Kültür ve Edebiyat Dergisi
Kültür ve Edebiyat Dergisi
2020
2020
Temmuz - Ağustos Mayıs - Haziran
Sayı:14
Sayı:13
İçimdeki putları devir! İçimdeki putları devir!
Alper Şahin - Bayram Şafak Arslan - Burhan Kâzım Çalık Denizhan Gültekin - Esma Çaldıran - Fatma Dicle Karabınar Hale Beyza - İsmail Özcan - Lavinya Öz - Mehmet Zeki Kılıç Melik Buğra Karacabay Özlem Çelik - Soner Ataibiş Suat Çakıroğlu - Şaduman Tatlı - Tayfun Öztürk - Ümit Aras Dağlı
İÇİNDEKİLER 4
Şövalye Ruhlu Çocuğun Karpuz Kabuğunda Yolculuğu Denizhan Gültekin
9 6
Bize Sinemadan Fayda Va Akideş Fatma Dicle Karabınar
10 9
Uluçay’a Ümit Aras Dağlı
12 10
Bölünen Ekmek Bir Daha Tutmaz Alper Şahin
16 13
Küstüm Çiçeği Burhan Kâzım Çalık
16 14
Riskli Bilgilerin Mikrobloglarla Yayılması: Takipçi Sayısı Fazla Olan Twitter Kullanıcılarının Yanlış Haberleri Daha Fazla Yayması Bayram Şafak Arslan
17 16
Kebair Ayini Lavinya Öz
Denizhan Gültekin
18 19
Gülün Söyledikleri Hale Beyza
Yazı İşleri Sorumlusu
21 20
Karaköy’de Bir Sevda Melik Buğra Karacabay
22
Örselenmiş Şiir Esma Çaldıran
24 23
Mevzi İsmail Özcan
25 24
Girizgâh Şaduman Tatlı
26 25
Kaçak Hüzün Mehmet Zeki Kılıç
29 26
Eve Dönmenin Başka Yolu Özlem Çelik
Durmuş Ali Gürtoklu
30 29
Sevmek Soner Ataibiş
Kapak Görseli
34 30
Seb’a Suat Çakıroğlu
37 31
Ak Alın Kara Sevda Tayfun Öztürk
38 32
Öneri Baltası
ISSN 2651- 5431 Her şeyin bir bedeli var: 10 TL Yıl: 2
Sayı: 14
Temmuz - Ağustos 2020 İmtiyaz Sahibi
Harun Bora Tunç Editör Soner Ataibiş Yayın Kurulu Fatma Dicle Karabınar Alper Şahin Grafik Tasarım
Karya Öner İletişim www.baltadergi.com balta@baltadergi.com Sosyal Medya www.facebook.com/baltadergi www.instagram.com/baltadergi www.twitter.com/dergi_balta Dergiye gönderilen yazıların üzerinde dergi yayın kurulunun tasarruf hakları bulunmakla birlikte iadesi teklif edilemez. Kaynak gösterilmeden kullanılan yazılar hakkında önce toplu balta savurma seansları, fayda vermezse ardından yasal işlem uygulanır. Metin içinde kullanılan yazı ve reklamlarda her tür mesuliyet yazarın kendisine aittir ancak işin içinde hediye kitap varsa Balta Dergi söz sahibidir. Teşekkürler.
2
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
Balta Dergi'den herkese selamlar, Koronavirüs salgınının hepimizi evlere kapattığı tahammülfersâ zaman boyunca en az sizler kadar bizler de korku ve endişenin esiri olmamak için direndik. Şimdilerde hayatın devam edebilmesi adına normal taklidi yapan "yeni normal" hayatın akışına kapılmaya çalışıyoruz. Biliyoruz ki alışmaya mecbur varlıklarız ve bu zamanlar da geride kalacak. Balta Dergi ekibi olarak krizi fırsata çevirdiğimiz ve kendimizle baş başa kalabilme fırsatını yakaladığımız karantina günlerinde siz okurlarımız için müstesna bir sayı daha hazırladık. İkinci kez Temmuz ayı sayısını okuyucuya sunma telaşını yaşamak, bizler için Covid19'a olmasa da sadra şifa niteliğinde bir meşgale oldu. Dosya konusu olarak sevgili Ahmet Uluçay’ı ele aldığımız bu sayıda Fatma Dicle Karabınar yönetmenin biyografisi sizler için hazırladı ve Denizhan Gültekin ilk film incelemesi yazısını yazdı. Makale çevirisiyle Bayram Şafak Arslan, deneme yazısıyla Şaduman Tatlı ve öyküleriyle Alper Şahin, Lavinya Öz, Melik Buğra Karacabay ve Özlem Çelik katkılarını sundular. Burhan Kâzım Çalık, Esma Çaldıran, Hale Beyza, İsmail Özcan, Mehmet Zeki Kılıç, Soner Ataibiş, Suat Çakıroğlu, Tayfun Öztürk ve Ümit Aras Dağlı ise şiirleriyle on dördüncü sayımızda yer aldılar.
Şimdi Ahmet Uluçay Anısına #BaltaGımıldayıvecek.
www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
3
Şövalye Ruhlu Çocuğun Karpuz Kabuğunda Yolculuğu Denizhan Gültekin
ek Dinlem için
Bir yönetmen hayâl edin. Anadolu’nun ücra bir köşesinde sayısız imkânsızlıklarla pençeleşirken çocuk yaşta gönlünü kaptırdığı şeye kendini adayan bir yönetmen… Kurduğu düşün peşinden koşan, ona ulaşmak için bin bir zorluğa göğüs geren bir adam… Güven Adıgüzel’in de deyimiyle sinemamızın Don Kişot’u: Ahmet Uluçay. Tek uzun metrajlı filmi olan “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” ile Uluçay; çocukluk düşünü gerçekleştirmiş, resimleri gımıldatmayı başarmıştı. Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak, her şeyden önce derdi olan bir film. Her ne kadar popülariteye yenik düşse de izleyenlerine farklı bir bakış açısı sunuyor ve kendi derdine seyircilerini ortak ediyor. Yapım, yönetmenin hayatından esinleniyor. Anadolu’nun mütevazı bir kasabasında geçen film, sinemayı çok seven ve eski film şeridi toplayan iki çocuğun hikâyesini saf bir
dille anlatıyor. Filmde köylü – kasabalı ayrımı net bir şekilde görülmektedir. Yönetmen bu zıtlığı karakterler üzerinden izleyiciye ustaca aktarmayı başarmıştır. Rejisör olma hayâliyle yanıp tutuşan gençler, sinema sayesinde köyden kurtulmayı ve her gün izledikleri ardında dumanlar bırakarak giden trenlerle büyükşehre gitmeyi düşlemektedir. Tren onlar için daha güzel bir hayatın simgesidir. Recep’in, hayvanlarına yem verdiği Nezihe’nin evine geliş gidişi evin büyük kızını rahatsız etmiştir. Annesinin dul olması sebebiyle Nihal kendini çevreye kapatmış ve yaşı küçük de olsa evlerine gelen erkek onu kızdırmıştır. Köylü Recep de kasabalı Nihal’i görür görmez eli ayağı birbirine dolanmış ve hadsizlik(!) edip ona âşık olmuştur. Arkadaşı Mehmet kasabalı kızın köylü bir genci istemeyeceğini düşünüp ve Recep’i vazgeçirmeye çalışmaktadır.
“Ayıramıyorum. Hayatla sinemayı ayıramıyorum. Hangisi nerede bitiyor, diğeri nerede başlıyor, bilmiyorum.” Ahmet Uluçay
4
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
Karpuzcu çırağı, arkadaşını dinlemeyip Mehmet’in vasıtasıyla Nihal’e bir mektup göndermiştir. Evin büyük kızı, mektubu ilk başta reddetse de sonradan gizlice almış ve her gelişinde ters davrandığı Recep’e içten içe yakınlık hissetmeye başlamıştır. Nihal’in mektubu yerden alırken görünen kırmızı ojeli ayakları, babasız olmanın verdiği korumacı tutum karşısında içinde renkli bir kadın olduğuna işaret etmektedir. Recep, Nihal’e ilk defa kadın olduğunu –farkında olmadan- hissettirmiştir. Nihal, köyden onun için getirdiği cevizlerden bir tanesini gizlice cebine atmış ve herkes uyuduktan sonra gizlice kırıp yemiştir. Yönetmen bu sahnede, genç kızın aşkı ilk defa hissedişiyle kadınlığını fark etmesini izleyiciye çok nahif bir şekilde ve ustaca aktarmıştır. Yine Nihal’in mektubu okuduğu sahnede yere düşen oyuncak bebek, genç kızın artık kadınlığa eriştiği çok güzel bir şekilde yansıtılmıştır.
Recep, Nezihe’nin beğenip okşadığı saçlarını istemeyerek kestirdiğinde kasabalı kızla aralarında bir aşkın mümkün olamayacağını anlamıştır. Onun bu üzüntülü hâli ustasının dikkatinden kaçmamış, Recep bir şey söylemese de Karpuzcu Kemal sebebini anlamıştır. Ahmet Uluçay yaptığı bir söyleşide filmin en önemli karakterinin Karpuzcu Kemal olduğunu söylemiştir.* Önceleri pehlivanlık yapan Kemal, sayısız iş denemiş hepsinde de başarısız olmuştur. Karpuz kabuğundan yapılan geminin eninde sonunda batacağını söyleyen müflis tüccarın aksine Ahmet Uluçay, gemisini karaya sağ salim çıkarmayı başarmıştır. Herkesin karşı çıkmasına ve türlü imkânsızlıklara rağmen çocukluk hayâlini gerçekleştirip filmler çekmeyi başarmıştır. Toparlayacak olursak Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak yönetmen Ahmet Uluçay’ın sinemaya duyduğu tutkuyu, doğup büyüdüğü çevrenin üslubuyla harmanlayarak izleyicisine aktardığı bir başyapıttır. Yönetmen filmini zıtlıklar üzerine kurmuştur. Köylü – kasabalı, kadın – erkek, ışık ve gölge… Sinemamızın şövalye ruhlu çocuğu karpuz kabuklarından yaptığı gemisiyle ebediyete doğru giderken bizlere çok sayıda kısa film, öykü, şiir, dergi ve gazete yazıları bıraktı. Balta Dergi vesilesiyle kendisini okurların huzurunda hürmetle yâd ediyorum.
* Kendi Rüyasında Uyanan Derviş Ahmet Uluçay, Güven Adıgüzel, Profil Kitap, 2017 www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
5
Bize Sinemadan Fayda Va Akideş ek Dinlem için
Sinema... Yüksekokullarda eğitimler alıp teknik bilgilerle harmanlanıp ortaya çıkarılan mekanik bir yapıt mıdır yalnızca? Hayır… İnsanların duygu ve düşüncelerini yönlendirecek kadar etkin olan bir şeyin tanımlaması bu kadar basit olamaz. Bir ucu teknik bakış açılarına dayanırken diğer ucu kaybolmaya yüz tutan değerleri unutturmama endişesine dayanan sinema gündemi günden güne propagandalarla hatta intihallerle dolup taşarak çöplüğe dönüşüyor. İleride “bu filmin yeni versiyonu” şeklinde geri dönüşümlere bile maruz kalabileceğimiz bir çöplük bu. Ekranlara baktığımızda binlerce kez pişirilip önümüze konulan temcit pilavı tadında senaryolara maruz bırakılan gözlerimiz duygularımızı sömüren olaylarla süslenerek kandırılıyor. Hemen ardından izlediklerimiz gerçeklik algımızla dalga geçerek sahte hisler sunuyor tepside. Oysaki bu karmaşanın içerisinde gerçeklerin hülasasının kaskatılığı arasında bozkırdan deniz kabukları toplayacak, karpuz kabuğundan gemiler yapıp yine bozkırdan suya indirecek kadar fevkalbeşer hayallere sahip biri vardı. O kişi küçücük dünyasının yanı sıra içinde ki sanat aşkıyla yaşayan, resimlere bakıp bakıp iç çekerek “ah bi de gımıldayıverse” diyen Ahmet Uluçay’dı. Sinemayla olan bağı bu merakı ile başlayan Uluçay, hem sinema filmi yönetmeni hem yapımcısı hem de senaristi ve oyuncusu olarak hayata geçirdi rüyalarını. Bizlere geride on bir kısa film ve bir uzun metrajlı film bırakarak kalplerimizde unutulmaz bir yere sahip olan Ahmet Uluçay, 1954 yılında Kütahya’nın Tavşanlı ilçesine bağlı Tepecik köyünde dünyaya geldi. İlkokul eğitimi sırasında 1960 yılında köye gelen seyyar sinemacı sayesinde sinemayla tanıştı. İşte o zaman fotoğrafların hayalindeki gibi kıpırdadığını gördüğünde arkadaşına dönüp “gıynaşıp durula valla napcez”
6
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
Fatma Dicle Karabınar
dedi. Bir çocuk şaşkınlığıyla hayran hayran bakakaldı. İçine sığdıramadığı tutkusunun adını öğrenmişti artık, sinemaydı o. Yaşadığı küçük köyde ilkokul eğitimini tamamlamış ve eğitim hayatını burada bırakmak zorunda kamıştı. Fakat bildiği bir şey vardı o da hayallerinin peşinden gitmekti. Okulu bırakmıştı ama öğrenmenin sonu yoktu. Arkadaşı İsmail Mutlu ile beraber bu işi yapacaklardı. İki kafadar bir oldular ve hayal güçleri onların eline ne verdiyse peşinden koştular. Kıyısından trenler geçen bir köydü doğup büyüdükleri yer bu yüzden bozkırda sonu görünmeyen tren raylarına bağladıkları umutları olmuştu. Her gün buluşup planlar yaparlardı. Ahmet Uluçay gece yattığında gördüğü filmleri kafasında tekrar tekrar çekerdi. Hayal etmek bile onun nefes almasını sağlıyordu. Bir pil, bir makara ve sinema çöplüklerinde buldukları filmleri toplayarak ellerindeki şartlarla film makinası yaptılar. Ahmet senaryolar yazıyor İsmail makinaları hayal ediyordu. Her şeyden uzak kalan Tepecik köyü imkânsızlıklarla doluydu, geçinmek için para kazanmalıydı bu nedenle babası tarafından sinemayla uğraşması istenmedi. Eve ekmek getirmek için çalışmalıydı. Köyde bu işlerle uğraşanlara boş gezen gözüyle bakılırdı ve Uluçay’ın babası ancak zenginler uğraşır bu işlerle diyerek önüne geçti. Fakat hayaller o kadar kolay vazgeçilecek şeyler değildi. Arkadaşı İsmail ile beraber rüyalarının peşinden gideceklerdi. Çok geçmeden köyün iki delisi olarak anılmaya başladılar. Zamanla arkadaşı İsmail’in hevesi kırılıp uzaklaşsa da o içinde sinemayı hep yaşattı. Daha sonra Almanya’dan gelen bir gurbetçinin onlara kamera vermesiyle ilk kez kendi çekimlerini yapmaya başlamıştı. İşte o an geri dönülmez bir yola girdiğini anlamıştı. Bu tutku hayatı boyunca o nereye giderse gitsin yakasını bırakmayacaktı. Sevdiği kıza bile hislerini sinema yaparak anlatmak
arzusunu içinde yaşıyordu. Mümkünü yoktu feveran edecek bir tutkuydu bu biliyordu. Bir süre şoförlük, inşaat işçiliği ve tavukçuluk yaptı ama bunları yaparken film çekme arzusundan bir an bile uzaklaşmadı. Girdiği tüm işlerde iflas etti. Bu durumla ilgili sorular yöneltildiğinde hep “Allah yardım etti iflas ettim” diyen Uluçay neredeyse insanın hayatında yaşadığı zor günler sırasında imkânsız bir hayale sarılmayacağı kadar sarılanlardandı. İflas etti, geçim sıkıntısı çekti ama dönüp dolaşıp tutunacak dalı sinema olmuştu. Her battığı noktada intihar edercesine film yapmaya çalışıyordu. Kısa filmler çekerek işe koyulmuş ve 1993 yılında “Optik Düşler” filmini çekmişti. Teknik olarak hatalarla dolu olmasına rağmen Ahmet Uluçay’ın dünyasında kusursuzdu. Hemen ardından 1994 yılında “Koltuk Değneklerinden Kanat Yapmak” adlı bir kısa film daha çekerek ortaya koymaya çalıştığı şeylerin değerine güvendi ve 6. Ankara Uluslararası Film Festivali'ne katılarak tanındı. Sancılı bir adamdı, içinde daima sanata dair üretme arzusuyla yaşarken geçindirmesi gereken bir ailesi vardı. Sinemaya olan tutkusu nedeniyle ailesinin yokluk çekmesine sebep olmuştu. Bir yandan bedene ağır gelecek işlerle çalışarak para kazanmak zorundaydı. Yaptı, ama durmadı edebiyat dergilerinde yazılar yazdı hatta o dönem Kütahya’da bulunan yerel bir gazetede çalıştı. Peşi sıra gelen 1995 yapımı Bizim Köyün Orta Yeri Sinema, Minyatür Kosmos’ta Rüya, İnci Denizin Dibinde gibi filmleri ile yüreğinden kopanları ortaya koyarak üretmeye devam etti. Bu filmlerin birçoğu teknik anlamda sıkıntılı olmasına rağmen gittiği her yerde ödüllerle karşılandı. Bunu uğrunda çektiklerine bağlardı, “derdin olmalı, dertsiz sinema yapılmaz” derdi. Tavukçuluk yaptıktan sonra da iflas edince sinemadan başka bir şeye aklım ermiyor diyerek hayalini yaşamak için çabalamaya daha
sıkı devam etti. Artık ona “Beyoğlu Berduşu” diyen babasıyla görüşmüyor, konuşmuyorlardı. Kütahya’da sinemanın gözler önünde bulunmadığı bir köyde yaşayarak bir de bu yaşam telaşeleri arasında hala içindeki tutkuyu diri tutabiliyordu. Nahif bir dünyası vardı bunu yansıtmak istiyordu çünkü onun için sinema kendini anlatmakla eşdeğerdi. Şimdi söz bende diyordu Uluçay, benim de bir hikâyem var… En büyük destekçisi eşi ve çocukları olmuştu. Hayalini kurduğu filmi çekmek için onları da beraberinde yaşayacağı zor günlere sürüklemişti ama ailesi ona inanmaya devam etti. Çekmezsem delirecektim dediği filmini yazmaya devam etti. Bitirdikten sonra köy meydanında gecenin bir yarısı denk geldiği arkadaşını “Allah aşkına kahveye gel senaryom bitti anlatmazsam uyuyamam” diyerek gece evine gitmekten vazgeçirip dört saat senaryosunu anlatmıştı. Bir saat elli dakikalık filmi Uluçay’ın gözünden dinlemek tam olarak dört saat sürmüş ve arkadaşları onun yazdıklarını anlattığı sırada “sanki izliyormuş gibi hissederdik, biz orada yaşıyormuşuz gibi gelirdi o kadar içten anlatırdı” derdi. Kısa filmleriyle tanınmasının ardında İstanbul sinema camiasında bir hikâye olarak dilden dile ismi dolaşmaya başlamıştı. Bir adam vardı masum, sade ve naif görsellerle gerçekçi ve kuvvet dolu sahneleri canlandırıyordu. Koltuğunun altına sıkıştırdığı senaryosuyla İstanbul’da kapı kapı dolaşmaya başlamıştı Uluçay, fakat kimse onu ciddiye almıyor onun kusursuz gördüğü kâğıtları okumuyordu. Sağlığım elverdiği sürece bu yoldan dönmem diyerek vazgeçmedi. Oyuncularını bir tren yolculuğunda, kahvede, bakkalda hatta köyünden çocuklarla belirlediği “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filini çekti. 2004 yılında gösterime giren ilk uzun metrajlı filmi ile 23. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde En İyi Türk filmi sewww.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
7
çilerek ‘Altın Lale’ kazanırken, 37. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) 2005 Türk Sineması Ödülleri'nde, En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo dallarında 3 ödüle birden layık görüldü. Film, yurt içi ve dışında birçok festivale katıldı. 52. San Sebastian Film Festivali'nde de en iyi ikinci ödül olan ‘Altın Denizkabuğu’, 26. Montpellier Akdeniz Filmleri Festivali'nin büyük ödülünü olan ‘Altın Antigone’ kazandı. Daha sonra Japonya’daki Skip City Internatioal Dijital Sinema Festivali’nden iki ödüle daha layık görüldü. ABD, Almanya, Güney Kore, Yunanistan, Ukrayna ve daha birçok ülkede katıldığı birçok festivalden de ödüllerle döndü ve kırka yakın ödül kazandı. Teknik birçok aksaklığa rağmen sanata ve sinemaya olan yatkınlığıyla yüreklerde yer edinmişti. Detaylarla süslü anlatımlara yer verdiği filmlerinde en küçük ayrıntı bile anlamlarla doluydu. Kendi hayatından maneviyat dolu parçalar yüklemişti filmlere. Bunlardan biri Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filminde yer verdiği türkülerden Beyaz Giyme Toz Olur’un dâhil ediliş hikâyesidir. Geçirdiği ağır bir ameliyattan sonra Uluçay, hastanede ilk kez yürümeye başladığında bu türküyü işitmiş ve bu filmde kullanmaya karar vermişti. Hiçbir zaman aldığı ödüller ve isminin duyulması onu şımartmamıştı. Yönetmenlik yaptığı zamanlarda da hayatı aynıydı yine Tepecik köyünde yaşıyor yine aynı evde oturuyordu. Film çekebilmek için bedenini zorlayan işlerde çalıştığı için hastalandı, beynindeki tümör nedeniyle hayatı
FİLMOĞRAFİ Yönetmeni Olduğu Kısa Filmler: 2009- Bozkırda Deniz Kabuğu 2004- Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak 2000- Exorcise 1999- Uzun Metrajın Resmi 1998- Bizim Köyde Bayram Sabahı 1998- Epileptic Film 1996- İnci Deniz Dibinde 1995- Bizim Köyün Orta Yeri Sinema 1995- Minyatür Kosmos'da Rüya 1993- Koltuk Değneklerinden Kanat Yapmak 1993- Optik Düşler Senaristi Olduğu Kısa Filmler: 2009- Bozkırda Deniz Kabuğu 2004- Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak 2000- Exorcise 1999- Uzun Metrajın Resmi 1998- Bizim Köyde Bayram Sabahı 1998- Epileptic Film 1996- İnci Deniz Dibinde 1995- Bizim Köyün Orta Yeri Sinema 1995- Minyatür Kosmos'da Rüya 1993- Koltuk Değneklerinden Kanat Yapmak 1993- Optik Düşler Rol Aldığı Filmler: 2004- Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak (Berber) 1999- Uzun Metrajın Resmi
8
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
“Bozkırdan deniz kabukları toplamak, karpuz kabuğundan gemiler yapıp suya indirmek ancak fevkalbeşer hayaller kuran bir yürekle mümkündü.”
çok zorlaştı. Zira kendisi hastalığını ve yoksulluğunu vurgulamamaya, bu durumlarının kendini mağdur göstererek anılmasına sebep olmasını istemiyor bunun için çaba sarf ediyordu, çünkü o yalnızca sinemayla konuşulmak istiyordu. Çok ağır bir ameliyattan çıkmış olmasına rağmen kazandığı ödülleri almak için sahneye çıktığında dinç görünmeye çalışırdı. Tüm bu imkânsızlık ve zorlukların eşlik ettiği hengâmeli yaşam içinde çekmişti filmlerini. Sahneye ödül almak için adım attığında köyde yaşayan ve herkesten daha zor film çeken bir insan olduğunu, bu konuda söylenecek başka bir şey olmadığını, imkânı olsa pekâlâ daha iyi şekilde film yapabilmeyi arzu ettiğini belirtirdi. Köylü yönetmen diye anılmaya başladığında “Ben köylü yönetmen değilim. Köyde yaşayan bir yönetmenim.” diyor ve hayatını değiştirmiyordu. Yalnızca sevdiği işi yapıyordu. Uluçay bulunduğu şartlar altında hayalini gerçekleştirerek bozkırın sesi olmasına daima mütevazı yaklaşırdı. Ona göre bu başarının en büyük kaynağı eşiydi. Bunu “Benim gibi bir adamla baş etmek, dünyanın en iyi yönetmeni olmak demektir. Eşim büyük yönetmen, ona çok şey borçluyum.” diyerek ifade etmişti. Yakalandığı hastalıkla on yılı aşkın bir süredir boğuşan, çok önemli iki beyin ameliyatı geçirip sapasağlam ayakta olan Uluçay, en büyük desteği oğlu İdris ve can yoldaşı Ayşe’den gördü. Hastalıkla arası nasıl olduğunu soranlara ise, “fena değil, kardeş kardeş geçiniyoruz, mutluyuz” yanıtını veriyordu. Tedaviler sonuç vermeyince 30 Kasım 2009’da İstanbul’da tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Meşakkatli bir yaşam öyküsünün içinde üstün bir çaba ve şairane bir bakış açısıyla sinema dünyasına adını altın harflerle yazdıran Uluçay, sadıcına “Bize sinemadan fayda va akideş” dediği günden bu yana o cümleye tüm kalbiyle inanarak hayatını beyaz perdeye adadı. Geçen yıllara ve tecrübelere rağmen sinemaya hâlâ bir çocuk gibi bakan, gımıldayıveren fotoğraflara hayret eden yönetmen, şevkini daima diri tutarak çiğ gözlerini her zaman görünenin ardına dikerek her şeyin emekle mümkün olacağı inancını akıllara bir tohum gibi ekerek gitti. Geride hayatın yükü ile küçücük kalan bedeni, sevdayla yaptığı sanatı sayesinde kocaman olmuş ve yüreklere izler bırakmıştı.
ULUÇAY'a Karpuz kabuklarının kaptanı Ahmet! Ne dondu kışta, ne eridi güneşte filmler. Karanlık köy ovalarında inançla Yürüyorsa hâlâ çocuklar, Senin tutuşmaya feda ettiğin Ellerinin hatırınadır. Ey karpuz kabuklarının kaptanı Ahmet! Beyaz ışıklara kızgın, Sarı lambalara minnettar Ahmet; Kerpiç duvarlara savurduğun Gölgeden kuşlar, Hâlâ süzülür dünya perdelerinde. Gün oldu vuruldular dört bir yerde Ki duydum kanatlarının amansız Savruluşlarını. Ama öğrendim sonra... Senin yanan ellerinden can bulan, Anka misali gölgeden kuşlar, Tekrar kondu inancın sıcacık omuzlarına. Karpuz kabuklarının kaptanı Ahmet! Gımıldayan resimlerin hilesiz sihirbazı; Tren raylarında kalan gün ışığını, Dünyanın zifirisine taç eden usta! Biliyorum, en güzel senin perdende Gülümsüyor masumiyet. Ümit Aras Dağlı Müz dinlem iği ek için
www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
9
Bölünen Ekmek Bir Daha Tutmaz Alper Şahin
10
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
Tahta panjurun ardında oturmuş, içli içli ağlıyordu Nezihe. Kapının açıldığını duyunca alelacele gözyaşını sildi, ayağa kalktı. Tahta basamakları ağır ağır tırmanmaktaki kocasını işitiyordu. Adamı bu dağınık ve bitkin haliyle karşılamamak için üstüne başına çekidüzen verdi, sofada beklemeye koyuldu. Salim içeri girdi, kadının yüzüne dahi bakmadan bir koltuğa kuruldu. Nezihe adamakıllı içerledi, yine de ses etmedi. Mutfağa girdi. Az sonra bir elinde tencere, diğerinde iki tabakla sofaya döndü. - Sofra hazır Salim, buyur. Salim duvar dibindeki tabureye oturdu. Tabaktaki yaprak sarmasına çatalını batırdı ama ağzına götürmedi. Nezihe bunu fark edince koşar adım mutfağa gitti, bir kâse yoğurtla geri döndü. - Kusura bakma, dedi, yoğurt getirmeyi unutmuşum. Salim yoğurtla birlikte birkaç yaprak sarması yuttu. İştahsız olduğu geviş getirir gibi çiğnemesinden belliydi. Nezihe de anlamış olacaktı ki, “Niye iştahsızsın?” diye sordu. Yanıt vermeden masadan kalktı Salim. Az önce karısının üzerinde ağladığı panjurun önündeki koltuğa oturdu. Ilık akşam esintisi pencereyi araladı ve iki katlı Rum evinin önüne dökülmüş irice incir yapraklarından birini salonun ortasına bıraktı. Adam cebinden bir sigara çıkardı, yaktı. Nezihe de bir sigara aldı, kocasının karşısına oturdu. - Ne oluyor Salim? - Usandım Nezihe! Tam bir sene oldu. Hâlâ her gün ağlıyorsun. Bıktım, usandım yahu! Kadın afalladı. Bir süredir ilişkilerinin yolunda gitmediğinin farkındaydı. Yine de böylesi bir tepki beklemezdi. Eteğini yumru gibi avucunda topladı, dişlerini sıkarak, “Yalnız benim değil, senin de çocuğun öldü Salim!” dedi. Ablak suratı kızarmış, nemlenmişti. - Ben de üzülüyorum. İnan ki üzülüyorum ama sana yansıtmıyorum. Kendine acımıyorsun, anladım, ama artık bana da zarar veriyorsun Nezihe. Seni böyle bitkin görmek beni de çökertiyor. Bugün şu caminin duvarına yaslandım, ağlamanı izledim dakikalarca. Bir de niye iştahsız olduğumu soruyorsun! Yanıt vermedi Nezihe. Dişlerini sıkması, diline ket vurmak istemesindendi. Karşıdaki kâgir caminin duvarına baktı öylece. - İşyerinden izin aldım Nezihe. Memlekete gideceğim. Bir süre kafa dinlemek ikimize de iyi gelecektir. *** Almanya Konsolosluğunun yakınında yaşıyordu Nezihe. Çalışma izni almak isteyen onlarca insan bu evin önündeki yokuşu tırmanarak konsolosluğa varacaktı. Gün aydınlanmak üzereyken kimi yalın ceketli, kimi sırtı bohçalı bir yığın insanın curcunası almıştı sokağı. Nezihe gürültüyü duydu ama aldırmadı. Federal Al-
manya’nın yeni bir işçi kafilesi kabul edeceğini radyodan öğrenmişti. Yataktan çıktı, mutfağa girdi. Buzdolabından zeytin tabağını çıkardı, kapı koluna asılı ekmeği aldı. Sofaya doğru yürüdüğü esnada ayağı eşiğe takılınca bir süre sendeledi, ardından dizinin üzerine düştü. Etinin kesilebileceğine aldırmadan, yerdeki tabak parçalarının üzerinde debelenmeye, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Canı yandığı için ağlamıyordu; ağlayarak kendini teselli ediyordu aslında. Salim’in onu bu halde bırakarak memlekete gitmesi ve evden çıktığından beri bir kez olsun aramaması gücüne gidiyordu. Kimi zaman onu bunalttığını ve bir süre ayrı kalmak istemesinde haklı olduğunu düşünüyor; kimi zaman ne olursa olsun evinden ayrılmasını hazmedemiyordu. Zihnindeki bu savaşımın, kalbine de sıçradığı vakitler oluyordu ki, işte o zaman, “Yeter!” diyordu şimdiki gibi, “Ucunu bilmediğim yokuş tırmanmaya değmez.” Ayağa kalktı. Konsolun üzerindeki ahizeyi kaldırdı, numarayı çevirdi. - Alo. Merhaba Kemal. Kesin kararımı verdim. Boşanmak istiyorum. Bir ricam olacak, benim avukatlığımı bir başkası yapsın lütfen. Çünkü sen ikimizin ortak ahbabısın. Beni savunduğun için Salim’le aranızın açılmasını istemem. *** Salim elinde birkaç torba erzakla bir gece vakti evine dönmüştü. Yol yorgunuydu ve içeri girdiği gibi kendini yatağa atmıştı. Getirdiği erzakı yerleştirdikten sonra karısı da yanına uzanmıştı. Bir ayın ardından aynı yatağa girseler de birbirlerine dokunmamışlar, koyun koyuna uyumamışlardı. Nezihe yine erken uyanmıştı. Panjurun önündeki koltukta oturmuş, düşünüyordu. Acaba daha kocasının haberi yokken davadan vazgeçse miydi? Kocası ile müşterek bir karar almak, gerekirse o şekilde boşanmak daha doğru olurdu belki de. Aslında içinde şu an bir ikircik yoktu. Ama ileride keşke diyecek olma ihtimali onu öylesine ürkütüyordu ki, bu ihtimalin gerçekleşmemesi için her yolu deneyebilirdi. O esnada Salim de uyanmış, yüzünü yıkıyordu. Bir Ruhi Su türküsü tutturmuş, davudi sesi içeriyi almıştı. Salim’in Ruhi Su konserinde ilk kez elini tuttuğunu anımsayınca yüzü güldü Nezihe’nin ve ne yapacağına karar verdi. Kalktı, hazırladığı sofraya oturdu ve kocasını beklemeye koyuldu. Türküyü bitirince Salim de kahvaltıya oturdu. Köyden getirdiği kaygana ve peynir de masadaydı. O kadar iştahlıydı ki, karısının ağzına hiçbir şey sürmediğini fark edemedi. Kahvaltısını yapmış, üstüne sigara yakmışken, Nezihe’nin, “İki gün sonra duruşmamız var,” demesiyle bocaladı. Külü nereye vuracağını, dumanı nereye savuracağını şaşırdıysa da çabuk toparladı. www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
11
- Ama ne? - Ama bu kararı tek başıma almış olmam pek doğru - Benden ayrılacağına ihtimal vermedim. değil. Memlekete gittin gideli bir kez olsun aramayınca, - Niye? Boyuna posuna, benden genç olmana kanacaikimiz için de böylesinin iyi olacağına düşündüm. Belki de fevri bir karardı, bilemiyorum, dedi ve ümitlice ekledi ğımı düşündün, dimi? Nezihe, İstersen vazgeçebilirim. Nezihe bir süre bekledi. Baktı ki yanıt yok, “Kalk - Lüzum yok… İyi yapmışsın. hadi!” dedi, toparlamaya koyuldu adamı. O an elini sıkıca *** tuttu Salim, “Ayrılalı daha bir ay bile olmadı,” dedi, “BoKamyon ve birkaç hamal tutmuş, evde bıraktığı eşyaşandığımızı çok az kişi biliyor. Alt katı bana kiraya ver. Ayları almaya gelmişti Salim. İçerideki birçok eşyanın Nezirıldığımızı başkaları da duymadan yine nikâhlanarız.” - Bak Salim! Bir adam, karısını yalnız bırakıyorhe’ye ait olduğunu bildiği halde, hamallara ne var, ne yok taşımalarını söylüyordu. sa, üstüne de haftalarca arayıp sormuyorsa, o evlilik Nezihe, Salim’in ne yapmaya çalıştığının farzaten bitmiştir. Ben boşanma kararı almış olmama rağmen ayrılana dek sana karılık ettim. Sadece ‘keşkındaydı. Bununla mı burnu sürtecekti? Mağrur i Müziğ in iç k e m bir tavırla evin içinde dolanmaktaki eski kocasını ke’ dememek için elimden geleni yaptım. Daha dinle bir süre küçümseyerek izledikten sonra ortalıktan fazla uzatmanın lüzumu yok. Bölünen ekmek bir çekildi. Salim, kadının yatak odasına girdiğini gördaha tutmazmış. “Çizmesinin boğazında toplanan paçasını dü ve peşinden gitti. düzeltti ve yavaşça ayağa kalktı Salim. Omuz- Biraz konuşalım mı Nezihe? Eski kocası ile baş başa kalmaya çekiniyordu Nezilarını açtı, gövdesini kabarttı, öyle bir gerindi. Üzerindeki paltonun kürklü manşetini düzeltti, yakasını he. Çıkmaya yeltendi ama adam bileğini sıkıca tuttu ve dikleştirdi. Boğazındaki gıcığı temizlemek için kısıkça ökyatağa oturttu. - Konuşacağız! sürdü. Ardından kapıyı açtı ve hamallara seslendi. Karşısındakinin peyderpey yakınlaşmasını yutkunaKomodin, abajur… İçerideki her eşya sırasıyla tarak izlerken bir titremedir aldı Nezihe’yi. Adam dibinde şınıyorken, Salim defaatle hiçbir şey bırakmamalarını çömeldi ve ellerini diz kapağına koydu. Kadın iyice afallasöylüyordu hamallara. Nezihe gururundan ses edemiyor diyeydi adamın bu pervasızlığı. Tüm eşyaları kamyona mış, korkudan yutkunamıyordu da. Tıpkı çocuk gibi yüyükledikten sonra yatağı da taşımaya koyuldular. zünü bacaklarına yaslayarak ağlamaya başlayınca adam, İki karyola birleştirilerek çift kişilik yatağa çevrilmişti. Nezihe yok yere tedirgin olduğunu anladı ve mağrur bir Bir hamal yatak döşeği karga tulumba ederken, ikisi ilk edayla burnunu yukarı kaldırarak, “Ne konuşacağız?” karyolayı kucakladı. Onlar odadan çıkarken, Nezihe, acadiye sordu. - Ben hiç mutlu değilim Nezihe. ba diğer karyolayı da alırlar mı, alırlarsa nerede yatarım, - Sana ayrılacağımızı söylediğimde, “İyi yapmışsın,” diye kara kara düşünüyordu. demedin mi? O esnada yerdeki battaniyeyi gördü. Gacır gucur et- Dedim. Dedim ama… mesin diye iki karyolanın arasına sıkıştırdığı battaniyeydi bu. Gerekirse kıvrılır, onun üzerinde uyurdu. Diğer karyolanın taşınmasına da, Salim’in tepeden bakışlarına da boş verdi o an. Ev dımdızlak kaldığında Salim bir kez daha yanaştı kadına. Nezihe bu yanaşmanın nedenini anlamıştı. Tek kelime etme imkânı dahi tanımadan, “İçeride bir şey kalmadıysa lütfen git Salim,” dedi. Kadının gururu karşısında daha fazla yorulmaya takati kalmamıştı Salim’in. Odadan çıkacağı esnada yerdeki battaniyeyi fark etti. Ucunu sürüyerek götürürken gülümsüyordu. 12
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
Küstüm Çiçeği büyük depremlerin artçıları kâğıda dökülen bir yerde kaçırılan hayat sonra yakalanmıyor yaşanılana dair yazmak daha çok acıtır belki göz alıcı ışıklar artık eskisi gibi yanmıyor. öğrenilen aldanışlar bütün yaşamı kaplayan tedirginliğin, acı endişelerin bulaşıcı kaynağı tetiklenir korkular tekrarlı benzer hadiselerde başlar bilindik kara hislerin yağmur sağanağı. kazanılana sevinmek ne denli anlamlı olabilir geride yaşama ait belirgin izler kalmadıysa mağara yankısı gibi sahibine geri dönen unutulmaya mahkûm olan adıysa.. çözdüğümü sandıklarım her yeni başlangıçta karmakarışık arapsaçı düğümlere dönüşüyor kulağımda artarak çoğalan uğultular esrarlı sokakta kalmış kuruntulu adam üşüyor gökyüzü kurşuni renklere boyanırken öylece acayip şekiller, suretleri andırıyor köz bulutlar insanoğlu hüznü kadar, ben hüznüm kadarım tanımlanması zor hisler yüreğimdeki hudutlar neden hep karamsar şiirler yazdığımı sordu hediye ettiği lacivert kapaklı kor deftere beynimin prizmasından yansıyan sözcükler büyük yok oluşa hazırlar dirileceğim mahşere omuzları inceldi içine çekildi ansızın hislenerek yüzünde kederli ifadeler belirdi duman duman daha da güzelleşti yaprakları kapanınca yüreğimin has bahçesinde
i Müziğ in ek iç dinlem
küstüm çiçeğini anımsattığı zaman..
Burhan Kâzım Çalık www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
13
Riskli Bilgilerin Mikrobloglarla Yayılması: Takipçi Sayısı Fazla Olan Twitter Kullanıcılarının Yanlış Haberleri Daha Fazla Yayması Bayram Şafak Arslan
yardımcı olabilecek bir model buldular. Profesör Miura: Çeşitli doğal ve insan kaynaklı felaketlere eğilimli “Sosyal medya üzerinden bilgi yayılması genellikle yanbir ülke olan Japonya’da, kullanıcılar genellikle riskler ve uyarılar hakkında bilgi yaymak için sosyal medyalış söylentiler ile ilişkilidir. Bunu önlemek için, bu yanlış söylentilerin nasıl yayıldığını daha derinlemesine ya başvurmaktadır. Bunun yanı sıra, söylentilerin araştırarak temel mekanizmaları çözmek istedik.” yayılmasını önlemek için güvenilir bilgi kay Bilim insanları, kullanıcıların “retweet” özelliği naklarını tanımak çok önemlidir. Yapılan yeni aracılığıyla bilgi yayınlayabildiği ve paylaşabildiği bir çalışmada, araştırmacılar riskli ya da yanlış i Müziğ in popüler bir site olan Twitter’a odaklandı. Gelebilgilerin Twitter’da yayılma mekanizmasını orek iç dinlem taya çıkardılar. neksel bilgi yayma modelleri, bireysel kullanıcı İnternet odaklı bir dünyada, sosyal medya her özelliklerini hesaba katmadıkları için sosyal türlü iyi/kötü bilginin kaynağı haline gelmiştir. Bu medyadaki tam iletim rotasını yeterince açıkdurum özellikle, uyarıların ve riskli bilgilerin soslayamamaktadır. Bu nedenle, bilim insanları ilk önce 10 yüksek retweetli (50’den fazla kişi yal medyada yaygın olarak dolaştığı kriz benzeri tarafından retweet edilen) tweet seçtiler. Paul Slodurumlarda geçerlidir. Ancak şu zamanlarda, bilgilerin doğruluğunu belirlemenin bir yolu yoktur. Bu vic’in iyi bilinen risk algısı tanımına dayanarak, insanladurum, zaman zaman yanlış bilgilerin yayılmasına yol rın belirli riskleri (örn: doğal afetler, ölümler, hastalıklar, açmıştır ve bunun sonucunda ise kabak bazı “masum” vs.) nasıl algıladığını değerlendirmek için kullanılan okuyucuların başına patlamıştır. Japon Psikolojik Araşbilişsel bir model, kullanıcıların bu riskleri “korkunç” (potansiyel olarak korkunç sonuçları olan büyük ölçekli tırmalarında1 yayınlanan bir çalışmada, Profesör Asaolaylarla ilgili olarak) veya “bilinmeyen” (olayın etkisi ko Miura’nın da dâhil olduğu Osaka Üniversitesi’ndeki bilinmediği zaman) olarak algılayıp algılamadığını debilim insanları sahte haberlerin yayılmasını önlemeye 14
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
ğerlendirdi. Daha sonra, özellikle takipçi, takipçi sayısı ve karşılıklı bağlantılar olmak üzere belirli tweetleri tweetleyen/retweetleyen kullanıcıların kişisel ağlarını analiz ettiler. Araştırma süreci kısaca şu şekilde ilerlemektedir: İlk olarak, 6 Ağustos ve 6 Kasım 2014 tarihleri arasında 3 ay boyunca riskle ilgili kelimeler içeren verilerin %10’u rastgele seçildi. Rastgele seçilen bu veriler ise 20-69 yaş arası 500 erkek ve kadın Twitter kullanıcısının hareketleri incelenerek elde edildi. Bu örnek tweetlerden, 50 kez retweet edilen 70 tanesi tespit edildi. Bu tweetlerin içeriği incelendi ve 10 tanesinin risk bilgileriyle net bir bağlantı kurulduğu tespit edildi. Elde edilen riskli bilgiler ise daha sonra tablo haline getirildi. Bilim insanları, daha az bağlantısı olan kullanıcıların, muhtemelen deneyim veya farkındalık eksikliği nedeniyle bilgileri keyfi olarak yayma eğiliminde olduklarını buldular. Bunun yanı sıra, çok sayıda karşılıklı bağlantıya sahip olan kullanıcıların (takipçi sayısı yüksek olan) daha duygusal olarak yönlendirildiklerini buldular – “korkunç” bilgileri yayma olasılıkları daha yüksekti,
muhtemelen tepkilerini kamuoyu ile paylaşma niyetindeydiler. Profesör Miura: “Çalışmamız sosyal medyada geleneksel kuramsal modellerle açıklanamayan bir bilgi yayma mekanizmasının var olduğunu gösterdi. Risk algısının tweetlerin ‘retweetlenebilirliği’ üzerinde önemli bir etkisi olduğunu gösterdik.” Bu çalışma, Twitter’da kullanıcı ağı özellikleri belirlenerek potansiyel sahte haberlerin yayılmasını önlemek için bir çözüm sunmaktadır. Bu özellikler, doğru bilginin yayılmasını en üst düzeye çıkarmak ve uygun önlemlerin alınmasını sağlamak için kullanılabilir. Profesör Miura: ”Araştırmamız, insanların yanlış bilginin nasıl yayıldığını yeniden düşünmeleri ve sosyal medya aracılığıyla doğru bilgiler sunmaları için bir fırsat sunuyor.”2 1: Japon Psikolojik Araştırmaları üç ayda bir yayınlanan ve psikolojiyi temeline alan akademik bir dergidir. 2: Bu çalışma, orijinal halinde yaklaşık olarak 16 sayfadan oluşmaktadır. Çalışmanın detaylarına ulaşmak için: https://onlinelibrary.wiley.com/doi/ full/10.1111/jpr.12272
www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
15
(1)
Kebair Ayini “El kariah Mel kariah Ve ma edrake mel kariah (2)”
Lavinya Öz
… Canlı Haber: “Geçen yıl Ashâb-ı Kehf 'te karşılaşılan gizemli olayın bir benzeri dün gece Birkleyn Mağaraları’nda gerçekleşti. Birer yıl arayla ayrı şehirlerde gerçekleşmiş olsa da iki olay arasında benzerlikler bulunmakta; bilincini kaybeden yedi kişi, olayların bir mağarada gerçekleşmesi ve olayın gerçekleştiği tarih. Her iki olayın da Hicri takvime göre Zilhicce ayının onuncu günü yani kurban bayramının birinci gününe denk geldiği tespit edildi. Hızla te-
16
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
davi altına alınan dört kişi komaya girmiş, üç kişi de aklını yitirmiş olarak bulundu. Diğer olaydan farklı olarak bu kez olay mahallinde delil olabilecek iki siyah, uzun ve büyük kuş tüyü bulunmasıdır. Satanist bir ayin olduğu sanılıyor. Tavuskuşu tüyüne benzenmekle beraber hangi kuşa ait olduğu henüz net olarak tespit edilememiştir. Bilincini kaybeden kişilerin vücutlarında herhangi bir darp izine rastlanmadığı için uzmanlar bu insanların dehşet verici şeklide korkutularak psikolojik işkenceye maruz kaldığını düşünmekte. Yeni haberler geldikçe payla-
şamaya devam edeceğiz. Bizden ayrılmayın!” değil de ‘ÖLEN’ insanları sorguya çekmemiz gerek… mez miydi?” (Bir gün önce/ Birkleyn Mağaraları’nda) “Ah tatlım tatlım! O başka bir şey, burada söz Elleri, ayakları ve ağızları bağlı yedi kişi, makonusu olan sorgu filan değil. İnfaz! Tanrı külli ğaranın soğuk ve ıslak zeminine oturtulmuş, üşüiradesini kullanıyor ve bu küçük kıyametler ile asmekten ziyade korkudan titriyorlardı. Birbirlerinin lında insanların büyük kıyameti çağırmakta olduyankılanan nefes ve iniltilerini duysalar da kafalağunu işaret ediyor,” dedikten sonra Münker, tek tek rına geçirilen çuvallar sebebi ile kaç kişi olduklarını o yedi kişinin başındaki çuvalı çıkarmasını istedi bilmiyorlardı. Nerede olduklarını, neden orada olNekir’den. duklarını ve başlarına ne geleceğini de. Münker elindeki kitabı açtı: Siyah uzun elbiseler içinde iki kadın konuşarak “Bu kitap Siccin(4)’dir. Yaptığınız kötülüklerin yürüyordu mağarada ağır ağır. Her ikisinin de paryazıldığı cehennem kitabıdır. Siz ki: ‘Tanrı benim’ lak mavi gözleri ve sanki suda dans edermiş gibi diyenlersiniz, rızasız bedenlerin ırzına geçenlersigörülen simsiyah çok uzun saçları vardı. Kolları niz, zevk için insan ve hayvan katledenlersiniz, yaarasında, kalın ve deri ciltli büyük bir kitap taşıyalancılığı meslek edinenlersiniz, içki ve kumar için rak sanki havada süzülür gibi önden ilerleyen kadın ailesini satanlarsınız, siz ki menfaati için ortalığı daha bilgili biri olmalıydı çünkü ardından ilerleyen karıştıran nankörlersiniz, siz ki emanet yetimlere kadının sorduğu her soruya bir cevabı vardı. ihanet etmişlersiniz. Siz ki bir kere tövbe etmediniz, “Ne zamandan beridir, dünyevi hayata bu kadar bir kere merhamet dilenmediniz, bir kere şükretmemüdahale edebiliyoruz?” diniz.” “Geçen seneden beri. Bundan sonra da icap etMünker’in her bir cümlesinden sonra karışık bir tikçe her sene ve gezegenin dört bir köşesinde. İnsasıra ile Nekir tutsak edilen kişilerin başındaki kara noğlu günahkar olmaktan vazgeçene dek.” çuvalları tek tek kaldırdı. Konuşmaların bir kısmına “Bu çok zor bir ihtimal. Adı üstünde ‘insan’ ve şahit oldukları için gözleri dehşet verici şekilde açılözgür iradeye sahip. Bu da onu günah işlemeye yamıştı. Münker diz çöktü. kın yapıyor.” “O ki…” “Özgür irade her aklına estiğini yapmak, her türNekir de diz çöktü. Sonra daha yüksek bir ses ile lü günahı işlemek demek değildir sevgili Nekir. İki devam etti Münker konuşmaya: yoldan kendin için en hayırlı olduğuna inandığın “O ki, zalimi affedip de mazluma zulm eder mi? yolu seçme hakkıdır. Tabii seçim insana has bir şey O ki, kulu yardım çağırır da cevap vermez mi? Bizi bizi bağlamaz, biz kayıtsız şartsız itaat ile yükümki vekil etmiştir kendine. O zaman başlayalım bu lüyüz. Sen, bana bu kadar çok soru sorma hakkın kutsal ayine…” olduğu için mevkinin değerini bilmelisin.” Birden Münker’in boynundaki, bir çift göz mi“İnsanoğlu seçimlerinde haddini aştığı için mi sali, sonsuzluk şeklindeki kolyenin sol tarafı, ışıldüzenliyor Tanrı bu kebair ayinlerini?” damaya başladı. Münker daha yüksek bir ses ile “Evet. Bunlar küçük kıyametler. Şu kardevam etti: şında görmüş oldukların, 354 günün, Hic“Bu ayin! Kebair Ayini! Yaratıcının bir merri takvime göre bir yıla tekabül eder, en hametidir inançlı kullarına, ‘buradayım, yanıgünahkar yedisi. Öyle ki her biri azgın bir nızdayım’ dediği bir törendir, bu ayin ki; iblisi Müziğ in iç kendini bilmez, bu sebep Tanrı kendini halerin başına kopan kıyamettir!” ek dinlem tırlatmaya karar verdi.” Birden çığlıklar içinde yerde debelenme“Biz tam olarak ne yapacağız?” ye başladı günahı kanıtlanmış yedi kişi. “Ruhlarını temizleyeceğiz. İçlerindeki iblisMünker en yüksek sesi ile “KARİA!”(4) leri cehenneme hapsedeceğiz.” diye haykırınca da içine iblis kaçan tüm “İkinci bir şans gibi mi?” günahkarların lekeli ruhları ayrıldı be“Hayır hayır. İkinci şans iyi bir fikir olmayabidenlerinden ve mavi bir ışıkla Münker’in sonsuzluk lir; ilkinde seni yaralayan ikinci de seni öldürebilir kolyesindeki sol mavi topuz taşına çekildiler, oradan demişler.(3)” süzülüp kolyenin sağındaki mistik topuz taşında “Kimler?” hapsoldular beyaz bir ışık olarak. Sonra ani bir ses“İnsanlar.” sizlik ve hareketsizlik oldu. Nekir: “Yani ne yapabileceklerinin de farkındalar. İl“Öldüler mi?” ginç. Peki bizim Münker ve Nekir olarak yaşayanları “Hayır. Ruhsuz kaldılar.” www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
17
“E, peki şimdi ne olacak?” “Bilmiyorum. Biz sorgulamayız. Emirleri uygularız.” “Peki sen nasıl Münker oldun?” “Benden önceki Münker’e bu soruyu sorduğum zaman,” dedi ve boynundaki kolyeyi çıkararak Nekir’in boynuna taktı ve o anda kızıl, uzun, kıvırcık saçlı; etine dolgun, çıplak bir kadına dönüşüverdi. Yerdeki Siccin’i alıp Nekir’in eline verdi. Nekir: “Nasıl yani?” Münker münker değildi artık. Yerine geçecek olan meleğe kolyeyi teslim ettiği an Tanrı onu seçtiği o insana dönüştürmüştü. Eski Münker açıkladı: “Ayin bitince Münker olan meleklere istedikleri takdirde tövbesini alarak bedenine girdiğimiz bu inançlı insanlara dönüşme izni verildi. Tanrı insandan umudunu kesmiş olmalı ki biz melekleri tövbekar insanların ruhuna dönüştürüyor. Sadece bu 18
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
diyarda da değil dünyanın dört bir köşesinde düzenlenecek bu ayinler bundan sonra. Her ayin ile yedi günahkar ruh temizlenip yeryüzünden çekilince bir de melek ruhu insan olarak yeryüzüne salınıverecek. Tek bir insan olan insan kalamayana dek bu böyle sürüp gidecek. Yani kısacası; terfi ettim diyelim sefil meleklikten. ” “SEFİL meleklik mi? Bu ne hızlı bir dönüşüm?” “İnsanlardan nefret ettiğini sanıyordum.” “Saçmalama! Yemek yemek, uyumak, yıkanmak, aşık olmak, yüzmek, sevişmek ve doğurmak güzel olmalı.” Nekir içine tövbesini alarak girdiği bedene yerdeki su birikintisi üzerinden şöyle bir baktı, sarışın, güzel vücutlu bir kadındı: “Aslında bu beden de hiç fena değil. O zaman; inşallah günah işlemeye devam etsin insanoğlu.” Dedi ve… Çarpıldı! Çarpıldığı yerde bu dünyadan olmayan beyaz bir tüy belirdi, dumanlar içinde siyaha dönüştü sonra. Diğeri yerde yan yana duran tüyün ve kolyenin yanına geldi. Yeniden bir Münker olmuştu ve kolyeyi tekrar kendi boynuna takmak zorundaydı, uzandı: “Şimdi her şeyi al baştan. LANET olsun sana!” dedi yerdeki tüye, tükürdü ve… Çarpıldı! * (1) Kebair: Büyük günah. (2) Karia Suresi ilk üç ayeti. Anlamı: Yürekleri hoplatan büyük felaket! Nedir o yürekleri hoplatan büyük felaket? Yürekleri hoplatan büyük felaketin ne olduğunu sen ne bileceksin? (3) Sözün Nejat İşler’e ait olduğu biliniyor. (4) Karia: Kuran-ı Kerim’in 101. Suresidir. 11 ayetten oluşur. (5) Siccin: Günahkarların yaptıkları işlerin kaydedildiği defterdir. Not: Münker ve Nekir İslam'da kabirde insanı ilk sorguya çekecek olan meleklere verilen isim. İsimleri Arapça “çok değişik görünümlü” anlamına gelmektedir. Bu melekler kabirdeki kişiye rabbi, dini ve peygamberi ile ilgili sorular sorarlar.
Gülün Söyledikleri Gül yetiştiriyorum avuçlarımda Geceye yıldızlar dizen parmaklarımla Gece sen ol Yıldızın ben olayım istiyorum Delinin biri var Hep seni çalıyor kulaklarımda Güller açıyor avuçlarımda Bana her baktığında Alışmak bana göre değil Ya da söz konusu sen olunca Uyurken bile özlüyorum seni Hala...
Hale Beyza
i Müziğ in ek iç m le in d
www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
19
Karaköy’de Bir Sevda
Melik Buğra Karacabay
Karaköy’ün pek de bilinmeyen bir köşesinde bulunan mütevazı bir kafenin merdivenlerinden aceleyle çıkıyordum. Beste’yle haftalardır görüşmemiş, günlerdir de konuşmamıştık. Uzak kalmanın verdiği bilinmezlik hissiyle doluydum. Beste’yi görür görmez yavaşladım. O, her zaman olduğu gibi Ayasofya’yı izliyordu. Ben de Aya İrini ile birlikte Beste’yi.
Beste benim ben olmamı sağlayan kişiydi. Beste’yle beraber büyümüş, beraber düşünmüş ve beraber ağlamıştık. Onun yokluğunda bile onun yokluğunun nasıl bir şey olabileceğini tartmış ve bu ağırlığın altında kalmıştım. Şimdi ise karşısına geçmiş, belki binlerce hayalin yıkımını öğrenecektim. Zabıtadan kaçan Şirinevler işportacılarından tek farkım onların kaçabiliyor olmasıydı. Onlar mallarını ve kendilerini korumak için kaçıyorlardı, ben ise tüm varlığımla ifadem alınmadan verilmiş bir kararı dinleyecektim biraz sonra.
“Selam” deyip karşısındaki deri koltuğa mevzi aldım. Mevzi aldım diyorum çünkü her fırtınadan önce insanın içine işleyen sessizliklerden biriydi bu. Beste görmei yeli değişmişti. Gözlerinin altları solmuş, Müziğ in iç lemek in d yanaklarının rengi değişmiş, dudakları da kupkuru olmuştu. Onu -yıllardır en yakınımda olan kişiyi- ilk defa böyle görmüştüm. “Hoş geldin” dedi. Sonra benim kahvemi işaret etti ve kendi kahvesinin soğuması için karton bardağın kapağını usulca kaldırıp peçetelerin üzerine koydu. Seninle konuşmak istediğim şeyler var dediğinde bir maçı daha kaybettiğimi anladım. Hem korkuyordum hem de gereksiz bir merak içerisinde yitik gözlerindeki gizemi arıyordum. Aslında bu hissi bir kez daha hissetmiştim lisede, okul müdürünün odasında.
20
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
Dinlemeye başladığımdan itibaren başımdan aşağı kaynar sular dökülüvermişti. Beste benim bilmediğim bir sürü şey yaşamış, bunlardan bezmiş ve pes etmişti. Çalıştığı şirketin en gözde çalışanıyken şirketinin batmasını ve akabinde kovulmasını, ailesindeki hiç durmayan çatlakların iki ay öncesine kadar dayanıp sonunda bir aileyi paramparça ettiğini yeni öğreniyordum.
Hava kararıyor, zaman ilerledikçe benim içimde de güneş batıyordu. Beste duymaktan utandığım şeyleri anlatmaya devam ediyordu. Büyük ablası Mersin’deki firmaya kabul edilmişti. Ailenin geri kalanı artık Mersin’de yaşayacaktı. Artık Beste’yi göremeyecek miydim? Beste anlatmaya de-
vam ediyordu ve her anlattığı yeni bir şey için gözyaşları akıtıyordu. Ben Beste neden şu an yanımda değil diyerek dövünürken Beste hayata karşı zor bir sınav vermişti. Ve benim haberim bile olmamıştı. Bir yandan Beste’yi dinlerken bir yandan da kafamın içinde kendimle kavga ediyordum. Korktuğumdan fazlası başıma geliyordu. Artık kendimi de suçluyordum. Oysaki şu masaya oturmamdan öncesine kadar dünyanın kendi çevresinde döndüğünü zanneden oydu. Bu amansız hengâmede beni artık anlamayan, anlamak istemeyen oydu. Beste beni üzmekle kalmamış kendimi attığım çukuru da bana göstermişti. Bu masadan kalktığımda artık suçlu aynada bakacağım kişi olacaktı. Beste yerinden kalkmış, gözlerimin içine bakmış ve “Yanımda olmanı hep istedim, hoşça kal.” demişti. Hayatımda hiçbir zaman bir insanın bir kelimenin altında kalabileceği aklıma gelmemişti. Şimdi ise bu ağırlığı daralan göğsümde hissediyordum. Beste’nin ailesiyle olan sorunlarını ve işten çıkarıldığını nasıl görememiştim? En yakınım dediğim kişiyi görememek körlükten başka ne olabilirdi? Şu küçücük dünyanın kendimce büyücek dertlerinde kaybolmuştum. Dünya, Beste’nin değil benim çevremde mi dönüyordu? Beste’ye anlatmak için biriktirdiğim onca şey ne olacaktı? Ya
fikrini almak istediğim düşüncelerim, planlarım? Beste’nin yanında olabilirdim. Beste’yle birlikte bunları aşabilirdik. Ama ben birliği değil yalnızlığı ve yenilmeyi seçmiştim. Allah’ım bu hale nasıl geldim? Bu vedaya nasıl dayanacaktım? En yakınımızda olan kişinin bizi bırakıp gitmesi gidenin ölümünden farklı mıydı? İkisinde de hissedeceğimiz ıstırap ve özlem değil miydi? Ben dünyadan kendimi soyutlarken, onu dünya -hatta evren- yaşama bağlı olan tüm damarlarından soyutlamıştı. Benim en zor anımda yanımda beliren, düştüğümde ellerimden tutup kaldıran kişiyi nasıl yenilmeye mahkum etmiştim? Ben ne Beste’ye yenilmiş ne de dünyaya kaybetmiştim. Ben kendi küçük, işe yaramaz bencilliğime, kibrime yenilmiştim. Kendi üstüme kendim sisler çöktürmüş, yağmur yağdırmış ve sonra da ıslandım diye ağlamıştım. O gitmişti ve ben arkasından sadece bakmıştım. İçim bulanıyordu. Kalkıp şu kapıdan çıkmaya bile cesaret edemiyordum. Beste’yi tanıdığım ilk günden bugüne yaşadıklarımız bir film şeridi gibi gözümün önündeydi şimdi. Hayat böyle bir şey miydi? “Bir varız bir yoğuz bu dünyada.” derdi babaannem. Artık var mıydım?
www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
21
Garanti Hasret Örselenmiş Şiir Bandosu Eskiyor adın başka ağızlarda Mırıldanıp duruyorum seni, hece hece Bir konuşuyorsun, bitiyor toprakta yüzün gibi çiçek Bir susuyorsun, her yan çöl Ya düşersek birbirimizden?
Ateşin izmarite değdiği yerde Zıvanadan çıkıyor dudakların Nefesinde ulaştığım gökyüzü Denk rüzgarların uğultusunu taşır
Hadi, kalkıp gidelim buradan, Memleketlerin kanamadığı yerlere. Çok görmedim güldüklerini... İşte! İşte tam o görmediğim sırada, Sen bir çocuktun, büyüdün Ben bir kadındım, öldürüldüm. Bana bu farkındalığı, Bu acıyı veren, koy elini taşın altına, Al bunu benden... Bu ağrıyla nereye kadar varacağım? İllaki birkaç çizgi yerleştirdiniz yüzüme Dahasını koymayın, tanıyorum o elleri.
Ellerinde, dolaştığım sokakların O koşuşan çocuklarının telaşı Hangi evinden girmişsem meğer Hasretim göğün tavanına asılı Nemli bir tuz yok yanaklarında Sadece sardığın tütününün kokusu Seğirdiğim yerden solduran çiçek Bağında bahçende yörende bitecek Bir tren düşüyor ikimizin payına Düdüğünü çaldı bak, ha gitti ha gidecek Şimdi bomboş şehrin sokakları Yine seni sevdiğimi ölüp diriltecek
Sandım ki geçtikçe zaman, geçeriz birbirimizden Olmadı, hiç öyle olmadı Kaçtıkça ben, üstüne yürürken buldum kendimi Söyle bana! Bunca ışık içinde bu karanlığım neden? Dermanı da kalmadı özlemenin Bu iş burada yarım kaldıkça İçimde çoğul anılmaya devam edeceksin Durma! Bir küfür gibi duran bu kenti Kaydır ayaklarımın altından.
Gökçe Güneyoğlu
Sakin kalamam artık, Gölgen yatağımda. Ve ben dağılsam koynunda, Bir bir tüketsek yaşamayı. Örselenmiş buldum bunca sözcüğü Kalıntıları büyüttüğüm bu aşkta gizli Şimdi yan yana gelmek için neden arıyorlar. Bir bıçak bilir böyle kesmeyi, bir sen Hadi, kanat beni.
Esma Çaldıran i Müziğ in ek iç m le in d
22
i Müziğ in k iç e m le din
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
Mevzi Hasret Garanti Bandosu Toparlanalım sevgilim bilinen hiçbir bozkırdan geçmeyecek bir katara katalım suretimizi Ateşin izmarite değdiği yerde hazırlanalım, kayboluyoruz. Zıvanadan çıkıyor dudakların başka yolu yok aynalardan uzaklaşmanın Nefesinde ulaştığım gökyüzü kendimizden Denk rüzgarların taşır o mahcubiyet hissi yararı yok artacakuğultusunu aynaya her bakışta vaktimiz yok durup anlamaya Ellerinde, dolaştığım sokakların bir çocuk erken büyüyor Ortadoğu’da O koşuşan çocuklarının telaşı barışın ortasından savaş geçiyor Hangi evinden girmişsem meğer umuma açık haykırışlarla bak Hasretim göğün tavanına asılı seni bilmem sevgilim ama bubir dünya benim ciğerime batıyor Nemli tuz yok yanaklarında omzumdaki yüktütününün kronik vaka Sadece sardığın kokusu ne değişse eksilmiyor Seğirdiğim yerden solduran çiçek kendimi bağışlamayı bıraktım Bağında bahçende yörende bitecek yakasına yapışıyorum kurduğum düşlerin ne artık deklanşör sesine Birsen trengülümsüyorsun düşüyor ikimizin payına ne de ben sürebiliyorum yüzüme bir fotoğrafı Düdüğünü çaldı bak, ha gitti ha gidecek Şimdi bomboş şehrin gözümün yarasına tuzsokakları niyetine Yine seni sevdiğimi ölüp diriltecek Trenler yolcuların gözleri önünde vuruluyor bir tepeye umut taşıyan bir tepe -Ne kadar Güneyoğlu umudu varsa o kadar şehir bir tepeGökçe uzak bir ihtimale göz süzüyor şu bayır diyorum bir bucağın kalbi bak sevgilim şu papatya gövdesini kendi hikmeti sanan mağrur file direniyor adı konulamamış yaralardan geçen zamanı sağ eliyle kavrayan genelde bir ömür altı ayı gece altı ayı karanlık şu papatya bak yapraklarında ecelin kumarı oynanıyor ölüyor, ölmüyor.
İsmail Özcan i Müziğ in ek iç m le in d
Müziğ dinlem i ek için
www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
23
Girizgâh Şaduman Tatlı
Dinle! Tahrip edilmiş bir şehrin yıkıntılar arasında kalan öyküsünün girizgâhıdır bu. Bir darb-ı mesel günlüğünden ç/alınmış derslerden tekidir sadece. Aylardan nisandı ve insanın yaşamaktan hoşlandığı bahtiyar bir gece. Vakti değerlendirmenin ötesinde ziyan etme girişiminin ilk adımıydı belki de. Deneklerin yarı yolda bıraktığı o bilim adamının tuhaflığı vardı üzerinde. Yine kendi kendine yetmenin acısı saplanmıştı kalbine. Dibine çökmüştü işte tortulaşan gözyaşlarının ötesinde görünen şu ülke. Debelendikçe bilendiğinin idrakinde değildi hergele. Eğildi dilinden dökülen kelimelerin üstüne. Dök ülen, dedi ben ölmem memleketin itleri nefes almaya devam ettikçe âlemde... Sonra susturuldu usulca ayazda titreye titreye yürü(tül)dü şehadete. berlediği sözlerin kisvesine kapılıp da çekirdeği hesaba katBu minvalde binlerce şahsın yaşam öyküsünü serebilimadan sürekli aynı nakaratı tekrarlayanlar aslolan mananın rim de gözlerinizin önüne siz görmek ister misiniz orasını kıyısına bile varamayacağının farkına ne zaman varacak bilemem işte. Neyse... Ensesi kalın kurdun ipliğini paacaba? Çoğul anlatımlı bilmem kaç katmanlı postmozara çıkaran çakalların cirit attığı yerde emeğin dern metinleri anlayamadıysan ilk okuyuşta, sıkma gücünü, bileğin hakkını nasıl vereceksin ki aklın canını değil mi, eksiklik anlatamayanındır sonuçta(!) hizmetine. Etine buduna bakmadan ben de buraŞuaralar zümresine vacipken sihri helal neden yai dayım ulan diye köşeden korka korka bağıran adaMüziğ in saktır hacı, hocaya? Sanat dediğin gerçekten bir yaiç ek dinlem mın alnını karışlamazlar mı sonra tek sillede. Ha landan ibaret değil mi yoksa? Adına yemin edilen şunu da sakın unutma, ille de bir canımız var onu da kalem bana ne alemin eleminden deme özgürlüalsınlar, edebiyatıyla çıktığın yolda edebi elden bırakğüne sahip mi sizin orada? Görseydi şu kuruyan tığın anda çullanır şeytanların şahı boğazına. Sonrası vicdan gölünü Hz. kadersiz bir kazayla sonuçlanan, suçsuzluğu çektiği sıMusa, yarmaya çalışır mıydı Kızıldeniz'i? Ya kıntılarla ispat olunan yetim bir dava kalır ardında. zalimin elinde mazluma eziyet veren o asa bıraksa saNeresinden tutsan elinde kalacak sistemsiz bir döngü hibinden önce ateşe atmaz mı kendini? Herkesin içinde bir bu anlasana. Saatlerce hasılı kelam ettikten sonra muhataput köşe tutmuşken nefsine; onlar masum, baltayla gelen bının suratında yine aynı cahil manzara. Ne olmuş İlyada peygamber haydut desene (!) Homeros'un ağzından değil de kaleminden çıkmışsa. OkuAzına çoğuna bakmadan kanaatin devamı olan tevekmak, yazmak dediğin doğaçlama mı olmak zorunda? Ezkülün dibine vurmaktan daha ağır bir imtihan varsa o da yediği kazığa ses çıkarmadan işini Allah'a bırakanlardır bu zamanda. Amannn, ne fark var ki zaten değil mi el altından yapılacak sevapla saman altından yürütülecek suyun arasında. Hele bir yıkılagörsün köprüler, kurusun da kainatın can damarı denizler nasıl savrulacak bak havaya yüz binlerce vaveyla. Ellerimiz bağlı, gözümüz kapalı sabrederiz tüm zorluklara, tıkayıp kulağımızı yapılan ihtarlara dayanırız nasılsa! Üç günlük dünya diye diye kandırmadılar mı bizi yüzyıllar boyunca? Düşünmez misiniz, diyen ayetleri akıl etmek için bekleriz üç gün daha. Doğru ya, şunun şurasında ne kaldı canım mahkeme-i kübraya.
24
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
Kaçak Hüzün Beni sınama Tanrım Bu yaştan sonra olmaz Ak tutmuşken sakalımın her teli kirpiklerimi bir kuş bunca sıyırdıderinleşmişken kanatlarıyla Yüzümde su yatakları ve on dokuzumuttan yaşındanasibimiz öğrendimbüsbütün Kesilmişken saçlarımı okşamayı Bu yaştan sonra olmazuyurken. kuş sürüleri gördüm Beni sınama Tanrım bir yeri terk ederken
onlar da göçüp gittiler, terk zorunda oldukları yerden. Zühreetmek bir yıldızdır sade büyü saçım, dedim büyü Milyon yıl uzaklıkta neye yarardı Elimi uzatsambaşka? buz kesecek dışarısı Gök yağacak neyekollarıma yarardı, iki yabancının dünya kadar anısı Ben recm edileceğim kutularda sararmaktan başka. Gözledim diye onu o hep sararan bir vişne ağacıydı, Zühre beni penceresinde hiç bilmeyecek yatağımın Sesimi rüzgârlar kuytuda bırakacak varlığından bir bir haber hayalini kurduğum. Beklemek bilirsin Tanrım ağır gelir yüreğe seneler sonra öğrendim, Milyon yıl uzaklıkta baksam görecektim. oysa penceremden Zühre yıldızdır sade geceyebir benzer saçlarım hatta baksan yakından Bu şehrindedoruğu yok gecedir aslında. Bulutlara kafa tutan beyaz yıldız tozları vardır, Gözlerini aparmış iki şeritli bir yolmercandan gibi Bileyli pençelerinde ölüm taşıyan kuşları saçlarım bile gitmeye meyilli. Ve yok bu şehrin tepelerde eviçocukları gitmek olan birine denmez bu koşturan ama Kesif bir karanlıkta yürür fısıldıyor durmadan bir kız içimde, Maviyi hiç görmemiş adam ayakları bir gün diyor, Düşmeye alışkın ben de gideceğim buradan Yorgun olabildiğince yaşamaktan hiç gelmemişim gibi. Bir dağ yamacına sırtını verip ona kal demekle öl demek aynı şey Acı söylemek imkânsız bak, yine o tanıdık ağrı. Bulutlara kafa tutan bir çocuk parkına sırtını dönerek otur Bu şehrin doruğu yok hisset biraz, birazcık olsun, Zühre bilmez lütfen. Büyük pazarları var bu şehrin Gam alıp yalan satan Gerçek diye çığlık çığlık gün boyu her köşede Taciri mebzul miktar Hüznün alıcısı yok Sevdayı bilen hani Yani Tanrım Zühre’yi bilmez Büyük pazarları var bu şehrin Zühre bilmez
Müziğ dinlem i ek için
Şimdi benim fermanım yazılır Bu şehrin mahkemelerinde Gözlerini kıskandım diye Zühre’nin güneşten Paslı ışıklardan kaçırdım için Mezardan çıkarılmış köpek dişleri salınır üzerime Suskun yürek paramparça Parça bölük içimdeki duygular Milyon yıl uzakta Zühre beni görmez Tanrım Haber etseler ne fayda Bu şehrin mahkemelerinde Şimdi benim fermanım yazılır. İpliği dert yumağı Kalın abam sırtımda Nasırlı ayaklarım çırçıplak Gitmeye hazır bir sevda kaçkınıyım Niyetim yok gömülmeye Bu şehrin karanlık çukurlarına Usandım Zühre’yi bilmeyen hakikatinden Sıkboğaz etmese yokluk Kolcular tutmasa beni Gömüp amel defterlerimi kimsesiz bir kuytuya Zühre’nin şehrine gideceğim Kalın abam sırtımda İpliği dert yumağı Beni sınama Tanrım Bu yaştan sonra olmaz Ak tutmuşken sakalımın her teli Yüzümde su yatakları bunca derinleşmişken Milyon yıl uzaktayken gönlüme Zühre Benden habersiz bir de i Müziğ in Bu yaştan sonra olmaz k iç inleme d
Tanrım, bırak beni
Eda Özüuğurlu Mehmet Zeki Kılıç www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
25
Eve Dönmenin Başka Yolu “seher vakti göremedim, yıldız gibi aktı geçti…”
Özlem Çelik
26
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
Biliyorum. Soğuk havanın pencereden içeriye girmesine müsaade ettim. Tekli koltuğu pencerenin yanına çektim sonra. Oturup pencereden dışarı bakarken, karar vermek için, az zamanımın olduğunu hatırladım. Kısıtlı zamanımın, boynumu sıkıştırdığını hissediyordum ki kazağımın boğazını da çekiştirip duruyordum. Dağılmaya müsait salonun ortasındaki masanın üzerinde Yakup’un şiir kitapları, üç beş siyah defter ve bir adet yüzük duruyordu. Eğer, mahalleye gidip onu soracak olursam bu paketi bana versin diye kapıcıya bırakmış. Yollamak yerine, içinin karıştırıldığına yüzde yüz emin olduğum kapıcıya bırakması oldukça incitmişti beni. Kapıcılar çok meraklıdır. Masadaki her şey, durağanlık sıfatıyla bana bakarken, ikindiye dönecek günün aydınlığında masadan gözlerimi ayırmak ve karar vermek istiyordum. Zor değildi. Şimdi, ayağa kalkıp aynaya yönelebilirim. Saçlarımı arkadan toplarım. İnce bir ceket alabilirdim üzerime. Arabayla giderdim nasılsa. Ufak çantama cüzdanımı atardım. Sarj aleti ve arabanın anahtarı. Tamam, hazır sayılırım. Gidebilirim. Evin anahtarını almak aklıma gelmiyor. Çünkü gidersem, eve dönecektim. Biliyorum. Az evvel kolay olduğunu düşündüğüm her şeyi yapmaya ikna olmuştum. Dış kapıyı yavaşça kapatıp, merdivenlerden aşağı inerken, beyaz sehpanın yanında duran evin anahtarının, çığlık çığlığa sitem ettiğini derinden işitiyordum. Yol boyunca huzursuz edeceğini düşünmüştüm. Otoparka geçerken cinayetin işlendiği alana ilerleyen bir katil gibi sağa sola tedirgin bakışlar bıraktığımın farkındaydım. Buradan her kim geçerse, göğsümün üzerindeki ağırlığı hissetmeliydi. Cinayetvari ağırlığı hissetmek otoparkın kaderi olmalıydı. Biliyorum. Kontağı çevirdiğimde, nereye gideceğimi biliyor olmanın gerçeği tüm bedenimi saran titremeyle, “Buradayım!” dedi. Heyecandan olduğunu söylüyordum. Çünkü uzun zaman sonrasıydı ve üstelik ümit edilen bir karşılaşma olacaktı. Telefonlarımızdaki müzik çalar uygulamaları yahut çalma listeleri çok şey anlatabilir. Bir yerden bir başka yere doğru yol alırken ne dinlediğimiz önemlidir. Hüzün mü yoksa sevinç mi eşlik edecek? Gideceğiniz yere hangi ruh hali ile varmak istiyorsunuz? Oysa sadece yolda yürürken ya da araba kullanırken dinlemek için müzik açmak demeyin. Her şeyin bir anlamı olmalı. Biliyorum. Bu yüzden “Mecnunum Leylamı Gördüm” türküsünü açmak istedim. Köprüyü kullanmaktan vazgeçtim. Trafik tüm insanlığa zaman kaybettirirdi. Bunca yıl geç kalmış biri için her saniye çok önemliydi. Biliyorum. Diğer yakaya geçebileceğim iskeleye gelmiştim. Başka bir otoparka arabayı bırakıp, vapurla karşıya geçecektim. Ait olan her şeyi olduğu yerde bırakıp, karşısına çıkmayı planlamıyordum. O, beni böyle davet ediyordu resmen. www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
27
Tüm yenilgilerinden ve geri dönüşlerinden uzaklaşarak ona gitmemi istiyordu. Tek kaldığım zamanlarda biriktirdiğim yalnızlıklarımı da yalnız bırakıp, yanına gitmeliydim. Fakat şu kamburumu nasıl saklayabilirdim? Arabayı, iskelenin yakınındaki otoparka bırakmıştım. O esnada annem aradı. Çünkü annemin kalbi, aniden doğan haberlerin kaynağıdır. Neredesin? Ne âlemdesin? Diyerek hâlimi yoklarken, benim bu soruların ne kadar uzağında olduğumdan haberi yoktu. Hava kararmamıştı. Vapura bindim. Denize sırtını dönerek, sahilde oturan insanları anlamaz Yakup. Onun için, iskelede oturmanın asli manası denizin kendisidir. Ama hiç bir şey kendi kendinin de amacı olmaz derdi. Hayatıma yerleştirdiği her cümleyi, hayatının içinden anlıyor olmam, benim için büyülüydü. Tebessüm ederek ellerime baktım. Yakup’un yanında otururken, hayatım boyunca sevmediğim ellerimin, her çizgisini ezberlemiştim. Biliyorum. Vapur iskeleye yaklaşmıştı. Akan insan seli içinde, kıGüneşin son zerreleri, bahçedeki ağaçların, yapraktaları aşmış olmanın zaferini taşıyordum. Hızlı adımlarla, ları arasından tenime ulaşmaya çalışıp, canıma aydınlık çiçek satan kadınların önünden geçerken, durmuştum. katmaya çabalıyordu. Ana bina ile kış bahçesi arasındaki Bilirsiniz ki, tüm hikâyeleri süsleyen en önemli detay yolu yürümek, geldiğim yoldan daha zor gelmişti. çiçektir. Yuvarlak, gri örtüsü olan masanın etrafında oturuOn sekiz adet gül almıştım. Neden on sekiz? Biliyoyorlardı. Yakup ise ortadaydı. rum. Yetkili burada beklemem gerektiğini söylemek için On sekiz yıldır, gözbebeğimde gördüğüm Yakup’un arkasını döndüğünde ben zaten yıllardır yaptığım gibi kendisiydi. Açıklamazsam bilmezsiniz. Sırların sırrını durmuş, bekliyordum. Bu sefer kucağımda on sekiz tane oynamıyordum ki. Korkuya ve kedere yer vermediğim gül vardı. bir hikâyenin kalbinde olduğumuz için her şeyi açıklıkla Yakup’a yaklaştı görevli. Kulağına eğilip, hafiften işasöylemeliydim. ret parmağıyla beni gösterdi. Titrediğimi nasıl gizleyebilirdim. Ne zaman bir yerYüzündeki şaşkınlık... Ölüm sonrası hayatın yollarını lerde adına ya da fotoğrafına rastlasam, bu şekilde titnakşettiği yüzü... Bana bakan bir çift göz. rerdim. Işıklarda duruyordum. Karşı sokağın yokuşunu Oturduğu yerden doğrulup ve yavaşça ayağa kalkmış, tamamladığımda, varmış olacaktım. yorgun adımlarıyla yürümeye başlamıştı. Kendimi uzaktan seyredebilseydim keşke. Salonun ortasındaki masada duran şiir kitaplarını Dört katlı ve krem rengi bir binaydı. Geniş bahçesindüşündüm. Kitaplarının birinde “Gelemiyorsan, çağır den sarmaşıklar yola sarkıyordu. Büyük yeşil kapılı beni!” diyerek başlayan, bir şiiri vardı. huzurevine vardığımda, insanlık tarihinde hiç Yakup bu nidayı niçin yapmıştı? Hiçbir zaman bir şeyin imkânsız olmadığına ancak imkânsızbilemedim. lığın bir kez bir insana isabet etme hakkı olduKarşımda durduğunda, gözlerim dolu dolu ona i ğunu düşündüm. O şanslı kişinin, ben olduğuna bakarak, gülleri uzattım. Müziğ in ek iç dinlem da ikna olmuştum. “Camii avlusundan çalmadım...” dedim, akan Günlerin, haftaların, ayların ve yılların çembegözyaşlarıma karışan gülüşümle. rinde, dolanıp dururken; çıkış kapılarının olmadığı Adımları kadar yorgun elleri, yani hiçbir zayerde, yaşamaya çalışan kalbimin, yorulduğunu hisman dokunmadığım elleri uzandı, gülleri aldı sediyordum durduğum yerde. ve gözlerini kapatarak, kokusunu içine çekti. Mahcup, yorgun fakat güzel, aslında tam da Tutkuyla yaptığım işimin sessizliğinde, onun sesona yakışır diyeceğim edayla: sizliğini bulduğumu; pencerelerinin perdesiz kaldığı “Neden vazgeçmiyorsun?” Dedi. evimin duvarlarında, ona ait hiç bir şey bulunmamasını, Tereddüt dahi etmeden, yıllar öncesinden hazır olan artık açıklayacak gücü de bulamıyordum. cevabımı bıraktım. Güvenlik görevlisi önümde, geçip gittim yeşil kapı“İnsan, su içtiği çeşmeden vazgeçer mi?” dedim. dan. Kurum yetkilisi ile karşılaştık. Arkamdan çığlık çığlığa sitem eden anahtarların hu“Geleceğinizi daha önceden haber verseydiniz keşzursuzluğu dağılmıştı. Eve dönmenin başka bir yolunu ke…” dedi. Sevimli olmaya çalışan sitemkâr ses tonuyla. bulmuştum. Bir bilse, buraya gelmek için kaç cesareti yetim bıraktım. Biliyorum. Söyleyecek sözü olur muydu o zaman? 28
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
Sevmek Sevmek, altı harfli ruh hırsızı... Kimi dünyaları serer yârin avuçlarına Kimi bir deli gül yaprağı savurur Alev tadında Kimi bir şiir döker dudaklarından Sessiz İçten Ahmed Arif tadında Bense, hiçbir kefeye koyamadım yüreğimi Hiçbir rüzgarda anılmadı adım Sana ulaşmaya dair yollarda hep Meçhûl bir yokuşla çatıştı ruhum Bir senin olmazların kazandı düelloyu Her daim inat reçetesinde gönül pusulam İsmine bir yıldız işlesem Bir kuş kanadında gezdirsem seni Tüm yasak mekanlarda Bir parça özgürlük vursa nemini Ve bir yığın yakamoz Yine de sığınacak bir liman bulunmaz mı Bu kaçak tayfaya Gözlerinin deryasında
Soner Ataibiş
i Müziğ in ek iç dinlem
www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
29
Seb’a Elestü birabbiküm? Bela. Dans etmeyi farz kıldım. Yazdığını yaşamak son raddesi Tek oyunumun. İradesiyle ilmin, suyun avlusuna Sığınanların içine bir his bağışladım Hisss (Beşerin, şaşırdığını fark ettiği anda çıkardığı ses, Nefes) İyi ………………. ………………. ………………. ………………. ………………. ………………. ………………. Yanılıyorsan // Yanlış alimin, Doğru cahilin.
Suat Çakıroğlu
30
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
i Müziğ in ek iç m le in d
* “//” (çift takas) işareti; ancak şart kipinden sonra, şart kipini barındıran kelimenin olumlu ve olumsuz yönlerinin ihtimaller dahilinde açıklanacağını göstermek için kullanılmaktadır.
Ak Alınparkına çocuk Kara Sevda sırtını dönerek oturmak Göklerden kalbime çalınan ağrı Olacak olurmuş bir akşamönü kirpiklerimi bir kuşbahar sıyırdıayları kanatlarıyla Topak topak güller ve on dokuz yaşında öğrendim Mümkünmüş ölmeden duymak ölümü saçlarımı okşamayı uyurken. Göklerden kalbime çalınan ağrı kuş sürüleri gördüm bir yeri terk ederken onlar da göçüp gittiler, Kuşatılmış bağrım ben yok rüya var terk etmek zorunda oldukları yerden. Değilim kendimde sende var mıyım? büyü saçım,mahsus dedim kuşlu büyü bakışlar Bir çocuğa neye yarardı başka? Aklı olan desin ne yapmalıyım neye yarardı, iki yabancının dünya Kuşatılmış bağrım ben yok rüya varkadar anısı kutularda sararmaktan başka. oKül hep sararan bir vişne ağacıydı, rengi gözlerim ufuklar arsız yatağımın penceresinde Dilek tutmak önü sonu yalandır varlığından hayalini kurduğum. Olur mu aşıkbir hiçhaber yardan umarsız seneler sonra öğrendim, Türküler delisoy sazım sılandır oysa penceremden görecektim. Kül rengi gözlerim baksam ufuklar arsız geceye benzer saçlarım hatta baksan yakından gecedir de aslında. Tayfun Öztürk beyaz yıldız tozları vardır, iki şeritli yol gibi saçlarım bile gitmeye meyilli. evi gitmek olan birine denmez bu ama fısıldıyor durmadan bir kız içimde, bir gün diyor, ben de gideceğim buradan hiç gelmemişim gibi. ona kal demekle öl demek aynı şey bak, yine o tanıdık ağrı. bir çocuk parkına sırtını dönerek otur hisset biraz, birazcık olsun, lütfen.
Ay evvelden ağlar mıydı bilemem Yıldızlar ne günden beri konuşur Kuyular böyle mi kuşluksuzdu hem Kalbim kaç zamandır hep korkuludur Ay evvelden ağlar mıydı bilemem İçim ırgalanır çalkanır şehir Dağların dumanı üstüme yürür Kadife gülüşler uzaktan seyir Arının talihi baldan zulümdür İçim ırgalanır çalkanır şehir Gözlerin kaç şiir öteden gelir Sesin ki tarife gelmez bir yürek Yokla şahdamarım titriyor tir tir Düşlemek beklemek bir de delirmek Gözlerin kaç şiir öteden gelir
i Müziğ in k iç e m le din
i Müziğ in ek iç m le in d
Eda Özüuğurlu www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
31
Öneri Baltası
İZLENESİ
Nuh Tepesi
When They See Us
1985 yılında Sivas’ta dünyaya gelen ve polis çocuğu olan Cenk Ertürk’ün yazıp yönettiği film, baba oğul ilişkisini anlatıyor. “Memur çocuğu olmak demek babanın sürekli özlenmesi demek” diyen Ertürk’ün bu cümlesinden izlerle dolu film izleyiciyi epey etkiliyor. Nuh Tepesi diye geçen bir arazide Nuh Peygamber tarafından dikildiğine inanılan ağacın sağladığı turizm sayesinde köylüler geçimini sağlıyor. Ömer ve babası, arazinin kendilerine ait olduğunu kanıtlayabilmek için uğraşırken, bürokrasi engeline takılıyor. Köyde geçirdikleri bu zaman, yıllardır birbirlerini görmeyen baba ve oğlun itiraflar silsilesine dönüşüyor. IMDb puanı: 7.5
31 Mayıs 2019'da yayınlanan ve yönetmenliğini Ava Duvernay'in yaptığı dört bölümlük Netflix mini dizisi. Senaryosu yasanmış bir olayı konu edinerek ilerleyen dizi Central Park’ta işlenen bir tecavüz ve darp olayında siyahi çocukların maruz kaldıkları olayları ele alıyor. Yapım, Amerika'da yaşayan siyahi insanların maruz kaldıkları ırkçı davranışların ve zulmün dramını net bir şekilde gözler önüne seriyor.
32
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
TAKİP EDİLESİ Ova Kitaplığı
“Yıllarımızı yola düşüren o türküde ‘ne gezersin bu ovada’ dediği yerde duraksadık.” Onlar kendilerini böyle tanımlıyorlar. Popüler kültürün silindir gibi ezip geçtiği internet çağında akla ve kalbe uzanan dallar olmak niyetiyle okudukları kitapları, izledikleri filmleri ve dinledikleri şarkıları takipçileriyle paylaşıyorlar. Aynı zamanda takipçilerinden kıyıda köşede kalmış, hakkı teslim edilmemiş kitaplar, filmler ve sanatçı önerileri kabul ediyorlar. Hemen takip butonuna koşun!
Irit Dekel
DİNLENESİ
Müziğe olan tutkuları ve ortaya farklı bir şeyler koymak arzusuyla bir araya geldiği Eldad Zitrin ile caz müziğine yeni bir soluk getirdiler. Doğu ve Batı’yı ustaca sentezleyen Irit Dekel’in şarkılarına kulak kesildiğinizde tanıdık ezgileri duyabilirsiniz.
Sanatduvarı.com
Sanatın tüm dallarıyla ilgilenmesi ve içerik üretmesinin yanı sıra sanatsal etkinliklerin duyurulması ve birçok insana ulaşmayı hedefleyen internet sitesi 2015 yılında sanal ortamda paylaşımlar yapmaya başladı. Yalnızca internet sitesinde değil aynı zamanda Twitter ve Instagram sayfalarında da aktif olarak sanatseverlere paylaşımlar yapıyorlar. Yedi sanat dalı olan edebiyat, sinema, müzik, resim, tiyatro, heykel ve mimari hakkında bilgiler sunarken klasik sanatlardan olmayan görsel sanatlara da yer veriyorlar.
Maria Thoidou
1968, Yunanistan Florina doğumlu söz yazarı, oyuncu ve şarkıcı. 19 yaşından beri müzik yapan Maria, Sokratis Malamas, Nikos Papazoğlu, Goran Bregović gibi birçok usta isimle çalışmalar yaptı. Sesiyle içimize huzuru üfleyen sanatçı hüznü, sevinci ve kederi aynı anda hissettirmeyi başarıyor. Ayrıca Maria'nın Tis Agaphs to Metaxi (1994), I Gineka Ke to Milo (1997) ve Tis Nychtas Ta Makria Mallia (2004) isimli albümleri de bulunmakta.
Emrah Ablak
Yaklaşık otuz yıldır dergilerde çizim yapan Ablak, ünlülerin anlattığı hikâyeleri, şarkı sözlerini ve sosyal medyada paylaşım rekorları kıran videoları kendi tarzıyla yorumluyor. Karikafilm adını verdiği videolarla herkes gibi bizi de kendine hayran bıraktı.
Röya & Rızvan
Azerbaycanlı gezgin çift, sırtlarında enstrümanlarıyla dünyayı gezerek müzik yapıyor ve takipçileriyle paylaşıyorlar. Dinlemeyi çok sevdiğimiz şarkıları kendi tarzlarında yeniden yorumluyorlar. Kendilerini YouTube ve Instagram üzerinden takip edebilirsiniz.
www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
33
Ö
Balta sı
ri e n
OKUNASI
Ben Kirke 2018'in en iyi fantastik kitabı olarak seçilen ve İthaki Yayınları tarafından dilimize kazandırılan romanda uzun uzun betimlemeler yer almasına rağmen, kitap okuru asla sıkmıyor ve yazarın her kelimesiyle gözlerimizin önünde canlanarak akıp gidiyor. Ben Kirke’de Madeline Miller; Odysseus, İkaros, Minotauros, Prometheus ve Zeus gibi mitolojik karakterlerin binlerce yıldır anlatılagelen hikâyesini farklı bir bakış açısından sunmakla kalmayıp Olymposlu tanrıların dünyasını Homeros’un destansılığında aktarmayı başarıyor.
34
İnsanın Anlam Arayışı Viktor Frankl adında bir psikiyatr tarafından yazılan bu kitap yazarın kendi yaşam hikâyesini ele alıyor. Frankl, Nazi toplama kamplarında yaşamış, bu esnada arkadaşlarını ve aile üyelerini kaybetmiştir. Kampta onunla beraber kalan insanları da gözlemleyerek geçirdiği günlerde bunca umutsuzluğa rağmen nasıl ve ne için insanın hayatta kalabildiğimi sorgulamaya başlamıştır. Sorduğu sorular ve ulaştığı cevaplarla psikolojideki Logoterapi akımının kurucusu olmuş ve insanların hayatlarına anlamlar katacak yazıları kaleme almıştır. Kişisel gelişim kitaplarının yarattığı 5 dakikalık etkiler tadında olmayan dersler verdiğine inandığımız bu kitabı herkesin okuması gerektiğini düşünüyoruz.
www.baltadergi.com Temmuz - Ağustos 2020
Dinle Küçük Adam Ünlü psikiyatrist ve aynı zamanda Sigmund Freud'un öğrencisi olan Wilhelm Reich’ın bir manifesto şeklinde yazdığı ve okuduğunuzda dayak yemiş hissi uyandıran bir kitap Dinle Küçük Adam. Kitabın ilk yarısında yazarın küçük adama yaptığı eleştirileri okurun kendisini elekten geçirmesini sağlıyor. İkinci yarısındaysa yazar daha çok kendi çalışmaları boyunca ona engel olan insanlara isyanda bulunuyor. Eserde küçük adam diye isimlendirilen büyük bir kitle eleştiriliyor. Yazar, anlattığı kitlenin kadınını cinsel obje olarak görmesini, çocuklarını yeterince sevmemesini, ahlak bekçiliği yapmasını, yığınla para biriktirmesini ömrü boyunca değiştirmeye çalıştığını, fakat artık pes ettiğini anlatıyor.
ak m y u d ı y ı c a z ı n l ya e d e k d k z l m e m s “B s e f a k s ü ğ ö g z ı r ı ş a t n ” . çç u ş u k n a n ı p r ı ç u b çay u l U t e m Ah
www.baltadergi.com
Temmuz - Ağustos 2020
35
Las Meminas, Diego Velรกzquez, 1656
#EvdeKal
#BaltaEvdenOkunacak