. S.. E N I S E OLSUN Sabah dört gibi berbat ötesi bir Ankara kışıydı. Gecekondumuzun kapısını çekerken akşam yiyeceğim dayak geldi aklıma. Evden ilk defa kaçıyordum yaşım on iki ya da on üç. Mahallemizin ağır abileri kahvenin önünde hepimizi iyice tembihlemişti “En geç sabah beş gibi burada buluşuyoruz’’ annemden ya da babamdan izin istesem eminim bir Amerikan dizindeki gibi “Hayır genç adam on altı yaşına kadar beklemek zorundasın ve bugün cezalısın sana televizyon yok’’ demez sadece bir temiz dayak yer sümüğümü çeke çeke otururdum sobanın yanına. Büyük abilerimiz ile buluşacağımız mahallenin kahvesinin önüne geldiğimde benim gibi uzaklardan tiplerine baktığınızda hurdacıya benzeyen, çoğunun SOKAK 28
kafası üç numara, elleri ceplerinde, kafalarında bereye benzeyen çaputlar olan, yaşları on ile yirmi küsur arası birçok gecekondu çocuğu birikmişti. Bu suratsız ellerinden sigara düşmeyen ve buram buram bela kokan çocukların hepsini tanıyordum. Hiç konuşmadan bekledik bir saat kadar, sonunda yaklaşık yirmi kişilik bir grup olmuştuk. Hiç konuşmadan yürümeye başladık. Türközü’nden çıkıp İncesu üzerinden Kurtuluş, oradan Cebeci’ye geçtiğimizde saat neredeyse sekiz olmuştu. Biz tıfıllar dışarıda beklerken abilerimiz adına piknik denilen birahanelerde kahvaltı yaptı. Birkaç saat bekledik birahanelerin önündeki kaldırımda hiç konuşmadan ne bir ses ne bir hareket... Abilerimiz içtikleri biranın da etkisiyle zaten kayık olan