Sebahattin Şimşir - Türklük Bilgisi İncelemeleri

Page 1



TÜRKLÜK BİLGİSİ İNCELEMELERİ -TARİH, KÜLTÜR. TAHRİFAT-

SEBAHATTİN ŞİMŞİR


YayınNo: 17 Pml / Aropırrna-ln�nut: 4 Tiirk.IUk Bllgbıl lncelem.elerl Sebahattin Şimşir T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığ:I Sertiflka No: 33400

Genel v..,.... l'llnnnenl Hayri Ataş: KapaJı, Tıuonrn Yunus Karaaslan

Sayfa Tııuanm Adem Şenel

l. Baslı::I İstanbul

·

Eylül 2016

ISBN: 978-605-83385-6·2

Bo.dn - Cilt Ofis Matbaa Yayın Kağıt San. Lıd. ŞU Maltepe Mah. GümLı.şsuyu Cad. I.şı.k. Sanayi Sitesi B Blok No: Z· 1 Zeytinburnu / ISTANBUL Tel. (0212) 576 47 15

(Q 20 ı 6, Sebahaftin Şimşir C 2016, Bu kitabın tüın yayın haklan Post Yayın Dağıtıın'a aittir. Yazarın ve yayınevinin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde kopyalanamaz ve çoğaltılamaz..

POST YAYIN DA�ITIM Alemdar Mah. Ticarethane Sok. Tevfik Kuşoğlu iş Hanı No: 11/310 Suhanahmet · Fatih / ISTANBUL Tel. (0212) 512 70 20 www.postkitap.com e-posla: in(o@poslk.itap.com


TÜRKLÜK BİLGİSİ İNCELEMELERİ -TARİH, KÜLTÜR, TAHRİFAT-

SEBAHATTİN ŞİMŞİR

.

-�-·

�. Jl ..

,.....,.... POST

lSTA N BUL

2016


SEBAHATTİN ŞİMŞİR Türk Dünyası Tarihi. İslam Öncesi Türk Tarihi ve Türk Kültürü üze­ rine çalışmaktadır. Muhaceretteki Azerbaycan Türkleri. Kafkasya ve Türkistan Türkleri üzerine yoğunlaşmıştır. Lisan. Yüksek Lisans ve Doktora eğitimini yaptığı Ege Oniversitesi'nde 1990-2001 yılla­ rında; Balıkesir Üniversitesi 2001 ve Kazakistan"da Abay Devlet Pe­ dagoji Oniversitesi"nde 2004-2008 yıllarında misafir öğretim üyesi olarak bulunmuş olup, 2008 yılında yurda döndükten sonra da, Ba­ hkesir Oniversitesi'ndeki görevine -hukuki olmayan bazı uygulama­ larla karşılaşsa da- halen devam etmektedir. 1999 yılında doktorasını tamamlamış olup, 2002 yılında Yrd. Doç. 2006 yılında da Doçent unvanını almıştır. Askerlik görevini Personel Asteğmen olarak ifa etmiştir. Meslektaşı Nahide Şimşir ile evli olup Begümhan İdikut ve İldeniz Ferman adlı iki evladı vardu. Kazakistan' da görev yaptığı dönemde, Uluslararası Kazakistan

ve Türkiye'nin Ortak Kültürel Deterleri Sempozyumunu gerçekleştir­ miştir. Türkiye' de muhtelif şehirler ve üniversitelerde sempozyum­ lara katıldığı gibi, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Ukrayna, Rusya Federasyonu, Polonya, Mısır, Macaristan ve Hırvatistan'a gi­ dip 50 civannda tebliğ sunmuştur. 30 civarında telif veya aktarma eseri olup, eserlerinden bazılan;

1)

Mehmet Emin Resulzade-Hayah ve Faaliyetleri, Ankara, 1995,

2)

Azerbaycan'm istiklal Mücadelesi, İstanbul 2002, 2006, 2013.

lsıanbul 2012.

3)

Türk Düşünürleri, Almatı, 2005, lstanbul, 2008.

4) 5)

Türk Kültürü II, İstanbul, 2010, 2013. Coğrafyadan Vatana Türkistan'da Türkler, İstanbul, 2011, 2015.

6)

Azerbaycan'da Kızıl Soykırım, lstanbul, 2011.

7) 8) 9)

Mehmet Sadık Aran, lstanbul, 2012. Türk Dünyası Tarihi, lstanbul, 2012. Bir Rektör, lstanbul, 2014.

10) Güntekin Necefli, Azerbaycan Topraklarında Kurulan Er­

meni Devleti, lstanbul, 2012. (Aktaran)


1 1) Dubrovsky, Sovyet Tarihçiliği Nazarında Türk Dünyası, İs­ tanbul, 2008 (Hazırlayan). 12) İrade Memmedova, Rusya ile lran Arasında Azerbaycan, İs­ tanbul, 2011- (Aktaran). 13) M. Emin Resulzade, Hatıralar ve Kafkasya, lstanbul, 2011 (Hazırlayan).

14)

Türkiye'de Yaşayan Azerbaycan Türkleri, Ankara 2013. (A. Attar ile birlikte).

15) Boran Aziz, Ermenilerin Türk Soykrrrmr, İstanbul 2013. (Ak­ taran). 16) Boran Aziz, Hocalı Soykırımı, İstanbul, 2014. (Aktaran).

17)

Tofig Mustafazade, Karabağ Hanlığı, İstanbul, 2014. (Akta­ ran).

18) Rus Harcında Eriyen Türkler ya da Türk Soylu Ruslar, İs­ tanbul, 2016. Türk Kültürü, Türk Yurdu, T ürk Dünyası Araştırmaları, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Orkun. Türk Diplomatik, T ü rk-İslam Mede­ niyeti Akademik Araştırmalar ve E.Ü Tarih İncelemeleri Dergisi gibi dergilerde makaleleri yayınlanmıştır. Dağıstan Devlet Üniversitesi'nin ilmi dergisi, Vestnik Tyurks­ kovo Mira'nın hakem kurulundan olup, 2011 yılında faaliyetlere baş­ layan The Academic Association ofthe Altaic Comm unity 'nin üyesidir. Kendisi, görsel basının Resulzade, T ü rkistan ve Azerbaycan ko­ nulannda görüşlerine başvurduğu uzmanlardandır.



ÖN SÖZ

D

aha önce yayınlanan

Türk Kültürü 2 kitabımda ifade

ettiğim Türk kimliğinin sürekliliğini sağlayan unsur­

ların başında T ürk Kültürü gelmektedir anlayışının devamı olarak Türklük Bilgisi incelemeleri-Tarih Kültür Tahrifat isimli bu çalışmada yer alan yazıların büyük çoğunluğu muhtelif sempozyumlarda sunulmuş, bir kısmı basılmış bir kısmı ise hala basılmayı beklemektedir. Özellikle İnternet ortamında arama yapan bazı meslektaş ve dostlarımın bazı yazılarıma yönelik bulunamıyor şeklindeki serzenişleri de bu çalışanın öne çıkmasında etkili olmuştur. Eserde yer alan çalışmalar konu itibarı ile bir bütünlük oluşturmuyor gibi gözükmek ile birlikte, geniş bakınca bir birleriyle irtibatlı oldukları görülecektir. Eserin alt başlığında da anlaşılacağı gibi Tarih ile Kül­ tür bahsi dışında bir de Tahrifata da yer ayırdık. Çünkü bu konuda zaman zaman başta televizyon programları ile geç­ mişte var olan eleştiri dergilerinde yer alır ve muhatapları daha dikkatli olmaya çalışırdı. Ancak, günümüzde ne ya­ zık

ki bir aymazlık ve ki, ben yazdıysam

geldi

vurdumduymazlık öyle bir noktaya doğrudur anlayışı ile hareket edenler, 7


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

nerede ise bir asır önce yazılan çalışmalardaki hataları ay­ nen devam ettirirken, o çalışmalar hiç değinmeden benzer hataları devam ettirmektedirler. Eserin tarih ve kültür meraklıları ile sahanın uzmanla­ rına faydalı olmasını temenni ederken� Post Yayınevinin ce­ fakar ve yılmaz editörü Hayri Ataş'a herhalde sadece teşek­ kür kuru kalır ama elden de başka bir şey gelmiyor. . .

Balıkesir, 17.07.2016

Sebahattin Şimşir

8


İÇİNDEKİLER

Ônsöz

................................................................................................ ..

7

1.

Türk Kültürü Araştırmalarına Bir Bakış ................... ..... . 11

2.

Türk Destanları ................... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................... ı 5

3.

Oğuz Destanında Türk Cihan Hakimiyeti

4.

Türk'ün Kültür Dünyasında B ozkurt. ..... . . .......................27

5.

Eski Türk Toplumunda Aile ......................... ...................... 42

.....................

20

6.

Eski Türklerde Millet Se vgisi

7.

Türk içecekleri ............................................................. ...........52

8.

Türk Tarihinin Başlangıcı Meselesi .................................. 56

9.

Orta Asya'nın Türklüğü Meselesi.. ................................. ... 63

10.

Timur Devrinde İran ve Turan

11.

Birinci Dünya Savaşı'nda Turan Heyeti'nin

............. ......... .....................

.

.

45

Kavramlarının Değerlendirilmesi ................................ ......69 Avrupa'daki Faaliyetleri 12.

.......................................................

76

Hatıralar ve Vesikalar Işığında Birinci Dünya Savaşına Rus Üniforması ile Katılan Rusya Mahkumu Türklerin Asya Taburu Adı Altında Irak'ta İngilizlere Karşı Mücadeleleri.........

13.

......

89

Türkistan-Avrupa Ticari Münasebetlerinin Osmanlı Devleti Vasıtasıyla Tesisine Dair Bir Teşebbüs Siyasi mi Kültürel mi? ...................................... 107 9


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

14.

Birinci Dünya Savaşında Esir Düşen

15.

Ahmet Baytursunoğlu Bakü Türkoloji Kurultayı

16.

V. Vasiloviç Dubrovsky'nin Türkoloji'ye

17.

Tahrifat Kültürüne İki Örnek .............. . ............................ 152

Bir Türk Zabitinin Hatıralarında Bişkek ....................... 126 ve Alfabe Meselesi ............................................................... 135 Hizmetleri ve Osman Akçokrak.lı ................................... 146 18.

Prof. Dr. Tuncer Baykara. . ................................................. 159

19.

İzzettin Kerkük ve Kerkük Davası ................................... 171

Genel Kaynakça.............................................................................. 183

10


1.

TÜRK KÜLTÜRÜ ARAŞTIRMALARIN A BİR BAKIŞ

Ş

üphesiz Türk kültür dairesi içinde bu kavrama katkı ya­ panlar saymakla bitmez. Ancak, her hususta olduğu gibi,

rk Kültürü'nün sistemli bir şekilde ortaya çıkmasında önce çıkan bazı isimler vardır. Nitekim bunlar arasında ilk dik­ kati çekenler A. Zeki Velidi Togan ile Emel Esin olmakla bir­ likte üretkenliğiyle de Bahaeddin Ôgel ön plana çıkmışlardır. İlk ilmi girişimi A. Zeki Velidi Togan (1890-1970) ile Emel

Esin 1964 yılında Delhi'de düzenlenen Müsteşrikler Kong­ resi'nde girişimde bulunarak, Milletlerarası bir Türk Kül­ türü El Kitabı Hazırlama Komitesi oluşturmayı başarmışlar­ dır. Görüşülen diğer bilim adamlarının da meseleye olumlu yaklaşmaları neticesinde 1967 yılında Türk Kültürü El Kita­ bı'nın Program ve Çalışma Planı yayınlanmıştır. On bölüm­ den oluşan bu çalışma planı o günün şartlarında 530 sahife olarak planlanmıştır. Burada; Türk siyasi ve medeni tarihi­ nin ana hatları; Türk sanat ve mimari tarihinin ana hatları; Türklerde iktisadi hayat; Türk içtimaiyatı; Türk hukuku; Türk etnografyası; Türklerde ilim; Türklerde edebiyat; Türklerde dini hayat; Türklerde komşu kavimler arasında dil ve ede­ biyat sahasında karşılıklı tesirler, dünya edebiyatında Türk­ ler" gibi konular ele alınacaktır. Bu çalışma yorucu bir süreç sonucunda Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından 11


SESAHATTIN ŞiMŞiR

Türk Kültürü El Kitabı (Ankara, 1976 ) adı ile hacimli bir eser olarak basıldığı gibi, 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin par­ çalanmasından sonra Türk Cumhuriyetlerindeki gelişmele­ rin de eklenmesiyle dört büyük cilt halinde (2001, üçüncü baskı) yayınlanmıştır. Bu çalışma dışında İbrahim Kafesoğlu (1914-1984) Türk Milli Kültürü (1977) adlı eserini yayınlamıştır. Kafesoğlu eserinin giriş kısmında Kültür ve Medeniyet, ikinci bölümde İslam Öncesi Türk Tarihi, üçüncü bölüm de Türk Bozkır Kültürü ve dördüncü bölümde İslam-Türk Devresinde Türk Kültürü konularını ele almıştır. Kafesoğlu'nun ayrıca, ha­ cimce küçük olmakla birlikte Türkler ve Medeniyet ( 1957) ile

Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri (1980) adlı çalış­ maları da zikredilebilir Şüphesiz sahanın en üretken isimlerinin başında Baha­ eddin Ogel (1924-1988) gelmektedir. Türk Kültür Tarihi ve

Türk Kültürünün Gelişme Çağları eserleri dışında 9 ciltlik her biri müstakil bir konuya ayrılmış olan Türk Kültür Ta­

rihine Giriş adlı eserinin konuları şöyledir: L Türklerde Köy ve Şehir Hayatı.

2. Türklerde Ziraat Kültürü. 3. Türklerde Ev Kültürü. 4. Türklerde Yemek Kültürü. 5. Türklerde Giyecek ve Süsleme. 6. Türklerde Tuğ ve Bayrak. 7. Türklerde Ordu, Ordugah ve Otağ. 8. Türklerde Devlet ve Ordu Mehteri. 9. Türklerde Halk Musikisi Aletleri. Türk Kültürü ile alakalı eser veren bir diğer bilim adamı Şerafettin Turan olup, eseri Türk Kültür Tarihi adını taşımakta 12


TÜRKLÜK BlLGlSI iNCELEMELERİ olup. eser "Kültür nedir? Değişik ögeleri açısından Türk Kül­ türünün tarihsel değişim ve gelişimi, Dil, Yazı, Din, Bilim, Giyim-Kuşam, Sanat, Sahne Sanatları ve seyirlik oyunlar ile Şehir hayatını etkileyen başlıca toplumsal ve kültürel kurum­ lar" bölümlerinden oluşmaktadır. Kültür meselesine farklı yaklaşanların başına herhalde Mümtaz Turhan'ı yerleştirmemiz gerekmektedir. Zira onun kaleme aldığı Garplılaşmanın Neresindeyiz adlı eseriyle me­ deniyet ve kültür meselelerine dikkat çekmiştir. Şüphesiz, Turhan'ın çizgisindeki bu farklılığın en önemli isim ise Tur­ han'ın yetişmesinde önemli rolü olan Erol Güngör olmuş­ tur. Zira onun kaleme aldığı Türk Kültürü ve Milliyetçilik,

Dünden Bugünden Tarih-Kültür-Milliyetçilik, Kültür Değiş­ mesi ve Milliyetçilik eserleriyle özellikle münevver kültürü ve hail< kültürü kavramlarını masaya yatırması dikkat çekicidir.

Japon Kültürü ismiyle dikkat çeken ve eserin basımı son­ rası bazı hoş olmayan eleştirilere maruz kalan Bozkurt Gü­ venç'in, kendisine yapılan eleştirilere bir nevi cevap mahi­ yetinde hazırladığı çalışma Türk Kimliği adını taşımaktadır. Edebiyat alanında verdiği eserler ile ön plana çıkan Meh­ met Kaplan ise Kültür ve Dil adlı çalışması ile meseleye farklı bir boyut kazandırmıştır. Ayrıca eserleri akademik hayatın içindekilerden hem farklı hem de çok okunan isimlerin ba­ şında gelen Cemil Meriç'te Kırk A m bar, Kültürden İrfana,

Mağaradaki/er, Umrandan Uygarlığa gibi eserleriyle kültür meselesine farklı yaklaşmıştır. Şüphesiz bizim neslin yetişmesinde etkili olan isimle­ rin başında da Tuncer Baykara gelmektedir. Her ne kadar huy itibarı ile çağdaşı meslektaşlarından farklı olsa da, o bu farklılığını eserlerine de yansıtmıştır. Baykara'nın özellikle

Türk Kültürü, Türk Kültür Tarihine Bakışlar, Türk Türklük ve 13


SEaAHATTIN ŞiMŞiR

Türkler, Türk Adının Anlamı, Kız Kulesi, Osmanlılarda Mede­ niyet Kavramı ve on dokuzuncu yüzyıla dair araştı.rınalannda meseleye nasıl baktığını anlamamıza yardımcı olmaktadır. Yeni günümüz genç bilim adamlarından Saadettin Gö­ meç'te Türk Kültürünün Ana Hatları eseriyle meselenin de­ ğerlendirilmesine pozitif katkı yapanlar arasında zikredilebilir. Netice itibarı ile cumhuriyet dönemi Türk kültürü keli­ mesinin ortaya çıkışı, kelime ile alakalı eser verenlerin or­ taya koyduğu maddi unsurlar ve bu unsurlar ışığında ulaşı­ lan noktayı da gelecek sayfalarda değerlendirmeye çalışacağız.

14


2.

TÜRK DESTANLARI

estan, Türk Dil Kurumunun Türkçe sözlüğündeki an­

D lamları ile;

l. Tarih öncesi. tanrı, tanrıça, yarı tanrı ve

kahramanlarla ilgili olağanüstü olayları konu alan şiir, epope.

2. Bir kahramanlık hikayesini veya bir olayı anlatan koşma biçiminde, ölçüsü 11 hece olan halk şiiri. 3. Çağdaş Türk ede­ biyatında biçim ve içerik yönünden, geleneksel destanlardan ayrılık gösteren uzun kahramanlık şiiri olarak verilmiştir. En kısa tanımı ile ise, milletlerin kahramanlık hikayeleri­ nin toplandığı değerlerdir. Destanda aslolan ise zenginliktir. Bu zenginlik şüphesiz maddi olmaktan ziyade, tarihi çağlar içindeki zenginliktir. Bundan dolayı da Milattan önceki de­ virlerde Asya ve Avrupa kıtalarında at koşturan ecdadımızı anlatan hikaye ve anekdotların fazlalığı bu zenginliğin bir göstergesi olup, herhalde bu anlatılanların bir kısmı da ger­ çeği ifade etmektedir. Şüphesiz milletimizin tarih sahnesine çıkması netice­ sinde başta komşuları ve tabiat ile yaşadığı acı tatlı bir hayli olay olmuştur. Bu hatıralar da Türklerin sahip olduğu des­ tanların ortaya çıkmasında bir hayli etkili olmuştur. Gerçi bir olayın destan olabilmesi için onun belli şartları olmakla birlikte, isimlerini aşağıda zikredeceğimiz ve adına destan diyeceğimiz unsurlar bu şartları sağlamışlardır. Türk des­ tanlarının en önemli özelliği ise, bunlardan hayal ve masal ıs


SEBAHATT I N

ŞiMŞiR

unsurlarını çıkardığınızda, geriye o destanın geçtiği devrin tarihinin kalmasıdır. Şüphesiz destanlarımızın ilk sırasında Oğuz Kağan Des­

tanı gelmektedir. Destan kuşkusuz Türk edebiyatının en kıy­ metli hazinelerinden biridir. Gerçi, Oğuz sadece bir destan kahramanı mı. yoksa gerçekten tarihte yaşamış bir şahsiyet mi? Soruya cevap arayan bazı bilim adamları onun için "Bü­ yük Hun Yabgusu Mete", bazıları da Türk milletine gönde­ rilmiş olan bir peygamber demişlerdir. Destanın başkahramanı dünyaya geldiğinde yüzü aydın­ lıktır. Yine destanın daha sonra kaleme alınan nüshasının ifa­ desiyle Oğuz annesinin sütünü emmemiştir. Oğuz'un ilk ka­ rısı ortalık karardıktan sonra gökten inmiştir. Bu hanımdan doğan evlatlarının isimleri Kün, Ay ve Yıldız olup, bir ağaç kovuğuna inen ışık olarak telakki edilen ikinci hanımından doğan çocuklarının isimleri ise Dağ, Deniz ve Gök olmuştur. Destana daha sonraları İslami bir versiyon yük.lenmiş­ tir. Burada şüphesiz Reşiddüddin'in ortaya koyduğu nüsha kadar, XVII. yüzyılda yaşayan Yani Mehmet Efendi tefsi­ rinde, el-Kehf suresinin Zülkarneyn'den bahseden ayet-i ke­ rimesinde geçen; "Kur'an'da bahsi geçen (Zülkarneyn)'den maksat (Oğuz Han) olduğunu söylerler ki; bu hususta tered­ düte sebep olacak hiçbir nokta yoktur." (Danişment, Türklük

Meseleleri, 89) mealindeki tefsiri dikkat çekicidir. Bu surede geçen diğer bazı ayetlerde de Tanrı tarafından görevlendi­ rildiği ifade edilen Zülkarneyn'in nebi veya veli olduğu hu­ susunda ise ihtilaf vardır. Balıkesir'in yetiştirdiği önemli din alimlerinden Hasan Basri Çantay tefsirinde; "Nübüvvetinde ihtilaf edilen Zülkar­ neyn'in Allah'ın salih ve mümin bir kulu olduğunda ittifak 16


T0R.KJ...0K. BiLGiSi INCELEMELERJ

vardır." dedikten sonra Zülkarneyn'in Oğuz Han olduğunu vurgulam•ştır. Yine Türk'ün devlet geleneğinin Oğuz Destanına dayan­ dığı da bir gerçektir. Türeyiş Destanı: Tölöslerin önemli destanıdır. Tölös ise, Çin yıllıklarında Ting-ling ve Kao-che isimleriyle zikredil­ mişlerdir. Yine aynı kaynaklarda Tölöslerin Hunların nes­ linden geldiği hususu da kısmen doğrudur. Çünkü kısmen yanlış olan Çin kayıtlarındaki bilgide, Tölöslerin Hunlar­ dan ayrı oldukları, Kök Türk olmayan fakat Türkçe konu­ şan bütün Türk boylarının Tölös adı altında topland ıkları bildirilmiştir. Bu görüş de doğru olmakla beraber, 6-7. yüz­ yıllarda Türkistan'da teşkilatsız Türk gruplarının Tölös ol­ dukları bir gerçektir. Destana göre, Tölöslerin eski Tanhularından birinin çok güzel iki kızı vardır. Babaları onların kendileri gibi insan­ larla evlendirilmelerini düşünmeyip, yüce biriyle evlenme­ lerini istemiştir. Yüksek bir yerde onlara kale yaparak oraya bırakmıştır. Ancak aradan geçen zamanda kızların kalesine ne gelen ne de giden olmuştur. Bir gün kızlardan biri kalenin etra­ fında dolaşan bir kurt görür; kurt oradan ayrılmadığı gibi kalenin dibine bir de yuva yapar. Küçük kız bu durumu gö­ rünce, kendileriyle evlenmeye gelen ilahi güç olarak düşü­ nür ve kurdun yanına giderek onunla evlenir. İşte bu evli­ likten olan çocuklar Tölös / Kao-che halkının ataları olarak ifade edilmektedir. Ergenekon Destanı: Ergenekon, Türklerin yüzyıllarca zi­ raat, avcılık ve maden işleyerek çoğaldıkları, etrafı aştlmaz dağlar ile kaplı mukaddes topraklarının adıdır. Destana göre, Türk illerinde Kök Türk oku gitmeyen Kök Türk kolu l7


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

yetmeyen yer yoktur. Bundan dolayı bütün Türkler birleşe­ rek Kök Türklerden öç almak istemişlerdir. Kök Türkler ça­ dırlarını, hayvanlarını, kadın, çocuk ve yaşlılarını bir yere toplamışlar ve savaşmışlar, sonunda da galip gelmişlerdir. Ancak, bu düşmanlık bitmediğinden Kök Türkler dağların içinde insan yolu düşmez bir yere gizlenmeye karar vermiş­ lerdir. Vardıkları yerde akarsular, çeşitli otlar, meyveler ve av hayvanları vardır. İşte bu yere Ergenekon adını vermişlerdir. Alp Er Tunga Destanı: Alp Er Tunga'nın hayatı hakkında değişik milletlerin tarihlerinde bazı bilgiler geçmesine rağ­ men, gerçek hayatı hakkında net bir şey bilinmemektedir. Divanu Lugati't-Türk'te Tona Alp Er şeklinde zikredilirken, Yusuf Has Hacip ve Kaşgarlı Mahmud'un verdiği bilgiler ile İran kaynaklarında geçen Afrasyab'ın Alp Er Tunga oldu­ ğunu açıklamaktadır. Şehname' de de, İran'ı korumak mak­ sadı ile Türk Başbuğu Afrasyab'a karşı verilen mücadele ele alınmaktadır. Yine Al Er Tunga'nın hatırasının özellikle şehir hayatına alışan Türkler arasında asırlarca yaşadığı da bir gerçektir.

Şu Destanı: Mitolojiye göre Şu M. Ö. 4. yüzyıllarda ya­ şamış bir Türk hükümdarıdır. Onun hayat ve hatırası et­ rafında ifade edilen bilgilere göre, bu destan Makedonyalı İskender'in doğuya, Asya'ya muhtemelen Türk illerine yü­ rüyüşü ile irtibatlandırılmakta ve Türkler arasında muhte­ melen 9. yüzyıla kadar yaşamış ve Kaşgarlı Mahmut'un Di­ vanu Lugati't-Türk adlı eserinde yer almıştır. Destanda adı geçen Şu gerçek bir hükümdar olabileceği gibi, eski Saka Devletine bağlı bir devlet bölümüne Su veya Şu denildiğini de gözden uzak tutmamalıyız. Destanlarımızda sık görülen bazı hususiyetler de vardır. Bunlar arasında ilk dikkat çeken değişik madenlerin varlığıdır. 18


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi Bu destanlarda geçen maden isimlerinin Türkçe olması da önemlidir. Bu madenlerin bir kısmı, demir, gümüş, altın, ba­ kır olup, bu da Türklerin bu madenleri işlemeyi bildiklerini, yani zanaat erbabı olduklarının delilidir. Şüphesiz destanların en dikkat çekici hususları motifler­ dir. Bunları mistik, doğadan alınan motifler ve hayata dair motifler olmak üzere üçe ayırmak mümkündür. Mistik mo­ tifler arasında nur, gaipten gelen sesler, gök börü, mistik ka­ dınlar, rüyalar ve kırklar motifleri; tabiat motifleri ise; göl, nehir, deniz, orman, dağ, dere, mağara, kuş, kartal, karga, geyik, ejder, aslan, boğa, deve, ağaçlar ise kayın, çam; hayata dair ise; evlenme, doğum, savaş, avlanma, göç, şölen, esaret vs. motifleri görülmektedir. Bunlardan bir kısmını kısaca şu şekilde açıklayabiliriz. Destanlardaki Kök Börü, yani kurt'tur. Kurt bazen anne, bazen koruyucu, bazen kılavuz, bazen sancaklarımızdaki amblemdir. Ona atfen A s ya'nın muhtelif yerlerinde kurt (börü) dağları ve nehirleri vardır. Destanlarımızın bir başka motifi ise kadındır. Kadın, Türklerde müstesna bir yere sahip olup, yeri geldiğinde dev­ let dahi idare edebilecek konumdadır. Bu istisnai durum olan reislik yanında kadın her devirde evinin direği, erkeğinin yoldaşı, çocuklarının annesidir. Diğer bir motif de at'tır. Ava giderken de, savaşa gider­ ken de at kullanılmıştır. Binlerce mil gidenleri olduğu gibi, vefalı oluşları yanında hedefe ulaştıran vasıta olmaları ha­ sebiyle de önemlidirler. Bir diğeri de ışıktır. Şaman geleneği veya inanca dayalı hayat görüşünün ışık veya nur motifinin kutsiyete dayanma­ sında etkili olmuştur diyebiliriz.

19


3.

OGUZ DESTANINDA TÜRK CİHAN HAKİMiYETi

M

illetlerin tarih sahnesine çıkışları hakkındaki ilk bil­ gilerimiz destan ve efsanelere dayanmaktadır. Bundan

dolayı, destanlar milletlerin tarihlerinin yazımında ve bilin­

meyen dönemlere ışık tutmalarından ve tarihi kaynakların bulunmadığı dönemler için bizlere fikir verebilirler. Sadece tarih sahasında değil, din, sosyal hayat, ekonomi, kültür ve benzeri alanlarda da bizi aydınlatıcı bilgiler taşırlar. Nitekim bu sahalarla ilgili olarak, Bahaeddin ôgel, Türk

Mitolojisi, Emel Esin Türk Kozmogonisi gibi eserleriyle biz­ lere bu hususlarda bilgi verirken, muhtelif çalışmaları ile de, Zeki Velidi Togan, Osman Turan, Tuncer Baykara gibi Ana­ dolu coğrafyasında yetişen bilim adamları da yorumları ile dikkatimizi çekmektedirler. İfade etmeye çalıştığımız Türk Cihan hakimiyetinde ilk akla gelen şüphesiz Oğuz Destanı' dır. Kimdir bu Oğuz Han dediğimizde eldeki kaynaklar da net olmayan bilgiler var­ dır. Babası Karahan olan Oğuz, bir av dönüşü babası Kara­ han'ı öldürür. Bu husus zaman zaman Mete Han ile babası Teoman Han'ın bir tutulmasına da sebep olmuştur. Hatta. Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş adlı eserinin

1946 birinci baskısında, Oğuz Han ile eskiden Me-te telaffuz edilen Mao-tun'u bir tutarken, 1 970 baskısında Oğuz desta­ nında Mao-tun'dan hatıralar olduğu kanaatinde olduğunu 20


TÜRKLÜK

BiLGiSi iNCELEMELERİ

yazmıştır (Baykara, 2003, 399). Oğuz'un babası ile arasının açılmasına inanç sebep olmuştur. Oğuz tek tanrıya inandığı için hanımlarının da bu tek tanrıya inanmalarını istemiştir. Dolayısı ile hanımlarının da kendi tanrısına inanmalarını talep etmesi babası ile arasını açmıştır (Baykara, 2003, 400). Oğuz babasını öldürüp, kavminin başına geçtikten sonra, amcalarının kavimleriyle 75 yıl sürecek bir mücadeleye baş­ lamıştır. Babasından sonra iki amcasını da öldüren Oğuz, onları bugünkü Moğolistan'a kadar sürmüştür. Oğuz bu iç savaşı zaferle kapadıktan sonra büyük bir toy vererek, kendi­ sine yardım eden kavme toy esnasında Uygur adını vermiş­ tir. Bu toyda ayrıca kendisini Uygurların hakanı ilan etmiştir (Baykara, 2003, 403). Zaten Dokuz Oğuz efsanesi Uygurlara ait olup, buna göre Kunlanço ismindeki bir ülkede yaşayan beş kardeş vardır. Songur Tekin, Konur Tekin, Tükak Te­ kin, Or Tekin ve Boğru Tekin. Bunlar zamanla bütün Asya kavimlerini kıskandıracak derecede zengin, rahat ve tesa­ nütlü bir millet olurlar. Hilekar bir anlayışa sahip olan eski Çin, bu genç Türk milletinin tesanüdünü kaldırarak, ara­ larındaki düzeni bozmak istemiştir. Hilekar bir elçi gönde­ rerek Türklerin esrarını öğrenmeyi başarmıştır. Buna göre, onların bütün düzen ve dernekleri Kut Dağı adı verilen mu­ kaddes kayadan ileri gelmektedir. Bu Çinli elçi bir gece ye­ şiın taşından olan bu mukaddes kayayı üzerine sirke döke­ rek parçalatarak, gizlice ülkesine taşıtmıştır. İşte bu olaydan sonra Uygurların arasına bir huzursuzluk girerek, dünyanın dört bir yerine dağılırlar (Ülken, 2006, 178). Bizim bu çalışmayı hazırlamamıza vesile olan husus ise, cihangirliktir. Hiç şüphesiz, Türkler yan gelip yatmayı, ya da miskin miskin oturup, sadece tevekkül etmeyi hiçbir zaman düşünmemişlerdir. Hocam Baykara'nın deyimiyle, cihan­ girlik, cihanı alma fikri, bu fikir, herhalde Türkleri büyüten 21


SEBAHATrlN

ŞiMŞiR

unsurların başında gelmektedir. Nitekim Osman Turan Türk cihan hakimiyetinin ilk kurucusunun Oğuz Kağan olduğunu ifade etmektedir. Yazarın da ifade ettiği gibi, destanda Oğuz Han'ın Çin, Hindistan, İran, Azerbaycan, Irak. Suriye, Mı­ sır, Anadolu, Rus ve hatta Frenk ülkelerini fethettiğini an­ latırken, Hun, Kök-Türk ve Selçuk devrini de şümulüne al­ makta ve hatta destan kısa anlatımlarla Osmanlılara kadar gelmektedir. Türklerin ilk fatih atası, bütün milli nizam ve müesseselerin kurucusu sayılan Oğuz Kağan semavi bir men­ şeden gelmiş ve harikulade vasıflarla doğmuştur. O daha ço­ cuk iken bazı kahramanlıklar yapmıştır (Turan, 1995, 75). Oğuz bir yaşına gelince babası adet olduğu üzere bir davet verip, kavmin bütün ileri gelenlerini davet eder. Ancak, da­ vetliler söz söylemeye zaman bulamaz. Oğuz söze başlaya­ rak, benim adım Oğuz demiştir (Ülken, 2006, 179). Oğuz evlenecek yaşa gelince, babası ona amcası Kör Han'ın kızını almak ister, Oğuz kızı dinine davet eder, Kız babasının dininden ayrılmayacağını söyleyince, Oğuz bu kızdan ayrılmıştır. Babası da, diğer amcası Göz Han'ın kı­ zını almak ister, ama netice yine aynı olmuştur. Oğuz bir gün avdan dönerken çeşme başında kızların çamaşır yıka­ dıklarını görür, aralarında bulunan amcası Orhan'ın kızını yanına çağırarak eski zevcelerine yaptığı teklifi ona da ya­ par kız; "Ben hangi dinin hak olduğunu bilmem, fakat sana itimadım vardır, sen hangi dinde olursan ben de onu ter­ cih ederim. " cevabını verince, Oğuz babasına danışarak bu kız ile evlenir. Oğuz'un bir gün uzak bir yere ava gitmesin­ den de istifade eden Karahan bir davet vererek, söz arasında Oğuz'un ilk iki eş adayından niçin ayrıldığını öğrenmiştir. Karahan, ecdadının dinini değiştirerek bir inkılap yapmak isteyen Oğuz'un tehlike olduğunu anlayarak avda öldürt­ meye karar vermiştir. Ancak. Oğuz'un adamları meseleyi 22


TÜRKLÜK BiLGiSi INCELEMELERJ

anlarlar ve iki taraf arasında savaş cereyan eder. Yapılan sa­ vaşı kazanan Oğuz tarafı olup, nereden geldiği bilinmeyen bir ok ile de Karahan öldürülür ve babasının yerine Oğuz ge­ çirilir (Ülken, 179). Bundan sonra Oğuz kendisi gibi gökten inen bir kız ile evlenmiştir. Zaten Destanın İslami rivayetine göre ise, Oğuz Han daha doğuşunda, annesi Müslüman ol­ madığı için anasının sütünü emmemiştir. Büyüyünce de bu din ayrılığı onun babası Karahan ile mücadele etmesine se­ bep olmuştur. Bu mücadeleden galip çıkan Oğuz Han, ba­ basına galip gelip, tahta çıkmış ve kağanlığını ilan etmiştir. Her tarafa elçiler göndererek, Ben artık bütün dünyanm ka­

ğanıyım diyerek hepsini kendisine itaate davet etmiştir. Ni­ tekim bu hususta Korkut Ata da Oğuz Han'a Tanrı'nın bü­ tün dünyayı bağışladığını müjdelemiştir. Bundan sonra hakimiyetini kabul etmeyen milletler üze­ rine sefere çıkan Oğuz Han, bütün dünyayı fetheder. Bu fe­ tihler esnasındaki rehberi ise, Bozkurt'tur. Oğuz, Bozkurt'un rehberliğinde Urum ve Urus hükümdarlarını yener, Çin, Hind ve Suriye ülkelerini fetheder. Bu hususta XII. asır Süryani ta­ rihçisi Mihail de Yeryüzünün Türkleri taşımaya kafi gelme­ diğini, önlerindeki Bozkurt'un göç çağrısı ile harekete geç­ tiklerini ve Bozkurt'un durduğu yere kadar gittiklerini ifade eder (Turan, 1995, 75-76). Burada, İslami Oğuzname' de Bozkurt'un çıkarılmış ol­ ması neticesinde bazı tartışmalar yaşanmıştır. Ancak, Boz­ kurt'un doğrudan bir ata, bir cet olması ile ilgili olarak hiç­ bir arkeolojik kalıntı ve hatıra yoktur. Hepsinden önemlisi Kök-Türk kitabelerinde de kurt yoktur. Buna karşılık, resim­ lere kabartmalara yansımış olan kurt ile ilgili birçok bilgi bu­ lunmaktadır (Baykara 63). 23


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

Oğuz Han dünya hakimiyetini kurduktan ve ihtiyarla­ dıktan sonra devleti altı oğlu arasında paylaştırmıştır. Bunu da büyük bir törenden sonra, "Ey oğullanm! Çok savaştım,

artık çok yaşlandım. Düşmanları aglattım. Dostları sevindir­ dim. Gök Tanrıya borcumu ödedim." diyerek yurdunu oğul­ ları arasında paylaştırmıştır. Bu paylaşım sonucunda Üç-Ok­ ların Boz-Oklara tabiyetini bildirmiş, Töreye ve birliğe bağlı kalmalarını vasiyet etmiştir. Burada Oğuz Han kadar önemli olan bir diğer şahıs ise Dede Korkut'tur. Dede Korkut, Oğuz Han tarafından inşa olunan ve yabguların payitahtı olan Yeni Kent şehrinde otur­ maktadır. Oğuz-name ve Dede Korkut kitabına göre çok yaşlı, ak sakallı, çok akıllı ve tecrübe görmüş keramet sahibi bir insandır. Hanların tayinlerinde, devlet işlerinin müzake­ relerinde, kurultay ve toylarda başlıca söz sahibidir. Çünkü ananeye göre Dede-Korkut'un kerametleri, hikmet ve hika­ yeleri çoktur. İstikbal için ne demişse çıkmıştır. Eski devrin şamanları ve İslam devrinin evliyası vasıflarını gösteren Dede Korkut, Oğuz yabgularının başlayan hakimiyeti gibi son ci­ hangirliğin de, Oğuz boyları arasında birinci hukuki mev­ kide bulunan Kayı kabilesine ve Osmanlılara intikal edece­ ğini de kerametiyle keşfetmiş ve müjdelemiştir. Nitekim Dede Korkut kitabının başında "Peygamber za­ manına yakın Korkut-Ata derler bir er koptu. Ol kişi Oğuz'un bilicisi idi. Ne derse olurdu. Gaipten haber söylerdi. Hak TeaJA onun gönlüne ilham ederdi." (Turan, 1995, 80) cümleleri de dikkat çekicidir. Milli destan ve ananelerle milletimizin kalbinde yüzyıl­ lardır duran Oğuz han İran kaynaklarında Afrasiyab olarak geçer. Şehname'ye göre Türklerin ilk fatihi olan Afrasiyab, Türkistan, İran, Azerbaycan, Hindistan ve Rum ülkelerini 24


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

fethetmiştir. Kaşgarlı Mahmud ise, Afrasiyab'a Alp-er Tunga dediklerini ve onun dünya hükümdarı olduğunu bildirir. "Alp-er Tunga öldü mü Issız ajun kaldı mı Özlük öcün aldı mı Emdi yürek yırtılur" kıtasını kaydeden Kaşgarlı, Afrasiyab için yapılan bir matem ayininde herkesin kurt gibi uluduğunu, gözyaşları döktüğünü

ve haykırarak yakasını yırttığını ifade ederek. bu tarihi şahsi­ yetin Türk milleti arasında ne kadar önemli olduğunu vur­ gular (Turan, 1995, 81). İslam kaynakları ise, Uygur, Karahanlı ve Selçuklu hane­ danlarının Afrasiyab'a mensup olduklarını ifade ettikleri gibi, onu tarihi ve milli ananeye uygun olarak, Oğuz Han ile bir­ leştirmişlerdir. Afrasiyab'a ait rivayetler onun İran'ı fethedip orada hükümdarlık yapması dolayısı ile İran destan, tarihi ve edebi kaynaklarında çok geniş bir yer aldığı gibi Arap kay­ naklarına da bu vesile ile girmiştir (Turan, 1995, 81) . Hatta Şehname şairi Firdevsi, Afrasiyab'ı destanın en büyük kah­ ramanı kabul etmemiş, ona ancak İran kaynaklarının şere­ fini artıran, yenilmesi zor bir kahraman şahsiyeti vermiştir. İran'ı fethedilen, yani bir düşman beldesi kabul edersek, on­ ların destanında o derece esaslı yer almak için, bu Türk ve Turan hükümdarının İran halkı içinde ve İran ananesinde büyük iz bırakmış olduğunu kavramak güç değildir. Firdev­ si'nin destanını bütünleyen birçok menkıbeleri, Türk halkı arasından da derlemiş olması mümkündür (Banarlı, 2001, 14). Sonuç olarak, Oğuz Han cihan hakimiyeti düşüncesine başlarken hangi duygular içinde idi bilemeyiz. Ancak Oğuz Han Türklere bir cihangirlik ananesi bırakmıştır. Bura­ daki cihangirlik fikrinin günümüzde de akislerini görmek 2S


SEBAHATTIN ŞiMŞiR mümkündür. Zaman zaman Kızılelma. zaman zaman da Turan şeklinde ifade edilen fikrin, bu düşünceden kaynak­ landığını ifade edebiliriz. Ancak, bu Türk cihangirliği, dün­ yaya düzen ve Türk nizamı getirmekten ve hüküm kıl.ınak­ tan ibarettir.

26


4.

TÜRK.'ÜN KÜLTÜR DÜNYASI NDA BOZKURT

G

ünümüzde deyim, atasözü, fıkra, mahlas, isim vb. alan­ lara kadar yayılan kurt ve Bozkurt kelimeleri hayatı­

mızda, kültürümüzün bir gerçeği olarak varlığını sürdür­

mektedir: Kurt Baba, Kurt Dede, Kurt ini, Kurtlar Mağarası, Kurtlu Kaya, Kurtluca, Kurt Alanı, Kurtlar, Kurtoğlu, Kurt Hanı gibi isimler yanında, "Ölmüş eşek kurttan korkmaz", Kurda konuk giden köpeğini yanında götürür", "Kurdu or­ mandan açlık çıkarır", "Kurdun adı çıkmış tilki var baş ke­ ser", "Kurdun ağzından kuyruk alınmaz", "Kurt komşusunu yemez", "Kurtla koyun kılıç ile oyun olmaz", "Ardından 100 köpek havlamayan kurt, kurt sayılmaz'', "İt eniğinden kurt olmaz"', "Hangi Dağın Kurdu öldü", "Ne kurdu gör, ne kul­ huyu oku'', "Kurdun ağzı yese de kan yemese de kandır", "Kurdun oğlu kuzu olmaz", "Kurt dumanlı havayı sever . . ." Tarihte Oğuzların kurt, diğer Türklerin ise börü dedik­ leri malumunuzdur. Börü, yani kurt üstünlük, büyüklük ve yiğitlik anlamlarında da kullanılmaktadır. Yine Türklerde kurdun iki manası vardır. İlahi yüzü ile kötü ve hırsız yanı olup, bunları birbirine karıştırmamak gerekmektedir. ' Bozkurt ne bu günün ne de dünün sözüdür. Türk dünya­ sında geçmişe açılan yolların kapalı olduğu yıllarda bozkurt Kalafat. Yaşar, Türk Mitolojisinde Kurt, Ankara, 2012, s. 13.

Ogel, Bahaeddin, Türk Mitolojisi JJ, Ankara. ı 18.

27


SEBAHATTIN ŞiMŞiR sözünün tabi ki, manasını da anlayamazdık, bundan dolayı ilk olarak bizi tarihi geçmişimizden, Türkçülüğümüzden ayı­ ran engelleri geçmek lazım idi. Çay, su, yol, ses başlangıcını unuttuğu gibi, bu coğrafyadaki Türkler de soylarını unut­ muş idiler. Düşmanın sistemli şekilde ruhlarına yerleştirdiği tebligat zehrinden biraz kurtulup, kendilerine gelince de, gö­ nüllerinden dillerinden dudaklarından ilginç kelimeler gel­ meye başlamıştır; kurtla kıyamete kalmak, kurt yüreği ye­ misen, kurdu kımıldıyor . . . gibi. Alim, şair tarihe yüz tutarak şunları yazmıştır ki, "Ka­ ranlık toprağa düşmüş tohum kendisinin bir zamanlar gör­ düğü ışıklı dünyaya dönmek, kendini güneşe göstermek isti­ yor. Bence halkların, milletlerin geleceğinde de er geç aslına, köküne dönmek ihtiyacı vardır. Bu etten, kemikten, kökten, kömekten gelen bir ihtirastır. Güneş şarktan çıkıp, garpta battığı gibi medeniyetler de şarkta boy gösterip garpta ya­ yılır ki, yeniden şarkta görülsün. Türklüğün varlığında da böyle bir göç sevdası var: at üstünde, deve belinde şarktan garba yüz tutup, tekrar şarka dönme sevdası. "' Türk alimlerinin yazdıkları zengin, rengarenk, çok ta­ raflı ağız icatlarında bozkurt, kurt, güneşin zoomorfik özel­ liğidir. Türk mitolojisinde Bozkurt aslında Türklerin müspet koruyucusu, bazen de neslin ulu ecdadıdır. Bunun içindir ki, Türk dünyasında, Alper Tunga, Şu, Ergenekon, Oğuz Ka­ ğan, Kitab-ı Dede Korkut, Ural Batır, Alpamış, Manas des­ tanlarında ve ayrıca da, Uğurun masalı, Tur ve Günay, Me­ likhünerin masalı, Gül Ezelin masalı gibi masal, efsanelerde Oğuz'un Türk ileri gelenleri, hatta Bozkurt'un kızı ile izdi­ vaç ederler. Bu izdivaçtan Oğuz soyu ortaya çıkar. Bu bir Hek.imov, Mürsel. (Haz. S. Şimşir), Efsaneden Gerçe,le Mitolojiden Kültüre Bozkurt, lstanbuJ, 2012, s. 105-6.

28


TÜRKLÜK. BlLGlSl lNCELEMELERI hakikattir ki, her bir boyun mensup olduğu halkın hayal­ lerinde hüküm sürdüğü devir var. Şöyle ki, halkın inançla­ rında bir hayvan, ağaç, kuş önce totem gibi kendine mah­ sus yer tutturduysa, o sonraki devirlerde artık totemlikten çıkar, folklor fonksiyonlu külte çevrilir. Nedense, bazı folk­ lor araştırıcıları da totemizmi inkar etmiştir. Oysa "Türkler hiçbir zaman putlara, kurtlara. kuşlara secde etmemiş, to­ temci olmamışlar. Bu bir iddia değil, birçok ilim adamının en sağlam delillerle ispatladıkları bir hakikattir. . . son keşif­ lerin önce, eski Türklerin de totemi olduğunu söyleyenler bu görüşlerini kurt, at ve bazı kuşlara sevgi ve saygı gösterme­ leriyle esaslandırmışlardır. Ömrü at üstünde geçen, her işini onunla gören bir mil­ letin atı sevmesi, ona saygı duyması, hatta onu uğurlu say­ ması tabiidir. Bazı devirlerde, bazı Türk boyları ata heykel, ata mezar yapmışlardır. Amma hiçbir zaman onu totem ola­ rak kabul etmemişler ve tapmamışlardır. Türklerin atı uğurlu saymaları, Hintlilerin ineğe saygı duymaları gibi değildir. Türkler atı kurban eder, etini yerler. . . kurt'a gelince, o da bir remz idi. Fakat onun Türk destanlarında hususi rolü vardır.' Şurası muhakkaktır ki, gök, dağ ve kurt kültleri bir bir­ leşim oluşturmaktadır. Daha Kök Türk Kitabelerinden iti­ baren net olarak biliyoruz ki, inanç sistemimizde göğün ululuk simgesi olması yanında dağın da ona yakınlığı nispe­ tinde kutsallık içerdiğini biliyoruz. Nitekim kitabelerde ge­ çen "üstte mavi gök, altta yağız yer" sözleri bunun bir ifadesi olup, şifa kaynağı da olduğuna inanılan Aslan Baba, Koyun Baba, Geyik Baba ve Kurt Baba genellikle bu türden tepeler üzerinde ve kutsal kabul edilen mekanlardandırlar. Bu tür­ den ulu mekanlar müjdeci, şifacı olabildikleri gibi, ceza da 4

Hekimov, a.g.e., s. 109.

29


SEBAHATTIN

ŞiMŞiR

vermekte, hatta hastalık gibi musibetlere de yol açabilmek­ tedirler. 5 İşte bundan dolayı mevzumuz olan kurtta da, ak ve kara iyeler bir arada geçmektedir. Görüldüğü gibi zehir ile panzehir arasındaki fonksiyon etkinliği gibi bir husus ile karşı karşıya kalmaktayız. Gerçi, Türk halkları efsane, esatir, masal, destan, atasözü, deyimlerinde Bozkurt bazen Tanrı ile alakalı şerh edilmiştir. Türkler Bozkurt'a Gökbörü de diyor­ lar. Burada "gök" aslında gökyüzünün rengi olan maviliğidir. Bu da bir hakikattir ki, eski Türkler güya "Gök Tengri" de diyorlar. Bize öyle gelmekte ki, bu fikri belirten araştırıcılar Uygur Türklerinin "Türeyiş" destanına dayanırlar. Türeyiş destanı hakkında yazan, Prof. Dr. Kamil Veliyev; "Eski Hun padişahlarından birinin çok güzel iki eşsiz kızı varmış. Bu kızlar o kadar güzel imişler ki, hatta padişah on­ ları halktan uzak tutmak için şehrin kuzeyinde bir kale yap­ tırıp, oraya koymuştur. Bir gün Tanrı Bozkurt şekline bürü­ nüp gelmiş, bu kızlarla evlenmiştir. Bu evlenmeden Dokuz Oğuzun Uygur eli meydana gelmiştir. Oğuz Kağan Destan'ından bildiğimiz kadarı ile, Oğuz dünyaya geldiğinde ayakları öküz ayağı, beli kurt gibi, omuz­ ları samur ağzı gibi, göğsü ayı göğsü gibi geniş imiş. Oğuz Kağan toyundan sonra beylerini ve halkı toplaya­ rak onlara hediye verdikten sonra yaptığı konuşmada; Alalım yay ile kalkan Kurt olsun bize uran demiş ve ertesi gün gün doğarken çadırına güneş ışığı gibi bir ışık düşmüştür." demektedir.• Bozkurt, Ulu Türklerin inancında bazen Güneşle alakalan­ dırılır. "Oğuz Kağan" destanında da bozkurt Oğuz Kağan'ın çadırına güneş gibi ışıkların içinde gelmiştir. Bu meseleye 5 6

Kalafat, Yaşar, Türk Kültürlü Halklarda Halk lnançlan 1, Ankara, 2007, s. 24. Kalafat, Yaşar, Türk Halk Tefekle.üründe Kurt -2, Ankara, 2009, s. 33.

30


TORJC..LOK BiLGiSi INCELEMELERJ zamanının matbuatında açıklık getiren Prof. Dr. M. Seyi­ dov, bozkurdun ışık ile alakalı şekilde verilmesini mitolojik bir olay olarak şu şekilde yazar; "Genel Türkçe konuşan top­ luluklarda kurt ve aslan güneşin remzi, hayvani tecessümü idi. Kurt güneşi temsil ettiğinden mitolojik efsanelerde esa­ sen ışık ile birlikte verilmiştir."' Oğuz Kağan-Kurt dostluğunun günümüze yansıyan en önemli örneklerinden birisi, bir Özbek ninnisinde karşımıza çıkmaktadır. Bu ninnide: "Kurt görsen korkma, O senin arkadaşındır At görsen korkma O senin binitindir"' demektedir. "Göktürk" destanlarında: -"Eski Türklerde, "Bozkurt, uğur, bolluk simgesidir. Des­ tanlarında atalarını kurt'a benzetip, "kurt ana" dan türedikle­ rini de söylüyorlar. Bu inanış Göktürklerden önceki Türklerde de, mesela Hunlarda da vardır. Tarihte Kurt ile alakalı efsa­ neler değişik, farklılaşan anlamlarda devam edip gelmiştir." Göktürkler ile alakalı Bozkurt efsanesini Çin kaynakla­ rından öğreniyoruz. Çin'in Cou hanedanı tarihinde iki ayrı şekilde rivayet edilmektedir. Şüphesiz, bu rivayetler Bozkurt ile alakalı söyleyeceğimiz fikirlerle alakalı mükemmel ilmi gelişme olduğunu dikkate alıp, biz de hem birinci ve hem de ikinci rivayetleri olduğu gibi takdim ediyoruz.

7

Hekimov, a.g.e., s. l 13. Kalafat, 2009, s.34. 31


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

Birinci rivayet: Birinci rivayete göre, Hun soyundan olan Göktürkler li­ derleri Kapanpu'nun hakimiyeti altında oldukları bölgeden ayrılmışlardır. Kapanpu'nun 16 kardeşinden birinin anası kurt idi. Düşmanlar öbür kardeşleri yok etmiş ama, kurttan do­ ğan bu cesur, güçlü kardeş kurtulmuştur. Kurttan doğan bu çocuk kendisine iki hanım almıştır. Bunlardan biri yaz tan­ rısının, diğeri de kış tanrısının kızı idi. Bu hanımlardan her biri iki çocuk doğurmuştur. Çocuklardan en büyüğü olan Notoluşa esas seçilmiş ve "Türk " adını almıştır. "Türk'ünn on hanımı vardır. Çocuklardan birinin anası "dişi kurt" de­ mek olan Aşina (Asena) adını almıştır. Göktürkler bu Aşina soyundan gelmişlerdir.

İkinci rivayet: Hunların soyundan olan Göktürkler Aşina adlı bir ai­ leden gelmişlerdir. Çoğalıp ayrı ayrı oymaklar halinde ya­ şarken, "Lin" denilen bir ülkeden gelen düşmanlarının bas­ kınına uğramışlardır. On yaşında bir çocuktan başka hepsi öldürülmüştür. Düşman askerleri bu çocuğu öldürmemişler, ama ayaklarını kırarak bir bataklığın yanına bırakmışlardır. Yavrularını kaybetmiş bir dişi kurt bu yaralı çocuğu etle bes­ leyerek iyileştirmiştir. Çocuk büyüyünce kurt ondan hamile kalmıştır. Bu arada düşmanlar yaralı çocuğun yaşadığını öğrenmişlerdir. Onu öldürmek için aramaya başlamışlardır. Kurt çocuğu da alarak kaçmıştır. Urfan ülkesinin kuze­ yindeki bir mağaraya gelmişlerdir. Bu mağarada on çocuk doğurmuştur. Çocuklar büyüyünce rastladıkları kızlarla ev­ lenmiştir. Kısa zamanda çoğalıp yüz aile olmuşlardır. Za­ manla yaşadıkları yer onlara dar gelmeye başlamıştır. Bura­ dan çıkıp Altay dağları eteklerine yerleşmişlerdir. Aşina adlı kardeş Hakan olmuştur. Kurt soyundan geldiğini göstermek 32


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELER! için çadırının kapısının üstünde kurt başlı olan bir bay­ rak açmıştır. Bundan sonra "Göktürkler" Aşina boyu ola­ rak anılmışlardır.• Azerbaycan folklor araştırmacılığında Bozkurt, Gökkurt, Kurt'un totem, ecdat olması hakkındaki fikirler aynı değil­ dir. Şöyle ki, A. Acalov, F. Bayat Bozkurt'un totem olmasını nedense şüphe altına alırlar. Unutulmamalıdır ki, Bozkurt eski Türk mitolojisinde başka hayvan yahut tabiat menşeli ecdat kültlerle aynı sıradadır. Bu ecdatların mitoloji metin­ lerinde insanla aynı sırada durması, onun ecdat gibi konuş­ ması, bize bu hadiseyi "totemizm" terimiyle adlandırmamıza imkan verrnektedir.10 Ekseri Türk halklarında, özellikle Azerbaycan Türkle­ rinin rengarenk efsane, esatirlerinde, destanlarda, inam iti­ katlarında, bozkurt Türklerin mağlup edilmez himayedarı, kurtarıcısı ve grubun, kabilenin türeyişinde bir ilahi güç gibi görülür. Oğuz Kağan destanında Oğuz'un kendisinde Bozkurt'un nişanesinin olması tesadüfi değildir. Yarı totem, yarı ilahi olan Oğuz'un ayağı öküz ayağı, beli kurt beli, küreyi samur kü­ reyi, göğsü ayı göğsüne benzetilir. Hem de Bozkurt Oğuz'un her bir seferinde, savaşlarında, yürüyüşlerinde ona yol gös­ terir, rehberlik eder. Zor zamanlarda ona yardımcı olur, on­ ları zafere doğru götürür. Fikrimizi daha açık ifade etmek için, ''Salur Kazan'ın tut­ sak olduğu ve oğlu Uruz'un onu kurtardığı" boydan Kazan Han'ın soy adının, soy kütüğünün mühürlü tasdikine dik­ kat etmek uygun olur:

9

Hekimov, a.g.e., 1 1 5 - 1 16.

10

Hek.imov, a.g.e., s. 1 1 0. 33


SEBAHATTIN ŞİMŞiR ''Ak kayanın kaplanının erkeğinde bir köküm var. Ortaç kırda sizin geyik sürünüzü rahat koymaz. Ak sazın aslanında bir köküm var. Ala gaz tek otlamaya düzlerinde bir at koymaz. Korku bilmez kurt çocuğu erkeğinde bir köküm var. Korkusundan çobanları koyunlarını atlatamaz . Ak sungur kuşunun erkeğinde bir köküm var, Korkusundan ala ördek kara kazın suya konmaz. Uruz adlı oğuz verdim zengin Oğuz eline, Bir kardeşim var ki, benim, adı yiğit Karagüne, Haber tutup kolundaki şahinini sağ koymazlar! Eline düşmüş iken, ey kafir, öldür beni! Ben ki, senin kılıcından korkan değilem! Öz aslıma, öz köküme hain çıkan değilem!" "Kitab-ı Dede Korkut" destanında Kazan Han'ın Boz­ kurt'a tapması verdiğimiz bu beyanda oldukça açıktır. As­ lında örnekte "Ak kayanın kaplanının erkeğinde bir köküm var" diyen Kazan Han bir poetik mısrada kendinin ata nes­ linden dişi bozkurt ile taraf akdinde "ot kök üstü biter" mi­ salinde işaret verir. Buradaki, kaplan, aslan gibi adlar ise as­ lında bozkurt'a taraf işaretlerdir. Ulu abidemiz, yüz ak.lığımız "Kitab-ı Dede Korkut" des­ tanında Kazan Han soyunu bozkurt'a bağladığı gibi, birçok Türk halklarının ölmez abidesi, kahramanlık destanı "Köroğ­ lu "nun ayrı ayrı seferlerinde Köroğlu, oğlu Hasan'da kendi soyunu Bozkurt'a bağlamaktadır. Fikrimizi daha da iyi an­ latmak için bir iki misal uygun olur. ". . . Köroğluyam gezdiğimi tapardım, Kayalar başında kale yapardım. Ak sürüden emlik-kuzu tapardım, Yiyip kurtlarımla ulaşanı dağlar" 34


TURK.LÜK BiLGiSi iNCELEMELERi Yahut: "... koç Köroğlu meydan açıp öyünü, Namert sinesine çeker düyünü> Aç kurtlardan saldırmaya koyunu. Kurt ağızlı koçak oğlan gerekdi. " Veyahut: ". . . sert kayalarda yurt olmaz. Mühennete söz dert olmaz. Çakal eniyi kurt olmaz, Yine kurt oğlu kurt olur." Verilen po etik örneklerde olduğu gibi, Köroğlu'nun Der­ bentli Mümine hanımdan olan oğlu Hasan açıkça soyunun Bozkurt'tan olduğunu ifade eder: ". . . ben Hasan'ım, Kurt oğluyum, Düşmanıma dert oğluyum, Nesilcen bil, Köroğluyum, Arkası gerek yiğidin" Hasan soyunun Kurdoğlu, Köroğlu olduğunu başka bir şiirinde şöyle ifade eder: ". .. Hasan beydi, kurt oğlu idi Yiğitlikte mert oğlu idi. Bu gelen koç Köroğludur Kız. ayıptır, atam gelir." Günümüzün istidatlı şairi Rüstem Behrudi de, kendi soyunu, Bozkurt'a dayandırıyor. Bir örnek gerekise; ". . . soyum Türk, köküm kurt, doğru, Önümdeki yolum bağlı. Gönül, gam çekme, kurt oğlu, Dönüp kurt olur, kurt olur." 35


SEBAHA"'ITJN ŞJMŞJR Bu poetik vasiyetnameler ulu Türk halklarının soy kö­ künden Bozkurt aşısının tasdiki için bize az şey söylemiyor." Azerbaycan' dan Kamil Allahyarov, Bamsı Böyrek 'in eti­ molojisini yaparken, "Ecdat-Börü bağlantısına bir tahlil geti­ rerek, Dede Korkut kitabındaki Bamsı Beyrek 'in atası Kam Böre'nin adında da Börü sözünü görmemek mümkün de­ ğildir. Bamsı Beyrek 'in adı ise çok güman ki, Baysi Bayrık / Baysi Kartalı şeklinde olmuştur. Türk halkları arasında sa­ dece Oğuzlar canavara kurt demiştir. Z. Velidi Togan'a göre bazı Türk tayfaları, mesela Çiği!, Yağma, Karluk tayfaları, kurda ecdat, diğer Türk tayfalarından mesela Kök Türkler ecdat-halaskar, Oğuz ve Kıpçaklar ise yalnız halaskar ola­ rak bakmışlardır. Yine kitap ta Kazan Han kendisini tak­ dim ederken korku bilmez Kurt balası erkeğinde bir köküm

var." demektedir." Kazak Türklerinde Bozkurt'un kutsallığına dair emare­ ler, bugün de bazı alanlarda yaşamaktadır. Özellik.le san za­ manlara kadar bozkurdu Tanrı'nın yoldaşı şeklinde gören ve bozkurda hakaret etmekten çekinen ve hatta ismini saygıdan ötürü doğrudan söylemeden ima eden bir gelenek de vardır. Bu geleneğe göre bozkurt "um-kus, dik kulak, kara kulak, uluma (uluyan), srek kulak (keskin kulak), kökcal (gök yele, boz yele)" olarak adlandırılmıştır. " Kazaklar inanç olarak, kurdun ısırdığı hayvanın etini hamile kadınlara yedirmemişlerdir. Çünkü doğacak çocu­ ğun salyalı olmasından endişe etmişlerdir. Yine Kazaklarda yeni evlenen oğulun hakkını alarak baba ocağından ayrıldığı JJ 12 13

Hekimov, a.g.e., s. 1 1 0 - 1 1 3 . Kal afal, a.g.e., 2012. s. 7 0 - 1 . Gabithanulı, KayTat, ..Çin Kaynaklarma Göre Çin Mitolojisinde Bozkurt", lslam Öncesinden çatdaş Türk Dünyasma Prof Dr. Gülçin Çandarlıotlu'na Armagan, İstanbul, 2015, s. 1 4 1-2. 36


TÜRKLÜK BlLGlSI iNCELEMELERi sıralarda, ağıla kurt saldırırsa bu hayra yorulmuştur. Çünkü saldıran yırtıcı bir hayvan değil, kutsal bozkurt olup. bereket ve zenginliğe işaret sayılmıştır. Salgın hastalık esnasında ko­ yun sürüsüne kurdun saldırması da, hastalığın iyileşeceğine işaret sayılmıştır. Yolcu sefer esnasında kurda rastlar ise, onu hayra yorup saldırmaz. Ailede bebekler devamlı ölüyor ise, doğan çocuğun omuzuna veya göğsüne kurdun topuğu, dişi veya aşık kemiği muska yapılarak takılmıştır. Ayrıca, bebeği yaşamayan annenin vücuduna kurdun ciğerini süren veya muska olarak takan gelenekler de vardır. insanlar arasında kin gütme, intikam alma gibi sonu gelmeyen kavga ve düş­ manlıklar var ise, üçüncü şahıslar vasıtası ile karşı tarafa kurdun sinirlerini ateşe tütsüleme adeti de vardır. Kazakla­ rın korkusuz kahramanları bozkurdun ta kendisi olarak ni­ teledikleri bilinmektedir."

Uygur Türklerinde tedavi maksadı ile kullanılan otlar arasında Boris Soymisi, Kurtboğan ve Kurt Pençesi gibi ot­ lar bulunmaktadır. Her ne kadar üzerinde durulan kurt, bir hayvan ise de nebatattan şifa içerikli bazı cisimlere isim ol­ ması, onun kutsallığını veya kutsala yakınlığını düşündür­ mektedir." Altay bölgesindeki toplulukların birçoğunda bozkurda hürmet eden ve onu kutsal sayan gelenekler vardır. Söz ge­ limi avcılık esnasında Soyottar kurdun adını doğrudan ifade yerine uzun kuyruklu, uluyan, gök göz demişler, Kaçin Ta­ tarları uzun kuyruk, Yakutlar ise kuyruklu olarak adlandır­ mışlardır. Altay Türkleri poru ismini doğrudan kullanmayıp, yerine ağabey manasına gelen kelimeleri kullanmışlardır. Çu­ vaşlar da kaşır kelimesi yerine uzun kuyruk, tokmak kuyruk 14

Gabithanulı, a.g.m., s.142.

15

Kalafat, a.g.e. 2012, s. 18. 37


SE IAHATI"IN

ŞiMŞiR

veya tenir uti gibi isimler kullanmışlardır. Buryatlar'da da kurda hürmet vardır. Onlar da ismini doğrudan kullanma­ yıp Tenir uti demişlerdir.••

Erzurum ve çevresinde doğum yapacak hanımı al bas­ ması olarak bilinen rahatsızlıktan korunması için onun yas­ tığının altına bir parça kurt derisi konulmaktadır. Kurt pos­ tunun anne adayını ve doğacak olan bebeği koruyacağına inanılmıştır. Kurt derisinin bir diğer fonksiyonu da, erkek çocukları yaşamayan bazı ailelerde görülmektedir. Bu tür ai­ leler tarafından esnetilmiş kurt kafası derisinden ölmesi bek­ lenen çocuk büyükanne veya büyükbabası tarafından geçi­ rilmektedir. Kurt ağzından geçirmek, benzer uygulamalarda olduğu gibi, alem değiştirme olarak algılanmaktadır.17 Kurt postu ve koruması ile bağlantılı bir diğer inanç da kurt kılı ile ilgilidir. Doğu Anadolu'da erkek çocukların daha bebek iken burunları delinerek buradan kurt kılı geçirilmesi ha­ linde taşıyanın da korkaklığa ve korkulan nesneye karşı ko­ runduğuna inanılmaktadır.18 Ayrıca halk inanışlarında bağlanmış olmak ve bağdan kur­ tulmuş veya bağa karşı korunmuş olmak türünden inançlar vardır. Bir nevi büyü olan bağlanmak veya bağlamak gelin ve daha ziyade damatlar için söz konusudur. Bağlanma ço­ ğunlukla zifaf dönemi için geçerlidir. Bu büyüden korunma ve kurtulmada da kurt ve onunla ilgili inançlarda bir faktör­ dür. Kahramanmaraş, Adıyaman ve Kayseri ' de kurt kanı ile sigara kağıdına özel tılsım yazılıp damadın kapısının eşik altına gömülür ve bu işi yapan kişi ardına bakmadan oradan ayrılır ise, ayın dört defa doğma süresince damadın başarısız olacağına inanılmıştır. Burada ardına bakmama, gömmenin 16

17 18

Gabithanulı, ay.yer. Kalafat, a.g.e. 20J2, s. 19. Kalafat, a.g.e., 2012, s. 20. 38


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

eşiğin altına yapılmış olması, sürenin ayın doğup batması ile sınırlanması gibi hususlar bir yana, kurt kanında bir ulviye­ tin aranması önemlidir.19 Hakkari'nin bazı yörelerinde ise bağlı çiftlerin bağlarını çözmek için gelin ve damadın parmakları kurt kanına bu­ lanır ve çiftlerin kanlı parmakları çarpı işareti gibi çapraz­ latılarak, halk inançlarındaki ters motifi uygulanmaktadır. Ayrıca yine Hakkari ile Güneydoğu Anadolu'nun bazı kısım­ larında bağlı çiftlerin bağının bozulmasında kurt postundan da yararlanılır, çiftlerin birleşmeleri kurt postu üstünde ger­ çekleştirilirken, kurdun henüz soğumamış kanı çiftlerin te­ nasül uzuvlarına sürülmüştür. 20

Bulgaristan'ın Kırcalı Sancağı, Kayseri'nin bazı yörele­ rinde ve Güneybatı Anadolu' da gerdeğe giren damada kapı­ dan hafif bir sesle seslenilir; - Kurt musun koyun musun? Vuslat gerçekleşmiş ise, damat içeriden, - Kurdum, diye cevap verir. Yok eğer beklenilen ilişki he­ nüz kurulmamış ise damat adayı içeriden; - Koyunum, der. Bu tespitten de anlaşılan kurt başarılı olmanın, koyun ise başarısızlığın simgesi haline gelmiştir."

Karaçay Türklerinde de bu hususta tespitler vardır. Da­ vası adliyeye intikal eden bir Karaçay yemin ederken elini kurt kirişine basmaktadır. Kutsal bir nesneye değil de, kur­ dun kirişine kutsiyet atfedilerek el basılması dikkat çekicidir. Yani, birçok vücut aksamının hastalıklara karşı koruyucu 19 20

21

Kalafat, a.g.e., 2012, s. 20-21. Kalafat, a.g.e., 2012, s. 2 1 . A . Tecemen, Türk Kimliği, Ankara, 1995, zikreden; Kalafat, a.g.e., s.22.

39

2012,


SE RAHATTlN ŞiMŞiR

ve hastalıklardan kurtarıcı olduğuna inanılan kurdun bu özelliğinin onun kutsiyetinden geldiği kabul edilmektedir."

Kuınuk Türklerinde de aralarında gerginlik yaşanan aile fertlerinin küskünlüğünü gidermek için aralarında kurt gözü geçirilmiştir. Bu işlem sonucu barışacaklarına inanıl­ mıştır. Yine Kumuk yöresinde geceleri kurttan bahsedilme­ yeceği inancı yaygındır. Kurala uymayanların muhtemel bir cezadan kurtulmaları için vücutlarından bir kıl koparma­ ları veya ateşe çivi atmaları inancı yaygındır. 23 Bozkurt hayvanlar arasında birçok beşeri özelliklere mahsus olduğundan aksakallarımız haklı olarak totem seç­ mişlerdir. Bozkurt ailede ana kültürü koruyup saklamakta mutlak hakimdir. O, ailede büyümekte olan evlatların terbiyecisidir. Ailede kızını, oğlunu evlendirirken, yaşadığı yeri değiştirir­ ken ilk ve son söz ana Bozkurt'a mahsustur. Bu uğurda, ilk av şöleninde hayır duayı da ana bozkurt yapar. Adete göre, erkek evladının ilk av şölenine izin veren de, evladının ilk avını bölen de ana bozkurttur. İlk parçayı ata Bozkurt'a, en koca aksakal, ihtiyar Bozkurt'a verdikten sonra, kalan kısmı diğer aile üyelerine verir. En son payı kendine alır, ilk kıs­ meti ana Bozkurt ağzına aldıktan sonra, kalan aile üyeleri de kısmetini yer. Ailede ancak ana bozkurt razı olduktan sonra av avlama hakkına sahip çocukları ava gidebilirler. Ana ise ailede ev iş­ leriyle uğraşır ve çocukların terbiyesiyle meşgul olur. Boz­ kurtlar fizyolojik yönden görüştükten sonra mutlaka akar suda yıkanırlar. Akar su yoksa, göğüs, karın ve arka bölge­ lerini toprağa sürtmelidirler. Bozkurt yaşadığı müddetçe bir 22 2J

Kalafat, a.g.e., 2012, ay.yer. Kalafat. a.g.e., 2012, s. 25. 40


TÜRKLÜK BİLGiSi

iNCELEMELERi

defa aile kurar. O, ananeye göre ikinci defa evlenmez. Taraf­ lardan biri ölünce, diğeri de, ölenin yıl dönümü gelinceye ka­ dar dünyasını değiştirir. Bozkurtlar akrabalaşırken, aile adet, ananelerine oldukça sadakatlidirler. Şöyle ki, Bozkurt ne bacısının ne kardeşinin oğullarına kız vermez, ne de kendi oğullarına süt, kan kar­ deşlerinden kız almaz. Eğer bacı, kardeş bu ananeyi bozmak isterse, Baba Bozkurt savaşa çıkan süt, kan akrabalarından, ana bozkurttan otuz, kırk metre uzaklaşır. Aile problemle­ rini ana bozkurt halletmektedir.. Bozkurt meselesi karma karışık olan canavarlardan çok farklıdır. Bozkurt canavar gibi açgözlü kıskanç değildir. Gözü gönlü toktur. Bakışı hipnozludur, nüfuz edicidir. Gözleri kes­ kindir. Gözlerinde etkileyici biotoklar güçlüdür. O, canavar gibi sürüye dahil olunca eline geçen koyun. kuzuyu, atı, eşeği kırıp, parçalamaz. Bozkurt, sürüden belli bir mesafe uzaklıkta durup, en körpe koyunu kuzuyu alır. Onu sürüden uzaklaş­ tıktan sonra boynundan tutup sırtına alır ve yuvasına gö­ türür. Belki bundan dolayıdır ki, yaşlı Türk çobanları, kam Şamanları Bozkurtlarla alakalı birbirinden önemli itikatlar, tedbirler ve ermişler ise rengarenk ata sözleri, efsane ve des­ tanlarda söylemiş, deyimler oluşturmuştur.24 Gerçi Türk insanı kendi işini kendisinin yapması gerek­ tiğine inanmıştır. Bu anlayışla alakalı olarak da, kurd" sor­ muşlar ensen neden kalın diye. O da, kendi işimi kendim ya­ parım da, ondan demiş. Bu deyimden de anlaşılacağı gibi Türk, kendisinin kurt gibi görmekte bir beis görmemiştir.

24

Hekimov, a.g.e., s. 1 1 7-8.


5.

ESKİ T ÜRK TOPLUMUNDA AİLE

ski Türk toplumunda en küçük birlik, oguş, yani ailedir.

EAile de dikkat çeken özellik kan akrabalığı esasına da­

yanmasıdır. Zaten bu bağ sayesinde Türkler binlerce yıllık tarihi süreç içerisinde varlıklarını korumayı başarmışlardır. Ailenin genel yapısı içinde, modern dönemlerde karşı­ mıza çıkan geniş aile mi? Çekirdek aile mi? Tartışmaları eski Türkler için pek söz konusu değildir. Türklerde baba her devirde ailenin reisidir. Yani ataerkil bir yapıya sahiptir. Gerçi Çin kaynaklarındaki bazı bilgiler Türklerde anaerkil bir durum olduğu hususunun da ifade edildiği bilinmektedir. Ancak şurası da bir gerçektir ki, Türk ailesi ana, baba ve çocuklardan müteşekkildir. İktisadi hayat birlikte gerçek­ leştirildiği gibi, büyük çocuklar zamanı gelince, kendilerine mahsus yeni bir eve geçebilirler. Zaten, evlenme kavramı ge­ niş manada baba evini terk etmek anlamında da kullanıl­ mıştır. Bundan dolayı, töre gereği baba evi en küçük erkek evlada kalmaktadır. Eski Türklerde evlilikte hakim olan unsur ise, bazı istis­ nalar hariç tek evliliktir. Gelin olarak alınan kız için, belli bir bedel ödenmesi hususuna da rastlanmaktadır. Doğan ço­ cuklardan erkek evladın eğitimini baba, kız evladın eğitimini ise anne üstlenmiştir. Namus kavramı en hassas nokta olup, bir Türk kızına yaklaşmak öyle kolay gerçekleşen bir unsur 42


TÜRK.LOK BiLGiSi

iNCELEMELERi

değildir. Velev ki, yanlışlıkla böyle bir vakıa gerçekleşti şüp­ hesiz cezası ölümdür. Baba evin direği olduğu gibi olmadığı dönemlerde yerine anne vekalet etmektedir. Dönemin en önemli konusu olan savaş esnasında, baba ve yetişkin erkek evlatlar mücadeleye gidince, ailenin bütün sorumluluğu anne üzerinde kalmıştır. Aile içi münasebetler tam bir saygı çerçevesinde geliş­ miştir. Büyüklere gösterilen saygının karşılığı ise küçüklere gösterilen sevgi olmuştur. Ailede her bireyin öncelikli gö­ revi aileyi korumak olduğu gibi, başka aileler karşısında da en iyi şekilde temsil etmek, iktisadi, sosyal ve ekonomik an­ lamda da destek olmak şeklinde gelişmiştir. Zaten, ailedeki bu yapı devleti temsilde de kendini göstermiştir. Nitekim devletin dayandığı iki temel yapıdan birisi aile iken ikincisi de her devirde ordu olmuştur. Aileden sonra urug karşımıza çıkmaktadır. Urug ise. aile birliği, akrabalardan oluşan daha büyük bir yapıdır. Ailelerin oluşturduğu urukların bir araya gelmesi sonunda oluşan si­ yasi yapıya da boy denilmiştir. Boyların başında boy beyleri bulunmuştur. Boy beyi iç ve dış meselelerde boyun menfaat­ lerini korumakla yükümlüdür. Boy beyi olmak için aksakal­ lar tarafından uygun görülmek esastır. Boyların en önemli özelliği özellikle savaş zamanlarında belirli miktarda asker çıkarabilecek konumda olmalarıdır. Boyların birleşmesiyle de bodun'lar ortaya çıkmıştır. Bu tabir siyasi bir tanım olup, halk manasına kullanılmıştır. Bo­ dunların başında devlet merkezinden gönderilen yüksek de­ receli memurlar olmuştur. Ancak, tarihimizde bodunlann müstakil olma arzusundan kaynaklanan ve merkeze karşı gerçekleştirilen kavgalarda pek eksik olmamıştır. Bununda sebebi bağımsız yaşama arzusudur. Çünkü Türkler sadece 43


SE BAHATTIN ŞiMŞiR

toprağa bağlı yaşayan, sabit konumlu değildirler. Konar-gö­ çer olduklarından, gerek siyasi, gerek iktisadi gerekse tabi afetler neticesinde karşılaştıkları olumsuz şartlardan dolayı yeni ve daha verimli toprak arayışları içine girdikleri gibi, hür yaşama imkanı bulduklarını düşündükleri topraklara da göç etmekten çekinmemişlerdir. Bu göçün arka planında ise toprakla sürekli mücadele halinde olduklarından, savaşa da her daim hazırdırlar. Çünkü o devrin şartları içinde sa­ vaş bilek gücü ile gerçekleşmektedir. Bu da tabiat ve toprakla mücadelelerinden dolayı Türkler için bir avantaj olmuştur. Kısaca, yerleşik toplumlara göre kıyasladığımızda savaşa her an hazırdırlar.

44


6. ESK İ TÜRKLERDE MİLLET SEVGİSİ

illiyetçilik, en kısa ve genel tanımı ile kişinin mille­

Mtine sevgi ve saygı hisleriyle bağlanmasıdır.

Peki milliyetçi olmak kolay bir haslet midir? Sorusuna kolaydır diyemeyiz. Çünkü soydaşları aynı kültürden feyz alanları, kaderde ve sevinçte birleşenleri yalnız sevmeyi de­ ğil, icabında onlar için, bazen hayat değerinde, türlü fedakar­ lıklara katlanmayı gerektirmektedir (Kafesoğlu, s. 9). Türk milleti günümüzden birkaç yüzyıl öncesine kadar Cihan Hakimiyeti ülküsüne inanmıştır. Bu, yani Cihan Ha­ kimiyeti ülküsünün ilk belirtilerini, en eski Türk destanla­ rında bile görmekteyiz. Oğuz Kağan Destanı bu destanların en önemlisidir. Destana göre, ilk cihan hakimiyeti Oğuz Ka­ ğan tarafından kurulmuştur. Zaten cihan hakimiyetini hedef alan Oğuz Kağan ilahi bir kaynaktan gelmiş, olağanüstü güç­ lere sahiptir. Çin, Hindistan, İran, Irak, Suriye, Arap, Rum, Rus ve Fars ülkelerini fethetmiştir. Cihan hakimiyetini ger­ çekleşt irmek için dünyanın dört bir tarafına elçiler gönde­ rerek, Ben artık dünyanın hakimiyim diyerek hepsinin ken­ disine itaatini istemiştir. Türk tarihine ismini altın harfler ile kazıtan bilinen ilk isim herhalde Mete (Mo-tun)'dur. O, Babası Teoman'a karşı giriştiği mücadeleden galip çıkarak iktidarı ele aldığında, komşu Tung-hu, Yüeh-chi ve Çinliler fırsat kollamaya baş­ lamışlardır. Doğu'da bulunan Tung-hular Hunların yaşadığı 45


SE BAHATTIN ŞiMŞiR.

bu iç karışıklıktan istifade ederek, bu durumdan yararlan­ mak istemişlerdir. Bunun için de ilk olarak Mete'den baba­ sından kalma iyi cins ve 1000 km'yi durmadan gidebilen at'ı istemişlerdir. Mete durumu Meclis'e getirir ve burada bazı aksakallar, zikredile at vazgeçilmez bir hayvan olduğundan, görüşmede verilmesin demişlerdir. Mete'de, bir at nasıl kom­ şularımızdan daha değerli olabilir diyerek, Tung-huların is­ teğini kabul etmiştir. Tung-hular, Türklerin korktuğunu düşünerek bu sefer de yabgunun hanımı ve ya cariyelerinden birini istemek cü­ retinde bulunmuşlardır. Bu mesele de meclis de tartışılmış ve aksakallar yine savaşmaya meyilli olduklarını belirtince, Mete, bir hanım için koca milleti tehlikeye alamam demiş ve sevdiği cariyeyi Tung-hulara göndermiştir. Tung-hular bundan sonra taleplerini daha da ileri götüre­ rek, iki ülke sınırında bulunan çorak toprak parçasının ken­ dilerine bırakılmasını, bu ıssız toprakta kimse yaşamıyor, size çok uzak ve bize yakın, ayrıca sınırlarımıza yaklaşmayın ve buraları bize bırakın demişlerdir. Bunun üzerine Mete yine Meclisi toplamıştır. Bazı aksakallar verelim gitsin demişler­ dir. Mete Han buna çok sinirlenmiş ve, Toprak Devletin teme­ lidir. Nasıl olur da ondan vaz geçilir diyerek, verelim diyenle­ rin hepsinin kellesini vurdurduğu gibi Tung-huları da yerle yeksan etmiştir. Bu düşünce muhtemelen Mete' den önce var olduğu gibi sonrada var olmuştur. Gerçi zaman zaman top­ rağın önemini bilmeyen yöneticiler çıktığı gibi, zaman za­ man da hatırlatmak için şairlerimiz, Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır diyerek bu du­ rumu vecizeleştirmişlerdir. Şüphesiz, Türk milliyetçiliğinin en önemli özelliği, 18. yüz­ yıldan sonra şekillenen manada tarihte ilk defa görülmesidir. 46


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

Batı'da milliyetçilik duygularının bu yüzyılda ortaya çık­ maya başladığını kabul görmektedir. Bu kanaat batı için doğru olabilir, lakin Türk tarihi açısından sağlıklı bir yakla­ şım değildir. Çünkü Türklerde milliyetçiliğin izleri yine ba­ tılı araştırıcılar tarafından Hun Kağanlarından Çi-çi (M.Ö. 36) dönemine kadar götürülmüştür. Çünkü O, Ağabeyi Ho­ Hen-Yeh'in, Çin egemenliğine girilmesi teklifini, atalardan kalan yadigarlar arasında geniş ülkelerle birlikte, hürriyet ve istiklalin de bulunduğu ve bunlara önem verilmemesi­ n i n ihanet sayılacağını belirtmiştir. Bu yaklaşımı, Alman Sinolog Fr. Hirth, "Tarihte milliyetçiliği devlet siyasetinde te­ mel yapan ilk devlet adamı Çi-çi'dir." şeklinde değerlendir­ miştir (Kafesoğlu, s. 1 1). Batı Kök Türk Kağanı İstemi Han'ın vefatından sonra tahta çıkan Tardu Han, bir müddet sonra, Merkez ile ayrılık çizgilerini daha da sertleştirmiştir. Bunun neticesinde devlet Doğu ve Batı Kök Türk Devleti şeklinde ikiye bölünmüştür. Kısa bir süre sonra Doğu Kök Türk Hakanına Çin İmpara­ toru yardım teklifinde bulunmuş ve bazı şartlar bildirmiş­ tir. Bu şartlar gayet hassas şartlardır. Çin imparatoru Doğu Kök Türklerini Çinlileştirmek şartı ile himaye edecektir. Bu­ nun için de, Türk milletinin kıyafetini, an'anesini, adetini, kanunlarını ve hatta dilini de değiştirip, bunların yerine Çin kıyafetini, Çin an'anesini, adetlerini, Çin kanunlarını ve hatta Çin dilini zorla kabul ettirdiği takdirde yardım edecektir. Türk hakanı Çinlilerin bütün şartlarını kabul etmiş, ama milliyetinden bir zerre bile feda etmemiştir. Nitekim Sino­ log Stanislas Julinen'in 1877 tarihinde basılan eserinde, Türk hakanı, Çin imparatoru Kao-tsu'ya gönderdiği, Türk milli­ yetçiliği tarihinin en kıymetli vesikalarından olan aşağıdaki mektuba eserinin

55.

sayfasında yer vermiştir. 47


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

Şimdi oğlum sarayında isbat-ı vücut edecek ve her sene ha­ raç olarak ilahi bir asla mensup atlar takdim edilecektir; her gün sabahtan akşama kadar sizin emir/erinizderı başka bir şey dinlemeyeceğim. Fakat elbiselerimizin önlerini kesmeye, omuz­ larımızdan dalgalanan saç örgü/erimizi çözmeye, dilimizi de­ ğiştirmeye ve sizin kanunlarınızı, kabul etmeye gelince, bizim adetlerimizle, an'ane/erimiz o kadar eskidir ki, ben şimdiye ka­ dar bunları değiştirmeye cesaret edemedim; (kanaatimce) bü­ tün millet aynı kalbi taşımaktadır. . . (Danişment, 1983, s. 24). Ancak, Kök Türkler bu fikriyata rağmen Çin egemenli­ ğine girmekten kurtulamamışlardır. Onların, bu esaret ha­ yatından kurtaran şahıslardan en önemlilerinden biri olan Kür Şad olup, Atsız tarafından tarihin tozlu raflarından çı­ karılmıştır. Ama, hala varlığı tartışma konusu olmaktadır, oysa eski Türk tarihiyle uğraşanların belirttiği gibi, böyle bir şahıs vardır (Gömeç, 2012, s. 69). Bu gözü pek Türk, 630 tarihinde Kök Türk Devleti yıkı­ lınca, ağabeyi Tuglu (Tu-Ju, Törü) kendisini muhtemelen Çin'e getirmiştir. Tuglu, burada kendisine pek çok imkan sağlamış olmasına ve imparatorun hassa askerleri komutanlığına ge­ tirilmiş bulunmasına rağmen henüz 29 yaşında iken ölmüş­ tür. Yine muhtemelen kardeşi Kür Şad ile araları açılmıştır. Çünkü Kür Şad küçük olmasına rağmen n iye burada yaşa­ dıklarını, neden Ötüken'e gidip taht için mücadele etmedik­ lerini sormuş olmalıdır (Gömeç, 2012, s. 70). Aynı dönemde Çin'e esir olarak getirilen Kök Türk Ka­ ğan'ı 1lig Kağan, 634 tarihinde esaret hayatına dayanamaya­ rak ölmüştür. En yakın adamlarından ve çocukluk arkadaşı Ulug Toygun üzüntüsünden boğazını keserek intihar etmiş ve birlikte gömülmüşlerdir. İşte bu tür olaylar Kür Şad'ın ki­ şiliğinde derin izler bırakmıştır. Kağan'ının gözleri önünde 48


TI..) R.KJ.0K BiLGiSi iNCELEMELERİ

öldüğünü görmüştür. Binlerce yıldır Asya'nın efendisi ola­ rak yaşamış Türk milletinin bir ferdi olarak o da, bu tür bir hayatın kendilerine yakışmadığını gün geçtikçe anlamaya başlamıştır. Kahramanlıkları ile Çin ordusunda önemli gö­ revlere getirilmiştir. Fakat ne yazık ki, günümüzde olduğu gibi, insanların bazı mevki ve makamlara geldikten sonra geçmişlerini unutmalarına karşılık. Kür Şad hiçbir zaman Türk olduğunu, halkının sefaletini ve ıstırabını aklından çı­ karmamış. gizliden gizliye bu aşağılayıcı vaziyetten kurtul­ mak için yollar aramıştır (Gömeç. 2012,

s.

71).

Neticede, güvendiği otuz dokuz arkadaşı ile birlikte kur­ tuluş planını uygulamaya koymuşlardır. Planları; bazı geceler tek başına şehirde dolaşan İmparator T'ai-tsung'u esir alarak. Çin dışına çıkmayı ve Tuglu'nun oğlunu Ötüken'e götürerek kagan yapmaya ant içmişlerdir. Ama planın tatbik olunacağı gece, ansızın fırtına ve yağmur yağması planları alt üst et­ miştir. Çünkü imparator o gece dışarı çıkmamıştır. Vazgeç­ menin tehlikeli olacağını gören kırk arkadaş sarayı basmaya karar vermişlerdir. Birçok muhafızı öldürmeyi başarmışlar, ama dışardan yardıma gelenlerle başa çıkamayınca, Kür Şad ile birkaç kişi at alıp Wei ırmağı kenarına ulaşmışlardır. An­ cak, fırtına ve yağmurdan dolayı kabaran nehri geçmeyi ba­ şaramamışlar ve burada vuruşa vuruşa hayatlarını vermiş­ lerdir. İşte bu hareket, Kök Türklerin yeniden istiklal ateşini yeşerten en önemli harekettir. Tarih içinde belki Kür Şad adı unutulmuştur, ama Türk milleti onları kırklara karışmak, üç­ ler yediler kırklar gibi deyimlerle anmışlardır. Yine 8. yüzyılda yazılan Orhun Kitabeleri, Türk milliyet­ çiliğini ortaya koyan bir başka vesikadır. Bu kitabelerde Kök Türk hakanı Bilge Kağan, Türkleri dünyanın tek hakim mil­ leti olarak vasıflandırmakta, sevgi ve saygıyı övmekte, Türk 49


S E BAHATTJ N

ŞiMŞiR

yurduna hiçbir yabancının ayak basamayacağını bildirmiştir. Bunun, yani Türk yurduna ayak basılıp, törenin yürürlük­ ten kalkması için, yukanda mavi gök 'ün yıkılması, aşağıda kara yerin delinmesi gerektiğini belirtmiştir (Kafesoğlu, s.12). Türkler Müslüman olduktan sonra da, milliyetçi duygu­ larını devam ettirmişlerdir. Abbasi Halifesi Me'mun'un özel kitaplığında görevlendirilen bir Türk'ün diğer milletlere men­ sup memurlarla yaptığı konuşmada milletinin meziyetlerini, hakanlıklarını birer birer sayarak, Türklerin kudretli, insaflı, hür insanlar olduklarını, Arap, Acem, Rum vs.yi kendi ülke­ lerinde başkalarına köle ettiklerini söylemiştir (Kafesoğlu, 12). Yine meşhur Arap edibi el-Cahiz, Türklerin Faziletleri adlı eserinde ve Selçuklu Veziri İbn Hassıll da Türklerin üstünlük­ lerini ortaya koymak maksadıyla eserler kaleme almışlardır. Gerçi, şüphesiz en önemli eser, Kaşgarlı Mahmud'un kaleme aldığı Divanu Lugati't Türk'üdür. Çünkü kişilerin kendi mensup oldukları itibari bir kategori olarak millet kavramının ve milliyetçilik duygusunun tarihini milli dev­ let döneminden çok öncelere götürmek mümkündür. Yani, Türk tarihinde Orhun Abidelerinde bu abideleri yazdıran­ ların ve Divanu Lugati't Türk'ü yazanın zihninde bir Türk milleti bilinci ve milliyetçilik duygusu vardır (Öz, 2012, s. 204). Çünkü Kaşgarlı Mahmud büyük bir Türk milliyetçisi­ dir. O, Türklüğe aşık bir bilgedir. Bunun en güzel delili de, İslam camiası içerisinde Hz. Peygamberin ırkı olması hase­ biyle, Araplara karşı duyulan sevgi ve saygı ile beraber, Arap milliyetçiliği nin karşısında Türkçülüğün savunuculuğunu yapmıştır. Şöyle ki, Divanu Lugati't Türk'te rastladığımız Hz. Muhammed'e ait pek çok hadis Türk milletinin üstün­ lüğünü ve seçilmiş bir ırk olduğunu ortaya koymaya yöne­ liktir (Gömeç, 2012, s. 155). so


TÜRKLÜK

BiLGiSi iNCELEMELERi

Türkler, tarihin yaratılışından bu yana kendini, insanoğul­ larını yönetmek, düzene sokmak ve böylece onları yaşatmak üzere bir misyon üzerinde yürümüştür. Töre ve devlet düzeni, toplumları düzene sokup yönetmek gibi işlevleri kendine gö­ rev seçmiştir. Bu yazıtlarda açıkça şu şekilde ifade edilmiş­ tir; Dünya yaratıldığında, mavi gök ile kara yer yarıldığında, bunların ikisinin arasında insanoğulları yaratılmış ve onla­ rın üstüne de, a talarım kağan olmuş (Yıldırım, 2012, s. 197).


7.

T ÜRK İÇEC EKL ERİ

Ayran: Malzeme: yoğurt, su, Tuz. Hazırlanışı: Yoğurt çırpılır.. Tuzu ayarlanır. Damak zev­ kinize göre soğuk su ekleyerek kıvamını ayarlayın. Dilerseniz üzerine bir tutam nane serpilebilir. Tarihçesi: Rivayete göre, M.S. 552-745 yılları arasında hü­ küm süren Göktürkler ekşiyen yoğurdun ekşiliğini azaltmak için üzerine su eklemişler, böylece tesadüfen ayran ortaya çık­ mıştır. Ayran, Türk mutfağına ait en yaygın içeceklerdendir. En çok görüldüğü yer Türkiye'dir. Bunun yanı sıra, Azerbay­ can, lran, Bulgaristan ve bazı Balkan ülkeleriyle Orta Doğu ve Orta Asya (Türk Cumhuriyetleri) ülkelerinde yapılır. Ayran yapılışı yöresel farklılıklar göstermemekle birlikte çeşitleri açısından farklılık göstermektedir. Susurluk yöresinde ufak bir elektrikli motorla ayran, kazandan çekilerek dar bir boru aracılığıyla yukarıdan hızlı bir şekilde tekrar kazana bo­ şaltılır. Bu devir daim sürecinde ayranın yağı ayran üzerinde köpük oluşturur. Bu ayran Susurluk ayranı olarak bilinmek­ tedir. Türkiye'nin bazı kesimlerinde ise karıştınna yöntemiyle yayık ayranı elde edilir ki bu ayran da lezzetli ve bol köpüklü olduğu gibi, en mükemmel tereyağı bu şekilde elde edilmektedir.

Demirhindi Şerbeti: Malzeme: Demirhindi, zencefil kök, zerdeçal kök, kabuk tarçın, karanfil, ceviz, rezene, gülsuyu, su. 52


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

Hazırlanışı: Öncelikle demirhindi meyvesinin bir gece ön­ ceden suda ıslatılarak bekletilmesi gerekmektedir.. Suda bekle­ yen demirhindi meyvesi suyu ile birlikte kaynatılacak büyük bir tencere alınır ve içine ceviz, gülsuyu, su hariç diğer baha­ ratlar iyice yıkanıp süzüldükten sonra eklenir. Daha sonra ceviz yıkanıp üzerine rendelenir, gül suyu ve su ilave edilerek önce yüksek ateşte daha sonra da kısık ateşte toplam 2 saat kaynatıldıktan sonra soğumaya bırakılır. Ekşimsi bir tadı ol­ duğundan bu aşamada isteyen damak zevkine göre istediği miktarda şeker ilave ederek biraz daha kaynatabilir. Tamamen soğuyup rengi çıkınca temiz bir tülbentten geçirilip cam şişeye doldurulur ve buzdolabında muhafaza edilir. İçerken sulandı­ rılarak ve soğuk olarak içilmesi tavsiye edilir. Servis yaparken içine buz, taze nane yaprağı veya limon dilimi ilave edilebilir. Tarihi: Osmanlı mutfağında yaygın olarak kullanılan ve 40 çeşit baharattan yapıldığı söylenen Demirhindi şerbeti­ nin anlatılan en ünlü efsanesi şöyledir: "Kanuni Sultan Süleyman sıcak bunaltıcı bir yaz günü Yeniçeri ziyaretinde susamış ve soğuk bir şerbet istemiş. Pa­ dişaha ait bir tas içinde hemen buz gibi bir demirhindi şer­ beti ikram edilmiş. Kanuni bu şerbeti o kadar çok sevmiş ki o tası altınla doldurtup, şerbeti yapan ustayı ödüllendirmiş." Sultan Süleyman Han'ın sofrasından eksik etmediği De­ mirhindi meyvesinin ve içine konulan diğer baharatlarla bir­ likte Demirhindi şerbetinin sağlık açısından faydası ise çoktur.

Limonata: Malzeme: limon, şeker, su, nane yaprağı. Yapılışı: Limonları yıkayıp sularını süzüldükten sonra ka­ bukları bir kaba rendelenir. Limonlar küp şeklinde doğrayıp 53


SEBAHATT I N ŞiMŞiR

rendelenmiş limon kabuklarına ilave edilir. Toz şeker ekle­ nerek eliyle iyice ovarak limonların suyunun çıkması sağla­ nır.. Limon kabukları ile limon parçaları tel süzgeçten geçi­ rip süzülür. Soğuk su eklenip karıştırılır. Üzeri kapatılarak 1-2 saat buzdolabında bekletilir. Kımız: Malzeme; Süt şekerince zengin olan kısrak sütünden imal edilen kımız, beyazımsı bir sıvıdır. Hazırlanışı: Kımız. kısrak sütünden, kendine özgü bir maya ile ekşitilir. Ekşitme sonucunda kısrak sütü az-çok köpüklü, mayhoş lezzetli, güzel kokulu, keyif verici bir içe­ cek halini alır. İki tür kımız vardır: Ak Kımız ve Kara Kı­ mız. Ak kımız mandalina, portakal gibi meyvelerden daha az alkol içerir. Ak kımız bir kaç ay kadar bekletildiğinde al­ kol oranı artar ve kara kımız denilen alkollü ve lezzetli bir içki durumunu alır. Tarihçe: Kımız, Türklerin milli içeceğidir. Kısrak sütün­ den yapılır. Kımız besin olarak da, içecek olarak da Türk'e atadan kalmış bir ilaçtır. Çünkü birçok derde iyi gelmekte­ dir. Kımızın kullanımı hakkındaki bilgiler çok eskilere, Hun Türklerine kadar gitmektedir. Tarihi kayıtlara göre Asya Hun Devleti çağında Türkler kımız içerlermiş. Yine tarih kayıt­ lar, Avrupa Hunları ile Kök Türklerin de kımız ürettiklerini belirtmektedir. Eski Yunanlı tarihçi Herodot, İskitlerin kıs­ rak sütünden çok lezzetli bir içki yaptığını belirtir. Rus ta­ rihçileri de, Rusların Kıpçak Türklerine gönderdikleri elçile­ rin resmi içki olan kımız ile ağırlandıklarını yazarlar. Kımız, Moğollar tarafından da benimsenmiştir.

S4


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERİ

Kızılcık şerbeti: Malzeme: kızılcık meyvesi, toz şeker (damak tadınıza göre ayarlaya bilirsiniz), limon suyu, su. Hazırlanışı: suya şekeri, kızılcıkları, tarçın ve karanfili ekleyip şeker eriyene kadar karıştırılır. Arada karıştırarak şerbet kırmızı rengin i alana kadar yaklaşık 25 dakika orta ateşte pişirilir. Kaynayınca yarım limon sıkılıp, bir müddet daha kaynatıp soğumaya bırakılır.

ss


8.

T Ü RK TARİHİ Nİ N BAŞLANGICI MES ELESİ

ürk tarihini nasıl ele almalıyız? Herhalde, en önemli

Tmevzularımızın başında gelmektedir. Zira bir milletin

tarihini öğrenmek, medeni hayatını anlamak için, öncelikle

kendi yazdıklarını ele almak gerekmektedir. Tabi, bu husus öncelikle geniş bir alana yayılmayan, farklı birçok millet ile münasebeti hasmane veya dostane olmayan milletler için ge­ çerlidir. Dolayısı ile bu bahsettiğimiz husus yüzünden Türk tarihini, İngiliz, Alman veya Fransız milletlerinin tarihi gibi ele alamayız. Bundan dolayı, Türklerin tarihi ele alınırken, biraz önce belirttiğimiz gibi, sadece kendi dilinde yazılan eserlerle yetinmek mümkün değildir. Bu yüzden, münase­ bet içinde bulunulan diğer milletlerin eserlerinde de Türk­ lerle ilgili kayıtlara bakmak gerekmektedir. Günümüz devletlerine bakarak belli başlı devletlerin na­ sıl meydana geldiğini tahmin edebiliyoruz. Çünkü birçok­ larının tarihi, aynı coğrafyada gözümüzün önünde oluş­ muştur. Aynı coğrafyada genişleyip daralan bu milletlerin tarihini kronolojik olarak tespit etmek de kolaydır. Oysa Türk tarihi için bu da mümkün değildir. Özellikle, Türkle­ rin henüz göçebe olduğu devirlerden başlayarak, nerede ise Orhun kitabelerine kadar yazılı belge ve eser bırakrnamala­ rından dolayı, Türklerin tarihini kronolojik olarak da tespit etmek bir hayli zordur. 56


TÜRKLÜK BiLGiSi INCELEMELER.1

Tüm bu olumsuz tablolara rağmen, tarihin mitolojik, yani destanlarla ifade edilen dönemlerinde ortaya konulan bilgi­ ler belki günün şartlarında ihtiyaçları karşılamaya yetmekte idi. Ancak, günümüzde bu bilgilere hala takılıp kalmak pek mümkün olmamalıdır. Zira on dokuzuncu yüzyılın sonla­ rında başlayan Asya Türk tarihine yönelik çalışmalar neti­ cesinde, günümüzde genç Türk bilim adamı adayı Türklerin başta Çince ve Rusçaya vakıf olmaya başlamaları ve bu diller­ deki ilk el kaynakların kullanılmaya başlaması ile Türk tari­ hinin bilinmeyen dönemleri usul usul da olsa aralanmaktadır. Bu belgelerin sahada yapılan çalışmalar ile ve arkeolojik bu­ luntularla desteklenmesi neticesinde de sadece tarihimiz de­ ğil medeni seviyemiz ile ilgili de bilgiler ortaya çıkmaktadır. Bugün dünya tarih biliminin ortaya koyduğu bilgileri ele alarak yaptığımız bir tasnifte vatan, millet ve devlet ta­ rihlerinin varlığını görüyoruz. Bunları örnekleriyle şu şe­ kilde açıklayabiliriz; 1.

Birçok millet coğrafyayı vatan yaparak, o coğrafyayı yüzyıllar boyu muhafaza etmekle bir vatan tarihi oluşturmuşlardır. Sözgelimi Fransız tarihini değer­ lendirmek istediğimizde, vatan tarihinden başka bir tarih usulü görmek mümkün değildir. Bundan do­ layı da, aynı coğrafyada oturan bu insanlara Fransız denmiştir. Zaten onlar da, Gol, Latin yada German olduklarını iddia etmezler.

2.

Bazı topluluklar için millet tarihi şeklinde değerlen­ dirilebilir ki Arapların tarihi böyledir. Zira vatanları­ nın sınırları değişik kalmakla beraber, Araplar uzun asırlar boyu devletsiz kalmışlar, ama milli varlıkla­ rını muhafaza etmeyi başarmışlardır. 57


S EBAHATTtN ŞtMŞtR

3.

Bazı milletler için ise devlet tarihi olup, en iyi örnek İngilizlerdir. Çünkü İngilizlerin ülkelerinin dışına çıktıkları zaman, kültür olarak İngiliz kalmakla bir­ likte, bazı değerlerini kaybetmişler, İngiliz' den başka bir isim taşıyan İngilizler ise, esas varlıklarını ana devletlerinde korumayı başarabilmişlerdir.25

Geniş bir coğrafyaya yayılan Türkleri bu tasniflere koy­ mak bir hayli güçtür. Çünkü ilk yazılı tarih eserlerimiz devlet müesseselerini her şeyin üstünde görerek onu din ile eşdeğer gördüklerinden, umumiyetle yazdıkları tarihleri bahsettik­ leri memleketlerin veya milletlerin ismine izafe etmemişler­ dir. Onlar, devleti iktidar makamında bulunan hanedanın ismine izafe ettikleri gibi, memleketi de o yüksek şahsiyetin ismiyle isimlendirmişlerdir. Devleti teşkil eden veya devlete tabi olan insanları da o sülalenin adı ile yad etmişlerdir. İk­ tidar makamında bulunan hanedanın düşmesini de büyük bir olay şeklinde değerlendirdikleri gibi, devletin yıkıldığını da zannetmişlerdir.26 Özellikle Anadolu coğrafyasında ku­ rulan Devlet-i Al-i Selçuk ve Devlet-i Al-i Osman buna en iyi örnek olarak değerlendirilebilir. Oysa millet aynı millet, memleket de aynı memlekettir. Burada dikkatimizi çeken bir başka hususta şudur. Ana­ dolu Selçuklu devletinin inkırazından sonra oluşan beylik­ ler döneminde, Bilecik ve yöresinde kurulan ve daha Türkün bir cihan devleti olan Osmanlı devletinin yazıcıları Anado­ lu'daki diğer ecnebi memleketin kısımlarından sayacak kadar dalalete düşmüşlerdir. Bunun en büyük örneği, Osmanoğul­ ları ile Karamanoğulları arasındaki münasebetlerden dolayı Osmanoğlu'nu bizim padişah şeklinde değerlendirirlerken, 25

Atsız,

26

Yınanç, Mükrimin Halil, Milli Tarihimizin Adı, İstanbul, 1969, s. l

Türk Tarihinde Meseleler. lstanbul, 1 980, s.9

58

1.


TÜRKLÜK &iLGiSi iNCELEMELERi

Türkçenin bayraktarlığını yapan Karamanoğullarını ecnebi saym ışlardır. 27 Peki, bu durum ne zaman değişmiştir. Şüphesiz millet olduğumuzun anlaşılması ve devletimize tabi Türk olma­ yan unsurların milliyetçilik yapmaya başlamaları ile biraz geç olsa da, bu hususun bizim aydınlarımız tarafından da değerlendirilmeye başlaması neticesinde, tarihimize Türk tarihi denilmeye başlanmıştır. Türk tarihi deyince de, Kaf­ kasya, Irak, Suriye, İran, Rusya, Hindistan, Türkistan, Moğo­ listan, Balkanlar, Afrika ve Çin' de devlet kuran ve hükumet tesis eden bütün Türk kavmine mensup illerin ve ulusların tarihi akla gelmelidir.28 Bu yapılırken de, temel noktalarda sıkıntı çekmemek ve kavram kargaşalığına düşmemek için XI. yüzyıla kadar Türkistan' da geçen tarihimize doğu Türk­ lüğünün tarihi; Malazgirt zaferinden sonra akın akın Ana­ dolu'ya gelen Türklerin oluşturduğu tarihi ise Batı Türklü­ ğünün tarihi olarak değerlendirmekte fayda vardır. Bir başka husus ise tarihimizin başlangıcı hususudur. Çünkü ne Genel Türk Tarihinin ne de Anadolu Türk tari­ hinin başlangıcının belli olmaması sıkıntıdır. Burada belki belge ve bilginin olmadığı devirlerin bilinmemesi yadırgan­ mayabilir. Ama, çok iyi bilinen çağlarda kurulan devletle il­ gili farklı fikirler varsa, bu husus da ayrı bir değerlendirme konusu olmalıdır. Nitekim altı asır hüküm süren Osmanlı Devleti ile ilgili olarak, 2009 yılının son aylarında ortaya atılan bazı bilgiler, sadece kafaları karıştırmakla kalmıyor, her şeyiyle dünyaya nizam veren ve örnek olan bu devleti­ mizi onca belgeye rağmen tartışıyorsak, hakkında pek belge ve bilgi bulamadığımız devletlerimizi ne yapacağız. Bu tür 27 28

Ymanç, a.g.e., s. 14. Yınanç, a.g.e., s. 17.

S9


SfBAHATTIN

ŞiMŞiR

tartışmaları biz yaparsak, düşünce ve felsefeleri Türk muha­ lifliği ve düşmanlığı çizgisinde kalanlar da, bazı boylarımı­ zın Türklük dairesi dışında tartışılmasına başlarlar ki, o za­ man 24 Oğuz boyunun her biri bir millet gibi, ya da başka bir millet gibi değerlendirilmeye başar ki, bu konuda Rusya' da son yıllarda çıkan bazı eserlerde Başkırt Türklerinin, Türklük dairesi dışında değerlendirildiğini ibretle görmekteyiz. Ka­ naatimizce, küçük hesaplar ve düşünceler için, elimizde ke­ sin belgeler yoksa tartışmamamız gerekmektedir. Bu durum Türklüğün medeniyet ve kudret bakımından üstün olduğu de­ virlerde zafiyet sebebi olmamıştır. Ama medeniyet ve kuvvet üstünlüğü Avrupalılara geçince denge bozulmuştur. İçimizde de azınlıkların zaman içinde iktisaden ve eğitim bakımından gittikçe güçlenmeleri, dengenin bozulmasını hızlandırmıştır." Şüphesiz tarihimizin bir diğer önemli problemi ise, özel ad­ ların imlası meselesidir. Ama bunların bir kısmında ortaklık olması pek zor gözükmektedir ki, bunların başında d-t harf­ leri gelmektedir. Ahmed, Mehmed, Mahmud isimleri d ile mi t ile mi yazılmalıdır. Burada herhalde bu isimlerin muhatabı olan tarihi şahsiyetlerin yaşadıkları devir ve kullanılan alfabe ile yazım şekli baz alınmalıdır. Bunlar Arap harfiyle yazılmış­ lar ise genelde d harfiyle biterler ki, bu durumda Latin harfle­ riyle yazılmaları da d harfiyle olmalıdır. Ancak, cumhuriyet dönemi ve 1928 sonrası kullanılan Latin alfabesi ve imla ku­ ralları çerçevesinde değerlendirilecek yeni dönem şahıs isim­ lerinde ise, kanaatimizce Türk Dil Kurumunun imla kılavu­ zuna uygun yazılmalıdır. Bir başka sıkıntımız da tarihe ideolojik yaklaşımlarımız­ dır. Gerçi bu her zaman yapılmış ve yapılacaktır. Fakat bunun Türkiye'deki kadar kitleler seviyesinde bir bölünme meydana 29

Akyol. Taha, Tarih ten Gelecege, Ankar-a, 60

1983,

s.

57.


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

getirmesi her yerde görülen hadiselerden değildir. Bu bölünme­ nin çeşitli sebepleri vardır. Özellikle, objektif tarih araştırma­ larının yapılmayışı büyük bir bölünmenin hem sebepleri, hem de sonuçları arasında sayılabilir. Sebep olarak ele alındığında bu hem yanlış düşüncelere yol açmakta, hem yanlışların far­ kına varıldığında çok şiddetli sübjektif tepkiler oluşturmakta­ dır. Sonuç olduğu zaman ise, tarih iktidar elitlerinin meşrui­ yeti için bir dayanak haline gelmektedir.'0 Diğer yandan Milli tarih cereyanları milliyetçilik hareketleriyle gelişirler. Çünkü insan nasıl aile kökünü bulduğu zaman kendini belli ve ba­ ğımsız bir hüviyete sahip olarak görürse, milletler de milli ta­ rihlerinin eseri olarak kendilerinin bağımsız, milli özelliklere sahip varlık bütünleri olduklarını iddia etmektedirler. Milli­ yetçiliğin doğuşu bir bakıma milli tarihin doğuşu demektir; bazen bu tarih objektif gerçeklerden çok efsanelerden ve hül­ yalardan ibaret olsa bile, daima aynı fonksiyonu görmektedir. Zaten tarihin yorumu daima milli birliğin pekiştirilmesi gibi bir gaye göz önünde tutularak yapılmaktadır." Galiba milli tarih hususunda da herhalde kantarın topunu fazla kaçıranlardanız. Çünkü çok fazla milli tarih yapıyoruz. Sadece son zamanlarda değil, baştan beri. Örneğin materya­ lizmin Türkiye'ye gelişi 1960'lardan sonra ama milli tarih kut­ sallarla dolu durumdadır. Tarihe yönelik belli bir bakış vardır ve olmalıdır ama bu bakışın dışına çıkmak kutsalı kirletmek gibi anlaşılmaktadır. Hem milli tarih görüşü hem onun reddi olarak ortaya çıkan tarihi materyalizm. Şimdi bizde yüzden fazla ü niversite var ve bu kadar da tarih bölümü var ama hepsi Türk tarihiyle uğraşıyor. Türk tarihi dışında bu bölümlerde ça­ lıştığımız alan olmadığı gibi yurt dışına lisan üstü eğitim için 30

Güngör, Erol, Dünden Bugünden Tarih- Kültür-Milliyetçilik, lsıanbul, 1995,

31

Güngör. E., Kültür Detışmesi ve Milliyetçilik, İstanbul, 1994. s. 74-75.

s.13.


SEBAHATTIN

ŞiMŞiR

gönderilen öğrencilerimizin de büyük bir çoğunluğu Türk ta­ rihi çalıştığı gibi, hep yadırgadığım husus bu tezlerin Osmanlı arşiv kaynaklarına dayalı olup, batılı meslektaşlarımıza sanki servis görevi ifa etmekteler. Şimdi diyelim ki Avrupa Birliğine gireceğiz, ama Avrupa tarihi yok. YÖK ile birlikte Avrupa ve Amerika tarihleri ders olarak okutuluyor, ama Avrupa tarihi hususunda bir iki istisna hariç başta bu dersi verenler olmak üzere oturup eser yazan da yok. Dersi verenler, okuyor, öğre­ niyor ve anlatıyor. Halbuki araştırma yapan kurumların, grup­ ların olması ve hatta yukarıda ifade ettiğimiz Avrupa dokto­ ralılarımızın bir kısmı tezlerini bu sahalarda yazmalılar. Milli tarih sınırlarını açıp bu tarihin dışında kalmış olan bu coğ­ rafyadan gelmiş geçmiş Roma'yı, Bizans'ı ondan sonra çevre bölgeleri ve kültürleri araştıran, örneğin, Balkan tarihi, Rusya tarihi, Uzak doğu tarihi gibi alanlarda araştırma yapan tarih­ çilerin olmaması bizi iyice bu ideolojik sınırların içine hapset­ mektedir. Bizde üniversite hocalığının esas olup, hocalık dı­ şında sadece araştırma yapan kurumların olmayışı ayrı bir sıkıntımızdır. Çünkü hem batı da hem de eski Rusya coğraf­ yasında bilim Üniversite dışında, akademiler de veya benzeri kurumlarda gerçekleştirilmektedir. 32 Sonuç olarak, yazmayı sevmeyen bir neslin torunları ola­ rak, torunlarımıza bırakacağımız en önemli miras, tartışılma­ yacak belge ve bilgilere dayanan bir tarih olmalıdır. Bundan dolayı geçmiş tarihimizde yaşanılan sıkıntıları ortadan kaldır­ manın birinci yolu, yaşanılan devirde oluşan tarihin belgele­ rinin gelecek nesillere sağlıklı aktarılması ile söz konusudur. Yukarıda belirttiğimiz problemlerden kurtulmak için tarihi­ mize sahip çıkmalı ve yazmalıyız. 32

Genç, Mehmet, "Tarihsel Sosyoloji Üzerine': Tarihsel Sosyoloji (Haz. Elisa· beth Ôzdalga). Ankara, 2009, s. 84. 62


9.

ORTA ASYA'N IN T ÜRKLÜGÜ MES ELESİ

ünümüzde Türkistan'da Türk devletlerinin varlığına ba­

G karak bu mevzuya yaklaşamayız. Her ne kadar Türkle­

rin Anayurdu Orta Asya olsa da, ilk kurulan devletlerimiz

bu coğrafyada kurulup, Rus egemenliğindeki dönem hariç siyasi varlıklarını sürdürdülerse de, bu coğrafyada sun'i ya da siyasi sebeplerden dolayı bir Türklük probleminin var ol­ duğu gözükmektedir. Her ne kadar Türk tarihini mevzu etmiş bütün eserler bu coğrafyanın bir Türk coğrafyası olduğunu ifade etseler de, hatta Türkistan deseler de, yine de Orta Asya Türk Tarihi kendi başına bir araştırma konusu, çözümlenmesi gerekli bir tarih ve sosyoloji problemi olarak ele alınabilir. Ama, Türk bilim adamlarının Orta Asya Türk tarihi konusuna eğil­ meleri batılıların yaklaşımından farklı olmak zorundadır. Çünkü batı meseleye oryantalizm ve Türkoloji penceresin­ den yaklaşmaktadır. Türk bilim adamları meseleye bu ba­ kış açısı ile bakamaz. Öncelikle, Orta Asya Türk Tarihi sa­ dece bazı çevrelere özel bir ilgi alanı değildir. Zaten biz, özel ilgi alanı olarak değil, Türk tarihinin bir bölümünü oluştur­ duğu için konuya eğilmek zorundayız." Nitekim burada Türk tarihini iki temel çizgiye ayırabi­ liriz. Bunlar; Orta Asya Türk Tarihi olarak Doğu Türklüğü, A n adolu Türk Tarihi olarak da Batı Türklüğünün tarihi. 33

Sez.er, Baykan, J'ürk Sosyolojisinin Ana Sorunları, İstanbul, 2006, s. L36. 63


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

Burada İslamiyet'ten önce ve İslamiyet'ten sonra Türk Ta­ rihi olmak üzere de bir ayrım yapabiliriz. Belki Orta Asya Türk Tarihine uzun bir dönem uzak ve ilgisiz kalmamızda, orada kalan soydaşlarımızın bir müddet daha bizden farklı bir dine mensup olduklarını sebep olarak gösterebileceği­ miz gibi, Cengiz Han ve devletinin yayıldığı alan ile Timur Devleti'nin Osmanlı Devletine yaşattığı sıkıntılar ile Akko­ yunlu, Karakoyunlu ve Safevi devletlerinin İslam inancına sahip olmalarına rağmen, kafir beldelerin fethedilmesini ge­ ciktirmiş olmalarını da gösterebileceğimiz gibi, daha sonra ortaya çıkan ve her geçen gün güçlenen Rusya Devleti'nin gücü karşısında, mevcudu muhafaza yoluna gitmemizden dolayı da bu coğrafya ile irtibatımızı kesmiş olabiliriz. Yani Anadolu'nun bir Türk yurdu olması ve bu coğrafyayı vatan yapanların Orta Asya'dan gelmiş olmalarına rağmen, bir müddet sonra bu coğrafyayı unutmalarının altında başka sebepler de aranabilir. Gerçi, Osmanlı Beyliğinin Devlet ha­ line dönüşmesi, yani rüştünü ispatlamasından sonra, bu coğ­ rafyada özellikle Altınordu devletinin ortadan kalkması ve yerine Kazan, Astrahan, Kırım, Sihir ve Kasım Hanlıkları­ nın kurulması ve bunların Rus knezliklerine karşı verdikleri mücadele de, kendilerini yetersiz görmeleri üzerine daha

il.

Murad ve II. Mehmed dönemlerinden itibaren zaman zaman Osmanlı Devletine müracaat ederek, işbirliği ya da yardım tekliflerinde bulunmuşlar, hatta bu Hanlıklara daha sonraki asırlarda Kazak, Hive, Buhara ve Hokand Hanlıkları da ek­ lenince somut bazı adımlarda atılmıştır ki, bunlardan özel­ likle Don-Volga kanalı yolu ile Hazar deniziyle Karadeniz'i birleştirme projesi teşebbüsü belki en stratejik ve önemli olanı olmasına rağmen başarıya ulaşılamaması üzücüdür. Ayrıca, bu hanlıkların ordularını kuvvetlendirmek ve disipline etmek


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

için gönderilen subaylar ile din adamı ve öğretmenlerin fa­ aliyetleri önemlidir. Osmanlı Devleti döneminde saydığımız bu faaliyetler­ den sonra, bu coğrafya ile irtibatımızın nasıl kesildiği orta­ dadır. Ama tekrar nasıl başladığı hususunu ise ifade etmek için Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde Batı kamuo­ yunda özellikle ISSO'lerden sonra Orhun Kitabelerinin bu­ lunması neticesinde başlayan yayın faaliyetlerinin Türkiye kamuoyunu etkilemeye başlaması ve bazı bilim adamları­ mızın da bu meselelerle uğraşması neticesidir. Necip Asım Beyin Orhun Kitabeleri üzerine yazdığı yazı, Ziya Gökalp'in bu sahaya yönelik yazıları, Rusya mahkumu Türk topluluk­ larından Türkiye'ye gelen talebe ve aydınların faaliyetleri ve nihayet II. Meşrutiyet yıllarında zirve yapan Türkçülük ha­ reketleri ve müesseseleşme ile birlikte, özellikle Türk Oca· ğı'nın faaliyetleri bu coğrafyaya ilginin hızla artmasına se­ bep olduğu gibi batılıların da nerede ise bin yıldır Türkleri geldikleri yere gönderme psikolojisiyle I. Dünya Savaşı son­ rası Anadolu Türk vatanına adeta ne kaparsak kar mantığı ile saldırmaları da, bu sahaya karşı yüzümüzün dönmesinde etkili olmuştur. Tabii bu dönüşü Türkiye Cumhuriyeti içinde de ikiye ayırmamız gerekmektedir. Birincisi az bilgiyle duygusal ola­ rak yaklaşılan dönem ki, 1930'lara kadar geçen süreçtir. İkin­ cisi ise, I. Türk Tarih Kongresi ile başlayan ve her geçen gün bilimsel metodlarla artması beklenen ama, nerede ise Mus­ tafa Kemal Paşa'dan sonra yaklaşık yarım asır kadar ilgisiz kaldığımız dönem. Birinci dönemde şüphesiz en dikkat çekici isim Ziya Gö­ kalp'tir. Nitekim bu hususta meseleyi Baykan Sezer' in ifadele­ riyle şu şekilde özetleyebiliriz: Gökalp Cumhuriyet dönemiyle 65


SEBAHATTIN

.ŞiMŞiR

Orta Asya Türklüğü arasında daha akla yakın bir ilişki kur­ muştur. Gökalp Osmanlı ile Cumhuriyet ikilemini çok ra­ hat çözmüştür. Gökalp'e göre Osmanlılık, Bizans'ın İslami biçiminden başka bir şey değildir. Kimliğimizin belirlenme­ sinde hiçbir görevi bulunmadığı gibi Bizans-Rum kaynaklı olması nedeniyle korumamız, sak.lamamız için de hiçbir ge­ rek yoktur. Yine Ona göre, zaten Doğu uygarlığı da Doğu Roma uygarlığından başka bir şey değildir. Sonuç olarak Bi­ zans mı Hıristiyanlaşmış Doğu uygarlığı, yoksa Osmanlılık mı Bizans'ın İslami biçimi, pek anlaşılamamaktadır. Bu ba­ kış açısı ile uygarlıkların beşiği Roma, yani batı olmaktadır." Nitekim Gökalp'in Orta Asya Türk tarihine yaklaşımı da pek farklı değildir. O, Durkheim sosyolojisinin Avusturya yerlileri karşısındaki tutumunu Orta Asya Türkleri önünde uygulayacaktır. Türk tarihini Batı'nın geliştirdiği kuramları resimlendirmek amacıyla bir malzeme olarak kullanmıştır. Burada en hassas kavram ise altı ilkeden biri olan laiklik­ tir. Çünkü Osmanlı'nın bir İslam uygarlığı olması ve buna bağlı olarak Osmanlılığın ümmet yapısı taşıdığı savı, laik­ leşme siyasetini de Osmanlı'nın inkarının bir parçası haline getirecektir. İşin bu boyutlara ulaşabileceğini düşünmeyen Gökalp, başta Halil Nimetullah Oztürk'ün Türkleşmek, La­ yık/aşmak, Çağdaşlaşmak adlı eserinde olmak üzere sonraki devirlerde onu izleyecek birçok yazar tarafından bu konuda hırpalanacaktır. Oysa bu hususta da, Osmanlı devlet yapısı kendi koşulları içinde açıklanmak yerine türlü yakıştırma ve değerlendirmelere yol açmıştır. Bu özellik, Devlet bir uygar­ lık kurumu olarak tanımlanıp halkta saklı bulunan kültürü egemenliği altına aldığı ya da Devlet ve halkın iki ayrı kay­ naklı ve uyuşmaz olduğu yoluyla açıklanmak istenmesinden 34

Sezer, Türk Sosyolojisinin Ana Sorunları, s. 1 32. 66


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

kaynaklanmaktadır. Bütün bu girişimler Osmanlılığı kendi özellikleriyle açıklama yerine ileri sürülmüş bir kuramı doğ­ rulama çabasındaki yargılardı r. Hatta bazıları daha da ile­ riye giderek, Osmanlılığı bile inkar ederek özel bir kimlik edinme çabalarımız. gerçekte tarihimiz içinde kendi benli­ ğimizi kazanmak için değil aksine kendi dışımızda bir uy­ garlığa. yani Batı'ya katılmak içindir. Türklük ile Osmanlılığı ayrı göstermek ise, Türklüğün altını çizmek değil Türklüğün kendisine yabancı Osmanlılıkla nasıl uyuşabildi ise yine ken­ disine yabancı Batı ile uyuşmasında da bir sakınca olmadı­ ğını kanıtlamak içindir." Oysa bu tür tartışmalar sadece Osmanlı'ya değil. aslında Türklüğe büyük zarar vermektedir. Hatta, Osmanlı üzerinden tartışmaya giren kimi yazarlar Bizans meselesini Osmanlı­ nın din değiştirmesi şeklinde değerlendirmişlerdir. Özellikle bu husus başta Gibbons olmak üzere fikir yürüten batılı ta­ rihçiler tarafından, göçebe Türklerin uygarlık tarihine hiç­ bir katkıları olmadığı tezini ispatlamaya yönel miştir ki bu husus hem fahiş bir hata hem de birçok alanda medeniyetin öncüsü sayılabilecek Türklere hakarettir. Nitekim Türklüğü yalnızca kültür alanındaki ürünleriyle tanımlayıp, Osman­ lı'yı bir uygarlık ürünü olarak yabancı kaynaklı saymanın ge­ tireceği bu tür tehlikelere karşı Türk düşüncesinde bir tepki uyanacak ve en ciddi cevabı Fuat Köprülü Bizans Müessese­ lerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri adlı çalışması ile ve­ recektir. Köprülü, adeta Osmanlı kurumları üzerindeki Bi­ zans etkisini küçümseyerek bu kurumların Orta Asya Türk kaynaklı olduğunu ya da Türklerin A nadolu'ya gelişlerin­ den önce öbür Doğu uygarlıklarından aldıklarını ileri sü­ recektir.36 Bu tartışmaya daha sonra Mehmet Ali Şevki Bey, 35 36

Sezer, a.g.e. s. ı 33- ı 34. Sezer, a.g.e, s. l 34. 67


SEBAHATTI N

ŞiMŞiR

Osmanlı Tarihinin Sosyal Bilimle Açıklanması adlı eserinin önsözünde ve Doğan Avcıoğlu Türkiye'nin Düzeni Üzerine adlı eserinde, Gibbons'un fikirlerini çürütebilmek amacı ile Osmanlı İmparatorluğu'nu Orta Asya Türklerinin Batı'ya yö­ nelişleri sırasında kurmuş oldukları ve Orta Asya Devletle­ ri 'nden hiçbir farklılığı bulunmayan bir imparatorluk olarak tanımlayacaktır ki, bu görüş, Osmanlılığın Orta Asya Türk­ lüğünün yeni şartlarda kazandığı özel bir biçimden başka bir şey olmadığını da tasdiklemektedir.37

37

Sezer, a.g.e, s.135. 68


10.

TİMUR DEVRİNDE İRAN V E T URAN KAVRAMLARIN IN DEGERLEN DİRİ LMESİ

• ran ve Turan Kavramlarının menşei hususuna baktığı­ I mızda, Turan kelimesine İranlıların, İran'ın kuzey doğu­

sunda kalan ülkeye verdikleri isim olarak ele alınmaktadır.'8

Ayrıca, Zek Velidi Togan da kelimenin İran'ın karşılığı olarak kullanıldığı fıkrindedir.39 Şüphesiz bu iki kelime ve kelime­ nin muhatabı olan milletler arasındaki mücadelede Mavera­ ünnehr bölgesi merkez olmuştur. İslam ordularının bölgeye gelmesine kadar geçen süreçte, mücadelenin muhatabı Fars­ lar ve Türkler olmuş olup, İslam ordularının da mücadeleye karışması ile Turan kavramında da bazı değişimler söz ko­ nusu olmuştur. Barthold'un Maveraünnehr'in, Ortaçağ İs­ lam Coğrafyacılarına dayanarak, İslam ülkeleriyle Çin ara­ sındaki sahalarda yaşayan Türkler ile Moğolların sınırlarına dahil olmadığını belirtmesi yanında, göçebe akınlarına karşı korunaklı olmayan bu sahanın siyasi bakımdan da Türk top­ luluklarının egemenliği altında olduğunu belirtmesi dikkat çekicidir.•0 Dolayısıyla İran ve Turan mücadelesinde Mave­ raünnehr belki 10. yüzyıla kadar sürekli el değiştirmiş ola­ bilir, ama bu tarihten itibaren de, Türklerin eline geçmiştir. 38 39 40

Kelimenin ortaya çıkışı ve gelişimiyle ilgili olarak bk. "Turan" maddesi, l.A. 1stanbul, 1975 s. 107 vd. Togan, Zeki Velidi, Umumi Tür-k Ta,.ihine Gidş, lstanbu\, 1 98 1 , s.37. Barthold, V.V.(Haz. Hakkı Dursun Yıldız), Moğol istilasına Kadar Türkis­ tan, lstanbul, 1 98 1 . s. 83. 69


SEBAHATTIN Ş i M Ş i R

Nitekim yapılan antlaşmalarda da genelde Ceyhun'un sınır olarak ifade edilmesi de bunu desteklemektedir. Altın Ordu Devletinin dağılma sürecinde Maveraün­ nehr'in taşıdığı bu hassas durum Timur döneminde de öne­ mini muhafaza etmekte olduğundan, Türkistan' da güçlü bir hükümet kurabileceğini anlayan Timur Beğ burada bir dizi kararlar almak zorunda kalmıştır. Bunların başında, muh­ telif yerlerde kanallar kazdırması gelmektedir. Oralara yüz­ binlerce Türk'ü zorla yerleştirmiştir. Birçok kabileyi ekinci­ liğe zorlamıştır. Büyük kabileleri dağıtıp, karıştırmıştır. Su kanallarının etrafına yeni köyler oluşturup, Bağdat, Şiraz, Mısır, Sultaniye gibi isimler vermiştir.41 Görüldüğü gibi, günümüzde siyasi bir kavram olarak ele alınan Turan'ın ifade ettiği mana 19. yüzyıl öncesi ge­ nelde coğrafi bir isim ve Ceyhun'un ötesinde Çin sınırına kadar yaşayan toplulukların -ki Türkler ve Moğollar ağır­ lıklı- ülkesidir. Bizim böyle bir çalışmaya girmemizdeki husus ise, Ti­ murlular döneminde İran ve Turan kavramlarının yeniden kesi n hatları ile ortaya çıkmış olmasıdır. Nitekim Timurlu­ lardan sonra onları takip eden Özbek ve Şeyban hanedan­ ları Turan'ın yönetiminde kalırken, Celayirli, Karakoyunlu ve nihayet Safeviler de İran'a sımsıkı sarılmışlardır.42 Çünkü Nizamüddin Şami eserinde Emir Timur için şu cümleleri zikretmektedir: "Asırlardan beri namzetliğine bir talip çık­ mayan İran ve Turan'ı, bir yeni gelin gibi olan bu iki mem­ leketi, mükemmel zapt u raptı ve umuma şamil olan ada­ letiyle öyle bir intizama koymuştur ki akıllılar buna karşı 41 42

Togan, Zeki Yelidi, Bugünkü Türk ili Türkistan ve Yakın Tarihi, İstanbul, 1981, s.105 ve 1 8 1 . Kar-alay, Osman, lran ile Turan, Ankara, 2003, s.27. 70


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

hayran kalır. İşte bu sonu olmayan nimet ve ihsanlar Sa­ hipkıran Emir'in adalet ve siyasetinin bir neticesidir. Onun mübarek vücudu hem hasep ve hem de nesep şerefiyle mü­ şerreftir. Hasep o şereftir ki, bunu insanlar kendi çalışma­ ları ile kazanırlar, nesep ise insanların atalarından tevarüs ettikleri şerefe denir.'�' Bu hususu yani nesep konusunu biraz daha derinleştiren Nizamüddin Şami bu hususta Timur'un mensubu olduğu Bar­ las kabilesinin Cengiz Han dönemindeki hizmetleri ve geli­ nen noktayı şu cümlelerle özetlediği görülmektedir: Vaktiyle Cengiz Han çocuklarını terbiye ettiği zaman yasak ve yosun hususunda diğer çocukları arasında temeyyüz etmiş olan ikinci oğlu Çağatay'ı hususi bir surette yetiştirmiştir. Onun en iyi askerleri Barlas Kavminden olup, Sahip Kıran Emir' de buraya mensup idi. Sahip Kıran Emir Yani Timur'da, mem­ leketi bu kadar fitne ve karışıklıktan kurtardıktan sonra bu sayede zapt u rapt altına aldı, Çağatay'ın mübarek neslini İran ve Turan'ın, hatta yeryüzünün meskun yerlerinin pek çoğunda devlet sahibi yaptı, nüfuzunu yaydı ve yerleştirdi." Yine bu dönemde yazılan bir Farsça nazımdaki şu yaka­ rış da dikkat çekicidir: "Ey Tanrım, sen İran ve Turan fer­ manı altında bulunan ve fakirleri seven bu padişahı halkın üzerinden eksik etme. Yardımına kavuşturarak senin taat ve ibadetinle kalbini diri tut. Onun umut ağacı, daima meyveli, taptaze ve yüzü, rahmetinle ak olsun.'�5 Burada dikkatimizi çeken bir diğer husus ise, Timur'un devlet şeceresi saadet bostanında Cengiz Han'ın hanedanında neşv ü nema bulmuş fakat son devirlerde büyük hanın bağ 43 44 45

Nizarnüddin Şami, Zafername (Çev. Necati Lugal), Ankara, 1987. s.9- 10. N. Şami, a.g.e., s.10. N. Şami, a.g.e.,s. l ı. 71


SEBAHATTIN

ŞiMŞiR

ü rağının (Güzel bahçe) deresindeki çekilmiş suyunu Haz­ reti Emir'in himmet bahçevanı tekrar getirmiş ve Çağa­ tay'ın mübarek nesli zürriyetini yeniden ihya ile İran ve Tu­ ran hükumetini korumağa muvaffak olmuş olduğundan o devletin bidayetinden bugüne kadar müselsel bir tarzda sözü yürütmek ve hikaye ve vakaları o surette biri birine bağla­ mak saltanatın bir padişahtan diğer padişaha geçiş tarzını anlatmak lazım gelmiştir.46 Şüphesiz Doğu Türklüğü ile Batı Türklüğü arasında gü­ nümüze kadar uzanan önemli problemlerden biri de, Timur ile Yıldırım Bayezid arasındaki mücadele ve bu mücadelenin bir neticesi olarak vuku bulan Ankara Savaşıdır. Nizamüd­ din Şami, eserinde bu olayı da bir hayli teferruatlı vermekte olup, konumuz, yani İran ve Turan kavramları açısından verdiği şu cümleler de dikkat çekicidir. "Mumaileyh fıtri ce­ sareti ve Emir Timur'un nazarı inayetiyle düşmanın başına dehrin (dünyanın) belaları gibi indi ve onunu üzerine kük­ remiş bir arslan, kudurmuş bir canavar gibi saldırdı, gürz ve mızrak yağdırdı, nihayet düşmanın zaafı bariz bir şekilde gö­ rünmeğe başladı. Bunun üzerine diğer şehzadeler ve Emirler de harekete geçtiler. Öyle müthiş ve şiddetli muharebe oldu ki İranilerin, Turanilerin o büyük muharebeleri bunun ya­ nında hiç kaldı.'�' Şüphesiz, Turan kavramı üzerine değerlendirme yapma­ mız hususundaki önemli vesikalardan birisi de Timur tara­ fından farklı tarihlerde diktirilen kitabelerdir. Bunlardan ilki, Timur'un Toktamış Han üzerine giderken 1391 tarihinde diktirdiği Arap ve Uygur harfleriyle yazılmış kitabedir. Ki­ tabe, Orta Kazakistan'da Altın Çuku Dağında, Karsakpay 46 47

N. Şami, a.g.e., s. 13. N. Şami, a.g.e., s. 306-7. 72


TÜRK.l..Ü K BiLGiSi iNCELEMELERi

maden ocağı yakınında bulunmuştur.48 Kitabe on bir satır olup. sekiz satırı Uygur, üç satırı Arap harfleriyle yazılmış­ tır. Kitabe, yer yer çatlak, girintili çıkıntılı bir taşa yazılmış olmasına rağmen, ana çizgileriyle açıktır. Uygur harfleriyle yazılanların hemen hemen tamamı okunmuş olup, Arap harfleriyle yazılmış olanlardan sadece besmele kısmı okuna­ bilir haldedir.•• Burada zikredilen cümleleri sahanın uzman­ larından Hayrunnisa Alan şu şekilde Türkçeye aktarmıştır: "Bismi'l-lahirrahmanirrahim. Bizim uğrumuzda mücadele edenler(e gelince): Biz onlara elbette yollarımızı göstereceğiz. Şüphesiz ki Allah her halde ihsan erbabıyla beraberdir." Ta­ rih Yediyüz doksan üçte, Koyun yıl(ında), yerin sahibi, Tu­ ran'ın Sultanı Temür Bey üçyüzbin50 asker ile ismi (İslam?) için Toktamış Han'a Bulgar Hanına yürüdü. Bu yere vasıl olup (bir) nişan olsun diye bu anıtı inşa ettirdi. Tanrı, inşal­ lah bize adalet verecektir. Tanrı savaş etmeyen ahali (il ki­ şi)'ye şefkatli olacaktır. (İl kişi) bizi dua ile yad edecektir'"' Bu kitabe ile alakalı olarak Yakubovski'nin yorumuna göre, Timur'un Toktamış Han üzerine giderken diktirdiği bu kitabede kendisine Turan Sultanı adını vermesi dikkat çeki­ cidir. Çünkü bu suretle XIV. yüzyılın siyasi terminolojisinde bu tabirin varlığı açıkça anlaşılmaktadır52 şeklindeki değer­ lendirme de bizim düşüncemize olumlu katkı yapmaktadır. , Timur 1402 yılı Temmuz ayı sonunda Ankara Savaşında Yıldırım Bayezid'e karşı galip geldikten sonra, Anadolu'nun 48 49 50 51 52

Yakubovsk.i, A. Yu., Altın Ordu ve Çöküşü(Çev. Hasan Eren), Ankara, 1992. s. 170. Poppe, N. N., ..Timur'un Karasakpay Kitabesi" (Çev. Hasan Eren). Dünya Edebiyatından Seçmeler, Ekim, 1977, S. 4. s. 30- 3 1 . Buradaki rakam, birçok kaynakta iki yü z bin olarak geçmektedir. Alan, Hayrunnisa, Boz.kırdan Cennet Bahçesine Timurlular 1360-1 506. Is· tanbul, 2007, s.87. Yakubovski, A. Y. a.g.e., s. 1 7 1 . 73


SERAHATTIN ŞiMŞiR

muhtelif bölgelerine asker sevk etmiştir. Nitekim Timur'un buradan Kütahya, Denizli, Aydın, Ayasuluk (Selçuk), Tire ve lzmir'e geldiği bilinmektedir. ikinci kitabeyle ise işte bu gü­ zergah üzerinde bulunan şehirlerden Tire'ye geldiğinde Ti­ mur'un kitabe diktirdiği anlaşılmaktadır. Konunun önemli uzmanlarından hocam Prof. Dr. İsmail Aka'nın verdiği bil­ gilere göre, Farsça yazılan kitabe besmele ve hamd ü sena ile başlayıp, şu şekilde devam etmektedir: "Tanrı'nın inayeti ile zamanın padişahı, yedi iklimin, İran ve Turan'ın hakimi Bü­ yük (Uluğ) Beg Sultan Timur Gürgan, Hitay (Çin) ve Hin­ distan hudutlarından Mısır yörelerine kadar İran ve Turan'ın fethinden sonra, 804 yılı Zilhicce ayının 26'sında Rum ülke­ sini feth edip, hakimini oğulları ile birlikte tutsak aldı, ordu­ larını bozguna uğrattı. Ardından kışı geçirmek üzere deniz kıyısına gelip, Manisa, Balat, Antalya, Alaiye yörelerinde ko­ nup, Aydın vilayetinde konulduğunda bu durumu bilip öğ­ renmeleri için şu iki üç satırı taş üzerine nakşettiler:•s3 Yine Turan mefhumu ile alakalı olarak, Aka'nın Yez­ di'ye dayanarak verdiği, Timur'un ordusu için sipah-ı Tu­ ran (1, 26) askerleri için ise bahadır-ı Turan (I, 27) kavram­

ları da dikkat çekicidir.54 Sonuç: l.

Timur öncesi dönemde İran ve Turan kavramları birer coğrafi tanım olarak zikredilmekte olup, Cey­ hun'un sınır olarak tanımlandığı görülmektedir.

53

Aka, lsmail, .. Timur'un Tire'ye Gelişi İle İlgili Bir K.itaben, Türk Kültüründe

54

Aka, 1., ..Timur Sadece Bir Asker mi idi?"', Belleten, S. 240, s. 465. dip not.

Tire, (Haz. Mehmet Şeker), Ankara, 1994, s.23. 60. 74


TÜRK.LOK BiLGiSi iNCELEMELERi 2.

Timur ile birlikte Turan kavramının siyasi termino­ lojide tekrar canlandığı anlaşılmaktadır.

3.

Timur kelimeyi Anadolu'daki Osmanlı Devleti dı­ şında tüm Türkleri kapsayacak bir manada kullan­ dığı gibi, Tire kitabesinden de anlaşılacağı gibi Os­ manlı Devletini Rum ülkesi şeklinde vererek bir nevi Turan coğrafyasına katmadığını ifade ettiğini söyle­ yebiliriz.

4.

Timur'un ordusu için sipah-ı Turan ve askerleri için de bahadır-ı Turan kavramlarını seçmesi dikkate de­ ğerdir.

5.

XIX. yüzyıl sonrası Turan kavramı içinde verilen, XX. yüzyılda ise tehlikeli bir kavram olarak yorum­ lanan ve tüm Türklerin bir çatı altında toplanmasını ifade eden anlayışın temelinde de belki, Hun, Göktürk gibi Asya ile Doğu Avrupa'ya hakim olan Türk dev­ letleriyle önce Cengiz Han ve sonra da 5-6 asır önce Timur'un adı geçen Türk coğrafyalarının tamamını tek devlet ve tek bayrak altında toplamış olmasının etkisi ve korkusu yatmaktadır. Zira bu korku Türk­ lerin sadece siyasi olarak değil, ekonomik, sosyal, kültürel ve dil olarak da bir araya gelmelerini engel­ lemek maksadı ile sürekli tehdit unsuru olarak önü­ müze konulmuştur.

6.

Belki Timur gibi bir lider döneminde yakalanan bu başarı, Turan ümidini tekrar canlandırmış olmakla birlikte, Timur'un 1405'te vefatı neticesinde, devleti de, kendisinin, yani Timur'un kendisine örnek aldı­ ğını düşündüğümüz Cengiz Han'ın devleti gibi oğul­ ları arasında paylaşılmış ve kısa bir süre sonra da et­ kisini kaybetmiştir. 75


11.

BİRİNCİ D ÜN YA SAVAŞINDA TUR A N H EYETİNİN AVRU PA'DAKİ FAALİYETLERİ

Giriş ya da Turan Kavramı: Turan, Farsça bir sözcüktür. Bu sözcük aşağı yukarı Sov­ yet Türkistanı'na tekabül eden, İran ve Afganistan'ın kuze­ yinde Aral Gölüne ve doğuda Çin Türkistanı'nın sınırlarına kadar uzanan bir coğrafi bölgeyi ifade etmektedir. 19. yüzyılda özellikle Macaristan'da yapılan Türkoloji araştırmaları sonucunda Turan bütün Türk lehçe ve dilleri­ nin yanı sıra Fince ve Macarcayı da kapsayan Ural-Altay dil ailesini ifade eden yeni bir anlam kazanmıştır. Asıl anlamı ile ise, Turancılık 19. yüzyılın sonlarına doğru Macaristan' da siyasal bir hareket olarak ortaya çık­ mıştır. Sözgelimi 1905 yılında Macaristan'daki Fan-Turancı­ lar, Budapeşte-Tokyo ve Kazan-İstanbul eksenleri doğrultu­ sunda siyasal bir birlik kurma hayaline kapılmışlardır. Diğer bir ifadeyle, Turancılık kavramsal olarak Türk asıllı toplu­ lukların, Macarların ve Finlilerin birliğini içerir bir hal almış ve bu yönü ile Pan-Turancılık ile eş anlamlı hale gelmiştir.55 il. Abdülhamid'in iktidarının son yıllarına rastlayan bu te­ maslar, İttihat ve Terakki'nin iktidarıyla kısa süreli ama en verimli dönemini yaşamıştır. Rusya mahkumu Türk coğrafyası aydınlarının Rusya merkezli başlattıkları hareket Türkiye'den Çin'e, Japonya' dan 55

Ôzdoğan, Günay Göksu, Turan'1an Bozk.urti::ıı, lstanbul, 2002, s. 28. 76


TÜRKLÜK BiLGiSi

iNCELEMELERi

Hindistan'a kadar dikkat merkezi olmuştur. Temel argüman­ larını Moğol, Altınordu, Timur Devletleri mirası üzerine ku­ ran Rus Avrasyacılığı karşısında içtimai, siyasi, tarihi ve kül­ türel temelleri kesintisiz bir şekilde devam eden Hunlardan, Göktürklere, Hazarlardan Türgişlere, Moğollardan Timurlu­ lara, Selçuklulardan Babürlüler'e ve Altınordu'dan Osmanlı­ lara kadar bu tarihi mirasın yeni dünya düzenindeki jeopo­ litik adı Turan halkları merkezli Turancılıktır,56 Nitekim Hüseyinzade Ali Bey, Petersburg'daki öğrenci­ lik yıllarında Rusya'daki milliyetçilik akımlarının (Pansla­ vizm) ve Türk dilinin mükemmelliğini savunan Gürcü okul arkadaşının tesiriyle Türkçülük ülküsünü ortaya atmış, tah­ sili biter bitmez İstanbul'a gelerek, aynı yıl girdiği Askeri Tıp Okulu'nda kısa zamanda Türklük ile ilgili düşüncelerini ar­ kadaşlarına aktarmış ve çevresinde geniş bir etki alanı ya­ ratmıştır. Turan şiiri de o günlerin mahsulüdür. Bu şiirde; "Sizlersiniz ey kavm-i Macar bizlere ihvan Ecdadımızın müşterek menşei Turan Bir dindeyiz biz, hepimiz haperestan, Mümkün mü ayırsın bizi İncil ile Kur'an? Cengizleri titretti şu afakı seraser Timurları hükmetti şehinşahlara yeksan, Fatihlerin.e geçti bütün kisve-i kayser." (Tahminen 1892) 1. Türk Tatar Heyeti: Rusya Türkleri üzerine Türkiye'de önemli uzmanlar­ dan olan Nadir Devlet'in ifadesine göre, Heybeliada Deniz 56

Cihangir,

Erol.

..Tenkit",

Zere

Pan-Turanizm, İstanbul, 20 1 1 .

s.

VandNalbantyan,

XVII. 77

Ermeni

Cephesinden


S E BAHATT I N

ŞiMŞiR

Lisesinde Tarih öğretmeni olan Yusuf Akçura Enver Paşa tarafından çağrılmış ve kendisine gizli görev verilmiştir. Türk-Tatar Heyeti adıyla siyasi bir teşkilat kurulmuş ve baş­ kanlığına Akçura getirilmiştir. Cemiyetin tam adı ise, Rusya Mahkümu Müslüman Türk Tatarların Hukukunu Müdafaa Kom itesi'dir. Komitede Tatarlardan Abdürreşid İbrahim, Kı­ rım Tatarlarından Mehmet Esat Çelebizade,57 Buhara'dan Mukimeddin Beycan. Azerbaycanlılardan ise, Alibey Hüse­ yinzade ve Ahmet Ağaoğlu yer almıştır.58 Heyet, muhtemelen Enver Paşa'nın direktifleriyle Teşki­ lat-ı Mahsusa ile de ortak hareket etmiştir. Çünkü heyetin önemli faaliyetlerinden olan 1916 yılında Lozan'da topla­ nan mill(iy)etler konferansına Teşkilat-ı Mahsusa tarafın­ dan gönderilmişlerdir.59 Gerçi bu yolculuğa çıkılmadan önce bu cemiyetin kurul­ ması için Akçura, Hüseyinzade ve Mukimeddin Beycan Da­ hiliye Nezaretine bir dilekçe vermiştir. Dahiliye Nezaret-i Celilesine yazılan bu dilekçe şöyledir: "Rusya'daki sakin Türk cinsinden ve İslam dininden olan kavimlerin beşeri, milli ve dini haklarını müdafaaya çalışmak ve merkezi idaresi İstanbul' da, Nur-ı Osmaniye caddesinde, Şeref sokağı 32 numaralı hanede bulunmak üzere Rusya'da 57

58 59

Kırımlı, ismi Mahmut Esat Çelebizade olarak verdikten sonra, ..Bir müder­ ris olan Mahmut Esat Çelebizade Romanya"da doğmuş ve Kırım"dan göçe­ rek oraya yerleşmiş bir Kırım Tarar ailesine mensuptur. Heyetteki '"Kırım Temsilcisi" olarak Çelebizade'yi gösreren birçok kaynağın aksine, Cafer Seydahmet Kırımer söz konusu temsilcinin Çelebizade değil, Mirza Said Bey olduğuna "şüphe ve tereddüdü olmadığını kaydetmektedir. Kırımlı, Hakan, Kırım Tatarlarında Milli Kimlik ve Milli HarekEtler (1905 - 1916), Ankara, 1996, s. 243 Devlet, Nadir, Rusya Türklerinin Milli Mücadele Tarihi, Ankara, 1999, s. 225. Keleşyılmaz, Vahdet, '"Teşkilat-ı Mahsusa YusufAkçura ve 1 9 1 6 Lozan Mil­ liyetler Konferansı': TürkU!r, C. 18, 2002, s. 460. 78


TÜRKLÜK

BiLGiSi iNCELEMELERi

sakin Müslüman Türk-Tatarların Haklarım Müdafaa Cemi­ yeti unvanıyla bir cemiyet teessüs etmekte olduğu ve Os­ manlı Darülfünunu muallim muavinlerinden Nur-ı Osma­

niye caddesinde mukim Hüseyinzade Ali Bey, Türk Yurdu Mecmuası müdürü Büyükada'da Nizamda mukim Akçura­ oğlu Yusuf Bey ile Turan Neşr-i Maarif Cemiyeti Reisi Mu­ kimüddin Beycan Bey'in cemiyetin umur-ı idaresiyle meş­ gul olacaklarını arz zımmında iş bu beyanname arz olunur. Tıp Fakültesi muallimlerinden Hüseyinzade Ali (imza) Türk Yurdu Mecmuası Müdürü Akçuraoğlu Yusuf (imza) Turan Neşriyat-i Maarif Cemiyeti Mukimüddin Beycan (imza)60 Bu dilekçenin işleme konulmasından bir müddet sonra kendilerine "hareket emri" verilmiştir. Dilekçenin kenarına ayrıca isimleri yazılan ve hareket edecek şahıslar olarak be­ lirtilenler şunlardır; Ahmet Saib Bey, Said Tahir Efendi, Tev­ fik Nureddin Bey, Mukimüddin Bey, Mehmet Safa Bey, Yu­ suf Akçura, Aziz Bey, Kamil Beyefendi. Heyetin güzergahı Sofya Sefaret-i Seniyyesine yedi kişi yarınki 7-4-32 Balkan trenine rakip olacaklarsa da mezkur trende kendilerine tahsis edilmiş mahaller ancak Sofya'ya kadardır. Aynı trende Sofya'dan Münih'e kadar temin-i se­ yahatleri için teşebbüs icrası ifadesi yer almıştır.•• Heyetin görevi Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulga­ ristan gibi Avrupa ülkelerine giderek gayesini anlatmaktır. Heyet, 1915 yılında Almanca iki rapor hazırlamıştır. Birinci raporun adı, Die gegenwartige Lage der mohammedanischen Turko-Tataren Russlandsund ihre Bestrebungin (Rusya'daki 60 61

Keleşyılmaz, a.g.m., s. 460. Keleşyılmaz, a.g.m., s. 460. 79


S E BAHATTIN ŞiMŞiR

Müslüman-Türk Tatarların Bugünkü Durumu ve Faaliyet­ leri) adını taşımakta olup, Yusuf Akçura tarafından kaleme alınmıştır. Raporda, nüfus miktarı, nüfus artışı, sosyal sınıf­ lar, ekonomik faaliyetler, eğitim sistemi ve reformlar, edebi­ yat, Rusların baskısı, sansür, politik durum, Türk-Tatar ar­ zuları gibi konulara yer verilmiştir. İkinci rapor/risale metni ise komite üyelerinden Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali, Mehmet Esat Çelebizade, Muki­ meddin Beycan tarafından hazırlanıp, Budapeşte'de basıl­ mıştır. Bu, Denkschriftdes Komitees zum Schutze der Rechte der mohammedanischen türkisch-tatrischen Völker Ruslands (Rusya'daki Müslüman Türk-Tatar Halklarının Haklarını Koruma Komitesinin Muhtırası) adını taşımaktadır. Buda­ peşte'de Pester Lloyd Gesellschaft matbaasında basılan me­ tin, 1916 yılında Die Weltdes lslam mecmuasında da yayın­ lanmıştır.62 Bu risalede Rusya'daki Türk boyları altı bölge halinde in­ celenerek. savaşın muhtemel neticesine göre her birine hürri­ yet ve istiklal verilmesi talebi yanında siyasi haklar faslında; Buhara ve Hive Hanlıklarının hükümranlık haklarının ge­ nişletilmesi, Kazan Hanlığı'nın himayesinde olmak üzere Kı­ rım Hanlığı'nın da canlandırılması gibi dikkat çekici mad­ deler yer almıştır. Heyet, Resmi ziyaret ve faaliyetlerinde Viyana, Budapeşte, Berlin, Sofya yolunu takip etmiştir. 8 Aralık 1915 tarihinde Viyana'da Avusturya Başbakanı Strogk ve Dışişleri Bakanı Forgach tarafından kabul edil­ diklerinde, bu iki belgeyi de sunmuşlardır. Sonra Budapeş­ te'ye geçerek 12 Aralık'ta Başbakan K. Tissa ve parlamento 62

Temir. Ahmet, YusufAkçu,.a, Anka,.a, 1 987, s. 50; Uca, Alaanin, "Dr. Hüse­ yinzade Ali Bey", Tü,.k Yu,.du, S. 288, Ağustos 201 l, s. 56. 80


TÜRKLÜK.

BiLGiSi iNCELEMELERi

üyelerinden Andrasi ile görüşmüşler ve raporlarını ona da vermişlerdir. Ayrıca, Külügy Hadügu dergisinde verdikleri demeçte de Rusya'daki Türklerin dileklerini açıklamışlar, bir makaleyle de Rus idaresi altındaki yerlerde teşekkül ede­ cek müstakbel Türk hükümetlerinin taksimatını gösterir bir de harita neşrettirmişlerdir. Yusuf Akçura'da Macar İlimler Akademisinde Rusya'daki Müslüman Tatarların durumları ve istekleri hakkında konferans vermiştir. Heyet, devlet er­ kanı ile tanışma fırsatı da bulmuştur.•' Bu görüşmelerde şu hususların üzerinde durulmuştur; 1.

Buhara ve Hive (Hanlıkları) Rus hakimiyetinden kur­ tarılarak, Türkistan ile birleştirilmeli;

2.

Kırgızların (Kazakların) idari-siyasi istiklali sağlan­ malı;

3.

Kazan ve Kırım Hanlıkları yeniden kurularak, so­ nuncusu Türkiye himayesi altına sokulmalı;

4.

İdil (Volga) nehriyle Hazar Denizi arasındaki bölge tarafsız olmalıdır.••

Görüldüğü gibi bu toplantılarda Rusya Türklerinin içinde bulundukları durum ayrıntılı bir şekilde ele alınmış, Rusya Türkleri için özellikle kültür muhtariyeti meselesi üzerinde durulmuştur. Türk Dünyasının dört lideri, Rusya Türkleri­ nin lideri olarak temaslarda bulunmuş ve Rusya Müslüman­ larının temsilcisi olarak isteklerini dile getirmişlerdir. Ayrıca, Heyet üyeleri, Osmanlı Devleti'nin müttefikle­ rinden Rusya Türklerinin tam istiklale kavuşturulmasını 63

64

Togan, Zeki Velidi, Bugünkü Türki/i Türkistan ı•e Yakın Tarihi, İstanbul, 1 9 8 1 , s. 475; Ercilasun, Bilge, "XX. Yüzyılın Eşiğinde Dört Türk Aydını; Gaspırah lsmail, Hüseyinzade Ali, Akçuraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ahmet': Türkler, C. 14, lstanbul, 2002, s. 865 . Devlet, a.g.e.. s. 226. 81


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

talep ederken, halka açık konferanslarda ve tarafsız devlet­ lere yollanan muhtıralarda Rusya Türklerine yapılan haksız­ lıklar belirtilerek, onlara milli muhtariyet verilmesi fikrini işlemişlerdir. İsveç, Norveç, Danimarka, İsviçre ve ABD gibi tarafsız ülkelere gönderilen muhtıralarda da özetle şu husus­ lar vurgulanmıştır. 1.

Rusya halkının nüfusu ile orantılı olarak Duma'ya me­ bus seçilebildiği takdirde, Rusya Türklerinin 80'den fazla mebus çıkarması icap ederdi, oysa halen Du­ ma'ya 8 Türk mebus girebilmiştir.

2.

Hatta Çariçe Katerina bile Duhovnoe Sobranie (Ru­ hani Meclis)'ye Müslüman halle tarafından 1 müftü ile 3 kadı'nın seçilmesini öngörmüşken, şimdi bu dört kişi halkın fikri alınmadan doğrudan doğruya (Rus) Dışişleri Bakanlığı tayin edilmektedir.

3.

Rusya' da 30 milyon Müslüman için bir tane dahi da­ rü'l-muallimin (erkek öğretmen okulu) ve bir de da­ rü '1-muallimat (kız öğretmen okulu) açmaya müsa­ ade edilmemektedir.

4.

Yabancı memleketlerde tahsil görmüş olanlara öğret­ men veya imam olma hakkı tanınmamaktadır.

5.

Ticaret ve ziraat için gayet elverişli olan Türkistan'da hiçbir Tatar'a emlak ve arazi sahibi olma hakkı ta­ nınmamaktadır.

Heyetin özellikle Almanya'daki faaliyetleri Türk hükü­ metinin önceden yaptığı teşebbüsler sonucu gayet iyi karşı­ lanmış, başta Dışişleri Bakanı Pagu, muavin Zimmermann olmak üzere gerek siyasi, gerek ilim muhitinde ve basında resmi ve gayrı resmi birçok kimse ile görüşülerek Rusya'daki Müslüman Türk-Tatar halklarının şimdilik durumunu açık­ lamaya ve onların geleceği hakkında fikir ve projelerini 82


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

sunmaya imkan ve fırsat bulmuşlardır. 1 2 Ocak 1916 günü de Türk-Tatar heyeti şerefine Berlin'deki Künstlerhaus'da Deutsch-Asiatische Gesellschaft tarafından bir toplantı ter­ tiplenerek, Yusuf Akçura Rusya Türkleri hakkında bir kon­ ferans vermiştir.65 Heyet, son olarak Bulgaristan'a gelerek Başbakan Rados­ lavov ve bazı yetkililer ile görüşüp, muhtırayı takdim etmiş­ tir.66 Şubat ayında da İstanbul'a dönmüştür.67 Heyetin temasları ile Rusya ciddi manada sıkıntıya düş­ müştür. Heyet, faaliyetlerini yürütürken Kuzey Kafkasyalı, Azerbaycanlı ve Gürcülerden ibaret bir de Kafkasya Komi­ tesi kurulmuş, bu komite de Avrupa ülkelerinde faaliyette bulunmuştur. Bir başka çalışmamızda ele alacağımız komi­ tenin başkanlığını Kuzey Kafkasyalı Mareşal Fuat Paşa yap­ mıştır. üyeler ise, Knez Maçabelli, Kamil Toğridze (Gürcü), İsa Paşa, Aziz Meker (Kuzey Kafkasyalı) ve Selim Bedbo­ h(ov) (Azeri)'den ibarettir. Ayrıca, 1916 yılı başlarında Rusya'nın mazlum milletleri cemiyeti vasıtası ile Kadı Abdürreşid İbrahim, Ağaoğlu Ah­ met, Yusuf Akçura ve Hüseyinzade Ali Beylerin imzası ile verilen muhtırada Biz Rusya Müslümanları Tatarlar. Başkurt­ lar. Kırgızlar. Sartlar. Tacikler. Türkmenler. Dağıstan kavimleri yirmi m ilyonluk bir küt/eyiz diye seslenmişlerdir. Bu hareket diğer mülteci siyasetçilerin teşebbüsleri ve Alman Dışişleri Bakanlığının üstü örtülü fakat güçlü teşvik ve maddi deste­ ğiyle İsviçre'de Rusya'nın Yabancı Halkları Birliği (Die Liga der Fremdwölker Russlands) kurulmuştur. Bu birliğin ilk faa­ liyeti yukarıda bahsettiğimiz metni ABD Başkanı Woodrow 65 66 67

Temiı-, a.g.e. . s. 52 . Andican, A. . Cedidizimden bağımsızlığa Ha,.içte Tü,.kistan Mücadelesi, İs· tanbu.l 2003, s. 2 1 5. Togan, a.g.e., s. 476. 83


SEBAHATTIN

ŞiMŞiR

Wilson'a Rusya İmparatorluğundaki gayri Rus milletler adına bir dilekçe göndermek olmuştur.68 Adı geçen muhtırayı Müs­ lümanlardan başka Gürcü mümessil Mişel Tseretelli, Finli Baron Durob, Berlin'deki Litvanya milli komitesi, Leh, Lit­ vanya mümessilleri, İsviçre' de bulunan Ukraynalılar grubu ile birlikte toplam 21 kişi imzalamıştır.•• il.

Heyet'in Faaliyetleri:

1916 yılı içinde İkinci bir heyet 27-29 Haziran tarihle­ rinde Avrupa'ya gelerek Lozan şehrinde toplanan milliyetle­ rin üçüncü kongresine katılmıştır. Bu heyette Yusuf Akçura ve Mukimeddin Beycan ile birlikte Kazak-Kırgız bölgelerini temsilen Ahmetoğlu Safa, Kumııkları temsilen Ahmet Saib Aslanov, Dağıstan mümessili olarak Seyit Tahir Efendi ve Çerkezler adına Aziz Meker bulunmuştur. Kendilerine Rusya Müslüman Türk ve Tatarlarının Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adını vermiş olup, burada her temsilci kendi topluluğu adına hazırladığı muhtıraları kongrede takdim etmişlerdir.70 Ayrı ayrı verilen muhtıralar Tatar, Çağatay, Kırgız-Kaysak mil­ letleri mümessillerinin muhtıraları adıyla Fransızca olarak 18 sahifelik bir risalede toplanarak kongre zamanında Lo­ zan' da basılmıştır.71 Kongreden sonra Akçura ve Aziz Meker Zurich'e giderek Rus sosyalistleri ve Lenin ile görüşerek kendi beyannamele­ rini vermişlerdir. Lenin, Sizin istediğiniz hukuk, biz iktidara gelirsek ziyadesiyle temin olunacaktır. Mamafih bu yazılannızı 68

69 70 71

Togan, a.g.e., s. 475; K.ınmh, a.g.e., s. 244; Topalova, AJjira, "AzerbaycanC:la Tutuşan Turkiyet:le Közlenen Ateş Alibey Hüseyin:zade"', Bilig, S.21, Yaz 1999, s. 43 Togan, a.g.e., s. 475. Andican, a.g.e., s. 21 5-216. Togan, a.g.e., s. 477_ 84


TÜRKLÜK

BiLGiSi iNCELEMELERi

okuyarak, uygun görürsek gazetelerimizde neşrederiz demiş­ tir. Sonra heyet Almanya üzerinden lstanbul'a dönmüştür. Dönemin Alman, Fl"ansız ve Macal" matbuatı heyetin faali­ yetlerinden, muhtıralarından ehemmiyetle bahsetmiştir.72

111. Heyetin Temaslarının Avrupa'daki Yankıları: Turan Heyeti'nin Avrupa'daki faaliyetleri kuşkusuz bir­ çok devleti rahatsız etmiştir. Heyetin temasları hakkında Paris'te yayınlanan Le Temps gazetesi 14 Aralık 1 9 1 5 tarihli sayısında Moğollar Arasında başlıklı haber yayınlamıştır. Bu haberde özetle "Budapeşte'den alınan haberlere göre 7 milyon Türk, 6 milyon Kırgız (Kazak) olan Rusya'nın 20 milyonluk Türk-Tatar ahalisinin temsilcileri şu günlerde Macaristan'a gelmiş bulunuyorlar. Heyet, Kont Tissa'ya bir muhtua sunmuştur. Bu muhtırada Kazan Hanlığı'nın yeni­ den kurulması gerektiği, İdil ile Hazar denizi arasında kalan bölgenin tarafsızlaştırılması ve bu suretle buradaki ahalinin medeniyetini koruma imkanının sağlanacağı ileri sürülmüş­ tür. Heyet bundan sonra Berlin'e gidecektir."" Le Temps gazetesinin bu haberi, Rusya Din İşleri Bakan­ lığı'nın Mukaddes Sinod başkanı tarafından İçişleri Bakan­ lığına gönderilerek tetkik edilmesi istenmiştir. Kazan, Ufa, Samara ve Astırhan valilerine bu hususta gönderilen yazı­ larda, valilerin böyle bir heyetin dış ülkelerde dolaştığına dair bilgileri olmadıklarını, ancak Kazan valisi böyle bir şey olmuş ise bunun İstanbul' da yaşayan Yusuf Akçura ve Ab­ dürreşid İbrahim(ov) tarafından yapılabileceğini bildirmiş­ tir. Polis müdürlüğü, Dini İşler Başkanlığı'na bu husus ile 72 73

Togan, a.g.e., 478. Zikreden, Devlet, a.g.e., s 225�6. 85


SEBAHATTIN

ŞiMŞiR

ilgili olarak 16.4.1916 tarihinde Kopenhag'dan aldığımız ha­ ber teyit etmektedir, diye bilgi vermiştir." Görüldüğü gibi he­ yetin faaliyetleri Rusya'yı ciddi manada sıkıntıya sokmuştur. İngiltere açısından bakınca; Heyetin faaliyetlerinin İn­ giltere'yi ciddi manada telaşlandırdığı aşikardır. İngilizler, muhtemelen Turan Heyeti'nin faaliyetlerinden sonra Arnold Joseph Toynbee'nin, 1. Dünya Savaşı ve son­ rasında İngiltere'nin Ortadoğu stratejisini belirleyen birkaç isimden biri olarak, Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dai­ resi İstihbarat Bürosu adına hazırladığı raporlar oldukça et­ kili olmuştur. Pan-Turanist Hareket başlığını taşıyan rapor, Bolşevik ih­ tilali sonrasında İngiltere açısından doğudaki menfaatleri­ nin Türk ordusu tarafından ciddi derecede tehdit edildiğini düşündükleri bir dönemde kaleme alınmıştır. Rapor, hem bilgi. hem de önerilerle dikkat çekmektedir. 75 Türkiye açsından ise; mesele iki heyet göndermekle bit­ memiştir. 1917 yılında Sadrazam Talat Paşa'nın desteği ile, Rusya Türklerinin faaliyetlerinin devamını sağlamak amacı ile İsviçre' de daimi bir büro açılmasına karar verilmiştir. Bu büroda bulunacak bir temsil heyeti, Rus esiri Türk ülkele­ rinin meselelerini uluslararası arenada dile getireceklerdir. Bu heyetin koordinasyonu Köprülüzade Fuat Bey tarafından sağlanacaktır. Heyete katılan Türkistanlı temsilci, Türkistan İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından İstanbul'a gönderi­ len Müftü Sadreddin Han, yanında Kadı Abdürreşid Efendi, Azerbaycanlı Hüseyinzade Ali, Kazanlı Osman Tokumbek, Ataullah Bahaeddin ve Halim Sabit'tir. 74 75

Devlet, a.g.e., s. 226. Çağlayan, K. Tuncer. ..Arnold Toynbee'nin Pan-Turanizm Raporu", Türk Yurdu, S. 287, Temmuz 20 1 1 , s. 60. 86


TÜRKLÜK BlLGISI iNCELEMELERi

Heyet üyeleri 27 Ekim'de yola çıkmış Varna'ya geldikle­ rinde Macaristan' da ihtilal başlamış olduğundan, Odesa üze­ rinden Almanya'ya geçmek istemişler, Kiev'e gelip Almanya temsilcisi Baron Mum'a müracaat ettiklerinde, ihtilalin Al­ manya'da da çıkmış olduğunu ve yolların kapandığını haber alarak Kasım sonlarında İstanbul'a dönmüşlerdir.'6 Sonuç Sonuç olarak; Türk-Tatar komitesinin faaliyetleri ve Hü­ seyinzade ile Akçura dışındaki üyelerin faaliyetleri hakkında yeterince bilgimiz yoktur. Hatta bunların bir kısmının ko­ mite içindeki durumları da net değildir. Söz gelimi, bu üye­ lerin büyük bir çoğunluğunun doğdukları topraklarla ala­ kası çok azdır. Memleketlerine rahatça gidebilecek durumda değildirler. Bundan dolayı heyet üyelerinin Anadolu' da top­ lanmaları ve burada bir dizi faaliyete başlamaları da ayrı bir araştırma konusu olsa gerektir. Yine dikkat çeken bir diğer husus ise, üyeler Osmanlı Devleti'nin kendilerine sağladığı imkanlar dairesinde hareket etmeye çalışmışlardır. Aslında bu, yani Türkistanlıların Avrupa siyasi çevrele­ rinde teşkilatlı ilk görüldükleri dönem olarak da zikredilebi­ lir. 1915-1916 yıllarında Türkistan' dan ve esir Türk ülkelerin­ den gelen mümessillerinin oluşturduğu bir heyet, Avrupa'ya çıkarak, Rus esiri milletlerin problemleriyle ilgili bir bilgi­ lendirme gezisi olarak da düşünülebilir." Meselenin siyasi yönü dışında bir de sosyal yönü var­ dır ki, o da Hüseyinzade'nin her gittiği yerden başta aile üyeleri olmak üzere dostlarına gönderdiği kartpostal ve 76 77

Togan, a.g.e., s. 480; Andican, a.g.e., s. 2 1 6-7. Andican, A., a.g.e., s. 2 1 5 . 87


S EBAHATTIN ŞiMŞiR

mektuplardır.78 Belki bu çalışmada bu vesikalardan içerik­ lerindeki aileye ve kişiye özel hususiyetlerden dolayı fazla is­ tifade edemedik. Ancak, o özel yazılar bir nevi heyetin yol haritasını ortaya koyması açısından dikkat çekici olmuştur. Temennimiz odur ki, bu tür elinde arşivi olanların bunları en uygun üniversite veya enstitü bünyesinde kayıt altına al­ malarının sağlanmasıdır.

78

Akpınar. Y.; Güngör, G. '"Hüseyinzade Ali Turan'ın Arşivindeki Belgeler I': Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S. 1 9, Temmuz-Aralık 2010, s. 13- 58.; Akpına, Y. Güngör Y. "'Hüseyinzade Ali Turan'ın Arşivindeki Bel­ geler 2 (Kartpostallar) ", Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S.20, Ocak - Haziran 201 1 , s. 1 - 25. 88


1 2.

HATIR AL AR V E V ESİKALAR IŞIGI N DA BİRİNCİ D ÜNYA SAVAŞI N A RUS ÜN İFORMASI İ L E KATI LAN RUSYA MAHKÜMU TÜRKL ERİN ASYA TABURU ADI ALTINDA IR AK'TA İNG İ Lİ Z L ER E KARŞI MÜCADEL ELERİ

Giriş: Bilindiği gibi, Balkanlarda patlayan bir kıvılcım sonucu işin içine, Rusya, İngiltere, Fransa ve Almanya'n ın da karış­ ması, Osmanlı Devleti toprakları üzerine yapılan hesapların da gizli mahfillerde görüşülmesi neticesinde, savaşın coğrafi alanı bir hayli genişlemiştir. Kısa sürede de Osmanlı Dev­ leti'nin farklı cephelerde savaşa girmek zorunda kalmasına sebep olmuştur. Ancak, bu durum Osmanlı Devleti'nin gö­ zünü korkutmadığı gibi, dini ve ırki özelliklerinden dolayı, savaş içinde bile bu özellikleri gerek kendisi gerekse müttefik­ lerinin teşvikleri neticesinde kullanmıştır. Dolayısıyla bir ta­ raftan cihat ilan ederken, diğer taraftan da Rusya mahkumu Türkler ile de ilgilenmeye çalışmıştır. Biz, böyle bir çalışmaya başlamadan önce, tarihe Rusya mahkumu Türkler diye zikrettiğimiz ve savaş sonrası Avru­ pa' da kalanlar ile daha sonra Bolşevik Rusya'dan bir vesile ile kaçmayı başaran Türklerin yayınlarını ele aldık. Bu bağlamda süreli yayın olarak Yeni Kafkasya, Azeri Türk, Janga Milli Yol, Yaş Türkistan ve Emel mecmualarını gözden geçirdik. 89


SEBAHATTIN Ş i MŞ i R

Ancak, Anadolu Türkleri için önemli olan hususiyetlerden ziyade, kendi istiklalleriyle alakalı yazılara yer verdiklerin­ den dolayı ve muhtemelen de, Osmanlı sancağı altında sa­ vaşmaya gelenlerin çok azının bu dönem kendi milli istik­ lal mücadelesi verenlerle birlikte olduğundan hatıraların bu mecmuaların sayfalarına çok azının girdiğini tespit ettik. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Rusya Türkleri her coğ­ rafyada Osmanlı Devletinin menfaatleri için çalışmışlardır. Bunlardan bazıları Asya Taburu adı altında Osmanlı Ordu­ sunda savaşmaya gelmişlerdir. Rus-Alman Savaşı ve Esaret: Almanya ile Rusya arasında savaşın başlamasıyla bir­ likte, Türk yetkililer Rusya'daki ilgili Türk makamlarının, yani elçilik, konsolosluk ve gizli istihbarat sağlayanların, Rus­ ya'daki durum ve gelişmeler hakkında İstanbul'a anlık bilgi göndermelerini beklemişlerdir. Bilhassa, Odessa çevresindek; Rus askeri hazırlıklarını öğrenmek çok önemli görülmüştür. Çünkü İstanbul ve Boğazlara karşı muhtemel Rus hareketine katılacak askerlerin Odessa askeri bölgesinde toplanacakları gayet açıktır. Aynı zamanda Kafkaslardak; durum da büyük önem taşımaktadır. Müslüman ahalinin "Ruslara karşı ayak­ lanması" İstanbul askeri ve siyasi çevrelerinde mümkün sa­ nıldığından, bu hususta da bilgi elde edilmesi gerekmiştir. Gerçi, Müslümanlar yalnız Kafkasya'da değil, Rusya'nın diğer bölgelerinde de yaşadıkları ve birkaç yıldan beri İstanbul'un Türkçü muh itlerinde, Rusya'daki "Türk kavimleri" arasında Türkiye'ye büyük sempati beslediği ve hilafete karşı da Müs­ lüman ahalinin kuvvetli bağları olduğu cihetle bir harp vu­ kuunda, Rusya'daki 25 milyon Müslüman'ın Türfilye safında yer almaları dahi düşünülmüştür. Kısa bir süre sonra da, 90


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

Taganrog, Odessa, Novorossiysk, Batum ve Tiflis konsolos­ luklarından raporlar gelmeye başlamıştır. Burada hem örnek olması hem de Rusya coğrafyası ile Türklerin yaşadığı coğ­ rafyanın farkı açısından St. Petersburg' daki Osmanlı sefa­ reti maslahatgüzarı Fahretıin Beyden gelen 3 Ekim 1914 ta­ rihli telgrafoldukça uzun olmakla birlikte özetle; "Rusya'daki 25 milyon Müslüman'ın Türkiye ile Rusya arasında bir harp çıktığı takdirde, Türkiye lehine bir şey yapmak şöyle dursun, 1876 harbinde olduğu gibi, Rus ordusunda Türklere karşı 'sa­ vaşabilecekleri' bildirilmektedir." Yine Fahretıin Beye göre, Osmanlı hükümetinin Rusya'daki Türklere asla güvenme­ mesi gerekmektedir. Çünkü oradaki Müslümanlar "fakr ü zaruret ve meskenet içinde" yaşamakta ve az çok tahsil gö­ renler de Rus mekteplerinden mezun oldukları için "Ruslaş­ mış" bulunmakta idiler. Türkiye'ye sempatileri olan kimse­ ler de, acizliklerini itiraf etmektedirler." Fahrettin Beyden gelen 25 Ekim 1914 tarihli telgrafta da şu bilgiler verilmiştir: "Rus siyasi mahfillerinde, Türkiye'nin Rusya'ya karşı yakında harbe gireceği kuvvet bulmuştur; Rus­ lar bundan endişe duymamaktadırlar. Rus Harbiye Nazırı­ nın bir yabancı askeri ataşeye söylediğine göre: Türkler 'Ya­ vuz' zırhlısının ateş-i himayesinde Hoca Beye (Odessa'ya), askeri bir çıkarma yapmaya hazırlanmakta imişler. Ruslar ise kendileri tarafından, Türkiye'ye karşı taarruzda bulun­ mayacaklarını temin ediyorlarmış."•• Rus Ordusundaki Türkler ve Rusya'daki Türklerin Ha­ let-i Ruhiyesi: Şüphesiz Rus ordusunda bulunan Türklerin içinde Anadolu Türklerine karşı savaştıklarının farkında olanlar mevcuttur. 79

Kural, Akdes Nimet, Türkiye ve Ru.sya, Ankara, 1990, s. 2 4 1 .

80

Kural, Türkiye ve Ru..sya, s . 2 4 1 . 91


SEBAHATTIN

ŞiMŞiR

Özellikle doğu cephesinde yaşanan çarpışmalarda karşıla­ şılan bazı özel durumlar bunun en güzel örneğidir. Mesela, Türk birlikleri, Kop'a girmiştir. Tümen Emir Subayı Abi­ din, hemen Rus Emir subayının odasına zarf toplamaya git­ miş, fakat bu defa masanın üzerinde bırakılmış ve içinde bir mektup bulunan bir zarf getirmiştir. Mektup, kufi yazı ve Azerbaycan Türkçesiyle şöyle yazılmıştır: "Ey Müslüman ve Türk kardeşler, Rus'un kuvveti kırılmıştır. Girmanya cephe­ sinde çok kırgına uğramıştır, fakat Rus'un bir taktikası var­ dır. Her yerde kuvvetlerini zayıf bırakır, bir yerde toplar ve oradan saldırır. Eğer, siz de bütün cepheden birden taarruza kalkarsanız onu yenersiniz. İnşallah Kars'ta görüşürüz . . . ".•• Diğer taraftan, Kaşgarlı Hacı Yusuf sırf Türk kardeşle­ rini görmek maksadı ile daha II. Abdülhamid'in tahtta bu­ lunduğu dönemde İstanbul'a gelmiş ve burayı çok severek geri gitmemiş ve Türkistanlıların kaldığı tekkeye sık sık gi­ dip gelmeye başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra, bir gün tekkenin şeyhi kendisine; "Oğlum Hacı Yu­ suf! Bugün buraya subaylar geldi. Ordumuza asker yazıyor­ lardı, seni de asker yazdırdık" demesini memnuniyetle kar­ şılamıştır." Görüldüğü gibi, Osmanlı ordusunda savaşmanın kutsallığı kendisini Türk hisseden herkeste yerleşmiştir. Halkın içinde bulunduğu durumu şu cümleler izah et­ meye kafidir; Cafer Seydahmet Kırımer'in Ukrayna'da ka­ tıldığı bir davette, yemeğin sonlarına doğru getirilen yeni çıkmış bir gazetenin haberini okuyan ev sahibi, "Yaşasın müttefiklerimiz . . . Çanakkale boğazından geçmekte olan Fransız, İngiliz donanmaları Marmara'ya geçmek üzeredir­ ler. İstanbul boşalmıştır. . . Tarihi emelimiz tahakkuk edi­ yor. İstanbul'a, Ayasofya'ya kavuşuyoruz" demiştir. Kırımer 81 82

Apak, Rahmi, Yetmişlik Bir- Subayın Hatır-alan, Ankara, 1988, ı 13. Yalçın, Soner. Hacı Yakup Anat, Hayatım ve Mücadelem, Ankara, yty (2003), s. 2-4.

92


TÜRKLÜK BiLGiSi

lNCELEMELEpj

bu sözler üzerine kendisini tutamaz ve "Boğazı geçemeye­ cekler, lstanbul'u alamayacaklar" demesi üzerine ortam bir anda gerilmiştir. 81 Burada Rus insanının zihninin 1. Petro döneminden beri sıcak denizlere inmek üzerine kurgulandığını unutmamak gerekmektedir. Hatta daha sonra, yani 1. Dünya Savaşı önce­ sinde de bazı Rus yetkililerin açıklamaları bilinmektedir. Me­ sela; 1882'de, III. Aleksandr'ın, İstanbul elçisi Nelidof, "Bo­ ğazların ele geçirilmesi bizce tarihi bir zarurettir" derken; il. Nikola'nın elçisi Çarikof, 1911 yılında ltalya savaşları esnasında Bab-ı Ali'ye verdiği nota da, "Boğazların müdafaasına Rus as­ kerinin iştirak ettirilmesi şartı ile Rusya ile ittifak akdetme" teklifinde bulunmuş; 1913 Kasımında Rusya Hariciye Nazırı Sazanof'un Çara; "İstanbul ve Çanakkale Boğazları mesele­ sini lehlerine hal için bir hareket programı hazırlanmasının zamanı geldiğini" bildirmiş; 2 Ocak 1916 tarihinde de, Rusya Başbakanı Trepof'un Duma' da, "Karadeniz, Çanakkale boğa­ zının anahtarı ile İstanbul kapıları, Rus milletinin asırlardır gayesini teşkil eder. Milletimizin bütün tarihinde beklediği bu emel, şimdi gerçekleşmek üzeredir''114 gibi açıklamalar yapmıştır. Ancak, Rusya savaşa girdikten sonra büyük facialara ma­ ruz kalmıştır. Öyle ki, 850 bin askeri ölmüş veya yaralanmış, 900 bin askeri ise esir düşmüştür. Buna rağmen, Rusya'yı tek taraflı ateşkese mecbur etmek mümkün olmamıştır."

Abdürreşid İbrahim (1857- 1944): Zaman zaman Osmanlı Devleti'nin sıkıntılarını hafif­ letmek için daha önce de gerek Trablusgarp gerekse Balkan 83 84 85

Kınmer, Cafer Seydahmet, Bazı Hatıralar, lstanbul, l 993, 1 38. K.ınmer, Cafer Seydahmct. Rus Tarihinin inkılaba, Bolşevizme ve Cihan ln­ kılabına Sürüklenmui, İstanbul, 1948, s.8-9. Mustafazade, Tofiq. Omumi Tari.x, Bakı. 2012, C.2, s. 27 1 . 93


S E &AHATTI N ŞİMŞiR

savaşları esnasında faaliyetlerini gördüğümüz Abdürreşid İbrahim bu dönemde Anadolu'ya bazı geziler de yapmış, özellikle Eskişehir'e göç etmiş soydaşları Tatarlar ile de gö­ rüşerek, onlara elinden geldiği kadar yardımcı olmaya ça­ lışmış ve nasihatlerde bulunmuştur. O muhacirler ile ilgili bir kanun çıkarılarak zulüm altında yaşayan Müslümanla­ rın Anadolu'ya göç ettirilmelerini arzu etmiştir. Rusların 1 Kasım 1914 tarihinde Kuzeydoğu Anadolu'yu işgal etmeleri üzerine Abdürreşid İbrahim Enver Paşa'nın yanına giderek cephe gerisinde Türk askerlerine moral vermeye çalışmıştır.•• Her ne kadar Rusya saflarında savaşan Müslüman Türkle­ rin Osmanlı ordusuna katılmalarını sağlamaya çalıştıysa da bunda pek başarılı olamamıştır. Rusların Sarıkamış'ı işgali üzerine oraya gitmiştir.87 Hemen hemen aynı tarihlerde İstanbul'da kurulan Rusya Müslüman Türk Kavimlerini Koruma Cemiyeti üyesi olarak da çalışmıştır. Bu cemiyette kendisi dışında Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali ve Çelebizade Mehmet Esad da yer almıştır. Bu komitenin kurulması için Osmanlı Dev­ leti de tüm imkanlarını seferber etmiştir. Bu komitenin gö­ rev alanı; "Kafkasya� Türkistan. Kırım ve Kazan Türklerinin gasp edilen haklarının geri verilmesi için mücadele" etmeye yöneliktir. Hatta, cemiyet üyeleriyle birlikte Budapeşte, Vi­ yana, Zürih, Berlin ve Sofya'yı ziyaret ederek Rusya' da yaşa­ yan Türk topluluklarının dertlerini ve uğradıkları baskıları dile getirmiştir. Bu temaslar sonucu bir muhtıra hazırlaya­ rak Budapeşte' de Kont Tissa'nın şahsında mihver devletlere 86

87

''Abdürreşil İbrahim Efendi ile Mülakat", Tasfir-i EfkJ.r. 2 Kanun-ı Sani 1 9 1 4 , No: 1 308, s. 3 zikreden Ttirkoğlu, İsmail, Sibiryalı Mşehur Seyyah Ab­ dürreşit /brahim, Ankara, 1997, s. 74. Paksu, Mehmet. (Haz), 20. Asrın Başlannda /sl4m Dünyası ve Japonya'da /slamiyet, C. l , İstanbul, 1987, s. 1 2 - 1 3.; Uzun Mustafa, ..Abdürreşit İbrahim ( 1 857 - 1944), TDVlA, C. 1, s. 296. 94


TÜRKLÜK B i LGiSi iNCELEMELERi

sunmuşlardır. Bu, muhtırada "Kazan Hanlığı'nın yeniden kurulması gerektiği, İdil (Volga) ile Hazar Denizi arasında kalan bölgenin tarafsızlaştırılması ve bu suretle buradaki ahalinin medeniyetini koruma imk3.nının sağlanacağı ileri sürülmüştür." Heyet, Viyana' da Başbakan Stürgck ve Dışiş­ leri Bakanı Forgach tarafından 8 Aralık 1915 tarihinde ka­ bul edildiğinde, onlara da şu muhtırayı sunmuştur; "l.

Buhara ve Hive (Hanlıkları) Rus hakimiyetinden kur­

tarılarak, Türkistan ile birleştirilmeli; 2. Kırgızların (Kazakların) idari-siyasi istiklali sağlanmalı; 3. Kazan ve Kırım Hanlıkları yeniden kurularak, sonun­ cusu Türkiye himayesi altına konulmalı; 4. İdil (Volga) nehriyle Hazar Denizi arasındaki bölge tarafsız olmalıdır." Komite, Rusya Türklerine yapılan haksızlıkları vurgula­ yıp, onlara milli muhtariyet verilmesi fikrini işledikten sonra, İsveç, Norveç, Danimarka, İsviçre ve ABD gibi tarafsız ülke­ lere gönderdikleri muhtıra ise şöyledir; "l.

Rusya halkının nüfusu ile orantılı olarak Duma'ya

mebus seçilebildiği takdirde, Rusya Türklerinin 80'den fazla mebus çıkarması icap ederdi, fakat halen Duma'ya 8 Türk mebusu girebilmiştir. 2. Hatta Çariçe Katerina bile Ruhani Meclis'e Müslü­ man halk tarafından

l

müftü ile 3 kadı'nın seçilmesini ön­

görmüşken, şimdi bu 4 kişi halkın fikri alınmadan doğru­ dan Rus Dışişleri Bakanlığı tarafından tayin edilmektedir. 3. Rusya'da 30 milyon Müslüman için bir tane erkek öğ­ retmen okulu ve bir tane kız öğretmen okulu açmaya müsa­ ade edilmektedir. '15


S EBAHATTIN ŞiMŞiR

4. Yabancı memleketlerde tahsil görmüş olanlara öğret­ men veya imam olma hakkı tanınmamaktadır. 5. Ticaret ve ziraat için gayet elverişli olan Türkistan'da hiçbir Tatar'a emlak ve arazi sahibi olma hakkı tanınma­ . maktadır. .88 Şunu da hemen kaydetmekte yarar vardır ki, Komite'nin faaliyetleri Rus makamlarını rahatsız etmiştir. Rusya Müslü­ manlarının Duma'daki vekilleri, kendilerine karşı bazı ima­ larda bulunulmaya başlanması üzerine, Komite'nin kendile­ riyle bir ilgisinin olmadığını belirtmek zorunda kalmışlardır. Ayrıca, I. Dünya Savaşı yıllarında Rusya Müslümanların­ dan bir milyondan fazla asker silah altına çağrılmış; Rus or­ dusundaki Tatar ve Başkurtların sayısı yarım milyonu geç­ miştir. Savaş esnasında bu askerlerden yüz binlercesi hayatını kaybetmiş. yaralanmış veya esir düşmüştür. Bunlardan Al­ man kuvvetlerine esir düşenler bir müddet sonra, Berlin'in güneyinde bulunan Zossen'de (Wünstorf)89 diğer millet­ lerden ayrı bir kampa yerleştirilmişlerdir. Almanya ile Os­ manlı Devleti'nin aynı safta bulunmalarından dolayı Alman­ lar Türk kökenli esirlere iyi davranmışlardır. Bundan dolayı onların okuma-yazma ya da dil öğrenimi, ilgi alanlarına yö­ nelik meslek kursları yanında kulüpler ve özellikle tiyatro ile ilgilenmelerine de izin vermişlerdir. Hatta, Almanya ile Os­ manlı Devleti'nin yaptığı görüşmeler sonucu, bu Müslüman Türk esirlerden savaş sırasında faydalanılması planlanmıştır. Bu arada, bazı askerlerin de Türkiye safında savaşmak iste­ diklerini bildirmesi üzerine, Enver Paşa, Abdürreşid İbra­ him ile görüşerek kendisinin Almanya'ya giderek bu esirleri s.

88

Devlet, Nadir, Rusya Türklerinin Milli Mücadele Tarihi, Ankara, 1999,

89

Andican, A. Ahaı, Cedidizmden Bağımsızlığa Hariçte Türkistan Mücadelesi, İstanbul, 2003,508Clc kampın ismini bu şek.ilde vermektedir.

226-227.

96


TÜ RKLÜK BILGISl iNCELEMELERi

Osmanlı Devleti"nin saflarında savaşmaları için ikna etme­ lerini istemiştir. Abdürreşid İbrahim ve Alimcan ldrisi Teş­ kilat-ı Mahsusa' da görevli olarak Almanya'ya gitmiştir.90 Bu ziyareti esnasında, Rus ordusu saflarında Almanlara karşı savaşırken esir düşen Türk soylu askerlere yanındaki bir dizi din adamı ile birlikte vaazlar vererek, Halife'nin cihat ilan ettiğini, Müslümanların zor günlerinde birbirlerine yardım etmeleri gerektiğini, bu savaştan Osmanlı Devleti galip gel­ diği takdirde Rusya'da yaşayan Türklerin hürriyetlerine ka­ vuşacaklarını söyleyerek Onları Osmanlı Devleti'nin safla­ rında İngiliz ve hatta Ruslara karşı savaşmaya, yani onları cihat uğrunda savaşmaya davet etmişlerdir. Bu temaslar so­ nucu bu askerlerde bir kısmı gönüllü olarak Türk ordusuna kaydedilmişlerdir.•• Gerçi, Teşkilat-ı Mahsusa tarafından görevlendirilen sa­ dece Abdürreşid İbrahim değildir, yanında, Mısırlı Abdü­ laziz Çaviş, Tunuslu Şeyh Şerif Tunusi ve Osmanlı Türkü Mehmet Akif de yer almıştır.92 Abdülaziz Çaviş "El Alem'ül İslamiye", Abdürreşid İbrahim de, Alimcan İdrisi ile birlikte "Cihad-ı İslam" adlı dergileri çıkararak Almanya'daki Türk esirlerin meselelerini ve Rusya' da yaşayan Müslüman Türk­ lerin problemlerini kamuoyuna anlatmaya çalışmıştır. Yine lbrahim'in girişimleri sonucu Zossen kampında bir mescit açılmış ve Cuma günleri burada verdiği vaazlar ile düşün­ celerini Müslüman askerlere anlatmıştır. Burada cihat dı­ şında vurguladığı bir diğer husus da, savaş sırasında Ana­ dolu' dan çok sayıda gayrimüslimin göç ettiğini ve bunların 90 91 92

Uzun, a.g.m., ay. yer.; Türkoğlu, a.g.e., s. 74-75. Devlet. Nadir. Rusya Ti4rk· lerinin Milli Mücadele Tarihi, Ankara, ı 999, s. 224. Devlet, a.g.e., ay. yer. Devlet Nadir; Doğuştan GünümUze BüyUk İslanı Tm·i­ hi Ek cilt, İstanbul, 1993, s. 1 16. Andican. A. Ahat, Osmanlıt:lan Günümüze Türkiye ve Orra Asya , İstanbul, 2009. s. 321. 97


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

arazilerinin Müslümanları beklediğini anlatarak da onları ikna etmeye çalışmıştır."

Asya Taburu:94 Almanlara esir düşen Türk soylu askerlerin arasında İdil-Ural bölgesinin Tatar kimliğine mensup askerlerinin fazla olduğu aşikardır. Savaşta, Türklerin Almanlara esir düş­ melerinin altında sadece savaşın gidişatının alakası yoktur. Çünkü Hostler'in şu cümleleri bu fikrimizi güçlendirmek­ tedir; "Birinci Dünya Savaşında, 1914-1918 yılları arasında, Tatarların hemen hepsi Rusların yenilmesini istiyorlardı. Or­ duda bulunan Tatarların birçoğu ya görevlerini terk etmiş­ ler veya askerden kaçmışlardır."95 Diğer yandan, Kırım Süvari Alayı'nda da görevli asker­ lerin çoğu Kırım Tatarlarından oluşmaktadır. Ayrıca az da olsa Kırımlı piyade asker de vardır. Bunlar, I. Dünya Sava­ şında Batı cephesinde Avusturya-Macaristan ordularına karşı savaşmışlardır. İşte bu askerlerden esir düşenler de, gönüllü olarak Türkiye'ye gitme talebinde bulundukları ve bilahare Osmanlı ordusunda görev yaptıkları bilinmektedir.96 Yani, gerek Kırım, gerek Kazan ve gerekse Sibirya Tatarları ara­ sında Rus ordusuna alınmış askerler vardır. Bunlar Alman ve Avusturya-Macaristan ordularına karşı savaşılan cephelere 93 94

95 96

Türkoğlu, a.g.e., s. 76. Konu ile ilgili Nadir Devlet, ..1. Dünya Savaş'ında Osmanhlar Safında Çar­ pışan Ttirk - Tatar Askerleri (Asya Taburu), konulu bir tebliği XIII. Tur'k Tarih Kongresinde 8 Ekim 1999, saat: 14.00' de sunmuştur. (Keleşyılmaz. a.g.m., s.76, dipnoı 32) Ancak, bildiriler kitabında yer almadığından, metne ulaşılamamıştır. Hostler, Charles Warran (Çev: Mithat San), Türkler ve Sovyetler, Ankara, ı 976, s. 87. Kırımlı, Hakan. Kırım Tatarlarrnda Milli Kimlik ve Milli Hareketler (1905 1916), Ankara, 1996, s.241 -242. 98


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

sevk edilmişler ve bu askerlerden on binlercesi esir düşmüş olup. Almanya'nın Wünsdorfve Avusturya'nın Eger kamp­ larında bulunmuşlardır.97 Evet, Abdürreşid lbrahim ve beraberindekilerin çalışma­ ları neticesinde� Osmanlı Devleti 'nin saflarında savaşmayı kabul eden askerler ile Alman hükümetinin yardımları ne­ ticesinde bir tabur oluşturulmuştur. Oluşturulan bu tabura da Asya Taburu adı verilmiştir. Her ne kadar fanga Milli Yol dergisinde Lütfullahoğlu imzası ile yazılan bir dizi yazıda, bu askerler Tatar Türkü olarak gösterilse de, Çar'ın Türkis­ tan' da 18-45 yaş arasında bulunan erkeklere yönelik sefer­ berlik emrinden önce, Rusların Nogay Türklerinden başka kimseyi askere almadıklarını da Fahrettin Erdoğan hatıra­ larında ifade etmektedir. Ruslar, 1. Dünya Savaşında istis­ nai olarak da, Yamutlardan ve Azerbaycanlılardan birer gö­ nüllü fırkası hazırlayarak, Alman cephesine göndermişlerdir. Ancak, bunlar yalnız kılıç ve süngü ile savaşmaya alışık ol­ duklarından, top atışı altında pek faydalı olamamışlardır.•• Yine, Asya Taburu adı verilen ve Jrak'ta savaşan askerlerin arasında her ne kadar çoğunluğu İdil-Ural bölgesinden ge­ lenlerden oluşmakta ise de, bunların arasında Kırımlıların da yer almış olması ihtimal dışı değildir.•• Ancak. adı geçen Asya Taburu'nun gönderilmesi hemen­ cecik öyle kolay da olmamıştır. Dönemin Osmanlı Devle­ ti'nin Bedin Ataşemiliteri 10.12.1915 tarihli yazışmasında ya­ pılan faaliyetlere ve gözlemlerine dair şu bilgileri vermiştir: "Bugün Cuma günü Müşir Fuad Paşa Hazretleri ve ma­ iyetindekilerle İslam üserası ordugahını ziyaret eyledim. Bu 97 98 99

Keleşyılmaz, Vahdet, "Teşkilat-ı Mahsusa ve Ce..-men Esir Kamplanndaki Tatarla..-", s.l (www. De..-gile..-.anka..-a.edu.t..-/de..-gile..-/451797/ 1 0 1 95.pdf. E..-dofJ:an, Faluettin, Tü,.k Elle,.inde Hatı,.ala,.,m, Ankara, 1998, s. 12 l . Kırımlı, a.g.e., s . 242. 99


SEBAHATTIN ŞİMŞiR

ordugah iki kısımdır. Birisi Tatar ve Gürcülere mahsustur. İki bini Gürcü mütebakiyesi Tatar olmak üzere 12.000 kişidir. İkinci kısımda; Hindli, Faslı, Tunuslu, Cezayirli olmak üzere 4.500 kişidir. Her iki kısıma bir miralay kumanda ediyor. Umum üsera bölük bölük barakalara taksim olunmuş­ tur. Tatar ve Gürcü üsera Rusya'dan esir edilmiş olup kıya­ fetleri muntazamdır. Fransız ve İngilizlerden alınan Arap ve Hindli esirlerin kıyafetleri gayr-ı muntazamdır ve birçoğu milli kıyafetleriyle bulunuyorlar. İhtida Tatar ve Gürcülerin bulunduğu yere gidildi. Haz­ ret-i hilafet-penahiden komisyon-ı mahsus mektubu tebliğ ve selam-ı padişahi ile tebşir eylendi. Önlerinden geçtiğimiz müddetçe kendilerine mahsus bir şive ve nida ile 'padişahım çok yaşa' deniliyordu. Tatarların camiinde Cuma namazını eda ettik. Namazı müteakip imam efendi tarafından vaz u nasihat verildi. Taraf-ı aciziden dahi Çanakkale muharebesi tasvir edildi. Müşir Fuad Paşa tarafından dahi mücahede­ nin kutsiyeti izah edilerek işbu üseradan memalik-i şahaneye gitmek isteyenlerin gidebileceği ve bunlardan arzu edenlerin muharabe-i cihadiyeye iştirak edebileceği ve kalmak isteyen­ lere arazi ve saire verilerek iskan ettirileceği beyan buyruldu. Bu beyanat ve izahat esnasında umum müteessir oluyordu. Ağlayanlara çok tesadüf olundu . . . çalıştıkları işlikler gezildi. Bunu müteakip ikinci kısmın bulunduğu mahalle hare­ ket olundu. Hindlilere bir Alman vasıtası ile İngilizce, Arap­ lara Müşir Fuad Paşa tarafından Arapça izahat verildi. Bu Araplardan "Turku" denilen sekiz yüz kadar bir kuvvet mü­ cadeleye hazırdır. . . Tatarlar kısmında Ramazanof isminde mülazım nazar-ı dikkatimi celbetti. Bu zabit muharebeye gitmeyi arzu edi­ yor. Gürcü dört zabit daha müheyyadır. Bu ziyaret üzerine 100


TÜRKLÜK BiLGiSi

iNCELEMELERi

Memalik-i Osmaniyeye gitmeye çok talep çıkacağı memul­ dur. Vakit buldukça tekrar ziyaret edeceğim. Ordugah Ber­ lin'den otomobil ile yarım saat rnesafededir." 1 00 Abdürreşid İbrahim, 15 Kanunusani 331 (15 Ocak 1916) tarihli yazışmasında şu cümleleri yazmıştır: "Evvelce arz olun­ duğu gibi tamamı bir tabur (1002) asker ihzar olunmuş, sevk edilmek üzere dört göz ile intizar olunuyorlar. Her gün her hafta sonu denilmekte. Yol da açıldı bakalım. Bunları elbette bir kışla da misafir etmek icab eder. Cihad diyerek gidecek­ Ier."10 1 İbrahim'in 1 1 Nisan 332 (24 Nisan 1916) tarihli rapo­ runda da; "Üsera-yı İslamiyenin cihada iştiraki hususunda Dersaadet'e celblerinden sarfınazar edildiğinden bu babda te­ şebbüsatta bulunulmaması ve Tatar ve Dağıstan ahalisi nden olup . . . evvelce tasarruf olunan efrad sevk olunacaktır. Cel­ bolunacak efradın sevkleri Almanya Harbiye Nezareti Kısm-ı siyasisi müdiriyle kararlaştınlmıştır." 102 Asya Taburu'nun ilk kısmı, 1 Mayıs 1916 tarihinde Berlin'den hareket ederek 7

Mayıs 1916 tarihinde İstanbul'a gelmiştir. Daha sonra bu

toplamda gelen 1000 kadar kişi Anadolu'nu n değişik yerle­ rinde iskan edilmişlerdir. 29 Mayıs 1916 tarihinde Teşkilat-ı Mahsusa Riyaset-i Aliyesine gönderilen şu satırlar da önem­ lidir: "Avusturya ve Almanya' dan Dersaadet'e celbedilip be­ ra-yı iskan Memalik-i Osmaniye'ye sevk edilmiş üsera-yı İs­ lamiyenin ahvalini ve haklarında şimdiye kadar ifa olunan muamelat ve muaveneti yakından tetkik etmek üzere. . . vuku bulan tefrişat binnetice arz olunur."1 03 Getirilen Tata r Taburu askerleri cepheye sevk edilme­ den önce, Kayseri, Niğde, ki bunlar bazı sıkıntılardan dolayı 100 101 102 103

Keleşyılmaz., a.g.m., s. 69-70. Keleşyılmaz, a.g.m . . s. 73. Keleşyılmaz, a.g.m., s. 76. Keleşyılmaz, a.g.m., ay. yer. ıoı


SEBAHATTIN Ş i M Ş i R

Kayseri'ye, Konya vilayeti, Nefs-i Karahisar-Sahib ve civar köyleri, Eskişehir sancağı ile Mahmudiye nahiyesiyle havalisi ve Sivrihisar kazası, Ankara vilayeti diihilindeki Haymana kazası ile Akdağmadeni, Bilecik, İzmit, Bursa ve civarı köy­ leri ve Orhangazi kazası, Nefs-i Adana, Nefs-i Kozan, Dört­ yol. . . Tatarların iskan dildiği yerlerdendir.'0 4

Asya Taburu Çavuşlarından Lütfullahoğlu'nun Hatı­ raları: Yukarıda ifade ettiğimiz hususları destekleyen önemli bir vesika da, Asya Taburu'nda Çavuş olarak görev yapan Lüt­ fullahoğlu'nun fana Milli Yol mecmuası'nın 1931-1932 yılla­ rında yayınlana hatıralarıdır. Lütfullahoğlu hatıralarının gi­ riş kısmında, "yazıma İdil boyu Türk Tatarlarının Türkiye yanında gönüllü olup savaşa katılmaları hakkında Rus ve İngiliz Erkan-ı Harpleri tarafından yazılan kitaplar olsa da, bunu bizim yazmamız daha önemli ve yazdıklarımız daha kıymetlidir"1 0 5 dedikten sonra, "Bu hatıralar, bizim kahra­ man gençlerimizin, her ne kadar bugün Bolşevik zulmü al­ tında ezilseler de, onların Türkiye' deki kardeşlerinin aileleri ve yurtları için verdikleri savaşta gösterdikleri kahramanlık­ lardan örnekler bulacaklardır.'06 Bu giriş cümlelerinden sonra Almanlara esir düşüşlerini ve esirler arasında Kazan, Ufa, Orenburg, Troitsk gibi yer­ lerde medrese okuyanların dahi bulunduğunu belirtmekte­ dir.'0' Sonra, esirlerin, Alman hükümetine müracaat edip, Türkiye yanında savaşa katılmak için kendilerinin Türki104 Keleşyılmaz, a.g.m., s. 76-77. 105 Lütfullahoğlu, "Asya Taburu": }ana Milli Yol Mecmu.ası, Y. 3, Aralık 1931. S. 12, s. 13. 106 Lütfullahoilu, ay. yer. 107 Lütfullahoğlu, ay. yer. 102


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

ye'ye geçme imkanlarını sormuşlardır. Hem Almanya, hem de Türkiye hükümeti bu mühim askeri güçten faydalanmak için, hemen Türk-Tatar esirlere bu durumu daha iyi anlat­ mak için Kadı Abdürreşid İbrahim ve bazı mollalar Berlin'e gönderilmiştir. Kadı, gelip askerlerle görüşmelere başladığı gibi "El-Cihat" gazetesini çıkarmaya başlamıştır.'0' Bu arada 14 Ekim 1915 tarihinde Bulgarların Almanya yanında savaşa girmesi, Sırbistan'ın Başkenti Belgrad'ın alın­ ması ile Berlin-lstanbul yolunun da açılmış olması oluştu­ rulan "Asya Taburu" için Türk.iye'ye gidiş günlerini yaklaş­ tırmıştır.109 Asya Taburu'nun Tren ile hareketi, yolda gördükleri, Bulgaristan'a geldiklerinde Bulgarların onları samimiyetle selamlaması yazarın dikkatinden kaçmamıştır. Türkiye'ye yaklaştıkça heyecanları arttığı gibi, bu hatıralara şöyle yan­ sımıştır; "Türkiye hududundaki Meriç nehri köprüsüne gel­ dik. Biz sevinç ve heyecan içinde idik. Uzaktan Edirne şeh­ rinin üstünde göğe çıkan Selimiye Camiinin minarelerini görünce gözlerimizden ihtiyatsız yaşlar döküldü. Çünkü top­ rağına ayak basmayı özlediğimize yaklaşmış ve şu andan iti­ baren onun müdafaasına iştirak etme şerefine nail oluyor­ duk. Bu zamana kadar bütün Türk Dünyasında hürriyetini muhafaza edebilen, bu gün ise Anadolu'yu müdafaaya mec­ bur kalan Türklere yardım ise, bütün Türk ırkına mensup yiğitlerin vazifesidir." 1 1 0 İstanbuJ'a yaklaştıklarında heyecanlar daha da artmıştır. O anları ise; "Mukaddes İstanbul şehri uzaktan göründü. Gök Marmara kenarında İstanbul'un çiçek gibi görünüşü bizim 108 Lütfullahoğlu. a.g.m., s. 14. 109 Lütfullahoğlu, ay. yer. 1 ıo Lütfullahoğlu. a.g.m .. s. 15. 103


SERAHATTIN Ş i M Ş i R

aklımızı aldı. Türk'ün al bayrağına trenin bütün pencerele­ rinden yaklaşıyorduk. Bir anda Fatih, Sultan Ahmed. Bayazıd ve Süleymaniye camilerinin minareleriyle karşı karşıya kal­ dık. Türk halkının el çırpışları arasında Sirkeci istasyonuna geldik (8 Mayıs 1916). İstasyonda Harbiye Nezareti'nin ban­ dosu karşıladı. Türkler sevinirken, gayrimüslimlerin gardı düştü. Bir Rum yanıma gelip; Siz, Çanakkale' den geliyorsunuz, muharebe bitti mi? dedi. Yok, biz İdil-Ural Türk Tatarlar, Almanya'dan gö­ nüllü olup muharebeye geliyoruz. Daha var mı, kaç kişi. İşte böyle gördüğün gibi kuvvetli, muntazam talim görmüş yüz yirmi kişi var. Bunlar kiminle muharebe edecekler? Bu ordu Rus cephesini yaracak. Rusları ezip atacak. Taa, Orenburg, Ufa ve Kazan'a gidecek. Orada bir Türk-Tatar devleti kuracak, dedik" '" Asya Taburu ilk olarak, Rus çıkarmasına tedbir için Şile sahillerinde görevlendirilmiştir.1 12 Buradan Musul'a gönderil­ miş olup, Halep ile Bağdat arasında bulunan Dir-zur bölge­ sine sevk edilmişlerdir."' 25 Kasım 1916 tarihinde 156. Alaya dahil olmuşlar, etraflarına toplanan Araplara karşı girişilen mücadele de ilk şehit ve yaralılarını vermişleridir.'" Bağdat'ın geri alınmasından sonra ise, Felluce'ye geri çekilmişler ve 15 1 1 1 Lütfullahoğlu, ay. yer. 1 1 2 Lütfullahoğlu, ..Asya Taburu': /ana Milli Yol Mecmuası, Y. 4. Ocak 1932, S. 1 , s . 26. 1 1 3 Lütfullahojlu, ..Asya Taburu", /ana Milli Yol Mecmuası, Y. 4, Şubat 1932, S. 2, s. 29. 1 1 4 Lütfullahoğlu, "Asya Taburu': fana Milli Yol Mecmuası, Y. 4, Nisan 1932, S. 4, s. 24. 104


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

Mart 1917 tarihinde buraya gelmelerine rağmen, İngiliz hü­ cumları karşısında tutunamayarak, Ramadiye'ye kadar çe­ kilmişlerdir.'" 20 Haziran 1917 tarihinde gerçekleşen İngiliz saldırısı sonucu Türk birliklerinin savaşı kaybetmesi netice� sinde şehit ve yaralılar yanında Asya Taburunun büyük bir kısmı esir düşrnüştür. 116 Kendilerini kurtaranlar, Heyet ile Dir-zur arasındaki yolu koruma görevini üstlenmişlerdir.' " 1918 baharına ka­ dar devriye görevi yürüten tabur, Gina'ya İngilizler hücum edince ağır bir mağlubiyet almışlar ve Fırat'ı ancak 18 kişi aşabilmiştir. 1 18 Bu üzücü durum sonrası Asya Tabu runa İs­ tanbul'a dönme emri verilmiş, tren yolculuğu sonucu gelen­ ler Fatih medresesine yerleştirilmişler ve askerlere madalya ve beratları takdim edilerek terhis edilmişlerdir. Bunlardan, ki toplamda 170 kişiden 30 kadarı İstanbul'da kalmıştır. Geri kalan Rusya'ya memleketlerine dönmüştür. İngilizlere esir düşenler ise, Hindistan'a götürülmüşler. Ancak 1920 yılında İstanbul'a getirilmişlerdir. Bunların da bir kısmı memleketine dönüp, Bolşevikler ile Menşevikler arasındaki savaşa Vran­ gel'in komutasındaki Ak Ordu saflarında katılmışlardır.1 19

Sonuç: Birinci Dünya Savaşı tüm dünya için olduğu kadar Rusya mahkıirnu Türkler ve Anadolu Türkleri içinde kendine mahsus l l 5 Lütfullah oğlu, ..Asya Taburu", /ana Milli Yol Mecmuası, Y. 4, Haziran l 932, S. 6. s.25. 1 16 Lütfullahoğlu, ..Asya Taburu", /ana Milli Yol Mecmuası, Y. 4, Eylül l 932, S.9, s.20. 1 1 7 LütfuUahoğlu. ..Asya Taburu", }ana Milli Yol Mecmuası, Y. 4, Aralık 1932, S. 12, s.18. 1 1 8 Lütfullahoğlu, '"Asya. Taburu"', /ana Milli Yol Mecmuası, Y. 5, Şubat 1933, S. 2, s. 1 3. 1 1 9 Lütfullahoğlu, a.g.m .. ay. Yer. ıos


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

bir öneme sahiptir. Rusya mahkllmu Türkler, Rus ünifor­ ması ile başladıkları savaşı bir kısmı Osmanlı Türk ünifor­ ması ile tamamlamıştır. Ruslara esir düştükten, Osmanlı ordusuna katılmak için Kazan, Sihir ve Kırım Tatarları yanında Kafkasya Müslü­ manlarından da gelenler olmuştur. Özellikle, başta Abdür­ reşid İbrahim olmak üzere bazı Türk dünyası aydınları Teş­ kilat-ı Mahsusa'nın teklifiyle bu Türkleri cihad etrafında toplamaya çalışmışlardır.

1 06


13.

TÜRKİSTAN-AVRUPA TİCARİ MÜNASEB ETLERİ N İ N OSMANLI D EVLETİ VASITASI YLA TESİ Sİ N E DAİR BİR TEŞEBBÜS SİYASİ Mİ KÜLTÜR EL M İ ? 1 20

Giriş: XX. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti'nde ekonomiyi güçlendirmek amacıyla "Osmanlı Anonim Şirketleri" adıyla pek çok şirket kurulmuştur. Bunlardan 1909- 1918 arasında kurulmuş olan 130 kadar şirket, 1918 yılında Ziraat ve Ti­ caret Nezareti tarafından bir katalog içinde toplanmış, bu katalogda açıklamalarıyla birlikte yayınlanmıştır. 1918'den sonra kurulanlar ise, bu katalogda bulunmamaktadır. Bu şir­

ketlerden birisi de bizim bildirimizin konusu olan "Beynel­ milel Petrol ve Pamuk Ticaret Osmanlı Anonim Şirketi" dir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde şirketle ve şirket nizam­ namesiyle ilgili vesika kümesi nden öğrendiğimize göre şir­ ket, merkezi İstanbul' da olmak üzere Osmanlı vatandaşları tarafından kurulmuştur. Şirketin kuruluş gayesi Osmanlı Devleti ile Türkistan, Kafkasya, İran ürünlerini Batı Avrupa mamulleri ile mübadele etmektir. Biz bildirimizde "Beynelmilel Petrol ve Pamuk Ticaret Osmanlı Anonim Şirketi"nin kurucuları, kuruluş gayesi, işleyiş şekli. . .vb. hakkında bilgi verdikten sonra, Osmanlı

120

XVll. Türk Tarih Kurumu Kongresi, 14· 1 7 Eylül 2014 tarihide sunulmuş bildiridir. 107


S E BA.HATTIN ŞiMŞiR

Anonim Şirketleri arasında bu şirketin yeri ve önemine de­ ğinerek, değerlendirmeye çalışacağız.

Osmanlı Ticaret Hayatında Şirketler: Osmanlı Devleti'nde sanayi, ticaret ve tarımın geliştiril­ mesi amacıyla bir dizi düzenleme yapılmıştır. 1838 yılında "Meclis-i Ziraat ve Ticaret Komisyonu" oluşturulmuş, Tan­ zimat Fermanı'nın kabulünden sonra 24 Mayıs 1839 sene­ sinde İstanbuJ 'da "Umur-ı Ticaret ve Ziraat Nezareti" ku­ rulmuştur'". Osmanlı Devleti'nde şirketlerin teşekkülü de ancak Tanzimat sonrasında mümkün olabilmiştir. Osmanlı Devleti'nde ilk anonim şirketin kurulmasına öncülük eden Mustafa Reşit Paşa olmuştur. Bu amaçla hisseleri 1 850'de sa­ tışa sunulmuş 1851 yılında Şirket-i Hayriye kurulmuştur'22• Bu şirketle Osmanlı Devleti'nde sermaye sağlamayı kolaylaş­ tıran bir tüzel kişilik ilk kez oluşturulmuştur. Ancak şirke­ tin hisseleri Mustafa Reşit Paşa'nın baskısıyla Osmanlı dev­ letinin üst kademelerindekilere satılabilmiştir. Osmanlı Devleti'nde şirketlerden söz eden ilk yasa, 1850 tarihli Kanunname-i Ticaret'tir. Bu yasanın 10. maddesinde kolektif şirketlere, 36. maddesinde ise genel olarak ticaret şirketlerine ve adi şirketlere yer verilmiştir. Ancak ticaret ile ilgili pek çok konuyu kapsam dışında bıraktığından dolayı bu kanun çok eleştirilmiştir. Ticaret şirketlerinin çok genel tanımlandığı kanun, sadece ticaret şirketlerinin türleri hak­ kında bilgileri içermektedir' 23• 121 hıtp;//www.sanayi.gav.tr/Pages.aspx?pagelD=20J&lng=tr. 122 Kütükoğlu, Mübahat S., ..Osmanlı Buharlı Gemi işletmeleri ve l:ımir Kör· fezi Hamidiye Şirketi':Çagını Yakalayan Osmanlı, (Haz. Ekmeleddin lhsa­ noğlu·Mustafa Kaçar), IRCICA Yay. no:6, İstanbul, 1995, s.175. 123 Kenanoğlu, M. Macit, Osmanlı Tica,..et Hukuku, Lotus Yayınlan, Ankara, 1 995, s.77; Akyıldız, Ali, Osmanlı Dönemi Tahvil ve His.se Senetle,..i, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 200 1 , s.22. 108


TÜRK.l.ÜK BlLGISl iNCELEMELERi

1876 Kanun-ı Esasisi'nin 1 3. maddesinde de Osmanlı te­ baasının kanun ve nizamlar içinde ticaret. zanaat ve çiftçi­ lik yapmak için şirketler kurabilecekleri belirtilmiştir. 1883 yılında anonim şirketler dahili nizamnamesi ve 1887'de ya­ bancı ülkelerde kurulup Osmanlı topraklarında faaliyet gös­ terecek anonim şirketlerin acenteleri hakkında bir nizam­ name yayınlanmışsa da, sefaretlerce kapitülasyonlara uygun olmadığı gerekçesiyle, bu nizamnameler uygulanamamıştır" . Osmanlı Ticaret Kanunnamesi ticari şirketleri, Kollektif, Komandit ve Anonim şirket üç başlık altında isimlendirrniştir. Kanunname' de anonim şirketler ..tesrniyesiz şirket" yani hiç­ bir hissedarın ismiyle tarif edilemeyeceği belirtilmiştir. Böy­ lece anonim şirketlerin, diğer şirketler gibi şahıs üzerine de­ ğil, sermaye üzerine kurulduğu belirlenmiştir. Anonim şirket hissedarları koymuş oldukları sermaye yani sahip oldukları hisse senedi oranında şirketin kar ve zararına ortaktırlar125. Meşrutiyetin ilk beş yılı 1908-1913'te kurulan anonim or­ taklıklar yabancı-gayrimüslim ortaklığına gidilmiş, şirketlerin çoğunda yabancı sermaye ağırlığı korunmuştur. "Milli İkti­ sat" dönemi diye adlandırılan 1914-1918 döneminde ise faa­ liyete geçen anonim şirketlerin büyük çoğunluğunda Müs­ lüman-Türk kesim tarafından gerçekleştirilmiştir. 1908-1918 yılları arasında 236 şirket kurulmuştur. 1918 yılında faaliyet gösteren 129 şirketten 1 20'si İttihat Terakki döneminde ku­ rulmuşlardır. Bu 129 şirketin 42'si ticaret, 4l'i sanayi, !6'sı 124 Tekeli, İlhan, "Türkiye'dek.i Şirketlerin Gelişimi ve Kapitalin Yoğunlaşma Süreci': Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Şirketler/Holdingler. Fa­ sikül:76, İletişim Yayınları, İstanbul, 1 985, s.2388. 125 Sırma. lbrahim, ..Osmanlı Anonim Şirketlerinde Kar Dağıtımı': Akdeniz Üniversitesi Uluslararası Alanya işletme Fakültesi Dergisi, 111/2, 20 1 1 , s. I 1 9 http://alanyadergLakdeniz.edu.tr/_dinamik/ 1 64/ l 92. pdf. 1 09


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

mali, lS'i inşaat ve nakliyat, 9'u sigorta 6'sı ziraat alanında faaliyet göstermiştir1 26•

Beynelmilel Petrol Ve Pamuk Ticaret Osmanlı Ano­ nim Şirketi Nizamnam.esi: Beynelmilel Petrol ve Pamuk Ticaret Osmanlı Anonim Şirketi'nin Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde İ.DUİT.00123 numarada 8 varak, 9 bölüm ve 46 maddeden oluşan bir ni­ zamnamesi bulunmaktadır. Bu nizamname ile şirketin nasıl kurulduğu, sermayesi, ortakları, işleyiş şekli açıklanmıştır. Nizamnamenin birinci bölümü şirketin kuruluşu, amacı, adı ve merkezinin belirtildiği birinci ve üçüncü maddeleri kapsamaktadır. Bu nizamnamenin birinci maddesine göre; şirket Osmanlı ülkesi, Türkistan, Kafkasya, İran ürünleri­ nin Batı Avrupa mamulleri ile mübadele ve özellikle pamuk ve petrol ticareti ve her tür ithalat ve ihracat işleriyle uğraş­ mak üzere aşağıda imzaları bulunan hisse sahipleri arasında bir Osmanlı Anonim Şirketi kurulmuştur' 27• Nizamnamenin ikinci maddesinde şirketin unvanının "Beynelmilel Petrol, Pamuk ve Ticaret Osmanlı Anonim Şir­ keti" olacağı ve Osmanlı Devleti'nin mevcut kanun ve ni­ zamnamelerinin uygulanacağı belirtilmişti r'28 • Nizamnamenin üçüncü maddesinde şirketin merkezinin İstanbuJ'da olacağı ve Osmanlı ülkesinin muhtelifbölgelerinde 126 Osmanlı Anonim Şirketleri Kataloğu ile ügili iki farklı yayın için; Balcı, Ramazan, Sırma, lbrahim, Ticaret ve z;,.aat Nezareti Memdlik-i Osmani­ yei:Je Osmanlı Anonim ş;,.ketle,.;, lstanbul Ticaret Odası Yay. No:2010-64, İstanbul, 2012, s.38; http://www.ito.org.tr/itoyayin/0027327.pdfve Osmanlı Anonim Şirketleri (Yay. Haz. Celali Yılmaz), Scala Yay., lstanbul, 201 1 , s.5768. 127 BOA.LDUIT.00123, s.2. 128 BOA.1.DUIT.00123, s.2. 1 10


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

veya yabancı ülkelerde şubelerinin bulunacağı yani şubeler açıldıkça Ticaret Bakanlığı'na bilgi verileceği yazılmıştır'". Nizamnamenin dördüncü maddesinde şirketin bazı se­ beplerle kapatılmadıkça veya süresi uzatılmadıkça, şirketin süresi 90 sene olacağı belirtilmiştir''0• İkinci bölüm imtiyaz sahipli hissedarların bu imtiyazla­ rını şirkete devretmesi, şirketin sermayesi, sermaye artırımı ve hisse senetlerine ilişkin düzenlemeleri ihtiva etmektedir. Beşinci maddede, şirketin sermayesi 660.000 Osmanlı lira­ sından ibaret olup, her biri 13 Osmanlı lirasından 20 kuruş değerinde 50.000 hisseye bölünmüştür' " . Şirket Heyeti'nin bu sermayeyi bir misli arttırma yetkisi bulunmaktadır. Ser­ maye arttırılmaya karar verildiği zaman, Hükümete bilgi ve­ rilecektir. Şirketin dışarıya satacağı hisse senetleri hakkında Ticaret Bakanlığı'na bilgi verilecektir "'. Altıncı maddede şirket sermayesinin tamamı imza ve yüzde onu karşılandıktan sonra kesin surette kurulmuş sa­ yılacak, hissedarların ödedikleri taksitleri ödediklerini gös­ teren geçici senetler verilecek, sermayenin yarısı ödendikten sonra, hisse sahiplerinin geçici senetleri, asli senetlere çev­ rilecektir. Şirketin hisse senetlerinin bir kısmı Türkçe diğer kısmı tarafların dillerinde düzenlenecektir. Sermayenin ilk taksitinin ödenmesinden sonra kalacak miktar, şirketin ihti­ yaçlarına göre veya İdare Meclisi kararına göre İstanbul ve­ sair yerlerde çıkan resmi ve gayrı resmi bazı gazetelerde en 129 BOA.l.DUİT.00 123, s.2. 130 BOA.1.DUİT.00 123, s.4 1 3 1 Bu konudaki 4 Eylül 1 9 1 9 tarihli düzenleme aynnusı için BOA.1.DU· IT.00123, s.12. 132 BOA.İ.DUİT.00 123, s.4 ili


SEBAHATTI N

ŞiMŞiR

azından 30 gün önce ilan olunacaktır. Cüz'i sermaye tama­ men ödendikten sonra Ticaret Bakanlığına bilgi verilecektir"'. Yedinci maddede hisselerin bedelinin yarısı ödeninceye kadar, verilen senetler hisse sahipleri üzerinde olacak, bede­ linin %IO'u ödenmedikçe, havale ve satılamayacaktır. Senet­ lerin havale ve satışı müdür ve müşterinin imzaları ile şirket defterine kaydedilecek, hisse senedinin bedelinin yarısı öden­ dikten sonra, senet yöntemiyle muhatabına verilecektir'". Sekizinci madde şirketin hisselerinin Şirket nazarında bölünemeyeceğine dairdir. Yani hissedarların varis veya ala­ caklıları şirketin idaresine müdahale edemezler, mal ve em­ lakine haciz koyamazlar, Genel Heyetin kararlarına uymak zorundadırlar'35. Dokuzuncu madde zamanında ödenmeyen hisse senet­ lerinin taksitlerine, senelik % 8 faiz uygulanarak tahsil edi­ leceğine ilişkindir'36• Onuncu madde Şirketin zamanında ödenmeyen senetler ile ilgili senet sahipleri mahkemeye verilebilecek ve hisselerini satmaya bile şirket yetkili olacaktır. Hisselerin satılması için 15 gün evvel gazetelere ilan verilecek ve hiçbir şekilde başka bir uyarıda bulunulmayacaktır. Bu şekildeki hisseler borsa­ larda değil, açık arttırma yöntemiyle satılacak ve yeni sahip­ lerine yeni senetler düzenlenecek, eskileri iptal edilecektir' 37• Üçüncü bölüm şirketin iç işleri; şirket yönetimine ilişkin düzenlemeler kapsamında, yönetim kurulunun seçimi, ça­ lışma prensipleri, süreleri, ücretleri gibi meseleler hakkında­ dır. On birinci madde şirketin işleri ve her tür anlaşmaları 12 133 134 135 136 137

BOA.l.DUIT.00 123. s.4-5. BOA.LDUİT.00 123, s.5. BOA.J.DUİT.00 123, s.5. BOA.i.DUJT.OOJ 23, s.5. BOA.LDUIT.00123, s.5-6. 1 12


TÜRX.LÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

kişiden oluşan genel bir heyetçe yürütülecektir. Meclis-i idare üyeleri: l. Tüccar ve Maden Sahibi Pado Akamdan Anaryan, 2. Tüccar Racya Yasaryan 3. Dava vekili Hamayak Hüsrev­ yan

4.

Tüccar Karink lncücüyan 5. Maden sahibi Şamil Za­

toryan 6. Tüccar Aris l ncücüyan 7. Tüccar Harnuyun Mir­ zayan 8. Tüccar İvan Sakırinski'dir138• On ikinci madde de beş sene süre ile tayin edilen üyele­ rin, bu süre dolduktan sonra seçim yapılmak suretiyle, şir­ ketin İdare Meclisinde görevlendirilmeleri, üyelerin ilk ye­ nilenmesinden sonra idarecilerin kur'a He, ondan sonra da eskilik itibarıyla en eski üçü değiştirilmek suretiyle idareci­ ler, yenilenecektir. Tamamı görev aldıktan sonra, tekrar se­ çim yapılacaktır'39• On üçüncü madde İdare Meclisinin iş yoğunluğu da esas alınmak suretiyle, şirket merkezinde ekser çoğunlukla üç ayda bir toplanması ve şirket ile ilgili kararları alması ile ilgilidir''0. On dördüncü madde de İdare Meclisinin bütün görüş­ meleri Zabıt Defterine kaydedileceği, altının Meclis Baş­ kanı ve üyeler tarafından imzalanması kaydıyla meşru ola­ cağı hakkındadır'". On beşinci madde İdare Meclisi üyelerinin her birinin lOO'er hisse senetleri bulunacağı, bedelleri şirketin kasasında verileceği ve üyelikleri devam ettiği müddetçe hisse senetle­ rini satamayacakları yönündedir. Hisse senetlerinin satıla­ bilmesi için, şirketin satışa dair özel bir damgasının bulun­ ması gerekmekteydi"'· 138 139 140 141 142

BOA.t.outT.00123, s.6. BOA.t.DUlT.00 123, s.6. BOA.l.DUlT.00123, s.6-7. BOA.l.DUlT.00 123, s.7. BOA.l.DUIT.00123, s.7. 1 13


S E BAHATTIN

ŞiMŞiR

On altıncı madde İdare Meclis üyelerinin bir veya bir kaçının ölümü veyahut istifası ya da çeşitli sebepler ile üye­ lerden bir veya birkaçının yeri boş kalırsa, İdare Meclis'i bu üyelerin yerine geçici olarak tayin edilecek, kesin seçim ge­ lecek Genel Heyet tarafından yapılacağı şeklindedir'". On yedinci madde İdare Meclisinin her sene üyeler ara­ sından bir başkan ve başkan yardımcısı seçmesi, başkan ve başkan yardımcısının yokluğunda işleri idare etmek üzere üyelerden birinin tayin edilmesiyle ilgilidir'«. On sekizinci madde yurt dışında ikamet eden veya ge­ çici olarak yurt dışında bulunanlar, şirket toplantılarına ar­ kadaşlarından birini kendilerine vekalet etmek üzere ataya­ bilecekler, ancak atayacakları üyenin kendi oyu dahil ikiden fazla oyu olmayacaktır'". On dokuzuncu maddede İdare Meclis'inin şirketin bü­ tün işleri ve mallarının idaresi ve tasarrufu için tam yetki sahibi olduğu gibi, genel kurula sunulacak hesapları kontrol, düzenleme ve dağıtılacak teminatın miktarını teklif etme hakkına da maliktir146. Yirminci madde İdare Meclisi işleri bir süre idare etmek üzere sahip olduğu yetkileri üyelerden bir veya birkaç kişiye devredebileceği gibi, dış işlerin yürütülmesi için dışarıdan bir veya birkaç kişi görevlendirebilir'47• Yirmi birinci madde İdare Meclisi'nin şirket gelirinden kendilerine hisseleri dışında şirket adına işleri yürüttükleri 143 BOA.l.DUİT.00123, s.7. 144 BOA. İ.DUİT.00123, s.7-8. 145 BOA.J.out1:00123, s.e. 146 BOA.İ. DUİT.00 1 23, s.8. 147 DOA . l . DUIT.00 1 23, s.8. 1 14


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

için. Genel Hissedarlar Heyeti tarafından tayin ve takdir edi­ len bir ücret alacaklardır148 • Dördüncü bölüm genel kurul, toplanma, karar almaya ilişkin usul ve esasları kapsamaktadır. Yirmi ikinci madde de düzenli şekilde toplanan Genel Heyet, bütün hissedarları temsil edecek statüde olduğu belirtilmiştir'49• Yirmi üçüncü madde Genel Heyet her yıl Nisan ayı içinde olağan şekilde toplanır. Bunun dışında İdare Meclisi gerek­ tikçe olağan üstü olarak Genel Heyet'i toplanmaya davet edebilir. Mutad toplantı 20 gün evvel Bakanlığa haber ve­ rilecek, yıllık şirket toplantısına bakanlıktan bir komisyon katılabilecektir'50• Yirmi dördüncü madde Genel Heyet vekaleten veya asa­ leten en azından on hisseye sahip olan hisse sahiplerinden oluşacaktır. Genel Heyette gerek asil gerek vekil hazır bulu­ nan hissedarların her dört hisse için bir oyu olacak, ancak her bir hissedarın dörtten çok oyu olamayacaktır'". Yirmi beşinci madde de yılda bir yapılan toplantı, 6. Madde de yazıldığı gibi, en az leceği belirtilmiştir'".

l

ay önce gazetelerde ilan edi­

Yirmi altıncı madde Genel Heyet gerek asil gerek ve­ kil şirket sermayesinin \4'üne sahip, hisse senetlerine sahip hissedarlar hazır bulunur ise toplanmış sayılır. Genel He­ yette hazır bulunacak hissedarlar sahip oldukları hisselerin, \4 miktarında olup, olmadığının anlaşılması için, hisse se­ netlerini 10 gün içinde İdare Meclisince gösterilen yere tes­ lim etmeleri yazı ile bildirilir. Hissedarların vermiş oldukları 148 149 150 151 ı52

BOA.1.DUIT.00 123, s.8. BOA.İ.DUİT.00123. s.8 - 9. BOA.t.DUJT.00 123, s.9. BOA.İ.DUlT.00 123, s.9. BOA.l.DUIT.00 123, s.9. 115


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

hisse senetlerinin adet ve numaralarını gösteren rapor Genel Heyete sunulmak üzere hazırlanır, İdare Meclisi ve Müfet­ tiş raporları ve yıllık hesap bilançosundan birer nüsha heyet üyelerine takdim edileceği kararlaştırılmıştır. Eğer toplantıya katılan hissedar sayısı asil veya vekil sahip oldukları hisse senetleri yeterli değil ise Genel Heyet ikinci kez toplantıya çağırabilir. Bu ikinci toplantıda bulunan hisse sahipleri his­ selerinin miktarı ne olursa olsun birinci toplantıda görüşül­ mesine karar verilmiş olan hususlar hakkında görüşme yapa­ caklardır. Ve bu şekilde yapılan görüşmeler geçerli olacaktır. Birinci toplantı ile ikinci toplantı arasındaki süre 20 günden aşağı ve bir aydan fazla olmayacak ve ikinci toplantı daveti­ yesi 10 gün evvel ilan olunacağı belirtilmiştir

153•

Yirmi yedinci madde Genel Heyete İdare Meclis Başka­ nının başkanlık edeceği, eğer Başkan bulunmuyorsa, İdare Meclisi üyelerinden birine başkanlık vekaleti seçim yoluyla ve­ rilecektir. Genel Kurulda hazır olan en fazla hisseye sahip iki kişi oy toplamakla görevlendirilir. Genel Kurul katibi, Başkan ile oy toplamak üzere görevlendirilenler tarafından seçilir'". Yirmi sekizinci madde Genel Kurul'da görüşülen ko­ nuların çoğunluğun görüşü ile karar verileceği, görüşüle­ cek konuların cedveli İdare Meclisi tarafından düzenlene­ ceği, bu cedvele dahil edilecek maddeler İdare Meclisi'nin teklifiyle %10 miktarında hisseye sahip olan hissedarlar ta­ rafından toplantı gününden beş gün evvel, yapılacak teklif­ lerle sınırlıdır. Bu cedvelde bulunmayan konular, Genel Ku­ rulda görüşülecektir'55• 153 BOA.LDU!T.00 123, s.9-10. 154 BOA.1.DUİT.00 123, s.10. 155 BOA.LDUİT.00 123, s.JO. 116


TÜRK.1.ÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

Yirmi dokuzuncu madde Genel Kurul, hisse sah iple­ rini denetlemek üzere gerek hissedarlardan gerekse dışarı­ dan bir veya daha fazla müfettiş tayin eder. Bu hak müesse­ senin kendisine aittic156. Otuzuncu madde her sene İdare Meclisi tarafından tak­ dim edilen layiha ile hesaplara dair müfettiş tarafından veri­ len raporun okunması ve hesapların görüşülmesinden sonra ya kabul ya reddeder, hisse teminatı belirlenir, Meclis İdare azasından değiştirilmesi gerekenlerinin yerine yenileri seçer ve şirketin bütün iş ve hususları görüşülür, karara bağlanır, İdare Meclisiyle ilgili gereken düzenlemeleri yapar. Fakat asil veya vekil şirket sermayesinin çoğunluğuna sahip olanlar toplantıda bulunmadıkça sermaye ile ilgili karar veremez"'· Otuz birinci madde Genel Heyetin zapt edilen görüşme­ leri özel bir deftere kaydedilir ve altı Genel Heyet Başkanı, oy toplamaya memur olan üyeler ve katip tarafından imza­ lanır. Genel heyetin her toplantısında hazır bulunan hisse­ darların isimleriyle, ikametgahları ve her birinin sahip ol­ dukları hisse miktarlarını kapsayan bir cedvel düzenlenerek mevcut olan üyeler tarafından imza edilip, Zabıt Defteri'nin o günkü sayfasına istekler iliştirilir ve ilgililere bilgi verili r""· Otuz ikinci madde ihtiyaçlar için bildirilecek Genel He­ yet'in zabıt sureti veya ihtiyaç kalemleri İdare Meclisi veya vekalet sahipleri tarafından imzalanır'59• Otuz üçüncü madde Genel Heyet tarafından hazırlanan bu nizamname hükümlerine uygun olarak verilecek kararlar, 1 56 157 158 ıs9

BOA.l.DUİT.00123, BOA.l.DUİT.00123, BOA.l.DUİT.00 123. BOA.l.DUIT.00 123,

s . l 1.

s.l 1 . s.l 1 . s. I ! . 117


SEBAHATTIN $1MŞIR

bulunmayan veya muhalif görüşte olan hissedarlar için dahi uygulanması mecburidir'60• Beşinci bölüm şirketlerin mali durumuna, hesap planına ve mali tablolarına ilişkin düzenlemeleri ihtiva etmektedir. Otuz dördüncü madde şirketin mali yılı Kanunusani başın­ dan başlayarak Kanunuevvelinin sonuncu gününde son bu­ lur. Fakat ilk yıl istisna olarak. şirketin kuruluş tarihiyle o se­ nenin Kcinunuevvelinin sonuncu günü arasındaki müddeti içine alacaktır. idare Meclisi her sene sonunda şirketin gelir ve giderini içeren bir Genel Defter düzenleyip, bu defter ile Muvazene Defterini ve hesapları Genel Heyetin toplantısın­ dan 2 ay evvel müfettişlere sunacak, Genel Heyet toplantı­ sında, heyete takdim edecektir. Genel Heyete katılma yetki­ sine sahip olan her hissedar, söz konusu defterleri ve hesapları denetleme ve inceleme yetkisine sahiptir'61. Altıncı bölüm şirketin kar dağılımına ilişkindir. Otuz beşinci maddede Şirketin yıllık teminat bedeli önce istisna­ sız hisselerin tamamına faiz olarak bedeli ve ihtiyat akçesi olmak üzere, teminatın %10'u ayrıldıktan sonra, geriye ka­ lan kısmı aşağıdaki gibi paylaştırılır: % 5'i İdare Meclisine, % 5'i Memurlara ve %90'ı hisse senetlerine tahsis edilecektir'62• Otuz altıncı madde Genel Heyetin her sene senetlerin bir kısmını kur'a usulüyle tedavülden alıp, önem ve kullanı­ mına uygun olarak, her türlü ihtiyat akçesi ihdas etmek üzere hissedarlara ait yeni maddeyle, eski maddeden %90'a uygun miktar, para ayrılmasına karar verilebilir. Bu yeni hisseler için eskisi gibi gelir verilecek ve fakat faiz verilmeyecektir'63• 160 161 162 163

BOA.LDUlT.00123, s. l 1 - 1 2. BOA.İ.DUJT.00123, s.12. BOA.LDUİT.00 123, s.13. BOA.1.DUlT.00123, s.13. 118


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

Yedinci bölüm yedek paranın nasıl değerlendirileceğine ilişkindir. Otuz yedinci maddeye göre teminat akçesi, yıllık sermayenin artışından temin edilecek, şirketin olağan üstü harcamaları veya ihtiyacına karşılık yedekte tutulacak para­ dır. İhtiyat akçesi şirket sermayesinin tamamına eşit olduk­ tan sonra sarf edilebilecek, belirlenen miktardan aşağı dü­ şerse, tekrar toparlanacaktır164• Otuz sekizinci madde yıllık gelir hisse başına % 6 faiz veya hisse geliri verilmesine yetmediği takdirde, eksik kısım ihtiyat akçesinden karşılanabilecektir'6'. Otuz dokuzuncu madde şirketin bütün taahhütleri ye­ rine getirildikten sonra, ihtiyat akçesi hissedarların tamamı arasında dağıtılabilecektir'66• Sekizinci bölüm şirketin süresi, faaliyetlerinin durdurul­ ması ve feshine ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Kırkıncı madde idare meclisi her ne vakit ve her ne sebeple olursa ol­ sun, Heyet-i Umumiyeyi toplantıya şirketin süresinin uzatıl­ ması veya fes edilmesi veyahut başka şirketler ile birleşmesi gibi hususları görüşmek üzere çağırabilir. Şirket süresinin uzatılması veya şirketin başka şirketler ile birleştirilmesi il­ gili harcı nizamnameye uygun olarak ödenmesi halinde Hü­ kümet tarafından ilgili ruhsat verilecektir'6'. Kırk birinci madde şirket sermayesinin :Y.. ' ü zayi olduğu halde, şirketi n feshine veya devamına karar vermek üzere Heyet-i Umumiyeyi davet eder. Şayet İdare Meclisince da­ vet vuk'u bulmazsa, müfettişler tarafından davet olunması hakkındadır'68 • 164 165 166 167 168

BOA.l.DUIT.00123. • . 1 3 - ı 4 . BOA.1.DUIT.00 123, s. 14. BOA.l.DUIT.00123, •.14. BOA.l.DUIT.00 123. ,_ 14. BOA.İ.DUİT.00123, s. 1 4 .

ı ı9


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

Kırk ikinci madde şirketin kapatılması halinde, şirket sü­ resinin tamamlanmasına bakılmaksızın, Genel Heyet topla­ narak. şirketin tavsiyesi ve tavsiye hesaplarının dökümünün çıkarılmasına karar verecek, hesap dökümü için bir veya bir­ kaç memur görevlendirilebilecektir. Bu iş ile ilgili memur tayi­ niyle birlikte, idare Meclisi ve Müfettişlerin görev ve yetltileri sona erer. Genel Heyet, şirketin mevcut olduğu zamanlarda olduğu gibi, tavsiyesi sırasında da görevlerini yürütmeye de­ vam eder. Hesap tavsiyesine memur olanlar, Genel Heyet'in kararı ve Hükümetin izniyle feshedilmiş şirketin hak, senet ve tahvillerini başka bir şirket veya kişiye devir veya bırakıl­ ması mümkündür169. Kırk üçüncü madde ise, bütün bu maddelerde ifade edi­ len hususlara karar vermek üzere olağanüstü şeltilde toplan­ tıya çağırılacak Genel Heyet, şirket sermayesinin en azından yarısına sahip hissedarlar toplantıda bulunmadıkça, yapılan görüşmeler ve alınan kararlar geçerli olmayacaktır170• Dokuzuncu bölüm muhtelif konular hakkındadır. Kırk dördüncü madde Şirketin kurulmasının Hükümetçe onay­ landığı tarihten itibaren bir ay zarfında İstanbul'da Takvim-i Vekayi ve diğer saygın bir gazete ile, aynı zamanda şirketin şubelerinin bulunduğu yerlerde resmi gazete veya diğer ga­ zeteler ile aynen veya özet olarak Nizamnamesinin yayınlan­ dığı gibi, Hükümet'in izniyle her türlü düzenleme keyfiyeti Ticaret Bakanlığı tarafından Şirkete bildirildikten sonra, her senenin bilanço sureti Genel Heyet'in son toplantı günün­ den itibaren bir ay zarfında İstanbul ve taşrada yukarıda ya­ zıldığı gibi ilan edilecektir'". 169 BOA.LDUJT.00 123. s. 1 5 . 1 7 0 BOA.1.DUIT.00123, s. 1 5. 1 7 1 BOA.l.DUİT.00123, s. 1 5. 120


TÜRKLÜK BİLGiSi iNCELEMELERi

Kırk beşinci madde şirketin ihraç edeceği hisselere, his­ selerin sahibini belirten kısımda yazılacağı, yayınladığı ni­ zamnamede önce şirketin ne amaçla kurulduğu ve süresi, ikinci olarak şirketin adı, üçüncüsü sermayenin miktarı ve ne şekilde sermaye artırımına gidileceği, dördüncü olarak karın nasıl taksim edileceği bilhassa şirketin ilgili birimle­ rine İdare Heyeti ve üyelerine ayrılacak miktar açıkça yazı­ lıp, beyan olunacaktır"'· Kırk altıncı madde, şirketin nizamnamesi onaylandıktan sonra, ilgililere birer nüshası verileceği gibi bir defaya mahsus olmak üzere Ticaret Bakanlığı'na 50 nüshası verilecektir'". Kırk yedinci madde, Şirketin görmüş olduğu bütün iş­ lemlerin bir cedvel halinde düzenlenerek, Bakanlığa sunul­ masına ilişkindir'74• Böylece dokuz bölüm ve kırk yedi madde halinde dü­ zenlenen nizamname ile şirketin işleyiş şekli açıklanmıştır. Nizamname metni matbu olup, şirket ile ilgili onaylanan düzenlemeler el yazısı ile yazılmıştır. Bu değişiklikler nizam­ name üst yazısında da özetlenmiştir'". Biz bu düzenlemeleri maddelerin içinde yer verdiğimiz için, ayrıca değinmiyoruz. Dava vekillerinden Hamayak Hüsrevyan Efendi ve or­ takları tarafından kurulan, "Beynelmilel Petrol ve Pamuk Ticaret Osmanlı Anonim Şirketi" adıyla kurmak istedikleri şirketin nizamnamesiyle birlikte sunulan dilekçeleri, Şura-yı Devlet 1 76 Maliye ve Nafia Dairesi'nde görüşülmüş, Genel He172 173 174 175

BOA.1.DUIT.00 123, s.16. BOA.l.DUIT.00 123, s.16. BOA.1.DUIT.00 123, s.16. Onay esnasında metne el yazısı ile ilave edilen düzenlemelerin özeti için bakınız BOA.t.DUJT, s.12. 176 Canalar, Mehmet, Baş, Yaşar, ..ŞU.r3.-yı Devlet Teşkililı ve Tarihi Gelişimi': http://dergiler.ank.ara.edu.tr/dergiler/ 1 91 1 1 5311 3569.pdf, s. 1 1 3 - 1 18. 121


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

yet'in şirketin kurulmasına dair verdiği 22 Eylül 1919 tarihli kararname ile gerekli işlemlerin yapılması hususu Ticaret ve Ziraat Bakanlığı'na havale edilmiştir. Böylece Şura-yı Dev­ let ve Meclis-i Vükela kararlarıyla"', merkezi İstanbul' da ol­ mak üzere Osmanlı ülkesi, Türkistan, Kafkasya ve İran mal­ larını Batı Avrupa mamulatı mübadele etmek, özellikle de Orta Asya'dan pamuk ve petrol başta olmak üzere her türlü ithalat ve ihracatı yapmak üzere 90 sene süre ile 660.000 lira sermaye ile şirket çıkan padişah fermanıyla kurulmuştur. Bu karar 22 Eylül 1919 tarihli olup, kararın altında Meclis-i Vü­ kela memuru ayandan bir kişi, Bahriye Nazırı, Harbiye Na­ zırı, Şılra-yı Devlet Reisi, Şeyhülislam, Sadrazam ve Hariciye Nazın Damad Ferid, Evkaf-ı Hümayun Nazırı, Maarif Nazın, Ticaret ve Ziraat Nazın, Maliye Nazın, Adliye Nazın, Dahi­ liye Nazırı ve Nafia Nazırlarının imzaları bulunmaktadır. 1 78

Şirket Üyelerinden Hamayak Hüsrevyan: Beynelmilel Petrol ve Pamuk Ticaret Osmanlı Anonim Şirketi'nin on birinci maddesinde şirket işlerinin yürüten se­ kiz kişiden oluşan İdare Meclisi'nin isimleri yazılmıştır. Altısı tüccar, ikisi maden sahibi ve biri hukukçu olan İdare Mec­ lisi üyelerinden sadece bütün resmi yazışmaları da yürüt­ tüğü anlaşılan Hamayak Hüsrevyan ile ilgili bilgi sahibiyiz. Sicill-i Ahval' deki bilgilere göre H . 1300/ M. 1882-83 ta­ rihinde İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Babası İstepan isimli bir şahıstır. Muhakemat Mektebi'nde okuduktan sonra, Sana­ yi-i Nefise mektebine girmiştir. Hamayak Hüsrevyan Efendi Türkçe, Fransızca ve Ermeniceyi çok iyi, bir miktarda Rumca bilmektedir. Ramazan 1328/M. Eylül-Ekim 1910 tarihinde 177 BOA.1.DUlT.00123, s. l 178 BOA.MV. 251/107. 122


TÜRK.LOK BiLGiSi iNCELEMELERi

800 kuruş maaşla Ticaret ve Nafia (Bayındırlık) Nezareti (Bakanlığı) Turılk ve Meabir (Yollar ve Geçitler) İdaresine tayin edilmiştir'79• Mülkiye Tarihi isimli kitapta ise Hamayak Hüsrevyan'ın ismi "Hımayak Hosrovyan" olarak yazılmış olmakla birlikte, özel hayatıyla ilgili Sicill-i Ahval'de bulunan bazı bilgilerle de uyuşmamaktadır'80• Özellikle doğum tarihi ve anne ba­ bası ile ilgili bilgiler farklıdır. Hamayak Hüsrevyan, Kara­ bet Hüsrevyan ile Takuhi (Damdonyan)'nın oğlu olup, 2 Eylül 1 873'de Bayburt'ta doğmuştur. Bayburt Hasköy Er­ meni Mektebinde orta, Mülkiye'nin İdadi kısmında lise öğ­ renimini tamamlamıştır. Yüksek Kısımdan mezun olunca, Hukuk Mektebi'ne girmiştir. Burayı bitirince 1900'de İstan­ bul' da Çakmakçılar, Yeni Han' da açmış olduğu Yazıhanede avukatlığa başlamıştır. Meşrutiyet'in ilanından sonra Mül­ kiye'de yapılan Müderris düzenlemesi sonucunda 28 Aralık 1908'de Mülkiye Mektebi, 1909'da Hukuk Mektebi, Devlet­ ler Hukuku Müderrisliğine getirilmiştir. Bu görevini Mül­ kiye'nin kapatıldığı Eylül 191 5'e kadar sürdürmüştür. Ha­ mayak Hüsrevyan 181 , Yozgat ve Boğazlıyan tehciri sırasında öldürüldüğü ve mallarının gasp edildiği iddia edilen Erme­ niler ile ilgili mahkemede, öldürülen Ermenileri temsil ve bir davacıya vekalet etmiş olmakla beraber, mahkemeye veka­ let ve veya veraset belgesi sunmamıştır. Mahkemeye bu şe­ kilde katılan Hamayak Hüsrevyan, Mülkiye Mektebinde Ge­ nel Devletler Hukuku hocalığı yapmış, bu görevi sırasında ı79 BOA.Sicill-i AhvıU, 172/47 1 . 1 8 0 Fakat b u bilgiler, diğer hususlar ile uyuşmaktadır. l8ı Hamayak Hüsrevyan'ın ismini, .. Hımayak Hüsrevyan" olarak yanlış oku­ duğu için, Nejdet Bilgi, Ermeni Tehciri ve Boğazlıyan Kaymakanu Mehmed Kemal Bey'in Yargılanması, Kök Sosyal ve Stratejik Araştırmaları Serisi:l6, Ankara, ı999, s. 102, 103 ve l 1 2 sayfalarda onun hayatı ve esel"leriyle ilgili verdiği bilgi de eksik bırakılmıştır. 1 23


SEBAHATTIN Ş(MŞIR

(23 Ekim 1909) yılında Ermeni Patrikhanesi Cismani Mec­ lisine seçilmiştir. Aşırı bir Ermeni milliyetçisi olması sebe­ biyle Mütareke'de avukat olarak ve Ermenistan kurma faa­ liyetlerinin yöneticileri arasında çok önemli rolleri olmuştur. Bağımsız Azerbaycan'ın ilk İçişleri Bakanı Behbut Han Ce­ vanşir'e bir Ermeni komitacı tarafından düzenlenen suikast sonucu, Torlakyan adlı komitacının avukatlığını üstlenmiş ve akli dengesi yerinde olmadığı yönünde yapmış olduğu sa­ vunmayla ceza almamasını sağlamıştır. Hamayak Hüsrev­ yan. Milli Mücadele'nin başarıyla neticelenmesinin ardından, kendisinden hesap sorulacağını anlamış ve Ekim 1 922'de ai­ lesiyle birlikte Türkiye'yi terk etmiş, Paris'e yerleşmiştir. Bu­ rada da avukatlık görevini sürdürmüş ve 5 Haziran 1946'da vefat etmiştir. 17 Aralık 1902'de Arusyak (İnciciyan) ile ev­ lenmiştir. 1963'de New-York'ta bulunan Selma Pekmezyan ile 1963'te Paris'te bulunan matmazel Zera Hüsrevyan'ın ba­ basıdır. Ana dili olan Ermeniceden başka Türkçe ve Fransız­ caya oldukça iyi bir şekilde bilmekteydi

182•

Hamayak Hüsrevyan'ın Hukuk-ı Hususiye-yi Düvel'8' ve Hukuk-ı Umlımiyye-i Düvel'84 adlı iki hukuk kitabı ve kapi­ tülasyonlar ile ilgili "Kapitülasyonlar•>" adlı bir kitabı bu­ lunmaktadır.

182 Çankaya, M. Ali, Mülkiye Tarihi ve Mülkiye/il.er (Mülkiye Şeref Kitabı). 111, Mar-s Matbaası, Ankara l 968-1 969, s. 543-44; Çulcu, Murat, Ermeni Entri­ kalarının Perde Arkası (Torlakyan Dava..sı),Kastaş Yay., İstanbul, 1 990, 360 s. 183 Hüsrevyan, Hamayak. HukUk-ı Husüsiyye-i Düvel, İstanbul, Edeb Mat., 1329 ( 19 1 3), 239+8s. 184 Hüsrevyan, Hamayak, Hukük-ı Um{Jmiyye-i Düvel , İstanbul, Cihan Mat., 1325 ( 1 909), 104+384 s. 185 Hüsrevyan, Hamayak, Kapitülasyonlar.Kanaat Matbaası, İstanbul, 1 33 1 ( 1 9 1 5), 422 s .. 1 24


TÜRKLÜK BlLCISI iNCELEMELERİ Sonuç:

Beynelmilel Petrol ve Pamuk Osmanlı Anonim Şirketi ile ilgili çalışmalarımız devam etmekle birlikte, diğer Anonim Şirketler ile ilgili basılı materyal arasında hakkında hiçbir bilgi bulunmayan bu şirketin, Nizamnamesi ve birkaç pera­ kende belge ile birlikte ne zaman, kimler tarafından, hangi şartlar ve hangi amaçla kurulmuş olduğu ortaya çıkmıştır. Şirketin kurulduğu tarihte İstanbul' da Damat Ferit Paşa Hükümeti�nin iş başında olması ve şirketin resmi işlerini yü­ rüten Hamayak Hüsrevyan ile ilgili bilgiler mantalite olarak bir birleriyle daha sonrasında meydana gelen hadiseler do­ layısıyla uyuşmaktadır. Şirketin idare meclisi üyelerinin biri Rus diğerlerinin Ermeni olması, Rusya' da henüz yeni rejimin tam oturmadığı süre zarfında bu coğrafyada ticari faaliyet­ lerini Rusya üzerinden yürüteceğine işaret etmektedir. Nite­ kim 1920'li yılların başında yeni Rus rejimi bölgede hakim güç haline gelmiştir. Fakat Osmanlı Devleti'nin içinde bu­ lunduğu siyasi ve askeri durum, muhtemelen şirketi olum­ suz etkilemiştir. Zaten şirketin kurucu üyesi olan Hamayak Hüsrevyan, aşırı Ermeni milliyetçisi bir tutum izlemesi se­ bebiyle Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Türkiye'yi terk etmiştir. Ancak maalesef Başbakanlık Osmanlı Arşi­ vi'nde elimize geçen vesikalar şirketin ne gibi faaliyetleri ol­ duğunu ayrıntılı bir şekilde açıklamaya kafi gelmemektedir.

ııs


14.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA ESİR DÜŞ EN BİR TÜRK Z AB İTİN İN HAT I R ALARINDA BİŞKEK186

vusturya-Macaristan veliahdının bir Sırp militanı ta­

Arafından öldürülmesinden kısa bir süre sonra patlak

veren ve kısa bir sürede Avrupa dışında Asya ve Afrika'yı da kapsayan ve adına daha sonra 1. Dünya Savaşı adı veri­ len savaşa, Osmanlı Devleti de katılmak zorunda kalmıştır. Savaşta muhtelif cephelerde savaşan Osmanlı'nın mücadele ettiği cephelerden birisi de Ruslara karşı Kafkasya cephesi olmuştur. Diğer cephelerde de olduğu gibi bu cephede de şe­ hitler yanında esir düşen askerlerimiz de vardır. Bunların bir kısmı savaş sonrası bin bir güçlükle memlekete dönmeye ba­ şarmışlardır. Bunlardan birisi de Tuğgeneral Ziya Yergök'tür. Savaş öncesi ve bu savaştan sonra da dünya devletleri sa­ vaş esirleri hakkında muhtelif çalışmalarda bulunduğu gibi Cenevre ( 1 1 Haziran-5 Temmuz 1 906) ve Lahey (15 Hazi­ ran-18 Ekim 1 907) konferansları ile bu insanlık dramını çözmeye çalışmıştır. Osmanlı Devleti de, Üsera (esirler) Ta­ limatnamesini, 1914 yılında yayınlamış ve esirlerin sevk ve idareleri, iaşeleri, disiplinleri ve kurulacak komisyonları ya­ zılı hale getirmiştir.'"' - Bişkek 24-29 Ağustos 2009'da sunulmuş tebliğ­ dir. 1 87 Bknz. Oran Ar-sla, Nebahat, Birinci Dünya Savaşmda Türkiyel:leki Rus Savaş Esirleri, lstanbul, 2008, s.39-49.

186 Ciepo Ara Sempozyumu

126


TÜRKLÜK BlLGISI

iNCELEMELERi

Osmanlı Devleti ile Rusya arasında savaşın ilk yıllarında var olan mücadele, Rusya'da 1917 Bolşevik devrimi netice­ sinde durmuş, hatta devrimi yapanlar 8 Kasım (26 Ekim) 1917 tarihinde yaptıkları açıklama ile savaşan devletlere, "sa­ vaşa hemen son vermelerini. ateşkes imzalamalarını ve adil bir barış imzalamalarını önermişlerdir.·•ıee Nitekim bu çağrıdan kısa bir süre sonra da Rusya, Os­ manlı Devleti de dahil bu blokun devletleriyle Brest-Litov­ sk'ta, 2-15 Aralık 1917 tarihinde müzakereler sonucu ateşkes antlaşmasını imzalamıştır. Bu mütarekeye ek olarak, esir de­ ğişimiyle ekonomik ve kültürel ilişkilerin düzenlenmesi için komisyon kurulması kararlaştırılmıştır. 189 Petrograd'da ya­ pılması kararlaştırılan Karma Komisyona Türkiye adına Yu­ suf Akçura, Galip Kemali Bey, Turhan Bey ile Remzi Paşa ile bir adli müşavir ve bir de katip katılmıştır. Petrograd 'daki komisyon esirlerin durumu ile mali ve iktisadi meselelerin çözülmesi üzerinde durmuştur. 1 Ocak 1918 tarihinde başlayan görüşmelerin ilk oturu­ muna Bulgar ve Osmanlı heyetleri katılmamıştır. Osmanlı heyeti 14 Ocak 1918 tarihli ikinci oturuma katılmıştır. 25 Ocak 1918 tarihli oturumda, esirlerin nasıl değiştirileceği görüşülmüş, Rus ve Türk esirlerin değiştirileceği liman, İs­ tanbul olarak kararlaştırılmıştır. Görüşmeler sonucunda da, 9 Şubat 1918 tarihinde esir değişimiyle ilgili sözleşme imza­ lanmıştır.190 Bu görüşmelerden sonra ilk olarak Karadeniz'de esir taşıyan gemiler işe başlamış olup, bunların isimleri Lenta, 188 Yerasimos, Stefanos, Türk Sovyet ilişkileri, İstanbul, 2000, s. 12. 189 Kural, Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya, Ankara, 1990, s. 396. 190 Esir değişimi sözleşmesinin tamamı için bknz: Söylemezoğlu, Galip Kema­ li.30 senelik siyasi Hatıralarım, İstanbul, 1953,ss. 142-145. 127


SEBAHATTtN ŞiMŞiR

O Kean, Russ, M itavva, Vulan, Palada, Merkury, Diyana, Towarrischtsch 'tir. 19 1 Görüşmeler ve esir değişimi süreci devam ederken de bazı antlaşma zeminleri aranmıştır. Nitekim bu karışık or­ tamda Azerbaycan. Ermenistan ve Gürcistanlı temsilcilerin oluşturduğu Mavera-yı Kafkasya Seym hükümetiyle de gö­ rüşmelere başlayan Osmanlı Devleti Trabzon ve Batum kon­ feranslarında da antlaşma imzalamıştır. 14 Mart 1918 tari­ hinde başlayan Trabzon Konferansı süreci sonucunda, 1 5 Mayıs 1918 tarihinde Seym hükümetiyle esir değişimi söz­ leşmesi imzalandığı gibi, Ermenistan ve Gürcistan ile yine aynı bu tarihte Esir mübadelesi sözleşmesi de ayrı ayrı im­ zalanmıştır.192 Daha sonra 16 Mart 1921 Moskova antlaş­ masında görüşülen esir değişimi meselesi, 22 Eylül 1921 ta­ rihinde Kars'ta tekrar ele alınmış, 13 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Kars Anlaşması'nda da esirler meselesi 16. mad­ dede yer almıştır. Bu hukuki ve siyasi görüşmelere rağmen, Rusya'nın muh­ telif bölgelerinde bulunan Türk esirlerin durumu ne olmuş­ tur. Ne yazık ki durumları pek iç açıcı değildir. Zira Kafkas Cephesinde 15 Aralık 1917 tarihinde fiilen savaşın sona er­ mesi sonucu binlerce askerimiz Ruslara esir düşmüştür. As­ keri esirler dışında birçok Türk vatandaşı da Rusya'da esir bulunmaktadır. Bu esirler Omsk. Tomsk, İrkutsk, Samara, Ka­ zan, Nijni, Novgorod, Harkov, Bakü ve diğer bazı şehirlerde özel kamplara götürülmüşlerdir ki, bunların yekunu 60.000 kişidir. Rus tarihçi, A. M. Şamsutdinov'a göre ise 65.000'den l 91 Kutlu, Cemil, /. Dü,,,ya Savaıı',,,da RusyaClaki Türk Sav� Esirleri ve Bunların Yurda Di.)ndürülmeleri Faaliyeıleri (Basılmamış Dokıora Tezi), Erzurum, 1997, s. 326. 192 Kural, a.g.e, s. 474-478. 1 28


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

fazladır.'93 Burada şunu hemen belirtmeliyiz ki, genellikle er­ ler ve küçük rütbeli subaylar başta Bakü olmak üzere yakın coğrafyada bırakılırken, üst düzey subaylar ise, kaçmalarını önlemek maksadı ile Sibirya'da İrkuts'a gönderilmişlerdir.'" Büyük sıkıntılar çeken Türk esirlere uluslararası anlaş­ maların gereği hakları nerede ise hiç verilmemiştir. Esirlere, Rusya Türklüğü her türlü yardımı yapmaya çalıştığı gibi, Azerbaycan ve Tataristan Türklerinin yardımları ise dikkat çekicidir ki, bunda coğrafi yakınlık ve anlaşmanın daha ko­ lay olması da bir gerçektir. Bizi böyle bir çalışmaya iten ise, Tuğgeneral Ziya Yergök'ün anılarında'95 tespit ettiğimiz Bişkek'e dair bilgiler olmuştur. Ziya Yergök, 1877 yılında Artvin'in Yusufeli ilçesine bağlı Aşağı Hod köyünde doğmuş, Harp Okulunu 1900 yı­ lında bitirerek Harp Akademisinden 1902'de mümtaz Yüz­ başı olarak mezun olmuştur. İlk görev yeri Erzincan olup daha sonra Dersim, Zara, Erzurum'a tayin edilmiştir. 83. Alay Komutanlığında Birinci Dünya Savaşına katılmış, Sa­ rıkamış'ta yaralanıp Ruslara esir düşmüştür. Altı yıl süren esaret hayatı (30 Ocak 1915- 2 1 Ağustos 1920) Tiflis'ten ya­ ralı halde bindirildiği tren ile başlamış, önce Krasnoyarsk, bir süre sonra da Semipalatinsk esir kamplarına getirilmiş­ tir. Kamplardaki market, iş ocakları, hamam ve berber sa­ lonlarını zengin Avusturyalı askerler işlettiğinden, Türk esir­ lere Tatarlar sahip çıkmasa perişan olacak durumdadırlar. Ziya bey, yakalandığındaki yaralı halini daha sonraki ka­ çış esnasında da yaşamış Sibirya, Çin Türkistan'ı Kırgızis­ tan, Özbekistan, Türkmenistan, Hazar denizi, Azerbaycan 193 Aslan, Betül, Kardeş Kömeği, Ankara, 2000, s. 1 4 8 - 1 49. l 94 Kural, a.g.e., s. 44 l .

195 Önal, Sami, Tuğgeneral Ziya yergök'ün Anıları Sarıkamış'tan Esarete (19151 920), 1stanbul, 2006.

ı 29


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

ve Gürcistan üzerinden Türkiye'ye gelirken de bazı olum­ suzluklarla karşılaşmışlardır. Birçok esir gibi Ziya bey ve yanındakiler de kaçma plan­ ları ile uğraşmaya başlamışlardır. Bunun için kendilerine aracı lazımdır, bu da mahalli Türklerden olacaktır. Muhte­ melen bazı Türkler bu işi bir geçim/kazanç kapısına da çevir­ mişlerdir. Tabii ki, bu kaçışın kolaylaşmasın da, Menşevikler ile Bolşevikler arasındaki mücadele de etkili olmuştur. Ni­ tekim aranan fırsat fazla uzun sürmez ve Miralay Nuri Bey, Sivaslı Rifat Bey, Teğmen Malatyalı Kazım ve Ziya Yergök kaçmaya karar verirler ve bu işi yapacak Kırgız ile lOOO'er Krenski Rublesine anlaşırlar. 6 Ekim 1918 tarihinde de sa­ bah erken herkes uykuda iken Krasnoyarsk'ta bulundukları ordugahtan dışarı çıkarlar. Geceyi sıkıntılı şekilde bir evde geçirirler ve kılavuzlarının sabah tren istasyonundan Novo­ nikolevski'ye kadar bilet alır ve oradan da Semipalatinsk'e kadar götürmesi için 400 rubleye anlaşıp, 100 rubleyi peşin verirler. Kötü şartlar altındaki yolculuk üç-dört gün sür­ müştür. Burada kılavuz Semipalatinsk'e giden trene bilet alıp, bir müddet şehirde dolaşıp bazı heyecanlı anlar yaşa­ salar da tren gelip bindiklerinden kısa bir süre sonra kıla­ vuz trenden iner ve bir daha da geri dönmez. Baş başa kalan dört arkadaştan Tatar Türkçesi iyi olan Kazım'a Tatarlar ile konuşup yardım almasını teklif ederler. Ama Kazım'ın giri­ şimleri olumlu netice vermeyince, Trende bulunan Kırgız­ lara müracaat ederler ve yol boyu Kırgızlarla ahbaplığı iler­ letirler. Ve Semipalatinsk'e gelince de onların yardımı ile uygun bir yere yerleştirilirler. Şehirde Kırgızlar, Tatarlar ve Ruslar yaşamakla birlikte, o günlerde burası Alaş hareketi­ nin de önemli merkezlerindendir.' .. Burada kaldıkları dö196 Önal, a.g.e., s. 1 8 1 - 185. 130


T Ü RKLÜK BiLGiSi INCELEMELERJ

nem zarfında bir hayli rahat eden grup, kendilerine o yöre­ nin meşhur ve muhteşem Şami Damolla'nın tanıtılıp onun önderliğinde gideceklerinin bildirilmesiyle önce Çin Türkis­ tanı'na oradan Rus Türkistanı'na gideceklerdir.197 Ziya Yergök, yolda gördüğü manzarayı da kaleme alır­ ken, Kırgızlar'98 ile ilgili hususları şöyle belirtir: "Köylerde, kasabalarda oturan Kırgızlar olduğu gibi çoğu göçebe ha­ linde ve pek iptidai bir tarzda, çobanlık devrinde yaşamak­ tadırlar. Çok yoksuldurlar. Her ailenin mutlaka bir çadırı, hiç olmazsa bir atı veya devesi, merkebi, bir ineği vardır. Bozkır­ ların uygun bir yerinde çadırlarını kurar, orada bir iki hafta veya birkaç gün kalır. Daha sonra çadırlarını atlarına ve de­ velerine yükler, ihtiyar ve hastaları atlara, eşeklere bindirir, ineklerini önlerine katarak başka bir yere giderler. Eşyaları bir yemek bir su kabı, keçe, kilim, bir sandık, el değirmeni gibi değerli şeylerdir. Ufak tefek eşyalarını sırtlarında taşır­ lar. Altı yedi yaşındaki çocuklar yaya yürür. Daha küçükler nöbetleşe binerler."199 Yoldaki Kırgızlar ile ilgili bir dikkat çekici olay da Kırgız yemeğidir. Mecburi misafirliklerini geçirdikleri evde Kırgız kadın yemek yapmak için malzemesi olan el değirmeninde öğütülmüş unu, kaynayan tencereye azar azar atmaktadır. Daha sonra kaynayan tencerenin içine duvarda asılı duran iç yağının ucundan tutarak sokar. Sonra tencereyi karıştırıp yine sokar. Ve sonra da afiyetle yemişlerdir.200 197 Onal, a.g.e., s. 190. 198 Bugünkü Kazakistan coğrafyası olduğu için, Kırgız değil Kazak TU.rk.leri olmalıdır. 199 OnaJ. a.g.e. s. 192. 200 Onal, a.g.e., s. 193. 131


SEBAHATTIN

ŞiMŞiR

Sernipalatinsk'ten ayrılmadan önce vizede yaşanan sı­ kıntı Şami Damolla'yı korkutur ve sadece iki kişiyi götüre­ ceğini ifade eder. Ve Rifat ile Kazım ayrılırlar. Sonra Nuri ve Ziya beyler ile yola çıkan Şami Damolla Dorbicin'e gelirler. Buradan da Sidung'a gelirler ve burada Sabit Damolla'nın20' evinde misafir edilirler. Buradan Ver­ niy (Almatı)'ye gelirler. Buraya geldiklerinde, isyan çıktığını duyarlar. Bişkek'e yaklaştıklarında ise Rus askerlerine ya­ kalanırlar. Kıyafetleri Özbek ama konuşmaları pek uyma­ dığı için Rus askerleri tarafından .. Siz Taciksiniz, İngiliz ca­ sususunuz!" denilerek tutuklanırlar. Gece olduğu için sorgu işe ertesi güne kalır, bu kez de Nuri bey ile "biz sadece Na­ çalniğe konuşuruz" derler ve askerlere konuşmazlar. Asker­ lerde onları Bişkek'e komutana getirir. Naçalnik de "burada niçin dolaştığınızı ve maksadınızı anlatın" deyince bizim­ kiler; "biz Türk subayıyız. Krasnoyarsk'ta esir kampından Brest-Litovsk antlaşmasından sonra kaçtık demeleri üzerine, Naçalnik "niçin bu yoldan" diye sormuştur. Buna cevap ola­ rak da, Sibirya'nın doğusunda da, batısında da Menşeviklerle Bolşeviklerin savaştıklarını, bundan dolayı bu yolu seçtik­ lerini belirtirler. Naçalnik'in nereye gideceksiniz sorusuna ise, Taşkent üzerinden memleketimize cevabını verirler. Na­ çalnik, karşıdaki oteli göstererek, oraya yerleşin, görüyorsu­ nuz burada kavga var, kavga bittikten sonra gidersiniz der.2°2 Bu arada otelin yakınında yaşayan Musabay ile Baba­ han ile tanışırlar. Dokuz gün sonra isyan yatışınca, oteldeki Ruslar izinnamelerini alarak ayrılırlar. Nuri bey ile Ziya bey Rusça dilekçe yazamadıklarından imdatlarına Musa­ bay yetişir. Dilekçeleri yazıp Naçalnik'e giderler. Ertesi gün 20 l Sabit Damolla daha sonra l 933 yıhnda ilan edilen Şarki Tiirkistan Türk-İs­ lam Cumhuriyeti b�bakanı olmalıdır. S.Ş. 202 Önal, a.g.e., s. 212-213. ı32


Tll R.K.L OK BiLGiSi iNCELEMELER!

de Musabay onları evine yemeğe götürür ve burası kısa bir süre sonra Ruslar tarafından basılır. Ve caddede birer cani gibi halkın arasından geçirilerek götürülürler. Savcıya zorla hazırlatılan tevkif müzekkeresinden sonra da Bişkek hapis­ hanesine atılırlar.203 O zamanın Bişkek hapishanesi, kareye yakın, bir yanda dört diğer yanda üç koğuş ile iş evi ve banyonu n bir koridor ile ayrıldığı kısım ile gardiyan koğuşu, kütüphane, müdür odası ve ziyaret yerlerinden oluşmaktadır. Hapishanede bin bir müşkilat ve sıkıntı çekerlerken imdatlarına Lezgi Meh­ met Efendi yetişir.'04 daha sonra sorgulamaları yapılmış ve buradan sonra Rus koğuşuna alınmışlardır. 1919 yılı Mart ayı gelip karlar erimeye başlayınca, mahkum­ ların ellerine kazma, kürek, balta verilerek süngülü askerlerin arasında yol yapımına, bahçe tanzimine, patates ekimi gibi işlere götürülmüşlerdir. Dışarı çıkabilmek için her mahkum gibi Nuri ve Ziya Bey de bu işlere razı olmuştur. Cezaevinde yaklaşık beş ay kaldıktan sonra, Almatı ve Taşkent'e yazdık­ ları dilekçelere gelen olumlu cevap ve Tatar dostla rının ilgisi üzerine şehirden ayrılmamak şartı ile serbest bırakılmışlar ve bu kez kendi seçtikleri bir otele yerleşmişlerd ir. Yaklaşık dört ay da serbest olarak dolaştıkları Bişkek, mahalleleri öl­ çülü olarak bölünmüş, her eve bahçe verilmiş planlı bir şehir­ dir. Halk tipi evler kerpiçten yapılmıştır. Havası gayet güzel olup, ötücü kuşları ise sayısızdır. Özellikle söğüt ağaçları­ nın kalınlığı ise dikkat çekicidir.'0' Her gün hükümet yet­ kililerine gide gele sonunda Taşkent'e gitme izni almışlar ve Ağustos ortalarında yola çıkabilmişlerdir. 203 Önal. a.g.e., s. 212-216. 204 Önal, a.g.e, s. 2 1 8. 205 Önal. a.g.e, s. 229. ı33


SEBAHATTIN �tMŞIR

Bişkek ahalisinde Rus, Ermeni ve Yahudiler azınlıkta olup, Özbek, Tatar ve Kırgızlar çoğunluktadır. Verimli Kır­ gız topraklarına Ruslar sonradan yerleştirilmişlerdir. Yerli halk basit sebeplerle yerlerinden yurtlarından edilmiş, dağ­ lara ve çöllere kaçırılmışlardır. Sonuç olarak; kaderin binlerce mahkumundan biri olan Ziya Yergök, hatıralarını kaleme alarak çektiği sıkıntıları ölümsüzleştirmiştir. Ama onun kaleme aldığı şu satırlar Türk dünyasında Anadolu Türkünün durumunu da anlatmakta­ dır: "Sibirya'da ve Rus Avrupası'nda Tatarlar, Türkistan'da Türkler bize nasıl yardım etti ise, başka Türk esirlerine de öyle yardım etmişlerdir. Bu ırkdaşlarımız olmasalardı ta Si­ birya' dan Anadolu'ya bir adım bile atamazdık. Türkler ol­ sun, Tatarlar olsun biz Osmanlı Türklerine çok sevgi ve saygı gösterirlerdi... 206

206 Önal. a.g.e. s., 230.

134


ıs.

AHMET B AYTURS UNOGL U BAKÜ TÜRKOLOJ İ KURULTAYI V E ALFAB E MESELESİ

a) Ahmet Baytursunoğlu: Ahmet Baytursunoğlu, 28 (IS) Ocak 1873 tarihinde, Tor­ gay vilayetine bağlı Tosun ilçesinin köyünde doğmuştur. 1886 tarihinde, Kazak-Rus okulunu bitirmiştir. 1891-1895 yıllarında ise, Orenburg Kazak Muallim Mektebinde okumuştur. Eği­ tim hayatını bu şekilde noktalayan Baytursunoğlu. bir yandan eğitim meselelerine kafa yorarken, diğer yandan da milleti­ nin siyasi geleceğine kafa yormuştur. Bunun neticesi olarak, ilk sürgünle 1910 yılında tanışmıştır. Baytursunoğlu, 18951 909 yılları arasında sadece aktif öğretmen olarak değil, bir nevi inkılapçı gibi çalışmıştır (Jl:>KyaHhıw6eKoe, 2006 c. 3-4). 1909 sonrası, özellikle

l

Temmuz 1909'da tutuklanmış.

21 Şubat 1910 tarihine kadar Semey'de bulunmuştur. 19101917 yılları arasında ise, Orenburg'da kalmıştır. Burada, ede­ biyat, pedagoji, dil ve tercüme işleriyle uğraşmıştır. İlk eserle­ rini burada vermiştir. Ayrıca, adı ile özdeşleşen ve 1913- 1918 yılları arasında yayınlanan Kazak gazetesini de yayınlamış­ tır (.D.>1<yaHbill16eKOB, 2006, c.6; 6ai1TVpCblHOB, 1991,c. 3 An,11a M>Kap, 2002, c. 202-203). Milletinin bilinçlenmesi için gece gündüz çalıştığı gibi, çıkardığı Kazak gazetesiyle de, her türlü gelişmeden onları haberdar etme gayreti içinde olmuştur. 1916 Kazak-Kırgız 135


SE&AHATTIN ŞiMŞiR

isyanı döneminde ve Şubat ve Ekim 1917 ihtilalleri sonrası da faal rol oynayan Baytursunoğlu, ihtilali yapanların her geçen gün kendi kadrolarını oluşturması neticesinde, birçok Türkçü aydın gibi, önce takibata alınmıştır. 1917 sonrası gelişmeler neticesinde, Alaş-Orda (Hypnei<icoe, 1995) hareketi, Kazak bozkırlarında bir hayli etkili olduğu gibi, Haziran 1919'da Baytursunoğlu, Lenin ve Stalin ile gö­ rüşmek üzere Moskova'ya gönderilmiş, nitekim bu görüşme 10 Haziran tarihinde gerçekleşmiştir. Burada bir nevi Ka­ zakların özerkliği kabul edilmiştir 0:J;>KyaHbıw6eKOB, 2006, c. 12). Yine muhtemelen burada kendilerine Alaş hareketin­ den ayrılmaları teklif edilmiş olmalıdır ki, Baytursunoğlu ile birlikte M. Dulatov, J. Aymautov ve M. Cumabayev par­ tiden ayrılmışlardır (11cMaKoea, 2002, s. 1 39). Baytusunoğlu, edebi kitapları yanında siyasi kitapları ile de dikkat çekmektedir. Özellikle Sivrisinek (191 1); Kırk Mi­ sal (1909); 23 Ağıt (1926) gibi telif eserler yanında, Rus ede­ biyatından tercümeler de yapmıştır. Bunlar arasında meş­ hur fabl yazan Knlov, Lermantov, Puşkin ve Nadsona dikkat çekmektedir. Baytursunoğlu, eğitim ve Kazakların eğitim seviyesini yükseltmek için alfabe ve okuma kitapları yazmış, üniversi­ tede de görev almıştır. Kazak memleket üniversitesi direk­ törünün 15 Ekim 1928 tarihinde 14 numaralı emriyle Ka­ zak Dili ve Edebiyatı profesörü olarak göreve getirilmiştir. Burada 2 Haziran · ı929 tarihinde tutuklanıncaya kadar ça­ lışmıştır (6ai<TypcbIHVnbı, 2005, s.13). Baytursunoğlu'nun tutuklanması ve mahkeme tutanak­ larının bir kısmının da yer aldığı belgelere baktığımızda ise, binlerce aydın gibi, o da, tek bir ithamla, karşı devrimcilik suçu ile suçlanarak idam edilmiştir. Bu bir nevi aynı şablonun 136


TÜ RKLÜK B i LGiSi iNCELEMELERi

bütün milliyetçilere uygulanmasıdır. Zaten, biz daha önce Stalin devri kırgınlarına dair yaptığımız bir başka çalışmada da bu hususları ifade etmiştik (AlllHHH vd., 2002, 177-194: Şimşir, 2005, s. 188-192). Alaş hükümeti içinde de etkin bir yere sahip olan Bay­ tursunoğlu, hiçbir görevden yılmadan çalışmıştır. Ancak bu çalışmaları birilerinin hoşuna gitmediği için yapılan takibat­ lar sıklaştırılmış ve birçok aydının başına gelenler onunda başına gelerek, kurşuna dizilmiştir.

b) Bakü Türkoloji Kurultayı (26 Şubat- 6 Mart): 19. yüzyılın sonlarında başlayan Sovyet mahkumu Türk­ lerin uyanış mücadelesi, 1900'lü yılların başından itibaren ya­ pılmaya başlayan toplantılarla hız kazanmıştır. 1906 yılın­ dan itibaren başlayan bu toplantılar, bazen mahalli, bazen de bütün Rusya mahkumu Türk topluluklarını içine almış­ tır. Bakü Türkoloji Kurultayı öncesi yapılan hemen hemen bütün toplantılar, Türklerin siyasi ve kültürel geleceklerinin tartışıldığı toplantılar olmuştur, ancak bu kurultay, bir nevi Türkçe konuşan ve bu sahada araştırma yapan Türkologları bir araya toplaması bakımından dikkat çekmiştir. Hatta, bu konuda Azerbaycanlı ünlü tarihçi Cemil Hesenli Bakü Ku­ rultayını, daha önceki kurultaylar Rusya Müslümanları ku­ rultayı gibi geçirilmişse, Bakü Kurultayı bazı cihetleriyle ilk beynelhalk Türk kurultayıdır. Kurultayın bu adla geçiril­ mesi Türk milliyetçiliğinin İslam ümmetçiliği üzerinde ta­ rihi zaferi, asrın başlarında başlayan siyasi, milli gelişmelerin milli neticesidir (Hesenli,l 999, s.1 1) şeklinde yorumlamıştır. Başta Azerbaycan olmak üzere, Türkiye, Türkistan Türk cumhuriyetleri, Tataristan, Kırım, Sihir, Altay, Rusya, Al­ manya, Avustralya gibi ülkelerden katılımcıların olduğu 137


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

Kurultay'da, Türk tarihi, dili, medeniyeti, yeni Türk alfabesi gibi hususlarda ciddi tartışmalar yaşanmıştır. Nitekim bizim de bugün tebliğimiz olan alfabe meselesi hususunda 35 ka­ dar tebliğ sunulmuş ve tartışılmıştır. Hatta, QYeni Türk Al­ fabesi" için yapılan oylamada 101 oy lehte, 7 oy aleyhte 7 oy da çekimser olmuştur (Hesenli, 1999, 1 1). Sovyetler bu Kurultayı çok yakından takip etmiştir. Zira bu Kurultaya Sovyet mahkumu Türk topluluklarından ka­ tılanların büyük çoğunluğu, özellikle 1937-1938 kızıl kırgın döneminde, karşı devrimcilik suçu ile suçlanıp kurşuna di­ zilmiştir. Kongreye Kazakistan adına katılan beş delegeden biri olan Ahmet Baytursunoğlu aynı zamanda heyetin de baş­ kanlığını yapmıştır. Bu Kurultay ve Baytursunoğlu hakkında bir tebliğ hazırlayan Ferhat Tamir, muhtemelen elindeki ye­ tersiz belge ve kaynaklar dolayısıyla yüzeysel bir tebliğ ha­ zırlamak zorunda kalmıştır. Bu tebliğde Baytursunoğlu'nun Bakü Kurultayında sunduğu tebliği baz alarak, burada gör­ düğü hususları ifade etmiştir (Tamir, 1 999, s. 1 1 5-1 19). Bay­ tursunoğlu, kongrenin bazı komisyonlarına üye olduğu gibi, alfabe meselesi hakkında da görüş bildirmiş, Latin alfabe­ sine de şiddetle karşı çıkmıştır. Biz burada onun gerek bu­ rada, gerekse daha sonra Akmescit'te sunduğu ve basılan teb­ liğleri ışığında alfabe meselesine bakışını değerlendireceğiz.

b) Alfabe Meselesi Bu Kurultayın en önemli meselelerinden biri alfabe me­ selesi olmuştur. Bu hususta Baytursunoğlu da fikirlerini şu şekilde ifade etmiştir. Öncelikle meseleni n ilim ve ça­ lışma yönlerinin olduğunu beyan etmiştir. Nitekim Latin alfabesini alalım diye ısrar edenlere, karşı Arap alfabesini 138


TÜRKLÜK BILGlSI iNCELEMELERi

savunarak, Latin alfabesinin bir mecburiyet haline getiril­ mesine karşı çıkmıştır. Alfabenin dilin temel seslerini gös­ teren işaretler olduğunu ifade ederek. sesin bol oluşu, oku­ manın kolay oluşu, aletlere yerleştirilmesinin kolay ve uygun oluşu bu alfabenin iyi olduğunu göstermektedir demektedir (Bai<TypcblHOB, 1991, s. 325). Bu giriş cümlelerinden sonra, bu meselenin tarihine de inen, Baytursunoğlu, harf meselesinin ilk defa Azerbaycan­ lılar tarafından ortaya atıldığını, bunların ve bu düşünce­ deki Kazakların kendilerini modernci olarak ifade ettiklerini (Bai<TypcbIHOB, 1991, s. 325) belirttikten sonra, teknik yön­ den de şu tesbiti yapmaktadır. Arap harflerini yazı makinele­ rine iki türlü yerleştirmenin mümkün olacağını ifade ediyor. Bunlar, Rus harfleriyle birlikte veya müstakil (Bai<TypcblHOB, 1991, s. 326). Türk milletinin neredeyse, % 90'ının Arap alfabesi kul­ landığı ve bu alfabe ile mektep ve medeniyetlerinin oluştu­ ğunu belirten Baytursunoğlu, Mektep ve Medresesi olan bir alfabeyi bırakıp, ikinci bir harfi almak kolay bir iş değil, bu işin birden olması için zaman ve para lazım. Sonra, iki harfle birlikte okuma yazma işleri gerçekleşmeli, basılanlar iki dilde olmalı. Bundan dolayı para ve güç lazım. Bu durum sadece Kazaklar için değil, tüm Türkler için aynı. Latin harflerini birden alıp, birden onu kullanmak için para ve güç gerekmek­ tedir. Hemen bulunabilecek böyle bol para ve güç Türk hal­ kında henüz yoktur. Öğretmenlerin herkese Latince öğretip, matbaalardaki kitapları değiştirmek, Latince basmak gerek­ mektedir. Herkese Latince öğretip, kitapları basmak, belki on günlük iş, ama on milyon para bulmak gerek. Bu para olma­ dığı için, harfleri değiştirmek kolay bir iş değildir. Onun için 139


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

at üstünden bakarak bu meseleyi çözemeyiz. Hele şipşak hiç olmaz, çünkü ciddi meseledir (Baı:fTVPCbIHOB, 1991, s. 326). Baytursunoğlu'nun düşüncesine göre; 1)

Dil sedalarının sayısı kaç?

2)

Hangi (alfabe) ile yayılan veya yazılan söz kolay oku­ nur?

3)

Hangi (alfabe) ile yazmak kolay olur?

4)

Hangi (alfabe) basım için uygundur?

5)

Hangi (alfabe) öğrenmeye uygundur?

6)

Hangi (alfabe) göz rahatlığı yönünden uygun? (BaifTVPCblHOB, 1991, s.327}

Tarihi süreci de değerlendiren Baytursunoğlu, 16. yüzyı­ lın sonlarında baskı için düşünülmüş, ancak bunu Arapların kendisi yapmamıştır. Bu işle uğraşanlar da, Arap harflerini bilmedikleri için, neyi alıp neyi bırakacaklarını düşüneme­ diler. Netice de şu sonuçlar ortaya çıkmıştır: 1)

Yazıda derlenip yazılmış 2-3 harf bölümü, onları küme türünde harf grubuna ayırarak, baskı işaretini yap­ mıştır. Mesela lj iki harfle kurmak yerine lj yazı tü­ ründeki kümesine alıp, kendi üzerine lj işaretini al­ mıştır. Lmj de de lmj edip üç harfle kurmak yerine, oda kendi üzerine lmj işaretini almıştır. 200 kadar baskı işaretinin 25 i gereksiz işaretler olmuştur. Bun­ ları çıkardığımızda baskı işareti 1 50'ye düşer.

2)

Harflerin hududunu ayırma yerinden bölmeden, ön­ ceki harfin sonu bölünüp, diğer harfin başına katıl­ mış, sıradaki harfin forması birkaç türe düşmüştür.

3)

El yazısında harfin yol çizgisinden yukarı yada aşağı durmasını, her türlü durumunu harf diye bilen, on­ lar için de ayrıca baskı işareti yapmıştır. 1 40


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

4) Söz sonunda elin rahat gidişinden, harf sonunun uza­ masını bilmeyenler, bu durumu da, ayrıca işaret diye, farklı baskı işareti yapmıştır. Matbaa harfi Müslümanlar arasında bu şekilde yayılmış ve 19. yüzyılın sonlarına kadar düzelmemiştir. 1882 yılında Petersburg'da Kırım Tatarı İ lyas Burayanski, Kazan'da Gal­ yaskar Kemal ile Yuzeulı, bazı harflerin türünün İtalyanlar tarafından yapıldığı şekilde değiştirmişler, baskı işaretlerini yapmış, baskı işaretlerinin sayısı azalmış, bu sayı 150'ye düş­ müştür. Daha sonraki çalışmalarda sayı 1 1 0 - l QQ'e kadar düş­ müş, 1907'de, İtalyanlar bozuk yerleri düzeltmek istemiş­ lerdir. Bu konu da, Alparulı ve Rahmankulı çalışmışlardır. 1921-1922'de İdriulı Muhambet, son olarak da, 1924-1925 ta­ rihinde, Burnışulı ile Tokayulı uğraşmışlardır (6ai1TypcbıHoB, 1991, s. 331-332). Muhtemelen Sovyetlerin telkiniyle, Tataristan İlimler Aka­ demisi Türk topluluklarından, alfabe meselesine katılmış ki­ şileri davet ederek, bir hafta süren bir toplantı yapmışlar ve;

1)

Arap alfabesine Avrupa acısından bakarak hazırla­ nan planlar;

2)

Arap alfabesinin kendisine göre düzmece planlar;

İlk maddeye göre plan yapanlar; Damey, Haritonlular, Ka­ sen, Kali, Tayır, Moldaşulı. Bunların planlarında Arap har­ finin biçimi Avrupa harfinin biçimine benziyor. Düşünce­ lerince, harfler yazıda bütün olsa da, basılırken parça parça olmaları lazım. İkinci maddeye göre plan yapanlar; Bernoş, Alpar, İd­ ris, Tokay, Ormanşılu'nın planları aynı olduğundan birile­ riyle ayrılmış yerleri vardır. Burnuşılu'nun planı, harfin baş durumu ile ayrı durumunu alıp, ikisini yaklaştırıp zorlaştır­ dığından, eski baskıdan farksız olarak düzletilmiştir. Alpar, ı4ı


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

İdris, Tokay ve Şarapolu'nun planları ise harfin durumu ile yapılmıştır. Ormaşulı'nın planı Arap harflerini temel almış, sadece noktaları harfle birleştirmiştir. Noktalar birleştiği için, harfin biçimi yadırganmış görünüyor. Bu plan ciddiye alın­ mamıştır. Sovyet'in çıkarmış olduğu karar ise şu noktalar­ dan oluşmaktadır:

l)

Harfin, sadece bir simayı aldığı okumak, harcı, baskı işleri, harf koymak, yazı makinelerini yapmak taraf­ larından kolaylaştırma olduğu için, Türk-Tatar halk­ larının kullandığı Arap harfleri baskıda bir sima ile olmalı.

2)

Bir simaya harfin parçalanmamış, sadece resmi alındı.

3)

Bir simaya alınmış harf resmi sözün başında da, or­ tasında da, sonunda da, nasıl harfle beraber olursa, halkın gözleri alışmış olan durumuna mümkün kad­ rolu yakın olmalı.

4)

Baskı işine uygun olması, harflerin yerlerine hacimli, budamasız olmalı, ve 14 büyüklüğünde çoğalmaması lazımdır.

5)

1927-28 okul kitapları bir şekille basılmalı.

6)

Bir simalı, harf baskı evlerine dağıtıldıktan sonra, ga­ zeteler, dergiler, kitaplar da aynı simalı harflerle ba­ sılmak zorundadır.

7)

Kara halkın bir simalı harfe değiştirme yolunu kolay­ laştırmak için harflerin söz sonundaki türlerini bir­ den değil, yavaş yavaş bırakmalıyız, ama bir yıl içinde harf gözden kaybolarak, yerini bir simalı harfler al­ malı.

8)

1928 yılı başından başlayıp Tatar ve Kazak baskıla­ rında bir simalı harflere değiştirmelerimiz bitmeli. 142


TÜRKLÜK BiLGiSi

9)

iNCELEMELERi

Tatarlar ile Kazak baskıları için 4. simalı harf koy­ mak şimdiden durdurulsun.

10) Yazı makineleri için şimdiden bir simalı harfler kul­ lanmalı 1 1) Okullardaki el yazıları aynı simalı harflerin duru­ mundan uzaklaşmaması lazım. (6ai1TypcbıHoe, 1991. s. 337) Bu maddeleri saydıktan sonra, bunun faydalarını da şu şekilde sıralamaktadır: 1)

Harf yapmak işi azalıyor.

2)

Harf dizmek işi kolaylaşıyor

3)

Yazı makinelerini iyileştirmeye yol açmıştır,

4)

Okuma işini kolaylaştırıyor,

5)

Başka makine ile yapılmış baskı işlerinin de faydası olabilir (6aı7ıTypcbıHoe, 1991. s. 337-338).

Daha sonra zaman içinde harf sayısının azalması husu­ sunda tespitlerde bulunan Baytursunoğlu, sayının azalma­ sının kolaylıklarından bahsettikten sonra, şu tespitlerde bu­ lunmaktadır; Latin alfabesinde harf büyüklü küçüklü olur. Latin harf­ leri baskıya tamamen hazırdır. Bunun sebebi, Avrupa mem­ leketlerine hazır oluşudur. Bize ise hazır değildir. Türk toplu­ lukları, her şey hazır olsa bile şu sebeplerden faydalanamaz. % 25-30 değiştirilmiştir. Latin harfleri değiştirilmeden alı­ namaz. Tabii, makineler de değişmemiştir. Böyle durumda alabiliriz. Bunun anlamı, değiştirmeden hiçbir yazı makine­ sini, hiçbir harf toplama makinesini kullanamayız. Durum bir taraftan bu iken, diğer taraftan, Türk toplu­ luklarının şehirlerindeki baskı evlerinde değiştirilmeyen La­ tin harflerini yeteri kadar bulamazsınız. Kızılorda'yı şöyle 143


SEBAHATTI N

ŞiMŞiR

koysak, Kazan, Ufa, Taşkent, Semarkant şehirlerinde de bu­ lamazsınız. Azerbaycanlı, Latin milliyetçileri Latin harfli alfabe yap­ mış, basmak istediği zaman, hiçbir yerde Latin harfini bu­ lamamıştır. Başka yerden yaptırmış olsa idi 5-6 ay geçerdi. Harf geldiği zaman da harf dizebilecek insan bulamamıştır. Çok eskiden gelen Latin milliyetçileri var, yetişmiş kent medeniyeti var, sanatı, mesleği var, ancak Azerbaycanlılar al­ fabe ile basmak için öyle zorluklar çekerler ki, başka Türkler, özellikle kazakların hazır olması beklenemez ( Ba>iTVpcblHOB, 1991, s. 333). Sonuç olarak, Latin harfini isteyen milliyetçiler iki harfi karşılaştırdığı zaman, Arap harflerini eski İtalyanların boz­ duklarını almış, düzeltilmiş harfleri ise kasten almamışlar­ dır. Latin'e geçildikten sonra faydası çok olsa da, Arap har­ finin düzeltilmesi gerekse de, Latinle beraber olacağını ifade etmek mümkün değildir. Arap alfabesini düzletmek için ya­ pılacak masrafla, Latin harfine geçmek arasındaki sıkıntı aynı olamaz, bu milyon kat eksik olacaktır. Temel sonuçları ise şu şekilde sıralamaktadır; 1)

Arap harfi Latin harfine göre yazma ve okumada daha kolay olabilir. Bunun tahlili insanların günlük işlerinde faydasına olur.

2)

Okuma yazma öğrenmek açısından, Arap harfinin rahatlığı Latin harfinden fazla olur.

3)

Baskı işinde Arap harfinin etkisi Latin harfinden dü­ şük, ancak yenisi fazla.

4)

Makinelere yerleştirmeye Arap harfinin yenisi Latin harfinden fazla, eskisinin yerleştirilmesi de iş gördü­ rür. 144


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELER.! 5)

Arap harfinin harfleri Kazak dilinin seslerine yeterli, imlanın nasıl olması hususuna da uygun. İmlası ko­ · lay, toplum içinde rahat (6ai'ıTypcbıttoe, 1991, s. 335).

Bu şekilde, iki harfi karşılaştırdığımız zaman, harfi de­ ğiştirme meselesinin çözümü için yer yokluğunu gösteriyor­ lar. Bu gibi düşünenler, zamanlarını boşa geçirseler de, onu meşgalelerin uğraşı gibi boş hayal diye düşünüyoruz. Alfabeyi düzeltmek, imlayı düzeltmek gibi hususlarda son defa yapılmış işler başarılı olmuş, bu yüzden biz Av­ rupa, Amerika halklarının üzerindedir. Harfleri sanat alet­ lerine uyarlamak yüzünden de, onların daha da büyütece­ ğine inanıyoruz. Böyle olduktan sonra, zaten az olan gücümüzü gerek­ siz işlere göndermeden, başka önemli işlere göndermemiz doğru değil mi? Sonuç olarak şunu ifade edebiliriz, Ahmet Baytursu­ noğlu Bakü Türkoloji kurultayında ifade ettiği cümlelerle, Türk dünyasının bir anda alfabe değiştirmesinin teknik ve maddi sebeplerden dolayı mümkün olmadığını vurgulamış­ tır. Çünkü para bulmak gerçekten önemli bir husustur. Kaldı ki, benzer sıkıntıyı bugün de görmekteyiz. Çünkü mesele de­ ğiştirdim demek değil, mesele sağlıklı bir şekilde hayata ge­ çirmektir. Bu sıkıntılar, o gün itibarı ile geçerli sebeplerdir. Kanaatimizce, burada siyasi bir kaygı ya da tutuculuk yok, sadece yetersizlikler vardır. Baytursunoğlu da bunu açıkça ifade etmiştir.

145


16.V. VASİLOVİÇ DUBROVSKY'NİN

TÜRKOLOJ İ'YE HİZMETL ERİ VE OSMAN AKÇOKRAKLI

Dubrovsky: Ukrayna Türkolojisinin önemli isimlerinden olan V. V. Dubrovsky 19 Mayıs 1897 tarihinde Çernihiv bölgesine bağlı Lıskovıtski kasabasında ruhani bir ailenin çocuğu olarak dün­ yaya gelmiştir. Eğitim hayatına Çernıhiv Ruhban Okulunda başlamış, daha sonra Nijın Tarih ve Filoloji Fakültesi 'nden 1919 yılında mezun olmuştur. Lisan eğitiminden sonra Uk­ rayna Kültür Enstitüsünün Harkov İlmi Araştırmalar Bö­ lümünde, meşhur tarihçi Dimitro Bağalıy'ın danışmanlığı altında 1925 yılında doktorasını tamamlamış ve savunmuş­ tur. 1933 yılına kadar muhtelif devlet kurumları ile ilim ve eğitim yuvalarında çalışmıştır. Ancak, aynı yıl repressiya soruşturmaları çerçevesinde tutuklanmıştır. Sorgulamalar neticesinde, 1934 yılında, Ukrayna milliyetçiliği yaptığı ge­ rekçesiyle 5 yıl süre ile toplama kampında kalma cezasına çarptırılmıştır. 1939 yılında, yani İkinci Dünya Savaşı'nın başlarında serbest bırakılmış olmasına rağmen, Harkov'da yaşaması yasaklandığından, Poltava eyaletinde Ortaokul öğ­ retmenliğine başlamıştır. Harkov'un Almanların eline geç­ mesinden sonra buraya dönmüş ve Ukrayna Eğitim-Öğretim Kurumu'nun başkanlığına seçilmiştir. Ayrıca, Harkov Üni­ versitesinde de görev almıştır. Savaşta Almanların geri çekil­ meye başlaması sonucu o da 1943 yılında Almanya'ya geçip 1 46


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERİ

orada yaşamaya başlamıştır. 1956 yılından 24 Nisan 1966 ta­ rihindeki vefatına kadar da Amerika'nın Virginia eyaletinin Richmond şehrinde yaşamıştır.207 Dubrovsky ve Osman Akçokraklı: Dubrovsky'nin Türkolojiyle alakası onun Osmanlı Türk­ çesini öğrenmeye sevk etmiştir. Kısa sürede Osmanlı Türk­ çesini öğrenmek için mücadele ederken, meşhur Türkolog Samayloviç'in tavsiyesi üzerine bu dili öğrenmek için Akmes­ cit Pedagoji Enstitüsü Profesörü Osman Akçokraklı'nın is­ mini vermesi üzerine. kendisinden kısa bir süre ders almıştır. Dubrovsky, hatıraları şeklinde kaleme aldığı Ukrayna Şarkiyatçılığının Teşkili ve Tahribi'0" çalışmasında Osman

Akçokraklı ile alakalı olarak, "Samayloviç'in tavsiyesi üze­ rine bu hususta Akmescit Pedagoji Enstitüsü Profesörü olan Osman Akçokraklı'ya müracaat ettim. Osman Akçokraklı, alim bir hattat olup bu hususta İstanbul'dan diploma almış­ tır. 1930'da mezunen Akmescit'te bulunduğum zaman bu ilme yalnız iki hafta ayırabildim. Bu sebeple her gün yeni bir hat ile tanış olmak imkanı hasıl olmuştu. Profesör Osman Akçok­ raklı benim acele öğrenmemden ciddi bir muvaffakiyet bek­ lemiyordu. Onun iddiasına göre, her hat için bir yıl lazımdı. Kendisi hattı 15 yılda öğrenebilmişti. Bununla beraber benim çalışmamı tatminbahş bulmuştu. Çünkü sabahtan sabaha ka­ dar çalışarak, gerek hüsnühat terimleri ve gerekse geçen asır­ lara ait vesikaların kopyaJarı ile birkaç on adet defter doldur­ muş bulunuyordum. Hareketimden bir gün evvel muhterem 207 Koçubey, Yuriy Mıkolayoviç, "'VV. Dubrovsk.i { 1 897- 1966)': Skhidniy Svit,S. 3.,2005, Kiev, s. 24<32. 208 Dergi, Ocak-Mart 1955 S . l . 68-75. (Haz. S. Şimşir, Sovyer Tarihçiliği Naza­ n11da Türk Dünyası, İstanbul, 2009) 147


SEBAHATIIN ŞiMŞiR

refikasınm hazırladığı nefis çiğ böreklerimizi yerken, Profe­ sör Akçokraklı kederle bir ah çekerek bana şu sözleri söyledi: - Al/ahım! lstanbu/'da ve Akmescit'teki ırkdaşlarımın La­ tin alfabesifaydasına olmak üzere, eski e güzel Arap yazımız­ dan vaz geçecekleri bir zaman geleceğini ve aynı zamanda bir gavurun (Böyle bir tabir için benden özür diledi) gelip de ben­ den eski yazıyı öğrenmek için iki haftada, ta/ebemin bir yılda gösterdiğinden daha büyük muvaffakiyet/er göstereceğini hiç aklımdan geçirir miydim!"'" diye yazmaktadır.

Dubrovsky ve Türkoloji: Kendisini Türkolojiye hasretlikten sonra, oluşturulan bü­ tün teşekküllere dahil olduğunu görmekteyiz. Daha, 1925 yı­ lında kurulan Umumi Ukrayna Şarkiyatçılar Birliği'nin ku­ rucularından biri olmuştur. Birlik çalışmalarına hızlı bir şekilde başlamıştır. Sadece maruzalar okumak, tebliğler hazırlamak ve ilmi organları olan Shidniy Svit (Doğu Dünyası) dergisini yayınlamakla yetinmemiş, başka memleketlerin özellikle Kırım, Azer­ baycan, Türkistan, Gürcistan, Kuzey Kafkasya ve Dağıstan Şarkiyatçı kuruluşları ve ilim adamları ile de irtibat tesis et­ mişlerdir. Birliğin, 1926 yılında gerçekleştirdiği Birinci Ku­ rultay'ın katılımcıları hemen hemen Ukraynalı iken, 1929 yılı Ekim ayında toplanan İkinci Kurultay'a birçok yabancı alimler de katıldığı gibi, zamanın İstanbul Üniversitesi ilim adamlarından Mehmet Fuat Bey ile İran Maarif Veziri Fu­ ruği de kurultayda hazır bulunmuştur. Birlik, Türkiye'nin ilim ve kültür mahfilleriyle irtibat kurduktan sonra, 1928 yılında İstanbul 'a bir kültür heyeti 209 Dubrovsk.iy, a.g.m, s. 20-2 l . 1 48


TÜRKLÜK

BlLGISI

iNCELEMELER!

göndermişlerdir. Heyette yer alan Profesör A. N. Gliadstern (Başkan), Akademisyen P. G. Tıçına, Profesör V. M. Zummer ve Ukrayna şairi L. Pervomayskiy Moskova Hükümetinin böyle bir Ukrayna heyetinin seyahatine izin vermeyeceğini düşünerek, teker teker hareket ederek Türkiye'ye geldikten sonra Ukrayna heyeti olarak birleşmeyi kararlaştırmışlardır. Ukrayna Şarkiyatçılar Birliği bünyesinde yayınlanan Ruh adlı yayın organına Dubrovsky de Türk Edebiyatından çevi­ rilerle katılmıştır. Bu çeviriler arasında Ömer Seyfettin' den seçme eserler tercümesi izahı ile beraber yayınlanmıştır. Ay­ rıca, Refik Halit Karay"ın ·Yatık Emine"sinin tercümesini neş­ retmiş ve "Memleket Hikayeleri"ni 1933'te çevirmesine rağ­ men bu eser basılamarnıştır. 210 Ukrayna'da Türkolojinin hızlı bir gelişme sürecine gir­ mesi Türk-Ukrayna lügatine ihtiyaç doğurmuştur. Ancak, Moskova Rus olmayan milletlerin dilinde yabancı lügat ha­ zırlanmasına izin vermemektedir. Bir Türk-Ukrayna Lüga­ tinin lüzumuna kani olarak Ukrayna şarkiyatçılarından bir grup, yani P. G. Tıçına, A. P. Kovalevskiy, M. V. Gorban ve Dubrovsky, lügate Türkiye Türkçesine yakın olan Azerbay­ can-Ukrayna Lügati şeklini vermeyi kararlaştırmışlardır. 1933 yılında yorucu bir ekip çalışması sonucu lügate ait malzeme tamamen hazır hale gelmiştir. Ancak, Lügatin hazırlık çalış­ masında görev alanların tamamı kısa aralıklarla tevkif edil­ diklerinden basılma imkanı olmamıştır. Şüphesiz Dubrovsky'nin Türkolojiye olan hizmetleri ara­ sında önemli sayılabilecek ve basılan çalışması ise, Türk Kı­ rıma Dair Tarihi Kaynak ve Araştırmalar adını taşımak­ tadır'zıı Burada, 1925'lere kadar ulaşan ve kütüphanelerde 2 1 0 Koçubey, a.g.m., ay. yel". 2 1 1 Del"gi, Y.2, S. 4, 1956 (Haz. S. ŞimŞil", 149

s.

56-91)


SEllAHATTIN

ŞiMŞiR

kayıtlı bulunan Kırım'a dair çalışmaların bibliyografik ça­ lışması hazırlanmıştır ki, bu eserler bir müddet sonra adı ge­ çen kütüphane kayıtlarında yer almamaya başlamıştır. Çalış­ manın önemi bugün de hala önemini muhafaza etmektedir. Dubrovsky'nin Teklifleri: Dubrovsky, Türkolojiye sadece vesika-eser çizgisinden bakmamıştır. O yeri geldiğinde çok sert cümlelerle eleştiri­ lerini sürdürmüştür. Söz gelimi Ukrayna'nın doğulu kom­ şuları ile münasebetlerinden bahsederken, Türk dünyası ile ilişkileri daha çok tek taraflı, kasıtlı inceleyen Başbakanlık da yapan tarihçi Mikhaylo Gruşevski, meslektaşı M. Pokro­ vski gibilerin çalışmalarını eleştirmekle kalmamış ve onlara Bozkırdaki Türk kavimlerine bakış açısının tekrar gözden geçirilmesi ve değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir."' Dubrovsky, Moskova'nın emperyalist politikası, Ukray­ nalıların çoğunda mevcut olan Türkofil hislerine de son ver­ miştir. Dolayısıyla Ukrayna'da Türkoloji ve Türklüğe olan sevgi, her zaman Ukrayna milliyetçiliğiyle Rusya karşıtlığı bir olmuştur. Dubrovsky'e göre, Rus ve Polonyalı tarihçiler doğu kay­ naklarını kullanmadıkları için, sınırlı kaynaklarla araştır­ malarını yapmışlar, Ukrayna kaynaklarını ise yok ettir­ mişlerdir. Bunun tabii sonucu olarak, Ukrayna ile Türkiye ilişkileri konusundaki Ukrayna arşiv materyalleri yeterli sa­ yıda bulunmadığı, Polonya arşiv kaynaklarını güvenilir ol­ madığı, Moskova kaynaklarının ise çok eksik olduğunu göz önünde bulundurarak, 17. yüzyılın ikinci yarısı Ukrayna ta­ rihi için bu problemi çözebilmenin tek yolu önce Türkiye'nin Devlet Arşivlerini, sonra Macaristan ve Romanya arşivlerini 2 1 2 Koçubey, a.g.m., ay. yer. 150


TÜRK.LOK BILGISl INCELEMELER.J

araştırmak gerekmektedir. Bunun çözüm yolu da, İstanbul' da uzun vadeli çalışacak Ukrayna Türkologlar komisyonudur'" teklifini yapmıştır. Sonuç: Ukrayna'nın 20. yüzyıl başlarında yetiştirdiği önemli isimlerden olan Dubrovsky, kısa süre içinde Türkoloji için önemli çalışmalarda bulunmuştur. Ancak, Stalin devri bas­ kıları sonucu Ukrayna milliyetçiliğiyle suçlanması ve sürgün edilmesi kendisinin halet-i ruhiyesini olumsuz yönde etki­ lemiştir. Sovyet rejiminin yapabileceklerini çok iyi bildiğin­ den il. Dünya Savaşının ortalarında önce Almanya'da, ar­ dında da Amerika' da geçen hayatı boyunca eğitimini aldığı bilim dalına ne yazık ki gereken hizmeti yapamamıştır. Oysa 1920'li yıllardaki heyecanı devam etseydi/edebilseydi, kana­ atimizce bugün Ukrayna'nın en meşhur ve üretken Türko­ loglarından biri olabilirdi.

213

Koçubey. a.g.e., ay. yer.

151


17.

TAHR İFAT KÜLT ÜRÜN E İKİ ÖRN EK

aman zaman çok küçük gibi gözüken hatalarla da kar­

Zşılaşırız. O an için bu belki önemli değildir. Ancak, za­

man ve mekan içinde meseleyi değerlendirdiğimizde bazen bu küçük gibi gözüken hatalar kültüre ve tarihe öyle bir darbe vurur ki, bunu temizlemek bazen imkansıza yakın bir hal alır. Biz de gazetede köşe yazdığımız dönemde bu tür kü­ çük gibi gözüken hususları da gündeme taşımaya çalıştık. Gerçi muhatapları pek alınmadı gibi gözüktü ama, kendile­ rinin mesleklerini ifa ederken özellikle ağzı var ama dili yok diye tabir edeceğim öğrencilerine kan kusturduklarını gö­ rünce bu küçük hataların başkaları yapınca can yakan, ken­ dileri yapınca ise sessiz kalınan bir husus olmasını kabul et­ medim. Bundan dolayı da kültürün ve tarihin tahribata ve tahrifata uğramaması için genç nesillerin bu tahrifat kültü­ rünü, yerel anlamda da olsa görmelerinde fayda bulduğum­ dan, 2014 yılında yayınlanan iki köşe yazısını buraya alma­ nın faydalı olacağı kanaatinde olmam hasebiyle bahsi geçen yazılar " ille de edep" veya "edep ya hu" anlayışının bir gös­ tergesi olarak aynen verilmiştir. A) Bir Akademisyenin (!) Balıkesir Tarihini Tahrifi Anadolu'da her göçer-evli grubun özel bir ismi bulun­ maktadır. Göçer-evliler sürekli yaylak ile kışlak arasında gidip gelmelerinden dolayı, yazılı kaynak neredeyse hiç 152


TÜRK.1.ÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

bırakmamışlardır. İsimleriyle ilgili bilgiler ise destan ve hikaye gibi sözlü kaynaklar içine karışmışlardır. "Yağcı Bedir" adı ile ilgili olarak "Yağcı Bedirliler" arasında bazı bilgiler bu­ lunmaktadır. Özetle: l. Hazret-i Muhammed'in(sav) Bedir savaşında yaralanması, Yağcı Bedir aşiretinden birinin yağ götürerek iyileşmesini sağlaması sebebiyle, aşiret Yağcı Be­ dir adını almıştır. 2. Yörük grubu içinde Bedir isimli bir be­ yin, ok ve yayı çok iyi kullanması ve buna bağlı olarak Yaycı Bedir adını taşımasıdır. 3. Yünün yayda çırpılarak yumuşa­ ması, kabalaşması ve eğrilmeye hazır bir hale getirilmiş yu­ mağına veya topağına "bedirek" veya "bederik" ve bundan kinaye Yörük grubuna Yaycı Bedir olarak söylenmesidir. İkinci hikaye tarihi kaynaklarla az çok örtüşmesi sebe­ biyle, öne çıkmıştır. Bu bağlamda Yağcı Bedir Yörükleriyle ilgili en eski bilgiler 1530 tarihlidir. Bu tarihlerde Manisa bölgesine ait tahrir defterinde "Cema'at-i Yörükan-ı Yaycı­ lar" adlı göçer-evli grubu daha sonra "Yaycı Bedir" olarak, "yay" imal ettiklerinden dolayı bu ismi almışlardır. 17. yüz­ yılın başlarında Yaycılar Yörüklerinin yaşadığı Gördek'e yakın Gördes bölgesinde Yağcı Bedir Yörükleri karşımıza çıkmaktadır. 18. yüzyılın ilk çeyreğinde Yaycılar, Yaycı ve Yaycı Bedir adıyla bilinen gruplar mevcuttur. 16. yüzyılın sonunda vergi mükellefleri arasında Bedir isimli bir şahsın bulunması, l6ll'den itibaren bu şahsın isminin de katılması, "y" ünsüzünün halk arasında "ğ" dönüşmesinin de ilavesiyle Yağcı Bedir haline dönüşmüştür. 18. yüzyıl başlarında Sın­ dırgı'ya bağlı Bedirli köyündeki Yörük grubu da aynı, Yö­ rük grubundandır. 19. yüzyılda artık çoğunlukla Balıkesir bölgesinde Sındırgı, Bigadiç, Kepsut, Ayazmend (Altınova), Bergama, Başgelembe (Gelembe)'de yaygın olarak yaşama­ ları, Manisa bölgesini terk etme sebepleriyle ilgilidir. Mani­ sa'dan ayrılışları ise bölgede güçlenen Karaosmanoğlu ayan ıs3


SERAHATTIN ŞIMŞlR

ailesinin Yörük iktisadi faaliyetlerine getirdiği kısıtlamalar­ dır (ayrıntılı bilgi için bakınız Prof. Dr. Hikari Egawa - Prof. Dr. İlhan Şahin, Yağcı Bedir Yörükleri, İstanbul; Eren Ya­ yınevi, 2007). Yani Yağcı Bedir Yörükleri bilinen tarihi sü­ reç içerisinde Manisa ile Balıkesir arasında yaşamışlardır. Bilimsel bilgiler bu yönde iken, verdiği bilgilere bilimin gereği olarak dipnot vermesi gerekirken, vermeyip, üstün körü çoğunluğu mahalli araştırıcıların çalışmalarından der­ lenmiş, araya da Şer' iye Sicilleri sıkıştırılmış Balıkesir Kent Tarihi (yayın yer ve yılı yok) isimli Balıkesir Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün yayınında "Osmanlı Dönemi" alt başlığının "4. Kentteki İç ve Dış Göç Hareketleri" (s. 1 27-1 35) kısmını Doç. Dr. z. Güneş Yağcı kaleme almıştır. Sayın Yağ­ cı'nın, Yağcı Bedir YörükJeriyle ilgili s. 128' de ".. Bu göçlerden kısa bir süre sonra 18. yüzyılın ilk çeyreğinde Yağcıbedfr aşi­ reti yerleştirildikleri Adana ve civarından Sındırgı'nın Bedirlü bölgesine gelmişlerdir. 1723 tarihli Karasi Sancağı'na gönderi­ len bir fermanda Sındırgı Kazası Bedürlü mevkiine yerleştik­ leri yazmaktadır. . . " cümlelerinden de anlaşıldığı üzere bili­ nen devirde Manisa-Balıkesir bölgesinde yaşamış olan Yağcı Bedirleri, Sayın Yağcı, "Adana ve civarından" , "Sındırgı'ya" getirip, 1723 tarihli fermana göre yerleştirmiştir. Yazarın sözünü ettiği ferman Balıkesir Şer'iyye Sicille­ rinden 719 numaralı defterin 7. sahifesinde yer almaktadır. Sözü edilen Fermanı Yağcı'dan önce de Yağcı Bedirlilerin, tıpkı Yağcı'nın ifade ettiği gibi Adana ve civarından geldiği iddiasında bulunanlar olmuştur. Bu isimler tarih sırasıyla şöyledir; Kamil Su, Balıkesir ve Civarında Yürük ve Türk­ menler, (İstanbul, 1938, s. 92-96), Aydın Ayhan, Balıkesir ve Çevresinde Yörükler, Çepniler ve Muhacirler, (Balıke­ sir, s. 95), Zekeriya Ôzdemir, Bigadiç, (Ankara, 1993, s. 56). Oysa Yağcı'n ın, Su, Ayhan ve Ôzdernir'in sözünü et­ tiği Hicri 1 1 35 (Miladi 1723) tarihli 719 numaralı Şer'iyye 1 54


TÜRKLÜK BLLGtSI

iNC ELEMELERi

Sicilindeki ferman kaydında, " . . . Bizler beher sene avarı­ zımız (bir tür olağan üstü vergi) mukabelesinde (karşılı­ ğında) cebehane-i amireye (silah, araç, gereç deposu) seksen kabza keman (farsça yay) verirüz deyü tahrirden iba ve öte­ den berü . . .." şeklindedir (Fermanın transkribe edilmiş tam metni için bakınız Hikari Egawa - İlhan Şahin, Yağcı Bedir Yörükleri s. 144-146.). İşte önce Kamil Su Sicildeki "ÖTE­ DEN BERÜ" kelimesini "ADANA'DAN BERÜ" diye oku­ muş diğer yerel araştırıcılar ve maalesef dipnot özürlü ve sa­ hanın uzmanı meslektaşlarının eserlerine sansür uygulaya n akademisyen Yağcı, Şer'iyye Sicilleri elinin altında olduğu halde hiç tahkik etmeden, aynen kullanmıştır. Oysa mes­ lektaşı Doç. Dr. Nahide Şimşirin Balıkesir Şehri ve Tarihi Araştırmalara, (IQ Yayıncılık İstanbul 2013) adlı eserinin 145. sayfasına zahmet edip bakmış olsa idi, Yağcı Bedirliler belgeli tarihlerinde hiç söz konusu olmadığı halde Adana'ya gidip, Balıkesir'e gelmiş olmazlardı. Dolayısıyla Yağcı'nın bu görüşü doğru olmadığı gibi 1938 yılında basılan bir kitabın içindeki yanlış bilgiyi Şer'iye Sicilleriyle tahkik etmeyerek kullanması da, kanaatimizce intihale girmektedir. İntihalin ise ne olduğu akademik çevrece malumdur. Balıkesirlilerin akademik ağızlardan belgeli ve kaynak­ ları belirtilmiş, eserler vasıtasıyla doğru bilgilenmeleri hak· landır. Yerel kuruluşlarımız bu nevi eserler yazdırırken, şe­ hirdeki sahanın bütün uzmanlarına, uzmanlık alanlarını dikkate alarak ulaşıp, görevlendirme yaptıkları takdirde bu tür hatalar söz konusu olmayacaktır. B) Osmanlıca Bilmek mi? Körle Dilencilik mi? Son günlerde ülkemizde yaşanan Osmanlıca tartışmala­ rına, bir tarihçi olarak karşı çıkmam mümkün değil. Belki şuan tartışılan konu işin erbaplarının görüşü alınarak yapılsa 155


SEBAHATTIN

ŞIMŞ1R

bu hale gelmeyebilirdi. Meselenin Mezar Taşı okumaktan çok daha öte, bir kültür ve medeniyet meselesi olduğunu kabul­ lenmemiz lazım. Bu bağlamda mahalli tarihçilik açısından da, bu çok önemlidir. Zira Balıkesir bilhassa arşiv malzemesi açısından son derece talihli bir şehirdir. Osmanlı Devleti'nin muazzam devlet sistemi her yerde eşit olarak uygulanmış ve bunun neticesi olarak dünya üzerinde pek çok insanı gıpta etti­ recek zengin arşiv malzemesi geriye kalmıştır. Ancak maalesef bazı yerleşim birimlerininkiler deprem, yangın, ayaklanma . . . vb. tabii veyahut da sosyal felaketler neticesinde büyük oranda yok olup gitmiştir. Balıkesir şehri ise arşiv malzemesinin bü­ yük oranda günümüze kadar ulaşması sebebiyle, adeta Ka­ dir gecesi doğmuşların bahtı gibidir. Balıkesir şehir tarihinin yazılmasında kullanılabilecek başlıca arşiv malzemesi; Tapu Tahrir Defterleri, Şer'iye Sicilleri, Nüfus Cedvelleri, Mühimme Defterleri, Şikayet Defterleri, Anadolu Ahkam Defterleri, Ava­ rız Tahrir Defterleri, Temettüat Defterleri, Osmanlı Arşivin­ deki Dahiliye Nezareti, Maliye Nezareti, Nafia Nezareti. . . .vb. pek çok da perakende evrak bulunmaktadır. Ayrıca Vakıflar Genel Müdürlüğü, Cumhuriyet Arşivlerinde ve Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı Arşivlerinde de Balıkesir ile ilgili kı­ yamet kadar belge bulunmaktadır. Bu tez çalışmalarından birisi Özlem Ôzpolat tarafından Nüfus Defterlerine Göre Balıkesir Kazası'nın Demografik ve İktisadi Özellikleri, (Balıkesir, 2013, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) hazırlanmış 07.06.2013 tarihinde saat 10.00'da Prof. Dr. Kenan Ziya Taş, Yrd. Doç. Dr. Filiz Çolak'ın jüri üye­ liğinde Doç. Dr. Nahide Şimşir danışmanlığında oy birliğiyle kabul edilmiştir. Ôzpolat'ın çalışmasından 5 ay sonra (Prof. Dr. Şenol Çelik tarafından Türk tarihçilere 5.10.2013'te yeni çı­ kan kitap olarak tanıtımı yapılan) H.1256/M.1840-41 Tarihli Balıkesir Nüfus Defteri (Değerlendirme ve Transkripsiyon), 1 56


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

(Bursa: Balıkesir Belediyesi Yayınları No:9, 2013, 340 s.) Doç. Dr. Zübeyde Güneş Yağcı - Dr. Serdar Genç tarafından ya­ yınlanmıştır. Yukarıda adı geçen eser Balıkesir Belediye Baş­ kanı Sayın İsmail Ok'un "Belediye Başkanı'nın Yazısı" adlı s. ı'de yer alan takdim yazısının ikinci paragrafında " . . . Balıke­ sir nüfusuna dair yapılan ilk çalışma . . .'' şeklinde bir ifade bu­ lunmaktadır. Oysa Belediye'nin bu yayınından önce de bazı çalışmalar vardır. Yayınlanan nüfus defterleri yazı açısından en düzgün defterler olmaları hasebiyle lisans ve yüksek lisans öğrencilerinin kolayca tez çalışması yapabileceği nitelikte ol­ duğu gibi, eğer orijinal metin eserde bulunsa yazarların yan­ lış okuduğu, okuyamadığı veyahut da şüpheye düştüğü yerler sözgelimi s. 24I'deki bölüm .. ,vd. başkaları tarafından okun­ mak suretiyle Balıkesirliler aydınlatılabilirdi. Belediye yayı­ nındaki yanlış okumalardan birkaçı şöyledir; 1 19'uncu say­ fadaki "alilül aynen olduğu" şeklinde yanlış okunmuştur. Doğrusu " alilü'l-ayn olduğu" yani "kör olduğu" şeklinde­ dir. Yine aynı yayının 240. Sayfasındaki "satıldır" diye yanlış okunan kelimenin doğrusu "saildir" yani "dilencidir" . . . vd. şeklindedir. Örnekler uzatılabilir. Onun için eseri bilimsel ça­ lışmalarında kullanacakların, asıl metni kullanmalarını tav­ siye ederiz. Zira daha önce Balıkesir Tarihini Tahrif Edenler başlığı ile yazdığımız malum yazarın hatalarını devam etti­ rirler ki, aman ha diyoruz. Alelacele, yangından mal kaçırır gibi yayınlanan nüfus defterine mukabil, Ôzpolat'ın tezi yukarıda açıklandığı üzere Balıkesir nüfus defterlerinin tamamını tanıtan bir çalışma­ dır. Tabii diğer eserin akademik danışmanın ve raportörü­ nün olmaması da, sakıt başkanın al tekke ver külah çalışma şeklinin, bir dostunu korumanın ve herhalde piyasa şartları­ nın üstünde bir telif ödemesinin neticesi olduğunu da düşü­ nebiliriz. Belediye yayını bir transkripsiyon çalışması olmakla 1 57


SEBAHATTIN .ŞiMŞiR

birlikte, değerlendirme kısmı da bulunduğu için, kendisin­ den önce konu ile ilgili yapılan çalışmadan haberli ise -ki söz konusu tez, yazarlardan birinin idareci olduğu kurum bün­ yesinde başarı ile sunulmuş, öğrenciye çıkış belgesi verilmiş, ancak tezlerin ciltli hali 8 ay enstitü bünyesinde tutulduktan sonra ancak gönderilebilmiştir. Balıkesir sahip olduğu arşiv malzemesi hasebiyle deniz de­ ğil deryadır. İster mahalli araştırıcı, ister akademisyen, isterse öğrenci olsun herkese araştıracak mevzu vardır. Güzel şehri­ mizin tarihini gün ışığına çıkarmak için yarışabiliriz. Bundan Balıkesir kazançlı çıkacaktır. Ancak çalışma yapan araştırıcı­ ların yazdıklarını, emeklerini kasıtlı olarak görmezlikten gelip, öne çıkmak, sadece kendilerinin veyahut da kendi anlaştıkla­ rının(?!) çalışma ve isimlerini ön plana çıkarmak, diğerlerini sahaya sokmama veyahut da ötekileştirme çabası içerisinde ol­ mak araştırma ve bilimle alakalı değildir. Bizim Balıkesir ile ilgili çalışan araştırıcılara kim olursa olsun sadece yazdıkları bilginin kaynağını belirtme gibi bir talebimiz vardır ki, bu bi­ limsel ahlak gereği olduğu kadar okuyucunun o bilginin kay­ nağını ve doğruluğunu öğrenebilmesi ve gerektiğinde kontrol edebilmesi için elzemdir. Ayrıca Balıkesir Üniversitemizin kıy­ metli öğrencilerinin yapmış olduğu çalışmaları hocalarının görmezlikten gelmeleri, her ne sebep ile olursa olsun affedile­ cek bir husus değildir. Asıl siz hocaları olarak öğrencilerinize ve emeklerine sahip çıkmak ve saygılı olmak durumundasınız. Evet, Osmanlıca öğrenelim. Ama, önce bu işin uzmanı(!) olduğunu iddia edenlerin ve bunu öğrencilerine öğrettiklerini iddia edenlerin doğru okuduklarını görelim. İşkembeden oku­ yarak, bir şehrin tarihini tahrif etmelerine ve cahil öğrenciler yetiştirmelerine de izin vermeyelim.

1 58


18.

PROF. DR. TUNCER BAYKARA

1. Soyu ve Ailesi: 7 Temmuz 1940 tarihinde Mustafa Asım Baykara (19091988) ile Ayşe Baykara (1915-2003)'nın üçüncü evladı olarak dünyaya gelmiştir. Her iki aile de Müderris geleneklere bağlı olmakla birlikte, Cumhuriyet sonrasının etkilerini güçlü ola­ rak yaşayan, yeniliklere açık bir görünüm arz etmektedir."'

Baykara kendi ifadesi ile, "Atalarımı, ne yazık ki, kesin olarak bilemiyorum. Eh, tarihçi sayılan birisi böyle derse, sade insanın geçmişini nasıl bileceğini düşünün.""' ailesi hakkın­

daki bilgilerini açıkladıktan sonra, aynı eserinde, "Kesin bil­ diğim 1205 (1791) tarihinde vefat eden Karaca -oğlu Osman Efendi'nin varlığıdır. Bunun Ömer diye bir oğlu da kesin ola­ rak bilinmektedir. Bunlardan sonra bilinen ise, 1260 hicri ta­ rihli Temettüat Defterindeki Talebe-i Ulumdan Osman Efen­ di'dir. 1844-1845 yıllarına ait bu kayıt, 16-18 yaşlarında bir talebeyi anlattığından, artık babamın da bildiği kendi dede­ sine ulaşabiliyoruz. "216 şeklinde belirtmektedir. Baykara'nın dedesi Hüseyin Hilmi Efendi 1866 yılında doğmuştur. Hüseyin Hilmi Efendi önce babasının medrese­ sinde okuduktan sonra Aydın' da Taciye Medresesinden 1900 yılında icazet almıştır. Babasının vefatı üzerine Yatağan'a 2 1 4 Baykara, T, Ben Kendim ve Tarihçilik Yolunda Kırk Yıl (1964-2004), İstan­ bul, 2004, s.9. 215 Baykara, T., Türk Kültürü, istanbul, 2003, s. 502. 216 Bayara, Türk kültürü. ay. yer

ı 59


SEBAHATTIN ŞiMŞiR

dönerek evlenmiş, ilk hanımı bir hastalıktan vefat edince, komşu Yüreği! köyünden Hörü Nine ile evlenmiştir. Bu ev­ lilikten Hakkı, Ayşe, Asım, Fatmana ve Emin adlarında beş evlatları olmuştur. Hilmi Efendi, Yatağan'daki mektebi, med­ reseye çevirdiği gibi, Orta Camide de vaaz vermiştir. O, 1918 güzünde 52 yaşında vefat etmiştir. Baykara'nın babası Asım, bu tarihlerde 9 yaşında olup, hayat gaileleriyle uğraşmaya baş­ ladığında, Denizli'deki Köy Muallim Mektebini haber almış, imtihanlarına girerek, kazanmış ve başarı ile de tamamla­ mıştır. 1930 yılından itibaren de Ankara ve Denizli'nin bir­ çok köyünde görev yapmıştır. 2 1 7 Asım (Baykara), 1932 yılında, Yatağan'da Şakir-zade Medresesi müderris ailesinden, Şakir Efendi'nin kızı Ayşe ile evlenmiş olup, bu evlilikten Yüksel, Aysel, Tuncer ve Er­ kan Baykara dünyaya gelmiştir. iL

218

İlk ve Orta Öğretim Yılları:

Baykara'nın çocukluğu babasının öğretmenlik görevini ifa etmesi dolayısı ile Kaysar = Yeşilyuva, daha sonra da Ka­ rahüyük'te geçmiştir. Babası buradaki görevini iki yıl kadar yaptıktan sonra Karaman nahiyesinin (şimdiki Çameli ka­ zası) Deyne köyüne gitmiştir. İki yıl burada yalnız çalışmış olup, Baykara'nın ilkokul çağına gelmesi dolayısı ile de, 1 9471948 yılında ailecek oraya gitmişlerdir. 21 9 Birinci sınıfa Dey­ ne'de başlayan Baykara, ilkokul öğrenimini Yatağan' da kö­ yünde tamamlamıştır. 220 2l7 218 219 220

Baykara, Türk kültürü, s. 503. Baykara, Türk Kültürü, s. 504. Baykara. Ben kendim. . . . s. 1 5 . Keskin , N . , Tuncer Baykara Hayalı, Eserleri, Şahsiyeli ve Fikirlerine Dair Bir Araştıra, Afyon 1997, s. 6. 160


TÜRK.1.ÜK BlLGISI iNCELEMELERi

Ortaokul öğrenimi için Niğde lisesinde öğretmen olan Kamil A mcası ile evlenen Yüksek Ablasından dolayı Niğ­ de' de başlar, ancak üç ay kadar sonra Amcası Acıpayam'a tayin olunca Acıpayam Ortaokuluna devam etmiştir. Bun­ dan sonra, babasının İzmir Urla'ya tayinini istemesi üze­ rine, 1954-1955 ders yılında Ortaokul son sınıfı Urla' da ta­ mamlamıştır.22 1 Lise tahsilini 1955-1959 yıllan arasında İzmir Atatürk Lisesinde gerçekleştirmiştir. Bu dönem, Baykara'nın köy kültüründen şehir hayatına geçiş ve maddi ve manevi bu­ nalımlarla da karşılaştığı dönem olmuştur. Nitekim bunun neticesinde de ikinci sınıfta büyük bir hayal kırıklığı da ya­ şamıştır. Geçirdiği rahatsızlık da buna eklenince o yıl sı­ nıfta kalmıştır. Bu olumsuz tabloya rağmen, 1958-1959 ders yılında, yani lise son sınıfta Baykara sınıfın en iyilerinden biri durumuna da gelmiştir. 222 111. Üniversite Öğrenciliği Yılları: Üniversite öğrenimi için, devrin şartları gereği üniversite­ lerin, hatta fakültelerin kendi yaptığı birçok sınava girmiştir. Aileden herhangi bir telkin almamakla birlikte etrafta dola­ şan dedikodulardan şüphesiz Baykara' da etkilenmiştir. Bu­ nun neticesinde de, Kimya Mühendisliğinde karar kılmış ve İstanbul Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümü sınavını 10. sırada kazanmıştır. 1959-1960 ders yılı olağan başlamakla birlikte, 1960 baharında siyasi ortam birden ısınmaya başla­ mıştır. 28 Nisan 1 960 tarihinde olaylar çıkması üzerine de, Üniversite tatil edilip, derslere ara verilince, Bayka ra'da İz­ mir'e dönmüştür. 27 Mayıs İhtilalinden sonra ü niversitenin 221 Baykara, Ben kendim . . . , s. 16. 222 Baykara, Ben kendim .. . . , 19·20. 161


SEBAHATT I N

ŞiMŞiR

tekrar açılması ile okula dönmesine rağmen, kulaktan ku­ lağa dolaşan, öğrencilerin derslerini geçeceklerine dair şayi­ aların, Baykara'nın da zihnini meşgul etmesi ve bazı şeyler de ters gidince, o yıl derslerde beklenilen başarıyı göstere­ memiştir. 1960-1961 eğitim-öğretim yılında da beklediği başarıyı yakalayamadığı gibi, Kimya Mühendisliğinden so­ ğumuş, durmadan tarih kitabı okuyan ve amatörce tarihi eserler kaleme alan biri durumuna da gelmiştir. Derslerdeki başarısızlığı üzerine, Askere giderek bu görevi aradan çıkar­ mayı planlamasına rağmen o yıl değil, gelecek yıl asker ola­ bileceğini öğrenince, 1961-1962 kışı, Baykara tarihçi olmaya karar vermiştir. 223 Baykara, tarihçi olmaya karar vermesinden sonra, 1961 yılında Başbakanlık Arşivi'nde araştırma yapmak için baş­ vuruda da bulunmuş, kendisini imtihana tabi tutan Mithat Sertoğlu'nun uygun görmesi üzerine de araştırma yapma izni çıkmıştır. 224 Bundan sonra, 1962-1963 ders yılı için İstanbul Üniver­ sitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü için yapılan sınavı bi­ rincilikle kazanıp, askerlik meselesini de hallettikten sonra derslere başlayabilmiştir. Hocaları arasında Zeki Velidi To­ gan, İbrahim Kafesoğlu, Cemal Tukin, Afif Erzen, Cevat Eren, Mustafa Kafalı, Mithad Sertoğlu, Besim Darkot, Ah­ met Ardel, Necdet Tunçdilek, Erol Tümertekin, Sabri Özbay­ dar, Refia Şemin ve Ömer Lütfi Barkan önemli isimlerdir. Baykara, Türk'ü tanımlarken vefalı oluşunun özellikle altını çizmektedir. Bundan dolayı kendisini de vefalı bir Türk ola­ rak değerlendirmek abartı olmayacaktır. Zira kendisini hiç tanımayanlar bile, onun, hocaları, arkadaşları, tanıdıkları, 223 Baykara, Ben kendim. . , s.21 -22. 224 Baykara, Ben kendim. . . , s. 23. 162


TÜRK.LOK BiLGiSi iNCELEMELERi

Türkolojiye katkısı olanların ardından yazmış olduklarına bakınca hemen fark edeceklerdir. Yine, bu satırlarda da, bi­ limsel katkı ve kimlik hep ön sıradadır.

iV. Üniversiteye intisabı: 29.IX.1966 tarihinde Tarih Bölümünden mezun olan Baykara, Zeki Velidi Togan'ın yanında doktora yapmak için müracaat etmiş, 18 Kasım 1966 tarihinde kaydını yaptıra­ rak doktora yolunda çalışmalarına başlamıştır. Bundan sonra akademik hayatın gereği olarak kadro takibine de başlayan Baykara, Temmuz 1967 tarihinde Enver Konukçu'nun haber vermesi üzerine Erzurum'da açılan kadroya başvurmuş ve bir müddet sonra kendisine kazandığı bildirilmiştir. 28 Ey­ lül 1967 tarihinde de akademik hayatı başlamıştır. 1968 gü­ zünden itibaren de doktorasını tamamlamak üzere İstanbul 'a gitmiştir. 26 Temmuz 1970 tarihinde hocası Zeki Velidi To­ gan'ın vefatı sonrasında da çalışmalarına İstanbul' da devam ederek, 22 Ocak 1971 tarihinde Türk Tarihinde Şehir (Xl. Yüzyıla Kadar)225 adlı teziyle doktora imtihanına Prof. Dr. Tahsin Yazıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu ve Prof. Dr. Ba­ haeddin Ögel'den oluşan jüri üyeleri önünde girmiş ve ba­ şarılı olmuştur. 226 2 Mart 1971 tarihinde Erzurum'daki görevine dönen Bay­ kara, Nisan l972'de askerlik görevini ifa için buradan ayrıl­ mıştır. 25 Eylül 1973 tarihinde Hacettepe Üniversitesi'nin ilanı ile yaptığı imtihan neticesinde burada göreve başla­ mıştır. Burada ilk yıl Medeniyet Tarihi dersini vermiştir. Za­ manla ders sayısı da artacaktır. 225 Erdoğru, M. Akif, "Prof. Dr. Tuncer Baykara'nın ôzgeçmişi ve Yayınları'', Dogumunım 65. yılında Prof Dr. Tuncer Baykara'ya Armatan Tarih Yazıları (Haz. Prof Dr. AkifErdogru), İstanbul. 2006, s. 9. 226 Baykara. a.g.e., s. 3 1 - 32. 163


SEllAHATTiN ŞiMŞiR 1979 sonlarında Konya'ya dair çalışmasını tamamlayan Baykara, 1 1 Nisan 1980 tarihi itibarı ile Üniversite Doçenti unvanını almıştır. Şubat 1987 tarihinde Ege Üniversitesi'nde Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim dalı için profesörlük ilanı çıkınca, Baykara buraya evraklarını teslim etmiş, işlem­ ler tamamlandıktan sonra 17 Eylül tarihinde burada göreve başlamıştır. Burada öğretim üyeliği dışında, Atatürk tlkeleri inkılap Tarihi Bölüm Başkanlığı ve Atatürk tlkeleri ve inkı­ lap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkez Müdürlüğü ya­ nında senato üyeliği görevinde de bulunmuştur. Baykara'nın hayatında İzmir hem çocukluk hem gençlik hem de olgunluk döneminde özel bir anlam ifade etmiştir. Meslek hayatında da İzmir, yıllardır dağarcığında topladıkla­ rının meyve verdiği bir şehir olmuştur. İzmir' de göreve baş­ ladıktan sonra çalışmalarını sadece makale, kitap, ders verme ve öğrenci yetiştirme ile sınırlı tutmamış, bugün taşra üni­ versitelerine ve yerel yönetimlere örnek olacak bilimsel top­ lantıları da başlatıp sürdürmüştür. Baykara, büyük paralara ihtiyaç olmaksızın, mütevazı bütçeler ile daha çok da imece usulüyle üniversite ve yerel yönetimler, özel teşebbüsler iş­ birliği yapmasına öncülük ederek, öğrencilerini ve meslek­ taşlarını, bu hususta cesaretlendirerek, "I. Uluslar arası Batı Anadolu Sempozyumu", "I. ve II. Uluslar arası Çeşme Sem­ pozyumları", Çeşme CİEPO" gibi uluslar arası sempozyum­ ları büyük ve geniş katılımlar ile gerçekleştirerek, sunulan tebliğlerin kitap olarak da basılmasını sağlamıştır. Ege Üniversitesi Atatürk tlkeleri ve inkılap Tarihi Bölüm başkanlığı sırasında 18 Mart 1915, 19 Mayıs 1919, 23 Nisan 1920, 10 Kasım 1 938 gibi Milli günlerimiz ile ilgili her yıl bölümdeki farklı öğretim üyelerinin, kendisinin de öncülü­ ğüyle, dönüşümlü olarak, bölüm, fakülte çapında toplantılar 1 64


TÜRKLÜK BiLGiSi

iNCELEMELERi

düzenlettirerek, hem üniversite öğrencilerin ders dışında ho­ calarının bilim adamı kimliklerini görmesine vesile olmuş, hem de genç öğretim üyelerinin bilimsel manada kendisini yetiştirmesine imkan sağlamıştır. Bu tip toplantılar ile geri­ den gelen bu meseleleri ilk kez duyan nesiller sürekli bilgi­ lendirerek, milli hafızanın oluşmasına da hizmet edilmiştir. 1998-1998 öğretim yılında Kırgızistan'ın Bişkek şehrinde bulunan Türk-Kırgız Manas Üniversitesi Tarih bölümünde de görev almıştır.

V. Yüksek Lisans ve Doktor Öğrencileri: Ankara ve İzmir'de bir hayli Yüksek Lisan ve Doktora öğrencisi yetiştiren Baykara'nın danışmanlığını yaptığı öğ­ rencilerin bazıları şunlardır: Yüksek Lisans: Adil Dağıstan, Temuçin Ertan, Kürşad Gökkaya, Nevzad Gündağ, Murad Hatipoğlu, Zekai Güner, Seyfi Sazak, Turan Akkoyun, Necdet Bilgi, Cahit Telci, Filiz Peker, Sadiye Tutsak, Serap Tabak, Bünyamin Saraç, Neza­ hat Keleş, Emine Avcı, Filiz Çolak, Hasan Mert, Selma Gül, Zinkoo Han, Gülben Mat, Nurgün Koç, Birsen Yavuz, Bal­ bay Mamırbayev, Vefa Rızayeva. Doktora: Ali Birinci, Oğuz Aytepe, Derviş Kılıçkaya, Mo­ ez-ül-lslam, Cevat Bakkal, Nejdet Bilgi, Sadiye Tutsak, Serap Tabak, Aytmemed Gedliniyazov, Hasan Mert.

VI. Mesleki Üyelikleri: Baykara'nın Bilim Kuruluşlarına Üyeliklerinde ilk sırayı Zeki Velidi Togan'ın sürüklediği Türk Şarkiyatçılar Derneği almaktadır. Daha sonra, Selçuklu Araştırmaları Enstitüsü, 165


SEBAHA"l'TIN ŞiMŞiR

Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü ve Türk Tarih Ku­ rumu zikredilebilir. Baykara'nın şüphesiz en önemli özelliklerinden biri ka­ tıldığı sempozyum ve konferanslardır. Bu tür toplantılara sadece kendisi katılmakla kalmaz, genç bilim insanlarının da bu tür faaliyetlere katılmalarını ısrarla isterdi. Özellikle, CIEPO'nun sempozyumlarına genç Türk Bilim insanlarının katılmasını hep teşvik etmiştir. Nitekim CIEPO'nun 14. top­ lantısını Eylül 2000 tarihinde Çeşme'de gerçekleştirmesi ve bu sempozyum için duyduğu heyecanı en güzel yine kendi­ sinin şu cümleleri açıklamaktadır. Bu benim ilmi hayatım­ daki başarımın bir sosyal mükdfatı gibi oldu.227 Netice: Baykara, alışılmış, belli alanların ve kalıpların adamı ol­ mayıp, geniş bir ilgi alanına sahiptir. Türk'ün tarih ve kül­ türünün her alanı ile ilgilenen çalışkan bir Türkolog'dur. Çalışmaları yine sadece siyasi tarih alanı ile sınırlı olmayıp. kültür, biyografi ve şehir tarihi gibi sosyal ve iktisadi alan­ ları da kapsamaktadır. Türk'ün sadece siyasi, sosyal ve ikti­ sadi tarihi değil, yaşadığı coğrafya da onun ilgisini çekmiş­ tir. Türkiye' de ilk kez tarih ile coğrafyayı kaynaştıran bilim adamı da Baykara'dır. Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası adlı kitabı Türkiye' de hem bu alanda ilk çığır açan çalışma hem de Türk bakışıyla Türk coğrafyasını yorumlayan ilk bilim adamıdır. Şüphesiz bu kadar geniş sahada faaliyet gösteren Baykara'nın bu denli etkili eserler vermesinde, arşiv ve kü­ tüphanelerin de rolü büyüktür. Muhtemelen Türkiye' de gir­ mediği arşiv kalmadığı gibi, yurt içi ve dışı seyahatlerinde de görmesi gereken her kütüphaneyi görmek için, çok daha 227 Baykara. Ttirk Kültürü, s. 506. 1 66


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

önceden planlamasını da yaparak o bölgelere gitmiş ve gör­ mesi gereken özellikle birinci el kaynak diye tabir edilen belge ve bilgilere de ulaşmıştır. Baykara'nın tarih anlayışını ise kendi yazdıklarının ışı­ ğında değerlendirmek herhalde en isabetlisi olacaktır. Bayka­ ra'ya göre, Baykara'nın tarih anlayışını ifade etmek oldukça güçtür. Yazdığı kitap ve makalelerin isimlerine bakıldıkça bu zorluk daha iyi anlaşılır. Bunlarda her şey var olmakla birlikte, siyasi tarih pek yoktur. Sosyo-ekonomik tarih, ta­ rih anlayışını tam olarak ifade etmekte ise de, buna da is­ men karşıdır. 228 Şüphesiz her bilim adamı, dünya gerçeklerinin dışına çıkmadan, yapılan araştırmaları takip ederek, var olan bil­ gilerin üzerine, hiç olmazsa bir-iki husus koymak ister. Bay­ kara' da bu gerçekle iç içe yaşamakta olup, işlenmiş konuları çok iyi tahlil ettikten sonra, onun içinde göremediği husus­ ları araştırmayı tercih etmiştir. Bu yönü Baykara'nın hep ba­ ğımsız bir karakterde kalmasına sebep olmuştur. Bundan dolayı da toplantılarda reyi önceden belli olmadığı için, pe­ şin hükümle değil, önüne gelen verilere ve vicdanına göre karar vermesinden dolayı, nedense her dediklerine evet de­ nilmesini bekleyenler tarafından da pek beğenilmemiştir.229 Baykara'nın çalışmaları arasında ilk olarak Devrim Tarihi Ders Notları olarak yazdığı, daha sonra Milli Mücadele Ta­ rihi adı ile yayınladığı ve nihayet Atatürk ilkeleri ve İnkılap Tarihi adı ile hazırladığı kitabı, hem Osmanlı Devleti'nin son döneminin, hem Milli Mücadele'nin hem de Türkiye Cum­ huriyeti'nin kuruluş, gelişme ve günümüze kadar olan tari­ hinin siyasi, askeri, sosyal, iktisadi, demografik, biyografik . . . 228 Baykara, a.g.e.,

s.

8ı.

229 Baykara, a.g.e., s . 87. 167


SEBAHATTIN ŞlMŞlll

vb. çok yönlü ve bilhassa da üzerinde pek durulmamış ko­ nulara değinip, aydınlığa kavuşturması açısından kitabın is­ minden de anlaşılacağı üzere, Baykara'nın Ömer Lütfi Bar­ kan'dan üniversite yıllarında ilk aldığı Cumhuriyet Tarihi derslerinden, meslek hayatının sonuna kadar yürüttüğü ha­ tıratlardan, arşiv çalışmasına kadar yoğun bir mesai ve eme­ ğin neticesi benzersiz bir eserdir. Baykara şehir tarihi alanında da eski Türklerden günü­ müze Türk şehirciliğini, Türk bakışıyla bir bütün olarak in­ celeyen ilk bilim adamıdır. Türk tarihine en ilk tarihlerden günümüze bir bütün olarak bakan Baykara'nın eserlerindeki benzersiz üslup ve sihir de burada gizlidir. Onun şehir çalış­ malarındaki Türk bakışı hem detay hem de bütünlük içeri­ sinde, Mimar Sinan'ın Türk şehir dokusunu oluştururken iz­ lediği mantık ve sabırla şekillendirilmiştir. Baykara için harita ve şehir planlarının özel bir yeri vardır. O, her zaman onları edinir ve iyi bir şekilde dillendirir. Şehrin ruhunu bu sayede kolayca anlar. Baykara'nın XIX. Yüzyıl siyasi, iktisadi ve sosyal tarihiyle ilgili çalışmaları da Türkiye'de yazıldığı tarihlere kadarki ya­ zılan ve bilinenlere nazaran yeni bir bakış açısı ve cesaretle ele alınmış, ilk ve yeni yorumlar getirmiştir. "Kıyafet refor­ munun il. Mahmud devrinin eseri olduğu", "XIX. Yüzyılda Türk ve Türklüğün geri plana itilip bariz bir şekilde horlanıp, dışlandığı", "Türk'ün istek ve ihtiyaçlarına değil, devlet adam­ larının siyaseten güçlü devletlere göre Osmanlı Devleti'ni yö­ nettiği, "XIX. Yüzyıl Aydın ve Devlet Adamlarının Medeni­ yet Algıları", "Zeybek Kıyafetinin Yasaklanması", "İçki, Dans, Patates . . . vb. kavramların XIX. yy.'da Türk toplumuna padi­ şah ve devlet adamları tarafından sokuluşu", "XIX. Yüzyılda Türk nüfusunun içine kapanması, Gayrı-Müslimlerin Dev­ let eliyle ön plana çıkarılışları, Anadolu'nun sahil şeridine 1 68


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

yerleştirilmeleri". . .vb. konular cesaretle ele alınıp, yerli ve ya­ bancı kaynaklar, bilhassa da seyahatnameler ışığında yazıl­ mıştır. Türkiye'de seyahatnameleri ilk ve geniş olarak kulla­ nan da Baykara'dır. Baykara, Türk kültürü ile ilgili çalışmalarında da deği­ nilmemiş konuları seçip, kendisine mahsus ve fevkalade bir sıra ve plan dahilinde ortaya koymuştur. Belli bir olgunluk safhasına ulaşan her tarihçi bir metodoloji kitabı yazmalıdır. Baykara'nın Tarih Metodolojisi kitabında da var olanın tespi­ tinden sonra, kendi tarih bakış açısıyla mevcudun bütünleş­ mesi, hocanın tarih alanında vardığı noktayı bulursunuz ki, genç araştırmacılara ve tarih meraklılarına tarihçiliğin nasıl yapılacağının adeta bir yol haritası çizilir."0

VI. Tuncer Baykara'nın Kitapları: 1. Denizli Tarihi, il. Kısım (1070-1429).

İstanbul, Fakülteler

Matbaası, 1969, 56 s + 3 yp.

2.

lzmir Şehri ve Tarihi, lzmir 1974, Vl+l40 s. (Ege Üniversi­ tesi Yayını)

3.

Türk Devrim Tarihi, Ankara, 1981, 121 s. (Kendi yayını)

4.

Yatağan, Her Şeyi ile Tarihi Yaşatma Denemesi, Tokyo, 1984, 13+212 s.+ 10 yp resim. (Tokyo University Foreign Studies; T T K 2013).

5.

Türkiye Selçukluları Devrinde Konya Şehri, Ankara. 1985, VI+l67 s. (TC Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını).

6.

Milli Mücadele, Ankara, 1985. (TC Kültür ve Turizm Bakan­

7.

Anadolu'nun Tarihi Coğrafyasına Giriş ], Anadolu'nun Türk

lığı Yayını). Devrindeki idari Taksimatı, Ankara 1988, 272 s . (Türk Kül­ türünü Araştırma Enstitüsü Yayını: 86; ikinci baskı, Ankara 2000; Bilge Kültür Sanat 2015). 230

Baykara, Ben kendim.. ,

s.

87. 169


S E BAHATTIN ŞiMŞiR

8.

Zeki Velidi Togan. Ankara. 1989, 9+229 s. (TC Kültür Ba­ kanhğı Yayınları: 1842, Türk Büyükleri: 1 10); Rusça Çevi­ risi, Zeki Velidi Togan. Ufa, 1998.

9.

Anadolu'nun Selçuklular Devrindeki Sosyal ve iktisadi Ta­ rihi Üzerine Araştırmalar. İzmir. 1990. 150 s. (Ege Üniversi­ tesi Edebiyat Fakültesi Yayını)

10.

Osmanlı Taşra Teşkilatında XVllI. Yüzyılda Görev ve Görev­ liler (Anadolu). Ankara. 1990, 320 s. (Vakıflar Genel Müdür­ lüğü Yayını).

11.

Türk lnkıldp Tarihi ve Atatürk ilkeleri. İzmir 1991, Ege Üni­ versitesi Yayını 204 s.; 6. Baskı İzmir. 1999 (Akademi Kita­ bevi)

12. Aydmoğlu Gazi Umur Bey, Ankara 1990/91, 120 s. (TC. Kül­ tür Bakanlığı Yayını) 13. Hınıs ve Malazgirt Sancak/an Yer Adlan. Ankara, 1991. (Türk

Tarih Kurumu Yayını) 14.

Osmanlılarda Medeniyet Kavramı ve Ondokuzuncu Yüzyıla. Da.fr Araştırmalar, İzmir, 1992, 8+192 s. (Akademi Kitabevi yayını: 2. baskı 1999)

15.

Tarih Araştırma ve Yazma Metodu, İzmir. 1995, IV+168 s. (2. baskı: 1996, 3. Baskı 1999 (Akademi Kitabevi)

16. /. Gıyaseddin Keyhusrev, (Gazi-Şehid )1164-1211), Ankara 1997, X+95 s. (Türk Tarih Kurumu Yayını. lZ

Türk Kültürü Araştırmaları. İzmir 1997, 286 s. (Akademi Ki­ tabevi Yayını).

18. Türk Adının Anlamı, Ankara 1998, (Atatürk Kültür Merkezi, Türk Kültüründen Görüntüler Dizisi. 41); 90 s.; Almanca Çe­ virisi, Die Bedeutung des Namens Türk, (Ankara 2000, 94 s.); İngilizce Çevirisi, The Meaning of Türk. Ankara 2000 81 s. 19.

Türkiye'nin Sosyal ve iktisadi Tarihi, (Xl-XIV. Yüzyıllar), An­ kara 2000, TDV Yayınları, 221 s.

20. Türk Kültür Tarihine Bakışla,., Ankara 2001, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 234 s.

21.

(il.

Baskı, Ankara, 2009, 264 s.).

Tarih Metodu & Öğrenme Araştırma (Bilge Kültür Sanat). 1 70

ve

Yazma, İstanbul 2014


19.

İZZ ETTİN KERKÜK V E KERKÜK DAVASI

izzettin Kerkük: İzzettin Kerkük, 1929 yılında Kerkük'ün Musalla sem­ tine bağlı İmam Ahmet Mahallesinde doğmuştur. Babası, Abdülkadir, annesi ise, Saniye hanımdır. İzzettin'in eğitim hayatı 1936 yılında Kale ilkokulunda başlamış, 1938 yılında Korya'da Gazi İlkokulunda devam et­ miştir. 1943 yılında babasını kaybetmiş, dayısı Mecit Efen­ di'nin himayesinde 1949 yılında Liseden mezun olmuştur. 1949 yılında İstanbul Üniversitesi iktisat Fakültesine kaydol­ muş, ancak rahatsızlanması üzerine, 6 ay hastanede kalmış­ tır (Saatçi, 2005, 1 1).

7 Mart 1953 tarihinde Sabriye Hanım ile evlendiği gibi, eğitimini de sürdürmüştür. Aynı dönemde Türk Haberler Ajansında da çalışmaya başlamıştır. Gazetecilik Enstitüsü 'ne de devam ettiği gibi, Burhan Felek ve Cevat Fehmi Başkut'un derslerine özel bir ilgi göstermiştir (Saatçi, 2005, 1 2 - 1 3). İzzettin, dönemin şartları altında bütün aktivitesini Irak Türkmenleri konusuna hasretmiştir. 1951-1953 yılları arasında Kerkük Takvimini çıkarmıştır. 1955 yılında ..Irak Türklüğü Hakkında Düşünceler" adlı broşür,

1957 yılında ise, .. Tü rk-I­

rak Dostluğunun Işığında Irak Türkleri" adlı kitabı yayına ha­

zırlayarak, Türk kamuoyunun dikkatini bu noktaya çekmek istemiştir (Saatçi, 2005, 13). 171


SEBAHATTi N Ş i M Ş i R

1957 yılında Türl< vatandaşlığına geçmiştir. 1959 yılında da Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği kurucu üyeliği ve Genel Sekreterliği görevinde bulunmuştur. 1961 yılında düzenlenen Kerkük Gecesi için hazırladığı "Kerkük Halk Türküleri ve Hoyratları" kitabı misafirlere dağıtmıştır (Saatçi, 2005, 15-16). Kerkük davası uğrunda ihmal ettiği öğrenimini 1960 yı­ lında tamamlayarak, iktisat Fakültesi Siyasi ilimler ve Maliye Bölümü'nden mezun olınuştur. 1961 yılında Dışişleri Bakan­ lığı Merkez Teşkilatı'nın "uzman" kadrosu için açılan sınavı kazanarak, Arapça mütercimi olarak Dış Türkler ile ilgili 5. dairede göreve başlamıştır. Kerkük'ün, devlet memuru ol­ ması hasebiyle artık adı ile yazı yazamayacaktır. O da, müs­ tear ad olarak Sönmez Ateş imzasını kullanmaya başlamış­ tır (Saatçi, 2005, 16). 1964 yılında, Dışişleri Bakanlığı Dış Teşkilat Sınavını ka­ zanmış ve Türkiye Cumhuriyeti Şam Büyükelçiliğinde Ataşe olarak göreve başlamış ve Suriye' deki Türk vatandaşlarının emlak işlerini takip ile görevlendirilmiştir. Ayrıca, 1974-1977 yılları arasında Paris Büyükelçiliği, 1979-1983 yıllarında Abu Dabi Büyükelçiliği, 1985-1990 yıllarında Riyad Büyükelçiliği İdari Ataşesi olarak görev yapmış, 1990 yılında da 30 yıllık hizmet sonrası emekli olmuştur. 1967 yılında Kerkük Vakfı'nın kurucuları arasında yer aldığı gibi, Kerkük Vakfı'nın ilk başkanı da olmuştur. Aynı zamanda vakfın yayın organı olan Karda.şlık ve Altunköprü dergilerinin de sahibi ve yazı işleri müdürü görevlerini de ifa etmiştir. Eşi Sabriye Hanım'ı 8 Aralık 2005 tarihinde kaybeden Kerkük, Kısa bir süre sonra da kendisi 2006'da vefat etmiştir. 1 72


TÜRKLÜK BiLGiSi

iNCELEMELERi

Sönmez Ateş ve İzzetin Kerkük ismiyle yazdığı makale­ leri dışında basılan kitapları da şunlardır; l.

Kerkük Halk Türküleri ve Hoyratları, İstanbul, 1961.

2.

Kerkük Üzerine Söylenmiş Şiirler (Derleme), Ankara, 1 963.

3.

Irak Türklüğü Hakkında Düşünceler (Derleme), İs­ tanbul, 1955.

4.

Türk-Irak Dostluğunun Işığında Irak Türkleri (Der­ leme), İstanbul 1956.

5.

Haşim Nahit Erbil ve Irak Türkleri, İstanbul, 2004.

6.

Irak Türkleri Bibliyografyası (Sağlığında basılmamış).

İzzettin Kerkük ve Kerkük Davası: Öncelikle " Kerkük neden bu kadar önemlidir? ", "Ne ifade eder?", "Nasıl bir yerdir?" gibi hususiyetleri düşünme­ miz gerekmektedir. Bu hususları daha net anlayabilmemiz için İzzettin Kerkük, İsmet Tümtürk'ün 1958 yılında ka­ leme aldığı ve Fuzuli dergisinde yayınlanan "Kerkük Ni­ çin Türk'tür?" başlıklı yazısından şu cümlelere dikkatimizi çekmektedir; "Irak'ın kuzeyinde kain Musul vilayetine bağlı Telafer kasabasından başlayıp Musul şehrinin doğusundaki Yunus Peygamber (Nebi Yunus) köyü, güneye doğru Erbil, Altınköprü, Kerkük, Tuzhurmatu, Kifri, Karatepe, İran hu­ dudundaki Hanekin beldeleriyle Bağdat'ın Güneydoğusun­ daki Mendeli ve Bedre kasabalarına kadar uzanan, eni 50 km., uzunluğu 2580 km olan "Z" harfini andıran dar bir şe­ rit üzerindeki bölgede Türklerin asırlar önce yerleşip yaşa­ malarının bir tesadüf eseri olmadığını, bölgenin doğusunda kalan dağlık arazide Kürtlerin, çöl topraklarında da Arapla­ rın yaşadıklarını, araya sıkışan şeritin ise aslında Türklerin 1 73


S E BAHATTIN Ş i M Ş i R

Anadolu'ya tarihi göç yolunu teşkil ettiğini, suyu bol bu top­ rakların ne dağlık, ne de çöl olduğunu ve bu sebepten dolayı Irak Türkleri tarafından asırlar önce yurt edinildiğini belirt­ mektedir" (Kerkük, 2001, 8). Milli davalara inanmak ulvi bir kişilik ister. Bu inancın peşini bırakmadan her ne pahasına olursa olsun hep onu düşünmek, hep o davayı kendine dert etmek, belki günü­ müzde parmak ile göstereceğimiz az kişilerin arasında şüp­ hesiz İzzettin Kerkük başta gelmektedir (Beyatlı, 2005, 81). O, Türkmen idealine büyük bir inançla bağlı, Türkmen ha­ yatı için sağlam ve gerçekçi bir emele sahip olmak gerekti­ ğine inanan, Türkmen çocuklarının ve gençlerinin bu ideal çevresinde sağlam bir terbiye ve iman içinde çırpınan bir baba gibidir (Özbek, 2005, 107). O, Kerkük'ü yalnız soyadında değil, kanında, canında, kısaca bütün varlığını taşımış, yaşamış ve yaşatmıştır. O ba­ bacan halinin, her zaman gülen yüzünün arkasında bir sa­ bır anıtı gibi olmuştur. Kerkük üzerine nerede bir yazı çık­ mış, nerede bir şiir veya makale yayımlanmışsa, mürekkebi kurumadan İzzettin Kerkük'ün arşivine girmiştir. Bu kib­ rit kutusu büyüklüğünde bir yazı dahi olsa. . . O, bunları yıl­ lar yılı karınca sabrı ile ve kuyumcu titizliğiyle erinmeden, üşenmeden, yüksünmeden onları bulmuş, buluşturmuş ve bir ananın yavrusuna olan düşkünlüğünü gölgede bırakan özen ile korumuş, gözü gibi bakmıştır (Erol, 2005, 89). Kerkük'ün bu arşivcilik anlayışı onu daha büyük faali­ yetleri yapmaya da zorlamıştır. O, yazdığı bir yazıda, insan haklarına aykırı olarak, çeşitli Irak yönetimlerince kendi­ lerine reva görülen türlü eziyet, cefa asimilasyon politika­ ları ve baskılar karşısında, çok güç durumlara düşerek hiç­ bir taraftan yardım ve destek görmemelerine rağmen milli 1 74


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

benlik ve varlıklarını korumaya çalışan, sayıları bir milyo­ nun (1991 yılı S. Ş.) üstünde olan Irak Türklerinin edebiyat ve sanat alanlarındaki faaliyetleri folklor ve kültür varlık­ ları, sosyal yaşantıları, örf-adet ve gelenekleriyle ekonomik, tarihi, siyasal ve hukuki durumlarının bilimsel bir biçimde incelenmesi zarureti, bu soydaşlarımızın tanıtılması, hak ve öz varlıklarının korunması bakımından büyük bir önem ta­ şıdığı aşikardır. Bunun için ilk yol yerinde araştırma yapmak imkansız olup, kaynaklar üzerinden çalışma yapmak ise ço­ ğunun Türkiye dışında basılmış olması dolayısı ile imkan­ sızdır. İşte bu zorlukları büyük ölçüde bertaraf etmek amacı ile, Irak Türkleri ve Kerkük hakkında mevcut her türlü belge ve yayınların, ilgili bilim adamlarının istifadelerine sunmak üzere, tek bir dokümantasyon merkezinde toplanmasını öner­ miştir (Ateş, 1991, 9). Şüphesiz 21. yüzyılın son çeyreği dünyada birçok geliş­ meye de sahne olmuştur. Bir yanda Berlin duvarının yıkıl­ ması, diğer yanda Sovyetler Birliği ve Yugoslavya'nın parça­ lanması, bulundukları coğrafyalarda azınlık olarak yaşamak zorunda bulunan Türklerin de yeni ortama uygun mücadele şekilleri geliştirmelerine vesile olmuştur. Bu dönemde özel­ likle kendi topraklarının dışında yaşayanların, kendi toprak­ larına yönelik öncelikle kültürel faaliyetler içine girmelerini sağlamıştır. Kerkük Türkleri de bu akımın içinde yaklaşık otuz yıldır verdikleri mücadeleyi daha aktif hale getirmek mecburiyetinde kalmışlardır. Gerçi daha önce 9 Ekim 1959 tarihinde İzzettin Kerkük birkaç arkadaşı ile Irak Türkmen­ lerinin meselelerini ve davalarını Irak'ın dışına taşımasında göstermiş olduğu çabanın ilk meyvesi Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneğini kurmuşlarsa da, o dernek günü­ nün şartlarına göre ve kesintili olarak varlığını sürdürmüş· tür (Beyatlı, 2005, 81). Nitekim kalıcı bir kültür hizmetinin 1 75


SEBAHATTiN ŞiMŞiR

kurulması fikrinin tartışıldığı günlerde İzzettin Bey de bu fikrin savunucularından biri olmuştur. Erşat Hürmüzlü, bir vakıfkurulmasına karar verilmesi üzerine, hem Kerkük şehri ve sembolü ile özdeşleşmesi hem de fedakarlık abidesinin is­ mini yaşatması için vakfa, '"izzettin Kerkük" adının verilme­ sini önermiştir. Kurucu üyelerin hepsinin evet demesine rağ­ men, İzzettin Bey itiraz etmiş, ama yapılan demokratik bir oylama sonucu kabul etmek zorunda kalmış ve ilk başkan da kendisi seçilmiştir (Hürmüzlü, 2005, 93-4). Şartların uygun oluşu Vakfın Türkiye dışında da şube­ ler açmasını sağlamıştır. Bu şubelerden İsveç'te olanını ziya­ rete giden Kerkük, orada duygusal konuşmaktan kendisini alamamıştır. Burada yaptığı konuşmada dikkat çeken nok­ talar şunlardır: "Birçoğumuzun daha birkaç yıl öncesine kadar, dünya haritası üzerinde yerini bile bulamadığımız ve ismini duy­ madığımız gurbet ellerine düştük. Kimimiz lsveç'e, kimi­ miz Danimarka'ya, Finlandiya'ya. Kanada'ya veya dünyanın başka ülkelerine sığınmış bulunmaktayız. Bin yıllık öz yurdundan edilen Iraklı Türkmen cemaatinin büyük bir kısmı halen anavatan Türkiye'de bulunuyor. Bizi kabul eden ve insanca yaşama imkanı sağlayan bütün dev­ letlere teşekkür ederiz. Fakat biz nerede olursak olalım kalbi­ miz, aklımız ve ruhumuz daima geride bıraktığımız kardeş­ lerimizde ve ecdadımızın gömülü bulunduğu topraklardadır. Bilindiği gibi, göç olayı milletlerin hayatında son derece önemlidir. Hele bu olayı, uğradıkları zulüm dolayısı ile ya­ şamak mecburiyetinde kalan milletleri derinden sarsmıştır. Ancak, Türkler gibi hayatiyeti haiz olan ve büyük bir iman gücüne sahip bulunan milletler, uğradıkları ağır darbenin te­ sirini kısa zamanda atlatır ve kendilerini toparlayarak tarihi 176


TOR.K.LOK BiLGiSi iNCELEMELERi

misyonlarını sürdürmeye devam ederler. İşte bugün burada şahit olduğumuz olay budur. Tarihin en zor ve karanlık gün­ lerini yaşamakta olan Türkleri, günümüzde kendi iradeleri dışında, birçok cephede birden, tek başlarına ve hiçbir taraf­ tan yardım ve destek görmeden savaşmak durumunda bıra­ kılmışlardır. Adil olmayan bu savaşın en garip yanı, ana va­ tanın gereği gibi kendilerine sahip çıkmaması ve adeta onları kaderleriyle baş başa bırakmış olmasıdır. Irak Türkleri, bir taraftan, başta insan hakları olmak üzere tüm insani ve me­ deni değerleri hiçe sayan ve bin yılı aşkın bir zamandan beri Irak'ta yaşayan Türkleri, eline geçirdiği devletin bütün im­ kanlarını kullanarak tarih sahnesinden silmeye kararlı bu­ lunan gaddar bir rejim ile, diğer taraftan da, asırlarca Türk­ menler ile beraber yaşayan ve onlardan daima iyilik, yardım ve insanca muamele gördükleri halde, Türkmenlerin göz be­ beği ve kutsal sembolü sayılan Kerkük şehrine sahip çıkmaya kalkışan Peşmergeler ile de savaşmak mecburiyetinde bıra­ kılmışlardır.'' (Kerkük, 1997, 5). İzzettin Kerkük, Kerkük başta olmak üzere bugün Kuzey Irak diye tabir ettiğimiz coğrafyanın tamamı ile yakından il­ gilenmiştir. Nitekim

4-7

Ekim 1997 tarihinde Erbil şehrinde

gerçekleştirilen I. Türkmen Kuruhayı'nı Irak Türklerinin bir dönüm noktası saymıştır. Irak'ta Türk varlığının korunması uğrunda yıllardır mücadele eden çeşitli Türkmen kuruluşla­ rının katılımı ile gerçekleştirilen bu kurultay için uzunca bir hazırlık safhası geçirilmiştir. Kurultay sonucunda muhtelif mahfillere bazı mesajlar verilmiştir. Türk dünyası, Türkiye ve dünya kamuoyuna verilen mesaj; "ölüyoruz, bizi kurtar­ mak için hemen imdadımıza koşun ve İnsan Hakları ihlal­ leri konusunda Irak rejimini durdurun" şeklindedir. 1 77


S E BAHATTlN ŞlMŞl R

Türkmen topluluğuna; "Artık toparlanın, aranızdaki tali çekişmelere son vererek birlik olun, yoksa dava elden gider ve siz de yok olursunuz. Mutluluğu başka ülkelere göç etmek suretiyle aramayın, aksi halde bir nesil sonra tamamen eri­ yip kayboluruz.'' şeklindedir. Irak yönetimine ise; "Iraklı Türkmenler olarak bin yıl­ dan beri bu topraklar üstünde yaşamaktayız. Pek çok tarihi belgeye göre I rak'a gelişimiz sizden öncedir. Irak'ın toprak bütünlüğüne saygılıyız. Yoksa burada Irak bayrağı altında toplanır mıydık? Bize ikinci ve hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesi yapmayın. Irak halkını meydana getiren Araplar ve Kürtlerden sonra üçüncü büyük etnik topluluğu teşkil et­ memize rağmen, varlığımız devamlı inkar edilerek, Irak Ana­ yasa'sında, Kürtlerden söz edildiği halde bizim adımız dahi anılmamaktadır. Irak parlamentosunda, Türkmenleri tem­ sil eden tek bir üyenin dahi bulunmayışını nasıl izah eder­ siniz? Devlet kapıları neden onlara sımsıkı kapalıdır.'' şek­ linde olmuştur. Kürtlere verilen mesaj ise; "1959'daki Kerkük katliaınının acı hatıralarını henüz unutmuş değiliz. Ayrıca, 1991 yılında Körfez Savaşı sırasındaki fetret döneminde Kerkük'e giren Peşmergelerin Tapu ve Nüfus dairelerini yakmaları ve şehirde neden oldukları yağmalama ve kargaşadan sonra, size güven­ memiz pek kolay olmayacaktır. Bütün bunlar bir yana; Ker­ kük üzerindeki söylemlerinizden vazgeçmediğiniz takdirde, sizlerle samimi bir işbirliği içinde olmamız mümkün değil­ dir. Zira hiçbir zaman Kerkük "Kürdistan'ı Kudüs'ü" olma­ mıştır ve olamaz. Orası olsa olsa bizim vatanımızdır. Kuzey I rak'ın yönetiminde biz de sizin kadar söz sahibi olma hak­ kına sahibiz " şeklinde olmuştur (Kerkük, 1977, 2). 178


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELERi

Şüphesiz Kerkük'ü heyecanlandıran en önemli gelişme­ lerden biri de 28-30 Ağustos 1960 tarihinde Kerkük'te top­ lanan Türkmen Öğretmenler Kongresi olmuştur. Çünkü 28 Ağustos 1960 Pazar günü çalışmalarına başlayan Türkmen Öğretmenler Kongresine, başta Kerkük olmak üzere, Tela­ fer, Erbil, Altınköprü, Tuzhurmatu, Kifri, Hanekin, Kızlara­ bat, Deltava ve Bedre'den birçok delege katılmış ve açış ko­ nuşmasını Türkmen Öğretmenler Sendikası Başkanı Hakkı Hürmüzlü (1919-1966) yapmış ve onu takiben Irak Maarif Bakanı İsmail El-Arif söz almıştır. Kongrenin ilk gününde Türkmen şairlerinden Reşit Akif Hürmüzlü, İzzettin Abdi Beyatlı ve Mehmet Sadık okudukları Türkçe şiirler ile kong­ renin Türkmenler için taşıdığı tarihi önemi dile getirmişler­ dir. Müteakip günlerde kongre çalışmalarını beş alt komis­ yon halinde sürdürmüş ve tarihi kararlar almıştır. Bu tarihi kongrede alınan kararlar ise şunlardır: Türk bölgelerindeki ilkokullarda Türkçe'nin okutulması ve öğretmenler için kurslar açılması; Türkçe okutulması için alfabe ve okuma kitaplarının ha­ zırlattırılması; İleri yaşlarda olanlar için ayrı kitapların hazırlattırılması ve köylerde eğitim merkezlerinin kurulması, üniversitelere Türk bölgelerinin ihtiyaçlarını karşılayacak sayıda öğrenci­ nin alınması, her yabancı ülkede öğrenim görmek üzere Türk öğrencilere belirli bir kontenjan ayrılması, ortaokul ve lise­ lerdeki öğretmen ihtiyaçlarının giderilmesi, Türkçe harfler ile bir basım evi kurulması, öğretmenler sendikası tarafın­ dan Arapça ve Türkçe bir dergi çıkarılması, edebiyatçılara yardım edilmesi, Irak Türklerinin tarihleri ve yaşadıkları bölgelerin coğrafyasının okutulması (Kerkük, 1999, 6-7; Sa­ atçi, 2003, 228-230). 179


S E BAHATTIN ŞiMŞiR

İzzettin Kerkük'ün Kerkük ve Irak Türklerinin sadece kültürel ve siyasi meseleleriyle ilgilenmediği, onların insani değerleriyle de yakından ilgilendiği görülmektedir. O, in­ san haklarının en önde gelen ve insanoğlunun en kutsal ve doğal hakkı sayılan yaşama hakkından Irak Türklüğünün mahrum bırakıldığını defalarca zikretmiştir. Bu konuda Al­ tınköprü ve Tuzhurmatu ilçelerinde yaşanan katliamlarda, yüzlerce masum Türkmen çoluk, çocuk. genç yaşlı ayrımı yapmaksızın şehir meydanında kurşuna dizildikten sonra toplu mezarlara gömülmüşlerdir. Kerkük'e göre, Irak yöne­ timinin insan hakları sicili kapkaradır. Bunlar BM İnsan Hakları Komisyonu'nun raporlarında yer almasına rağmen, Irak yönetimi bu suçlamaları hep yalanlama yoluna gitmiş­ tir. Irak'ta zaman zaman, özellikle Saddam'ın doğum gün­ lerinde veya Baas'ın kuruluş yıldönümünde çıkarılan genel aflardan ne hikmetse Türkmenler hiç yararlanamamışlar­ dır. Bu insanlar nasıl bir suç işlemişlerdir ki, hiçbir af yasa­ sından yararlanamamışlardır. Hatta öyle ki, devlete karşı si­ lahlı isyan hareketine katılan başka etnik gruplara mensup şahıslar aflardan istifade etmişlerdir. Öyle ki, ağır hapis ce­ zalarına çarptırılan Türkmenlerin hemen hemen tümü uy­ durma suçlar ile mahkum edilmiş ve kendilerine savunma hakkı dahi tanınmamıştır. Birçoğu suçunun ne olduğunu bilememiştir. Onlar, Irak Ceza Kanunu'nun 156. maddesi gereğince hüküm giymişlerdir. Bunun açılımı; uVatana iha­ net" şeklindedir. Cezası idam veya ömür boyu hapistir. Türk­ lere istinat edilen suçların başında ise; "Türk.iye lehinde ca­ susluk" veya "Turancılık" gelmektedi r (Kerkük. 1999, 7-8). Yani, İzzettin Bey, tam anlamı ile varlığını Türkmen davasına ve özellikle Kerkük meselesine adamıştır. Ha­ yatı boyunca bıkmadan, usanmadan ve yılmadan bu konu­ larda belge toplamış ve yazılar yazmıştır. Bütün hafızasını, 1 80


TÜRKLÜK BiLGiSi iNCELEMELER.!

belleğini, gücünü ve emeğini Türkmen ve Kerkük mesele­ sine ayırmıştır. Çünkü her yerde ve her zaman Kerkük onun meselesi olmuştur. Kerkük meselesini konuşmak için zaman ve zemin ona göre izafi kavramdan başka bir şey olmamış­ tır (Nakip, 2005, 102).

181



GENEL KAYNAKÇA

1.

Akpınar. Y., Güngör Y. "Hüseyinzade Ali Turan'ın Arşivin­ deki Belgeler 2 (Kartpostallar)", Türk Dili ve Edebiyatı Araş­

tırma/an Dergisi. S.20, Ocak-Haziran 2 0 1 1, s. 1-25. 2.

Akpınar, Y.; Güngör, G . "Hüseyinzade Ali Turan'ın Arşivin­ deki Belgeler I", Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Der­

gisi, S.19, Temmuz-Aralık 2010.;

3.

Akyıldız, Ali, Osmanlı Dönemi Tahvil ve Hisse Senetleri, Ta­

4.

Anadol, Cemal-Abbasova, Nazile, Türk Kültür ve Medeni­

rih Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001. yeti, lstanbul, 2002.

5.

Andican, A . Abat, Cedidizmden Bağımsızlığa Hariçte Türkis­

6.

Andican, A. Ahat, Osmanlı'dan Günümüze Türkiye ve Orta

tan Mücadelesi, İstanbul. 2003. Asya, lstanbul, 2009. 7. B.

Apak, Rahmi, Yetmişlik Bir Subayın Hatıra/art, Ankara, 1988. Balcı, Ramazan, Sırma, lbrahim, Ticaret ve Ziraat Nezareti

Memdlik-i Osmaniye'de Osman/I Anonim Şirketleri, İstanbul Ticaret Odası Yay. No:2010- 64, İstanbul, 2012. 9.

Banarh, Nihat Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi 1, İstanbul, 2001 .

10.

Baykara, Tuncer, Türk Kültürü, İstanbul, 2003

11.

Baykara, Tuncer, Türk, Türklük ve Türkler. İstanbul, 2006.

12. Çağlayan, K. Tuncer, "Arnold Toynbee'nin Pan-Tura nizm Raporu", Türk Yurdu, S. 287, Temmuz 201 1 .

1 3. Çankaya, M . Ali, Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeli/er (Mülkiye Şe­ ref Kitabı}, i l i , Mars Matbaası, Ankara 1968 -1969. 14.

Çapay, Musin, Kazakistan Tarihi, Almatı, 2008. 1 83


SERAHATTIN

ŞiMŞiR

15. Çay, Abdülhaluk, Her Yönüyle Kürt Dosyası, lstanbul, 1993. 16. Çulcu. Murat, Ermeni Entrikalarmın Perde Arkası (Torlak­ yan Davası),Kastaş Yay., lstanbul, 1990. Danişment. lsmail Hami, Türklük Meseleleri, lstanbul. 1983,

17.

s. 24. 18.

Devlet Nadir; Doğuştan Günümüze Büyük /slam Tarihi Ek cilt, İstanbul, 1993.

19.

Devlet, Nadir, Rusya Türklerinin Milli Mücadele Tarihi. An­ kara, 1999.

20.

Ercilasun. Bilge, "XX. Yüzyı l ı n Eşiğinde Dört Türk Aydını; Gaspıralr lsmail, Hüseyinzade Ali, Akçuraoğlu Yusuf, Ağa­ oğlu Ahmet", Türkler, C .14, İstanbul, 2002.

21. Erdoğan. Fahrettin. Türk Ellerinde Hatıralarım, Ankara, 1998. 22. Gabithanulı, Kayrat. "Çin Kaynaklarına Göre Çin Mitoloji­ sinde Bozku rt", lslam Öncesinden çağdaş Türk Dünyasına Prof Dr. Gülçin Çandarlıoğlu'na Armağan, İstanbul, 2015. 23. Gömeç, Saadettin, Difi Kurdun Çocukları, Ankara, 2 0 1 2. 24.

Gömeç, Saadettin. Türk Destanlarına Giriş. Ankara. 2009.

25. Gömeç. Saadettin, Türk Kültürünün Ana Hatları, Ankara, 2006. 26. Gül, Muammer, "Önasya'da Bir Türk Devleti: Eyyılbiler (ll75-1250)", Türkler, S, Ankara, 2002. 27.

Hekimov, Mürsel, (Haz. S. Şimşir), Efsaneden Gerçeğe Mito­

lojiden Kültüre Bozkurt, lstanbul, 2012.

28. Hesenli, C e m i l , " B i r i nci Türkoloji Qurultaya Qısa Tar i h i Baxış", 1926 Bakü Türkoloji Kongresinin 70. Yıldönümü Top­

lantısı, Ankara, 1999.

29.

Hostler, Charles Warran (Çev: Mithat San), Türkler ve Sov­

yetler, Ankara, 1976.

30. Hüsrevyan, Hamayak, Huk(Jk-ı Hus(Jsfyye-i Düvel, İstanbul, Edeb Mat., 1329 (1913). 31.

lslam Tarihi ve Kültür ve Medeniyeti, lstanbul, 1988, c.l. 1 84


TÜR.K.l..Ü K BiLGiSi iNCELEMELERi 32. Kafesoğlu. lbrahim. Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri. İstan­ bul, 1970. 33.

Kalafat, Yaşar, Türk Halk inançlarında Tabu, Ankara, 2012.

34. Kalafat, Yaşar, Türk Halk Tefekküründe Kurt -Z, Ankara, 2009. 35.

Kalafat, Yaşar, Türk Mitolojisinde Kurt, Ankara, 2012.

36. Keleşyılmaz. Vahdet, "Teşkilat-ı Mahsusa v e Cermen Esir Kamplarındaki Tatarlar", (www.dergiler.ankara.edu.tr/der­ giler/45/797/10195.pdf.

37.

Kenanoğlu. M . Macit, Osmanlı Ticaret Hukuku. Lotus Yay ı n ­ ları, Ankara. 1995.

38. Kerkük, İzzettin, "12 Yaşındaki Emel'i Bile Şehit Ettiler", Kardaşlık, S. 7, Temmuz-Eylül 2000.

39.

Kerkük. İzzettin. "Kerkük Katliamı'nın 4. Yıldönümü", Türk

Kültürü, S. 9, Temmuz 1963.

40. Kerkük. İzzettin. "Kerkük Katliamının Kitabı Mutlaka Ya­ z ı l malı", Kardaşlık, S. 19, Temmuz-Eylül 2003.

41.

Kerkük, İzzettin, "Kerkük Üzerine Oynanan Oyunlar-V",

Kardaşlık, S. 13, Ocak-Mart 2002.

42.

Kırı mer, Cafer Seydahmet. Bazı Hat1ralar. İstanbul, 1993.

43. K ı r ı m er, Cafer Seydahmet, Rus Tarihinin İnkılaba. Bolşe· vizme ve Cihan lnkılabma Sürüklenmesi, İstanbul. 1948.

44.

Kırımlı, Hakan, Kırım Tatarlarmda Milli Kimlik ve Milli Ha­

reketler (1905-1 916), Ankara, 1996.

45.

Kırımlı, Hakan, Kırım Tatar/arında Milli Kimlik ve Milli Ha­

reketler (1905-1916). Ankara, 1996.

46. Kurat, Akdes N imet, Türkiye ve Rusya, Ankara, 1990. 47.

Kütükoğlu, Mübahat S., "Osmanlı Buharlı Gemi İşletme­ leri. ve İzmir Körfezi Hamid iye Şirketi", Çağını Yakalayan

Osmanlı, (Haz. Ekmeleddin İhsanoğlu-Mustafa Kaçar). I R­ CICA Yay. no: 6, İstanbul, 1995.

48. Lütfullahoğlu, "Asya Tabu ru ", jana Milli Yol, 1931-1932. 185


SEllAHATTIN ŞiMŞiR 49.

Merçil. Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, lstanbu].

50.

Mustafazade, Tofiq, Ümumi Tarix, Bakı. 2012.

1985. 51.

Ögel. Bahaeddin, Türk Mitolojisi il, Ankara, 2006.

52.

Öz, Mehmet, "Tarih, Millet ve M i lliyetçilik Üzerine Bazı

53.

Özdoğan, Günay Göksu, Turan'dan Bozkurt'a, lstanbul. 2002.

54.

Sı rma, İbrahim, "Osmanlı Anonim Şirketlerinde Kar Dağı­

Notla r", Türk Yurdu, Mart 2012, S. 295, s. 204.

tımı", Akdeniz Üniversitesi Uluslararası Alanya işletme Fa­

kültesi Dergisi, 111/2, 2011. 55.

Şeşen, Ramazan, "Eyyubiler", Doğuşta Günümüze Büyük ls­

/(Jm Tarihi, C. 6, lstanbul, 1990. 56. Şimşir, Sebahattin, "Sovyet MahkQmu Türklerin tarihinin Yazılmasında Stalin Devri kırgınlarının Değerlendirilme­ sine Dair (Kazakistan Örneği)", Türk Dünyasında Sosyal Bi­

limler: Kuram, Yöntem, Uygulama, Celalabat, 2005, s. 188192. 57.

Tamir, Ferhat, "Ahmet Baytursınoğlu ve 1926 Bakü Tür­ koloji Kongresi", 1 926 Bakü Türkoloji Kongresinin 70. Yıl­

dönümü Toplantısı, Ankara, 1999. 58.

Tecemen, A., Türk-Fin-Ugor, Moğol-Mançu Topluluk/an ina­

nışları Zemininde Bulgaristan Türkleri inanışları veya Türk Kimliği. Ankara, 1995. 59.

Tekeli, ilhan, "Türkiye'deki Şirketlerin Gelişimi ve Kapita­ lin Yoğunlaşma Süreci", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansik­

lopedisi, Şirket/er/Holdingler. Fasikül:76, iletişim Yayınları, lstanbul, 1985. 60.

Temir, Ahmet, YusufAkçura, Ankara, 1987.

61.

Togan, Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, lstanbul, 1981.

62. Topalova, Aljira, "Azerbaycan'da Tutuşan Türkiye'de Köz­ lenen Ateş Alibey Hüseyinzade", Bi/ig, S.21, Yaz 1999. 186


TÜRKLÜK BiLGiSi

iNCELEMELERi

63. Turan. Osman, Türk Cihan Hdkimiyeti Mefküresi Tarihi, İs­ tanbul, 1995.

64. Türkoğlu, İsmail, Sibiryalı Meşhur Seyyah Abdürreşid lbra­ him, Ankara, 1997. 65. Uca, Alaattin, "Dr. Hüseyinzade Ali Bey"', Türk Yurdu, S. 288. Ağustos 2 0 1 1. 66. Uzun, Mustafa, "Abdürreşid lbrahim (1857-1944)", TDVIA. C.1, lstanbul, 1988. 67.

Ü l ken, Hilmi Ziya, Anadolu Kültürü ve Türk Kimliği Üzerine, lstanbul. 2006.

68. Yalçın. Soner, Hacı Yakup Anat, Hayatım ve Mücadelem, An­ kara, yty (2003), 69.

Yazıcı. Nesimi, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, Anka ra, 2002.

70.

Yıldınm, Dursun, "Tarih ve Türk Milliyetçiliği", Türk Yurdu,

71.

Yıldız, Hakkı Dursun, İslamiyet ve Türkler, İstanbul, 1980.

Mart 2012, S. 295., s. 197. 72. Ziyöev. Hamid. Türkistan'da Rusya Tajavuzi ve Hukmronlr­

gıga karşı kuraş, Taşkent, 1998. 73.

AAda.M,,,;ap, 3, Ta pHx, AnMaTbı.2002.

74. AWHHH, <1>. .l1. vd., PenpeccupoaaHHOR T10pKo.11ozuS'I. MocKaa. 2002. 75.

6aHTypcbıHoa. A. A .ç :JKo.11, An M aT bI , 1991 .

76.

6aHTypcb1Hynb1, Ax.Mem 5aümvpcb1Hy.11 b1, AnMaTbı, 2005.

77.

)J, >Kya H bıw6e Ko a. H . , A x.Mem 5aümypcyHoB, An M aTbl , 2006.

78.

HcMaKoaa, A. C., Bo3epaUfeHue n.11e.RObı, AnMaTbl, 2002.

79.

Hypne1\icoe, Ke11ec, AAaw ha.M AAawopaa, A nM aTbl , 1995.

187



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.