kaynaklarını kullanma konusunda yıllardır

estirilen spekülasyonlara son noktayı koymuştur. İş dünyası olarak inanıyoruz ki, bulunan doğalgaz rezervi, ‘mavi vatan’ımızın yeni zenginliğinin ilk keşfidir” ifadesini kullandı. Türkiye’nin enerji üreten ülkeler liginde hak ettiği yere ulaşacağına inandığını aktaran Avdagiç, gaz rezervinin süreç sonunda satılabilir hale gelmesinin Türk Lirası üzerinde önemli bir baskı olan kronik cari açık sorununu hafifleteceğini

kaydetti. Enerji ithalatını düşürecek her adımın ekonomiye olumlu yansıyacağını ifade eden Avdagiç, “Enerji, başta sanayi olmak üzere tüm sektörler için önemli bir maliyet unsuru. Enerji maliyetinin düşmesi özel sektörümüzün rekabet gücünü artırır, bu da ihracatı artırmak için önemli parametredir” dedi. “KENDİ ENERJİ KAYNAĞIMIZI DAHA FAZLA ÜRETİM İÇİN KULLANACAĞIZ” Avdagiç, Türkiye’nin enerji ithalatı için yılda 41 milyar dolar harcadığını hatırlatarak şöyle devam etti: “Tespit edilen doğalgaz rezervi Türkiye'nin enerji kaynak çeşitliliğini artıracağı gibi dünya enerji sistemindeki pozisyonunu da güçlendirecek. Kendi enerji kaynağımızı dinamik özel sektörümüzle daha fazla üretim için kullanacağız. İş dünyası olarak bulunan gazın işletme fazına geçmesi ve gerekli altyapı yatırımları için gereken tüm desteği vereceğiz.”

BTM PANDEMİ DÖNEMİNDE BAŞARILI BİR SINAV VERDİ İstanbul Ticaret Odası tarafından yeni nesil girişimciliğin desteklenmesi amacıyla kurulan Bilgiyi Ticarileştirme Merkezi (BTM) pandemi döneminde başarılı bir sınav veren teknolojik platformlar arasındaki yerini aldı. Son altı ayda BTM programlarından mezun olan girişimlerden MeloKnows 2,8 milyon lira değerleme aldı. Brandface 500 bin dolar ile ilk uluslararası yatırımını alırken, Yollando 10 milyon lira değerleme ve DigiMe 15 milyon lira değerleme ile ikinci tur yatırımlarını

54

tamamladı. Son yatırımlarla birlikte BTM girişimlerinin şimdiye kadar aldığı yatırım miktarı, 90 milyon liranın üzerine çıktı. BTM girişimcilerinin şimdiye kadar yaptığı satışlar ise 55 milyon lirayı aştı. BTM, yeni dönemde de çalışmalarını sürdürdü. Yeni dönem programlarında toplam 550’yi aşkın start-up yer aldı. Girişimci sayısı ise 800’ü geçti. BTM’nin bugüne kadar ev sahipliği yaptığı start-up sayısı bin 200’e, girişimci sayısı ise 3 bin 600’e yaklaştı.


EKİMDEKİ VERGİYE YENİ ÖDEME TAKVİMİ ÖNERİSİ İTO Başkanı Şekib Avdagiç, ağustos ayı olağan toplantısında özel sektörün ekimden itibaren ödeme termini gelen ertelenmiş SGK primi, KDV, stopaj ve gelir ile kurumlar vergileri için 2021’de bir ödeme planı oluşturulmasını önerdi. İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç, İTO’nun ağustos ayı olağan meclis toplantısında “Özel sektörün ekim ayından itibaren ödeme termini gelen ertelenmiş SGK primi, KDV, stopaj ve Kurumlar ile Gelir Vergisi için 2021’de makul bir ödeme takvimi oluşturulmasını arzu ediyoruz” dedi. Avdagiç, konuşmasında, Merkez Bankası’nın piyasadaki likiditeyi çekmek için peş peşe adımlar atarken, vergi ödemeleri ile piyasadan yeni para çekilişinin yaşanmamasının şimdi daha önemli olduğunu kaydetti ve şöyle devam etti: “Ekimde vadesi gelen ertelenmiş prim ve vergi ödemelerinin 2021 yılı içinde tahsili, iş dünyasının COVID-19 kalıntılarını temizleyip, yılın son çeyreğini kazanmasına önemli katkı sağlayacaktır.” Hükümetin aldığı tedbirlerin ve vatandaşın pandemi ile yaşama deneyiminin normalleşme döneminde Türkiye’nin en büyük gücü olduğunu

vurgulayan Avdagiç, “2020’nin son iki çeyreği, reel sektörün koronavirüse karşı güç kazanma, basketbol deyimiyle ‘ribaunt alma’ dönemi olacak” diye konuştu. Meclis toplantısında komiteler tarafından dillendirilen talepler ise SGK primlerinin ertelenmesi, VERBİS’e

kayıt süresinin uzatılması, tekstil ve hazır giyim tarafında yerli üretim için kurulların oluşturulması, GEKAP’a yönelik düzenlemelerin revize edilmesi, GEKAP ile alakalı düzenlemelerde STK’ların görüşlerinin alınması yönünde oldu.

"2020’NİN 2. ÇEYREĞİ 'KORONA ÇEYREĞİ' OLDU" İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç, yaptığı yazılı açıklama ile Türkiye ekonomisinin 2020 nisanmayıs-haziran dönemi büyüme verisine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 2020’nin ikinci çeyreğinin, tüm dünyada “Korona Çeyreği” olduğunu belirten Avdagiç, yüzde 9,9’luk bu daralmanın, normalleşmede V tipi dönüşün dip noktasını gösterdiği yorumunda bulundu. Avdagiç, Türkiye’nin de bu daralmada kendi payına düşeni yaşadığını aktararak şunları kaydetti: “Büyüme rakamlarına bakınca,

daralmanın şiddeti konusunda özellikle Avrupa ekonomilerine kıyasla daha ılımlı ayrıştığımızı görüyoruz. 2019’un aynı dönemine göre İngiltere yüzde 21,7, Fransa yüzde 19, İtalya yüzde 17,3, Almanya yüzde 11,6 küçüldü. Dünyadaki bu tablo, bugün gelen büyüme verisini daha anlaşılır kılıyor. Diğer öncü göstergelerle birlikte bu rakamı tekrar yorumladığımızda, Türkiye ekonomide virüsün önünü, ikinci çeyrek sonu ve üçüncü çeyrek başında büyük ölçüde kesti diyebiliriz. İbre üçüncü çeyrekte yukarı doğru. Dördüncü çeyreği ise pandeminin gidişatı belirleyecek.”

55


S AV U N M A S A N AY İ İ H A B E R L E R İ

SAHA İSTANBUL, UKRAVIAPROM İLE İŞ BİRLİĞİ ANLAŞMASI İMZALADI Milli Teknoloji Hamlesi’ne en güçlü desteği veren SAHA İstanbul ve UKRAVIAPROM arasında karşılıklı iş birliği anlaşması imzalandı. İki kümelenme üyelerinin ortak projeler geliştirmelerine imkan veren anlaşma, savunma ve havacılık alanında iki ülke ticaretine önemli katkı sağlayacak.

Savunma ve havacılık sektörlerinde, Türkiye ve Ukrayna arasında son dönemde artan iş birliğine katkı sağlayacak önemli bir adım da SAHA İstanbul’dan geldi. İstanbul ve Ukrayna Havacılık Kümelenmesi UKRAVIAPROM arasında karşılıklı iş birliği anlaşması imzalandı. Teknopark İstanbul’da 28 Ağustos tarihinde yapılan imza törenine katılan Ukrayna Başbakan Yardımcısı Oleg Urisky, UKRAVIAPROM” Başkanı Viktor POPOV ve beraberindeki heyeti, SAHA İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Bayraktar ve SAHA İstanbul ekibi karşıladı. İmza töreni öncesinde Bayraktar,

56

Ukrayna Başbakan Yardımcısı ve beraberindeki heyete SAHA İstanbul’u tanıtan bir sunum yaptı. Sunumların ardından Haluk Bayraktar, Oleg Urisky’e minyatür bir “Şahi Topu” hediye etti ve sonrasında imza törenine geçildi. TÜRKIYE VE UKRAYNA’DAKI KOBİ’LER ORTAK PROJELER YAPACAK SAHA İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Bayraktar ve UKRAVIAPROM Başkanı Viktor POPOV tarafından imzalanan anlaşma; iki kümelenme üyelerinin birlikte projeler geliştirmesinin ve hayata geçirmesinin yolunu açıyor. İki büyük kümelenmede

yer alan Türk ve Ukraynalı şirketler ortak çalışma grupları oluşturabilecek, endüstriyel ve teknolojik sorunlara çözüm geliştirmek için ortaklaşa iş birliği yapacaklar. Özellikle KOBİ’lerin gelişimine ve ihracat yapmasına önemli katkılar sağlayacak anlaşma, KOBİ’lerin ve personelin eğitimi ve niteliklerinin uluslararası standartlara taşınmasını da kapsıyor. İş birliği anlaşmasının imzalamasının ardından Ukraynalı heyet KordSA Kompozit Malzemeler Mükemmeliyet Merkezi’ni, Delta V Uzay Teknolojileri, Sedef ve Yonca Onuk Tersanecilik’i ve son olarak BAYKAR’ı ziyaret etti.


7 TÜRK ŞİRKETİ SAVUNMA DEVLERİ ARASINDA YER ALDI ABD merkezli askeri yayıncılık kuruluşu Defence News’in her sene hazırladığı ve dünyanın en prestijli savunma sanayii listesi olarak kabul edilen Defence News Top 100’de bu sene yedi Türk firma yer aldı. 2008’den bu yana listede yer alan ASELSAN ise bu yıl ilk 50’nin içindeydi. Son yıllarda elde ettikleri başarılar ve cirolarla adlarını duyuran Türk savunma sanayii şirketleri, uluslararası kıyaslamaların yapıldığı listelerde üst sıraları zorlamaya devam ediyor. ABD merkezli askeri yayıncılık kuruluşu Defense News dergisi tarafından her yıl, bir önceki yılın savunma satışları baz alınarak hazırlanan ve dünyanın en prestijli savunma sanayii listesi olarak kabul edilen “Defense News Top 100”de bu sene yedi Türk firması yer aldı. T.C. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanı İsmail Demir, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Milli savunma sanayiimiz her geçen gün büyüyor. Defence News dergisinin dünyada en fazla ciro yapan savunma şirketleri listesine yedi şirketimiz girdi. Dört yıl önce listede iki şirketimiz yer alırken, bugün bu sayısının yediye yükselmesi bizi son derece mutlu etti” diyerek, şirketleri tebrik etti. ASELSAN İLK 50’DE Listeye ilk kez 2008 yılında 97. sıradan giren ASELSAN, geçtiğimiz sene 52.

sıraya yükselmişti. Başarı grafiğini her geçen gün artıran şirket, 2,2 milyar dolara yaklaşan cirosu ile bu sene dört basamak yükselerek 48. sıraya yerleşti. ASELSAN’ın bu başarısının arkasında haberleşme sistemleri, radar ve elektronik harp sistemleri, elektronik optik sistemler, savunma ve silah sistemleri, komuta kontrol ve deniz sistemleri gibi alanlarda ortaya koyduğu son teknoloji ile üretilmiş ürün ve çözümler yer alıyor. TUSAŞ’TAN BÜYÜK ATAK Türkiye’nin yerli hava platformlarını geliştirip üreten ve Boeing, Airbus, Lockheed Martin, Northop Grumman, Bombardier gibi uluslararası kuruluşların da önde gelen tedarikçilerinden olan TUSAŞ, 16 basamak birden ilerleyerek, 69. sıradan 53. sıraya yükseldi. Listeye ilk kez 2011 yılında 83. basamaktan giriş yapan şirket, 2018 yılında 1,3 milyar dolar olan savunma sanayii cirosunu yüzde 42 artırarak, 2019’da yılında 1,85 milyar dolara

yükselti. TUSAŞ’ın toplam cirosu ise 2,26 milyar dolar olarak gerçekleşti. BMC, ROKETSAN VE STM BU SENE DE LISTEDE Listeye ilk gez geçtiğimiz sene giren Türk savunma sanayiinin zırhlı kara aracı üreticilerinden BMC, bu sene de listede kalmayı başardı. Geçen sene 554 milyon dolarla 85. sırada yer alan BMC, bu yıl dört sıra gerileyerek, 89. sırada kendine yer buldu. Roket ve füze sistemlerinde Türkiye savunma sanayiinin lider kuruluşu olan ROKETSAN, geçen sene olduğu yerden iki sıra gerileyerek listede 91. basamakta yer aldı. Şirketin geçen seneki cirosu da yüzde 1 azalarak, 515 milyon dolar oldu. Top 100 listesinde geçen yıl 85. sırada yer alan STM Savunma Teknolojileri ve Ticaret A.Ş. ise, yedi basamak gerileyerek kendine 92. sırada yer buldu. FNSS VE HAVELSAN LISTEYE MERHABA DEDI Türk savunma sanayiinin zırhlı kara aracı üreticilerinden FNSS, 374 milyon dolarlık cirosu ile 98. olurken; listeye ilk kez bu yıl giren bir başka firma olan yazılım tabanlı çözüm geliştiricisi HAVELSAN ise, 295 milyon dolara yükselttiği cirosu ile listeye 99. sıradan giriş yaptı. Defense News Top 100 listesinin zirvesinde ise ABD devleri bulunuyor: 50,5 milyar dolar ciroyla Lockheed Martin, 34,3 milyar dolarla Boeing, 29,5 milyar dolarla General Dynamics, 28,6 milyar dolar ciroyla Northrop Grumman ve 27,44 milyar dolarla Raytheon Company.

57


S AV U N M A S A N AY İ İ H A B E R L E R İ

İLK MİLLİ PERİSKOP VE NİŞANGAH TÖRENLE TESLİM EDİLDİ ASELSAN Hassas Optik ve Ticaret A.Ş., ürettiği optik sistemler ile Türk Silahlı Kuvvetleri ve diğer güvenlik birimlerinin ihtiyaçlarını karşılıyor. ASELSAN’ın Sivas’ta faaliyet gösteren şirketi ASELSAN Hassas Optik Sanayi ve Ticaret A.Ş., milli M27 Zırhlı Araç Periskopu ile Tabanca Refleks Nişangah’ını ilk kez ağustos ayında teslim etti.

Ürünlerin teslimatı sebebiyle düzenlenen törene Milli Savunma Komisyonu Başkanı İsmet Yılmaz, Savunma Sanayii Başkan Yardımcısı Celal Sami Tüfekçi, ASELSAN Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Prof.

Dr. Haluk Görgün ile protokol üyeleri katılım sağladı. Törende konuşan Prof. Dr. Görgün, “5 mikron toleransla savunma sanayisinde kullanılan dürbün ve görüntüleme sistemlerine mercek üreten ASELSAN hassas optik, bu alanda elde ettiği başarı ile sekiz ülkeye ihracat yapmaktadır. Seri üretimine başladığımız bu yeni ürünlerimiz optik tasarım ve üretimde zirveye giden yolda emin adımlarla ilerlediğimizin göstergesi. ASELSAN Sivas tarafından tasarlanıp seri üretimi yapılan M27 zırhlı araç periskobumuz yerli ve milli imkanlarla imal edilmiştir. Tabanca refleks nişangahımızda yine tamamen yerli ve milli imkanlarla tasarlanmıştır” ifadelerini kullandı. ASELSAN Hassas Optik ve Ticaret A.Ş., ürettiği optik sistemler ile Türk Silahlı Kuvvetleri ve diğer güvenlik birimlerinin ihtiyaçlarını karşılıyor.

OTOKAR’A TÜRKİYE’NİN EN İYİ İŞVERENİ ÖDÜLÜ Türkiye’nin önde gelen otomotiv ve savunma sanayii şirketi Otokar, dünyanın önde gelen insan kaynakları ve yönetim danışmanlığı şirketi Kincentric tarafından gerçekleştirilen “Kincentric Best Employers 2019” araştırması kapsamında “Türkiye’nin En İyi İşvereni” ödülüne layık görüldü. Şirketlerin bünyesindeki çalışanlar tarafından yapılan değerlendirmeler ışığında oluşturulan listede, çalışanlarına en iyi iş yeri deneyimi ve çalışma ortamını sağlayan 32 şirket, “Türkiye’nin En İyi İşvereni” olmaya hak kazandı. Koç Topluluğu şirketlerinden Otokar, farklı sektörlerden şirketlerin yer aldığı “Türkiye’nin En İyi İşverenleri” listesinde bulunan üç otomotiv şirketinden biri olurken, listede yer alan tek savunma sanayii şirketi oldu. Bu yıl 13.’sü gerçekleştirilen araştırmada şirketler “bağlı kılan liderler”, “çeviklik”, ve “yetenek odağı” olmak üzere üç kategoride değerlendirildi.

58


KIBRIS BARIŞ HAREKÂTININ YIL DÖNÜMÜNDE MEHMETÇİĞE YENİ TELSİZ SSB’nin başlattığı projeyle TSK için yeni bir telsiz geliştirildi. T.C. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanı Prof. Dr. İsmail Demir, TSK’ya ilk teslimatları yapılan Elektronik Harp Korumalı El Telsizi-EHKET’in yurt dışına da ihraç edilmeye başlandığını açıkladı. T.C. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı ile ASELSAN arasında imzalanan TSK Çok Bantlı Sayısal Müşterek Telsiz Sözleşmesi (ÇBSMT) kapsamında kara, deniz ve hava unsurlarının taktik ve stratejik haberleşme ihtiyaçları milli olarak geliştirilen yazılım tabanlı telsizlerle karşılanıyor. Sırt, araç ve sabit merkez konfigürasyonlarından oluşan bu telsizlere bir yenisi daha eklendi. Proje kapsamında üretilen son model Elektronik Harp Korumalı El TelsiziEHKET oldu. T.C. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanı Prof. Dr. İsmail Demir, konuya dair yaptığı açıklamada şunları kaydetti: “EHKET; en zor ses-veri-video haberleşme ihtiyaçlarını karşılayabilen küçük, hafif, çok bantlı, çok fonksiyonlu ve en zor çevre koşullarına dahi uyum sağlayabilecek şekilde tasarlandı. EHKET telsizleri, doğrudan görüş hattının olmadığı yerlerde dahi geniş bant dalga şekli özelliğini kullanarak

günümüz modern savaş alanlarında ihtiyaç duyulan yüksek çözünürlüklü görüntü ve videoları aktarabiliyor. Yüksek seviye elektronik harp koruma tedbirleri, EHKET’e yüksek beka kabiliyeti kazandırıyor. Milli kriptolu haberleşme yapılan telsizlerin TSK’ya ilk teslimatları yapıldı ve yurt dışına da ihraç edilmeye başlandı. Kıbrıs

Barış Harekâtında yabancı ülkelerin telsizini kullanmak zorunda kalan Türkiye, bugün geliştirdiği Yazılım Tabanlı Telsizleri ile kara, hava ve deniz platformlarının tamamında kendi milli ve özgün haberleşme sistemlerini tasarlayan, geliştiren ve üreten dünyadaki sayılı ülkeler arasında yer alıyor.”

SONGAR YERLİ MALI BELGESİ ALDI Askeri kara araçları elektroniği, otonom mikro, mini ve orta sınıf İHA’lar, elektro-optik, sınır güvenliği, yapay zeka ve büyük veri alanlarında sistem, alt sistem, donanım ve yazılım geliştiren savunma sanayiinin önemli firmalarından ASİSGUARD’ın, geliştirdiği Türkiye’nin ilk silahlı milli drone sistemi SONGAR, yüksek teknoloji düzeyinde yüzde 83.42’lik yerli katkı oranı ile “Yerli Malı Belgesi”

aldı. Otomatik makinalı tüfeğin yanı sıra bomba atar da entegre edilen, mesafe ve balistik ölçüm, nişangah, anons sistemi gibi yetenekleri geliştirilen SONGAR, Türk Silahlı Kuvvetleri ve güvenlik güçlerinin operasyonlarında kullanılıyor. Atış hassasiyetine sahip olan SONGAR; hedef bölgenin tespiti, tehdidi etkisiz hale getirme, operasyon sonrası hasar tespiti ve gerçek zamanlı görüntü

aktarımı gibi birçok kritik görevi yerine getirebiliyor. Tekli veya çoklu drone sistemiyle eş zamanlı görev yapabilen SONGAR, ASİSGUARD tarafından özgün olarak tasarlanan “Elektronik Nişangah ve Balistik Hesap Modülü” ile geliştirilmeye devam ediliyor. SONGAR’a olası tehditlerin uyarılmasına yönelik anons sistemi eklenmesi de hedefleniyor.

59


TREND

oronavirüsün neden olduğu yaygın ekonomik bozulmaya rağmen küresel video oyun endüstrisi hızlı bir gelişim içinde. Tüketici ve iş faaliyetlerini en aza indiren sosyal mesafe uygulaması ile birlikte oyunlar, evde sosyal etkileşim arayan insanlar için ilgi çekici ve zaman doldurucu yapısını daha da güçlendirdi. Ortaya konan raporlar, kilitlenmenin başlamasından bu yana oyun oynama süresinde, oynayan kitlesinde ve satışlarında büyük bir ivme olduğunu gösteriyor. Asyalı oyun devi Nintendo yılın ilk çeyreği için yüzde 41 kâr artışı açıklarken, bir başka Asya devi Tencent, çevrim içi oyun gelirinin yüzde 31 artış gösterdiğini kaydetti. GamesIndustry.biz tarafından yapılan analize göre, COVID-19’un sebep olduğu kilitlenme sonrası oyun pazarındaki satışlarda artışlar yüzde 63 arttı. Newzoo’nun yaptığı araştırmaya göre küresel e-oyun pazarı, 2020 sonunda 159,3 milyar dolara ulaşacak. Bu da bir önceki yıla oranla (43 milyar dolar) dört kat gişe rekoru anlamına geliyor. Bu dev pazarın içinde mobil oyunlar payını yüzde 13,3 artırarak 77,2 milyar dolara çıkarırken, konsol oyunları yüzde 6,8’lik artış ile 45,2 milyar dolarlık paya sahip. Bu pazardaki gücün yüzde 50’sini Asya-Pasifik Bölgesi elinde bulundururken, dörtte birlik pay ise Kuzey Amerika’ya ait. Oyun gelirinin neredeyse tamamı tüketicilerden geliyor ancak sektör, iş modeli kısmında son yıllarda büyük bir değişiklik yaşadı. Günümüzde oyuncular 80’lere, 90’lara oranla daha az oyun satın alıyor ama bu oyunlarla daha fazla zaman geçiriyor. Bu da iş modelini aktif kullanıcı tabanından elde edilen tekrar gelire kaydırıyor ve asıl önceliği var olan oyunun sürekli güncellenmesine ve en iyi hale getirilmesine itiyor. Endüstrinin temel amacı, kullanıcı başına katılımı artırmaya odaklı işliyor. Video oyunlarını olabildiğince cazip hale getirebilmenin yanında bu cazibeyi oluşturma stratejisi, oyun içi para kazanma fırsatlarının artırılması yönünde ilerliyor. Bu iş modeli ise, yüksek kaliteli oyunları cihazlar ve platformlar arasında daha erişilebilir hale getiren oyun donanımı, bant genişliği ve mobil internetteki iyileşmelerle meydana geldi. Gerçekten de sektör gelirinin yüzde 48’i artık mobil oyunlardan sağlanıyor. Oyunların bir kısmını ise, organize ve çok oyunculu “e-spor” oyunları oluşturuyor.

K

60


Popüler e-spor oyunu League of Legends’ın 2019 finallerini 3,7 milyon insan canlı olarak izledi. 2018’deki finalin ise çevrim içi, anlık ve canlı olarak toplam izlenme sayısı 99,6 milyon oldu.

E-OYUNDA

YENİ SKOR

GELENEKSEL SPORLARA DIJITAL RAKIP: E-SPOR E-spor, yetenekli video oyuncularının rekabetçi bir şekilde oynadığı, dünyanın en gelişken sektörlerinden biri. Dijital dünyanın gücüne inanan hatta inanmayan pek çok kişi için yaygın kanı, e-sporun gelecekteki fırsatlar açısından en büyük geleneksel spor liglerine rakip olacağı. Reklamcılık, bilet satışları, lisanslama, mağazacılık ve sponsorluklar arasında gelişen bu sektör, geniş büyüme alanları vadediyor. Var olan yaygın kanının aksine e-spor, sadece yirmili yaşlarında işsizlerin takıldığı bir aktivite olmadığını, büyük bir endüstri olduğunu son yıllarda ortaya koyduğu yükselişle ve aldığı yatırımlarla gösterdi. Toptal.com’un verilerine göre, dünya

genelinde 380 milyondan fazla insan, çevrim içi olarak e-sporları izliyor. Popüler e-spor oyunu League of Legends’ın 2019 finallerini 3,7 milyon insan canlı olarak izledi. 2018’deki finalin ise çevrim içi, anlık ve canlı olarak toplam izlenme sayısı 99,6 milyon oldu. Dünyanın pek çok yerinden şirket, sektörün büyüklüğünün farkında olarak, yatırımlarını artırmaya başladı. İngiliz Newzoo’ya göre sadece İngiltere’de 2016 yılında oyuncuların oyunlar için harcadığı para 3,3 milyar Sterlin. E-sporu diğer e-oyunlardan ayıran özelliklerinden biri de reklam ve sponsorluk gelirleri. Teknoloji devlerinin yanı sıra bilgisayar ve bilgisayar aksamı üreticileri, enerji içeceği üreticileri de desteğini artırmaya başladı. Diğer yandan oyunları

61


TREND

TÜRKIYE, DIJITAL OYUN SEKTÖRÜNDE BÜYÜYOR Yapılan yeni girişimler, mobil oyun türlerinin popülerliği, e-spor etkinlikleri ve e-spor yatırımları ile sektördeki ilerleyişini günden güne artıran Türkiye oyun pazarı, Gaming in Turkey’in açıklamasına göre, pazar payını 2019 itibarıyla 830 milyon dolara çıkardı. Ülkemizdeki internet kullanıcısının 2019 yılında 63,2 milyona ulaşması ile beraber bu rakamın 1 milyar dolara çıkması bekleniyor. Türkiye’deki oyuncu sayısı ise 32 milyona ulaştı. Dünya gelir sıralamasında ise Türkiye, 18. sırada yer alıyor. Türkiye’de

Amerikan araba yarışı NASCAR, pandemi döneminde iptal edilen yarışların yerine koyduğu sanal araba yarışı iRacing serisi ile 1,3 milyon izleyiciyi TV başına çekerek, bir rekora imza attı.

canlı yayınlama hakkına sahip olan yayıncılar tarafından ödenen medya hakları da önemli gelir kalemlerinden biri. E-sporu, e-oyun dünyası içinde zirveye oturtan hem etkileşimli hem de doğrusal tüketim modellerine sahip olması. COVID-19 sürecinde insanların daha fazla zamana sahip olması ve sosyal etkileşime duydukları ihtiyaç nedeniyle dijital oyun aktiviteleri arttı. Ancak e-sporun canlı etkinliklere bağlı olan popülaritesi, koronavirüse karşı bağışıklığını biraz düşürdü. Canlı yayınlar ve izlenmelerle anılan e-spor, endüstrinin etkilenen ilk alanlarından oldu. Çoğu e-spor etkinliği ertelendi; iptal edildi, bazıları ise izleyiciler olmadan yapıldı.

E-SPORA PANDEMI DOPINGI E-spor kendi içinde pek çok oyun barındırmasına rağmen, bunlar içinde en popüler olanları savaş arena ve futbol. E-futbolun vardığı nokta, birçok platformun kurulması yönünde oldu. Türkiye futbol takımları da “E-spor Kulüpler Birliği” adı altında organize oldu. Ayrıca yakın bir zaman içinde FIFA’nın dünya futbolu için yaptığına benzer bir e-spor futbol birliğinin de kurulması ve “Dünya E-spor Birliği” adını alması bekleniyor. E-sporun özellikle gençler arasında büyük bir istihdam alanı olarak rağbet

62

görmesi, pandemi döneminde dünya genelinde e-sporcu sayısının artmasını sağladı. Türkiye için de durum benzer. Türkiye E-spor Federasyonu tarafından verilen rakamlara göre, salgın döneminde e-sporcu sayısında ciddi artış yaşandı. Haziran 2020 itibarıyla Türkiye’de lisanslı e-sporcu sayısı bin 848’e kulüp sayısı da 100’e ulaştı. Türkiye’de lisanslı kadın e-sporcu sayısı ise 159. Diğer yandan firmaların takımlarının yarışacağı kurumsal e-spor liglerinin yılın ikinci yarısında kurulması için de çalışmalara start verildi.

kadınların yüzde 42,8’i oyun oynarken erkeklerde bu oran 57,2. Türkiye oyun sektörünün ulaştığı noktanın en başarılı örneklerinden biri, geçtiğimiz haziran ayında Peak Games’in ABD merkezli Zynga tarafından 1,8 milyon dolara satın alınması oldu. Fiyat, bugüne dek yabancı bir firmanın Türkiye’den bir teknoloji firması için ödediği en yüksek tutar oldu. Bu durum bir yandan ülkedeki genç girişimcilere ilham verirken, diğer yandan yabancı yatırımcıların dikkatini Türkiye’ye çekti.

E-spor gelirlerinin yüzde 75’i reklamcılık ve yayıncılıktan geliyor. Bu sebeple, kitlesel toplanmalar üzerindeki kısıtlamalar daha devam edecek olursa, e-spor gelirlerinin bir miktar daha düşeceği kesin ancak bu alanın dijital oyun sektörü içindeki payının henüz yüzde 1’ler civarında olduğu düşünüldüğünde ana sektörün bundan çok fazla etkilenmeyeceği de bir gerçek. Diğer yandan reklam paylarındaki düşüşe rağmen, e-spor, pandemide öne çıkmaya devam etti. Dünyanın dört bir yanındaki spor ligleri ve kulüpleri, taraftarlarla etkileşim kurmanın yeni yollarını bulmak için sektöre yöneldi. Yayıncılar pandeminin ardından iptal edilen planlanmış spor içeriklerinin saatlerini doldurmaya çalışırken, e-spor yarışmaları TV’lerde kendine yer bulmaya başladı. Bu dönemde online’a dönen markalardan biri de Amerikan araba yarışları NASCAR oldu. NASCAR, iptal edilen yarışların yerine koyduğu sanal araba yarışı iRacing serisi ile 1,3 milyon izleyiciyi TV başına çekerek, bir rekora imza attı. Newzoo’nun imza attığı araştırmaya göre, e-spor sektörünün pazar büyüklüğü 2019 itibarıyla 1,1 milyar dolara ulaşmış durumda; bu gelir içinde 667 milyon dolarlık gelir sponsorluklardan sağlandı. E-spor, dünya genelinde 450 milyon civarında izleyiciye sahip. Sektöre yapılan yatırımlar ise 5 milyar dolara


2020 KÜRESEL E-OYUN PAZARI

159,3

MİLYAR DOLAR Küresel oyun pazarı büyüklüğü

77,2

ulaştı. Endüstrinin 2022 yılında 2 milyar doları yakalaması bekleniyor. SEKTÖR UZUN VADELI DÖNÜŞÜME HAZIRLANIYOR Oyunlara olan ilginin uzun vadede daha da artacak olması, oyunların bulut tabanlı platformlar aracılığıyla sunulmasına doğru bir geçişi hızlandırabilir. Gişe rekorları kıran Call of Duty gibi oyunların bile mobile geçişi, tüketicilerin pahalı donanıma ihtiyaç duymadan cihazlar arasında akışlı oyunları oynamasına olanak sağlayacaktır. Activision Blizzard, Call of Duty’i mobile yükledikten sonra kazancının yüzde 50 arttığını bildirdi. Google ise kısa süre önce bulut tabanlı hizmeti Stadia için 130 dolarlık kayıt ücretini kaldırarak, daha fazla ve daha uzun süreli tüketici kazanma yoluna gitti. Sektördeki bir diğer eğilim ise abonelik sistemi ve ücretsiz modeller aracılığı ile para kazanma yollarını genişletme girişimi. Bu pazarlama taktiği kaliteli oyunlara olan talebin artmasını sağlayacak. Geliştiriciler, satın alma yerine, oyunu yükseltme ve genişletme paketleri gibi oyun içi ek satış kanallarını devreye almayı planlıyorlar. Oyun endüstrisinin geliştirme eğiliminde olduğu bir başka konu ise sektörün, eğlence sektörü ile ortaklığını genişletmesi. Video oyunlarının çok popüler hale gelmesi, kültürel alan içinde yer edinmesini sağlıyor. Müzik, film ve spor dünyası ile iç içe geçiyor. Bunun

en bariz örneklerinden birini Fortnite oyununda gördük. Oyun, canlı konserlere ev sahipliği yaptı, büyük sanatçıların yeni albümlerinin prömiyerini gerçekleştirdi ve film yönetmenlerine içerikler sundu. Oyun, pandemi sırasında yaklaşık 30 milyon canlı izleyiciyi çeken bir rap konserine ev sahipliği yaptı. Son olarak ise oyun endüstrisinin artan popülaritesi, e-sporların normalleşmesine yol açabilir. Senelerdir “spor mu değil mi” tartışmasının ortasında kalan e-spor, kitleler ile etkileşim kurmanın en kolay yollarından biri olarak gösteriliyor. Pandemi medya şirketlerine ve markalara, çevrim içi tüketicilerin ne kadar büyük bir pazar olduğunu yeniden hatırlattı. Son gelişmeler ışığında firmalar, yeni ana akıma doğru hareket edecektir. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, iki hafta hapis cezası olan rekabetçi oyun bahislerinin, ABD’nin Nevada eyaletinde yasallaştırılması oldu.

MİLYAR DOLAR Mobil oyunların payı

45,2

MİLYAR DOLAR

Konsol oyunlarının payı

%63

COVID-19 sonrası oyun satışlarında yaşanan artış

E-SPOR OLIMPIYATLARDA BRANŞ OLACAK Bilinirliğini ve popülaritesini her geçen gün artıran e-sporlar, uzun süren tartışmaların sonunda Olimpiyat Oyunları’na dahil edildi. Tokyo Olimpiyatları, pandemiden dolayı ertelenmeseydi, e-spor kategorisinde de heyecana tanık ettirecekti. Bu başarı, oluşan pazarın büyüklüğü

sebebiyle oyuna dahil olan büyük markaların, Olimpiyat Komitesi üzerinde oluşturduğu büyük baskının eseri. Alibaba, Amazon gibi dev firmalar, kabulden önce e-sporu desteklediklerini açıkladılar. 2024 Paris Olimpiyat Komitesi ise henüz kabul etmese de konuyla ilgileniyor.

63


TREND

"KIŞILERIN GERÇEK GÖRÜNTÜLERI ILE OYNAYABILMELERINI HEDEFLIYORUZ" 3D teknolojileri alanında savunma sanayiinden ayakkabı sektörüne kadar hizmet sunan Scalar Vision, COVID-19 döneminde ortaya koyduğu Holoporter cihazını kişilerin gerçek görüntüleri ile oyunlara dahil olabilecekleri bir platform haline getirmeyi hedefliyor. teknolojileri alanında lider firma olma hedefiyle hareket eden Scalar Vision firması, yeni dönemde hizmet verdiği sektörler arasına tıp ve sağlığı da eklemek istiyor. Oyun sektörüne AR ve VR çözümleri,

3D

yazılımları ile katkı sunan Scalar Vision, COVID-19 sürecinde geliştirdiği ürünü Holoporter ile dijital oyun dünyasına da yenilikler katmak istiyor. Oyun teknolojisine yüksek gerçeklikli avatarlar ve 3D modeller ile katkı sunan firma, Holoporter ile zaman içerinde, kişilerin gerçek görüntüleri ile oyunlara dahil olabilecekleri bir platform oluşturmayı

amaçlıyor. Hızla gelişen oyun sektöründe Türkiye’nin güçlü bir yerde durduğunu ifade eden Scalar Vision’ın Kurucusu Bülent Demirhan, ilerleyen dönemde de gerek içerik gerekse hareket algılama sistemleri bu alana hizmet vermeye devam edeceklerini söylüyor. Teknopark İstanbul çatısı altındaki çalışmalarınızdan kısaca bahsedebilir misiniz, hangi alanlarda hizmet veriyorsunuz? 3D teknolojileri alanında lider firmalardan biri olma amacı ile faaliyetlerimize başladık. Konusunda özelleşmiş statik 3D tarama donanımlar PC, Andorid ve IOS telefon, artırılmış gerçeklik (AR) ve sanal gerçeklik (VR) gözlükleri için geliştirdiğimiz uygulamalarımızla geniş bir ürün yelpazesine ve çözüm havuzuna sahibiz.Çözümlerimizde bugüne kadar savunma sanayii firmalarından mobilya ve ayakkabı sektörlerine kadar özel çözüm ve hizmetler ürettik. Yeni dönemde ise yol haritamızda tıp sektörüne yönelik 3D çözümler var. Pandeminin çalışmalarınıza yansıması ne yönde oldu? Dijital alanın hızlı gelişimi size ne kadar yansıdı? Pandeminin ilk başladığı dönemde müşterilerimizin ilk tepkisi yeni projeleri duraklatarak yeni duruma ihtiyatlı

BÜLENT DEMIRHAN SCALAR VISION KURUCUSU 64


yaklaşmak oldu. Fakat sonrasında özellikle insanların mağaza ve AVM gibi kapalı alanlarda fazla bulunmak istememesi üzerine, firmaların mağazalarını müşterilerine dijital olarak götürmelerini sağladığımız mobil, AR ve VR bazlı 3D çözümlerimiz önemli bir ilgi ile karşılaştı. Bu konuda firmalara 360 derece kapsamlı anahtar teslim projeler sunup, var olan altyapılarına birkaç saat içerisinde entegre olabilecek sistemler oluşturduk.

AR gözlüklerinde süre gelen gelişmeler, elimizde taşıdığımız mobil aygıtların kullanımını önümüzdeki 3-4 yıllık dönemde çok fazla değiştireceğe benziyor. Bu cihazların şu an kullanmakta olduğumuz dijital ekranların yanına ekleneceğini, bazı kullanımlarda ise onların yerini alacağını düşünüyorum.

Yurt dışına da ürün ve hizmet satıyor musunuz? Globaldeki yol haritanız nedir? 2020 yılı içerisinde Avrupa’da da irtibat ofisi açarak faaliyetlerimize başlama planımız vardı fakat pandemi sebebi ile bir süre ertelememiz gerekti. Buna rağmen, internet üzerinden bizi takip eden bazı firmalardan iş ortaklıkları için görüşme talepleri alıyoruz. Oyun sektörü için ne gibi çalışmalar ortaya koyuyorsunuz? Kendi oyununuzu yapmak gibi bir planınız var mı? Şu ana kadar doğrudan bir oyun geliştirmedik ancak ürettiğimiz teknolojilerle oyunlarda kullanılabilecek yüksek gerçeklikli avatarlar veya 3D modeller üretilebiliyor. 3D görüşme sistemimiz Holoporter’ın zaman içerinde oyun geliştiricilerin kendi oyunlarını koyabilecekleri ve kişilerin gerçek görüntüleri ile oyunlara dahil olabilecekleri bir platform haline gelmesini hedefliyoruz. Pastadan büyük payı almak isteyen firmalar daha yüksek gerçeklikte oyunlar geliştirmek için yazılım ve donanım üretiyor. Şu an için 3D içerik üretimi konusunda ürünleştirdiğimiz kalemler, sonrasında oyun ortamı sağlanması ve kullandığımız sensör bazlı hareket algılama yöntemlerinin özellikle AR ve VR oyun dünyasından talep göreceğini düşünüyoruz. Diğer yandan geliştirmekte olduğumuz, 3D Holografik iletişim sisteminin tüm kullanıcılara benzersiz bir ortam oluşturacağını düşünüyoruz. Kişi ve nesnelerin gerçek zamanlı olarak gerçek görüntüleri ile var olabilecekleri ortamlarda pek çok farklı oyun deneyimine imkan sağlayacağız.

fazla çekecektir. Pandemi ortamında artan ilgi ve talebin ise mevcut ve yeni oyun girişimlerine önemli bir finansal kaynak oluşturacağını düşünüyorum. Ayrıca oyun sektöründe her geçen gün kullanıcılar daha gerçekçi görüntüler ve gerçekçi tecrübeler talep ediyor. Bu durum hem donanım ve yazılım tarafında gelişmeye zorluyor hem de yenilikçi firmalar açısından fırsatlar sunuyor. Scalar Vision olarak biz oyun firmalarını bu yolculuklarında gerek içerik olarak gerekse hareket algılama sistemleri ile oyun deneyimi oluşturulmasında destekleyeceğiz. Geliştirdiğimiz teknolojilerle gerçek dünyadaki nesne ve canlıları gerçek şekil ve renkleri ile yüksek kalitede 3D ortama taşıyarak bu sürece katkıda bulunmaya devam edeceğiz.

Türkiye’de de oyun pazarı hızlı bir büyüme gösteriyor. Pazarın büyümesinde işin dijital tarafında olan sizin gibi aktörlerin misyonu ne olmalı? Türkiye’nin, yetişmiş insan gücünün dünya standartlarında, hatta üzerinde olduğunu düşünüyorum. Ticari açıdan bakıldığında oyun sektörünün diğer sektörlere göre en önemli farklarından biri, tamamen dijitalde olması. Bir oyun tamamen dijital ortamlarda üretiliyor, tanıtılıyor ve satılıyor. Bu özelliği ile iyi bir oyun, dünyada diğer tüm oyunlarla birlikte aynı sahneye rahatlıkla çıkıyor. Müşteriye herkes aynı ortamlardan ulaşıyor ve iyi olanın kazanma ihtimalinin yüksek olduğu bir mecra. Son dönemde ülkemizden çıkan girişimlerin başarıları yetenekli insanlarımızı bu alana daha

Bundan sonraki süreçte yazılım, 3D ve oyun pazarı nereye varacaktır? Öngörü ve beklentileriniz nelerdir? Önümüzdeki dönemde 3D teknolojilerinin klasik anlamdaki 2D uygulamalarının yerini daha hızla doldurmaya başladığını göreceğiz. Özellikle AR gözlüklerinde süre gelen gelişmeler, elimizde taşıdığımız mobil aygıtların kullanımını önümüzdeki 3-4 yıllık dönemde çok değiştireceğe benziyor. Bu cihazların şu an kullanmakta olduğumuz dijital ekranların yanına ekleneceğini bazı kullanımlarda ise onların yerini alacağını düşünüyorum. Karma gerçeklik ile birlikte hayatımızı kolaylaştıran diğer yazılımlarda ve oyun sektöründe pek çok yeni uygulama alanı oluşacaktır. Önümüzdeki dönemde kullanıcı tecrübesi gerçek ve sanal dünyanın daha da yakınlaştığı bir noktadan yoluna devam edecektir.

65


GELECEĞİN TEKNOLOJİLERİ

AKILLI ÜRETIM ÇAĞI

FABRiKA 4.0 Üretim süreçleri optimize ediliyor. Teslimat süreleri kısalıyor. İnsan-robot iş birliğinde üst düzey verimlilik ve kârlılık sağlanıyor. Geleceğin üretim anlayışını tanımlayan bu cümleler aynı zamanda yeni endüstri devriminin de tanımını yapıyor.


şçiler tarafından işletilen tezgahların buharla çalışan makinelerle değiştirildiği Sanayi Devrimi’nden bu yana endüstri dünyası uzun bir yol kat etti. O zamandan bu yana endüstriyel tesisler çok sayıda değişikliğe tanık oldu; elektriğin ortaya çıkışı montaj hatlarının hızlanmasını sağladı, bilgisayarlar fabrikalar için daha yüksek hassasiyet seviyeleri oluşturdu. Günümüzde ise Endüstri 4.0 dediğimiz kavramın tam ortasındayız; yoğun otomasyon ve parçalar arasında daha fazla bağlantı ile karakterize edilen bir dönemde. Bugün yeni dünya düzeninde üreticiler, imalatta verimlilik ve müşterileri için daha geniş bir özelleştirilmiş ürün karışımı sunma yeteneği arıyorlar. Rekabette kalmak için hızlı konfigürasyon değişikliklerini mümkün kılmak, teslimat sürelerini azaltmak için operasyonel süreçlerin ve üretim hatlarının entegre olması gerektiğini biliyorlar. Dahası, bunların hepsinin güvenlik veya kaliteden bir inç ödün vermeden gerçekleştirilmesi gerektiğinin farkındalar. Henüz Endüstri 4.0’ın ortalarında dahi olsak, bu kavramın akıllı ve otonom fabrikalar üzerinde büyük bir etkisi var. Fransız merkezli bilişim teknolojileri hizmeti ve danışmanlığı veren Capgemini’ye göre, akıllı fabrikalar önümüzdeki beş yıl içinde küresel ekonomiye 500 milyar ila 1,5 trilyon dolarlık bir katkı sunacak. Bu dönem aralığında akıllı fabrika pazarında, en büyük payı, endüstriyel robot pazarının alması bekleniyor. Akıllı üretim süreçlerinde endüstriyel robotik sisteme geçmek; üretkenliği artırmak, insan hatalarını azaltmak ve üretim hacmini artırmak için temel bileşenlerden birini oluşturuyor. Bununla birlikte, endüstriyel 3D baskı pazarının, otomotiv, havacılık ve savunma, yiyecek ve içecek, yarı iletken ve elektronik gibi çeşitli süreçlerde ve ayrı sektörlerde artan benimsenmesi nedeniyle 2019 ve 2025

İ

arasında en yüksek ikinci paya tanık olması bekleniyor. Ancak bu verilerin somutlaştırılması ve geleceğin daha olumlu olabilmesi için her şeyden önce büyük veriye, nesnelerin internetine ve 5G’ye ihtiyacımız var. GELECEĞIN ÜRETIM TESISLERI BAĞLANTILI OLACAK Endüstri 4.0’ın gölgesinde ilerleyen akıllı fabrikalarda üretim sürecinin farklı yönlerini birbirine bağlayarak, otonom makineler ve insan ekipleri arasındaki verimliliği ve üretkenliği en üst seviyeye çıkarmak mümkün. Akıllı fabrika ya da diğer kullanımı ile Fabrika 4.0; tüm süreçlerin otomasyon kullanılarak, kendi kendini iyileştirmenin mümkün olduğu makine ve ekipman temelli teknolojik bir iş yeri ortamını temsil ediyor. Fiziksel dünya ile sanal ortamın birleştiği bu

akıllı organizma; ürün, bilgi ve iletişim teknolojilerini kombine ederek üretim ve tedarik süreçlerini birbirine entegre ediyor. Akıllı fabrikalar, günümüz fabrikalarına oranla kaynak kullanımını büyük ölçüde artırıyor, kişiselleştirilmiş ürünlerin depolama ve dağıtım döngüsünü azaltıp, üretimin müşteri talepleri ile eş zamanlı gerçekleştirilmesini sağlıyor. Son yıllarda farklı üretim alanlarındaki üretim süreçlerinde kullanılmaya başlanan akıllı fabrikalarda yazılımlar, CPS, artırılmış gerçeklik, büyük veri, nesnelerin interneti, 3D sistemlerle Endüstri 4.0 ve onun getireceklerine uyum süreci başlatmış durumda. Endüstri 4.0 ve akıllı fabrikaların varlığını hızlandıran süreç; teknolojik gelişmelerin etkisiyle üretimde nesnelerin (IoT) ve hizmetlerin interneti ile siber fiziksel sistem uygulamalarının kullanılmaya başlanması ile oluştu.

Akıllı üretim süreçlerinde endüstriyel robotik sisteme geçmek; üretkenliği artırmak, insan hatalarını azaltmak ve üretim hacmini artırmak için temel bileşenlerden birini oluşturuyor.

67


GELECEĞİN TEKNOLOJİLERİ

DAHA AKILLI MOTOR ÜRETIMI

Verified Market Research’ün verilerine göre, IoT pazarı 2018 itibarıyla 212 milyar dolar civarındaydı. 2026 yılına kadarsa, yıllık yüzde 25,7’lik büyüme oranı ile 1,3 trilyon dolara ulaşması bekleniyor. Bugün birbirine bağlı cihaz sayısı ise 50 milyar civarında. Bugün bir dizi yenilikçi şirket, geleceğin bağlantılı üretim tesislerini oluşturmak için yapay zeka, veri analitiği ve robotik sistemleri kullanarak kendi sektörlerinde devrim yapmaya başladı. Özellikle mobil nesnelerin internetinin akıllı üretime yatırım yapmak adına büyük bir girişim hatta ölçeklenebilir bir Endüstri 4.0 oluşturmak için gerekli hamle olduğu düşünülüyor.

Yıl

Endüstriyel Devrim

Temel Değişiklik

1760-1840

1.0

Mekanizasyon

1870-1914

2.0

Seri Üretim

1960-2020

3.0

Bilgisayarlaşma

Günümüz

4.0

Otomasyon

SIEMENS’TE ALMAN VERIMLILIĞINI SERGILEMEK Alman üreticiler uzun süredir verimliliğin ön safhalarında yer alıyorlar, bu sebeple akıllı fabrikalarda başı çekmeleri şaşırtıcı değil. Siemens’in Aberg fabrikası otomatikleştirilmiş üretimde şimdiye kadarki en iyi örnek olarak gösteriliyor. Ayda bin 300’den

68

fazla farklı ürün üreten fabrikada üretimin yüzde 75’i bilgisayar sistemli gerçekleşiyor. Mühendisleri ve tasarımcıları sanal bir ortamda buluşturan PLM (ürün yaşam döngüsü yönetimi) yazılımında, ürünler fiziksel prototipe gerek olmadan üretiliyor.

Dünyanın en büyük ikinci motor üreticisi olan Rolls-Royce, Washington’daki fabrikasında nikel alaşımlı disklerin üretim sürecini yarı yarıya indiren birtakım değişikliklere gitti. Rolls-Royce üretim sürecini yüzde 50 azaltma işlemini her biri küçük bir kamyon boyutunda olan 30 akıllı makineye uyguladı. İnsan operasyonlarının diskin bileşenlerinden birini yapmak için 118 saat gerektirdiği durumlarda, bu makineler aynı işi yalnızca 30 saatte yapıyor. Ayrıca geleneksel olarak, alaşım disklere karmaşık yarıklar açmak gibi zor bir görevi yapmak için bir kesme makinesi kullanılırdı. Makinenin kullanımı hantaldı ve kurulması 24 saat sürüyordu. Robotik sistem ile bu süre 25 dakikaya indirildi. Bağlı cihazların sayısının katlanarak artması, bir fabrikanın temel bileşenlerinin de dijitalleşmesi anlamını taşıyor: Varlıklar, ekipman, araçlar, süreç. Nesnelerin internetini erken benimseyenler ise önümüzdeki beş yılı beklemeden hareket etmeye başladı. İlerici pek çok kişi zaten 4G kullanmaya başlamıştı. Onlar bugün mobilite, güvenlik ve güvenilirlik ile akıllı üretim elde etmek için fabrikalarındaki tüm varlıklar arasında mobil bağlantıdan yararlanıyorlar. Geleceğin teknolojilerinden biri olarak gösterilen 5G ise akıllı fabrikayı ölçeklendirmek için katalizör görevi görecek. Şu an için sadece isim olarak hayatımızda var olsa da 2024 yılına kadar 5G’nin dünya nüfusunun yüzde 65’ini kapsama alanına alması bekleniyor. Öngörülü üreticiler, fabrikalarında sorumlu tüketim ve üretimi gerçekleştirmek için ultra düşük gecikme süresi, yüksek bant genişliği ve güvenilir iletişim sağlayan 5G ve IoT’ye büyük bahis oynamış durumdalar. Bu artan bağlanabilirliğin sağladığı çözümler - sensörler, bulut robotları, malların merkezi takibi, uzaktan kalite denetimi,


AKILLI ÜRETIM İKLIMSEL MÜCADELEYI DESTEKLEYECEK Tüm kârlılık ve yeni iş konuşmalarının ortasında dijital teknolojilerin ve Endüstri 4.0’ın var edeceği akıllı fabrikaların sağladığı bir başka temel fayda daha bulunuyor: İklim değişikliği ve çevresel kirlilik. Dijital teknolojiler ölçeklendirildiklerinde, Birlermiş Milletler'in ortaya koyduğu Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne ulaşılmasında en büyük destekçi olabilirler. Atlantis Press’in verilerine göre, doğru kullanıldığında, otomatik fabrika katları – sadece firmanın operasyonlarını tek bir tesiste birbirine bağlı tutmakla kalmayacak; tüm fabrikalarını ve hatta üçüncü taraf ortakların tesislerini de birbirine bağlama potansiyeline sahipler ve dünya çapında akıllı üretim merkezlerinden meydana gelen bir ekosistem oluşturuyorlar. Bağlanabilirliğin gücünü geleneksel operatörlerin ötesinde genişletmek, yeni endüstrileri bu mobil ekosistemde yer almaya teşvik edecektir. Bunu erken benimseyenler ise operatörlerden en iyi uygulamaları öğrenme fırsatına sahip olurken, aynı zamanda üretim süreçlerine yenilik katan yeni kullanımları da deneme fırsatı buluyor. Akıllı fabrikaların en büyük yeniliği ise otomasyon, konum ve izleme etrafında sayısız üretim kullanım senaryosu üretebilme potansiyeli sunması. Veri toplamayı en üst düzeye çıkarmak için mobil bağlantıyı kullanarak hem mevcut hem de gelecekteki müşterileri eyleme geçirmek ve iç görüler elde etmek mümkün. Otomasyon, montaj kontrolü, robot kontrolörlerinin bulut tabanlı uygulamaları, iş gücü güvenliği ve varlık yönetimi, trafik yönetimi, çevresel uyumluluk ve iş gücü verimliliği; üretim merkezlerindeki gelişmiş iş akışı süreçlerinden ortaya çıkması muhtemel kullanım durumlarının yalnızca bir örneği. Bu vakalar, Endüstri 4.0 dahilinde iş birliğinin önemine de işaret ediyor. Ericsson ve gelişmiş endüstriyel otomasyon çözümlerinde dünya lideri olan Comau (FCA Group)

dijitalizasyon küresel emisyonların yalnızca yüzde 1,4’ünden sorumlu olurken, 2030 yılına kadar da küresel emisyonların yüzde 15 oranında azaltılmasını hızlandırabilir. İngiltere hükümetinin hazırladığı Made Smarter raporuna göre, Endüstri 4.0’ın İngiltere İmalat sektörünü 455 milyar Sterlin artırması, 175 bin yeni istihdam oluşturması ve karbon emisyonlarını yüzde 4,5 azaltması bekleniyor. arasındaki ortaklık, sinerjiden gelen birleşik bilgi birikimi gücünün bir örneği. Ericsson’un 5G ve IoT teknolojilerindeki liderliği ile Comau’nun otomatik üretim sistemlerindeki liderliğinin birleşimi, endüstriyel otomasyon için gelişmiş IoT çözümlerinin faydalarını kanıtlamayı amaçlıyor.

500 MİLYON / 1,5 TRİLYON DOLAR Akıllı fabrikaların 5 yıl içinde yakalayacağı pazar büyüklüğü

1,3

TRİLYON DOLAR

2026’da IoT pazarının ulaşması beklenen büyüklük

Comau ve Ericsson; mevcut ve gelecekteki 5G ağ teknolojilerinden, IoT platformlarından, bulut ve büyük veri çözümlerinden yararlanarak, akıllı üretim, bakım ve kalite kontrol için yenilikçi hizmetler, artan rekabet gücü ve verimlilik sağlamaya başladı. Bu iş birliği aynı zamanda Ericsson, Comau ve müşterilerinin, hizmet sağlayıcılarının ve diğer paydaşların fikirlerini artırmak ve kaynakları paylaşmak için iş birliği yapabilecekleri güçlü bir araştırma ve inovasyon ekosistemi kurmayı hedefliyor. Dünya Ekonomik Forumu ağı da Ericsson ve Comau gibi Fabrika 4.0 sistemini erken benimseyenlere, öne çıkma ve farklı üretim uygulamaları için mobil IoT çözümlerinden gördükleri avantajları sergileme fırsatı sunuyor.

50 MİLYAR

Birbirine bağlı cihaz sayısı

1,1 MİLYAR M

2

2024 yılına kadar 5G’nin dünyada sağlayacağı kapsama alanı

69


TEŞVİKLER

KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞI YIL SONUNA KADAR UZATILABILECEK

İşten çıkarma yasağının 30 Haziran 2021, kısa çalışma ödeneğinin ise 31 Aralık 2020 tarihine kadar uzatılmasını öngören “İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi”, Cumhurbaşkanlığı tarafından onaylanarak Resmi Gazete’de yayımlandı. konominin normalleşmeye başlamasıyla, iş yerinde haftalık normal çalışma sürelerine dönülmesinin teşvik edilmesine yönelik hazırlanan “İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi”, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Kamuoyunda “mini istihdam paketi” olarak bilinen 7252 sayılı yasa, Cumhurbaşkanlığı

E

70

onayı ile Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Mini istihdam paketi ile yapılan değişiklik uyarınca, Cumhurbaşkanı’na, başvuru ve/veya kısa çalışma ödeneğinden yararlanma süresinin sektörel olarak uzatılabilmesine ilişkin yetki verildi. 31 Aralık 2020 tarihine kadar verilen yetki doğrultusunda, Cumhurbaşkanı, bu yetkiyi tüm sektörler için bir bütün olarak kullanabilmenin yanında sadece salgından en çok etkilenen sektör(ler) itibarıyla da kullanabilecek.

İstihdam paketinde devreye alınan bir başka düzenleme ise, haftalık normal çalışma sürelerine dönülmesini teşvik etmeye yönelik oldu. COVID-19 kaynaklı zorlayıcı sebebe bağlı olarak, özel sektör iş yerlerinde kısa çalışma ödeneğiyle nakdi ücret desteğinden yararlananların çalıştıkları iş yerinde haftalık normal çalışma sürelerine dönülmesi halinde sigortalı ve işveren paylarının tamamı 31 Aralık 2020 tarihini geçmemek üzere üç ay süreyle İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanacak. Kanunda “tamamı” ibaresi kullanılmasına


rağmen destek, alt sınır (asgari ücret) üzerinden hesaplanan prim tutarları ile sınırlı olacak. Özel sektör iş yerlerinde günlük kazanç alt sınırı günlük 98,10 TL, aylık ise 2 bin 943 TL. İşverene her bir ay için sağlanacak destek süresi; kısa çalışma ödeneği alanlar için kısa çalışma ödeneği aldığı aylık ortalama gün sayısını, nakdi ücret desteğinden yararlandırılanlar için ise nakdi ücret desteği aldıkları aylık ortalama gün sayısını geçemeyecek. Bu teşvikten yararlanan işverenlerin, bu teşvikten yararlanılan ay içinde aynı sigortalı için diğer sigorta primi indirimi, teşvik ve desteklerinden yararlanma hakkı olmayacak. Cumhurbaşkanı, üç aylık süreyi sektörel olarak ayrı ayrı veya bütün olarak altı aya kadar uzatabilecek.

İŞTEN ÇIKARMA YASAĞI UZATILABILECEK Yeni yasaya göre, teklifle işten çıkarma yasağı her defasında üçer aylık dilimler şeklinde 30 Haziran 2021 tarihine kadar uzatılabilecek. İşten çıkarma yasağı 17 Nisan’da üç ay süreyle getirilmişti. Bu süre dolduktan sonra 17 Ağustos’a kadar

uzatılmıştı. Son yayınlanan mini istihdam paketinin ardından ise 17 Eylül tarihine uzatıldı. 30 Haziran 2021 tarihine kadar olan süreçte işveren işçileri ücretsiz izne çıkartabilecek. Ücretsiz izindeki işçiye aylık bin 168 lira ödeme yapılacak.

Kısa çalışma ödeneği desteğinden haksız yararlanıldığının tespiti halinde, yararlanılan destek tutarı işverenden gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilecek.

2,32

MILYON

Haziran itibarıyla kısa çalışma ödeneği alan kişi sayısı

DESTEKTEN HAKSIZ YARARLANANLARA CEZA Kısa çalışmadan haksız yararlanıldığının tespiti, kısa çalışma başvurusuna yönelik uygunluk tespitinin olumsuz sonuçlanması ya da nakdi ücret desteğinden haksız yararlandığının tespiti halinde, iş yeri bu düzenleme kapsamında sağlanan destekten yararlanamayacak veya haksız yararlanmış sayılacak. Destekten haksız yararlanıldığının tespiti halinde, yararlanılan destek tutarı işverenden gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilecek. Bunun yanı sıra belirli süreli iş veya hizmet sözleşmelerinde sürenin sona ermesi, iş yerinin herhangi bir nedenle faaliyetinin sona ermesi, ilgili mevzuata göre yapılan her türlü hizmet alımı ile yapım işlerinde işin sona ermesi durumları ise 4857 sayılı İş Kanunu’nun geçici 10’uncu maddesinin birinci fıkrasında

düzenlenen fesih yasağı kapsamı dışında tutulacak. Kanun kapsamında Cumhurbaşkanı, düzenlemede yer alan üç aylık süreyi sektörel olarak ayrı ayrı veya bir bütün olarak altı aya kadar uzatmaya yetkili olacak. İŞ GÜVENLİĞİ UZMANINA ERTELEME Diğer yandan, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun, 50’den az çalışanı olan ve az tehlikeli sınıfta yer alan iş yerleri ile kamuya ait iş yerlerinde iş güvenliği uzmanı ve iş yeri hekimi görevlendirilmesine ilişkin hükmünün yürürlüğü de 31 Aralık 2023 tarihine kadar ertelendi. Ertelemenin içeriği sadece iş yeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı istihdam yükümlülüğüne ilişkin olup, bunun dışında kalan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun öngördüğü diğer yükümlülükler ise aynen yürürlükte kalacak.

3,1

MILYAR TL

Haziranda ödenen kısa çalışma ödeneği tutarı

1,7

MILYON

Nakdi ücret desteği verilen kişi sayısı (nisan-haziran)

2,8

MILYAR TL Ödenen toplam nakdi ücret desteği

71


LENS

OK VE YAYDAN ENDÜSTRI 4.0’A

15. YÜZYIL CEBECI OCAĞI’NIN KURULMASI Cebeci Ocağı, ordunun silah ihtiyacını karşılamak, silahları savaş alanına taşımak, tamir ve muhafaza etmek üzere kurulmuştur.

SAVUNMA TEKNOLOJİLERİ TARİHİ

Tarihi MÖ 3. yüzyıla kadar uzanan Türk savunma sanayii, atın üzerinde ok ve yay kullandığı günlerden en son teknoloji ile üretilmiş cihazlarla donatılı bir yapıya büründü. Türk savunma sanayii, ürettiği yerli ve milli araç ve cihazlarla dünyanın önde gelen sanayilerinden biri.

1423 VE 1430

TOPUN İLK KEZ SAVUNMA VE KUŞATMA AMACIYLA KULLANIMI 15. yüzyılın ilk yarısında topların hasar gücü, kale duvarlarını tahrip edecek düzeye gelmişti. Osmanlılar, 1423 yılında Karamanoğulları'na karşı Antalya Kalesi’ni savunmak için top kullandılar. 1430 Selanik kuşatmasında da top kullanıldı.

72

OSMANLI ASKERININ ZIRHI Başlık, peçelik, gömlek, göğüslük, dizçek, baldırlık, kolçak ve elçekten oluşan Osmanlı zırh takımının ağırlığı, 45-50 kg arasında değişirdi.


TOPÇU OCAĞI’NIN KURULMASI Avrupa ordularında topçuların henüz temel bir unsur olmadığı bir dönemde, II. Murat tarafından Topçu Ocağı kuruldu.

1453

1440’LI YILLAR

ORDUNUN ATEŞLI SILAHLARLA DONATILMASI II. Murat döneminde piyade ve süvariler, ateşli silahlar kullanmaya başladı. Yeniçerilerin tamamının ateşli silah kullanması 16. yüzyılda gerçekleşti.

1451

RUMELI HISARI’NIN İNŞA EDILMESI Fatih Sultan Mehmet’in emriyle dört ayda inşa edilen Rumeli Hisarı, ateşli silahların kullanılmasıyla ortaya çıkan açılı tabya mimarisine sahiptir.

ŞAHI TOPLARI VE İSTANBUL’UN FETHI Fatih Sultan Mehmet, Macar Urban ve diğer ustalara Edirne’deki tophanede, bazıları 15-17 ton gelen ve 200 ila 700 kg ağırlığında gülle atan dev topları döktürdü. Döneminin en büyük silahlarından olan toplar, İstanbul’un fethinde önemli rol oynadı.

ATMEYDANI BARUTHANESI'NIN KURULMASI İlk Osmanlı baruthanesi, İstanbul’un Fethi’nden sonra eski bir Bizans yapısına kuruldu. 1490’da çıkan bir yangında yok olduğu için II. Bayezid döneminde Kâğıthane Baruthanesi kuruldu. TOPHANE-I AMIRE’NIN KURULMASI Fetih sonrasında İstanbul’da kurulan Tophane-i Amire, Osmanlı topçuluğunun en önemli kurumu olarak asırlarca hizmet verdi.

1464

1451

BÜYÜK MUHASARA TOPLARININ DÖKÜMÜ Osmanlı Ordusu kuşatma yapılacak yerde de top dökümü yapma kapasitesine sahipti. Örneğin, İşkodra Kuşatması sırasında 702 kg taş gülle atan bir top dökülmüştü.

TERSANE-I AMIRE’NIN KURULMASI Kasımpaşa’dan Hasköy’e kadar uzanan ve bugünkü Haliç Tersanesi’nin temelini oluşturan Tersane-i Amire’nin inşasına başlandı.

1495

GÖKE (KALYON) Piri Reis’in amcası Kemal Reis tarafından Venedik gemileri tarzında inşa edilerek “Göke” adı verilen büyük gemilerde, tarihte ilk defa gemiden atış yapan uzun menzilli toplar kullanıldı.

ALI USTA’NIN MEŞHUR İKI PARÇALI TOPU Üç asır boyunca Osmanlı ordusuna hizmet eden bu top, 1807-1809 Osmanlı-İngiliz Savaşı’nda, İngiliz Donanması’na ağır zayiat verdirdi. İngilizler, Kraliçe Victoria döneminde bu topu satın almak istediler. Nihayet, Abdülaziz tarafından 1867 yılındaki Avrupa seyahatinde İngilizlere hediye edildi.

73


LENS

16. YÜZYIL

1513

PIRI REIS VE DÜNYA HARITASI 1494’te Osmanlı donanmasında görevlendirilen ve 1554’e kadar birçok önemli vazifede bulunan, dünya denizciliğinin ilk kılavuz kitabı özelliği taşıyan Kitab-ı Bahriye’nin yazarı ünlü Osmanlı denizcisi Piri Reis 1513’te ve 1528’de iki dünya haritası çizdi.

YEREL TOPHANE VE BARUTHANELERIN KURULMASI Birçok vilayet merkezinde top üreten ve mevcut topların tamirini yapan tophane ve baruthaneler kuruldu.

AKDENIZ’DE OSMANLI HAKIMIYETI Yavuz Sultan Selim döneminde Haliç’teki tersanede 100 kadırga, 20 fosta, 21 barça, 3 büyük yelkenli ve 6 perkendi inşa edildi. Bu sayede, bir kara devleti olarak kurulan Osmanlılar Akdeniz’in en önemli deniz kuvvetlerinden biri hâline geldi.

1502-1507

İHTISAB KANUNNAMELERI 1502-1507 yıllarında yayınlanan, Edirne, İstanbul ve Bursa İhtisab Kanunnameleri ile askerî ürünlerin standartları kanun ile tayin edildi. Bu kanunnameler Osmanlı tarihinde belirlenmiş en eski askeri standartlar olarak bilinmektedir.

1512-1520

TÜFEK ÜRETIMI Yavuz Sultan Selim döneminde devlet eliyle tüfek üretimi yapılmaya başlandı. Osmanlı ordusu, misket tüfeği ve hafif topları sayesinde Çaldıran'da Şah İsmail’e karşı kesin bir zafer kazandı.

1564

MATRAKÇI NASUH VE SAVAŞ SANATLARI Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşayan Matrakçı Nasuh, ok, yay, kılıç, topuz ve mızrak kullanımından bahsettiği Tuhfetü’l-Guzât isimli eseri kaleme aldı.

74

YATAĞAN VE DIMIŞKI Yatağan, 16. yüzyılda yaygınlaşan ve ismini üretildiği yerden veya bele sarılan kuşaktaki duruşundan aldığı söylenen bir Osmanlı kılıcıdır. Tek tarafı keskin olan kavisli bir yapısı vardır. Benzer şekilde ismini üretildiği yer olan Şam’dan alan Dımışki adlı kılıç, sağlamlığı ve keskinliği ile meşhurdur. Osmanlılar tarafından 19. yüzyılın başlarına kadar kullanıldığı düşünülmektedir.


17. YÜZYIL YELKEN ÇAĞI VE OSMANLILAR Dönemin teknolojik dönüşümünü yakalamakta geciken Osmanlılar küreklilerden kalyon üretimine ancak 17. yüzyıl sonlarında geçtiler.

1632

HEZARFEN AHMED ÇELEBI Evliya Çelebi Seyahatname’sinde, Hazerfan Ahmet Çelebi’nin Galata’dan Üsküdar’daki Doğancılar Meydanı’na kadar kollarına taktığı kanat benzeri bir araçla uçtuğu bilgisi yer alır.

18. YÜZYIL MUSTAFA IBN İBRAHIM VE BAYRAMOĞLU ALI AĞA Humbaracı Ocağı Kâtibi Mustafa İbn İbrahim, Fenn-i Humbara adlı eserinde verdiği bilgilerle döneminin askerî sanayiinin bir panoramasını çizmiştir. Humbaracı Ocağı Halifesi Bayramoğlu Ali Ağa’nın, Ümmü’l-Gaza fî Tedbîri’l- Harb ve Levazimihâ adlı eseri savaş sanatı ve savaşta kullanılan aletler ve Ali Ağa’nın kendi icadı olan silahlarla ilgili bilgiler içerir.

1633

LAGARI HASAN ÇELEBI Evliya Çelebi Seyahatname’sinde, Lagari Hasan Çelebi’nin Sarayburnu’nda 50 okka barut ve 7 fişek roketiyle 300 metre kadar havalanıp, barutu bitince kollarına taktığı kanatlarla denize indiği anlatılır.

1772

SÜRAT TOPÇULARI Osmanlı-Rus savaşının devam ettiği yıllarda, Baron de Tott’un öncülüğünde ilk Topçu Mektebi açıldı ve Sürat Topçuları Ocağı kuruldu.

1775 1795

1645-1669

ATEŞ GEMILERININ KULLANILMASI Osmanlılar Girit Kuşatması sırasında kendilerine karşı kullanılmış, düşman donanmasını tahrip etmeye yönelik bir silah olan ateş gemilerini donanmalarına eklediler.

MÜHENDISHANE-I BAHR-I HÜMAYUN Küçük Kaynarca Antlaşması ile biten Osmanlı-Rus savaşı sonrasında donanmanın yeniden yapılandırılması ve işinin ehli mühendislerin yetiştirilmesi amacıyla açıldı.

MÜHENDISHANE-I BERRI-I HÜMAYUN III. Selim tarafından kurulan, Osmanlı’nın ikinci mühendis okuludur. Mühendishane-i Bahr-i Hümayun’da olduğu gibi Türk hocaların ders verdiği okulun bünyesinde bir kütüphane ile bir matbaa da vardı.

1794-1800

AZADLU BARUTHANESI Barut üretimini merkezileştirme çabalarının bir parçası olarak Küçükçekmece Gölü yakınlarında Azadlu Baruthanesi ve Baruthane Nazırlığı kuruldu.

75


ÇEVRECI TEKNOLOJILER

50 MILYON TONLUK BÜYÜK PROBLEM İnsanoğlunun elektronik cihazlara olan doyumsuz talebi, dünyanın en hızlı büyüyen atık akışını oluşturmuş durumda. Katlanarak büyüyen bu atık formu için Birleşmiş Milletler, “e-atık tsunamisi” diyor. Ve bu tsunaminin 2050’ye kadar 120 milyon tonluk bir hacme kavuşması bekleniyor.

76

E-ATIK

atık; kullanıcı tarafından yeniden kullanılma niyeti olmayan ya da ömrünü dolduran; elektrik devresi, güç sistemi veya pille çalışan tüm elektrik ve elektronik atıkları kapsıyor. Dünya Ekonomik Forumu ve Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi’nin sektör için yeni döngüsel vizyon çağrısında bulunduğu ortak raporunda, teknolojik atıklara yönelik paylaştıkları rakamlar, BM’nin teknolojik atık alanı için neden “tsunami” benzetmesini kullandığını daha iyi açıklıyor. Dünya genelinde atık hale gelmiş elektrik ve elektronik aletlerin oluşturduğu değer, 62,5 milyar dolara tekabül ediyor. Bu da küresel çaptaki gümüş madenlerinin yıllık üretiminin üç katı demek. Dünya üzerinde 120 ülkenin yıllık GSYİH’si, büyüyen küresel atık yığınının değerinden daha düşük. Gezegende her yıl üretilen tekno atık miktarı 50 milyon ton civarında ve bu rakamın 2050 yılında 120 milyon tona

E

ulaşması bekleniyor. İşin daha vahim tarafı ise, bu miktarın yalnızca yüzde 20’sinin dönüştürülmesi. Bu da dünya genelindeki toplam atık miktarı içinde yüzde 5’lik bir oran. Tekno atıklar; mantar gibi büyüyen ekranlar, kablolar, çipler ve ana kartlar gibi internete bağlanabilen cihazlara olan sevgimizle besleniyor. Bu cihaz ve ürünlerin sayısı artık insanlardan daha fazla ve 2020 sonuna kadar 30-50 milyara ulaşması bekleniyor. Bu da tekno atık alanında durumun daha da vahim olacağını gösteriyor ancak buradaki temel sorun, e-atığın yalnızca yüzde 20’sinin resmi olarak dönüştürülmesinden kaynaklanmıyor; kalan yüzde 80’nin genellikle yakılması ya da çöp sahasına atılmasından kaynaklanıyor. Kentsel madenciliğin bu kaba biçiminde binlerce ton atık, dünyanın dört bir yanındaki, ekonomik olarak dezavantajlı ülke insanları tarafından geçim şekli olarak kullanılıyor ancak bu durum aynı zamanda sağlık ve çevre üzerinde büyük bir tahribata da neden oluyor.


Her geçen gün artan e-atık sorunu en fazla gelişmekte olan ülkeler için risk teşkil ediyor. Dünyadaki pek çok gelişmiş ülke atık yığını ile baş etmenin yolunu, bu eskimiş cihazları fakir ülkelere göndermekte buluyor. Bu ülkelerin insanları, atıklardan, çok ilkel kazanım yöntemleri ile altın, bakır, alüminyum gibi değerli elementleri geri kazanırken; kurşun ve cıva gibi zehirli atıkların da açığa çıkmasına, suya, toprağa karışmasına ve bir sağlık sorununun oluşmasına sebep oluyor. Bu yöntemle başa çıkmak içinse çeşitli uygulamalar devreye alınıyor. Bunlardan en bilineni 1989 tarihli Uluslararası Basel Anlaşması. Bu anlaşma ile ne sebeple olursa olsun, e-atıkların fakir ülkelere ithali/sevki yasaklandı. Türkiye de dahil 149 ülkenin imzaladığı bu anlaşmaya uymayan ülke ise ABD. Amerika, bu atıklardan kurtulmak için hâlâ Asya ve Afrika ülkelerini tercih ediyor. Bu anlaşmaların dışında 1996 Londra, 1998 Roterdam ve 2001 tarihli Stokholm Anlaşmaları da e-atıkla mücadele yöntemlerini ortaya koyuyor. Türkiye, bu anlaşmaların da tarafı. Bu sözleşmelere imza atan ülkeler kendi sınırları içinde e-atık tesisleri kurarak, sorunun önüne geçmeye çalışıyor. Bu tesislerde cihazlar, tekrar kullanım ve satılabilirlik için test ediliyor ve sınıflandırılıyor. Malzeme çalışıyorsa kullanım/bağış için ayrılıyor. Eğer çalışmıyorsa manuel ve mekanik yöntemlerle parçalara ayrılıyor ve tehlikeli atıklar ayrıştırılarak malzeme kazanım prosesine geçiliyor. SÜRDÜRÜLEBILIR BIR GELECEK IÇIN TEKNOLOJI Diğer yandan her ne kadar daha fazla elektronik cihaz sorunun bir parçası olsa da teknoloji ve dijitalleşme, çözümün de büyük bir parçası. Daha dijital ve bağlantılı bir dünya, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne doğru ilerlemeyi hızlandırmamıza yardımcı olacak ve yükselen ekonomiler için fırsatlar sağlayacak. Atıkların geri dönüşümü sağlandığında değerli mineraller, metaller ve kaynaklar çöp sahasına gitmeyecek; insan ve çevre sağlığına zarar vermeyecek; ülkeler için ekonomik girdi sağlayacak. Bu

sebeple de sektörde döngüsel vizyonu harekete hızlıca geçirmek çok önemli. Bundan kaynaklı olarak da konuyu doğrudan ele almak artık Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Birleşmiş Miller Çevre Programı (UNEP), Dünya Ekonomik Forumu gibi bir dizi küresel kurum için önemli bir görev olarak görülüyor ve bu doğrultuda bir e-atık koalisyonu oluşturulması talep ediliyor. Bu kurumların daha yapıcı kararlar alması isteniyor. Örneğin ITU, üye devletler için son yıllarda hızla artan e-atık geri dönüşüm oranını yüzde 30’a çıkarma hedefi belirledi. Elektronik ürünlerin ömrünün uzatılması ve elektrikli bileşenlerin yeniden kullanılması daha da büyük bir ekonomik fayda sağlar çünkü bu cihazlar içerdikleri malzemelerden daha değerli. Kaynakların çıkarılmadığı, kullanılmadığı, boşa harcanmadığı ve sayısız şekilde yeniden kullanıldığı döngüsel bir elektronik sistem, insana yakışır, sürdürülebilir işler oluşturur ve sektörde daha fazla değeri korur. Bu faydanın sağlanabilmesinin yolu ise etkili e-atık yönetiminden ve yeşil standartlar zorunluluğundan geçiyor. Küresel sahnede bir araya gelinerek, daha az atık üreten ve cihazların yeni şekillerde yeniden kullanıldığı ve geri dönüştürüldüğü sürdürülebilir bir endüstri hazırlanmalı. Bu aynı zamanda yeni istihdam, ekonomik faaliyet, eğitim ve ticaret biçimleri oluşturmak demek.

E-atıkla başa çıkmak için devreye alınan 1989 tarihli Uluslararası Basel Anlaşması ile ne sebeple olursa olsun, e-atıkların fakir ülkelere ithali/ sevki yasaklandı. Türkiye de dahil 149 ülkenin imzaladığı bu anlaşmaya uymayan ülke ise ABD. 77


ÇEVRECI TEKNOLOJILER

AB ve Kuzey Amerika ülkelerinin bazıları, Alman kalkınma ajansı GIZ ile birlikte şu anda dünyanın en büyük e-atık çöplüğü olan Gana’nın Agbogbloshie bölgesinde sürdürülebilir bir geri dönüşüm sistemini içeren 5 milyon Euroluk bir proje başlatarak, tüketicilerin oluşturduğu atıkların sorumluluğunu almaya başladı.

62,5

MİLYAR DOLAR

Dünya genelinde e-atıkların oluşturduğu değer

50 MİLYON TON Her yıl üretilen e-atık miktarı

120 MİLYON TON

2050’de oluşabileceği düşünülen miktar

%5 %20 78

E-atığın toplam atık içindeki payı Dönüştürülen e-atık oranı

Halihazırda 67 ülke, ürettikleri e-atıklarla başa çıkmak için mevzuat çıkardı. Son yıllarda Apple, Google, Samsung ve diğer birçok marka, geri dönüşüm, geri dönüştürülmüş ve yenilenebilir malzemelerin kullanımı için iddialı hedefler belirledi. Uzmanlar, e-atık sorununun önüne geçmek için yeni sahiplik modelleri oluşturulabileceğini söylüyor. Bunlardan biri, herkesin son teknolojiye sahip olabileceği kiralama yöntemi. Yeni sahiplik modelleriyle üretici, tüm kaynakların bir cihazın yaşam döngüsü boyunca en iyi şekilde kullanılabilmesine sahip olabilir. Bulut bilişim ve nesnelerin interneti (IoT) gibi teknolojideki değişiklikler, kaydileştirmeye yardımcı olabilir. Tüketicilerin güvendiği daha iyi ürün izleme ve geri alma planları, döngüsel küresel değer zincirleri için ilk adımı oluşturabilir. EN BÜYÜK SORUMLULUK ÜRETICIYE AIT Ancak e-atığın önüne geçilmesinde sadece hükümetlerin çabaları sadece yeterli değil. Günümüzde Avrupa Birliği ve Kuzey Amerika ülkeleri yılda üretilen toplam e-atığın neredeyse yarısına katkıda bulunuyor. Ve bu bölgelerdeki hükümetlerden bazıları, Alman kalkınma ajansı GIZ ile birlikte şu anda dünyanın en büyük e-atık çöplüğü olan Gana’nın Agbogbloshie bölgesinde sürdürülebilir bir geri dönüşüm sistemini içeren 5 milyon Euroluk bir proje başlatarak, tüketicilerin oluşturduğu atıkların sorumluluğunu almaya başladı ve buradaki atık işçileri için yaşanabilir bir çalışma sahası yapıyor. Fakat hükümetlerin sorunu tek başına çözmesi mümkün görünmüyor. Donanım için var olan sınırsız tüketici talebi, hükümetlerin yeşil strateji ve politikalarını zorlaştırıyor. Döngüsel bir donanım ekonomisi oluşturmanın temel yolu da bu sebeple üreticilerden geçiyor. Donanım onarımı,

yeniden kullanım ve geri dönüşümü kârlı ya da daha az maliyetli hale getirmek, tüketici nezdinde de tüketimi bilinçlendirir. Böylece hükümet ve üretici de karşı karşıya gelmek zorunda kalmaz. Bu senenin başlarında Apple’ın Kaliforniya hükümetinin “onarım hakkı” tasarısına karşı çıkması bunun en somut örneklerinden biri. Üreticiler sürdürülebilirliği tasarım süreçlerinin bir parçası yapmazlarsa, bu tür bir çatışmaların daha düzenli hale gelmesi muhtemel ve belki de gelecekte düzenleyicilerin daha sert olmasına yol açacak. Diğer yandan kağıt üzerinde üreticilerin donanımlarını geri dönüştürmesi mali açıdan da avantajlı. Küresel e-atığın oluşturduğu değer, bunun kanıtı. Bir metrik ton cep telefonunda aynı miktardaki altın cevherinden 100 kat daha fazla altın var. Dünyadaki altının yüzde 7’sine yakını şu anda atıklarda bulunuyor. Altın, platin, kobalt, alüminyum ve kalay gibi ihtiyaç duyulan ham maddelerin uzun vadeli mevcudiyeti konusundaki endişeler göz önüne alındığında basit bir takas sistemi ile üreticilerin kendi tedarik zincirini oluşturması işten bile değil.




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.