Azize Kaya Bozkırın sonbahara teslim olduğu, dere kenarındaki söğütlerin ince hastalığa tutulmuşçasına tepelerinden başlayıp gövdelerine doğru usul usul sarardığı sıradan bir gündü. Göçmen kuşlar yeni memleketlerine doğru yol tutarken; sonbaharda yağan yağmurlarla bereketlenen küçük derenin soğuk sularına başlarını batırıp çıkarıyor, bu hâlleriyle obanın tüm çocuklarına seyirlik bir manzara sunuyorlardı.
Ağlayarak koşup uzaklaştığı obasına, tepedeki alıç ağacının üzerinden son kez bakarken, hâlâ neden orayı terk etmek zorunda olduklarını anlayamıyordu. Zümrüt yeşili koca gözlerinden hiç bu kadar yaş döküldüğünü hatırlamıyordu. Saçındaki örgüleri açarak, boncukları tek tek çıkardı. “Ne de olsa gidiyoruz. Tanımadığım insanlar için bunları takmama gerek yok.” dedi. Elindeki mavi yeşil boncukları hırsla attı. Alıç ağacının ince İleride bir kadın mantisin üzerinde ısıttığı dallarından kurtulan boncuklar birer birer suyu; ateşten nasibini aldığı her hâlinden yere düştü. belli eğilip bükülmüş, eski kovaya doldurup, Anası kap kaçağı toplamış, renkli bir örtüçocuklarını yıkamaya hazırlanıyordu. Çıplak, nün içine koyup, örtüyü dört ucundan sıkıca yalın ayak, küçük oğlan anasının çağrılarına bağlayarak büyük bir çıkın hâline getirmişti. aldırmadan çadırın etrafında dört dönü- Kaynanasının delici bakışları altında; çaput yordu. Genç kızlar rengârenk ve kocaman kilimleri çırpıp tozlarından arındırdıktan sonçiçekli eteklerini bir o yana bir bu yana sal- ra itina ile katlıyor, sökülen çadırın paslı delıyor; az taranmış, bellerine kadar uzanan, mirlerinin yanında istifliyordu. Uçları açılmış siyah saçlarını kuzey rüzgârıyla savurarak, kırmızı yazmasını, ensesinin üzerinden geçiyetmişlik nenelerine nispet verircesine dans rerek başının tepesinde bir düğüm yaptı. Aynı ediyorlardı. diğer çıkınlar gibi sağlam ve kocaman… KaKader, yaşadığı çadırın babası tarafından der’in etrafta olmadığını anlayınca, oğluna sökülüp atılmasını daha fazla seyredemedi. seslendi: “Şu kızı alıp gelesin. Yine ağaçların tepesindedir.”
32