Halk Sanatçılığının Alfabesi 3. Cilt: Grup Yorum'a Sık Sorulan Sorular

Page 1




HALK SANATÇILIĞININ ALFABESİ 3. KİTAP


HALK SANATÇILIĞININ ALFABESİ 3. KİTAP Grup Yorum’a Sık Sorulan Sorular

Mart 2017 Sanat Cephesi tavir2007@gmail.com www.tavir.org Tel: 0 212 238 81 46 ISBN: 978-975-6433-19-5 BASKI: BERDAN MATBAACILIK


İÇİNDEKİLER Yorum’a Sık Sorulan Sorular Önsöz.................................................................................12 Sanatımız Sınıfsaldır............................................................17 Sanatımız, İyiden-Doğrudan Yana Taraftır. Sanatımızla Ezilen Yoksul Halkımızın Safındayız.............................................21 Bu Düzende Bütün İnsanların Eşit Olduğu, Koca Bir Yalandır.......................................................................................29 Yaşam Ustası ve Feci Ölümler.............................................36 Hiçbir Şey Düşünmediğini Bile Düşünmeyeceksin.............41 Bu Düzende Basın Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğü, Düzenin Soysuzluğunu ve Suçlarını Aklama, Örtbas Etme Çabasıdır. Sadece Yalan Söyleme Özgürlüğü Vardır............................45 Demokrasi Ya da Seçimler ve Meclis...................................51 Çözüm Süreci Dedikleri Teslimiyet ve Uzlaşma Sürecidir.......................................................................................57


Kürt Halkı, Özgürlüğü Nasıl Elde Edecek.........................59 Mizah, Mazlumun Zalimden Öç Alma Aracıdır..................61 İnsan Olmaktan Utanmıyoruz, Hepimiz Suçlu Değiliz.......69 “Yorum Eski Yorum Değil Artık...” Diyenler Çıkacaktır. Yorum Halktır, Yorum Aynı Yorumdur.............................71 “Elemanlarınız Sürekli Değişiyor” Diyorlar.........................77 Sevdamız Canadır, Tene Değil............................................79 Hümanizm, Vicdan Rahatlatma; Günah Çıkarma Seansına Dönüşmemelidir. Bugün Hümanist Olmak, En Başta Amerika’ya Karşı Mücadele Etmektir. “Amerika Defol, Bu vatan Bizim” Demektir. “Amerika, Ortadoğu’dan Defol” Demektir.......................................................................................83 Böyle Gelmiş... Ama Böyle Gimez.....................................89 Şarkılarımız İçin “Bu Şarkı Tutmaz” Diyenlere...................97 İdeolojik Müzik Yapıyorsunuz, Propaganda Amacı Güdüyorsunuz...” Diyerek Bizi Köşeye Sıkıştırmaya Çalışırlar (!) Bizim Şarkılarımız Dik Başlıdır, Şarkılarımız Kafa Tutar.............101 Bir Slogan Bir Tanktan Dah Etkilidir................................107 “Savaşa Hayır” Demiyoruz. Halkların Bağımsızlık ve Özgürlükleri İçin Savaşmalarına Hayır Demiyoruz. Bunu Söyleyenler, Bütün Halkların Esir Olmasını Savunuyor Demektir..115 Adalet İstiyoruz! And Olsun, Şart Olsun... Ahımız Mahşere Kalmayacak. Hak Yerini Bulacak.....................................121 Alkollü İçki İçmiyoruz......................................................137 Moda Şarkılar Yapmıyoruz. Sahne Kıyafetlerimizi De Modaya


Uyalım Diye Seçmiyoruz..................................................143 Dünyada Çevre Sorununa En İnsani Çözümleri Sadece Sosyalistler Bulabilmişlerdir...................................................149 Sanat İkonları Hakkında Ne Düşünüyorsunuz.................155 Biz Halkın Çocuklarıyız, Halkın Sanatçılarıyız. Şan, Şöhret, Ün Bizim Mahalleye Uğramaz.........................................159 Sonuç Yerine ....................................................................161




halk sanatçılığının alfabesi

ÖNSÖZ Kabaca bir hesap yaparak her ay ortalama 10 konserden yılda 120 konser, 31 yılda toplam 3720 konser yaptığımızı gördük. Yine yüzlerce söyleşi, dinleti yaptık. Yüzlerce eyleme katıldık, televizyon programlarında yer aldık. Yüzlerce kez televizyon ve gazetelerde röportajlarımız çıktı. Halkımızın evlerinde kaldık. Konserlere gittiğimiz şehirlerde konser öncesi ve sonrası binlerce dinleyicimizle sohbet ettik. Telefon ve maillerden yine böyle birçok dinleyicimizle sohbetlerimiz oldu. Her seferinde birbirinden farklı sorularla karşı karşıya kaldık. Kimi dinleyicimiz yaşamımızı merak etti, evimiz var mı, ne kadar para kazanıyoruz bunları sordu. Kimisi başka müzikler dinleyip dinlemediğimizi merak etti. Kimisi örgüt üyesi olup olmadığımızı sordu. Kimisi eski Yorum yok,eskisi gibi üretimler yok neden diye sordu. Kısacası günlük yaşamımızdan, ne dinlediğimize, ne okuduğumuza, hangi siyasi görüşe sahip olduğumuza kadar istisnasız binlerce soru ile karşı karşıya kaldık. Art niyetli istisna sorular dışında sorulan tüm sorular halkımızın kendi parçası bildiği dünyanın politik tek müzik grubu olan grubumuzu daha yakından tanımak içindi. Buda çok doğal bir ilgi olsa gerek diye düşündük hep. Bu sorulara dilimiz döndüğünce cevaplar vermeye çalıştık. Şimdi ise sıkça karşılaştığımız, grubumuzla ilgili merak edilen sorulara bu broşürde

12


sık sorulan sorular yer veriyoruz. Elbette merak edilen daha birçok soru olsa gerek. Umarız ilerde broşürün ikincisini, üçünsünü... çıkartarak merak edilen her soruya cevap vermiş oluruz. Kimseden saklanacak bir yaşamımız, gizlenecek düşüncelerimiz yok. Bu halkın içinden çıkıp geldik, bu halkın içinde doğduk, büyüdük, yoksul mahallelerin sokaklarında gezdik bizde. Sorularınıza cevaplarımızla baş başa bırakıyoruz sizi. Şimdiden sürçülisan ettiysek affola...

13


14


15



SANAT SINIFSALDIR Sınıfların Olduğu Bir Dünyada Sanat Sınıflar Üstü Olamaz Sanatın sınıflar üstü olduğunu söyleyen burjuvazi yalan söylüyor. “Sanat, sanat içindir” safsatasını ileri sürerek sanatın toplumsal yanını inkar ediyor. Bu tam bir aldatmacadır, çünkü burjuvazi en çok da kendisi biliyor sanatın sınıflardan ayrı olmadığını, sanatı en çok kullanan da burjuvazidir, amaçları da halkı aldatmak. Çünkü burjuvazi sanatı, halkları yozlaştırmanın, kendi kültürünü aşılamanın ve egemenliğini sağlamlaştırmanın bir aracı olarak kullanıyor. Fakat kendi sanatının da sınıfsal bir karakter taşıdığını inkar eder. İki sınıf vardır: burjuvazi ve proletarya. Ve bu iki sınıf tarihsel olarak birbirlerine düşmandır. Biri ezen diğeri ezilen, biri sömüren diğeri sömürülendir. İki sınıf ideolojisi, yaşam biçimi farklıdır. Dolayısıyla sanat anlayışları da farklıdır. İnsanın içinde bulunduğu ekonomik koşullar kültürünü, beğenilerini, sanat anlayışını belirler. Yani sanatın da sınıfsal bir yanı vardır: burjuva sanatı ya da proletarya sanatı, yani halkın sanatı diye kesin çizgilerle ayırmak gerekir. “Özel mülkiyete dayalı bir toplumda sanatçı piyasa için

17


halk sanatçılığının alfabesi meta üretir.” derken, egemenlerin sanatı her daim kendi sınıfsal çıkarları için kullandığını anlatır Lenin. Ve devam eder: “Burjuva yazarın, sanatçının, oyuncunun özgürlüğü para kesesine, çürümeye, satılık olmaya gizlice (ya da ikiyüzlü biçimde gizlice) bağımlılıktan başka bir şey değildir.” Burjuvazi için meta olmaktan başka bir değeri olmayan sanat, devrimciler için ideolojik propagandanın ve örgütlenmenin çok güçlü bir aracı ve aynı zamanda halkın ruhunu besleyen, düşüncelerini geliştiren bir olgudur. Lenin’e ve Fidel’e kulak verirsek: “Sanat halka aittir. En derin kökleriyle birlikte geniş emekçi kitlelerin yüreğine girmelidir. Kitleler tarafından anlaşılmalı ve sevilmelidir. Kitlelerin duygularını, düşüncelerini ve iradesini yansıtabilmeli, onları yüceltmelidir.” Lenin “İnsanlar için maddi anlamda daha iyi bir hayat istediğimiz gibi, ruhsal ve kültürel anlamda da daha iyi bir hayatları olsun istiyoruz. Devrim, halkın maddi ihtiyaçlarını tatmin edecek koşulları da yaratmayı istiyor.” Fidel Castro Lenin’in “Edebiyat, genel proletarya davasının bir parçası olmalıdır.” sözünü bütün sanat dalları için geçerli sayabiliriz. Sanatımız proletaryanın sanatı olacak. İçeriğiyle, biçimiyle, estetiğiyle, kısacası her şeyiyle burjuva sanatından farklı olacak. Yeni insanın sanatı da yeni olacak. Gelişmekte olan ve mutlaka kazanacak olan; proletaryanın davasıdır. Sanatımıza yön veren de bu dava olmalıdır. “Aslında şu bir gerçektir ki, tüm tarih boyunca, sanat alanındaki en görkemli ürünler; sınıf mücadelelerinin en üst düzeyde seyrettiği, en büyük altüst oluşların yaşandığı,

18


manifesto bazı sınıfların çürüyüp yok olurken yeni sınıfların yükseldiği, yeni toplumsal yapıların şekillendiği dönemlerin ürünleridir. Bu anlamda denilebilir ki, en görkemli sanat ürünleri, sınıflar mücadelesinin yükseliş dönemlerinin ürünleridir. Mücadelenin dışındaki sanat, ölü sanattır.” (Hayatın İçindeki Teori 2, Haziran Yayıncılık) Sanatın sınıflarüstü olduğu tezi, burjuvazi tarafından sanatın politik mücadeledeki rolünü küçümsemek, etkisini kırmak için ortaya atılmıştır. Burada amaç; devrimci sanatı mahkum etmek ve sanat alanında bu anlayışı hakim kılarak devrimci sanatçıları yalnızlaştırmaktır. Burjuvazi bizi sanata politika karıştırmakla suçluyor. Oysa sanat zaten politikanın bir parçasıdır. Politik sanat yapmadığını iddia edenlerin sanatı da politiktir. Çünkü iki sınıf vardır ve proletaryanın davasına hizmet etmeyen bir sanat, doğallığında burjuvaziye hizmet eder. Halkın yanında saf tutup, sanatını burjuvaziye karşı silah yapan devrimci sanatçılara kulak verelim: “Diyorlar ki Mayakovski bir ozandır. Vız gelir bana ozanlık!.. Ozan değilim ben, kalemimi yaşadığımız çağın, şimdi var olan gerçekliğin ve onun kılavuzu olan Sovyet Yönetiminin ve Partinin hizmetine koymuş bir adamım, her şeyden önce...” (Aktaran Anverztss, Estetik) Mayakovski “Sanatı para kazanma aracı durumuna getirenlerin çoğu sahtekardır… Hayır, resim evlere, saraylara süs olsun diye icat edilmedi. Siz sanatçının ne olduğunu sanıyorsunuz? Ressamsa yalnız gözleri, müzisyense yalnız kulakları olan ya da şairse yüreğinin her kıpırtısında harp çalan, boksörse yalnız kasları olan bir gerizekalı mı? Tam tersine! Sanatçı aynı zamanda politik bir kişidir ve dünyada olup

19


halk sanatçılığının alfabesi biten iyi, kötü, korkunç olaylara tüm varlığıyla tepki gösterir.” Pablo Picasso Son olarak; sanat, sanat için değildir. Sanat halk içindir. Bugüne kadar halkın belleğinde yer etmiş bütün eserler halk için üretilmiştir. Tarih, halkın sanatını ölümsüz kılar. (…) Hey, türkülerimiz bunlar kara yıldızlarımız bunlar bizim tatlı türküler söylemezler ama çalışırken söylerler, söylerler ışığınızı yaparken giysilerinizi yaparken gazetelerinizi yaparken ve su borularınızı ve demiryollarınızı ve lambalarınızı ve oraklarınızı ve plaklarınızı yaparken söylerler Hey, şimdi hepiniz buradasınız madem, söyleyin bir kez daha o küçük türkünüzü Atlantik’in ötesine herkesin anladığı dilinizle Akağaçlar arasında esen rüzgar değil bu oğlum, bir türkü de değil yapayalnız aya söylenen, vahşi kükreyişidir bu günlük emeğimizin. Hem lanetleriz biz onu, hem bir nimet sayarız, çünkü kentlerimizin sesidir o, çünkü en sevdiğimiz türküdür o, çünkü hepimizin anladığı dildir o, çünkü olacaktır çok geçmeden o dünyanın anadili. Bertolt Brecht

20


sık sorulan sorular

SANATIMIZ İYİDEN DOĞRUDAN YANA TARAFTIR. SANATIMIZLA EZİLEN YOKSUL HALKIMIZIN SAFINDAYIZ! Sanatçıların yaptıkları, söyledikleri geniş kitleler tarafından dikkatle izlenir. Bu nedenle söylediği söz, katıldığı programlar ve faaliyetler sanatçının tavrını göstermesi açısından önemlidir. Yavuz Bingöl, Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklemiştir. Neredeyse hiçbir sanatçı, söz konusu Berkin olunca bu kadar açık-aleni, böyle bir tavır sergilememişti. 14 yaşında polis tarafından başından gaz bombasıyla vurularak öldürülen Berkin Elvan’ın ailesini, Tayyip Erdoğan’ın yuhalatmasını “insani bir davranış” diyerek desteklemişti. Haliyle, devrimci, demokrat, aydın, sol çevrelerin tepkisini çekti. Çok açık bir şekilde safını belirlemiş oldu. Ancak bütün saflaşmalar bu örnekteki gibi keskin olmuyor. Çizgileri belli olmayan, kulağa hoş gelen sözcüklerle, tavırlarıyla sanatçılarımız taraflarını belirlemiş oluyorlar. Farkında olsunlar, ya da olmasınlar egemenlerin, ezenlerin tarafında yer almış oluyorlar. Çarpıcı bir örnek Vietnam. Amerika Vietnam’ı işgal etmek için tüm gücüyle saldırmıştı. Milyonluk orduları, kimyasal bombaları, Napalm yangın bombaları, bombardıman uçakları, helikopterleriyle, küçük bir köylü ülkesinin üzerine

21


halk sanatçılığının alfabesi karabasan gibi çullanmıştı. Ancak Vietnam halkının bağımsızlık savaşı sonucu Amerika, tarihi boyunca unutamayacağı bir yenilgi aldı. On binlerce Amerikan askeri öldürüldü, ölmeyip Amerika’ya dönenler “Vietnam sendromu” denen bunalımlara girdi. Bu bir gerçek... Tarih kitaplarında böyle yazıyor. Ancak; Amerika savaş meydanında kaybettiği savaşı, Sinema aracılığıyla “KAZANDI!”. Rambo filmleri ve çektikleri yüzlerce Vietnam filmi aracılığıyla, bütün dünyada savaşı Amerika’nın kazandığı propagandası yaptılar. Birçok genç savaşı Amerika’nın kazandığını sanıyor. İşte çarpıcı gerçek budur. Yönetmenlerimiz bu gerçeği bilerek, sadece kendi “iç sesleriyle” film çekmemeli, Amerikan filmlerine karşı, halkımıza bilinç vermeli, tarihimizi anlatmalı, Anadolu’nun güçlü bağımsızlık düşüncesine etkide bulunmalı, Amerika’ya hayran yetiştirilmek istenen genç nesile, Amerika’nın katliamlarını, sinsiliğini, işkencelerini ve ülkemizi işgal ettiğini anlatmalı. Bu işgale karşı Anadolu’nun yiğit evlatlarının verdiği mücadeleyi anlatmalıdır. Yönetmenlerimiz gerçekleri, yaşananları görmeli, anlatmalıdır. Hollywood olmayan gerçekleri, yalanları, o kadar güçlü anlatıyor ki, milyonlarca insanı inandırıyor. Bizim yönetmenlerimiz ise gerçekleri anlatmalıdır. Bütün müzik kanallarına bakalım, hepsinin konusu neredeyse aynı. Amerika’nın halkı yozlaştırma politikasına hizmet ediyor, güzel müzik değil, her türlü ahlaksızlık gözümüzün içine sokuluyor. Neredeyse bütün dizilerde, filmlerde yoksul halk, köylüler hep çirkin, kaba olarak gösteriliyor. Şehirli zenginler ise, ince ruhlu, yakışıklı ve güzel gösteriliyorlar. Burada da halkın güzel yanlarını görmezden geliyorlar. “Ne var ki, bizim semtimizde aynen bu insanların benzeri vardı” deyip gerçekleri anlattıklarını iddia ederler.

22


sık sorulan sorular Ancak bir yıl boyunca bütün dizilere ve filmlere bakalım... Hangi birinde zenginler, zenginlerin konuşması, giyimi küçümsenir... Tek bir tane örnek yoktur... Ama halkı küçük gösteren yüzlerce örnek gösterebiliriz... Sanatçının kendisi özgün bir karakter yarattığına inanıyor, ama bütüne baktığımızda aslında düzenin halkı küçük gören egemen anlayışıyla hareket ediyor. “Dağdaki çobanla benim oyum bir mi?” demişti aklı kıt bir manken. Buna demokrat aydınlar da karşı çıkmışlardı. Ama çektikleri filmlerle o mankenle aynı şeyi savunmuş oluyorlar. “Tarafsızlık” çağımızın en büyük yalanıdır. İyi ile kötü, haklı ile haksız, meşru ile gayrı meşru, zalim ile mazlum, Soma Holdingin sahibi ile madende gazdan boğularak ölen işçi eşit olamaz. Ya birindensinizdir ya diğerinden. Tarafsızlık, zalime teslim olmak, onunla uzlaşmak demektir. Hele zor zamanlarda, safını belli etmemek daha büyük bir vebaldir. Ya Pir Sultan’sındır ya Hızır Paşa. “Şu kanlı zalimin ettiği işler Garip bülbül gibi arzeler beni Yağmur gibi yağar başıma taşlar Dostun bir tek gülü yaralar beni Dar günümde dost düşmanım bell’oldu On derdim var idi şimdi ell’oldu Ecel fermanı boynuma takıldı Gerek asa gerek vuralar beni Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz

23


halk sanatçılığının alfabesi Haktan emr’olmazsa ırahmet yağmaz Şu ellerin taşı hiç bana değmez İlle dostun bir tek gülü yaralar beni“ Hızır Paşa, halkı zorla Pir Sultan’a taş atmaya zorlamıştı ve taş yağmuruna tutulmuştu. Pir Sultan’ın dostu, arkadaşı da, ölüm korkusu yüzünden taş atan kitlenin içindedir. Ancak taş atmaz, taş atar gibi yaparak gül atar. İşte taraf olmak böyle bir şeydir. Yüzlerce yıldır taş atanlar değil de, gül atana tepki göstermiştir halkımız, kendi saflarında bildikleri karşı saflara geçerse bunu asla affetmez. Bu türkü hala halkımızın dilinde, yüreğindedir. İşte sanatçımız, yönetmenimiz bugün tarafını bu netlikte göstermelidir. Ruhi Su örnektir sanatçılarımıza, “Ellerinde pankartlar yürüyor bu çocuklar”, “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar; Kıyamet dedikleri ha koptu ha kopacak, yoksuldan halktan yana; bir dünya kurulacak” diyerek tarafını çok net çizmiştir. Grup Yorum işte bu geleneği sürdürerek, halkın safında yeni gelenekler yaratmaktadır. Mahsuni Şerif; yaşadığı toplumun siyaset gerçeklerini yansıtmaya çalışmıştır. Emperyalizmin halkların kanını dökmesi üzerine “Bütün insanlık adına Amerika katil katil / kanun yapar kendi bozar, Amerika katil katil...” demiş, safını çok net çizmiştir. Ümit İlter; eylemleriyle ve şiiriyle tarafını çok net çizmiştir; “Evvel zaman içindeydi Zeus Kavganın ‘öteki’ tarafı Promete

24


sık sorulan sorular Üçüncü taraf deyince geliyor aklıma Promete’nin ciğerini didikleyen... Birinci taraf haklı anaların ak sütü kadar İkinci taraf gözyaşlarına vergi koyacak kadar haksız Üçüncü taraf bir meçhulde Haklının yanında değilse şayet O taraf hangi dönme dolapta... Üçüncü taraf nerede diyorum Siz bilirsiniz diye soruyorum Çok biliyorsunuz ya siz ‘Üçüncü Tarafız’ deyip duruyorsunuz Sadece duruyorsunuz ama Çok bilip okuyup üflediğinizdendir Sadece üflüyorsunuz ama Duruyor ve üfürüyorsunuz Ki durduğu yerden üflemektir üçüncü taraf... Açar avucunu koyar yüreğini Sıkılı bir açlık vurur zamana Vur yiğidim vur sen bir daha Sızılı halkın kuraksa toprağı Sana damla olmak yaraşır Yağ boranım yağ sen bir daha Ovalar yeşile, kentler ala

25


halk sanatçılığının alfabesi Vur yiğidim vur sen bir daha Diri diri yakılan karanfiller için Toprağında güller gülsün diye Döne döne vur sen zamana Eğildi eğilecek zamane başlar şu saltanat yıkıldı yıkılacak Devrildi devrilecek o duvarları Vur yiğidim vur sen zamana Haydi ha, bir daha...” Sonuç olarak, devasa kültür endüstrisinin hegemonyası altındaki bütün sanat dalları, Amerika’nın, büyük tekellerin ezici baskısıyla, yönlendirmesiyle üretmek zorundadır. Bu dev endüstri karşısında, pasif, utangaç bir muhalif sanat ile direnmemiz, etkili olmamız, ayakta durmamız mümkün değildir. Yapılması gereken, Amerikan tarzı anlatım biçimiyle aramıza kesin sınırlar çizmelidir. Halkımızın mücadelesini anlatan eserler üretmelidir. Nobel ödülleri alan yazarlarımız, Oscar ödülü alan yönetmenlerimize bu yanıyla bakalım. “Emperyalizm gölgesini satamayacağı ağacı keser” demiş Marx. Bütün yönetmenlerimize, sanatçılarımıza, “Oscar’da ödül almak için film çekin.” diyorlar... Halkımızın acılarını, özlemlerini, öfkesini anlatan hiçbir filme ödül vermezler, aday da göstermezler. Yılmaz Güney’de Oscar ödülü aldı, denebilir. İşin tehlikesi de burada zaten. En ileri aydınlarımızı parayla satın almaya çalışıyorlar. Onlarca ilerici yönetmenimiz bugün festivallerde ödül almanın peşinden koşuyorlar, emeklerini enerjilerini ödül alma hayali kaplıyor. Ve ilerici yönetmenler bile festivalden festivale koşarak, oralarda filmlerini göstererek var olacaklarını sanıyorlar. Sanatsal olarak varlığını göstermek, yeteneklerini geliştirmek için sanat halk için ya-

26


sık sorulan sorular pılmalıdır. Çünkü bir sanatçıya değeri ancak halk verir. Yönetmen, filminin kaderini üç beş jürinin belirlemesine bırakmamalıdır. En büyük kariyer, halkın sahiplenmesidir. Festivallerde verilen unvanların, tarihte hiçbir hükmü yoktur. Taraf olmaktan kastımız budur. Ülkemizde çekilmesi gereken o kadar çok film, şarkısı yapılması gereken o kadar çok direniş ve katliam var ki... Ancak çekilen filmlerde, halkın sorunlarına değinilse bile, amaç katliamdan hesap sormak olmuyor, jüriyi etkileyecek, tabiri caizse avlayacak bir dil ve içerik ile anlatılıyor. Bu gerçekler altında bakarsak, sanatçı istese de, istemese de ya ezilen halkın tarafında yer alacaktır, ya da iktidarın tarafında yer alacaktır. “Ben tarafsızım” diyen, zalimden yanadır. Georges Politzer, Felsefenin Temel İlkelerinde bu ayrımı sade bir şekilde ifade etmiş; “Tarafsız ideolojilerde artış diye bir şey söz konusu olamaz. Ama halkın, ulusların ve insanın düşmanı saldırgan emperyalizmin ideolojik isteklerine oranla daha az saldırgan olan, geri çekilmiş durumda bulunan burjuva fikirler vardır. Akılcı, anti-faşist, hümanist burjuva fikirler bu tür fikirlerdir. Bu fikirler, emperyalizmin istekleriyle çelişir. Burjuvazi, onlara karşı saldırıya geçer. O halde, besbelli ki, işçi sınıfı ve ilerici güçler, bu fikirlere sahip çıkmalı, onlara güç ve kuvvet vermeli ve onların demokratik içeriğini geliştirerek onları ileri götürmelidirler. Böylece, iki ideoloji durağan değildir. Bunlardan biri gerilemektedir ve her gün daha gerici ve daha az evrensel olmaktadır. Öteki zenginleşmekte ve yeni bir hümanizm uğruna savaşımda güçlenmektedir.”

27


halk sanatçılığının alfabesi Biz tarafız. Ezenin ve ezilenin olduğu yerde ezilenden, mazlumun olduğu yerde mazlumdan tarafız. Tarafız, Taraf olmalıyız. Taraf olmaktan da gurur duyuyoruz. Ezilenden ve mazlumdan yana olmak doğrudan yana olmaktır. Doğru; ezmemek, sömürmemektir. Biz doğrudan yanayız. Sınıf mücadelesinin var olduğu bir çağda TARAF OLMAYAN SİYASET DIŞI bir meslek yoktur. Tarafsız olmak da bir taraftır. Seyretmektir. Zalimin yaptığından yana olmaktır. Bizim sanatımız taraftır. Biz emekçilerin ve büyük insanlık ailesinin; sömürü, kölelik zincirlerinden kurtulmasından yanayız. Sanatçılarımızın halktan yana sanat yapması için, ısrarımızdan vazgeçmeyeceğiz. Asla unutmayalım, ölümsüz sanat halkın kalbinde, belleğinde yaşayan sanattır. Egemenler istedikleri kadar zenginlik vadetsinler. Sanatçının en büyük zenginliği, eserlerinin nesiller boyu yaşamasıdır. Mozart yoksulluk içinde yaşamış, yoksulluk içinde hayatını kaybetmiştir. Ona yoksulluğu dayatanları hiç kimse anımsamaz, ama halkçı Mozart bugün yaşamaktadır.

28


sık sorulan sorular

BU DÜZENDE BÜTÜN İNSANLARIN EŞİT OLDUĞU KOCA BİR YALANDIR Büyük bir sömürü var, insanın insan tarafından sömürüldüğü bir ülkede eşitlikten söz edemezsiniz. Bir milyonerle bir işsizin yasa karşısında eşit olduğu söylenir. Bu nasıl bir eşitliktir ki, milyonerler lüks villalarda oturur, lüks yatlarda tatiller yapar. Yoksul işsiz ise barakalarda gecekondulara yaşar. Bu nasıl bir eşitliktir ki, yoksullar mahkemede dava açma ücretini yatıramadığı için dava bile açamaz. Hakimler ve savcılar önlerini ilikleyerek ayakta karşılarlar milyonerleri. Gerçek eşitlik bütün halkın eğitiminde gerekli olanakların sağlanmasıdır. Milyonlarca öğrenci sanat adına hiçbir eğitim görmeden okullarını bitiriyor. Müzik, tiyatro, resim, belli başlı seçkin okullarda, seçkin öğrencilere öğretiliyor. Bütün okullara bakalım, sınava girecekler diye, müzik dersinde, matematik çalıştırıyor, sınav soruları çözdürüyorlar. Sanat gereksiz bir şeymiş gibi anlatılıyor.

29


halk sanatçılığının alfabesi İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden birisi aklı. Ve akılla birlikte, bilginin, güzelliğin yani estetik duygusunun gelişmesi… İşte bu düzen milyonlarca insanı sanattan mahrum bırakarak bu güzellikleri yaşamasını engelliyor. Sadece belli bir kesim bunları kendi tekeline almış. Sanat konusunda ahkâm keserler, festivaller düzenlerler. Bütün holdingler kültür sanat organizasyonları örgütlüyorlar. İş Sanat, Yapı Kredi Sanat, Koç Holding, Eczacıbaşı... Dünyaca bilinen birçok sanatçıyı getiriyorlar. Sözde sanata katkı sağlıyorlar. Hayır, yapılan şey sanatı tekellerine almaları. Bu milyonerler estetikten anlayan, ince ruhlu insanlar oluyor. Halk da, kaba cahil oluyor... Gerçek nedeni budur, halkın sanatla ilgilenmesine zamanı kalmıyor. Milyonlarca öğrenciyi, işçiyi, ev kadınını sanattan uzaklaştırıyor ve akıl tutulması yaratıyorlar. Bu düzen bir eşitlik sağlamaz. Çünkü halkı daha çok çalıştırmak ister. İkincisi, halk sanatla uğraşırsa, sanat akıl tamiri yapar, ruhu güçlendirir. Bu yüzden halk, sadece uyuşturucu niteliği taşıyan diziler izlesin yeter, diye düşünürler. Dizileri izletmek için ellerinden geleni yaparlar. Eşitlik, bütün halkımızın sanat eğitimi fırsatından yararlanabilmesidir. Eskiden, TRT 2 TV kanalında bir ressam, resim dersi verirdi. Resimle ilgimiz olmadığı halde, nasıl da heveslenirdik resim yapmaya. Çünkü o kadar sade anlatıyor gösteriyordu ki, ben de yapabilirim duygusu uyanıyordu hepimizde. Ama hiçbirimiz o birkaç boyayı, resim kağıtlarını, fırçalarını satın alamadık. Gerekli imkanlar, fırsatlar yaratılırsa herkes yapabilir, buna inanıyoruz. İnsanlar doğuştan yetenekli doğmuyorlar. Gerekli olanaklar sağlandığında herkes yapabilir. Bizim hayalini kurduğumuz dünyada, sosyalizmde

30


sık sorulan sorular işte böyle olacak. Her çocuğun enstrümanı, boyaları olacak ve en iyi eğitimi alacak. İşte sosyalizmin tarihsel örneklerinin yaşandığı, Marksizm Leninizm’in somutlandığı Sovyet Birliği deneyiminde sosyalistlerin sanata yaklaşımındaki bu temel fark; gerekli olanaklar sağlandığında herkesin her şeyi yapabileceği ve her şeyin gelişip büyüyeceğinin de örneklerini yaratmıştır. İşte uzaya çıkan ilk insan Rus kozmonot Gagarin, yoksul bir marangozun oğluydu. Yine bu konuda başka bir örnek ise George Politzer’in “Felsefenin Temel İlkeleri” kitabından paylaşabiliriz… “Sibirya’da Yukarı-Yenisey ve onun Abakam Suyu kıyılarında Hakas halkı oturmaktadır. On yüzyıldan fazla bir zaman önce Moğolların kendilerine bağladıkları Hakas halkı, yıkılmaya mahkum edilmişti. Yazısını bile kaybetmişti. Çarlık bu durumu daha da ağırlaştırdı. Halk çaresiz bir şekilde sönüp gidiyordu. Sözün kısası, Amerikan kolonilerinin Kızılderilileri düşürdüğü duruma benzer bir durumda bulunuyorlardı. Ama sosyalist devrim, bu halkı yaşama iade edecekti. Özerk bölge halinde teşekkül eden bu halk 50.000’in üstünde nüfusa sahip. Gönenmiş bir ekonomisi (maden kömürü, altın, barit; ormanlar; kanallar) var. Kendi ulusal dilini, yazılı ve resmi dilini yeniden buldu. 350 okulu, 3 teknik okulu, bir pedagoji enstitüsü var. Gazeteleri, edebiyatı ve tiyatrosu var. Sibirya’nın kuzeyinde, Nenet halkı, çarın adamlarının, halkın zenginliklerine el koyan Rus tacirlerinin ve büyük ren geyiği yetiştiricilerinin vahşi zulmüne katlanmak zorunda kalıyordu. Yok olmak üzereydi: 1899’da 16.000 kişiden, 1913’te 2.000 kişiye düşmüştü. Sosyalist devrim bunların hepsini değiştirdi. Ulusal bir yönetim bölgesi halinde oluşan Nenetler, yeniden kuvvet ve yaşam kazandılar. 1939’da sayıları 12.000’e varı-

31


halk sanatçılığının alfabesi yordu. Avcılık, balıkçılık, sanayi ilerliyor; sera tarımı kendini göstermiş durumda. Evvelce kimsenin okuma yazma bilmediği, herkesin hurafelerle alıklaşmış olduğu bu bölgede, 7’si orta dereceli olmak üzere 56 okul; ren geyiği yetiştiriciliği için 1 teknik okul; 3 bilimsel araştırma merkezi var... İşte böyle güven altına alıyor Sovyetler Birliği, kendisini oluşturan çeşitli halkların hızla gelişmesini. Ezilen eski milliyetler yeniden bağımsızlıklarına kavuştular. Bitkisel bir yaşam sürdüren halklar, sosyalizm sayesinde, ulus halinde varlık kazandılar. İlkel bir ekonomiye ve arkaik bir zihniyete sahip halklar (Nenetler gibi) birkaç yıl içinde sosyalist yaşam tarzına geçebildiler. Anlaşılıyor ki, bu koşullarda, uluslararası (küçük ve büyük uluslar arasındaki) ilişkiler, tamamen değişmiş bulunuyor. Güvensizliğin, düşmanlığın yerini karşılıklı güven ve kardeşçe işbirliği almış bulunuyor. Bunun içindir ki, Sovyet halkları arasında sosyalizmle bağlanan bağları zorla, şiddetle koparmayı uman Hitlerci istilacıların çabası boşunaydı. Örneğin, Ukrayna’da Rus halkına karşı eski milliyetçi duyguları yeniden canlandırabileceklerini sanıyorlardı; hiç de öyle olmadı. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı, kapitalizmin kurduğu sömürge sistemini adamakıllı zayıflatırken, sosyalist ulusların birliği, halkların düşmanı olan ırkçı Nazizme karşı ortak savaşımda sağlamlaştı, güçlendi. Her noktada burjuva şovenizme karşıt olan bir yurtseverliğin varlığı böylece deneyden geçti ve doğrulandı. ‘Sovyet yurtseverliğinin gücü, ırkçı ya da milliyetçi önyargılara dayanmaz; halkın, kendi sovyetik yurduna karşı bağlılık ve derin özverisine, ülkemizde yaşayan tüm uluslar emekçilerinin kardeşçe birliğine dayanır. Sovyet yurtseverliğinde halkların ulusal gelenekleriyle tüm Sovyetler Birliği

32


sık sorulan sorular emekçilerinin ortak yaşamsal çıkarları uyumlu bir biçimde bağdaşır. Sovyet yurtseverliği bölmek şöyle dursun, tersine ülkemizin bütün ulus ve milliyetlerini tek bir kardeş aile içinde birleştirir. Sovyetler Birliği halklarının gitgide daha güçlü o sarsılmaz dostluk temelleri, kendilerini işte burada gösterirler. Öte yandan, SSCB halkları, yabancı ülkeler halklarının hak ve bağımsızlıklarına saygılıdırlar; komşu devletlerle barış ve dostluk içinde yaşama isteklerini her zaman göstermişlerdir. Devletimizin özgürlüğe bağlı halklarla gittikçe daha geniş ve gitgide daha sürekli ilişkilerinin temeli kendini işte burada gösterir.’ ” Bugün on binlerce resim öğretmeni, müzik öğretmeni atanmayı bekliyor. Eğitim sisteminde zerre kadar önem vermiyorlar sanata. Ancak sosyalizm milyonlarca insanın gelişmesine olanak tanır. Küba bugün tıp alanında dünyada bir numaradır. Sovyetler Birliğinde, binlerce edebiyatçı, müzisyen, sinemacı yetişti. Nikolai Ostrovski, Gorki, Solohov, İlya Ehrenburg, Simonov gibi birçok edebiyatçı büyük eserler üretti. Yok olmaya yüz tutmuş, yüzlerce yıldır dilleri, kültürleri yasaklanan halkları özgürleştirdi. Oralardan yetişen sanatçılar, bütün Sovyet ülkesinde en çok bilinen eserleri üretebilecek kadar geliştirdiler kendilerini. Bizim ülkemizde Cumhuriyet kurulduğunda, batıya hayranlık o hale gelmişti ki; bağlama yasaktı. Ama aynı dönemde Sovyetlerde, yüzlerce aşık, eserler üretmiş, bunları senfonilerle birleştirmiştir. Mimarideki başarılarını ise, hala gidip görmek mümkün. Moskova Metrosu, dünyanın en güzel metrosudur. Halkın her gün kullandığı metro bir sanat eseridir, halkın zevklerini arttırmayı hedefleyen, ruhlarını zenginleştiren bir eserdir. Düşünün, her okulda iyi eğitim görmüş müzik öğretmenleri, resim öğretmenleri, halkoyunu öğretmenleri, her çocuğun

33


halk sanatçılığının alfabesi yapabileceği eğitimi veriyorlar. Anasınıfından sesleri, ritimleri tanımaya başlıyorlar. Ve eşit koşullarda yetişmiş milyonlarca amatör sanatçının içinden yetişecek büyük sanat ustalarını hayal edin. Bizim hayalini kurduğumuz dünyada, sosyalizmde böyle olacak. Bunun için mücadele etmeye değmez mi...

34


sÄąk sorulan sorular

35


halk sanatçılığının alfabesi

Yaşam Ustası ve Feci Ölümler... Birinci sayfadan vermiş gazete: “Yaşam ustasından üç altın tavsiye...” Yaşam ustası dedikleri Koç Holding’in Rahmi’si Ve işte bu Rahmi’nin Üç altın tavsiyesinden ilki: “Sağlığınızı ve vücudunuzu ölçülü kullanın...” Böyle buyurmuş Koçların Rahmisi Aynı gazetenin üçüncü sayfasında İşçi Hamza’nın haberi de var Üstüne düşen beton blok Oracıkta ezmiş Hamza’yı Kafası, göğsü, kemikleri Böcek gibi ezilmiş yani “Feci şekilde can verdi” demiş gazete Feci şekilde... İşçi Cemal’in hayatını kaybedişi de öyle Kanalizasyon çalışması yaparken Göçük altında kalan işçi Cemal için “Hayatını kaybetti” demişler Demek kaybetti

36


sık sorulan sorular Peki işçilerin kaybettiği Feci feci kaybettiği Bunca hayatı kim buluyor Ferhat İşte sana hayatın sorusu Kaybettiğimizden değil Ferhat Hayatımızı çalanlar var İşte sana kavganın sebebi Biz feci ölümlerin ustası olurken Bir avuç asalağın Koç’u Arsızlığın zirvesine çıkıp Yaşam ustalığı ilan ederken Daha bıçağa kesmesin mi alımız Daha binmeyelim mi alayının gırtlağına Kuşan Ferhat Hamza’dan kalan ezilmiş kemikleri Kuşan Cemal’in toprak dolan ciğerini Ve sapla Ezilen hayatlarımızın bilediği Göçen hayatlarımızın bilediği Çalınan hayatlarımızın bilediği Hıncımızın bıçağını bu saltanata Sapla Ferhat bıçağımızı zamana Zaman dursun ve yeni bir gün doğsun İşçi Hamzalardan yana... Ümit İlter

37


halk sanatçılığının alfabesi

DAM KONSERLERİ

38


sık sorulan sorular

DAM KONSERLERİ

39



sık sorulan sorular

HİÇBİR ŞEY DÜŞÜNMEDİĞİNİ BİLE DÜŞÜNMEYECEKSİN!... Düşüncenin kurşuna dizildiği bir çağda yaşıyoruz. “Hiçbir şey düşünmeyeceksin, hatta hiçbir şey düşünmediğini bile...” demiş Nazım Hikmet. Şimdiye kadar düşüncelerinden dolayı yıllarca hapis yatmış, onlarca aydın yazar var ülkemizde. Düşüncelerinden dolayı Sabahattin Ali kaybedildi. Bulgaristan sınırında öldürüldüğü iddia edildi. Nazım Hikmet yıllarca hapis yattı. Ruhi Sular, Ahmed Arifler, Orhan Kemaller... en ağır işkencelere uğradılar, yıllarca hapis yattılar. Bu düzen hiçbir zaman devrimci düşüncenin yayılmasını istemez, çünkü düşünceden bir sonraki adımın eyleme geçmek olduğunu bilir. Bu sömürü düzeninin devamı için, sanatçılara karşı, halka karşı büyük bir kinle davranır. Bu nedenle düşünce suçu diye bir suç üretmişler. Bununla birlikte ifade özgürlüğü de yasaklanmıştır. Parasız eğitim isteğini pankart açarak ifade eden öğrencilere 7,5’ar yıl hapis cezası verdiler. Halkın hiçbir ifade özgürlüğü

41


halk sanatçılığının alfabesi yoktur, buna izin verilmez. Okulda sen sus müdür konuşsun, Askerde sen sus komutan konuşsun Meydanda sen sus sarı sendikalar konuşsun ve nihayetinde sen sus Tayyip konuşsun... Düşünceni ifade edersen, Soma’da tekme yersin, bizzat Tayyip’ten yumruk yersin... Öfkeden kudururlar, dillerinden öfke manzumeleri dökülür; “ananı da al git...” derler. Böyle bir düzende hiç kimse ifade özgürlüğünden bahsedemez, sadece twitterlarda yazdıkları için gece yarıları evleri basılanları biliyoruz. 16 yaşındaki çocuğun konuşmasına bile tahammül edemiyor, hapse tıkıyorlar. Bugüne has bir politika değil. Düşünce ve ifade “suçlarına” cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana en ağır cezaları verdiler. Hiç kimse, yarın başıma ne gelir... kaygısı taşımadan tek kelime edemez ülkemizde. Düşüncelerini özgürce ifade edenler, bu uğurda mücadele edenler devrimcilerdir. Elbette bunun bedelini çok ağır ödüyor devrimciler. 2000 yılında, Amerika ve Avrupa Birliğinin projesi olan F Tipi Hapishaneler hızla inşa edildi. Hapishanelerdeki yüzlerce devrimci tutsağa, “ya düşünce değişikliği ya ölüm” dediler. Düşüncelerini savunan devrimcilere karşı 19 Aralık 2000 tarihinde, 20 hapishaneye birden kanlı bir baskın yapıldı, 10 bin asker, polis, helikopterler, bombalar kurşunlar, yangın bombaları kullanıldı... 28 tutuklu katledildi, yüzlercesi yaralandı... Bu operasyonda Bayrampaşa Hapishanesinde 6 kadın diri diri yakıldı, bedenleri

42


sık sorulan sorular tanınmaz hale getirildi, kömürleşti. Ve devrimci tutsaklar sosyalizm düşüncelerini savunmak için 7 yıl ölüm orucu yaptılar... 122 devrimci hayatını kaybetti... Bugün düzende, düşünceyi savunmanın bedeli bu kadar ağır... Düşünceyi savunmanın onuru bu nedenle devrimcilere aittir.

43



sık sorulan sorular

BU DÜZENDE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ, DÜZENİN SOYSUZLUĞUNU VE SUÇLARINI AKLAMA, ÖRTBAS ETME ÇABASIDIR SADECE YALAN SÖYLEME ÖZGÜRLÜĞÜ VARDIR Basın özgürlüğü, çürümüş ve dağılmakta olan egemenlerin ahlakını yaygınlaştırmak için kullanılır. Milyonerlerin üst tabakasının bencil çıkarlarının hizmetindedir basın. Hiçbir köşe yazarı, hiçbir muhabir özgür olduğunu söyleyemez. En büyük, isim yapmış köşe yazarları dahi hemen kapının önüne konuyorlar. 1980 cuntasında bile gazetecilik yapmayı sürdüren, düzenin en sadık savunucularından Oktay Ekşi anında kapı önüne kondu. AKP iktidarı için, “Analarını bile satarlar” demişti... Bir sonraki gün lafını geri aldı... Ama AKP iktidarı aynı gün kovdurdu... 40 yıllık köşe yazarı 4 dakikada kapının önüne konuldu. Bu örnek çarpıcıdır, hiçbir köşe yazarı gerçekleri söyleme cesaretine sahip değildir bu düzende. Kalemlerini sermayeye satmışlardır. Düzenin basını yüz senedir değişmedi, hatta daha da pervasızlaştı diyebiliriz. Yaklaşık yüz sene önce Lenin basın

45


halk sanatçılığının alfabesi özgürlüğünün ne olduğunu kısaca açıklamış: “Bütün dünyada, nerede kapitalist varsa orada basın özgürlüğü; gazete satın alma özgürlüğü, yazar satın alma özgürlüğü, rüşvet, halkın görüşünü satın alma ve burjuvazinin yararına saptırma özgürlüğü anlamına gelir.” Lenin Toplu Eserler, 32. Cilt Yüz sene geçmiş ama değişen hiçbir şey yok. Bu düzen çürümeye devam etmiş, yozlaşmaya devam etmiş, kendisiyle birlikte yazarları, edebiyatçıları da çürütmüştür. Bütün köşe yazarlarına, gazete manşetlerine, çıkan haberlere bakalım. Hepsinde, magazin yıldızları, mafya özentili tiplerin haberlerini görürüz. Dolandırıcıların ve kumarbazların propagandasını yaparlar. Yazarların hangi konuları yazdığını birkaç başlık altında toplayalım, neredeyse yüz yıldır konuları değişmemiştir. Polisiye, cinsellik, softalık, gizem... başka da anlatacak konuları yoktur. Amaçları halkın dikkatini bu tür ahlaksızlıklara çekmek, mistik bir ruh haline sokarak, yaşadıkları gerçeğin bilincine varmalarını, örgütlenmelerini engellemek. Çünkü böyle insanlar bütün sorunu kadere bağlarlar. Bu düzen basını, yazarları hiçbir şey yaratacak durumda değildir. Basın özgürlüğü, medya patronunun kurduğu ekonomik ilişkileri kadardır. Patronun çıkarı neyse onun haberi yapılır. Hatırlarsak, halk ayaklanması sırasında birçok kanal haberleri göstermedi bile. Bilinçli olarak göstermedi, penguen belgeseli gösterdiler. Binlerce kişi kapılarına dayanınca, halktan korktukları için haber yapmak zorunda kaldılar. “Macera dolu Amerika” diye şarkılar yapıldı. Özgürlükler ülkesi diye anlatıp anlatıp dururlar Amerika’yı. Amerika’daki basın, sadece Amerika’dakileri değil bütün dünyanın

46


sık sorulan sorular haberlerini düzenliyor. “1900 den beri yaşanan muazzam bir anlaşmalar dalgası ve hızlı küreselleşme, medya endüstrisinin daha da fazla tekelleşmesine yol açarak SADECE 9 ULUSÖTESİ GRUPTA MERKEZİLEŞMESİNE YOL AÇMIŞTIR. Disney, AOL Time Warmer, Viascom (CBS’nin sahibi), News Corporation, Bertelsman, General Electric (NBS’nin sahibi), Sony, ATSTW Liberty Media ve Vivendi Universal. Bu devler, dünyadaki başlıca film stüdyolarının, TV şebekelerinin ve müzik şirketlerinin tamamına ve önde gelen kablolu kanalların, kablolu sistemlerin, dergilerin, reklam yayını yapan belli başlı TV istasyonlarının ve kitap yayıncılarının önemli bir bölümüne sahiptir.” (Edward S. Herman, Noam Chomsky, Rızanın İmalatı, Sayfa: 17) Bütün dünyaya hakim olan, milyarlarca insana yalan bilgi vererek yanlış yönlendiren bir düzende yaşıyoruz. 1991 yılında Irak’ı işgal etmek için sürekli yalan haber yaptılar. Irak’ta kimyasal bomba olduğunu söylediler, yalan olduğu ortaya çıktı. Petrole bulanmış bir karabatak göstermişlerdi, Saddam bu kadar acımasız... demek için göstermişlerdi. Bilerek yalan söylediler, bu görüntülerin Irak’la hiçbir ilgisi yoktu. Sayabileceğimiz yüzlerce haberi bu 9 büyük grup yönetiyor. Dünyadaki büyük suçları gizliyor. Romanya’da sosyalist lider Çavuşesku ve eşi için yalan haberler yaptılar, 900 ayakkabısı olduğu yalanını yaydılar, halkın açlık içinde olduğunu yaydılar. Ve Çavuşesku ile eşi Amerikan operasyonu sonucu kurşuna dizilerek katledildiler. O dönemde, kendisine sol diyen, devrimciyim diyenler bile bu yalana aldandılar. Bu sömürü düzeninde basının yalnızca yalan söyleme özgürlüğü vardır.

47


halk sanatçılığının alfabesi Ülkemizde birkaç tane basın tekeli sayabiliriz. Diğerlerinin hiçbir etkisi ve gücü yoktur. Büyümesine, gelişmesine izin verilmez. Halkı aydınlatmaya çalışan devrimci gazeteler ve dergiler ise sürekli polis baskınlarına, saldırılara, katliamlara uğrarlar. Dergi sattığı için 17 yaşında delikanlılarımız sokak ortasında polis tarafından kurşunlanıyor. Liseli İrfan Ağdaş, İstanbul Alibeyköy’de Kurtuluş Gazetesi sattığı için kurşunlandı, katledildi. 17 yaşındaki Ferhat Gerçek Yürüyüş Dergisi sattığı için sırtından kurşunlandı, felç bırakıldı. Yine Yürüyüş Dergisi sattığı için Engin Çeber, gözaltına alındığı andan itibaren, polis karakolunda işkence gördü ve ardından Metris Hapishanesinde gördüğü işkenceler sonucu hayatını kaybetti. Hiç kimse basın özgürlüğünden bahsetmesin. Bu çürüyen, yozlaşan, asalak basın bu düzenle birlikte yok olup gidecektir. Bu basının savunulacak hiçbir tarafı yoktur. Yalancıların, asalakların, ahlaksızların özgürlüğü olamaz. Bu tüccar basına karşı çıkmak için, özgürlüğü savunuyoruz. Bugün özgürlüğü temsil eden sadece devrimci basın vardır. Devrimci basın dışında özgürce düşüncelerini ifade eden hiçbir basın yoktur. Sol, sosyal demokrat gazetelerde yazan ilerici köşe yazarları da, düşüncelerini açıkça ifade etmekten çekinirler. Çünkü gazeteleri kapatılır, tehdit edilir, hatta ülkeyi terk etmek zorunda kalabilir. Bu korkuyla yaşayan bir yazarın özgür olduğu söylenemez. Ki bu kaygılarını zaman zaman ifade ederler köşe yazarları. Yine de yazmalarını talep etmeliyiz. Devrimci, demokrat, sol basın, köşe yazarları karşımızda duran devasa basın tekel gücüne karşı örgütlenmelidir. Gazetecilerin, köşe yazarlarının düşüncelerini özgürce ifade etmelerinin yolu örgütlenmekten geçiyor.

48


sık sorulan sorular Gazeteciler “objektif ” haber yapmayı meslek ahlakı olarak ifade ederler. Ancak kendilerinin de çok iyi bildiği gibi, yüzlerce köşe yazarı, haberci ve onlarca gazete, yalan haberlerle halkı aldatıyor. Burada tarafsız, objektif olmak, bu yalanlara da sessiz olmak anlamına geliyor. Gazeteciler yüzün halka dönmeli, halktan yana haber yapmalıdır, bu artık zorunlu bir hal almıştır.

49



sık sorulan sorular

DÜZEN NE ZAMAN DEMOKRASİDEN BAHSEDERSE, HALKA DAHA ÇOK ZULÜM EDECEKLER DEMEKTİR MİLLETVEKİLİ SEÇİMLERİ İLE HANGİ PARTİNİN HALKI SÖMÜRECEĞİNE İLİŞKİN OY KULLANILIR DEMOKRASİ YA DA SEÇİMLER VE MECLİS Bütün halkı aşağı gören, ayaktakımı gören sömürücü sistemin, 800 bin kişilik ordusu, 250 bin kişilik polisi, silahı varken, bunca güçlüyken neden 4 yılda bir milletvekili seçimleri yapar? Neden sürekli demokrasiden bahseder? En özet haliyle söylersek demokrasi; halkın yönetime katılmasıdır. Demokrasi kelimesi eski Yunan köleci devletinden gelir. Köle olmayan özgür Yunanlılar oy kullanma hakkına sahipti. Varlıklı, soylu Yunanlılar da seçilerek meclise katılabilirlerdi. Peki halk yönetime katılabiliyor mu? Hayır, Koca Bir Yalan! Ülkemizde TBMM, başka ülkelerde ise farklı isimler-

51


halk sanatçılığının alfabesi deki meclislerin esas işi, halkı aldatmaktır. Halkın yönetime katıldığı izlenimi vermektir. Halka oy hakkı tanınması 19. yüzyılın ortalarına denk düşer. Büyük sermaye sahipleri pek istemese de, halka oy hakkı verirler, ardından kadınlar oy hakkı kazanırlar. Bu elbette halkın mücadelesi sonucu kazanılmış bir haktır... Ama egemenler bunu iktidarlarını meşrulaştıracak bir araç haline getirdiler. Ezen sınıf meclis aracılığıyla, egemenliğini gizler. Büyük reklam kampanyalarıyla, sürekli halkı aldatan politikacılar ortaya çıkar ve Amerika kimi seçtirmek isterse, halkı etkileyerek, o parti oyların çoğunu alır. Milletvekili seçimleriyle büyük sömürücü firmalar, büyük sermaye sahipleri iktidarlarını sağlama alırlar. “Demokratik” cumhuriyetlerde parti değişiklikleri, hükümet değişiklikleri sermayenin iktidarını ve gücünü sarsamaz. Tersine ona güç verir, çünkü halkın bütün ilgisi meclise yönelmiştir. Bununla birlikte, milyonlarca insan ilkokullardaki zorunlu eğitim sayesinde, yapılan propagandalar sayesinde büyük sermaye sahiplerine, meclise saygı duygusuyla yetiştirilir. Yani birçok yönden halkın üzerinde etki bırakırlar. TBMM duvarında, “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazar. Ancak meclisin dizginleri büyük sermayenin elindedir. Bugün çocuğa sorsanız, “ülkeyi kim yönetiyor?”diye, cevabı çok basittir, Amerika yönetiyor. Yani TBMM yönetmiyor, onun hakları, yetkileri sınırlıdır. Amerika’nın ve onun işbirlikçi patronlarının izin verdiği kadar yetkileri vardır. Mesela, bağımsızlık isteyemezler, İncirlik üssünün kapatılmasına ilişkin önerge bile veremezler... Bu nedenle, meclisteki hiçbir partinin birbirinden farkı yoktur. Marks, düzenin meclisi için “burjuvazinin ahırıdır” derken, bu gerçeği ifade etmiştir.

52


sık sorulan sorular Demokrasi yalanlarıyla oy topluyorlar, halkı aldatıyorlar. Biz, bu demokrasi, seçim, oy hakkı vb. aldatmacalarıyla halkın aldatılmasına karşı çıkıyoruz. Bütün seçimler, sömürü düzeninin sürmesine fayda sağlıyor. Biz bağımsızlık istiyoruz, bunu başarabilecek tek güç ise halkın gücü. Demokratik Halk Cumhuriyetinin kurulmasını istiyoruz. Halkın yönetimle tek ilgisi 4 yılda bir, bir kağıt parçasına mühür basmak, oy atmak olmamalı. Halk kendi kendini yönetebilir, çok daha iyi yönetir. Halkın yönetime katılımı 4 yılda bir yapılan seçimlere indirgenemez. Halk bizzat yönetime katılmalıdır, meclisler aracılığıyla yapmalıdır. Halk ayaklanması sırasında İstanbul’da ve birçok yerde kurulan forumlar ve meclislerde gördük. 15-17 yaşında binlerce genç karar aldı ve uyguladı. Kendi mahallelerinde parklarda toplandı. Kültür faaliyetinden, semtlerine dair ne sorun varsa her sorunu bu forumlarda, meclislerde tartıştı. Hayal edelim, oturduğumuz semti düşünelim; sokağımızın komitesi, mahallemizin komitesi sürekli toplantılar yapar, kararlar alır, eğitimden sağlığa kadar aklımıza gelecek her konu hakkında işbölümü yaparız. Bu meclislerin seçeceği temsilciler, ilçe meclislerinde daha genel konular için halkın kararını iletir. İl meclisleri ve en son ülke meclisinde kararlar alınır. Halk doğrudan yönetime katılmış olur. Ülkemizde bunun örnekleri yaşanmıştı, 1996 yılında Gazi’de, kontrgerilla tarafından kahvehane taranarak bir Alevi dedesi katledilmişti, ardından polis onlarca devrimciyi silahla tarayarak katletti. Gazi halkı bu katliama karşı ayaklandı. Bu ayaklanmanın ardından halk örgütlendi, Gazi Halk

53


halk sanatçılığının alfabesi Meclisi kuruldu. Halk birçok sorununu Gazi Halk Meclisi ile çözmeye başladı. Akmayan sular, bozuk yollar yaptırıldı. Hırsızlık sorununa karşı nöbet tutmaya başlandı. Aile içi sorunlara kadar birçok sorunu çözmüştü Halk Meclisi. Elbette, iktidarların en çok korktuğu şey gerçekleşiyordu, halk kendi kendini yönetmeyi öğreniyordu. Bu nedenle defalarca polis baskınları, operasyonlar yaparak Gazi Halk Meclisinden yüzlerce kişi gözaltına alındı, onlarcası tutuklandı. Ardından, birçok yerde benzer Halk Meclisleri, Halk Komiteleri kuruldu. Öğrenci Meclisleri üniversitelere öğrencilerin sorunları için çalışmıştı. Sanat Meclisi, birçok sanatçıyla bir araya gelerek, sanatçıların kendi sorunlarını tartıştığı, festivaller örgütlediği bir örgütlenme yarattı. Sonuç olarak, demokrasi aldatmacalarına, 4 yılda bir yapılan milletvekili seçimlerine aldanmamalıyız. Halkı aldatmalarına izin vermemeliyiz. Bulunduğumuz her alanda kendi kendimizi yönetebileceğimiz komiteler, komisyonlar kurup, Halk Meclisleri, Öğrenci Meclisleri, Memur Meclisleri, Esnaf Meclisleri kurabiliriz. Yani insanın olduğu her yerde, üç kişi varsa, orada komisyonlar, komiteler kurarak, karar almayı, aldığımız kararları uygulamayı öğrenmeliyiz.

54




sık sorulan sorular

ÇÖZÜM SÜRECİ DEDİKLERİ TESLİMİYET VE UZLAŞMA SÜRECİDİR Çözüm Süreci tartışmalarında Kürt halkının bağımsızlık ve özgürlük talepleri yoktur. - Kürt sorunu, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının engellenmesi sorunudur. - Kürt halkının dilinin yasaklanması Kürt sorununun temel yanlarından biridir. - Kürt halkının kimliğinin inkar edilmesi Kürt sorununun temel yanlarından biridir. - Kürt halkının eğitimi kendi diliyle yapmasının engellenmesi, kendi dilinde TV, radyo, gazete vb. iletişim araçlarına sahip olmasının çeşitli biçimlerde engellenmesi Kürt sorununun bir yanıdır. - Kürt halkına, Kürt olmaktan kaynaklı yapılan tüm baskılar ve kısıtlamalar Kürt sorununun bir yanıdır. - Bunların ortadan kaldırılmasını istemek de haklı ve doğrudur. Bu taleplerde şu ya da bu düzeyde kazanımlar da elde edilebilir. Fakat bu kazanımların elde edilmesiyle de Kürt sorunu çözülmüş olmaz.

57


halk sanatçılığının alfabesi - Çarpıtma şuradadır, yapılan tartışmalar Kürt sorununun çözümü tartışması değildir. - Bugün yapılan tartışma, Kürt halkının kimi demokratik taleplerinin yerine getirilip getirilmeyeceği tartışmasıdır. - Kürt sorununun çözümünü savunmak, Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkını savunmaktır. Diğer tüm sorunlar, buna bağlı olarak gündeme gelmektedir ve bunun çözümü ile çözülecektir. Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı yok sayılarak, diğer sorunlarda da köklü çözümler gündeme getirilemeyecektir, kalıcı sonuçlara ulaşılamayacaktır. - Oligarşik düzen içinde de Kürt halkının kendi kaderini tayın hakkı tartışılamaz… Bugün çözüm süreci diye adlandırdıkları şey, Kürt halkı için teslimiyet ve inkâr, imha ve asimilasyon politikasıdır.

58


sık sorulan sorular

KÜRT HALKI ÖZGÜRLÜĞÜ NASIL ELDE EDECEK? - Kürt ve Türk halkının ortak mücadelesiyle birlikte emperyalizme ve oligarşiye karşı savaş verilerek bağımsızlık elde edilebilir, demokrasi gelebilir. - Kürt halkının iradesi üzerinde emperyalizm ve oligarşinin oluşturduğu baskı, ancak Demokratik Halk İktidarında kalkacaktır. Ancak Demokratik Halk İktidarında Kürt halkı kendisi için doğru gördüğü çözüm yolunu özgürce seçebilecektir. Ancak o zaman, Kürt sorununun çözümü, emperyalizmin ve oligarşinin kabul edilebilirlik sınırları içine hapsolmaktan kurtulacaktır. - Ancak Demokratik Halk İktidarında, Kürt halkının emperyalist ve oligarşik sınıfların çıkarları değil, Kürt halkı ve halkların çıkarları esas alınabilecektir. Kürt halkı üzerinde uygulanan baskı ortadan kaldırılabilecektir. - Kürt sorununu halkın iktidarı çerçevesinde tartışmayanlar, emperyalizmin hakim olduğu bugünün dünyasında, bunu gerçekçi bulmadıklarını söylüyorlar. Karamsardırlar; devrime, sosyalizme inançlarını kaybetmişler ya da zaten hiç inanmamışlardır.

59


halk sanatçılığının alfabesi Her ulusun devlet kurma hakkı vardır, bu en temel haklardan biridir. Kürt ulusu bu hakkından vazgeçmemelidir. Ancak sömürü ve işgal o kadar boyutlu ve çeşitlidir ki, hiçbir küçük devlet kendi başına bağımsızlığını sürdürmesi çok zordur, neredeyse imkansızdır. Bu yüzden dünyadaki ezilen diğer uluslarla, diğer halklarla ortak mücadele vermesi gerekir. Kürt halkının tek dostu ezilen dünya halklarıdır. Kürt halkının dostu, asla Amerika olamaz. Asla oligarşi dost olamaz. Dünyanın her tarafında milyarlarca halktan Amerika’ya öfke yağarken, teslimiyet politikası sonucu, Amerika’nın bomba atması alkışlandı. “Biji Serox Obama” sloganları atıldı. Bütün insanlık ailesinin lanetlediği Amerika’yı alkışlamak, uzlaşma politikalarının sonucudur. HDP, PKK teslimiyet ve uzlaşma sürecinde, katilleriyle el sıkışsa bile, Kürt halkının bağımsızlık davası sona ermeyecektir. Devrimciler ulusal özgürlüklere milliyetçi bir bakış açısıyla yaklaşmazlar, sorunu tespit etmeleri ve çözümleri sınıfsaldır. Bu nedenle, milliyetçilik ile sosyalist olmak aynı şey değildir. Birbirlerinden çok farklı tespitleri ve çözümleri vardır. Milliyetçilik çıkmazdır!.. Devrimcilik uzlaşmazdır...

60


sık sorulan sorular

MİZAH, MAZLUMUN ZALİMDEN ÖÇ ALMA ARACIDIR Mizahı birçok yönden ele alabiliriz. Sinema aracılığıyla yapılan mizah, tek kişilik gösterilerle yapılan Stand Up gösterileri, mizah dergileri, edebiyat, müzik ve birçok alanda yapılıyor. Yani insanın olduğu yerde mizah da var diyebiliriz. Biz esas olarak mizahı kim, hangi amaçla kullanıyor... bunu tartışmak istiyoruz. Karagöz Hacivat hikayesini, Ezel Akay’ın filmi güzel anlatır. Mizah denince ilk aklımıza gelen isimlerdendir Karagöz Hacivat. Osmanlı padişahı idam ettiriyor ikisini de. Halk edebiyatında da mizahın özel bir yeri vardır. Aşık atışmalarındaki Leb değmezlerde Aşıkların birbirlerine söyledikleri, izleyenleri gülmekten kırıp geçirir. Ancak hiçbir zaman halkın her şeyiyle alay etmezler. Halk her şeyi mizaha karıştırmaz, aşıklar ozanlar da özen gösterirler buna. “Halk sanatkârları, bu hayvanların zararları ile cüsseleri arasındaki tezatlığı yakalamakta ve onu komik bir unsur olarak kullanmaktadır. Fakat, halkın sivrisinekten, bitten, fareden mizah yaptığı halde, sıtmadan, vebadan ve lekeli hummadan mizah yaptığı pek görülmemiştir. Başından geçen bir hadiseyi veya içinde bulunduğu bir hali sanatkarın bazen

61


halk sanatçılığının alfabesi böyle şakaya getirerek anlatmasını, biraz da dinleyici ile arasındaki farklarda ve bazı psikolojik sebeplerde aramak lazımdır.” (Ruhi Su, Ezgili Yürek) Bugün neredeyse her kanalda çocukların komik hareketlerini, hayvanların komik görüntülerini izletip, gülme efekti koyuyorlar... Nerede gülmemiz gerektiğini de düzen belirliyor. Ama görüntüler bunlarla sınırlı kalmıyor, çok kötü düşen, kafasını çarpan, duvara çarpan, kafasına sopa indirilen vb. öyle görüntüler var ki, orada gülmek bir yana acısını derinden hissedip üzülüp, yardım etme isteği duyarız... İşte oralarda da gülme efektleri devam ediyor. Milyonlarca insanı yönlendiriyorlar, insanlıktan çıkarıyorlar. Sonra gerçek hayatta düşen birine gülmek normal hale geliyor. Düzenin yaptığı her şeyde halkla alay etme, küçümseme var. Sinema bu işin başını çekiyor. Recep İvedik filmini milyonlarca kişi izliyor. Cem Yılmaz’ı izleyenler daha çok zenginler. Ancak üniversiteli küçük burjuva kesim de takip ediyor, Cem Yılmaz esprilerini kendi aralarında kullanıyorlar. Mizah dergileri, “cinsel tabuları yıkmak” adına cinselliği kışkırtıyorlar. Mizah bir yanıyla dalga geçmek, alay etmek, hatta küçük düşürmek için kullanılıyor. Yalnızlaşma, yalnızlaştırma, kendi içine kapanma vardır bu mizahta... Mizahı “kafa dağıtmanın” bir aracı olarak kabul ettirip, mizahı değersizleştiriyorlar. Hayır, mizah kafa dağıtmaz, mizah tam tersine kafayı toparlar. Mizah sorunlardan kaçışın değil, tam tersine sorunların nedenlerinin en yalın, en görsel, en edebi, en çekici, merak uyandırıcı bir şekilde ortaya konuluşudur. Mizah sorunların nedenlerini sorgulatırken, çözüme giden yoldur. Ama bugün mizah tamamen özünü yitirmiş, burjuvazi-

62


sık sorulan sorular nin eğlence sektörünün en temel araçlarından biri haline getirilmiştir. Bugün mizah adına küfür, aşağılama, bencillik, her türlü yozlaşma halka taşınıp meşrulaştırılıyor. Mizah uyandırmanın bir aracıyken, bugün uyuşturma aracı haline getiriliyor. İncelikten anlamaz, insani değildir. Kendilerini zeki göstermenin kıstası, espri yapmaktır. İlgiyi üzerlerine çekmek için insanları sürekli güldüren adamlar olmak gerektiğini öğütlüyorlar. Cem Yılmaz ne zaman ağzını açsa, daha ağzından bir kelime çıkmadan kahkaha kopuyor. O hale sokuyorlar ki insanlar hep espri yapmak mecburiyetinde olduğunu zannediyorlar. Bu şekilde kendilerini ön plana çıkaracaklarını düşünürler. Böyle bir kişi karşısındaki kişinin ağzından çıkan yanlış bir kelimeyi, dilinin sürçmesini, yürüyüş şeklini, bir konudaki bilgisizliğini veya fiziğindeki bir kusuru tespit ederek hemen alaycı bir espri ya da gülüşle bunu deşifre eder. İnsani hataları ve eksiklikleri eğlence konusu haline getirir. Böylece kendisinin daha zeki, daha güzel, daha bilgili… kısacası karşı tarafa kıyasla daha üstün olduğunu ispat etmeye çalışır. Zaman zaman o kadar gaddarlaşır ki, iğneleyici diliyle, “zafer gülüşü” yaratarak gülünç duruma düşürülen kişiden öç alır. “Mizah yıkıcı bir güce sahiptir” demiş ustalar. Burada düzenin yıkmak istediği halkın değerleridir. Düzenin ideolojik önderlerinden Machiavel, Prens adlı kitabında özellikle şunu öğretiyordu: “Kişisel amaçlara ya da kastının amaçlarına ulaşmak için bütün çareler, zor, hile, kalleşlik, sözünü tutmama, yalan, ikiyüzlülük hepsi mubahtır” Her şeyden önce kişinin kendisini düşünmesi gerektiğini savunan, bencilliği savunan bir düşüncedir. Düzenin mizah anlayışı bunu amaçlamaktadır. Yani yıkıcı bir amaç güder. Yine ustalar, bu mizah konusunda halkımızı uyarmış-

63


halk sanatçılığının alfabesi lardır. Muzaffer İzgü’nün de dediği gibi; gülmece topsuz-tüfeksiz bir silahtır, vurdu mu devirir. Çünkü işin içinde alay vardır. Fakat bu silah halka yönelmemelidir. Espri konusu yapılan insanların canını yakar bu tür espriler, bunu aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Tabii bu, Cem Yılmaz gibilerin umurunda değildir... Ama bizim umurumuzda, halkın umurunda olmalı. Mizah ustalarımız Nasreddin Hocalar, Hacivat ve Karagözler hiçbir zaman halkı aşağılamamışlardır. Halkın kurnazlıkları, ileri yanlarını çıkış alır. Hiçbir zaman kişiselleştirmez, bireyselleştirmez. Halkın günlük yaşamında sürekli kullanır, bu mizahı taşır. Bu şakalar, halkı onurlandırır. Halk için mizah yapanlar sürekli bedel ödemiştir. Markopaşa Dergisini çıkaran, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, şaka yapmanın ne kadar ciddi bir iş olduğunu ve tehlikelerini dergilerindeki bir makalede ifade etmişler. “Hakkınızı Helal Edin Dostlar” başlıklı ŞAKALAR bölümüne konan yazıda şunları söylüyorlardı. Önce ana – baba, oğul, eş – dost ve komşularla helalleşiyor, nedenini de şöyle açıklıyorlardı: “Sefere mi çıkıyorum böyle? - Hayır! - Savaşa mı böyle gidişim? - Hayır! - Azrail mi bekliyor başucumda? - Hayır! - İntihara mı karar verdin yoksa? - Hayır! - Ya ne?

64


sık sorulan sorular - Markopaşa nam bir ceride (gazete) çıkarmış. Bir fıkracık istediler Abdi acizden. Ne olur, ne olmaz? Dostlar, komşular ve harem halkı şişede durduğu gibi durmaz kafir, cepte durduğu gibi durmaz kalem… Helal edin hakkınızı. Fıkra yazmaya gidiyorum.” Mizah iktidarları korkutmuştur her zaman. Bu yüzden halkın nelere gülmesi gerektiğini de etkilemek için, yönlendirmek için çok büyük paralar harcarlar. Halk sanatçılarına karşı, mizahçılara karşı ise her türlü baskı, sansür, sindirme, gözaltı, tutuklama, işkence aracını kullanırlar. Buna karşı, devrimci sanatçıların mizah dili, fıkraları da özenli, seçici olmalıdır. Her yerde, her zaman, her şeye gülünmemeli, her şeyin esprisi yapılmamalıdır. “Mizahın olmadığı yerde yaşamak zor, ama her şeyin mizah olduğu yerde yaşamak çok daha da zordur.” (Brecht) Mizah, bizim arkadaşlarımızla, dostlarımızla, halkımızla birbirimize daha yakın olmamıza yardımcı olmalıdır. Bulunduğumuz alanın ruhuna canlılık katabilmelidir. Bu nedenle ölçülü olmalıdır. Keyif alınmasını sağlamalıdır. Ortak konular, insanların kendilerini yalnız hissetmeleri yerine, bir durumu paylaşma düşüncesini, böylelikle kolektif ruhunun oluşmasını sağlamalıdır. Devrimciler mizah yaparken bu sorumlulukla hareket etmelidirler. Ortak noktaları yakalamalı, ortak noktaları artırmalıdır. Başkalarının kusurlarını ortaya sermeye çalışanlar, esas olarak kendi kusurlarını gizleme amacı güderler. Alaycı mizahın, yıkıcı etkisi unutulmamalıdır. Bunu dostlarına karşı kullananlar, “ne var ki, gülüyoruz işte” diye meşrulaştırmaya çalışabilirler. Bu tür esprinin, konusu haline getirilen arkadaşımızı yıktığı unutulmamalıdır. Bu nedenle arkadaşlarımı-

65


halk sanatçılığının alfabesi zın kişilik özellikleriyle ve halkımızla dalga geçmeyi, her devrimci sanatçı kendisine yasaklamalıdır. Devrimci sanatçılar, bu tür ortamların önüne geçmeli, kendi arkadaşımızı yıkmaya çalışanlara karşı öfkeli olmalıdır. Devrimcilerin mizahı dostlarına değil, egemenlere yönelen bir silah olmalıdır.

66


sÄąk sorulan sorular

67



sık sorulan sorular

İNSAN OLMAKTAN UTANMIYORUZ HEPİMİZ SUÇLU DEĞİLİZ! “İnsanlığımdan utanıyorum”, “Hepimiz suçluyuz”, “İnsanlığımızı hatırlattı”... Ne zaman, açlık, yoksullukla ilgili acı bir olay yaşansa, çok sık kullanılan cümlelerdir bunlar. Bunlara başka benzer cümleler de ekleyebiliriz. Neden hepimiz suçluyuz? Hayır, biz suçlu değiliz, bu sömürü düzeni suçludur, iktidar suçludur. “İnsanlığımdan utanıyorum” diyerek bir yanda vicdan rahatlatılmaya çalışılıyor. Ancak daha önemlisi, bu suçu işleyenlerden hesap sormaktan bir kaçış vardır. Bu, suçun nedenlerini bile araştırmaktan kaçışın bir ifadesidir. Böyle yaşamaya alışan bir aydın, bir sanatçı bir süre sonra hiçbir suçun gerçek nedenini sorgulamadan, acıma duygusuyla hareket etmeye başlar. Ve sadece kendi gözüyle gördüğü kadardır, bu duygunun ortaya çıkması. Hal böyle olunca, açlığı yoksulluğu görmeyeceği yerde yaşar. “Hepimiz suçluyuz” diyen kişi, aynı zamanda “Türkler tembel çalışmıyor, bu yüzden geri kalıyoruz” diyerek yine

69


halk sanatçılığının alfabesi halkımızı suçlarlar. Tutarlı bir aydın tavrı değildir bu ifadeler. İnsani değildir, bu düzende insan kalabilmenin yolu, bu insanlık dışı düzene karşı mücadele etmekten geçer... Bu ifadelerde, korunaklı bir muğlaklık vardır, bir eleştiriden korunaklı bir şekilde sıyrılmak için, öfkeyi törpülemek-hafifletmek için; en kolayı, “hepimiz suçluyuz” demektir. Aslında bir göz bağcılığı yapılıyor, yalanla halk avcılığı yaparlar. Sadece tek çift ayakkabı olduğu için sırayla dönüşümlü okula giden çocukları gördüğünde, vicdanlarını rahatlatmak için, hemen küçük bir kampanya örgütlerler. Bunu öyle abartılı anlatırlar ki, aylar sonra, yıllar sonra lütfedecekleri yeni bir iyilik yapıncaya kadar her türlü abartıyı kullanarak, suyunu çıkarıncaya kadar anlatır dururlar. Bu, teknokratların ortaya attığı bir ifadedir. Hepimiz sorumluysak, hiç kimse sorumlu değildir. Gerçek suçluları gizlemek için daha güzel bir kelime bulunamazdı herhalde. Hayır, biz suçlu değiliz. Suçlular çok belli, açlığın sorumlusu bizi sömürenlerdir. 70 milyon açken, her gün daha çok kar edenler, Sabancılar, Koçlar... suçlu. Ekmek için, adalet için sokağa çıkan halkımızı katleden, işkence eden devlet suçlu. Bu suçu gizlemeye kimsenin hakkı yok. En çok da ülkenin aydını, sanatçısı suçluları göstermekle yükümlüdür.

70


sık sorulan sorular

“YORUM ESKİ YORUM DEĞİL ARTIK...” DİYENLER ÇIKACAKTIR YORUM HALKTIR YORUM AYNI YORUMDUR Elbette müzikal anlamda değişim, gelişim yaşıyoruz. Ama düşünce olarak ilk kurulduğumuzda neyi savunuyorsak, hala onu savunuyoruz. Şarkılarımızı ekmek, adalet ve özgürlük için söylüyoruz... Halkımızın açlığını, yoksulluğunu anlatmaya devam ediyoruz. Ve tabii halka bunları reva görenlerden hesap soruyoruz şarkılarımızla. Müzikal açıdan tabii ki gelişmemiz gerekiyor. Sanatın teknikleri ilerlerken biz bunun gerisinde kalıyoruz. Halkın beğenilerine hitap etmeye çalışıyoruz... Halka ulaşacağız diye yozlaşmıyoruz; ama düşüncelerimizi ulaştırmak için, hip hop da olsa, rock müzik de olsa yapabiliriz. Çünkü şarkılarımız halk içindir. “Yorum, eski Yorum değildir” demek, ne demektir? Bunu söyleyenler yeterince düşünmeden, dillerinin ucuna ilk geleni söylemişlerdir. Hiçbir analize, sistematik düşünceye dayanmaz. Yapılan eleştiri değildir, ilk akıllarına geleni ras-

71


halk sanatçılığının alfabesi gele söylemişlerdir. Bu eleştiriyi yapacak olan, açıklamak zorundadır, siyasi politik olarak şunu ele almadınız deyin. Neyi savunuyorduk da vazgeçtik, müziği modernize etmek mi kötü? Eleştiriniz varsa elbette değerlendiririz, ona göre geliştiririz kendimizi. Oysa yapılan şey dilinin ucuna geleni konuşmaktır. Biz şimdiye kadar bu yönüyle ciddi bir eleştiri almadık bu ifadeyi kullananlardan. Neyi iyi yapıyorduk da artık yapmıyoruz, yapamıyoruz? Somut eleştiri alamıyoruz. Yorum emekçilerin hak mücadelelerinde, direnişlerinde yanlarındaydı, artık değil mi deniliyor. Şarkılarıyla anlattıkları halkın haklı mücadelesinden beslenip bu mücadelenin gerçekleriydi, artık böyle değil mi? Geçmişten farklı olanlar bizim değişmeyen temel düşüncelerimizi, doğrularımızı uygulamada araçların, olanakların ve bunca yıllık çalışmalarımızın sonuçları olan farklardır. En kalabalık olanı Harbiye’de olabilen kitlesel konserlerden stadyum konserine, Bağımsız Türkiye Ücretsiz Halk Konserlerine, artık yüz binleri, milyonları bir araya getirmektir. Bir tek İstanbul‘daki Grup Yorum Korosu yerine Anadolu’da korolar kurmaktır. Yoksul halk çocuklarının olanak, fırsat yaratıldığında her şeyin en iyisini yapabileceğini bilerek, olanaklarımız ölçüsünde bir Çocuk Orkestrası kurmaktır. Bu ülkede faşizmin pervasızlığını, emperyalizmle işbirliğinin en alçak, en uşakça halini görüp buna karşı olma onurunu taşıyan dostlarımızla yoksul mahallelerin parklarında sanat festivalleri düzenlemektir... (ve daha birçok konu) Sonuç olarak Yorum ilk çıktığı günden itibaren sapmadan yoluna devam ediyor. Ülkemiz devrimci müzik tarihine önemli katkıları olmuştur Grup Yorum’un. Bir okul misyonunu yerine getirmeye devam ediyor Yorum. Sol, demokrat

72


sık sorulan sorular türkücüleri, sanatçıları sayalım... 20 tane sanatçının 10 tanesi Yorum’un içinde yetişen sanatçılardır. Yorum halkın çocuklarını eğitmeye, kendi kadrosuna katmaya da devam ediyor. Örgütlü sanatı savunmaya devam ediyoruz, ilk yola çıktığımızda neyi savunuyorsak, şimdi de savunuyoruz. Dünya halklarının karşısında, devasa örgütlenmiş, İMF, NATO gibi örgütler var. Çok büyük kültür endüstrisi var. Bir sanatçı bunların karşısında, tek başına hiçbir şey yapamaz. Örgütlü olmak zorundadır. Biz bu yüzden örgütlü sanatı savunuyoruz, Yorum örgütlü sanat yapıyor. Yıkılmaması, giderek büyümesi ve kitleselleşmesinin nedeni örgütlü olmasıdır. Diğer sanatçı dostlarımızla da Sanat Meclisinde örgütlenme çalışması yapıyoruz. Dinleyicilerimiz içini ferah tutsun, birkaç mücadele kaçkınının, kendi mücadeleden kaçışlarının ifadesidir bu. “Eski Yorum” diye bir şey yoktur. Yorum, yola çıktığı günden itibaren emin adımlarla yoluna devam ediyor. Örgütlü sanatı savunuyor, ezilen tarafın, yoksul halkın müziğini, sanatını yapmaya devam ediyor. Bir okul gibi yeni Yorum’cuları yetiştirmeye devam ediyor. Yorum’a sürekli aldığımız, yetiştirdiğimiz halk çocukları da, Yorum’un geleceğini temsil ediyor. Yorum’un yolundan döneceğine heves edenler, hiç heves etmesinler. Yorum geleceğini, genç nesillerle garanti altına almıştır. Geleceğin şarkılarını yapmaya devam edeceğiz.

73





sık sorulan sorular

“ELEMANLARINIZ SÜREKLİ DEĞİŞİYOR...” DİYORLAR Sürekli eleman değiştirdiğimiz doğru değil. Büyüyoruz, gelişiyoruz ve aramızda görev bölüşümü de yapabiliyoruz artık. Bir kısmımız konser verirken, bir kısmımız yeni albümün kayıtlarıyla ilgilenebiliyor... Bunlar yapılırken Anadolu’nun birçok yerinde Yorum korolarına ders vermek için yollara da düşüyoruz. Yorum’u var eden şey, belli başlı birkaç kişinin hegemonyasında olması değildir. Grup Yorum’u var eden şey elemanları değil, düşünceleridir. Bizi birleştiren de bu düşünceler. Ayrılanlar olmuyor mu? Bu noktada gidenler gelenler olacaktır... Biz sadece müzisyen değiliz, devrimciyiz... Gelenlerin gidenlerin olması, Yorum’un çizgisini değiştirmiyor. Grup Yorum Halktır... Yorumcular halkın çocuklarıdır. Elemanların değişmesi, Grup Yorum’un düşüncelerinin değiştiği anlamına gelmez... Kişiler üzerinden değil, kolektif üretim üzerinden değerlendirmek gerekir bu akışı. Ve Yorum’un ülkemizdeki devrimci, sol müzik geleneğine katkısını da göz önünde bulundurmak gerekir, yirmi sanatçı sayarsak, on tanesi Yorum okulundan geçmiştir. Yorumdan ayrılmış olmaları elbette bizim tercihimiz değildir, çünkü hiçbir sanatçı tek başına, emperyalist kültürel

77


halk sanatçılığının alfabesi saldırıya karşı mücadele edemez. Bu yanıyla örgütlü sanat yapmak konusunda çağrımız, eski Yorum’cular için de, halkımızın çocukları içinde geçerlidir. Biz ısrarımızdan vazgeçmeyeceğiz. “Elemanlarınız sürekli değişiyor” diyenlerin, iyi niyetle sorduklarını düşünmüyoruz. Fidel Castro’dan bir örnek verelim; “Merkez Bankasının sermayesi yoktu, çok az kaynağı vardı, çünkü bütün rezervleri Batista çalmıştı. Merkez Bankasına bir yönetici gerekiyordu. O anda bir devrimciye ihtiyaç vardı. Yeteneğine, disiplinine ve kapasitesine duyulan güven sayesinde Che, Merkez Bankası müdürü atandı. Bu olaydan bir fıkra çıktı. Düşmanlar dalga geçerdi, devamlı olarak dalga geçerlerdi. Bizler de dalga geçerdik. Ama bu fıkranın ardında siyasi bir niyet vardı. Sözüm ona ben bir gün ‘Bize bir ekonomist gerek’ demişim. Yanlış anlaşılmış, ‘Bize bir komünist gerek’ dedim sanmışlar. Che bu yüzden seçilmiş, komünist olduğu için. Yanlış anlamışlar... Che orada bulunması gereken adamdı, hiç kuşkunuz olmasın. Çünkü Che devrimciydi, komünistti ve mükemmel bir ekonomistti.” (İki Ses Bir Biyografi, sayfa 186-188 ) Fidel’in dediği gibi dalga geçmek için bu tür hikâyeler uydururlar. Ve buna solcular da inanır, tekrar eder dururlar. Biz bunlara teslim olmuyoruz. Yorum’cular devrimcidir. Her konsere gitmeyebilirler, sahnede “İlla ben söyleyeyim, illa ben söyleyeyim, illa mikrofon benim elimde olsun” diye bir kapris yapmazlar, hezeyan halinde kameraların önüne atlamazlar. Maalesef sanat piyasasında bu tür davranışlar çok yaygındır. Biz de diyoruz ki, Yorum’cular bulunması gereken yerde olurlar.

78


sık sorulan sorular

SEVDAMIZ CANADIR TENE DEĞİL Evli arkadaşlarımız var, bekar arkadaşlarımız da var. Ve biz çok mutluyuz. “Devrimciler evlenmez” gibi bir karşı propaganda yapar dururlar. Bilmediğimiz başka şeyler de uyduruyorlardır hakkımıza. Amaçları, gençlerin Yorum’a gelmelerini engellemektir. “Yorum’a giderseniz bir kızla, bir oğlanla flört yapamazsınız... Yasak!...” derler… Bu da başka bir uydurmadır, aldatmacadır. Karşı değiliz tabii ki, sevdalanmak güzel bir şey. Ancak... isteyen istediği zaman bir ilişkiye başlar, istediği zaman bitirir, istediğiyle flört eder anlayışı… bu yanlıştır. Biz buna karşı çıkıyoruz. Biz Okmeydanı’nda, Gazi’de yaşıyoruz... halkın içinde yaşıyoruz. Halkımızın değerlerine de aykırıdır böyle yaşamak. Birbirini sevenler sözlenirler bizde. Küçük bir tören yaparız, bütün arkadaşlarımızın değer verdiği bir ilişki olur. Kadının, erkeğin birbirine verdiği değer açısından da önemlidir. Biz bir aileyiz, Yorum’un her ferdi bu ailenin bir parçası. Kimse kusura bakmasın bizim kızlarımız güzel, oğlanlarımız yakışıklı, öyle her önüne gelen flört edemez... Önce bakacağız niyeti ciddi mi, gönül eğlendirmek mi istiyor, yoksa ciddi ciddi evlenmek mi istiyor. Ondan sonra da dünyanın en güzel düğününü yaparız. Ki bahsettik evli arkadaşlarımız, nişanlı

79


halk sanatçılığının alfabesi arkadaşlarımız var. Bu hayatın doğal akışının bir parçasıdır. Nasıl ki, illa evleneceksin diye bir dayatma, bir zorunluluk yoksa, evliliği yasaklamak diye bir kararımız da yok. Bunlar mücadele kaçkınlarının, kendilerini meşrulaştırmak için uydurdukları şeylerdir. Ancak, hayatın her alanında olduğu gibi, sevda konusunda da alternatifimiz var. Sevdanın nasıl olması gerektiğini anlatmak istiyoruz, bugün nasıl yozlaştırıldığını anlatmak ve kendi yaşamımızla güzel olumlu örnekler yaratmak istiyoruz. Biz sevdaya salt cinsellik, ya da iki kişi arasında yaşanan bencilce bir duygu olarak bakmıyoruz. “Bir sen, bir ben, bir bebek” Böyle bir dünya yoktur... Türkiye’de kaç kişi boşanıyor biliyor musunuz? Yılda 120 bin boşanma sayısı var. Her dört dakikada bir boşanma yaşanıyor. Bu normal mi? Mümkün değil. Televizyon artık ailelerin en önemli üyesi haline geldi. Meksika Televisa şirketinin başkanı 1998 yılında şöyle demişti diziler hakkında; “Düş satıyoruz. Gerçekliği yansıtmak gibi bir niyetimiz yok. Külkedisi’nin düşlerine benzeyen düşler satıyoruz.” Genç kızlarımız, oğlanlarımız, bu düşle evleniyorlar. Ama düzenin sahte düşleri, hayatın gerçekleri karşısında hızla paramparça oluyor. Senesini doldurmadan boşanıyor genç evliler. “Popüler pembe dizi, genel olarak, dünyada Külkedisi’nin prensle evlendiği tek yerdir, kötülük cezalandırılır, iyilik ödüllendirilir, körler görmeye başlar, yoksulların en yoksuluna kendisini zenginlerin en zengini yapan bir miras kalır.” diyor Eduardo Galeano... Tekstilde, atölyelerde çalışan yüz binlerce genç kızımız o bembeyaz gelinliği giydiğinde,

80


sık sorulan sorular kendisini külkedisi gibi hissetmiştir. Ömründe ilk defa, herkes onu alkışlamaktadır, herkes ona bakmaktadır. Büyük çoğunluğunda da, düğünlerde damadın, gelinin morali bozulur, çünkü o televizyonlarda gördüklerini, hayal ettiklerini hayata geçirebilecekleri ekonomik koşulları yoktur. Oysa annelerimiz anlatırdı bir ekmeği paylaşmanın önemini. Çıkarsız aşkları, masum sevdaları. Bir göz odada tek bir tencerede kaynayan çorbayı eşiyle yediğinde en büyük mutluluk olduğunu, o olmadan boğazından geçmeyeceğini. Evlilik ile ilgili televizyon programları sunan Esra Erol, Hande Ataizi, Seren Serengil, Songül Karlı, Uğur Arslan vb. televizyondaki pisliğin görünen tarafı. Ama asıl bunun arkasındakiler ahlaksızlığın kaynağı. Tekeller, medya patronlarıdır asıl ahlaksız olanlar. Onlara göre para için, kar için her şey mübah... Yılda 120 bin boşanma ile üç, beş yıl içinde, ailesinde boşanma vakası yaşanmayan aile kalmayacak. Ahlaki değerler, bizim niyetimizden bağımsız oluşuyor, yüzyıllar içinde büyük insanlık ailesi en güzel değerleri biriktirerek oluşturuyor. Düzen, bunları bir çırpıda yozlaştırıyor. İzin vermeyelim. Biz bu sorumlulukla hareket ediyoruz. Halkımız çocuklarını güvenle Yorum’a gönderebiliyorlar. Bu da bizim yıllar içinde halkımıza verdiğimiz güvenin ifadesidir. En güzel sevdaları da Yorum içinde yaşayacak insanlarımız. Şu anda kaybedilmiş ama Anadolu topraklarında var olmuş, emeğe, sadakate, vefaya dayalı sevdaları daha da ileriye taşıyarak, örnekler yaratmak istiyoruz.

81



sık sorulan sorular

HÜMANİZM, VİCDAN RAHATLATMA, GÜNAH ÇIKARMA SEANSINA DÖNÜŞMEMELİDİR BUGÜN HÜMANİST OLMAK, EN BAŞTA AMERİKA’YA KARŞI MÜCADELE ETMEKTİR, AMERİKA DEFOL BU VATAN BİZİM DEMEKTİR AMERİKA ORTADOĞU’DAN DEFOL DEMEKTİR

Hümanizm nedir, nereden doğmuştur; 14-15. yüzyıllarda İtalya’da kapitalizm hızla gelişiyordu. Rönesans fikri de ilk olarak orada kullanılmaya başladı. Rönesans; yeniden doğuş anlamına gelir. Bilimsel buluşlarla birlikte yeni filizlenen burjuvazi için Rönesans yeni bir dünya anlayışı, büyük bir ideolojik devrim oldu. Bu ideolojik akıma da hümanizm adını verdiler. Hümanizm, yüzlerce yıl önce ortaya çıktığında Kiliselerin, toprak soylularının gerici, dinci, baskıcı yasalarına karşı kişinin, insanın değeri üzerinde önemle duruyorlardı. İlk ortaya çıktığında kendi dönemine göre ileri bir fikir diyebiliriz.

83


halk sanatçılığının alfabesi Ancak bu fikir ortaya çıktığı gibi kalmadı; yeni gelişen, hızla zenginleşen sınıf, küçük fabrikatörler ve tüccarlar Kiliselere, toprak soylularına karşı kentlerde sanayiler kuruyordu. Milyonlarca köylüyü topraktan koparıp şehirlere zorla gönderiyorlardı, çünkü şehirde işçiye ihtiyaç vardı... Hümanizm artık burjuvazinin elindeydi, çünkü onlar için yine insan değerliydi. Çünkü şehirde fabrikalarda çalışacak insana ihtiyaç vardı. Hümanizm adı altında, birey yüceltildi. Her şeyin başında, insan kendini düşünmeliydi. Bu bireycilikte, her ne pahasına olursa olsun kişinin amacına ulaşmak için, zor, hile, kalleşlik, sözünü tutmama, yalan, ikiyüzlülük... bunların hepsi mubahtı. Bugün, hümanist olduğunu söyleyenler, insanlar öldürülmesin, nefret olmasın, barış gelsin… derler. Elbette bu güzel bir düş... Ama bu hümanizmi savunanlar tutarlı değiller. Yüzer yüzer, biner biner halklar katledilirken tek kelime etmezler. Doğrudan iktidarı karşılarına almayacakları konularda ise esip gürlerler. Bazı olaylar için tek tek insanların suçuymuş gibi yaygara koparırlar. Oysa böyle yaparak gerçek suçluları korumuş oluyorlar. Milyarlarca insanı sömüren, aç bırakan büyük tekeller var. Dünyayı kana boğan Amerika var. Gözümüzün önünde, Ortadoğu’da katliamlar yapıyor bu sömürü düzeni. Bütün bu bombalar, silahlar Amerika’dan geliyor. Ülkemizde uyuşturucu kullanımı, yüzde 800 kat artmış... Hastane kapılarında insanlar ölmeye devam ediyor. Madenlere ve iş katliamlarında onar onar, yüzer yüzer işçiler katlediliyor... Listeyi saymakla bitmez... Bugün hümanizmden bahsedecek olursak, hümanizm, bu katliamları yapanlardan hesap sormaktır. Değilse ne insan sevgisi kalır, ne insana ait bütün değerler.

84


sık sorulan sorular Hümanizmi savunup ona büyük anlamlar yükleyenler, hümanizmi, günah çıkarma seansına dönüştürürler. İnsani değerler gözyaşı dökerek korunamaz. 14 yaşındaki bir çocuğun beyni sokaklara akıtılıyorsa, devlet bu katliamı savunuyorsa, gözyaşı dökmek yetmez. Gözyaşı dökerek insani görevlerimiz yerine getirilemez. Gerçek hümanist adalet istemek zorundadır, adalet kavgası vermek zorundadır, bu katliamın hesabını sorarak insan kalabiliriz ancak. İnsanlar ölmesin, güzel bir hayal tabii. “Son bulsun savaşlar, insan ölmesin ve barış güvercinleri uçsun dünyada”. Çok sık söyleniyor, “Nefrete nefretle, silaha silahla karşılık verirsek savaşlar sürüp gidecek” deniyor. Size silah doğrultulduysa, çiçekle karşılık verin deniyor... Bir de şuradan bakın, gencecik, ömrünün baharında genç kızlar, masmavi gözlü yakışıklı delikanlılar neden öleceğini bile bile eylemler yapıyor. Bu öfke neden? Bu kör bir şiddet değil, halk zarar görmesin diye ortalığın tenhalaşmasını bekliyor, gidiyor eylemini yapıyor. Polise karşı büyük bir öfke var tabi. 14 yaşındaki Berkin Elvan’ın beynini sokağa akıtanlar polis. Sokak ortasında sağa sola kurşun yağdırıp öldürmeye devam eden polis. Sokak ortasına işkence yapan polis. Ve tek bir soruşturma yok. Tek bir ceza yok. İktidarın halka karşı işlediği suçların hepsinin altında polis var. Aklımıza gelecek bütün pis işlerin altından polis çıkıyor. Nerede uyuşturucu satıcısı, çete, kadın satıcısı, işkence, katliam varsa... istisnasız hepsinde polisin eli var. Halk ne zaman hakkını istese, köylüler zeytinlerine sahip çıksa karşısında polisi buluyor. İşçi maaşının arttırılmasını, güvenceli iş istese karşısında polisi buluyor. Öğrenci parasız eğitim istese karşısında polisi buluyor. Bu nedenle, kendisinin iyi bir polis olduğunu düşünen varsa, insanlığını koruyacaksa, polisliği bırakmalıdır. Polisin

85


halk sanatçılığının alfabesi halka karşı suç işlemediği tek bir gün yoktur. Ekmek parası diyerek, iktidarın bekçiliğini, AKP’nin korumalığını yapmamalılar. “Polis simit sat onurlu yaşa” sloganını milyonlarca kişi boşuna atmadı. Halkın öfkesi büyüktür, Gezi Ayaklanmasında gördüler halkın öfkesini, unutmasınlar. Hümanizmi savunanlar, en büyük işkencelerden biri karşısında, hapishanelerde tek başına, yıllarca tek başına, tek insan sesi duymadan tecrit edilmek istenen devrimci tutsaklara, insan hakları adına, hümanizm adına “direnmeyin” dediler. Ölümüne bir direniş vardı, ölüm orucu vardı, “kendinizi öldürmeyin” dediler. İnsan bir bitkiden farksız hale gelecekse, damarda akan kanın, alınan verilen her nefesin ne anlamı kalır. Bu beyin düşünmeyecekse, sevmeyecekse, kızmayacaksa, ruhu ölecekse, nabzının atmasının ne anlamı var... Hümanizm adına “ölmeyin” diyenler, ölüm oruçları sürerken, diz çökme felsefesini savunmuştu. Bu yüzden hümanist olunacaksa, öncelikle insanı ve haklarını doğru ele almak gerekir. İnsan haklarıyla insandır. Ve en temel hakların yok edildiği, kazanmak ve korumak için çok ağır bedellerin ödendiği bir ülkede yaşadığımızı unutmamak gerekir. Hümanizm insanlıksa eğer, biz bu büyük insanlık için sadece türküler yakıp, söylemiyoruz... gerektiğinde türkülerimizde savunduğumuz değerler, savunduğumuz büyük insanlık için ölmeyi göze alıyor, gerektiğinde de ölüyoruz. Kimse bize hümanizmi öğretemez.

86


sÄąk sorulan sorular

87


halk sanatçılığının alfabesi

88


sık sorulan sorular

BÖYLE GELMİŞ... AMA BÖYLE GİTMEZ!

“Böyle gelmiş, böyle gider” diye yaygın olarak söylenir. “Hiç bir şey değişmez, boşuna uğraşıyorsunuz” diye bizi yolumuzdan döndürmeye, vazgeçirmeye çalışanlar oluyor. İnsanlık tarihine bakalım, her şey değişmiştir. Hiçbir şey olduğu gibi kalmamıştır. İnsanlık tekerleği bulduğuyla kalmamıştır. Binlerce yıldır her şey, ama her şey değişmiştir. Biz kaderci değiliz... Bir yerde zulüm varsa, hesap soranlar da olacaktır. Adaletsizlik varsa, düzene başkaldıranlar olmuştur, bugün de olacaktır, yarın da olacaktır. Tarihsel ve bilimsel olarak defalarca ispatlanmıştır ki, insanı sömüren bir düzen ilelebet var olamaz... Tarihin tekerleri daima ileri doğru gider. Roma İmparatorluğu da, Osmanlı da, bütün imparatorluklar da halkın üzerine öyle bir baskı kurmuş ki, her dönemde teslim olmaya, uzlaşmaya zorlamışlar. Her imparatorluk, “en ileri medeniyet benim imparatorluğum” diye halkı aldatmıştır. Ama bu imparatorlukların yerlerinde yeller esiyor şimdi.

89


halk sanatçılığının alfabesi Amerika da, “artık bu iş bitti, dünyanın tek hakimi benim” diyor. “Kimse bana karşı çıkamaz” diyor. Yok, öyle değil. Biraz kafamızı kaldırıp binlerce yıllık insanlık tarihine baktığımızda, o zaman arkamızdaki büyük gücü göreceğiz. O zaman, Amerika neden bu kadar korkuyor ve neden bu kadar silaha para yatırıyor, bunun nedenlerini anlarız. Bu devran böyle gitmez. Kendi kendine de değişmeyecek, bunu da biliyoruz. Halka önderlik edecek kahramanları her zaman oldu Anadolu topraklarının, bu yanıyla bereketlidir. Kimsenin şüphesi olmasın. Biz kaderci değiliz, bir yerde zulüm varsa, hesap soranlar da olacaktır. Bir yerde adaletsizlik varsa, hesap soranlar, başkaldıranlar da olacaktır. Tarihsel olarak ve bilimsel olarak defalarca ispatlanmıştır ki, insanı sömüren bir düzen ilelebet var olamaz. Hepsi yıkılmıştır. Bugün yıkılmaz görünenler de yıkılacaktır. Halk birleşti mi, nasıl bir gücü olduğunu hepimiz gördük Haziran Ayaklanmasında. Ki halkın gücünün, çok çok altındadır ortaya çıkan başkaldırı. Sonuç olarak; bu düzen, böyle gitmez...

90


sık sorulan sorular

“...Burjuvazi, tüm ulusları yok olma olasılığıyla karşı karşıya bırakarak, kendisinin ‘uygarlık’ dediği şeye, eş deyişle burjuva üretim biçimini kabule zorlar...” (Marx-Engels)

91


halk sanatçılığının alfabesi

Onların gökyüzünde uygarlığın havai fişekleri Ki her şey havailiğin zirvesinde bu çağda Ve akıllı katil füzeler hep kime düşer Ki onların havailiği dertlerimize sebep Ve en puşt sesler “tarih bitti” dediler... Yazan, yaratan, yapan ki halktır O deryanın elinde kalemdir karanfil Damarlardan zamana akan bir mürekkep

92


sık sorulan sorular Ve tarih yazıldı, yazılıyor, yazılacak O puşt sesler çıktığı yere tıkılacaktır... Kim yandı aşk ile asırlar boyunca Pervaneler gibi özgürlük ateşinin peşinde Evvel zaman içinde bizdik kül olan Ve şimdiki zaman içinde yarın yanıyor yine... Dünden süzülüp gelmişiz, yarını hatırlarız Ati zaman köprüsüne can döşemişiz O hayalin yarın oluşudur ömrümüz Bitti denilen yerde al şarkılar söylemişiz... Kim kahreder Zeus’u çalmakla ateşi Vay ki vay şu terörist Promete’dir Zeus öyle dese de bizim ilk azizimiz Ciğersiz olmaktansa, varsın deşilsin ciğerimiz... Malum “Ateş Geçitleri” ve karşıda işgalci “Tarih bitti” dedi yine küstah Kral Kserkes Ve vuruşan ‘Üçyüzler’ dirilip çarpıştılar Ateş Geçitleri hala orada mağrur ve burada... Yalan salyalarından ve salyaların yaygarasından Manşet düzüyor “Roma Romalılarındır” yazan Ki Roma’da Trakyalı bir Kürttür Spartaküs Ayağının prangası, bahtımın zincirini kıran... Yalan zalimin piçi, hakikat halkın oğludur Nerede görülmüş yalanın hakikati yendiği Boğulan şu fani Bedreddin’imin boynudur Vurulup boğulur, lakin eğilmez boynumuz...

93


halk sanatçılığının alfabesi Pir Sultan’ım yaren Ceminde der diyeceğini Bir yanında Hallac bir yanında Bruno Bir güzel anlatırlar hakikati biçare Galile’ye Dünya haksızlıktan hakka nasıl döner üstad... Tüfek icat olunca bozulmuştu ya mertlik Ki füze, yollayan namertoğlu namerttir O füzeler denizi dalgalandırır sadece Ve Köroğlu halkın yüreği ve kılıcıdır hala... İşgal tutmadı Anadolu’da yenemediniz bizi Malumdur, ser verip şereften geçmeyişimiz Siz mi bitireceksiniz bu tarihi şimdi Velhasıl aynısınız ve biz yine aynı halkız... Tarih bazen Elmalı Köprüsünden geçer Köprü başını tutan Şahin Bey der ki; “Düşman cesedimi çiğnemeden Antep’e giremez” Nehir köprünün altından, tarih üstünden geçer... Çar’dınız yenilmezdiniz ve saltanat baki Sorduk kendi kendimize “Ne Yapmalı?” Salladık o tahtları ve sarstık, yıkıldınız 17 Ekim depremini biz yarattık, şaştınız... Buraya Çinliler ve köpekler giremezdi eskiden Sonrası malum bir Uzun Yürüyüş şarkısıdır Ve uzun yürüyüşün sonunda mutlak vuslat vardır Tarih dediğin yürüyerek yazılıyor işte... Dayanınca Moskova’nın önüne faşist sürüler Yine dediler ki “Tarih bitti beyler”

94


sık sorulan sorular Sonrası Stalin, kırmızı sancak ve Berlin Tarih böyledir, bitti denilen yerde yazılır... Hoş geldin Ernesto, sefalar getirdin Sen var oldukça, baş eğmeyecek halklar Dünden çok yarınımızda ve omuz başımızdasın Gidelim Ernesto, sen daima haklısın... Nasıl da kaçtınız kuyruğunuzu kıstırıp Vietnam’dan Envaı bombayı denediniz ama yine yenildiniz Unutturmaya çalıştığınız Ho Amca, Dersim’de gezer Ve tarih iki, üç daha fazla Vietnamlara gebedir... Ferman padişahınsa feryad ve figan kime düşer Kim düşer dağlara Dadal’ın oğlundan başka Ve hangi güzelin peşinden seyirtir Karacaoğlan Bilesin; kavgada Dadal, sevdada Karaca’yız Biz bu tarihin ve toprağın evladıyız Kime sorsan tanır bizi, evlad-ı Kerbelayız “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” Görülmüş duyulmuş şey değildi teslimiyetimiz Kerbela’da Hüseyin Kızıldere’de Mahiriz... Ümit İlter

95


halk sanatçılığının alfabesi

96


sık sorulan sorular

ŞARKILARIMIZ İÇİN “BU ŞARKI TUTMAZ” DİYENLERE... Bizim bir şarkıyı değerlendirme kıstasımız tutup tutmaması üzerinden değildir. Bu sanatçıyı, müzisyeni aşağılayan, onu bir tüccara dönüştüren düşünce yapısıdır. “piyasa” çeşitli malların satıldığı pazardır. Bestelenen bir şarkı için ilk değerlendirme, ilk akla gelen şey onun tutup tutmayacağı oluyorsa, orada yanlış bir bakış açısı vardır. Belki kendi döneminde para kazandırır, ama şarkılar türküler esas olarak halkın belleğinde iz bırakıyorsa, halk onu geleceğe taşıyorsa, o zaman başarılı bir eserdir. Düzenin sanatçıları şarkılarının tutmasını, yaz aylarına damgasını vurmasını isterler. Tüketime dayalı müziğin sanatın bir piyasa malzemesi olarak görüldüğü bir ortam vardır. Besteciler, sanatçılar elli ya da yüzyıl sonra anlaşılacaklarını; çağdaşları tarafından anlaşılmasalar bile, kendilerinden sonrakiler tarafından övüleceklerini, anlaşılacaklarını düşünüyorlarsa, işte o zaman durum gerçekten korkutucudur. Böyle bir şeye kapılmak son derece tehlikelidir. Bu teori halktan uzaklaşmayı ifade eder. Bir sanatçı, bir yazar, bir devrimci çağdaşları tarafından anlaşılmayı beklemiyorsa; öyleyse kimin

97


halk sanatçılığının alfabesi için yaşıyor ve savaşıyordur. Böyle bir durum kişiyi manevi bir yalnızlığa ve çıkmaza sürükler. Bu teori dalkavuklar tarafından teselli amacı ile ortaya atılmıştır. Şarkıların içeriğinde halk olmalıdır. İçinde halk olmayan şarkılar tüket-at tarzında şarkılardır. Bir sanatçı böyle şarkılar yapmayı, sadece pazar için, piyasa için şarkı yapmayı kendine yakıştırmamalıdır. Neden bu şarkılar kalıcı olmuyor, bu şarkıları eskiten nedir? Özü tam olarak kapitalizmin, bu sömürü düzeninin, her şeyi pazara çıkaran satılığa çıkaran düzenin, tüketim kültürüdür. Her şey için kullan at kültürü yarattılar. İçerik olarak da, yeni hiçbir şey yok... Eskinin tekrarından başka bir şey üretilemiyor. Dünyadaki en büyük müzik sektörleri kimi pazarlarsa, en çok onun şarkısı tutar. Justin Biber para kazandırabilecek biri olduğu için sonuna kadar kullanıyorlar. Biz bir şarkıyı yaparken, öncelikle “piyasada tutar mı, tutmaz mı?” diye düşünmeyiz. Bu aklımıza bile gelmez. Berkin için şarkı yaptığımızda amacımız halka ulaşması, Berkin’i unutmamaları, adalet isteğidir. Haklı bir davayı anlatıyorsak, halkta bunun karşılığını görürüz. İçinde halk olan, halka ait olan şarkıların ölümsüzlüğüne dair yüzlerce örnek verebiliriz. Şarkılar, hikayeler, destanlar halk tarafından yüzlerce yıl taşınıp gelmiştir ve onlar geleceğe güvenle taşınacaktır. Biz 1990’lı yıllarda “Madenciden” şarkısını yapmıştık. Zonguldak’ta büyük bir madenci katliamının ardından maden işçileri binlerce kişi Ankara’ya yürüdü. Bu yürüyüşe katılarak “Madenciden” şarkısını yapmıştık. Amacımız şarkının “piyasa” yapması değildi. Madencilerin taleplerini doğru şekilde anlattığımız için, 2014 yılında da Soma’da katledilen 307 madenci katledildiğinde ülkenin her tarafında Yorum’un “Madenciden” şarkısı söylendi... Bütün televizyon

98


sık sorulan sorular kanalları bizim şarkımızı çaldı. Şarkılar için, halka ait olması, halkın sahiplenmesi belirleyicidir. Karacaoğlan şarkıları, Aşık Veysel, Mahsuni Şerif ve sayabileceğimiz halk ozanları da bu nedenle bu kadar kalıcılar hala. Özü halka ait olmasıdır. “Sana bir gün olsun, gülmedi hayat, vururlar seni, Merdo, burası gurbet” dizeli türküler söylenmeye devam edecek. Yüz binlerce, milyonlarca kişi, “İşte Gidiyorum Çeşmi Siyahım” türküsünü söylemeye devam edecek. Ve Yorum’un Cemoları söylenmeye devam edecek.

99


halk sanatçılığının alfabesi

100


sık sorulan sorular

“İDEOLOJİK MÜZİK YAPIYORSUNUZ, PROPAGANDA AMACI GÜDÜYORSUNUZ...” DİYEREK BİZİ KÖŞEYE SIKIŞTIRMAYA ÇALIŞIRLAR (!) BİZİM ŞARKILARIMIZ DİK BAŞLIDIR ŞARKILARIMIZ KAFA TUTAR Hayatta ideolojik olmayan hiçbir şey yok. En başta hükümetlerin, iktidarların ideolojileri vardır. Onların ideolojileri de, davranışlarına yön verir, şekil verir. O ideoloji doğrultusunda yaşarlar. Politik, hukuki, bilimsel, felsefi, moral, estetik, sanat… bütün bunları yönlendiren, şekillendiren temel düşüncelere ve bu düşüncelerin, ortak davranışların bütününe ideoloji deniyor. AKP iktidarı da, bir şekil vermeye çalışıyor. Tek başına polisle, askerle başaramaz bunu. Aklımıza gelecek her şeyi kullanıyor, dini, sanatı, bilimi, sporu, polisi, mahkemeleri. Özü itibariyle de iki çeşit ideoloji var; biri sömürenlerin, egemenlerin ideolojisi, yani egemenlerin yaşam biçimi. Diğeri de halkın ideolojisi, yani yoksul halkın yaşam biçimi. Bunların yanında, daha çok zenginleşme özlemi içinde olan mil-

101


halk sanatçılığının alfabesi yonlarca küçük burjuva vardır… aslında yoksuldur, ama zenginlere özenir, onlar gibi yaşamayı hayal eder. Bu yüzden hep bir bunalımlı ruh hali vardır. Egemenler, halkımız için gençliğimiz için bir örnek oluşturan müziğimizden, sanatımızdan korkuyorlar. Egemenler ve onların ideolojik alandaki uşakları yazarlar, gazeteciler, sanatçılar, politikacılar, diplomatlar... Örnek oluşturamadıkları gibi saldırıyorlar da, karalıyorlar da. Örgüt diyerek saldırıyorlar. Tayyip Erdoğan’ın sesini kulaklarımızda duyar gibi oluyoruz; “Bunlaaar ideolojik müzik yapıyorlar.” İdeolojik müzik yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz. Biz halkın yoksulluğa karşı verdiği kavganın müziğini yapıyoruz. Sanatımızın amacı, bu mücadeleye karşı iftira ve saldırılara cevap vermek değil sadece. Aynı zamanda yoz, çürümüş burjuva kültürüne karşı bir meydan okumadır. Asla pasif bir savunmada da kalmayacağız. Düzen kültürü, düzen sanatının elinde muazzam bir ekonomik güç, televizyonlar, radyolar gazeteler var. Bu gücüyle halkın her kesiminin beynini teslim almak istiyor. Biz buna izin vermeyeceğiz, cepheden bir mücadele vereceğiz. İstedikleri kadar yok saysınlar, istedikleri kadar başarılarımızı örtbas etmeye çalışsınlar, biz kültürümüzün gücünü ve olanaklarını çok iyi biliyoruz. Çok zengin bir kültürel zenginliğimiz var. Büyük insanlık ailesinin kültürel, tarihsel zenginliği karşısında, burjuvazinin pespaye kültürü önünde hayranlıkla eğilmek ya da pasif biçimde savunmada kalmak bize yakışmaz.

102


sık sorulan sorular *** İddialıyız; yeni bir düzen kurulacak, insanın insanı sömürmediği, açlığın yoksulluğun olmadığı bir düzen kurulacak. Tüm geçmiş uygarlık ve kültür tarihindeki en iyi şeyleri bağrında toplayan sosyalist bir düzen kurulacak. Devrimci sanatçılar, bu kültürü eleştirel bir gözle sahiplenecek. Halkın sanatçıları bu mirasın bizim en büyük, en zengin hayat kaynağımız olduğunu bilir. Binlerce yıldır biriktirdiği bu kültür, bir halkın en değerli hazinesidir. Biz, geçmişteki en güzel eserleri sahiplenerek ve onları aşarak, dünyanın en ileri sanat ve kültürünü yaratmayı hedefliyoruz. Sağlam ve coşkulu, Zorluklardan korkmayan , Zorlukları göğüsleyebilecek, Zorlukların üstesinden gelebilecek, Halkın mücadelesine öncülük edecek bir kuşak yaramayı hedefliyoruz. Halkımızı, yüce idealleri, yüksek zevkleri, gelişmiş ahlaki ve kültürel talepleri olan aydın bir halk haline getirmeyi hedefliyoruz. Tüm bu hedeflere ulaşmak için, bugün bu ideolojik mücadelenin en ön cephesinde savaşıyoruz. Bu nedenle bize saldırıyorlar. Düzen sanatının öncüleri ise gençlerimiz için, bütün halk için sığ, bayağı, değersiz, kişisel özel yaşam, kadercilik, korku ve cinselliği reva görürler. Yalnızlık ve umutsuzluk

103


halk sanatçılığının alfabesi temel karakteridir; halkın hayatını şekillendirmek, umutsuzluk yaymak için, sürekli bunun müziği, bunun filmi, bunun tiyatrosu yapılır, yani düzen ideolojisinin propagandasını yaparlar. Müzik dinlemek, kitap okumak… Bunlar boş zamanları değerlendirme, eğlence araçları olarak sunulur. Aslında hiçbir boşluk bırakmıyor düzen... Her anı, ama her anı dolduruyorlar. Diziler, filmler, müzikler, konserler... Bunlarla bir şekil veriyorlar halkımıza. Bu nedenle tanktan, toptan çok daha tehlikelidir burjuva kültür ve sanat. Boş zaman diye bir şey yok, insanın beyni sürekli çalışır, sürekli öğrenir. Ne verirseniz onu öğrenir. Reklamlardan tutalım da, gazetelerin arka sayfasına konulan çıplak kadına kadar, her şeyi bilinçli yapıyor bu düzen. Her anımızı, her saniyemizi doldurmak istiyor. *** Müziğin ideolojik olmasının sakıncası ne? Hangi ideolojiye hizmet ettiğini mi tartışmalıyız. İdeolojik olup olmamasını mı tartışacağız... Sanat, müzik zaten ideolojiktir. Her sınıf kendi sanatını yapar. Bugün albüm yapmak isteyen bir müzisyen Unkapanı’na gittiği zaman bazı kıstaslar konulur önüne... Bunlar nedir? Birincisi kadınsan güzel ve bakımlı, erkeksen yakışıklı olacaksın. Şarkılarında mutlaka aşk ve cinsellik geçecek... Klip yapacaksan da erotik bir klip olacak. Bunlar kapitalizmin kendi ideolojisinin, yoz kültürünün yansımasıdır... Burjuvazi, halkın sanatla aydınlanmasını istemez, aksine beyinleri uyuşturur, köleleştirir, bu bir ideolojidir. Bizim ideolojimiz ise, sanatın halkı aydınlatmasını, hal-

104


sık sorulan sorular kın önüne yeni yollar açmasını savunur. Halkın en iyi duygularını, en nitelikli yanlarını yansıtır ve ona geleceği gösterir, umutlu olmayı, dirençli olmayı anlatır, hayata şekil verir. Kendisine güvenmesini, halka güvenmesini gösterir. Fırsatçılığın, ihanetin, bencilliğin halka ait olmadığını gösterir. Sanat sadece halkımızın ve vatanımızın mutluluğu, çıkarları ve refahı için yapılmalıdır. Düzenin sürmesi için halkı uyutma aracı olmamalıdır. Tüccar yapım firmalarının zenginleşmesi için olmamalıdır.

105


halk sanatçılığının alfabesi

106


sık sorulan sorular

BİR SLOGAN BİR TANKTAN DAHA ETKİLİDİR Slogancı müzik yaptığımızı, sahneden bildiri okuduğumuzu söylüyorlar. “Sahnede sloganları arka arkaya sıralayınca müzik olmuyor” diye bizi köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar. Hatta çoğu zaman, sol demokrat çevreden sanatçılar bu düşünceyi savunuyor. Slogan, kısa ve çarpıcı propaganda sözü anlamına gelir. Dünyanın birçok yerinde de slogan yarışmaları düzenlenir. Düzen partileri, şirketler, tekeller, CIA aklımıza gelebilecek her düzen kurumu slogan üretecek reklamcıları, sanatçıları, köşe yazarlarını satın alır. Adeta bunun için bir ordu kurarlar. Bir ürünü satmak için, bir düşünceyi satmak için yalan sloganlar üretirler. Bütün dünya emperyalistleri sosyalizmi ezmek için Sovyetler Birliğine saldırdığında. bütün Sovyet halkları tek bir kişiymiş gibi hareket etti. Stalin’in “Bir adım bile gerilemeyeceğiz; bizim topraklarımıza da bahar gelecek” sloganıyla, 22 milyon Sovyet vatandaşının ölümü pahasına, dünyanın bütün emperyalistleri yenildi. Faşizm ezildi. Slogan, yaratıcı ve yaşayan bir kavramdır. Şarkılar da et-

107


halk sanatçılığının alfabesi kili sloganlardır. Düzen sanatçıları düzenin propagandası için kullanırlar. Yüzyıllardır böyledir. Osmanlı saltanatını övenler ile halk ozanları, âşıklar farklı konuları işlemişler. “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan”, yüzyıllardır söylenen bir türkünün sözleridir ve etkili bir slogandır. Devrimci sanatçıların şarkıları, sloganları, dik başlıdır, kafa tutarlar. Öyle bir an gelir ki, bir şarkı bir tanktan daha etkili olur. Açlığa, yoksulluğa, Kürt halkının katledilmesine karşı Cemolar türkü söyler; “Alnında yıldızlı bere, elinde mavzeriyle, çıkıp Dersim dağlarında, türkü söylemek var ya...” Düzen sanatçıları ise tam tersi bir duygu uyandırmaya çalışır. Sezen Aksu Afyon depremi için verdiği konserde, yıkılan evlerin suçunu depreme bağlar, “bu da gelir, bu da geçer, ağlama”... Bu slogan da etkilidir. Halkın öfkesini dindirecek, sorumlulardan hesap sormasının önüne geçecek çok güçlü barikat ören bir slogandır bu. Yani bize bu eleştiriyi getiren, sanatın üstün niteliklerini düşündüğü için yapmıyor bunu. Bizim üzerimizde ideolojik baskı kurarak yolumuzdan döndürmeye, amaçsız şarkılar söylemeye ikna etmeye çalışıyorlar. “Bütün dünya başka tarzlara yönelirken, siz hala taş devrinden kalma müzikler yapıyorsunuz” diyorlar. Bütün dünya halkları bizim yanımızdadır, rahatını bozmak istemeyen, televizyonlardan alacakları paralardan vazgeçmek istemeyen sanatçılar ise bütün duygularını ve düşüncelerini düzene satarlar. Bu patronların, zenginlerin saltanatı ilelebet sürmeyecektir. Ama halk müziği, halk sanatı canlıdır, yaşıyor, yaşayacak. Biz yalnız değiliz, Mahsuniler, Ruhi Sular Yorum‘un yanındadır. Pir Sultanlar Yorum’un yanındadır. Pir Sultan’ın sözü, Mahirlerde “Biz buraya dön-

108


sık sorulan sorular meye değil, ölmeye geldik” sloganında hayat bulmuştur. *** Düzen sanatçıları ise burjuva ideolojisinin öncü savaşçılarıdırlar. Halkı uyutacak sloganlar üretiyorlar ve milyonların dilinde yaygınlaşıyor. Tarkan “Kız hepsi senin mi,” şarkısını ezberletti. Tarkan’ın şarkısı, kadınlara hakaret eden bir şarkıdır aslında. Ama öyle sunuluyor ki, halktan kadın, Tarkan’ın o şarkısındaki çorabı kaçmış kadın olmamak için, yemiyor içmiyor... Bütün maaşını kıyafete veriyor. Yani bu şarkıyla milyonlarca genç kadını kıyafet mağazasına gönderiyorlar. Düzenin temel ideolojisinin propagandasını yapıyor; ne olursa olsun alışveriş yap, üzüldüğünde alışveriş yap, sevindiğinde alışveriş yap, bir eşyayı ömürlük alma, sürekli tüket. Bu nedenle masum değildir düzen sanatçıları. Halkı alışverişe kışkırtıyorlar ve sanki kendi özgürlüğü için gidiyormuş hissi uyandırıyorlar. Halkı kendi gönlü ile büyük alışveriş merkezlerine gitmeye ikna ediyorlar, ruhunu teslim alıyorlar... Kıl Oldum Şarkı Sözleri “Takmış takıştırmış Sürmüş sürüştürmüş Bir dağınıklık bir rüküşlük Kıl oldum abi Giyinmiş rengarenk Perperişan hali Üstelik çorabı da kaçmış Kıl oldum abi Kaçacak yer ararım Görsem karanlıkta Başına güneş mi geçti

109


halk sanatçılığının alfabesi Ne oldu sana Kendine gel kendine Dön de bir bak haline Aynalara küsmüşsün Kıl oldum abi” Sezen Aksu’nın Çakkıdı şarkı sözlerinden... “Buralardan hemen gidesim var Yeniden başlamak hevesim var Ne varsa attığım içime Cart diye diyesim var Katlanıyoruz herkes gibi malum E açıklarımız, kaçıklarımız var Ama hem kel hem fodul takımını Hart diye yiyesim var (…) Aman be hadi gel kaynaşalım kız Çakkıdı çakkıdı oynaşalım kız Azıcık alttan, azıcık üstten Hoppidi hoppidi hoplatalım kız” İtirafçı Olma Şarkı Sözü “Hey, sakin ol! Kimseye söyleme Kime ne Herkesin hayatı kendine Biz de biliyoruz Aşk tanık ister (ille de) Ama ne kadar çok seyirci O kadar kaybeder … Aşk hesapsızdır, savunmasızdır Kolay kanar” Kaçırıcam Seni… Şarkı Sözü

110


sık sorulan sorular Alıp, kaçırıcam seni… Gümüş bir akşamüzeri Zulâmda aşk, keyfekeder Kanatlanıp uçacağız Unutulmuş bahçelerde Mevsim zamansız, biz derbeder Uzanıp sereserpe Salkım, söğüt perde Sevişmek dörtnala Bu yasak seferde Ah kalbim, aahh kalbim! Sen benim yegâne efendimsin… Ah kalbim, aahh kalbim! Kâğıdım, kalemim, defterimsin… Düşeceğiz yorgun argın Utanmaz uykulara Aynı rüyayı görüp, şaşacağız Karışacak aklımız İçimiz bir hoş olacak Ölsek bile, aşktan öleceğiz” Söz: Yıldırım Türker Müzik: Sezen Aksu

111


halk sanatçılığının alfabesi

112


sÄąk sorulan sorular

113


halk sanatçılığının alfabesi

114


sık sorulan sorular

“SAVAŞA HAYIR” DEMİYORUZ HALKLARIN BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜKLERİ İÇİN SAVAŞMALARINA HAYIR DEMİYORUZ BUNU SÖYLEYENLER, BÜTÜN HALKLARIN ESİR OLMASINI SAVUNUYOR DEMEKTİR Vatanımızın toprakları işgal altındaysa ki, illa bunun tankla, topla, asker postallarıyla da olması gerekmiyor. Ülkenin 35 milyon metrekaresinde Amerikan bayrağı dalgalanıyorsa ve ayak basamıyorsak. Amerikan üsleri ülkenin her tarafını sarmışsa, Amerikan işbirlikçileri tarafından halkımız sömürülüyorsa... Amerika’nın ve işbirlikçilerinin beslediği çeteler, Suriye’de ve dünyanın her tarafında kitlesel cinayetler, katliamlar yapıyorsa... Bağımsızlık savaşı, Amerika’ya karşı savaşmak haklı bir savaştır. Hiç kimse bu savaşa “hayır” diyemez... Bu savaşları dünya halkları başlatmadı, devrimciler başlatmadı. Her tarafı sömürmek için saldıran, milyonlarca insanı katleden bu sömürü düzenidir. Sadece daha fazla sömürü

115


halk sanatçılığının alfabesi elde etmek için, daha fazla kar elde etmek için, Almanya’nın Avrupa’nın emperyalistleri savaşı başlatmıştır. İki dünya savaşında da, Almanya’nın Krupp tekeli bu savaşı başlatanların başındadır. İki tane dünya savaşı çıkardılar... Bu savaşları biz çıkarmadık, 60 milyon insanı katlettiler... Kendi koydukları kanunlara kendileri uymuyorlar... Kendi yasalarınıza uyun diyoruz, adaleti uygulayın diyoruz... Uygulamıyorlar... Kendi yasalarına bile uymak onların sömürüsün engellediği için, uymuyorlar. Bir ülkede, adalet, hukuk sağlanmıyorsa, halk her gün aşağılanıyorsa, aç kalıyorsa... O zaman adalet için savaşmak haktır. Zulmün olduğu yerde zulme karşı savaşmak haktır. Bugün, ülkemizde çözüm süreciyle “Barış gelecek” deniyor... Dünyanın her tarafında barış için, Amerika’yla uzlaşıyor örgütler. Bu barış, halkların teslim olması adına söylenen sihirli bir sözcük gibidir. Çocuk masallarında, çok güzel bir kadın görünümündeki cadının, yedirmeye çalıştığı zehirli elma gibidir. Bazen kelimeler öyledir ki, bazen en güzel sözcük, en güzel kelimeler zehir gibidir. Barış kelimesi de bugün halklar için zehirden farksızdır. Çünkü bu barış söylemleri altında, özgürlük, bağımsızlık yok. Teslimiyet var, uzlaşma var. Katliamları unutturmak var. Barış ile ne istendiği belli değildir. Adalet istiyoruz, özgürlük istiyoruz. Bu sömürü düzeninin yok olmasını istiyoruz. Amerika doğrudan saldırarak girmişti Irak’a, Afganistan’da Amerikan uçakları bombalamaya devam ediyor.

116


sık sorulan sorular Amerika gizli işgal ediyor ülkeleri. Bugün sokakta Amerikan askerleri devriye gezmiyor ülkemizde. Ama ülkemiz işgal altında değil mi? Amerika yönetmiyor mu ülkemizi. Dünyada Amerikan askerinin olmadığı ülke sayısı çok azdır. Bütün bankalar, memurların, işçilerin maaşları... her şey Amerika’nın denetimi altında. Başbakan IMF’ye borcu bitirdik diye övünüyor. Oysa önceki yıllara göre on kat daha fazla borca soktular ülkemizi. “Babalar gibi satarız” demişti AKP’nin bakanı Kemal Unakıtan... Sattılar, sattılar ve artık satacak bir şey kalmadı ülkede... Bütün ekonomi sistemi Amerika’nın kontrolü altında. Kültürel olarak işgal edilmiş durumdayız; Amerikan müziği, kültürü, sineması, eğitimi... Her şey insanlarımızı tek tek bireyler haline getirmek için silah gibi kullanılıyor. Sinema aracılığıyla bağımsızlık diye bir düşünceyi yok ediyorlar. Dünyanın tek kurtarıcısı Amerikan kahramanları oluyor. Dünyayı kana boğuyorlar... Ama gittikleri yerlere sanki oraları kurtarmak adına saldırıyorlarmış gibi yalan söylüyorlar... Bu kültürel saldırıyla da barış imzalamayacağız. Anadolu’nun binlerce yıllık kültürünü korumak ve geliştirmek için de, Amerika’nın bencil, yoz kültürüne karşı savaşmamız gerekiyor. “KİRLİ SAVAŞ” diye bir terim kullanıyorlar. Ne olduğu anlaşılmaz, kafa karıştırmaktan başka bir şeye yaramayan bir ifade. Savaşın kirlisi, temizi yoktur. Haklı ve haksız savaş vardır. Haklı savaş vatanının işgaline karşı savaşmaksa, haksız savaş ülkelerin işgal edilmesidir. Haklı savaş adalet istemekse, haksız savaş adalet isteyenlere saldırmaktır. Haklı savaş parasız eğitim istemekse, haksız savaş parasız eğitim isteyenlere 7,5 yıl hapis cezaları vermektir. Haklı savaş Kürt halkının

117


halk sanatçılığının alfabesi özgürlük savaşıysa, haksız savaş köy yakmalar, katliamlardır. Haklı savaş barınma hakkı için, damı aksa da, en azından başını koyabileceği gecekondusunu savunmaksa, haksız savaş gecekondu yıkımlarıdır. HAKLI SAVAŞ; Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesidir.

118


sÄąk sorulan sorular

119


halk sanatçılığının alfabesi

120


sık sorulan sorular

ADALET İSTİYORUZ! AND OLSUN, ŞART OLSUN... AHIMIZ MAHŞERE KALMAYACAK HAK YERİNİ BULACAK Fransa’da karikatüristler, İslamcı örgüt tarafından öldürüldükten sonra, “nefreti nefretle kaldıramazsın…” diye akıl vermişti bazı TV programcıları. Bu düşünce tek başına programcının bireysel düşüncesi de değil. Birçok yazar, araştırmacı, profesör aynı şekilde düşünüyor. İslamcı örgütlerin katliamcılığı yıllardır devam ediyor. Onar onar, yüzer yüzer katlediyorlar. Bombalı araçlar patlatıyorlar. İslamcı örgütlerin hiçbir adalet kıstaslarının olmadığını biliyoruz, işkence, tecavüz, katliam yaparlar arkasından da Allahu Ekber nidaları atarlar. Bu örgütleri besleyen de esas olarak yine Amerika, Fransa, Almanya... Buna karşılık ne yaparlar, birkaç kısa televizyon programda söz edilir ya da edilmez. Reyhanlı’da El Kaide’nin, Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara’da, Sultanahmet’te IŞİD’in patlattığı bombalar unutturuldu, hiç kimse onlardan söz etmiyor artık. Ama aynı İslamcı örgütler Avrupa’da birini öldürdüğünde, işler değişiyor. Çünkü orada “kıymetli bir kurban” öldürülmüş oluyor.

121


halk sanatçılığının alfabesi Ama sorun şu, Fransa’daki karikatürcüleri öldürenlerin peşinden sürek avı başlatan bir ordu gitti. Ve insan avı başlattılar. Bir anda bütün yasalarını hiçe saydılar, hiçbir kanun tanımadılar. Hatta rehineleri bile öldürdüler. Kapitalizm böyle bir nefretle, böyle bir kinle saldırıyor halklara. Dünyanın gözü önünde yaşanan bu insan avını canlı yayınlarda izlettiler. Avrupa’da demokrasiden bahsedenler bu insan avını aklından çıkarmasınlar. Fransa’nın Cezayir’de döktüğü kan nehirler olup akmıştır. NATO’dan önce davranıp Libya’yı bombalayan da Fransa’ydı. Yani masum, şirin bir Paris yok karşımızda. Eyfel’in ışıltıları altında romantik gezilerin başkenti değil Paris. Yüzlerce yıldır Afrika ve Ortadoğu’da en çok kan döken ülkedir Fransa. Televizyon programcıları bunu unutturuyorlar. Neymiş, Fransa Müslüman halka en çok olanak tanıyan ülkeymiş... Tanıyacak tabi... Yüzlerce yıl sömürdüler ve köleleştirdiklerini Fransa’ya hizmetçi olarak getirdiler. Milyonlarca Afrikalı şimdi Fransa’da yaşıyor. Fransa hak vermek zorunda. Yoksa ayaklanmalar patlıyor. Kimse Fransa’nın demokratlığından bahsetmesin. İşte o Fransa öyle bir kinle insan avı başlattı ki, aklımızdan çıkarmamamız gereken yer orasıdır. Nereden geliyor bu öfke. Karikatürcülerin intikamı değil sadece. Yüzlerce yıllık egemenliğin öfkesidir. Ortadoğu’da, silah verdikleri İslamcıların, yüzlerce kişiyi katletmeleri Fransız egemenlerinin umurunda bile değildir, tersine sevinirler çünkü büyük paralar kazanırlar. Ya da Paris’te bile bir sürü cinayet işleniyor. Ama Paris’in ortasında “kölelerin” efendilerine silah çekmesi... İşte Fransız egemenlerini ve dünyanın büyük devletlerinin patronlarını öfkelendiren budur. Sıradan bir cinayet değildi bu. Nasıl cesaret ederler bir Fransız vatandaşına silah çekmeyi... Kölecilikten beri devam eden, kölelere karşı olan kinlerini

122


sık sorulan sorular anında gösterdiler. Büyük bir sınıf kiniyle, dünyanın bütün egemenleri birleşti. Aralarında ne kadar husumet olsa da, halka olan kinleri, halka olan düşmanlıkları onları birleştiriyor. Hiçbir yasa, kural tanımıyorlar. Egemenlerin bu kini, bu öfkesi Nazileri doğurmuş, Hitler’in önderliğinde 44 milyon insanı katletmişti. “Nefreti nefretle çözemezsin” diyenler, bunu öncelikle Fransız devletine söylemeli. Benzerleri ülkemizde de yaşanmıyor mu? Sivas katliamı, ülkemizin en değerli yazarları, aydınları diri diri yakıldı. Tek kişiden hesap sorulmadı. Daha sonra milletvekili oldular. Sivas Katliamı nasıl çözülecek? Yüzleşerek mi? Kiminle yüzleşeceksin? Nasıl yüzleşeceksin? Yüzleştin diyelim, ne soracaksın? En önemlisi 35 aydınımızı yakanlara Ne yapacaksın? Yüzleşmek lazım diyenler düşünmeden konuşuyor. Bu soruların hiçbiri aklına bile gelmiyordur. Yüzleşmek dedikleri unutmaktır. Düzenin yasaları bile, bu “demokrat” yazarlardan daha ileri, en azından “ceza verilmesi gerekir” diyor. Anayasasında bile bu cinayetlerin, bir cezası var. Aydınlarımız, sanatçılarımız, hiçbir anlama gelmeyecek kavramları uydurarak, kendileri sorumluluk almaktan kaçıyorlar. Bu suçlar cezasız mı kalsın. Mahkemeler yıllardır tek bir kişiyi bile cezalandırmadı. Ülkemizde halka karşı işlenen hiçbir cinayetin hesabı sorulmadı. Düzen, halkı daha çok sömürmek ister. Köle gibi çalışmasını ister. En küçük bir başkaldırıyı, ihanet olarak değerlendirir. Tayyip’in dönüp dönüp Berkin Elvan demesinin nedeni de budur. Büyük bir öfke duyuyor, büyük bir kin duyuyor. Çünkü Berkin Elvan milyonlarca insanın duygusunu, düşüncesini Tayyip’e karşı

123


halk sanatçılığının alfabesi birleştirdi. Tayyip iktidar koltuğuna, çıkarlarına yönelik en küçük bir tehdide bile tahammül edemez. Nasıl ki Fransa’da, güpegündüz insan avına çıktılar... Aynısını Tayyip Haziran Ayaklanması sürecinde yaptı. Dünyanın başka ülkelerinde de zenginlerin saltanatını koruyan iktidarlar, halka düşmandırlar. Halk onlara göre, onların ayak işlerini yapacak olan kulları, köleleri olmalıdır. Berkinleri katlettiler, Hasan Feritleri katlettiler, milyonlarca gaz bombası atıyorlar... Maden kazalarında yüzer yüzer katlediyorlar. Biz hesap istediğimizde de, “Barış...” diyorlar. Halkın kanı ne zaman dökülürse, koro halinde “BARIŞ” diyorlar. “Nefreti nefretle kaldıramazsın, yüzleşmek lazım” diyorlar. Hiçbir zaman aydınların, katliam yapan devletin kapısına dayanıp, yüzleşmeye çalıştığını görmedik. Sadece bu gidişata dur demek isteyenleri durdurmak için uydurulmuş bir kavramdır “yüzleşmek.” “Kapitalizmin para için işlemeyeceği cinayet yoktur. Yüzde on garantili kar her yerde kullanılabilir. Yüzde 20’de kızışan, yüzde ellide delice bir cesaret gelir. Yüzde 100’de tüm insani yanları ayakları altına alır. Yüzde 300’de, işlemeyeceği cinayet yoktur, darağacı pahasına bile olsa...”* İşte Tayyip Erdoğan’ın ve egemenlerin ruh hali böyledir. Bedeli ne olursa olsun sömürmek istiyorlar. Biz, hayaller âleminde yaşamıyoruz. Bütün tarih boyunca sanatçılar, zalimlere, egemenlere karşı öfkeyle yazmış söylemişler. “ok gıcırtısından, düşman kanından, çizmem dolup, şalvar ıslanmalıdır” demiş Köroğlu. “Biri yer biri bakar, Kıyamet ondan kopar” demiş Ruhi Su...

124


sık sorulan sorular Bu ülkenin aydını, sanatçısı da halkın yanında olmalı. Hak yerini buluncaya kadar adalet istemekten vazgeçmemeli. Halkla birlikte “ADALET İSTİYORUZ”, “alıncaya kadar mücadele etmeye devam edeceğiz…” diyebilmelidir. Aydının görevi halkın öfkesini yumuşatmak olmamalıdır. Halk, fırsatını bulduğunda hesap sorar zaten. “Yüzleşmek lazım”, “Nefretin diliyle konuşmamak lazım” gibi halkı uyutan olmamalıdır aydın. Böyle yaparak, zalimlere, egemenlere hizmet eder. Böyle yapmamalıdır aydın, aydının yeri halkın yanıdır.

125




halk sanatçılığının alfabesi

AND OLSUN ŞART OLSUN Ben Böyle Taşların Çukurların İçinde Kalmışsam Yalnızsam Hor Görülmüşsem Arkasızsam

Ve And Olsun Şart Olsun Yerde Kalmaz Ahım.

Enver Gökçe Ve Böyleyse Bahtı Siyahım Yemin Kasem Olsun

128


sÄąk sorulan sorular

129


halk sanatçılığının alfabesi

FEDA DESTANI’ndan... Ne zaman dara düşse halk Önce döşünü döver biçare Döver ha döver Döver ha döver Sonra kaldırıp başını örgütler yumruğunu Ve o yıldızın şavkında Çekip adaletin kılıcını Vurur ha vurur Vurur ha vurur Kırana dek bahtının zincirini...

Ümit İlter

130


sık sorulan sorular

ATASÖZÜ Dinleyin arkadaşlar bir atasözümüz var Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar Kıyamet dedikleri ha koptu ha kopacak Yoksuldan halktan yana bir dünya kurulacak Görmüşler ileriyi atalarımız demek Herkese yeter dünya herkese yeter ekmek

Ruhi Su

131


halk sanatçılığının alfabesi

132


sÄąk sorulan sorular

133





sık sorulan sorular

ALKOLLÜ İÇKİ İÇMİYORUZ Biz içki içmiyoruz, içilmesine de karşıyız. İçki insanın beynini uyuşturur, bilincini kaybettirir. Keyif adı altında insanı, insanlıktan çıkarır. Sanatçılara yönelik yapılan uyuşturucu gözaltılarından sonra Erol Günaydın şöyle demişti: “Sahneye çıkmadan önce rahatlamak için uyuşturucu kullanıyorum.” Sahneye çıkmadan önce içki içilmesi, uyuşturucu kullanılma sanatçılar arasında çok yaygın. Şöyle düşünelim, ömründe sahneye çıkmamış, kalabalık kitlelerin karşısına ömründe hiç çıkmamış olan insanlar rahatlama ihtiyacı hissederler. Onu da içkiyle yapmazlar ki, ağızlarından kötü bir şey çıkmasın. Konservatuarların, sanat okullarının işi nedir, görevi nedir? Eğer sanatçılar, tiyatrocular sahneden önce rahatlamak için uyuşturucu kullanıyorsa, zaten o sanat eğitimi batmıştır. Sanat kurumunun amacı, zaten genç insanları hazırlamak değil mi? Bu düzenin sanat eğitimi de çökmüştür. İnsana ait en güzel şey, onu diğer canlılardan, hayvanlardan ayıran en güzel şey aklıdır. Aklı sayesinde hayatı güzelleştirir. Aklı sayesinde geleceği görür, çözümsüz kaldığı

137


halk sanatçılığının alfabesi hastalıklara çare bulmak için çalışır. Aklı sayesinde çözülmeyen sorunlara çözüm bulur, kendi aklı yetmediği yerde, aile dostlarının, aile meclisinin ortak aklıyla en çözümsüz görünen sorunların kolaylıkla çözüldüğünü görür. Ancak içki, uyuşturucu insanın aklını uyuşturuyor, bilincini kaybettiriyor. Ne var ki, “Eğleniyoruz işte, kime ne zararımız var?” diyenler olacaktır. Eğlenmek de, aklın en güzel nimetlerinden biridir. İnsana aittir, başka canlılarda eğlence diye bir şey yoktur. Eğer aklımızı kaybeder, uyuşturursak, eğlencemizi kendimiz bozmuş oluruz. Aklımızın en açık olduğu zamanlarda, en güzel eğlenceler yaşanmıştır. İnsanların aklında kalan en mutlu günlerinin hiçbirinde içki yoktur. Herkes düşünsün, hayatı boyunca hatırladığı, hayatının en güzel anlarını düşünsün. Orada kesinlikle içki yoktur, hayatın lezzeti, anlamı zihnin en berrak anlarında ortaya çıkıyor. Zaten içki içildiyse, oradaki sohbetleri sonra hatırlamak mümkün değil, çünkü uyuşmuş bir beyinle konuşulmuştur. İnsanı aklı değil, içki yönlendirmiştir. “Bir çilingir sofrası kuralım, efkâr dağıtalım...” derler. Neden çilingir sofrası denir. Çünkü çilingir, bütün kapalı, kilitli kapıları açabilir. Çilingir sofrasında da, içkiyle insanların rahatlayıp, gevşeyip dillerinin çözülmesini sağlamaya çalışırlar. Ama hiçbir çilingir sofrasında da bir sorunun çözüldüğü görülmemiştir. Uyuşmuş beyinlerin aklı çalışmaz, sorunun

138


sık sorulan sorular ana kaynağını bile tespit edemezler. Bu yüzden çilingir sofraları dedikodu masalarına dönerler. Bu nedenle, biz içki içmiyoruz. Yılbaşında da bir araya geldiğimiz özel günlerde de içki sofraları kurmuyoruz. Biz yılbaşında düğün salonunda, yüzlerce kişiyle birlikte yılbaşı kutluyoruz. İçki olmuyor. Çok da eğleniyoruz. İçki içmeden daha fazla eğlenilebildiğini gördük.

139





sık sorulan sorular

MODA ŞARKILAR YAPMIYORUZ SAHNE KIYAFETLERİMİZİ DE MODAYA UYALIM DİYE SEÇMİYORUZ Biz modaya uymak için şarkı da yapmıyoruz, kıyafet de seçmiyoruz. Günlük yaşamımızı moda belirlemiyor, ihtiyaçlarımız belirliyor. Yüzümüzü nereye çevirsek, her şeyin modası var. Moda denince, sanki sadece kadınları ilgilendiren bir alanmış gibi algılanıyor. Oysa aklımıza gelen her yere bakalım, her şeyin modası var. Sahnede şarkı söyleme modası, sahnede kıyafet modası, bu mevsimin ayakkabısı, montu, kazağı, atkısı, kapüşonu... Yaz modası, filmler, müzikler, şiirler, romanlar... Saç stilleri, kadın kıyafetleri... Aklımıza gelecek her şeyin modası var. Dünyada milyarlarca insan bu modaya uymak zorunda hissediyor kendisini... Moda dışında bir şey yapıyorsanız garipseniyor. Şu saati takmazsanız iyi bir eş olamazsınız, şu arabayı kullanmazsanız kötü bir babasınız. Süslenmeyi en kutsal görev sayan kadın, kendine göre çirkin bulduğu özelliklerini, kendince kusurlarını gizlemeye çalışır, utanır. Güzel özellikler

143


halk sanatçılığının alfabesi kazanmaya, abartmaya, dikkatleri çekmeye çalışır. Makyaj yapmayan kadının, kendisinden utanmasını sağlıyor bu moda... Moda nedir; bütün sözlüklere bakın, bütün ansiklopedilere bakın. Moda hakkında hiç de iyi şeyler yazmıyorlar. “Değişiklik ihtiyacı veya süslenme özentisiyle toplum yaşamına giren geçici yenilik”, “Geçici olarak yenilik.” Ya da şöyle söyleyebiliriz, israf amacıyla yapılan alışveriş. Sadece tüketmek amacıyla alışveriş yapmak... O kıyafete ihtiyacın yoksa da, modanın ilahi kudreti adına almak zorundasın. Yoksa bütün dünyan yıkılır, mutsuz olursun. Arkadaşların arasında gülünç duruma düşersen. Neden? Çünkü reklamlarda, her zaman yeni ürünler hayranlıkla izlenir ve eski olanla alay edilir. “Sen hala annenin çamaşır deterjanını kullanıyorsun” diye alay edilir. Ambalajı değiştirilip değiştirilip yeniymiş gibi pazarlanıyor bütün ürünler. Bu moda ağına kendini kaptıranlar ise, artık kişiliğini kaybetmeye başlıyor. Milyonlarca insanın mutsuz olmasında, tatminsiz olmasında modanın çok büyük etkisi var. Moda bir halkı bu sömürü sistemine esir etmenin, yerel kültürleri yok etmenin, kişiliği yok etmenin en güçlü aracı olarak kullanılıyor. Dizginsiz bir sömürü aracı olarak moda ile insanların ruhlarını teslim alıyorlar. Bir eşyanın maliyet değeri belirleyici değil. Justin Biber’in taktığı saat, tüm dünyada Justin Biber saati diye pazarlanıyor. Saati takan kendisini Justin Biber gibi hissetmeye çalışıyor. Yani saat değil, duygu satıyorlar. Dizi karakterlerinden Hürrem Sultan küpeleri bir ara modaydı. Küpenin metalinin kalitesi, işlemesinin kalitesi vb.

144


sık sorulan sorular bunlar hiç hesaba katılmıyordu. Satılan şey Hürrem Sultan gibi hissetme hayaliydi. Moda bu yüzden silahlardan çok daha tehlikeli bir düşman. Milyarlarca insanın ruhuna işliyorlar, daha çok tüket, daha çok tüket diye tempo tutuyor reklamlar. Mağazadan satın aldığını ödemek için, daha çok çalış daha çok çalış... Sonra dinlenmek için televizyon başına otur ve yine reklamlar, diyor ki, sen çok özelsin, bu kadar çalışıyorsun, İpad5 almalısın... daha çok çalış, daha çok tüket, çalış, tüket, çalış, tüket, çalış, tüket ve ömrünün sonuna kadar çalış tüket, borç batağına saplan... Moda bu işte... 2012 yılında CNN Türk’ün 7 Nisan 2012 tarihli haberinde, ipad5 almak için bir çocuğun böbreğini sattığını yazıyordu. “Çin’de 17 yaşındaki bir genç, iPhone ve iPad alabilmek için böbreklerinden birini sattı. Olayın, gencin ailesinin iPhone ve iPad’i nasıl aldığını sorgulaması üzerine açığa çıktığı ifade edildi.” Daha çabuk bozulan, hızla tüketilen ürünler üretiyorlar ve sürekli çalıştırıyorlar... Çalışan ve bozuk malları tüketen biziz, servetlerine servet katanlar egemenler, yani burjuvazi. Sadece tekstil endüstrisinde 2000’den fazla kimyasal madde kullanılıyor. Mesela, makyaj ve güzellik malzemeleri için, sadece ABD’de 50.000 kedi, 61.000 maymun, 180.000 köpek, 554.000 tavşan ve milyonlarca fare, kozmetik için katlediliyor. Deneyler ve kozmetik üretimi için her yıl 300 milyon hayvan katlediliyor. Bu anlayış müzikte de, sanatta da kendine yer ediniyor. Şarkıları söyleme biçimi ve rağbet gören müzik tarzları sü-

145


halk sanatçılığının alfabesi rekli değişiyor. Yeni bir içeriği olmuyor, sadece birbirinin taklidi denemeler yapılıyor. Bir dönem, bütün arabeskçiler pop şarkısı okudu. Bunun modası geçti, rock yapmaya çalıştılar. Bütün pop konserlerinde, arkada yirmi otuz çıplak dansçının hareketli dansları, hiç bitmeyen bir moda. Sahnelere özel kıyafetler dönem dönem değişiyor, ama özenle hazırlanıyorlar bu kıyafetler. Saç şekilleri yeni bir moda yaratıyor. Kola takılan saatten, erkeklerin küpe takmasına kadar her şey bir pazarlama aracı gibi kullanılıyor. Halk türküsü okuyan, türkücülerin arasından bu modaya kapılıp, hem türkülerin söyleyiş tarzlarını yozlaştırmaları, bozmaları açısından büyük bir tahribat yaratıyorlar. Hem de sahnedeki bir halk sanatçısının, farklı tarzlar yaratma adına özentili, açık saçık, abartılı süslü kıyafetler giymeleri yanıyla halkın da bu tarza özenmesine öncülük ediyorlar. Sanat bir yanıyla, kapitalizmin, egemenlerin yoz kültürünün koçbaşı gibidir. Bir malı satmadan önce onu alma hevesi yaratmak için sanatın, sanatçının gücünü kullanıyorlar. Sanat, ticaretin en önemli pazarlama araçlarından biri haline getirilmiştir. Bu yanıyla, sanatın özgürlüğünden, sanatçının özgürlüğünden zaten bahsetmek mümkün değil. Moda için, yani bozuk malları satıp halkı kazıklamak için müzik yapanlar, film çekenlerin hiçbir özgürlüğü olamaz. Tarkan, Kenan Doğulu... Fanta içeceğinin sponsorluğunda konserlere çıkarken, bu şirketin belirlediği çerçevede kalmak zorundadır. Sahne tasarımından, tanıtımlara kadar hepsini firma belirler. Sanatçı özgür değil, gırtlağına kadar bu patronlara bağlıdır.

146


sık sorulan sorular Sanatın kendisi de moda gibi, bir pazar alanı olarak kullanılıyor. Çok büyük bir ekonomi dönüyor bu piyasada. Dünyanın her yerinde müzik festivalleri, film festivalleri yapılıyor. Çok büyük müzik festivalleri yapılıyor. Büyük film şirketleri, müzik yapımcıları bu festivaller aracılığıyla bütün piyasaya yön veriyorlar. Nasıl bir müzik, nasıl bir sinema olacağını birkaç büyük firma belirliyor aslında. Bunların en meşhuru Hollywood’dur. Dünyada en çok filmi Hollywood çekiyor. Dönemin modasına uygun film çekmezsen, dünya genelindeki binlerce sinema salonlarında filmin gösterilmez. Çünkü hepsi Hollywood ile anlaşmalı ve onlar izin verirse filmini gösterebilirsin. Para ödülü veren festivallerde jüri aşağı yukarı bellidir. Genç idealist yönetmenlerden, onlarca yıllık yönetmenlere kadar herkes bu festivallerden para ödülü kapma peşinde. Onlarca film, sinemalarda gösterilemeden, ortadan kaybolup gidiyor. Yönetmenler bu festivallerden ödül kapma peşindeler. Hal böyle olunca, halk için bir sanat üretmek akıllarına bile gelmiyor. Çünkü yalnızlar, çünkü kendilerini gösterebilecekleri tek yerin bu festivaller olacağına inanıyorlar. İlerici demokrat yönetmenler bile bu çarkın içine girip kayboluyorlar. Yani ruhlarını satıyorlar. Onlar kabul etmezler bu ifadeleri, oysa gerçek çok çarpıcıdır. Halkın mücadelesi için mi müzik yapılacak, film çekilecek, yoksa para ödülü almak için mi? Yönetmen açık yüreklilikle bu soruya cevap verirse, gerçek dostlarının devrimci sanatçılar olduğunu anlayacaktır. Moda sanat akımları, sanatçıların kişiliğini, ideallerini esir alıyor, kişiliğini yok ediyor. Bu sistemin doğası insani değil. Onlarca yıl önce bu gerçeği sosyalistler çok açık ifade etmişler:

147


halk sanatçılığının alfabesi “Ama, emekçileri, fizik bakımından ve kafaca sömürerek ve sakatlayarak bütün bir manevi ilgiler, özlemler ve insan yetenekleri dünyasının üzerine çöken ve onu boğan; varlığını güvensizliğe borçlu olan, insanları birer robot haline getiren, bir baskı, açlık ve işsizlik rejimi altında işçiyi makinenin bir eki, uzantısı haline getiren; onu fizik ve manevi bireyliği içinde sakatlayan; işçiyi bir köle durumuna indirgeyen kapitalizmin ta kendisidir.” Böyle bir dünya içinde biz devrimci sanatçılar ise umutsuz değiliz. Modaya asla uymuyoruz, çünkü amacımız tüketmek değil. Yüzümüzü halkın ihtiyaçlarına dönüyoruz, halkın beğenilerine dönüyoruz. Halkımızı daha ileri taşımayı hedefliyoruz. Kıyafetlerimizi bu özenle seçiyoruz, konuşmalarımızı, şarkılarımız bu özenle hazırlıyoruz. Sanatı da, tek tek sanatçılarımızın “özgün” üretimleri olarak ele almıyoruz. Bütün ürünler ortak üretimimiz oluyor. Grup Yorum bu bakış açısıyla çalıştığı için okul gibi, sürekli yeni sanatçı yetiştiriyor. Halk çocuklarıyız, Yorum içinde enstrüman da öğreniyoruz, halk kültürümüzün zengin eserlerini de öğreniyoruz. Bu nedenle konservatuarlardan çok daha ileri, güçlü sanatçılar yetiştiriyoruz. konservatuarlar, dönemin modasına uygun kalıplarda sanatçı üretmek zorundalar, çünkü piyasa onu istiyor. Biz ise halkımızın ve mücadelesinin ihtiyaçları temelinde ürettiğimiz için, sonsuz bir üretim özgürlüğüne sahip oluyoruz. Kahrolsun moda için sanat! Yaşasın halk için sanat!

148


sık sorulan sorular

DÜNYADA ÇEVRE SORUNUNA EN İNSANİ ÇÖZÜMLERİ SADECE SOSYALİSTLER BULABİLMİŞLERDİR AKP iktidarıyla birlikte çevre sorunları kat be kat arttı. Çevre sorunu ülkemizin her coğrafyasında yaşanıyor. Bu kadar büyük bir çevre katliamını ülkemiz daha önce yaşamamıştı. Soma’da madencileri katlettikleri yetmiyormuş gibi binlerce zeytin ağacını kestiler. Hiçbir yasa kural tanımayan dizginsiz bir talan her tarafta sürüyor. Karadeniz’de HES’ler yapılıyor, Akdeniz’de nükleer santraller yapılıyor, Trakya’da sular zehirleniyor ve binlerce dönüm verimli tarım arazisi zehirleniyor... Ancak her bölgede kendi başına bir mücadele sürüyor. Çevreci örgütlerin etkisi ise çok zayıf. Bu kadar etkisiz olmalarının nedeni, çevre sorununun esas kaynağını çözme iddialarının olmaması. Bununla birlikte, halkla bağlarının olmaması. Bu nedenlerden dolayı çevre katliamlarını durduramıyorlar. Çevreci gruplar, hobi bahçeleri kuruyor, hayvanları barınaklarda açlıktan kurtarmaya çalışıyor; şehir plancıları, şehirlerdeki yeşil alaları korumaya çalışıyor. Birçok şey daha

149


halk sanatçılığının alfabesi sayabiliriz. Ancak bu çevre sorunlarının ana kaynağı nedir, diye sormuyor ve çözüm için mücadele etmiyorlar. Haziran Ayaklanmasında adı çok duyulan Taksim Dayanışması vardı. Ayaklanmadan önce adı, “Gezi Dayanışması”ydı. Taksim Gezi Parkındaki ağaçları korumak için kurulmuş bir birlikti. Ayaklanmanın ardından dayanışma Türkiye’nin en büyük birliği haline geldi. Örgütsüz insanlar da vardı, partiler, sendikalar, devrimciler de vardı... “Gezi Dayanışması”nı kuranlar sadece Gezi’deki ağaçlarla ilgilenmek istiyorlardı. Oysa milyonlarca halk ağaçlar için ayaklanmadı. Çok daha fazlasını istiyordu halk. “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganı her şeyi ifade ediyordu. Ama “Gezi Platformu” bileşenleri, sadece ağaçlarla ilgilenmekte ısrar etti. Esas sorunla mücadele etmek istemedi. AKP’ye karşı, vatanı satmasına karşı, ülkemizin başka bölgelerindeki çevre katliamlarına karşı sessiz kaldı. Sonuç olarak ülkenin en büyük birliği olan Taksim Dayanışması, giderek eridi. Bugün adından kimse söz etmiyor artık. Yani çevre sorunuyla ilgilenmek isteyenler, tek tek çözüm bulmak isteseler de, onu kurtaramazlar. Bütün ülkenin ormanları yağmalanmışken, Taksim’deki üç ağacı kurtarmaya sevinemez çevreci. 3. köprünün yok ettiği, kuzey ormanları için de mücadele etmiyorsa, o benim işim değil diyorsa, kendisine çevreciyim diyemez. Kimse, kendi kapısının önünü süpürerek çevre sorununu çözemez. Çünkü dünyanın başka ülkesindeki bir felaket, bütün dünyayı etkiliyor. Bazı belediyeler, çöpleri ayırmak için ayrı çöp bidonları koyuyorlar. Bu da başka bir aldatmaca. Bütün ülkede ve dün-

150


sık sorulan sorular yada kapitalizm çöp dağları, çöp denizleri, oluşturdu. Havayı zehirli gazlarla doldurdu. Ama halka diyorlar ki, - Ey cahil halk, çevreyi sen kirletiyorsun... - Neden ben suçluyum? - Çünkü sen cahilsin, çöpleri ayırmadan çöp kovasına atıyorsun... İşte aldatmaca böyle işliyor. Şehirli okumuş kesim, çevre bilinci olmadığı gerekçesiyle küçümsediği, cahil halka düşmanlık besliyor. Ama bütün dünyayı kirleten sisteme karşı tek bir söz etmiyor. Hatta Greenpeace’e hayranlık duyuyor. Dünyada en tanınmış çevreci örgütlerin başında geliyor Greenpeace. Hiçbir devletten ya da siyasi partiden sponsorluk desteği almadığını iddia ediyor... Ama 2008 yılında yaklaşık 200 milyon Euro parası varmış. Halkımız yoksul, dünya halkları da yoksul bu parayı halk veremez. Eylemler yapıyorlar ve esas olarak, çevre sorunları konusunda halkın tepkisini farklı yerlere yönlendiriyorlar. Şimdiye kadar önledikleri hiçbir çevre felaketi görülmemiştir. Sanırız Türkiye’de halkımız şunu anladı, çevremizi korumak istiyorsak AKP iktidarına karşı dişe diş bir mücadele vermek zorundayız. Dünya genelinde de, Amerika ve Avrupa kapitalist devletleri bütün dünyanın havasını, suyunu, toprağını kirlettiler, kirletmeye devam ediyorlar. Bütün dünyada, suyu, toprağı ve havayı temizlemeden, hiçbir küçük toprak temizlenemez. Ya da küçük organik tarım yapılamaz. Milyonlarca hayvan ölürken, sokağındaki bir kediyi, köpeği kurtararak çevre sorunu çözülemez.

151


halk sanatçılığının alfabesi Bunun tek yolu, dünyayı kirleten sömürücü sisteme karşı örgütlü bir mücadele vermektir. Bunu Sosyalist Sovyetler Birliği başarmıştı. Çünkü amaçları kar elde etmek değildi: “SSCB’de sosyalizmin büyük şantiyeleri, çölleri verimli hale getiriyor, ırmakların akışını başka yöne çeviriyor, iklimi düzeltiyor; öncü bilim, toprakların gelişim yasalarını inceleyerek, kutuplar tarımını yarattı, ünlü ‘kara topraklar’ı yeniden canlandırdı ve çevrenin doğal görünümünün evrim yasalarını buldu. Çin’de, halk demokrasisi, büyük ırmakların yıkım getiren su baskınlarına son verdi.” (Felsefenin Temel İlkeleri, Sayfa 302) Sovyetler Birliğinde de, Çin’de de, çok kısa süre içinde çevre sorunlarını çözmeye başlamıştı. Bu sömürü düzeni ise hiçbir şeyi çözemez. Sadece yeni sorunlar çıkartır. Avrupa Birliği ülkeleri, sözde çevrecidir. Kendi ülkelerinde neredeyse her ağacın bir nüfus cüzdanı vardır. Ağaç kesilmesi yasaktır. Avrupalılar, Türkiye’yi ve diğer ülkeleri küçümserler. “Ormanlarınızı niye korumuyorsunuz... Türkler üç ağaç için ayaklanma çıkardı, aferin, öğreniyorsunuz çevreciliği...” derler. Bu kadar pişkinlik anca Avrupalılarda olur işte. Kendi şehirlerinde bir çalı keserken bile belediyeden izin alırlar. Türkiye gibi sömürdükleri ülkelerde, bütün ormanları, dağları, denizleri, ırmakları kuruturlar. Hiçbir Avrupa ülkesinin bu konuda söyleyeceği tek kelime yoktur. Bütün nükleer artıkları, hurdaları getirip vatanımıza döküyorlar. Bir de Avrupa’ya hayran oluyor ülkemizin çevrecileri. Bütün çevrecilere sesleniyoruz, gelin. Tek başınıza çevre sorunlarını çözemezsiniz. Karşımızda çok örgütlü bir güç var, sürekli yeni yeni politikalar geliştirerek dünyayı yaşanmaz

152


sık sorulan sorular hale getirmeye devam ediyorlar. Birlik olmalıyız. Haziran Ayaklanmasında halkın gücünü gördük. Halkımızla birlikte mücadele edelim. Bunu örgütleyelim. Biz halkın gücünü gördük, inanıyoruz. Dünyanın temizlenmesine katkıda bulunmak için, önce ülkemizden sömürücü devletleri kovalım.

153



sık sorulan sorular

SANAT İKONLARI HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORUZ? İkon; Ortodokslarda dini içerikli resimlere deniyor. Halkın tapınacağı yeni ikonlar yaratıyorlar. Amerikan müzik endüstrisi bunu özenle hazırlıyor. Üzerinden para kazanabileceği, gençlere model olarak sunabileceği, dönemin modası gençler. Kuralsız yaşamları, giyimleri, saç yapım şekilleri ve hayatlarındaki bir kaç farklılık bir araya gelince, yeni bir yıldız doğuyor... Bir oyuncağı tasarlar gibi, müzisyenlerden ikonlar yaratıyorlar. Bu da halkı avlamanın başka bir yolu, dinsel bir tapınma gibi tapınılan “yıldızlar” yetiştiriyorlar. Justin Bieber gençler için bir ikon haline geliyor. Lady Gaga, yeni dönemin kadın, ya da eşcinsel ikonlarından birisi. Gençlere diyorlar ki, işte böyle olun. Gerçek mutluluk burada, moda bu. Ortaokullu genç erkekler, genç kızlar eğer Justin Biber şarkısı bilmiyorsa ayıplanır hale getiriliyor. Köşe yazarlarından, müzik eleştirmenlerine kadar, Lady Gaga’ya tapınma hali içine giriyorlar. Hiç kimsenin; bu ahlaksızlıktır, demesine izin vermiyorlar. Tersine, bu soruyu sormak ayıplanıyor. Sanki sahnede çıplak gezmek bu işin kanunu, yasası. Yazarlar, çizerler, moda dünyasının çizdiği sınırlar çerçevesinde tartışmak

155


halk sanatçılığının alfabesi zorunda hissediyorlar kendilerini. Hiçbir sanatçı bu kıyafeti, bu sahne gösterisini eleştirmeye cesaret edemiyor. Ve bütün dünyada sanat piyasasında sanatçılara bir model gösteriyorlar. Bu dönem Lady Gaga olacaksınız. Elinize kumandayı alın, uydu kanallarında dünyanın her tarafındaki müzik kanalları var. Tek tek bakın hepsine. Sözlerini anlamasanız da, neredeyse birbirinin aynısı olan sahne gösterileri ve müzik yapıları var. Bu yüzlerce müzisyenin her biri kendini en mükemmel sanıyor. Sanat ikonları, sürekli yerlerini koruyamazlar. Daha fazla para kazandıracak yeni ikonlar üretmek için sürekli çalışırlar. Büyük müzik yapımcı firmaları, ajanlarını dört bir tarafa gönderip, yeni ikon avlamaya çıkıyorlar. Bizi tek tip olmakla suçlayanlar, hep aynı şeyi yapıyorsunuz diye suçlayanlar, bu gerçekleri görmez, ya da susarlar. Dünyanın her tarafında yüzlerce kanaldaki binlerce müzisyen, neredeyse birkaç müzik firmasının belirlediği moda müzikleri yapmak zorundalar. Dünyada müzik piyasası bu kadar yozlaşmışken, köşe yazarlarından, politikacılara, düzen müzisyenlerine kadar, bir yanıyla düzenin uşakları, halk için hiçbir olumlu örnek yaratamadıkları gibi, bizi karalıyorlar, bize saldırıyorlar. Her türlü iftirayı da atıyorlar. Sahnedeki kıyafetimizden, konuşmalarımıza kadar hiçbir şeyimize tahammül edemiyorlar. Sorun şudur, karşımızda çürüyen ve yozlaşan bir sistem var. Boğazına kadar pisliğe batmış, her şeyi tüketen bir müzik piyasası. Neredeyse bütün tüketim endüstrisiyle ortak çalışan bir fabrika gibi çalışıyorlar. Kararsızlık, ihanet, aldatma, gericilik… her türlü konuyu bulabilirsiniz bu müzikte.

156


sık sorulan sorular Yarattıkları ikonlar aracılığıyla, duygu satıyorlar. Kolunuza taktığınız saat, giydiğiniz tişört, ayakkabınız... Saatinizle Justin Biber, ayakkabınızla Lady Gaga gibi hissetmenizi istiyor bu düzen. Yoksa saatin maliyet ücretini istemiyorlar sizden. Bu ikonların yaratabileceği hiçbir şey yoktur. Bugüne kadar sanat alanında, müzik alanında yaratılmış ne kadar güzel şey varsa, halk yaratmıştır. Halk sanatçıları, büyük bir halk ve vatan sevgisi taşırlar, bu nedenle en güçlü eserleri üretirler... Ülkemizde de ne “ikoncanlar”, ne Tarkanlar kalır yarına. Sabahattin Aliler, Ruhi Suların yolu doğru yoldur. Müzik yapmak için de, piyasanın içinde yer alarak yol almak mümkün değildir. Sanatçılar devrimci olmalı, örgütlenmelidir. Karşımızdaki dev müzik sektörü güçlüdür. Ancak halkın örgütlü gücüyle birleşmiş bir sanattan daha güçlü olamazlar. Bu yüzden sanatçılar devrimci olmalıdır. Karşımızdaki bu dev sektöre karşı ancak örgütlü bir sanat mücadelesiyle mücadele edebiliriz.

157



sık sorulan sorular

BİZ HALKIN ÇOCUKLARIYIZ HALKIN SANATÇILARIYIZ ŞAN, ŞÖHRET, ÜN BİZİM MAHALLEYE UĞRAMAZ... Bize de kimi zaman ünlü sanatçı vb. dedikleri oluyor. Bizim için ün kavramı geçerli bir ifade değil. Kalıcı olan kişinin çok tanınmış olması değil, düşünceleridir, ürettikleridir. Sanatçıyı ulaşılmaz gibi gösterirler. Onlar kırmızı halılarda yürümeli, onlara hayran olunmalı, hatta çılgınlar gibi üzerlerine atlanmalıdır. O “efsane” sanatçılara tapınmalısın, onlar dünyanın en harika insanlarıdır ve her biri kendisini “dünyanın sekizinci harikası” sanır. Onlar Nişantaşı’nda otururlar, biz Okmeydanı’nda otururuz. Her gün işine giden emekçilerden farklı yaşamıyoruz biz. Hiçbirimizin kendine ait evleri, yazlıkları yoktur, halkımızla birlikte yaşıyoruz, halkımız evlerinde ağırlıyor bizi. Biz bir aileyiz ve birlikte yaşıyoruz. Kendi yemeğimizi kendimiz yaparız, kültür merkezimizi kendimiz siler süpürürüz, boyasını, badanasını yaparız. Hepimizin cebinde şehir otobüsü kartı vardır. Herkesin kendisine ait özel arabası yok, halkımızın kullandığı otobüsler, metrolarla yolculuk yapıyoruz.

159


halk sanatçılığının alfabesi Bizim logomuzda, fotoğraflarımız yer almaz. Yorum silueti bu konudaki tavrımızı, düşüncelerimizi net biçimde ifade eder. Düzenin yarattığı sanatçı, kendisini halktan üstün gören, ünlüler sınıfına karşıyız. Esas olarak yaratan ve üreten halktır. Büyük olan halktır. Böyle bir sanatçı tipine karşı çıkmalıyız. Enstrüman çalmayı da, şarkı söylemeyi de halk okulumuz Grup Yorum’dan öğreniyoruz. Bütün halk çocukları Yorumcu olabilirler. Bize gelen herkesin öğrenme fırsatı, kendini geliştirme fırsatı vardır. Gerekli olanakları yaratırız. Halk da, sanatçıdan mütevazı olmasını istemelidir. Yaratan mücadele ve halktır; bizim, sanatçıların yaptığı tek şey ona şekil vermek, onu düzenlemektir. Yoksa hiçbir sanat eseri yoktan var olmuyor. Ruhani güçler tarafından beynimize yerleştirilmiyorlar. Halkın ürettiği, yarattığı hiçbir eseri küçümsememelidir sanatçı. Devrimci sanatçılar kendilerine bir beste geldiğinde ona gereken değeri vermelidir. En büyük yaratıcı halktır. Halk kendi yaşadıklarını müzikle, şiirle anlatır. Bizim için ünlü diyeceksek, esas ünlülerimiz hapishanedeki devrimci tutsaklardır. En büyük övgüyü onlar hak ediyor. Çünkü Yorum yola çıktığı günden itibaren, Yorum’a en büyük katkıyı istisnasız hapishaneler sağlamıştır. Beste ve sözleriyle katkı sağlamalarının yanında, eleştiri ve önerileriyle de Yorum’un büyük ailesini oluştururlar.

160


sık sorulan sorular

SONUÇ YERİNE... Devrimci Sanatçılar olarak her konuda düzenin dayattığı insan aklına aykırı, gerici, çürümüş-yoz, baskıcı her şeye karşı hem teslim olmadan, hem de doğrusunu yaşatan somut örneği yaratarak savaşıyoruz. Eksiklerimiz, yapamadıklarımız ve kimi yanlışlarımız oldu ve vardır da. Çok rahatız bu konuda çünkü içinde olduğumuz halk, öyle bir sahipleniyor ki büyük yanlışlıkları yapmanın önünde tampon oluyor, tutsaklarımız, yoldaşlarımız her türlü savrulma ihtimaline karşı güvencemiz... Bu ortaklık ve ideolojik netlikle yolumuzda yürümeye devam ediyoruz. Devrimci Sanatçıları, düzen sanatçılarından ayıran en önemli özellik ise halkın içinde yaşamamız. Etiler’de, lüks semtlerde yaşamıyoruz. Bu nedenle her söyleşimizde, her konserimizde, halkımızla birlikte yaşadığımız sorunları anlatırız. Her gün yeni bir açlık, her gün yeni bir katliam yaşanır. Ve her gün yeni direnişler, isyanlar patlak verir isyanlar toprağı Anadolu’da. Her gün gazete okuruz, televizyon kanallarından haber izleriz, kitap okuruz. Ve gündeme ait öne çıkan gündemleri halkımızla paylaşırız.

161


halk sanatçılığının alfabesi Devrimci sanatçıların görevi aynı zamanda halkı eyleme sevk etmektir. 1 Mayıslara, işçi katliamlarına, öğrenci eylemlerine katılırız ve aynı zamanda devrimci demokrat kurumların programlarını takip ederiz. Halkımızı, devrimcilerin eylemlerine katılmaya çağırırız. Her devrimci sanatçı aynı zamanda, devrimci tutsakları ve devrim şehitlerini sahiplenmelidir. Çünkü onlar bu halkın en soylu damarlarıdır.

162


163


halk sanatçılığının alfabesi

164


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook

Articles inside

Ün Bizim Mahalleye Uğramaz

1min
pages 158-159

Sonuç Yerine

1min
pages 160-163

Sanat İkonları Hakkında Ne Düşünüyorsunuz

2min
pages 154-157

Şarkılarımız Dik Başlıdır, Şarkılarımız Kafa Tutar

3min
pages 100-105

yalistler Bulabilmişlerdir

3min
pages 148-153

Uyalım Diye Seçmiyoruz

5min
pages 142-147

Kalmayacak. Hak Yerini Bulacak

5min
pages 120-135

ler, Bütün Halkların Esir Olmasını Savunuyor Demektir

2min
pages 114-119

Bir Slogan Bir Tanktan Dah Etkilidir

3min
pages 106-113

Alkollü İçki İçmiyoruz

1min
pages 136-141

Kürt Halkı, Özgürlüğü Nasıl Elde Edecek

1min
pages 58-59

Şarkılarımız İçin “Bu Şarkı Tutmaz” Diyenlere

2min
pages 96-99

Sevdamız Canadır, Tene Değil

2min
pages 78-81

Yorum Halktır, Yorum Aynı Yorumdur

2min
pages 70-75

İnsan Olmaktan Utanmıyoruz, Hepimiz Suçlu Değiliz

1min
pages 68-69

Mizah, Mazlumun Zalimden Öç Alma Aracıdır

5min
pages 60-67

tir

3min
pages 82-87

Elemanlarınız Sürekli Değişiyor” Diyorlar

1min
pages 76-77
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.