KÜLTÜR I SANAT
MEVLEVÎ SEMÂININ SEMBOLİK DEĞERİ VE ADABI Türkan Alvan-M.Hakan Alvan rapçada “işitme, dinleme, kulak verme” anlamına gelen semâ‘, ilahî hakikati gönüllere duyurmaktır. Zaten Mesnevî’nin ilk cümlesi “Bişnev”, yani “Dinle!”dir. Bir tasavvuf terimi olan semâ‘ “musiki nağmelerini dinlerken vecd-i ilahî ile kendinden geçip raks etmek” demektir. Mevlevî semâ’ına mukâbele-i şerîf denmesinin sebebi “Mümin, müminin aynasıdır.” hadîs-i şerîfine dayanır. Karşılık verme, yüz yüze olma (rû-be-rû), selamlaşma anlamına gelen mukabele; şeyhten yeni dervişe (nevniyâz) kadar herkesin birbiriyle ve her şeyin yaratıcısı Mümîn olan Allah’la selamlaşmasının ifadesidir: “Bizler hem aynayız, hem de aynada yansıyan güzelliğiz. Hepimiz, bekâ âleminin kadehinin sarhoşuyuz. Biz hem acıları, sıkıntıları def ederiz, hem şifayız. Biz hem âb-ı hayâtız, hem sakiyiz.” “Gönlümüzde dönüp duran bir sır var. Yaratılan her şey o sırra bağlıdır, felekte gökler bile o sırla iki büklüm döner durur. O sır yüzünden ne başın ayaktan ne ayağın baştan haberi var. Baş da ayak da o sırla başsız ayaksız dönüp duruyor.”1 Başlangıcı Hz. Âdem devrine kadar dayandırılan ve asr-ı saadette de rastlanan semâ;2 avamın, zahidin ve arifin semâı olarak üçe ayrılır. İmam Şâfiî ve ilk dönem mutasavvıfları semâın sadece avam için mekruh olduğunu beyan etmişlerdir.3 Cüneyd-i Bağdadî’ye göre yalnız, “nefsi mürde” ama “kalbi zinde” kişiler semâ edebilir.4 Semâ, hayatın, miracın ve ölümün iç içeliğini anlatan sembollerle dolu, eşsiz bir zikrullahtır. Tasavvuf edebiyatında ilahî nurun; varlıkta yaratılmışların özü ve en şereflisi olan insana intikalini ve insanın da insân-ı kâmil mertebesine yükselip Rabb’ine varış döngüsünü (nüzûl ve urûc) anlatan devriyye adlı şiirlerin uygula116 sayı 66 01 | 2021
sabah ülkesi
masıdır âdeta. Kâinatın bu döngüsünü (semâ) temsil eden meydân-ı şerîf (semâhâne), Cenab-ı Hakk’ın zatının nurunu temsil eden noktanın varlık âlemlerine ve insana yansımasının sembolüdür.5 Yani, semâhâne kâinattır. Meydandaki kırmızı makam postu, tecelli rengidir; ism-i Celâl olan Allah lafzının nurunu simgeler. Kırmızı postun üzerindeki şeyh efendi ise Hz. Mevlânâ’yı temsil eder. Şeyh esma ve sıfatların mazharı, hakîkat-i Muhammediyye’nin mümessilidir. Şeyhin sikkesini saran yeşil destârın kalbe doğru sarkan ucu (taylasan), akıl ve duygu arasındaki koordinasyonu ve birliği anlatır: “Semâ, göklere giden yoldur, göklere açılan bir kapıdır. Semâ can kuşuna kanattır, baştır. Fakat senin huzurunda yapılan semâ, Hz. Peygamber’in arkasında kılınan namaz gibi eşsizdir.”6 Semâ meydanını ikiye bölen ve post ile mutrıb arasındaki çizgi (hatt-ı istivâ), Hakk’a ulaştıran dosdoğru yolun (sırât-ı mustakîm) en kısa ve en güvenlisidir. Semâda hatt-ı istivâya sadece şeyh basar, çünkü hakikate varan en kolay yolu o bilir. Semâzenlerin posttan sağa doğru hareketi mutlak varlıktan insan oluşu (kavs-i nüzûl), hatt-ı istivânın sonundan posta sola doğru yürüyüşü ise insandan mutlak varlığa çıkışı (kavs-i urûc), yani seyr ü sülûktaki zilletten izzete doğru olan süfli-ulvi döngüyü anlatır. Semâhânenin sağ tarafı madde âlemine (âlem-i şuhûd/nasût) inişi (nüzûl); sol taraf ise mana âlemine (âlem-i misâl/gayb) yükselişi (‘urûc) simgeler. mutrıbân
kavs-i urûc
kavs-i nüzûl