DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
I
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ St.Clements University Türkiye Enformasyon Bürosu Yayınları 1.Baskı: ? 2015 ISBN: ? Copyright©MedyaPress
Bu kitabın Yabancı dillerdeki ve Türkçe yayın hakları Medya Press A.Ş. ‘ye aittir. Kitap, St. Clements University yayım listesindedir. Yayınevinden izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
mrk Baskı ve Tanıtım Hizmetleri-? Matbaa Sertifika No :14338 Matbaa Adresi :UzayçağCd.1254.Sok.No:2 Ostim/ANKARA Matbaa Tel :(312) 354 54 57
MedyaPress Basın Yayın Dağıtım Anonim Şirketi İzmir 1 Cad.33/31 Kızılay / ANKARA Tel: 444 16 59 Faks:(312) 4184599 www.pressgrup.com
Kitabın Orijinal Adı : Deneysel Varoluşçu Psikoloji Dizgi : Tülay BALCI Kapak Tasarımı : Pelin KARADAĞ ÖZTÜRK
II
III
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ İÇİNDEKİLER
BÖLÜM 1 DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ....................................................................1 VAROLUŞÇULUK NEDİR?.......................................................................................2 VAROLUŞSAL PSİKOLOJİ GELENEĞİ..................................................................3 DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİNİN TEMEL KONULARI......................3 DENEYSEL VAROLOŞÇU PSİKOLOJİ VE MODERN SOSYAL PSİKOLOJİ......4 KENDİMİZİN OLUŞTURDUĞU: HAPSOLMA VE ÖZGÜRLEŞME.................4 BÖLÜM 2 VAROLŞUŞSAL GERÇEKLER KÜLTÜREL SOSYAL HAYVAN TERÖR YÖNETİM KURAMI...................................................................................................5 Ölümsüzlük Konusunda İnsan Farkındalığı ve Kültür Devrimi.........................7 İnsanlaştırma: Biyolojik Varlıktan Kültürel Oluşuma İnanılmaz Yolculuk.......7 Terör Yönetim Teorisinin Özeti.................................................................................8 TERÖR YÖNETİM TEORİSİNİN AMPİRİK DEĞERLENDİRİLMESİ...............8 Kaygı Tampon Hipotezi.............................................................................................8 Ölüm Belirginliği Hipotezi........................................................................................8 Öz Saygı ve Ölüm Belirginliği...................................................................................8 Terör/Dehşet Yönetiminin Psikodinamikleri..........................................................8 GÜNCEL KONULAR, GELECEK İSTİKAMET......................................................9 Terör/ Dehşet Nerede?................................................................................................9 Yeniden Terör Yönetim Psikodinamikleri................................................................9 Terör Yönetimi ve Sosyal İlişkiler.............................................................................9 Terör Yönetimi ve Diğer Kuramlar.........................................................................10 Terör Yönetim Kuramı’nın Pratik Çıkarımları......................................................10 SONUÇ.......................................................................................................................10 BÖLÜM 3 TERÖR YÖNETİM MODELİ...................................................................................11 Ölüm Bilincine Karşı Psikolojik Savunmada Bilişsel Mekanizma Anlayışı.....12 TERÖR YÖNETİM KURAMINA BİLİŞSEL BİR BAKIŞ AÇISI..........................12 Terör Yönetim Kuramı ve Kültürel Dünya Görüşü Savunması Üzerine Araştırma....................................................................................................................12 IV
V
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Varoluşsal ve Bilişsel Perspektiflerin Entegre Olması .........................................12 Bilinçaltı Terör ve Sembolik Değer Arasındaki Ortaklık.....................................12
HAYVAN (ÇİRKİN OLAN ŞEY)............................................................................26
ÖLÜM DÜŞÜNCESİNE KARŞI ÇİFT SAVUNMA MEKANİZMASI...............13 Ölüm Düşüncesinin Tetiklenmesi...........................................................................13 Ölüm Düşüncesinin Bilinçdışı ve Üstü Kapalı Olarak Tetiklenlenmesi...........13 Kaygı Tamponları ve Ölüm Düşüncesiyle İlgili Analizler..................................13 Ölüm Düşüncesi Duyarlılığı....................................................................................14 Ölüm Bilinci Düşüncesine karşı Tepkiler: Proksimal Doğrudan Savunma.....14 Ölüm Belirginleştiğinde Öz Farkındalıktan Kaçınma.........................................14 Bilinçli Ölüm Düşüncesinin Bastırılması...............................................................15 Proksimal Savunma Olarak Zayıflığın Reddedilmesi.........................................15 Bilinçli Ölüm Düşüncesine Uyarlanabilir Proksimal Savunmalar....................16 Özet.............................................................................................................................16 Bilinçsiz Ölüm düşüncesine Tepkiler: Distal (Uzak) / Sembolik Savunmalar....16 Uzak (Distal) Savunmada Ölüm Erişilebilirliğinin Rolü....................................16 Uzak Savunmayı Açıklığa Kavuşturmak İçin Gecikme ve Oyalamanın Kullanılması..............................................................................................................17 Uzak Savunmada Bilinçdışı Ölümün Etkileri.......................................................17 Özet.............................................................................................................................17 Bilinçsiz Ölüm Düşüncesi Etkinleşmesinin Sembolik Değer Yapılarına Yayılması....................................................................................................................17 SONUÇ.......................................................................................................................18 BÖLÜM 4 VAROLUŞSAL ANLAMLAR, BELİRTİLER VE KİŞİSEL ÖLÜM KORKUSUNUN SONUÇLARI ÜZERİNE ÇOK YÖNLÜ BİR BAKIŞ AÇISI....19
GÜZELLİK .................................................................................................................27 ÖZ-NESNELEŞTİRMENİN ÖDÜLÜ VE FİYATI.................................................27 NEDEN KADIN?.......................................................................................................28 SONUÇ.......................................................................................................................28 BÖLÜM 6 KAYBOLAN VE GERİ DÖNÜLMEK İSTENEN CENNET.................................29 İnsan Doğa İlişkilerinin Motivasyon Verici Analizleri........................................30 İNSAN DOĞA İLİŞKİLERİNİN KISA BİR ÖZETİ...............................................30 GELİŞME KARŞISINDAKİ KORKU: İNSAN- DOĞA İLİŞKİLERİNE VAROLUŞSAL BAKIŞ AÇISI ..................................................................................31 AMPİRİK KANIT......................................................................................................31 Savunma Güdüsü ve Doğan Uzaklaşma...............................................................31 Gelişim Güdüsü ve Doğanın Kucaklanması.........................................................32 Büyüme ve Savunma Arasındaki Diyalekt............................................................32 ÖZET VE SONUÇLAR ............................................................................................32 BÖLÜM 7 ERGENLİKTE ALINAN RİSK................................................................................33
ÖLÜMÜN KORKUTUCU YANI NEDİR?.............................................................20
ERGENLİKTE RİSK ALMA....................................................................................34
KİŞİSEL ÖLÜM KORKUSU NASIL İFADE EDİLİR?..........................................21
RİSK ALMANIN İÇSEL ÖZELLİKLERİ: BİLİŞSEL, DUYUŞSAL VE GÜDÜSEL..................................................................................................................35 Risk Almanın Bilişsel Yönleri..................................................................................35 Risk Almanın Duyusal Yönleri................................................................................35 Risk almanın Güdüsel Yönleri, Algılanan Zarar ve Yararları.............................35 Öz Saygı ve Öz Yeterlik............................................................................................36 Risk Alma ve Ölüm Farkındalığı............................................................................37
ÖLÜM OLGUSU NASIL KAVRAMSALLAŞTIRILIR?.......................................23 Ölümün Formel Olarak Kavramsallaştırılması 23 Ölümün Enformel Kişisel Kavramları: Ölümün Kişiselleştirilmesi..................24 SONUÇ.......................................................................................................................24 BÖLÜM 5 GÜZELLİK İÇİNDEKİ HAYVAN KADININ NESNELLEŞTİRİLMESİ VE KINANMASINA VAROLUŞSAL BİR BAKIŞ AÇISI.............................................25 VAROLUŞSAL BİR YAPI: BEN HAYVAN DEĞİLİM!.........................................26 VI
DIŞ ETKİLER: SOSYAL ÇEVRE..............................................................................37 BÖLÜM 8 RASTLANTISAL SONUÇLAR VE DEĞERLİ YÜKÜMLÜLÜKLER................39
VII
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
VAROLUŞSAL İKİLEMLER VE ANLAM PARADOKSU...............................................39
TOPLUMSAL PSİKOLOJİDE ADALET ALGISI..........................................................54 ÖLÜM BELİRGİNLİĞİ VE ADALET ALGISI...............................................................54
ANLAŞILIRLIK OLARAK ANLAM: EKSTREM (AŞIRILIK) DURUMLARI ANLAMLANDIRMA....................................................................................................... ...40
BELİRSİZLİK BELİRGİNLİĞİ VE ADALET ALGISI...................................................55
SİMGESEL OLARAK ANLAM: DEĞER YARATMAK...................................................41
ÖLÜM VE BELİRSİZLİK BELİRGİNLİĞİ......................................................................56
ANLAM VE DUYGU HAKKINDA BAZI DÜŞÜNCELER............................................42
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME.....................................................................................57
BÖLÜM 9 DİN.........................................................................................................................................43 Öz Psikolojik İşlevler............................................................................................................44
BÖLÜM 12 ÇABA, KİMLİK VE ANLAM...........................................................................................59
İNSAN İHTİYAÇLARININ ORTAYA KOYDUĞU SORULARA DİNİ CEVAPLAR..................................................................................................................44 Psikolojik İhtiyaçlar...............................................................................................................44 Aitlik ve Sevgi İhtiyaçları.....................................................................................................45 Saygı İhtiyaçları.....................................................................................................................46 Bilişsel İhtiyaçlar: Bilme ve Anlama Arzusu.....................................................................47
İNSANIN KENDİSİ OLMASI İÇİN AŞIRIYA KAÇMASI...........................................59 IC STRATEJİSİ 1: KİŞİSEL BÜTÜNLEŞME...................................................................60 IC STRATEJİSİ 2: KENDİLİK DEĞERİ...........................................................................61 IC STRATEJİSİ 3: GRUP KİMLİĞİ..................................................................................62
KENDİNİ AŞMA ÇAĞRISI OLARAK DİN......................................................................47
IC STRATEJİSİ 4: KANI VE AŞIRILIK...........................................................................63
BÖLÜM 10 AHLAKLI KİŞİ ARAYIŞI, GERÇEKTEN İYİ OLMAK İÇİN KÖTÜ HİSSETMEK Mİ ZORUNDASINIZ?...........49
YAKIN KİŞİSEL İLİŞKİLER: BİRLEŞİK IC STRATEJİSİ..............................................64
UTANÇ VE SUÇLULUK: PİŞMANLIĞIN FAZLASI DAHA İYİ DEĞİLDİR!............50 UTANÇ VE SUÇLULUK DUYGULARI BİZİ DÜZGÜN VE DİKKATLİ YAPAR MI?............................................................................................................................51 İYİ OLMAK İÇİN KÖTÜ HİSSETMEK ZORUNDA OLMADIĞINIZ BİRÇOK KANIT................................................................................................................................. ...51 ACI ÇEKMEK NİÇİN AHLAKİ ÜSTÜNLÜĞE YOL AÇMAZ?....................................51
ÖZET VE DEĞERLENDİRME.........................................................................................64 IC, KÜLTÜR, ROMANTİK İLİŞKİ, SEVGİ VE DİN.....................................................65 SON YORUMLAR.............................................................................................................66 BÖLÜM 13 GEÇMİŞE ÖZLEM.............................................................................................................67 KAVRAMSAL SORUNLAR VE VAROLUŞSAL İŞLEVLER.......................................67
BÖLÜM 11 ADALET SOSYAL PSİKOLOJİSİNE VAROLUŞSAL BİR YAKLAŞIM.........................53
GEÇMİŞE ÖZLEM / NOSTALJİ KONUSUNDA TARİHİ VE ÇAĞDAŞ KAVRAMSALLAŞTIRMA...............................................................................................68 Tarihsel Kavramlar............................................................................................................68 Tıbbi Hastalık Olarak Nostalji (Hasret)..........................................................................68 Psikiyatrik Olarak Hasret Çekmek (Nostalgia).............................................................68 Vatan Hasretinden Ayrı Olarak Geçmişe Özlem (Nostalgia).....................................68 Pozitif bir duygu olarak Geçmişe Özlem/ Nostalgia...................................................69 Özlemin Varoluşsal İşlevi.................................................................................................69
ADALETLİ VE ADALETSİZ OLAYLARA TEPKİLERDE ÖLÜM BELİRGİNLİĞİNİN ETKİSİ.....................................................................................................................................53
ÖZLEM DUYGUSU: YAPISI VE İŞLEVLERİ................................................................69 Duygu Yapısı......................................................................................................................69
VIII
IX
DUYGU YOĞUNLUĞUNDAN BAŞKA...........................................................................52 ÖZET VE SONUÇLAR ........................................................................................................52
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Özlem Bir Duygu mudur?........................................................................................69 Özlem Sahibi Kimdir?...............................................................................................69 Özlem Benlikle İlgili Bir Duygu mu? 70 Özlem Duygusu Olumlu mu Olumsuz mu Yoksa Hem Acı Hem Tatlı mı?....70 Geçmişe Özlem Kirlenmeyi ya da Arınmayı Yansıtır mı?..................................70 Geçmişe Özlem Anımsama ve Otobiyografik Hafızadan Farklı mıdır?...........71 Geçmişe Özlem Duygusunu Tetikleyen Şey Nedir?............................................71 Geçmişe Özlemin Psikolojik İşlevleri.....................................................................71 Varoluşsal İşlev 1: Geçmişe Özlem Kimliği Sağlamlaştırıp Geliştirir...............72 Varoluşsal İşlev 2: Geçmişe Özlem Anlam Duygusunu Düzenler ve Sürdürür...............................................................................................72 Varoluşsal İşlev 3: Geçmişe Özlem Sosyal Bağlantıları Destekler ve Canlandırır.................................................................................................................72 Özet.............................................................................................................................72 Süreksizlik Hipotezi..................................................................................................73
KÜLTÜREL ANLAM, ÖZ SAYGI VE KÜLTÜREL ANKSİYETE TAMPONUNUN YENİLENMESİ...........................................................................81
KAPSAM OLARAK GEÇMİŞE ÖZLEM: GELECEK DEĞERLENDİRMELER...........................................................................................74 BÖLÜM 14 VAROLUŞSAL ANLAMLAR VE KÜLTÜREL MODELLER..............................75 BELİRSİZLİĞE KARŞILIK AMERİKAN VE HİNTLİ ETKİLEŞİMİ..................75 KİŞİSEL KONTROLÜN ALGILANMASI..............................................................76 Açık Genel İnançlar...................................................................................................76 Kapalı Bağlamsal Beklentiler...................................................................................76 Kültür ve Kişisel Kontrol Araştırmasının Sonucu................................................77 DOĞAÜSTÜ KONTROLÜN ALGILANMASI.....................................................77 AÇIK İNANÇLARLA İLGİLİ ÇALIŞMALAR......................................................78 KAPALI BEKLENTİLERLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR............................................78 Riskle Başa Çıkma Yolları.........................................................................................78 Önemli Bir Test: Sigorta ve Duygusal Değer.........................................................79 TALİHSİZLİKLERİ AÇIKLAMA YOLLARI.........................................................79 KADERE TEŞVİK EDENLER İÇİN TALİHSİZLİĞİN TAHMİN EDİLMESİNE YÖNELİK ÖNYARGILARI............................................................80 BÖLÜM 15 KÜLTÜREL TRAVMA VE YENİLENME..............................................................81 X
İNSANDAKİ DOĞAL DEHŞET/TERÖRE KARŞI PSİKOLOJİK BİR SAVUNMA OLARAK KÜLTÜR: KÜLTÜREL KAYGI TAMPONU..................82 KÜLTÜREL TRAVMA VE YERLİ HALK..............................................................82 Alaska’daki Kültürel Travma...................................................................................83 Havai’deki Kültürel Travma....................................................................................83 Avusturalyalı Aborjinlerin Kültürel Travması.....................................................84 KÜLTÜREL YENİLENME VE KÜLTÜREL KAYGI TAMPONUNUN YENİDEN OLUŞTURULMASI...............................................................................85 Havaililerin Yeniden Doğuşu..................................................................................85 Alaska’da Kültürel İyileşme.....................................................................................86 Aborjin Avustralya’sında Kültürel İyileşme..........................................................86 Kültürel İyileşme ve İki Kültürlü Adaptasyon.....................................................87 TARTIŞMA VE ÇIKARIMLAR................................................................................87 SONUÇ.......................................................................................................................88 BÖLÜM 16 TERÖRÜN EPİSTEMİK SONUÇLARI...................................................................89 VAROLUŞSAL TEHDİTLER VE AÇIKLIK-KAPALILIK ARAYIŞI...................89 VAROLUŞSAL SORUNLAR VE BUNLARIN SOSYAL DAVRANIŞ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ...............................................................................................90 EPİSTEMİK TEORİ....................................................................................................91 TEORİK BİRLEŞME..................................................................................................92 SPESİFİK OLMAYAN KAPALILIK İHTİYACINDA ÖLÜM BELİRGİNLİĞİNİN ETKİLERİ................................................................................93 Kapalılık İhtiyacı ve Ölüm Belirginliği Etkileri arasındaki Benzerlikler..........93 Ölüm Belirginliği ve Kapalılığın Özgünlüğü........................................................94 Kapalılık ihtiyacında ve Ölümle İlgili Cevaplarda Bireysel Farklılıklar ..........95 Ölümle Açık Yüzleşmeyle ilgili Cevaplar ve Kapalılık İhtiyacı.........................95 Ölüm Hatırlatıcılarına Verilen Sosyal Psikolojik Tepkiler ve Kapalılık İhtiyacı.......................................................................................................95 SONUÇ........................................................................................................................96 XI
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
BÖLÜM 17 İDEOLOJİK HAYVAN..............................................................................................97
İLİŞKİSEL SAVUNMALARIN ETKİNLEŞMESİNDE BİREYSEL FARKLILIKLAR......................................................................................................114
İDEOLOJİK HAYVAN KURAMLARI....................................................................97 Frankfurt Okulu.........................................................................................................98 Bilişsel Uyumsuzluk Kuramı...................................................................................98 Adil Dünya Kuramı...................................................................................................99 Terör Yönetim Kuramı..............................................................................................99 Sistem Gerekçelendirme Teorisi..............................................................................99
SONUÇ.....................................................................................................................116
TERÖR YÖNETİMİ VE SİSTEM GEREKÇELENDİRME: BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR.................................................................100
SOSYAL KİMLİĞİN VAROLUŞSAL DEĞERİNİ SINAMAK...........................121
SİSTEM GEREKÇELENDİRME İDEOLOJİSİNİN VAKA İNCELEMESİ: SİYASİ MUHAFAZAKÂRLIĞIN EPİSTEMİK VE VAROLUŞSAL TEMELLERİ.............................................................................................................101 MUHAFAZAKÂR İDEOLOJİLERLE GİDERİLEN BAZI EPİSTEMİK VE VAROLUŞSAL İHTİYAÇLAR NEDEN İYİDİR?................................................101 MUHAFAZAKÂR İDEOLOJİK SABİT DÜŞÜNCEYE KARŞI LİBERAL KİMSENİN PSİKOLOJİK ÖNCÜLLERİ ARASINDAKİ AYIRT EDİCİLİĞE İTİRAZI............................................................................................ ........................102 UÇ HİPOTEZLERE KARŞI EŞLEŞTİRME HİPOTEZİYLE İLGİLİ DOĞRUDAN ÇALIŞMALAR................................................................................102 DENEYSEL BİR ÇALIŞMA....................................................................................103 SONUÇ.....................................................................................................................104 BÖLÜM 18 ÖLÜM TERÖRÜ VE SEVGİ ARAYIŞI..................................................................105
BÖLÜM 19 SOSYAL KİMLİK ARACILIĞIYLA KENDİNİ AŞMAK....................................117 SOSYAL KİMLİK VE AŞKINLIK..........................................................................118
DEĞERLENDİRME.................................................................................................123 SOSYAL KİMLİK, ÖZ-SAYGI VE KÜLTÜREL DÜNYA GÖRÜŞLERİ...........125 SONUÇ.....................................................................................................................126 BÖLÜM 20 AHLAKİ GELİŞİM VE BİZİ AZİZLERE VE ŞEYTANLARA BAĞLAYAN DUYGULAR.....................................................................................127 AHLAKİ GELİŞİM..................................................................................................128 NEDEN AHLAKİ GELİŞİM?.................................................................................129 SEZGİSEL TEOLOG................................................................................................130 TERÖR YÖNETİM KURAMI................................................................................130 SOSYAL BİLİŞİN BOYUTLARI: HİYERARŞİSİ, DAYANIŞMA VE TEOLOJİ...................................................................................................................130
YAKIN İLİŞKİLERE VAROLUŞSAL BİR BAKIŞ AÇISI....................................105
BİZİ AZİZLER VE ŞEYTANLAR HAKKINDA BİLGİLENDİREN DUYGULAR............................................................................................................131
YAKIN İLİŞKİLERİN TERÖR YÖNETİM İŞLEVİ..............................................106
AHLAKIN VAROLUŞ PSİKOLOJİSİNE İLİŞKİN GELECEĞİ.........................132
ÖLÜM BELİRGİNLİĞİNİN İLİŞKİSEL ETKİLERİ............................................109
BÖLÜM 21 TOPLUM DIŞINA İTİLME VEYA DIŞLANMA (OSTRACISM)......................133
YAKIN İLİŞKİLERİN KAYGI TAMPONU ETKİLERİ .......................................110 YAKIN İLİŞKİLER VE DİĞER TERÖR YÖNETİM MEKANİZMLARI ARASINDAKİ ARAYÜZLER................................................................................112 XII
ÖLÜM ÜZERİNE BİR METAFOR........................................................................133 DIŞLANMA NEDİR?..............................................................................................134 XIII
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DIŞLANMA KORKUSU MODELİ.......................................................................136 Tehdit Altındaki İhtiyaçlar.....................................................................................136 Aitlik .........................................................................................................................136 Öz Saygı....................................................................................................................136 Anlam Varlığı...........................................................................................................137 Dışlanmaya Olan Tepkiler......................................................................................137
Anne ve Bebek.........................................................................................................155 İlk Duygusal Karşılaşma........................................................................................155 Kaç Adet Duyusal Boyut?......................................................................................156 Güdü Hallerinin Bastırılmaması...........................................................................157 Diğerleri için Hazırlık: Kısa Süreli ve Uzun Süreli............................................157 Kısa Süreli.................................................................................................................157 Uzun Süreli...............................................................................................................157
DIŞLANMA VE TEHDİT ALTINDAKİ İHTİYAÇLAR ÜZERİNE ARAŞTIRMA...........................................................................................................137 Kapsayıcı Statüleri Geliştirme...............................................................................137 Kontrol Hakkını Savunma ve İlgi İsteği..............................................................138 Deneysel Araştırmalardan Ortaya Çıkan Diğer Bulgular.................................139 DIŞLANMA VE SOSYAL ÖLÜM.........................................................................140 Terör Yönetim Kuramı............................................................................................140 Dışlanma ve Kültürel Dünya Görüşü...................................................................140 Önyargı......................................................................................................................140 Sosyal Uzlaşılar........................................................................................................140 İç Grup Üyeler Tarafından Reddedilme...............................................................141 Benlik Saygısı............................................................................................................141 Gelecek Araştırmalar..............................................................................................142 SONUÇ.....................................................................................................................142
UZUN VADEDE HAZIRLIK İÇİN KLASİK ÖRNEKLER................................158 Çay Merasimi ve Akşam Yemeği..........................................................................158 Beden ve Görünüş...................................................................................................158 Uzun süreli Hazırlık...............................................................................................159 Vücut Ağırlığı ve Kafe- Bar Karşılaşması............................................................160 ETKİLEŞİMDE BELLEZZA KÜLTÜRÜNÜN BOZULMASI............................161 Pozlama (Maruz Kalma) Exposure.......................................................................161 Kişisel İhtiyaçlar.......................................................................................................162 Kaygı..........................................................................................................................162 Başarı Kaygıları........................................................................................................162 BÖLÜM 24 ŞUAN BURADA OLMAK, İNSAN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN BİLİNÇ GEREKLİ MİDİR?...................................................................................................163
BÖLÜM 22 I- SHARING (BEN PAYLAŞIMI) VAROLUŞSAL İZOLASYON SORUNLARI VE KİŞİLERARASI VE GRUPLAR ARASI ÇIKARIMLAR..............................143
VAROLUŞSAL DÜŞÜNCEDE BİLİNÇLİLİK VE BİLİNÇSİZLİK...................164
İKİ YÖNLÜ BENLİK...............................................................................................145 Ben Paylaşımı (I- Shraing)......................................................................................145 Varoluşsal İzolasyon, Ben Paylaşımı ve Onaylanma İhtiyacı...........................146 Varoluşsal Yalıtım, Ben Paylaşımı ve Bağlanma Duyguları..............................147 Özet...........................................................................................................................148
GEREKLİ İNSAN KARAKTERİNDE SEÇİM KARŞILIĞINDA MANTIK...................................................................................................................167
BEN PAYLAŞIMI VE SEVME: OLGUNUN KURULMASI...............................148 Çalışmalar: 1-3 İlk İzlenimler.................................................................................149
BİLİNÇLİ SEÇİM GÜNLÜK HAYAT İÇİN GEREKLİ DEĞİLDİR..................166
BEN SEÇERİM ÖYLESE VARIM..........................................................................168 İRADE HİSSİNE GÜVENMEYİN.........................................................................168 ÖYLEYSE İNSAN OLMAK NEDİR?....................................................................169
DEĞERLENDİRME.................................................................................................151
ŞU AN BURADA OLMAK.....................................................................................169
BÖLÜM 23 KİŞİLERARASI İLİŞKİLERDE BELLEZZA.........................................................153 GİRİŞ: SOSYAL DEĞİŞİMDE ORTAYA ÇIKAN DAYANIŞMA.......................153
SONUÇLAR.............................................................................................................170
KİŞİLERARASI DAYANIŞMA (BELLEZZA)......................................................154
BÖLÜM 25 BENLİK KAYNAKLARININ TÜKENMESİ, ÖZ-KONTROL VE SEÇİM.................................................................................................................171
XIV
XV
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DOĞA, KÜLTÜR VE UYGULAYICI İŞLEV........................................................172
Kierkegaard..............................................................................................................191 Heidegger.................................................................................................................191 Özellikler...................................................................................................................192
SINIRLI KAYNAK KARŞISINDA ÖZ-DÜZENLEYİCİ KAPASİTE................174 KAYNAK MODELİN TESTLERİ..........................................................................175 AKTİF SEÇİMLER DÜZENLEYİCİ KAYNAKLARI KULLANIR...................176 AZALMA DAHA ZAYIF ENTELEKTÜEL PERFORMANSA NEDEN OLUR........................................................................................................177
GERÇEK HAYATTA ÖLÜMLE YÜZLEŞMENİN ETKİLERİ...........................192 Düşük Ölüm Korkusu............................................................................................193 Öz Değerler Lehine olan Kültürel Değerlerin Değiştirilmesi...........................193 Hayata Çok Fazla Kapılmak..................................................................................194 ARTETKİLER GERÇEK MİDİR?..........................................................................194
ÖZ OLUMLAMA KAYNAĞI YENİDEN OLUŞTURUYOR OLABİLİR ........178
BOZULAN VARSAYIMLARIN ROLÜ................................................................194
ÖZNEL ZAMAN DENEYİMİ ÖZ-DÜZENLEME İLE DEĞİŞTİRİLİR..........179
GİTMESİNE İZİN VERMEN KARŞILIĞINDA KENDİNE GELMEN............195
SONUÇ......................................................................................................................180
TEORİK SENTEZLER.............................................................................................195
BÖLÜM 26 İRADENİN İŞLEYİŞİ, İŞLEVSEL BİR YAKLAŞIM ...........................................181
DENEYSEL KANIT.................................................................................................196 Çevrimiçi Alt-üst İşleyiş.........................................................................................196 Kültürel Hedeflerden Kişisel Hedeflere Geçiş Yapmak....................................197
İRADENİN SAVUNULMASI................................................................................182 İRADEYE İŞLEVSEL BİR YAKLAŞIM.................................................................183 KİŞİLİK SİSTEMLERİ ETKİLEŞİM KURAMI.....................................................184 ÖZ- KONTROL........................................................................................................184 ÖZ-BAKIM (SELF-MAINTENANCE)
185
İRADE SİSTEMLERİ ARASINDA ETKİLEŞİMLER: DUYGUNUN ARABULUCU ROLÜ.............................................................................................186 İRADEYLE İLGİLİ DUYGU DÜZENLEMESİ....................................................187 SONUÇLAR VE GELECEK YÖNELİMLER.......................................................188 BÖLÜM 27 FARKINDALIK (UYANIŞ) ALARMI...................................................................189 GERÇEK YAŞAMA ÇAĞRI OLARAK ÖLÜM BİLGİSİ....................................189
SAVUNMAYA KARŞI UYANIŞ............................................................................197 ÖZET VE SONUÇLAR...........................................................................................198 BÖLÜM 28 OTONOMİ YANILSAMA DEĞİLDİR.................................................................199 Öz-Belirleme (Otonomi) Kuramı ve Otantiklik, Farkındalık ve İrade Alanındaki Ampirik Çalışma................................................................................200 VAROLUŞSAL-OLGUSAL DÜŞÜNCELERİN SDT İLE İLİŞKİLERİ.............201 KLİNİK PERSPEKTİNE GÖRE BENLİK: “GERÇEK BENLİĞİN” DOĞASI....................................................................................................................201 OLGUSAL ANALİZLERDEN AMPİRİK ANALİZLERE NEDENSELLİĞİN ALGILANMIŞ KONUMU.....................................................................................203 Nedenselliğin Algılanmış Konumu ve Davranışsal Düzenleme.....................204 Öz-belirleme Kuramının Otonomi Süreci............................................................204
VAROLUŞÇULUK: NE YAPMALIYIM VE NİÇİN BUNU YAPMALIYIM?..........................................................................................190
HETERONOMİ KARŞISINDA OTONOMİNiN DAVRANIŞ, PERFORMANS VE REFAH ÜZERİNDEKİ ETKİSİ........................................................................204 İçsel Motivasyon......................................................................................................205 Performans ve Yaratıcılık.......................................................................................205
XVI
XVII
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
İlişkilerin Kalitesi.....................................................................................................205 Mutluluk, Refah.......................................................................................................206
SONUÇ.....................................................................................................................220
ORTAMIN ÖNEMİNE DAİR DAHA FAZLA KANIT: SOSYAL OTONOMİ PSİKOLOJİSİ.......................................................................................206 PSİKOLOGLAR OTONOMİYE SALDIRIYOR: OTONOMİ BİR YANILSAMA MI?...................................................................................................207 Bandura ve Skinner: Çevreden Bağımsız Olarak Otonomi..............................207 Otonominin Beyne İhtiyacı Var mıdır?................................................................208 Herhangi Bir Problemin Analizinde Geçerli Düzey..........................................208 BİLİNÇSİZ DETERMİNASYON...........................................................................209 Yanlış Nedensellik...................................................................................................210 OTONOMİ ANTİ-NATÜRALİST DEĞİLDİR: BENLİĞİN GELİŞMİŞ YAPISININ DEĞERLENDİRMESİ........................................................................210
BÖLÜM 30 ŞUAN VE GELECEKTE VAROLUŞSAL VE DENEYSEL PSİKOLOJİ..........................................................................................221 VAROLUŞÇULUK VE DENEYSELCİLİK BİRLİKTELİĞİ................................222 DENEYSEL PSİKOLOJİNİN VAROLUŞSAL PSİKOLOJİDEN KAZANDIĞI ŞEYLER............................................................................................223 VAROLUŞSAL PSİKOLOJİNİN DENEYSEL PSİKOLOJİDEN KAZANDIĞI ŞEYLER............................................................................................224 ÖZET VE SONUÇLAR...........................................................................................225
ÇAPRAZ KÜLTÜR KAVRAMI OLARAK OTONOMİ.....................................211 DUYARLILIK, FARKINDALIK VE ÖRTÜŞME SÜREÇLERİNDE OTONOMİ ...............................................................................................................211 SONUÇ: İYİ HABER, ÇOK SAYIDA YANILSAMA VARDIR..........................212 BÖLÜM 29 YABANCILAŞMA VE OTONTİK OLMA HEDEF ODAKLI BİR YAKLAŞIM.......................................................................................................213 OLMAK YA DA OLMAMAK: İŞTE BÜTÜN MESELE BU..............................214 Katatoni.....................................................................................................................215 Kaçınma....................................................................................................................215 Takıntı........................................................................................................................216 YABANCILAŞMA VE OTONTİK VAR OLMA .................................................216 Niçin Motivasyon ve Öz-uyum Yapısı.................................................................217 “Motivasyon” ve İçsel- Dışsal İçerik Ayrımı.......................................................217 VAROLMANIN DİNAMİKLERİ..........................................................................218 Organizmal Değerlendirme Süreçleri..................................................................218 Varoluş Ters Yöne Gittiğinde ................................................................................219 Sosyal Modelleme....................................................................................................219 İlişki Kalitesi.............................................................................................................220
XVIII
XIX
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
ÖNSÖZ Deneysel varoluşsal psikoloji, psikologları insanların en temel varoluşsal kaygılarıyla nasıl başa çıktığıyla ilgili çalışmalarda titiz ampirik yöntemleri kullanmaya davet eder. Deneysel psikoloji açısından bakıldığında, varoluşsal düşünce telkini varoluşsal paradigmaların yeni uygulamalarını teşvik eder ve varoluşsal konuların incelenmesinde yeni deneysel etkilerin gelişmesini sağlar. Ayrıca deneysel- varoluşsal görünüm ampirik çalışmaların çoklu alanları arasında kuramsal bir bütünleşmeyi teşvik eder. Varoluşsal psikoloji açısından bakıldığına deneysel yöntem varoluşsal konuların tartışılmasında sıradan insanların önemini kabul etmektedir. Buna ek olarak deneysel yöntem, varoluşçuları düşüncelerini formüle etmesi için zorlar ve soyut varoluşsal düşünceleri günlük hayattaki somut etkilere dönüştürmeye yardımcı olur. Son olarak deneysel yöntem, varoluşsal psikolojinin karşıt-sav ve karşıt düşünceyle ilgili kuramlar geliştirmesine izin verir. Son yıllarda, deneysel- varoluşsal yaklaşımlar psikolojide önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Mevcut kitabımızdaki belgeler gibi araştırmacılar varoluşsal konuları incelemek için güçlü yeni yöntemler yaratmışlardır. Bu yeni yöntemler önemli anlayışları oluşturmuş ve deneysel varoluşsal psikolojyi bilimsel aktivitenin önemli bir merkezi haline getirmiştir. Deneysel Varoluşsal psikoloji bu anlamda muazzam gelişmeler ve başarılar elde etmiştir. Tecrübeli gözlemciler deneysel varoluşsal psikolojiniin uzun süreli etkilerini merak edebilirler. Yaklaşık 20 yıl önce, deneysel psikolojiyle varoluşsal psikolojinin güçlerini birleştireceğini çok az insan öngörebilirdi. Deneysel Varoluşsal Psikoloji kitamızın açıklığa kavuşturduğu gibi, o zamandan beri çok şey değişti. Deneysel Varoluşsal Psikoloji, insanların en derin varoluşsal kaygılarını araştırmak için deneysel psikolojinin titiz yöntemlerini kullanan enerjik bilimsel bir disiplin haline gelmiştir. Deneysel varoluşsal yaklaşımların gelişim başarısıyla, varoluşsal düşünce ve deneysel psikoloji gibi iki alanın birleşecek kadar bir zamanın geçtiği görülmektedir.
XX
XXI
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Ben bir hiçtim; silinmeyen bir saydamlıktım. Jean Paul Sartre
XXII
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
BÖLÜM 1 DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
1
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Bilimsel psikoloji tarihinde deneysel ve varoluşçu psikolojinin yan yana olabileceği muhtemelen hiç düşünülmedi. Deneysel psikologlar, insan davranışının en temel yapı taşlarını keşfetme niyetiyle temel fenomenlere ilişkin titiz araştırma yöntemleri uyguladılar. Varoluşçu psikologlar ise; hayatın anlamı ve varoluşun doğasıyla ilgili çok soyut meselelerle insanın yüzleşmesi durumu üzerine yoğunlaştılar. Esas itibarıyla deneyselcilik de varoluşçuluk da ancak bir diğerinin sonuçlandırmaya çalıştığı temel anlamsızlığı gösterdiğinde birbirinin varlığını kabullenmişlerdir. Alanının öncüsü, varoluşçu psikoterapist Irvin Yalom’ın çalışması deneysel varoluşçu psikolojiyi geliştirme girişimlerimiz için büyük bir ilham kaynağı olma görevi üstlenmiştir.
Varoşçuluk, Batı’nın Homeros, Platon, Sokrates ve Seneca gibi büyük düşünürlerin; Augistine ve Aquinas gibi ilahiyatçıların; Cervantes, Dante, Milton, Shakespeare ve Swift, Balzac, Dostoyevsky, Hugo ve Tolstoy gibi yazarların; Byron, Shellt ve Keats gibi sanatçıların; Bethoven, Bhrams, Bruckner ve Tchaikovsky gibi müzisyenlerin; Beckett, O’Neill ve Ionesco gibi tiyatro oyunu yazarlarının; Mahler ve Cage gibi klasik müzik icracılarının; John Lennon ve The Doors gibi rock müzik gruplarının; Dali, Ernst Tanguy gibi ressamların çeşitli çalışmaları ve eserlerinde görülmektedir. Decartes, Kant ve Hegel düşüncesinde kurulan ve Kierkegaard, Nietzsche, Heidegger, Sarte, Proust, Camus, Jaspers, Unamuno, Ortega y Gasset, Buber, Tillich gibi düşünürlerin yazılarıyla gelişen Varoluşçuluk Felsefesi Okulu’nda varoluşla ilgili konular açıklanıyordu.
İhtiyaçların, isteklerin ve duyguların etkisi; kavramların sosyal psikolojik söylemlerden oldukça hızlı bir biçimde uzaklaşmasına sebep olacak gibiydi ve insanların hayattaki büyük sorunlarla gerçekten nasıl başa çıkacağı düşüncesi neredeyse hiç oluşmamıştı. Yalom gibi biz de inancımızı yitirmiştik, bu ise daha temel ve önemli bir şeyin sosyal psikolojik düşüncede eksik olduğu hissine kapılmamıza yol açtı. İlişsel analizlerin önemli, bilgilendirici olmadığını ya da gereksiz olduğunu söylemiyoruz. İnsanın psikolojik ve kimyasal temellere sahip olmasının yanı sıra, ortaya koyduğu tüm faaliyetler bilişseldir; ancak sosyal bilişselci uzmanların insan davranışlarını sadece bilgi süreçleri analiziyle açıklama girişimleri, davranışçıların insan aktivitelerinde yüksek bilişsel seviyenin önemini inkâr etme eğilimleri kadar sağgörüsüz bir temele dayanıyordu. İnsan bilmecesinin önemli parçaları, “İnsanlar bir şeyleri neden yapar?” sorusuna cevap niteliği taşıyan psikolojik açıklamaların dışında kalıyordu. İç bilişsel süreçler, doğrudan gözlemlenemediği için davranış bilimcilerin bu süreçleri reddetmesi gibi, diğer birçok deneysel psikolog da -deneysel araştırma alanının ötesinde bulunduğu gerekçesiyle- varoluşsal konuların etkisini görmezden geliyor gibiydi. Sonraki yıllar içinde bilişsel yaklaşımın içeriğindeki bu eksiklik, hemen hemen tüm psikoloji alanlarında, kuramcılar tarafından kabul edilmiştir. Psikoloji konulu dergilerin içeriği ise son yirmi yılda ve bu doğrultuda kökten değişime uğramıştır. 1970’li yılların ortalarından 1980’li yılların sonlarına dek sosyal psikoloji alanına hükmeden etkin sosyal bilişsel paradigmada birçok değişiklik meydana geldi. Bilişsel psikoloji, her alandan pek çok psikoloğa zihnin işleyişi üzerine düşünme olanağı sağladı. Dahası, zihinsel yöntemleri dolaylı olarak gözlemlemek ve değerlendirmek için geniş yelpazeli yeni araştırma yöntemleri ve teknolojilere yöneldi. Zihinsel gözlemlenebilir nitelikte olmamaları dolayısıyla bilimsel açıdan incelenmesine imkan tanımayan eski davranışsal doktrin, bilişsel araştırma laboratuarlarından çıkan ilerlemeler doğrultusunda paramparça olma noktasına ulaştı. İnsan davranışları için yapılan bilişsel açıklamalar, kuramcıların klasik psikolojik kuramlara yönelmesine vesile oldu ve bu sayede Kendilik Teorileri gelişti, modern psikolojik kuramlar ve araştırma yöntemlerinde varoluşsal konulara doğru büyük bir yönelme hâli baş gösterdi. Ortaya çıkan bu yönelme, Amsterdam’da, 2011 Ağustos ayında Deneysel Varoluşsal Psikoloji Üzerine Birinci Uluslararası Konferansı’nın yapılmasına yol açtı.
VAROLUŞÇULUK NEDİR? Filozof William Barret (1959, s. 126) varoluşçuluğu şöyle tanımlar: “Varoluşçuluk, insanın var olmasındaki temel koşulların ne olduğunu ve insanın bu koşullar dışında kendini nasıl anlamlandırdığını sormak için bütünüyle insanı kendi durumuyla yüzleştiren bir felsefedir.” 2
Farklı bakış açıları ve bazen de farklı sonuçlardan kaynaklı varoluşsal yaklaşımlara rağmen tüm bu düşünürler, insan olmanın ne demek olduğu; etrafımızı saran fiziksel ve metafiziksel dünyaya nasıl bağlı olduğumuz ve hayat ile ölüm gerçekliğine verilen anlamı nasıl bulabileceğimiz gibi konuların üzerine eğildiler. Böylece varoluşsal sorunlar, sadece filozofların ve entelektüellerin derin düşünceleri için bir malzeme olarak kullanılmakla kalmadı, aynı zamanda hayatlarımızda da çok büyük etki alanına sahip oldu.
VAROLUŞSAL PSİKOLOJİ GELENEĞİ Psikoloji alanındaki Varoluşçu hareket, ilk başlarda Ortodoks Freudian teorisine tepki olarak ortaya çıkmaya başladı. Çocukta öz benliğin gelişiminde ve yaşam süresince bu güçlerin süregelen etkisinde yaşam ve ölümün oynadığı rol konulu teorisiyle Otto Rank, varoloşçuluk kavramını; insan davranışının geniş teorik kavramına dâhil eden belki de ilk kuramcıydı. Nitekim Rank’ın çalışması daha sonraki varoluşsal psikolojik çalışmanın bulunmasına yarayacak birçok konuyu da içeriğinde barındırmaktaydı. Benzer varoluşçu eğilimler; Karen Horney, Carl Roger, Abraham Maslow, Ernest Becker, Robert Jay Lifton ve Irvin Yalom’un çalışmalarında da görülebilmektedir.Varoluşsal psikoterapi metninde Irvin Yalom (1980), varoluş temelli yüzleşme üzerine odaklanarak varoluşsal düşünceyi tanımladı. İnsanın önemli çatışmalarının güdüsel sonuçlarını araştırdı; ama varoluşsallığı ilgilendiren temel çatışmaların Freud tarafından vurgulanan çatışmalardan da farklı olduğunu savundu. Diğer bir deyişle; varoluşsal psikoloji, sıradan insanların uğraşmak zorunda kaldığı hayatın temel gerçekleriyle nasıl uyum içinde olacağını açıklamaya çalışmaktadır.
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİNİN TEMEL KONULARI Yalom’un değindiği dört temel varoluşsal kaygının bir ya da daha fazlası bu kitaptaki bölümlerin neredeyse tüm yazarları tarafından farklı yollarla ele alınmaktadır. Yalom ise, bu dört kaygının hiçbir suretle kapsamlı bir liste oluşturmadığını; daha doğrusu ek olarak birçok çeşitli varoluşsal kaygının yeni dalga akımı deneysel varoluşçu psikologlar tarafından etkin olarak araştırıldığını bildirmiştir. İnsanın fiziksel evrene nasıl yerleştiği, doğayla nasıl ilişki içinde olduğu ve kendi bedeniyle fiziksel doğanın nasıl üstesinden geldiği ile ilgili sorular dâhil; güzellik, ruhanilik, geçmişe özlem ile içsel, kişiler arası ve grup içi çatışmaları ilgilendiren varoluşsal rollerle ilgili meseleler ele alınmaktadır. Tabi ki, insanların hayatını etkileyen insan varoluşunun temel verileriyle yüzleşmesi için daha birçok önemli yol vardır ve bu kitabın bu tür konuların daha fazla keşfedilmesi konusunda ilgi uyandırmasını umuyoruz.
3
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLOŞÇU PSİKOLOJİ VE MODERN SOSYAL PSİKOLOJİ Farkında olmasalar da, sosyal psikologlar bir bakıma varoluşsal konularla ilgilenmiştir. Tutumlar, değerler, ahlak, grubun bireye etkisi, nedensel özellikler, karar verme, seçim, bilişsel uyumsuzluk ve insanı etkileyen reaktans gibi klasik sosyal psikolojik konular, muğlak bir dünyada anlam aramaya ve bireyin hayatındaki değerleri bulmaya çalışmaktadır. Frizt Heider, tüm kariyeri boyunca insanın içinde yaşadığı dünyanın nedensel yapısını anlamak için insani arayışı keşfetmeye odaklanmıştır. Bu çalışma, sosyal psikolojideki bilişsel devrimi etkilemede büyük rol oynamış ve bunun etkileri günümüze kadar sürmüştür. Aynı şekilde Leon Festinger’ın sosyal karşılaştırma kuramı (1954) insanların kendilerini anlamak ve geliştirmek için sosyal gerçekliğe nasıl güvendiğine odaklanmıştır ve Festinger’in bilişsel çelişki kuramı (1957) insanların hayatındaki tutarsızlıkla nasıl uğraştığını araştırmıştır. Brehm ve Cohen (1962), Aranson (1968) ve birçoğu seçim, sorumluluk ve ikiyüzlülüğün rolünü araştırmıştır. Brehm’in; seçim yapmaktan kaynaklanan çelişkinin klasik analizi, Fromm’un (1941) üzerinde durduğu konuya oldukça benzemektedir. Melvin Lerner (1980), insanın adalet arayışı konusundaki amprik çalışmalara ve yine insanın özgün “adil dünyadaki” haksızlıklara nasıl karşılık verdiği ile ilgili çalışmalara ilham kaynağı oldu. Stanley Milgram’ın (1963) bağlılık konusundaki klasik çalışmaları otorite figürlerine karşılık sorumluluktan feragat etmek için insanların şaşırtıcı olarak hazırda bulunuşunu araştırırken aynı şekilde, Zimbardo, Banks, Haney ve Jaffe (1973) birinin davranışları üzerinde kontrolünü kaybetmesiyle ilgili araştırmalarda bulundu. Ernest Becker (1962), insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğin öz farkındalık olduğunu, bugün bildiğimiz kültür ve insanlık gelişimini sağlayan varoluşsal terör zeminini hazırlayan ise; bu öz farkındalık kapasitesinin olduğunu savundu. Deneysel varoluşçu perspektifin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan sosyal psikoloji bünyesindeki deneysel öz benlik çalışmasına rağmen, öz farkındalık üzerine Duval ve Wicklund’ın yaratıcı çalışmasının, sosyal psikolojinin merkezi ya da odak noktası olarak öz benliğin ortaya çıktığını gösteren bir dönüm noktası olduğuna inanıyoruz. Geçmişe bakıldığında 1950 ve 1960’lı yıllar, sosyal psikologların varoluşsal konuların keşfedilmesine çok fazla odaklandığı yıllar olarak görülmektedir. Nitekim bu zaman aralığı varoluşsal alana girmeleri için birçok modern sosyal psikoloğu da etkiledi. Varoluşsal sorunların öneminde ve insan varlığının temel gerçeklikleriyle yüzleşme konusunda daha açık bir bilgi, bu klasik konularda ortaya konan bir çalışmaya yeni bir boyut katacaktır. Varoluşsal bir bakış açısı, neyi nasıl bildiğimizden ziyade; bildiğimiz şey üzerine odaklanmaktır ve geçmiş yıllardaki psikologların hayal gücünü yansıtan konularda farklı bakış açılarından yeni bir perspektif kazanımı elde ettirme potansiyeline sahiptir.
BÖLÜM 2 VAROLŞUŞSAL GERÇEKLER KÜLTÜREL SOSYAL HAYVAN TERÖR YÖNETİM KURAMI
KENDİMİZİN OLUŞTURDUĞU: HAPSOLMA VE ÖZGÜRLEŞME İnsanlar evrendeki yerleriyle ilgili anlayışla nasıl başa çıkar? Bu, insanların, ölümlülük, yalnızlık ve anlamla ilgili eksiklik gibi bilgilerden kendilerini nasıl koruduğuyla ilgili çalışmayla aynıdır. İnsan varlığının temel ikilemleri, çelişkileriyle yüzleşmenin korku verici olabilmesine, aldatıcı olabilmesine, düşmanlık ve nefrete teşvik edebilmesine ve özgürlüğümüzü bastırmasına rağmen, bu yüzleşme aynı zamanda var olmanın en iyi yolunu bulmak için enerji ve ilham verici, özgürleştirici bir potansiyele sahiptir. Bu kitabın alanımıza canlılık kazandırmasını ve gelecek yıllarda yeni tartışma ve araştırmalara ilham kaynağı olmasını umut ediyoruz. 4
5
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Darwin’in ardından TYK (Terör Yönetim Kuramı) insanlığın uzun dönemlerde kazanılmış doğal seleksiyon, yani evrim yoluyla geliştiğini ileri sürmektedir. Bizi diğer türlerden farklı kılan insan doğası nedir? İri yapılı değiliz, duyularımız keskin değil aksine yırtıcı hayvanlar gibi pençelerimiz ve dişlerimiz de yok. Bu özelliklerimiz, bizi işbirliğine ve iş bölümüne teşvik edip; icatlara, tarıma, yemek yapmaya, barınak inşaat etmeye ve Afrika’daki tek bir yörede küçük bir grup olan Hominidlerden Homo Sapien gibi geniş nüfuslara hızla çoğalan atalarımızın çeşitli araç gereçleri icat etmesine yönlendirdi.
uygulamaktadır. Bununla birlikte Taliban’ın Afganistan’da bir güç olduğu zamanda ise; eşcinsel özellik içeren davranışlar, kesin ölüm cezası demekti (Herdt, 1982). Tüm kültürel dünya görüşleri kesin olarak onaylanamayan, naif insan yorumlarıdır ve asıl itibariyle olması muhtemel değildir. TYK, toplumsal fikir birliğinin kültürel inançları sürdürmek için zaruri bir araç olduğunu varsayar. Çünkü her bireyin ayrı dünya görüşü vardır. İnsanlar kendilerinkinden farklı görüşleri olanlara genelde tepki göstermekte hatta onları kendi inandıkları şeye çekmeye çalışmaktadırlar.
Şüphesiz insan aklının önemli yanlarından biri öz farkındalıktır. Hayatta olduğumuzu biliyoruz. Bu özlük duygusu, bize geçmişimiz üzerine düşünme ve geleceği sorgulama imkânı sağlar. Fakat Kierkegaard’ın (1844/1957) söylediği gibi; “Birinin hayatta olduğunu bilmesi inanılmaz bir neşe kaynağı olmasına rağmen, ölümün tahmin ve kontrol edilemeyen nedenlerle gerçekleşebilmesi biz de dâhil yaşayan her şeyin ölmesi gerçeği daima rahatsız edicidir.” Rank’ın vurguladığı gibi fani yaratıklar olarak ıkınma, dışkılama, kusma, gaz çıkarma açısından rahatsızlık verici bir durum içindeyiz. Bu nedenle tıpkı başaklar gibi sararıp solmak ve ölmek var kaderimizde.
Primat atalarımız, çok zeki, öz farkındalığı olan, anlam arayan, sembol avcısı türlere nasıl dönüştü? Evrim kuramcıları, soyumuzun 4,5 ve 6 milyon yılları arasında yaşayan diğer primatlardan geldiğini ve ilk evrimsel evrimin Australopithecine’ların iki ayağı üzerinde durması olduğunu düşünmektedir. Australopithecines’lar, Lucy isimli ünlü fosil gibi iki ayak üzerinde yürürdü; fakat beyinleri küçüktü ve araç gereç kullanma yetisine sahip değildiler. Bununla birlikte; iki ayak üzerinde yürümek, fiziksel çevreyi keşfetmek ve kendi ihtiyaçları için kullanabilmek adına ellerinin serbest kalmasına yaradı. Bu durum, aynı zamanda doğum kanalının daralmasına da sebep oldu ve dolayısıyla ön insanın aile ve sosyal yapısı radikal bir değişlik gerektirmeye başladı. Artık atalarımız hayatta kalmak ve anne ile bebeklere daha zengin bir beslenme sağlamak için büyük gruplar hâlinde yaşamaya ihtiyaç duymaya başladılar. Büyük gruplar halinde yaşamak ise; karmaşık bilişsel taleplerin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu noktada evrimsel kazanımlar, insanın ölüm probleminden doğan kaygıyı hafifletebilen kültürel dünya görüşlerini geliştiren ve benimseten durumlar için ortaya çıktı. Evrim Psikolojisi, antropoloji ve bilişsel nörobilim gibi dallardan sağlanan kanıt, kuram ve araştırmalar; insanoğlunun insana dair sanat, dil, din, tarım ve ekonomi gibi kültürel özellikleri yaratması sonucunda fanilikleriyle ilgili sorunu çözmüş olduğu konusunda fikir birliğindedir.
Homo Sapiens, bu varoşsal çelişkiyi kültürel dünya görüşü geliştirerek çözmeye odaklandı. Bir gruptaki bireyler tarafından paylaşılan gerçeklik hakkındaki inanışlar, ölüm farkındalığından kaynaklanan kahredici terörü azaltmaya hizmet eder. Kültür, insanlara anlam dolu evrenin değerli parçalarından biri olduklarını hissettirerek; sahip olduğumuz ölüm endişesini azaltmaya yardımcı bir araç niteliği taşır. Anlam, evrenin kökeninin tanımını sunan kültürel dünya görüşünden gelmektedir. Örneğin; New Meksika’dan Kızılderili bir Teva olan Alfonso Ortiz, açık bir şekilde kültürel bileşimlerle sunulan psikolojik ihtiyaçlar için şöyle der: Bir Teva, insanlarımız hakkında bilmemiz gereken her şeyi ve bir insanın nasıl yaşaması gerektiğini kavramak için kökenimizin tarihiyle ilgilenir. Tarih, toplumumuzu tanımlar. Bize kim olduğumuzu ve nereden geldiğimizi söyler. Bütün kültürel dünya görüşleri, kalıcı bir anlam duygusuyla ve anlam dünyası içinde kişinin değerli biri olduğunu algılama ilkesiyle bilişenlerini temin eder. Kültürden gelen benimsenmiş değerler, normlar ve sosyal rollerle insanlar ölüm korkusunun üstesinden gelir ve böylece ölümlü olmakla ilgili bilgilerine rağmen psikolojik sükûnetlerini sağlamayı başarırlar. TYK’ya göre öz saygı, anlam dünyasında insanın değerli olduğu anlayışını içermektedir. Bu kuramsal bakış açısına göre; öz saygı evrenseldir. İnsan, yaşamın bir anlamı olduğuna inanmak ihtiyacı içindedir. Bu, öz saygıyı sunan davranışlar ile kültürler arasında oldukça farklılık gösterebilir. İki kültür, tamamen zıt değer normlarını belirtebilir.
Ölümsüzlük Konusunda İnsan Farkındalığı ve Kültür Devrimi
İnsanlaştırma: Biyolojik Varlıktan Kültürel Oluşuma İnanılmaz Yolculuk Sosyalleşme, bebeklerin özgürlüklerini kısıtlayıcı durumu zihinsel ve duygusal yönden anlamadan önce ailelerin çocuklarının davranışlarını aktif olarak değiştirmesini gerektirir. Bebekler ailelerinin büyük ilgisiyle ödüllendirilir, bu sayede kendilerini iyi ve güvende hissederler. Aynı şekilde, bebeklerin uygunsuz davranışları ise; ailenin hoşnutsuzluğu ile sonuçlanır ve bu da bebekte kötü duygulara yol açar. Yaşamının erken döneminde çocuklar, iyi hissetmekle güvende olma duygusunun; kaygı ile de güvensiz olma duygusunun eşit olduğunu düşünür. (Sullivan 1953).
Gerçekten de bir kültürde büyük öz saygı sağlayan aynı davranış bir başka kültürde dışlanmaya hatta cezalandırılmaya bile neden olabilir. Örneğin; New Guinea’da Sambia’lı erkekler, yetişkinliğe geçişlerinde olgun erkeklere oral seks
Çocuklar; ölümün kaçınılmazlığını, ailelerinin de ölümlü olduğunu ve onlara sürekli olarak güvenli bir ortam sağlayamayacaklarını fark ettiklerinde; “iyi=güvenli”, “kötü=güvensiz” duyguları, kişisel ilişki sağlayıcı biçimlerinden sıyrılarak kültüre dönüşmektedirler. Bu noktada, çocuklar kültürel dünya görüşlerini; yaşayarak, sosyal rolleriyle ilişkili değerlerin standardını karşılayarak, kendilerini algılayarak öz saygıyı edinmeye çalışır ve ömür boyu psikolojik sükûnet arayışına girerler.
6
7
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Terör Yönetim Teorisinin Özeti
GÜNCEL KONULAR, GELECEK İSTİKAMET
Etkili terör yönetimi, gerçekliğin anlamına güvenmeyi (kültürel dünya görüşü) ve kişinin bu dünya görüşüyle belirtilen değer standartlarını karşılama inancını (öz saygı) gerektirir. İnsanlar terörden korunmak için kültürel dünya görüşlerine inanma çabasına girer ve edindikleri dünya görüşleriyle ilişkili değer standartlarını karşılamak için motive olurlar.
Terör Yönetim Kuramı’nın, insanın sosyal davranışları için tutarlı ve kapsamlı bir açıklama sağladığını düşünüyoruz. Bu durum, birçok teorik ve ampirik çalışmayla desteklenmiştir.
TERÖR YÖNETİM TEORİSİNİN AMPİRİK DEĞERLENDİRİLMESİ
Terör Yönetim Kuramı, daimi kaygı olmadan ölüm bilgimizle nasıl başa çıkacağımızla ilgilidir; ama “Ölüm Belirginliği kaygıyı yeşertmeden dünya görüşü savunmasına nasıl yoğunlaşılır?”
Kaygı Tampon Hipotezi Öz saygı işlevleri kaygıyı tamponladıkça öz saygı da artmaktadır. Nötr öz saygı kontrol koşullarındaki katılımcılar, kendilerini uzun ömürlülükle ilgili eğilimlerde az ya da çok duygusal olarak görmüşlerdir; bu eğilim öz saygı arttığında yok olmaktadır.
Ölüm Belirginliği Hipotezi Kültürel dünya görüşü ve öz saygı, ölüm farkındalığıyla ilişkili kaygıyı yatıştırma işlevini yerine getiren gerçekliğin doğasına inanmayı sağlarsa insanlardan kendi ölümlerini düşünmelerini istemek bu tür inançlarla sağlanan korunma ihtiyacını artırmalıdır.
Öz Saygı ve Ölüm Belirginliği Kaygı Tamponu ve Ölüm Belirginliği hipotezlerinin ardında araştırmacılar, öz saygı ve Ölüm Belirginliği arasındaki ilişkinin varlığını keşfetmiştir. Öz saygının kaygıyı tamponlaması Ölüm Belirginliği’ni takiben dünya görüşü savunması yüksek öz saygısı olan bireylerde azalmaktadır. Bu hipotez, Harmon-Jones (1997) ve Arndt-Greenberg (1999) tarafından yapılan bir seri çalışma sırasında onaylanmıştır. Ayrıca öz saygıyla ilgili olarak dayanıklılık da Ölüm Belirginliği’ni azaltmaktadır. Depresyonla ilgili durumlar ise; Ölüm Belirginliği’nin artışına sebep olmaktadır. Ölüm Belirginliği, öz saygıyı pozitif ya da negatif olarak etkileyen unsurlarla artmakta ya da azalmaktadır. Son araştırmalar (Dechesne 2003) burçlardan ya da kişilik testlerinin hangisinden gelirse gelsin Ölüm Belirginliğ’nin, benlikle ilgili olumlu bilginin geçerliliği inancını artırdığını ve öz saygının, ölümle ilgili kaygıların yatıştırılmasına hizmet etmekte olduğunu göstermiştir.
Terör/ Dehşet Nerede?
Son yıllarda bununla ilgili doğrudan deneysel bir kanıt bulundu. Greenberg, deneklerin yarısına 1 saat için kaygıya engel olan bitkisel bir çay içmelerini söylerken diğer yarısına hafızayı geliştiren bir bitkisel içecek içmelerini söyledi (2003). Tipik Ölüm Belirginliği güdümlemesinin ardından Amerika’lı denekler, dünya görüşü üzerine savunmalarını ölçmek için Amerika yanlısı ve karşıtı yazıları değerlendirdiler. Ölüm Belirginliği, -kaygı önleyici koşulda değil- hafıza arttırıcı durumda, Amerika karşıtı ön yargıyı arttırdı.
Yeniden Terör Yönetim Psikodinamikleri Arndt(2002) ölümü hatırlatan şeylerin, insanların dünya görüşlerinin belli özelliklerine doğal erişilebilirliği arttırdığını göstermiştir. Kuram, ölüm bilinçten uzak olsa bile, ölüm bilgisi hep bizimle olduğu için Terör Yönetimi’nin devam eden bir süreç olduğunu varsayar. TYK, aslında insanların tehdit görmesi hâlinde öz saygılarını niçin çok fazla savunduğunu ve farklı olanlara niçin olumsuz olarak tepki verdiklerini açıklamak için meydana gelmiştir. Kurama göre, öz saygı ve kültürel dünya görüşü daimi terör yönetim işlevine hizmet ettiği için bu eğilim oluşmaktadır. Önem verdiğimiz mevcudiyetlerimizi tehlike altında olduklarında çoğunlukla korumaya çalışırız. Çünkü bu mevcudiyetler bizi diğer tehlikelerden korumaktadır. Yapıyı koruyan tehdit oldukça güçlüyse ya da bireyin yapısı başlamak için hassassa; artan ölüm düşüncesi erişilebilirliği, muhtemelen savunma ihtiyacını arttırmakta ve isteklendirmektedir. Elbette ölüm düşüncesine erişilebilirlikteki koşulların dünya görüşü ve öz saygı savunmasında bir rol oynayıp oynamadığını açıklamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Terör/Dehşet Yönetiminin Psikodinamikleri
Terör Yönetimi ve Sosyal İlişkiler
Bilişsel süreçlerin doğasını açıklamak için son zamanlarda çift süreç teorisini önerdik. Greenberg, Simon, Arndt, Pyszczynski, & Solomon (2000), Ölüm Belirginliği’nin ardından insanların yakın savunmaya geçtiğini; fakat uzak savunma belirtisi göstermediğini belirttiler. Uzak savunma, bir gecikme sonrası gerçekleşir; fakat yakın savunmalarda bu söz konusu değildir. Buna ek olarak kültürel dünya görüşünün savunması, ölümün fazlaca belirgin olduğu durumlarda ortaya çıkmaz.
Bilindiği gibi; sosyal ilişkiler insanlar için önemlidir. Başlangıcından bu yana TYK bireyin dünya görüşü ve öz saygının diğer insanlara onaylatılmasının önemini vurgulamaktadır. Bu nedenle TYK’nın sosyal ilişkiler ve gruplar konusuna birtakım önemli anlayışlar getirdiğine inanıyoruz. Günlük hayattaki sosyal ilişkilere şöyle bir göz attığımızda bile sosyal ilişkilerin oldukça karmaşık olduğu görülebilir. İnsanlar her zaman sosyal bir duruma ait olmak istemez ya da sosyal ilişkileri reddedebilir.
8
9
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Sosyal hayatlarında insanlar çok çeşitlilik gösterir. Aralarındaki güçlü iletişimler gerçekte farklıdır ve hatta varlığını aradıkları ve varlığını istemedikleri insanlar arasında çok net ayrım yapmaktadırlar. Diğer yandan Mikulincer, Florian ve arkadaşları kuramlar arasında bağlantıyı vurgulayan etkileyici bir araştırma programı geliştirdi (Mikulincer, Florian, & Hirshberger, 2003). Bu çalışmaya dayanarak, Terör Yönetimi iki temel bileşimin (kültürel dünya görüşü ve öz saygı) onaylanmasındaki rollerinden bağımsız olarak yakın ilişkilerin terör yönetim fonksiyonunun işine yaradığı iddiasını destekleyen bir kanıt sundular.
Terör Yönetimi ve Diğer Kuramlar Araştırma; TYK ve uyumsuzluk (Jonas 2003), Bilişsel-Deneysel Benlik Kuramı (Simon 1997), Ayrım Kuramı (Simon 1997), Sosyal Kimlik Kuramı (Castano, Yzerbyt & Paladino bu kitapta bölüm 19; Harmon-Johns, GreenberG & Solomon, 1995) ve Sistem Kuramı (Jost, Fitzsimons & Kay) gibi kuramlar arasında bir bağlantı kurmuştur. Diğer gelişme de insanların diğer temel varoluşsal gerçeklik olan hayattaki belirsizlikle nasıl başa çıktıkları üzerine bir çalışma olmuştur. Ölümünüzün Salı günü saat 5:15’te gerçekleşeceğinden emin olsanız ve ahiret için umutlarınız asılsız kalsa ölüm daha az korkutucu mu olurdu?
Terör Yönetim Kuramı’nın Pratik Çıkarımları Terör yönetimi, bireyin dünya görüşü değerlerine ve belirtilen öz saygı yaşam biçimine bağlıdır. En iyi dünya görüşünün farklı olanlara hoşgörülü olan, değişiklikler karşısında esnek olan ve öz saygıyı içeren, diğer hayat tarzlarına zarar verilmemesi gibi değerler üzerine kurulu olduğunu savunmaktayız. Hristiyanlık, İslam gibi dinî veya faşist, komünist, seküler tarzdaki sert köktenci dünya görüşleri bu düşüncenin karşıtı olan modellerdir. Aynı şekilde TMT, hayatında sorun olan insanlar için onlara iyi gelmeyen dünya görüşleri ve öz saygı çabaları için farklı yollar aramaları gerektiğini ve bu psikolojik kaynakların daha etkili ve kazanç sağlayan versiyonlarını oluşturmalarını önermektedir. Janof, Bulman, Yopyk, Martin, Campbell ve Henry ölümle ciddi yüzleşmelerin olumlu olabileceği, bu durumun; olası etkileri serbest bırakabileceği, gerçek gelişimi ve yaşam hoşnutluğunu kolaylaştırabileceği olasılığı ile ilgili kuram ve kanıtlar üzerine yoğunlaşmışlardır.
BÖLÜM 3 TERÖR YÖNETİM MODELİ
SONUÇ Terör Yönetim Kuramı, ölüm farkındalığının hemen her türlü insan davranışında önemli bir rol oynayan, kültür ile öz saygının elde edilmesi ve gelişiminde temel oluşturan yaygın bir kaygı olduğunu ileri sürmektedir. “İnsan davranışının varoluşsal psikodinamik tanımı test edilemez.” gerekçesiyle akademik psikologlar tarafından kabul edilmese de TYK, bu iddianın katiyen karşısında durmaktadır. Mevcut amprik bir kanıt TYK’nın temel ilkelerini desteklemektedir. Devam etmekte olan psikolojik sonuçların keşfedilmesiyle gittikçe artan ilerlemelerden memnunuz ve devam eden araştırmalar konusunda da heyecan doluyuz.
10
11
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Ölüm Bilincine Karşı Psikolojik Savunmada Bilişsel Mekanizma Anlayışı
ÖLÜM DÜŞÜNCESİNE KARŞI ÇİFT SAVUNMA MEKANİZMASI
Varoluşsal psikolojinin ana konularından biri, insan yapısının kaçınılmaz çaresizlik gerçeği üzerine bir anlam dünyasını nasıl kurduğu olmuştur. Terör Yönetim Kuramı, ölüm bilincinin neden olduğu kaygıları insanların nasıl yönettiğine bir açıklama getirmektedir.
Güdüsel öneminden dolayı ölüm bilgisi, çeşitli durumlarda etkinleşen, insanın bilişsel ağlarındaki merkezi bir yapıdır. Zihinsel ve sosyal bilinç araştırmasında yaygın olan çift süreç modelleri kavramında ortaya çıkan bu etkinleşmenin iki savunma sistemiyle ilerlediği düşünülmektedir. Birçok çeşidi olmasına rağmen çift süreç modelleri, insanların düşünmeye, algılamaya ya da deneyimsel tepkilere dayalı yollarla bilgiyi işleyebildiği görüşünü paylaşma eğilimindedir.
TERÖR YÖNETİM KURAMINA BİLİŞSEL BİR BAKIŞ AÇISI Terör Yönetim Kuramı ve Kültürel Dünya Görüşü Savunması Üzerine Araştırma Teori, kaygı ve terör yaratan ölümün kaçınılmazlığının farkında olma kapasitesi için varoluşsal ve psikodinamik perspektif geleneğinden gelişmiştir. TYK, sadece gerçekliğin anlamı ve devamlılığına değil, insanların bu anlam sistemi dâhilinde anlamlandırma yollarını belirten kültürel inanışlarI ve ideolojilerini (kültürel dünya görüşlerini) tanımlayarak; ölüm düşüncesinin bilinçaltı yankılarının üstesinden nasıl geldiklerine odaklanmaktadır.
Varoluşsal ve Bilişsel Perspektiflerin Entegre Olması Bilişsel Psikoloji, insan düşüncesini ve bilginin işleyişini içeren zihinsel yapılar ve stratejileri anlamaya odaklanarak gelişti. Psikolojide bilişsel evrim 1950’lerin sonlarında ivme kazanmaya başladı, sosyal psikologlar bir dizi bilgi işleme yapısının insan sosyal davranışlarını anlamada muazzam bir şekilde değerli olabileceğini kabul etti (Kunda,1999). Bu nedenle araştırmacılar yıllar geçtikçe, insanın anlam ve etkileşim doğası ile süreçlerini aydınlığa kavuşturmak için bilişsel bilim araştırmalarınca geliştirilen birçok yöntemi benimsediler. Son zamanlarda, Terör Yönetim Kuramı araştırmacıları, insanların varoluşsal deneyimlerini ortaya çıkaran bu yöntemlere başvurmaktadır. Varoluşsal süreçleri anlamak için Bilişsel Psikoloji’ye en çok katkıda bulunanlardan biri, ilişkisel ağlar yoluyla bağlı zihinsel simgelerin kavramsallaştırılmasıdır. Ölüm düşüncelerini saran ilişkisel bir savunma ağının örneği ve işlevi diğer bütün bilgi işleme türleriyle hem benzerdir hem de bir hayli çok farklılık gösterir.
Bilinçaltı Terör ve Sembolik Değer Arasındaki Ortaklık İnsanların bilinçaltındaki ölüm korkusunun üstesinden gelmesini sağlayan anlam ve değer gibi kavramlar, sosyalleşme sürecinde çocuğa gösterilir. Çocuğun dünyaya ilk geldiği andan itibaren ailesinden gördüğü ilgi, sevgi ve güvende olma gibi düşünceleri zamanla değişmeye başlar. Varlıklarını tehdit eden bir durum karşısında ailelerinin onları korumak için gerçekleştireceği girişimlerin yetersiz olduğunu öğrenirler. Örneğin; babasının Süpermen gibi güçlü olmadığını, Barry Bonds gibi iyi bir beyzbol oyuncusu olmadığını fark eder. Sonunda ölüm bilinci yadsınamaz bir kaçınılmazlığı gösterdiği için güvenlik ve anlam ilkesi kültüre aktarılır ve aynı zamanda bir dizi kişisel anlamlı sosyal bağlılıklara doğru genişletilir. 12
Ölüm düşüncesinin erişilebilirliği dış farkındalığı arttırdığında, sembolik sistem kullanılır ve bu durum, inançları etkinleştirir. Bu inançların erişilebilirliğiyle, bilinçaltı ölüm düşünceleri uzak (distal) ve sembolik savunmaları tetikler.
Ölüm Düşüncesinin Tetiklenmesi Ölümün güdüsel simgesi nedeniyle, ölüm düşüncenin etkinleşmesi, bilinçaltı ve ölümü hatırlatan diğer unsurlara cevaben hipotez hâline getirilmiştir. 1994 yılında Greenberg ve çalışma arkadaşları, bilişsel araştırmada kullanılan ölçüleri aktardılar. Katılımcılara birtakım sözcük listeleri verildi ve bunları akla ilk gelen sözcükle tamamlamaları istendi. Parçaları doldurmaları sırasında bazı parçalar nötr sözcüklerle (kahve gibi) bazıları ise; ölümle ilişkili sözcüklerle (tabut vb.) tamamlandı. Bu sonuçların ardından, bir katılımcının ölümle ilgili sözcüklerle tamamladığı parçaları ne kadar fazlaysa, bilişsel olarak ölüme o kadar fazla erişilebildiği ve bu durumun katılımcının parça algısını o kadar etkilediği sonucuna varılmaktadır.
Ölüm Düşüncesinin Bilinçdışı ve Üstü Kapalı Olarak Tetiklenlenmesi Arndt, Greenberg, Pyszczynski ve Solomon tarafından ortaya konan bir dizi çalışmada, katılımcılara birbiriyle ilişkili olan iki sözcük hakkında değerlendirme yaptıkları bir bilgisayar görevi verildi (gül ve çiçek vb). Her biri yaklaşık 350 milisaniyede verilen bu iki sözcük arasında 29 milisaniyede bir verilen “ölüm” ya da benzeri kontrol sözcüğüne maruz kaldılar. Ayrı bir çalışmada, katılımcılar ana sözcüğü göremediğini bildirdi, iki olasılıktan birinin olduğu söylendiğinde bile umulanın ötesinde hangi sözcüğün verildiğini açık bir şekilde tahmin edemediler. Bu çalışmaların sonuçları; ölüm düşüncesine erişilebilirliği artırmaktadır.
Kaygı Tamponları ve Ölüm Düşüncesiyle İlgili Analizler Kaygı tamponlama yapıları ölüm düşüncesinin erişilebilirliğinden korunmayı gösterir, bu yapılara zarar vermek de ölüm düşüncesine erişilebilirliği arttırmaktadır. İnsanların kendilerini ölüm düşüncesinden izole etmesi yönündeki birçok hipotez, farklı yollarla araştırılmaya devam edilmektedir.
13
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Nevrotiklik durumundaki insanlar, aşk hakkındaki toplumsal buyrukların romantik dünya görüşüne cinselliği entegre ederek insanı hayvanların çiftleşme durumundan başarılı bir şekilde ayırmıştır.
bir odada oturmak, kendini yansıtan sözcükleri gerektiren kısa denemeler yazmak) (Arndt 1998). Bu çalışmalar, ölüm düşüncesi bilinçli olduğunda katılımcıların öz farkındalığını engellediğini göstermiştir. Bunlar, insanların varoluşsal kaygıları arttırma riskini gösteren durumlardan çıkmaya güçlerinin yetmediği durumlardır.
Mikulincer, Florian, Birnbaum ve Malishkevich (2002) kaygı tamponlama mekanizmaları olarak farklı türlerde kaygı tamponlama analizleri meydana çıkarmışlardır. Goldenberg (1999) gibi bu araştırma katılımcıların, romantik ilişkilerindeki sorunlar üzerine düşünmesini sağlayarak romantik ilişkilerdeki sosyal uzlaşmanın ölümle ilişkili yapılara erişilebilirliği arttırdığını göstermiştir. Böylece bugüne kadar ortaya çıkan çalışmalar, ölüm düşüncesi erişilebilirliğini tipik olarak en az seviyeye indiren mekanizmaların eğilime bağlı ya da duruma bağlı olarak anlaşılabildiğini ifade etmektedir.
Ölüm Düşüncesi Duyarlılığı Koşulların, ölüm düşüncelerini etkinleştirmek için kötü olmasına gerek yoktur. Öz bilinçle ilgili klasik kuram ve araştırmaya göre (Duval & Wicklund, 1972), bir ayna kendine odaklı dikkati artırmayı sağlayan güçlü bir dürtü olabilir. TYK açısından bakıldığında var olduğumuzu ve bir gün var olmayacağımızı bilen eşsiz insan kapasitesidir. Ölümün kaçınılmazlığı gerçeğini basitleştirerek öz bilinç varoluşsal terör deneyimi için potansiyel bir katalizördür (Arndt, Greenberg, Simon, Pysczynski & Solomon, 1998; Pyszczynski, Greenberg, Solomon & Hamilton, 1990). Bu fikir ile ilişkili olarak Silvia (2001) yükselen öz bilincin de ölüm düşüncesi erişilebilirliğini artırdığını keşfetmiştir.
Ölüm Bilinci Düşüncesine karşı Tepkiler: Proksimal Doğrudan Savunma Ölüm karşısındaki hassasiyet bilince dönüştüğünde, en azından psödo-rasyonel olarak tehdidi dağıtmaya çalışmak gerekmektedir. “Psödo-rasyonel” terimini kullandık; çünkü insanların kullandığı stratejiler ölüme olan hassasiyeti “nesnel bir şekilde” azaltmayabilir. Ölümlülük düşüncesinin ardından, ölüm düşüncesine erişilebilirlik yavaştı fakat denekler bir gecikme ya da dikkat dağınıklığıyla yüzleştiğinde yükselmişti (tehlike durumunun olmadığı, bir sözcük- arama oyununda). Bu araştırma, katılımcıların ölümle ilgili kaygıları azaltmak için bazı psikolojik savunma şekilleri kullandığını gösterdi (Greenberg, Pyszczynski, Solomon, Simon ve Breusun (1994))
Bilinçli Ölüm Düşüncesinin Bastırılması İnsanların istenmeyen düşünceleri engellemesinin bir başka yolu ise; bu düşünceleri bastırmaya çalışmasıdır. Arndt (1997) ölüm belirginliğine karşılık çaba gerektiren bir baskı sürecinin kullanılıp kullanılmadığını araştırdı; çünkü baskı, yeterli süreç kaynaklarının olmasını gerektirmektedir. Bu baskıyı gerektiren kaynaklar, birinin ölümünü düşünmesinin ardından ölüm düşüncesine erişilebilirliği yüksek seviyelerde ortaya çıkarmalıdır. Katılımcılara 11 haneli bir sayıyı söylemeleri istendi (bilişsel yük Gilbert & Hixon, 1991), katılımcılar baskılama çabalarında daha az etkiliydi ve ölüm belirginliğinin ardından ölüm düşüncesine erişilebilirlikte ani bir yükselme olduğunu gösterdiler. Cook, Arndt ve Goldenberg (2003) tarafından yapılan bir araştırma da ölüm düşüncesinin bastırılmasına değindi. Araştırmalar kanser düşünceleriyle tetiklenen ölüm kognisyonunun bastırılmasını içermektedir. Cook, trajik olaylarla ilgili şeylerin ölüm düşüncesine erişilebilirliği arttırabildiğini göstermiştir, kanser de olsa ölüme ilişkin bir konu aynı etkilerle sonuçlanmıştı. Cook, ölüm, kanser ya da bir kontrol konusunun ardından deneklerden ölümü düşünmeleri istendiğinde ölüm düşüncesine erişilebilirliğin arttığını keşfetmiştir. Çalışmalardan biri yüksek bilişsel yük altında, kanser deneyindeki katılımcılarda ölüm düşüncesine erişilebilirliğin arttığını göstermiştir. Diğer çalışmada ise; ölüm düşüncesine erişilebilirliğin, meme kanseri karşısında savunmasız olduğuna inanan kadın katılımcılarda, meme kanseri karşısında zayıf olmadığını düşünen kadınlara oranla daha düşük seviyede olduğu görülmüştür. Birlikte ele alındığında bu sonuçlar, ölümle ilişkili konuların belirginliğinde ya da kısaca ölüm belirginliğinin ardından, deneklerin ölüme ilişkin düşünceleri bastırdığını göstermektedir.
Proksimal Savunma Olarak Zayıflığın Reddedilmesi
Öz farkındalık ve ölüm bilinci arasındaki ilişkiden dolayı ölüm belirginleştiğinde insanlar kendine odaklı dikkati meydana getiren durumları önlemeye güdülenmelidir. Kendi ölümlerini düşünmeleri istendikten sonra, denekler durumu önlemeye daha çok eğilimlidir ve kendilerine odaklanma eğiliminde daha çok uyarılmıştır (aynalı
İnsanların bilinçli ölüm farkındalığının üstesinden gelmesinin bir başka yolu ise; onlara olan şeyin inkâr edilmesidir. Tabii ki bazılarımız fiziksel olarak ölümü aşacağımız düşüncesindeler ama birçoğumuz ölümün bir başkasının etrafında olduğu yönünde bilişsel bir ön yargıya sahiptir. Bilinçli ölüm düşüncesi, ölüm farkındalığının doğurduğu tehlikeyi minimize etmeye yarayan çabaları doğrudan ateşlediği için ölüm problemi artık bilişsel olmadığında bu savunmaların kullanılmasına gerek yoktur. Durum gerçekten buysa; sağlık tehditlerinin önyargılı değerlendirmeleri bir gecikme ve oyalamadan sonra değil, ölüm belirginliğinin ardında hemen görülmelidir. Hâlbuki birinin dünya görüşünü destekleyen sembolik savunmalar, bir gecikme ve oyalamanın ölümü hatırlatan şeyleri sürdürmesi hâlinde görülebilir.
14
15
Ölüm Belirginleştiğinde Öz Farkındalıktan Kaçınma
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ Bilinçli Ölüm Düşüncesine Uyarlanabilir Proksimal Savunmalar
Uzak Savunmayı Açıklığa Kavuşturmak İçin Gecikme ve Oyalamanın Kullanılması
Savunma algısındaki önyargılar her zaman uyumsuz bir sağlık sürecinde ilerlemez (Arndt, Goldenberg, Solomon, Greenberg, & Pyszczynski, 2000). Tıpkı bir insanın “Sigara içiyorum biliyorum; ama akciğer kanserine yakalanmak için çok gencim.” demesi gibi, sağlık üzerinde proaktif etkileri olan ölüm bilincine karşılık olarak kişi savunmasız inkâr stratejileri sürdürmeyi tercih edebilir. Yerinde davranışların temelini oluşturan standardlar ve amaçlar doğrudan ya da sembolik savunmalarla işlev görebilir. Doğrudan savunma olarak bir birey sağlık problemlerinin oluşturacağı riski azaltmak için düzenli olarak egzersiz yapmayı savunabilir. Arndt, yüksek fitness isteğinin bağımsız bilinçli ölüm hatırlatıcılarına karşılık doğrudan bir savunma olarak gösterildiğini keşfetmiştir. Benzer sonuçlar Routledge, Arndt ve Goldenberg’in çalışmasında da sağlanmıştır.
Uzak savunmaların ölüm düşüncesinin etkinleşmesine karşılık ortaya çıktığı ölçüde, katılımcı deneklerin ölüm konusundaki dikkatleri dağıldığında uzak savunmalar meydana gelmektir. Greenberg (2000), araştırmasında katılımcıların gecikmeden sonra değil, ölüm belirginliğinin hemen ardından yakın savunmayı (savunmasızlığın inkârı) kullandığı görüldü. Buna karşılık katılımcıların hemen değil, bir gecikmenin ardından uzak bir savunma kullandığı (Amerikan yanlısı) görüldü. Öz saygıya ilişkin bir egzersizin, egzersiz niyetlerini (çok hızlı değerlendirildiklerinde) artırmak için ölüm belirginliği eğilimi üzerinde hiçbir etkisi yoktur; fakat ölüm belirginliğini takiben bir gecikme olduğunda egzersiz ve öz saygıyı ilişkilendiren katılımcılar egzersiz yapma niyetini artırmıştır.
Özet Ölüm düşünceleri bilinçli olduğunda insanlar, bu düşünceleri odak noktalarından kaldırma girişiminde bulunarak tepki göstermektedir. Bu karşılıklar, savunmasızlık algısını azaltmak için kendine odaklılığı önlemek, ölüm düşüncelerini bastırmak, bilişsel ve güdüsel yargılarla meşgul olmak gibi tepkilerdir. Birçok bilişsel araştırma daha pasif bilgi işleyişine odaklanırken, bu etkiler zihnin bilinçli ölüm kaygılarını yönetmeyi içeren çok aktif bir rolü belirtmektedir.
Bilinçsiz Ölüm düşüncesine Tepkiler: Distal (Uzak) / Sembolik Savunmalar İnsanların, ölüm düşüncelerine tepki gösterdiği birincil yollar olarak daha önce farz edilen tepkilere meyilli olmasına rağmen bu aslında sadece buzdağının görünen tarafıdır. Gerçekte TYK’nın odağı, ölüm düşüncesinin nasıl işlediğini açığa çıkarmak ve sosyal davranışın sembolik şekilleri üzerindeki gücünü kullanmak olmuştur. Bu yolla ölüm düşünceleri; Wegner ve Smart (1997) “derin bilişsel aktivite”, düşüncelerin bilinçsiz ama yüksek derecede erişilebilir olduğu durum, olarak ifade ettiği şeyi yansıtmaktadır. Ölüm düşüncesine erişilebilirlik, açık bir ölüm belirginliğinin ardından aniden düşmüştü (Greenberg 1994) fakat bir sürelik gecikmeden sonra tekrar yükselmişti. Özellikle Greenberg, dünya görüşü savunmasında bir artışın olduğunu gözlemlemişti. Buna ek olarak; katılımcı denekler bir ölüm sözcüğü oyunu için zorlandığında ya da ölümleriyle derin olarak yüzleşmeleri istendiğinde, ölüm belirginliğinin ardından dünya görüşü savunmasını açıkça göstermediler.
Uzak (Distal) Savunmada Ölüm Erişilebilirliğinin Rolü Katılımcılar, bilişsel bir yük ile açık bir ölüm belirginliği etkisinin ardından ölüm düşüncesini bastırmaktan alıkoyulduğunda ölüm düşüncesi erişilebilirliği ve dünya görüşü savunmaları hızlı bir şekilde yükselmiştir. (Arndt 1997).
16
Uzak Savunmada Bilinçdışı Ölümün Etkileri Birçok araştırma, uzak savunma etkilerini doğuran ölüm erişilebilirliğinin bilinçsizce yükseldiğini dolaylı olarak ileri sürmektedir. Tipik açık ölüm belirginliğinin sadece bir gecikmeden sonra dünya görüşü üzerindeki etkilerini meydana çıkardığı için bu çalışmalar dünya görüşü savunma etkisini çabucak ortaya çıkarmıştır.
Özet “Tetikleyici Ölüm Belirginliği’nin sembolik düşünce alanını etkileyen şeyin; bilinçdışı kaygı olduğu ileri sürülmektedir.” görüşünden yola çıkılacak olunursa; uzak savunma tepkilerinin ölüm düşüncesinin bilinçsiz olarak etkinleşmesine karşılık ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Bilinçsiz Ölüm Düşüncesi Etkinleşmesinin Sembolik Değer Yapılarına Yayılması Sembolik dünya görüşü savunmasını ölçen bu araştırmaların kaçınılmaz yönü, katılımcı deneklerin birtakım hedeflerle yüzleşmeye karşılık savunma göstermeleridir. Sonuç olarak; erişilebilir ölüm düşüncesinin diğer yapıları içine alması için kendiliğinden nasıl ilerlediğini bilmiyoruz. Son zamanlardaki araştırmalar bu konulara değinmek için başlamıştır. Ölüm etkinleştiğinde, erişilebilirliğin diğer birbiriyle bağlı konulara (anlam ve değer sağlayan yapılar) kendiliğinden yayılması gerektiği öngörülmektedir. Tabi ki inanç veren, önemli bir güvenlik algısı teşkil eden bireysel farklılıklar vardır (Greenberg et al., 1997). Terör Yönetim Kuramı literatürünün açık cinsiyet farklılıkları olmamasına rağmen, diğer araştırmalar yurtseverliğin kadınlara göre erkeklerde daha güçlü bir özdeşleşme yarattığını göstermiştir (Geary, 1998). Ölüm düşüncesi daha hayati bir önem taşıdığından ve kendini (öz) koruma inançlarını tetiklediğinden ulusal düşüncelerin kadınlarda değil de erkeklerde daha yaygın olması mantıklıdır. Öyleyse kadınların koruyucu inançlarının hangi yönleri 17
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
ölüm belirginliği düşünceleriyle kendiliğinden etkin hâle getirilebilir? Başka bir araştırma, ölüm belirginliğinin erkeklerde ulusal konulara, kadınlar da ise romantik konulara erişilebilirliği artırdığını gösterdi. Amerika, ölüm belirginliğinden önce dikkat çekici bir unsur olarak zihinde ortaya çıktığında, ölümü hatırlatan şeylerin Amerika’lı kadınlarda milliyetçi düşüncelere erişilebilirliği artırdığını göstermiştir. Bu sonuçlar; ölüm belirginliği etkilerinin süreçlerine önemli bir katkı sağlamıştır. Kültürel dünya görüşü ve öz saygı savunmaları, dışa vurumu azaltarak insanların terör yönetim işleyişine hizmet eder. Erişilebilir bilinçdışı ölüm düşüncesi, savunulan dünya görüşü yapılarını etkinleştirmeye yaradığı için bu tür savunma biçimler ölüm bilincine erişilebilirliği azaltmayı sağlar. Dünya görüşü savunması, kişi ondan yararlandığında ölüm düşüncesi erişilebilirliğini azaltacaktır.
SONUÇ Son on yılda, psikolojik araştırmalar doğrultusunda bilişsel ve güdüsel algıların yan yana koyulmasıyla; insan sosyal davranışının özelliklerini anlamada önemli bir ilerleme kaydedildi. Ölüm düşüncesinin birçok durumda ve senaryoda etkinleştirilebileceği görülmüştür. Çok yönlü insan davranışlarının önemli ölçüde anlaşılması sağlamıştır. Önceki Terör Yönetim Kuramı araştırması önyargı, saldırganlık, fedakârlık, yaratıcılık, hukukî yargı ve sağlık davranışları gibi çeşitli alanlara yönelmiştir. Ölümü hatırlatan unsurların çoklu güdüsel tepkileri kullanabileceği düşüncesi de önemlidir. İnsanların dünya görüşleri çok çeşitli inanç ve değerleri içermektedir. Bunlardan bazıları bir diğeriyle uyumsuz olabilir ve benzer durumlarda çatışma doğurabilir. Buna ek olarak; ölüm düşüncesine ilişkin bilişsel dinamikleri incelemek için dünya görüşü ve öz saygıyı araç olarak kullanmaya odaklandığımız araştırmaya rağmen gelişmekte olan araştırmaların yönü, yakın ilişkiler (Mikulincer & Florian, 2000), aitlik (Wisman & Koole, 2003) ve yaracılık (Arndt, Greenberg, Solomon, Pyszczynski, & Schimel, 1999) gibi birçok farklı alanın Ölüm Belirginliği tarafından etkilenebileceğini ve önemli terör yönetim işleyişlerine hizmet edeceğini belirtmektedir.
18
BÖLÜM 4 VAROLUŞSAL ANLAMLAR, BELİRTİLER VE KİŞİSEL ÖLÜM KORKUSUNUN SONUÇLARI ÜZERİNE ÇOK YÖNLÜ BİR BAKIŞ AÇISI
19
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Freud’un Eros ve Thanatos hakkındaki ilk yazılarından bu yana psikologlar, insanların hayata ve ölüme verdiği varoluşsal anlamı anlama girişimindedirler. Teorik ve ampirik olarak ele alınan bir konu olarak kişisel ölüm dehşetin/terörün varlığına sebep olmaktadır. Özellikle Florian ve çalışma arkadaşları, çok boyutlu anlamları, belirtileri ve kişisel ölüm korkusunun fiziksel sonuçlarını değerlendirmek ve analiz etmek için çok yönlü teorik bir yapı geliştirmiş ve bunu doğrulamıştır. Bu yapı, üç ana soruya verilen cevap etrafında oluşturulmuştur. Bu sorulardan ilki; “Kişisel ölüm konusunda korkutucu olan nedir?” sorusudur. Bu soru, insanların kendi ölümlerine bağladığı varoluşsal anlamları içermektedir. İkincisi; “Kişisel ölüm korkusu nasıl belirtilir ve ifade edilir?” sorusu olup, ölüm korkusunun bilinç ve bilinçdışı, bilinçaltı belirtilerini kapsamaktadır. Üçüncüsü ise; “Ölüm olgusu nasıl kavramsallaştırılmaktadır?” sorusudur ve bu soru da doğal, evrensel bir olgu olarak ölümün anlaşılması ve ölüm kavramının öznel anlamlarından bahsetmektedir.
korkusunda bireysel farklılıkların anlaşılması için oldukça yardımcı olmaktadır. Florian ve çalışma arkadaşları, bu çok yönlü yaklaşımı kişinin ölüm korkusuna ilişkin kaygılarını teorik olarak etkileyeceği düşünülen kültürel, bireysel ve bağlamsal faktörleri analiz etmek için uygulamıştır. Bağımsız dört çalışmasında, Florian ve arkadaşları (Florian & Har-Even, 1983; Florian & Kravetz, 1983; Florian et al., 1984; Florian & Mikulincer, 1992) bireyin dini inançlarının, bireyin ölüm korkusunun üç boyutuna katkısını inceledi.Kişisel ölüm korkusu üzerindeki ölüm riski deneyimlerinin etkileri hakkındaki çalışmada, Florian ve Mikulincer (1992) ileride dini inançlara bağlı koruyucu etkileri anlamak için çok yönlü yaklaşımın önemini vurgulayacaktır. Florian ve Snowden (1989), farklı dinlerden gelen üniversite öğrencileri arasında kişisel ölüm korkusu profillerinin oldukça fazla farklılık gösterdiğini bildirdi. Sonuç olarak farklı dini gruplar ölümlerine farklı anlamlar bağlıyordu ve farklı nedenlerden dolayı ölümden korkuyorlardı.
ÖLÜMÜN KORKUTUCU YANI NEDİR?
Kişinin geçmişinin ya da mevcut hayat koşullarının da ölüm kaygılarına katkıda bulunduğu görülmüştür (Florian & Mikulincer, 1997a; Florian, Mikulincer, & Green, 1993; Mikulincer & Florian, 1995). Örneğin Florian (1993) ve Mikulince ve Florian (1995) stresli hayat olayları ve kişisel kayıplarla ilgili deneyimin çok yoğun kişisel ölüm korkusuyla ilişkili olduğunu bulmuştur. Bağlanma teorisinin ölüm kaygısıyla ilişkisini vurgulayan teorik analizlere dayanarak (Kalish, 1985; McCarthy, 1981), Mikulincer (1990) ve Florian ve Mikulincer (1998) -ilişkisel biliş, duygu ve davranışın sabit modellerine oranla (Hazan & Shaver, 1987)- kişinin bağlanma şeklinin kişisel ölüm korkusunun üç boyutuna sağladığı katkıyı incelediler. Kişisel, kültürel ve bağlamsal faktörlerin kişisel ölüm korkusuna katkısının netleştirilmesinin ötesinde Florian’nın çok boyutlu yaklaşımı, insanların ölüm farkındalığı terörüyle başa çıktığı yolları anlamamıza yardımcı olmaktadır. Terör Yönetim Kuramı’na göre (Greenberg et al., 1997), insanlara kendi ölümlerini hatırlatmak ölüm farkındalığı terörünü arttırmaktadır ve kaygıyı yönetme yoluyla baskın kültürel dünya görüşlerini geçerli kılmayı amaçlayan bilişsel ve davranışsal çabaları etkinleştirmektedir. Florian and Mikulincer (1997), ölüm belirginliğini harekete geçiren dünya görüşü savunmalarının etkinleştirilmesinin TYK’nın önerdiği kadar kolay olmadığını varsaymıştır. Aksine bu tür etkinleştirme üç faktöre bağlıdır: Kişinin baskın ölüm korkusu, ölümü hatırlatan unsurlarla meydana gelen ölüm korkusunun özel bileşenleri, kültürel dünya görüşünün onaylanmasıyla tamponlanan korkunun özel bileşenleri.
Ölüm kaygısı araştırmasının ilk 25 yılında, 1950’lilerin ortalarından 1970’li yılların sonlarına değin, araştırmacılar ölüm korkusunu basit, tek boyutlu şekilde kavramsallaştırdılar. Ölüm kaygısını değerlendirmek için ortaya konan ilk girişimler bu tür kaygılara odaklandı. (Cameron, 1968; Durlak, 1973; Lester, 1971; Templer, 1970). Ölüm kaygısının çok yönlü çalışmaya ilk katkısında Collette ve Lester (1969) ölüm korkusunun iki temel boyutta düzenlendiğini iddia etmiştir. İlk boyut, iki ölüm türü arasında ayrılmaktadır: Ölüm korkusunun kendisi ve ölüm korku süreci. İkinci boyut, ölüm kaygısının iki muhtemelen konusu arasında ayrılmıştır: Birinin kendi ölüm korkusu ve diğer insanların ölümünden duyulan korku. Bu kavramsallaştırma Durlak (1972) ve Nelsin (1975) tarafından ileride desteklenecektir. Ne yazık ki bu iki boyutsal yaklaşım, bireysel ölüm korkusunun psikolojik anlamda karmaşık bir olgu olduğu düşünüldüğünden başarısız oldu. Aslında insanlar farklı nedenlerden dolayı kendi ölümlerinden korkabilirler ve bu bireysel farklılıklar, ölüm kaygısının anlamlarını ve sonuçlarını anlamada son derece önemlidir. Çok yönlü bir yaklaşım kullanarak kendi ölüm korkusunu inceleme ihtiyacı birçok bilim adamına ölüm korkusunun özel bileşenlerini ve buna bağlı özel anlamları önermeye yöneltti (e.g., Hoelter, 1979; Kastenbaum & Aisenberg, 1972; Minton & Spilka, 1976; Murphy, 1959). Örneğin Murphy (1959) yedi muhtemel ölüm kaygısı sundu: Hayatın sonu olarak ölüm korkusu, bilincini kaybetme korkusu, sevilen diğer kişilerin ölümleri, bilinmezlik korkusu, cezalandırılma korkusu, yalnızlık korkusu, başarısızlık korkusu. Hoelter’a (1979) göre; “Kişi, bedenin çürümesi, parçalara ayrılması, yakılması gibi kaygılardan dolayı kendi ölümünden korkabilir.” Bu çok yönlü önermelerin karşılaştırmalı içerik analizine dayanarak; Florian ve çalışma arkadaşları (Florian, 1979; Florian & HarEven, 1983; Florian & Kravetz, 1983; Florian, Kravetz, & Frankel, 1984) kişisel ölüm korkusunun üç boyutunu içeren teorik bir model önerdi. Bu boyutlar, insanların kendi ölümlerine bağlayabildiği kişisel, kişilerarası ve kişi-ötesi anlamlardır. Kişisel boyut, birinin kendi zihni ve bedeni için olan ölüm yargılarıyla ilişkili tüm anlamlardır. Örneğin; önemli hayat amaçlarının tamamlanması mümkün olmadan ölme ihtimali korkusu. Kişilerarası boyut, birinin kişilerarası hayatında ölümün muhtemel etkileriyle ilişkisindeki tüm anlamları içermektedir. Örneğin; yakın arkadaşlıkların bitmesi, unutulma korkusu. Kişiötesi boyut, öbür dünya veya birinin metafizik doğasıyla ilişkili tüm anlamlardır. Örneğin; öbür dünyayla ilgili bilinmezlikler... Florian’nın (1979) üç boyutsal kavramı, kişisel ölüm 20
Genel olarak; gözden geçirilen bulgular çok boyutlu yaklaşımın ölüm korkusuna olan katkısını vurgular ve sadece kişinin farklılaşmamış ya da evrenselleşmiş korku yoğunluğunu değerlendirmekle kalmaz, aynı zamanda kişinin bağlı olduğu çeşitli anlamları da hesaba katma ihtiyacı içindedir.
KİŞİSEL ÖLÜM KORKUSU NASIL İFADE EDİLİR? Ölüm korkusunun çok boyutlu kavramsallaştırılmasının yanında, Thanatos psikolojisi, farklı farkındalık seviyelerindeki ölüm kaygılarının açıklamalarını betimlemek için bu korkunun çok düzeyli olarak kavramsallaştırılması gerektiğini vurgulamıştır (Kastenbaum, 2000; Neimeyer, 1997; Tomer, 2000). Yani insanlar ölüm kaygılarını farklı farkındalık seviyelerinde açıklayabilirler ve bu kaygılar, öz bildirim bilinci ya da farkındalık eşiğinin altından açıklandığında farklılık gösterebilir. Dahası kültürel, kişisel ve bağlamsal faktörlerin bilinçli ölüm kaygılarında ve bu kaygıların bilinçdışı açıklamaları üzerinde 21
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
farklı etkileri olabilir. Bu çok düzeyli yaklaşım, ölümü hatırlatan unsurların psikolojik etkilerini anlamayla ve terör yönetim mekanizmalarının uyumlu olarak etkinleşmesiyle ilgili olabilir.
bağlanma eğiliminin karmaşık belirtilerini betimlemek için oldukça yararlı olduğunu keşfetmiştir. Son çalışmalardan birinde, ölüm belirginliğinin ardından terör yönetim mekanizmalarının etkinleştirilmesinde bireysel farklılıkları betimlemek için çok boyutluçok düzeyli yaklaşımın kullanıldığını inceledik. Özellikle, bireyin Tematik Değerlendirme Testi kartlarını sağlayan tepkilerinin ölüm belirginliğinin başlamasına neden olan etkileri azaltıp azaltmadığını araştırdık. Bu araştırmalar sonucundaki bulgular, farkındalık düzeyinin altında beliren kişisel ölüm korkusu ifadelerini değerlendirmenin ve analiz etmenin önemini vurgular. Bu ifadeler karmaşık bir şekilde bilinçli ölüm kaygılarına bağlıdır ve ölüm belirginliğini arttırmak için terör yönetim tepkilerini düzenliyor gibi görülmektedir.
Bu çok düzeyli yaklaşım, düşünce ve kaygıların farklı farkındalık seviyelerinde etkinleştirilebileceğini ve açıklanabileceğini öneren bilişsel teorilere dayanmaktadır (Wegner, 1994). Ölüm korkusuna çok düzeyli yaklaşım, Thanatos psikolojisine ve ölüm korkusu karşısında insanların kendini savunduğu yolları arayan Terör Yönetim Kuramı açıklamalarına dayanmaktadır (Greeenberg et al., 1997; Kastenbaum, 2000). Bu kuramlar, kişinin ölüm farkındalığı tarafından yaratılan terörün ölüm farkındalığını inkâra ve ölüm düşüncesinin bastırılmasına neden olduğunu ileri sürmektedir. Yani daha fazla korku ve kaygı kaynağıyla baş etmek için tipik olarak diğer savunma mekanizmaları kullanan insanlarda bile inkâr ve baskı kişisel ölüm korkusuna karşı önemli savunma yöntemleri sunmaktadır. Çok düzeyli yaklaşım çok çeşitli ölçütlerin gelişmesini sağlamıştır Kastenbaum, 2000; Neimeyer, 1997, for reviews). Bu ölçütler, otonom uyarılma işaretlerini değerlendirmeyi içerir. Ne yazık ki bu çalışmaların ölüm korkusu çalışmasında çok düzeyli bir yaklaşımı şekillendirmiş olmasına karşın, bunların çoğu ölüm korkusunu basit, tek boyutlu şekilde değerlendirmiştir. Sadece ölüm bilincinin çok boyutlu bir yapı olduğunu kabul etmekte zayıf kalmamış aynı zamanda ölüm korkusuyla ilgili çok çeşitli bilinçdışı göstergenin olduğunu da reddetmişlerdir. Çok boyutlu ve çok düzeyli bakış açısını ölüm korkusunun üzerine entegre etmek için Florian ve çalışma arkadaşları (Florian 1984; Mikulincer 1990; Ungar, Florian, & Zernitsky-Shurka, 1990) ölüm kaygılarının bilinçdışı göstergelerini düzenleyen temel boyutları betimleme girişiminde bulunup bu boyutlarla (kişisel ölüm korkusunun daha bilinçli ifadelerinin) boyutsal yapısı arasındaki bağlantıları incelemişlerdir.
ÖLÜM OLGUSU NASIL KAVRAMSALLAŞTIRILIR? Ölüm kaygılarının çok boyutlu-çok düzeyli belirtilerinin incelenmesinin ötesinde Florian ve çalışma arkadaşları teorik ve ampirik çabalarını, insanların ölümü nasıl kavramlaştırdığı, ölüm kaygılarını terör yönetim tepkileriyle nasıl ilişkilendirdiğine adamıştır. Bu çalışmalar, ölümün öznel olarak kavramsallaştırılmasının ölüm kaygısındaki farklılıkları ve insanların bu kaygıları yönetme yollarını anlamayla ilişkili olduğunu göstermiştir.
Ölümün Formel Olarak Kavramsallaştırılması Nesnel bir bakış açısıyla ölüm, doğal süreçlerin kesin bir sonucudur. Ölüm, kişisel ve çevresel birçok faktör yüzünden meydana gelen kaçınılmaz, evrensel ve kesin bir olgudur (Florian 1985). Bununla birlikte; bu ölüm konsepti bilişsel gelişimin bir ürünüdür. Bir çalışmasında Nagy (1948), üç gelişim aşamasından bahsetmiştir. Okul öncesi çocuklar, ölümün kaçınılmaz, evrensel ve kesin bir olgu olduğu konusunda az bir anlayışa sahiptir.
Florian (1984) altı ölçeği (1. ölüm merkeziyeti, 2.depresyon, 3. Kaygı (anksiyete), 4. saldırganlık, 5. suçluluk, 6. inkâr) çok boyutlu ölçek analizine tabi tuttu ve bunların iki genel boyut etrafında düzenlendiğini meydana çıkardı. Boyutlardan biri, farkındalık seviyesi altındaki ölüm kaygılarını ortaya çıkaran duygusal tepkilerin bir türünü kapsamaktadır. Bu boyut içselleştirme ve öfkeden mutsuzluk ve rahatsızlığa gitmektedir. İkinci boyut, tam bilinçsizlik seviyesinde ölüm kaygılarının serbestçe ifade edildiği boyutu kapsamaktadır. Bu boyut, bilinçli ölüm kaygılarının alt seviyesini engelleme ya da sınırlama girişimlerinden (inkâr) bu kaygıların (ölüm merkeziyeti) tanımlanması ve büyütülmesine kadar gitmektedir. Bu iki boyutsal yapı tam ölüm kaygılarının serbestçe ifade edilebildiği ya da bazı kısıtlama derecelerine maruz kaldığını göstermektedir. Daha sonraki çalışmalar ölüm korkusunun tam açıklamasını içeren bu iki boyutsal yapıyı kopyalayarak ele almışlardır (Mikulincer et al. 1990; Ungar 1990). Bu çok boyutlu analiz, ölüm korkusunun kesin ifadelerindeki bireysel farklılıkları hakkında ve bu ifadelerin bilinçli ölüm kaygılarıyla ilişki olduğu kompleks yollar hakkında önemli bilgiler sağlamaktadır. Örneğin Florian (1984); dini inançlara bağlılığın Tematik Değerlendirme Testi’nde (TAT) ölüm merkeziyeti, kaygı ve suçlulukla pozitif bir şekilde ilişkili olduğunu ve bilinçli ve bilinçsiz ölüm kaygıları arasındaki ilişkinin basit olmadığını, bunun yanı sıra inkâr ve baskı terimleri aracılığıyla tam olarak açıklanamadığını bildirdi. Kişisel Ölüm Korkusundaki Bağlanma Tarzı Farklılıkları adlı çalışmasında, Mikulincer (1990); çok boyutlu, çok düzeyli bir yaklaşımın bilinçli ve bilinçsiz ölüm kaygılarında güvensiz
Nagy’nin öncü çalışmasının ardından Florian (1985), anaokulundan birinci sınıfa İsrailli çocuklardan oluşan bir örneklemede ölüm konseptinin gelişimini incelemiş ve ölümün kesinliği ve kaçınılmazlığı anlayışında kademeli olarak bir artış daha bulmuştur. Bu bulgu, batı ülkelerinde yürütülen çalışmalarda tekrarlanmaktadır (Smilansky, 1987; Speece & Brent, 1992; Wenestam & Wass, 1987). Ölüm konseptinin gelişimindeki kritik aşama Piaget’nin somut süreçler aşaması olmuştur. Bu aşamanın başında çocuk, ölümün evrenselliği, kesinliği ve kaçınılmazlığı gibi soyut kavramlardan yoksundur. Okul yıllarında, çocuklar hayatın bitmesine yol açan doğal kesin süreçler olarak ölümün gerçekçi tanımını aşama aşama edinir (Speece & Brent, 1992). Bu gelişim sürecinin ötesinde, Florian ve Kravetz (1985) bir çocuğun fiziksel ve kültürel çevresinin onun ölüm simgesini etkilediğini ileri sürdü.
22
23
Sosyalleşme sürecini ve içeriğini etkileyen din ve diğer kültürel sosyal faktörler de insanların ölümü kavramsallaştırma yolunu anlamayla son derece ilişkilidir. Ölüm kavramının gelişmesinde bireysel farklılıklar ölümü hatırlatan unsurların psikolojik etkilerini belirlemede önem teşkil eder. Solomon, Greenberg ve Pyszcynski (1991) ölümün kaçınılmaz olduğunu bilecek kadar zeki olduğunda kişinin ölümden korkmadığını vurgulamıştır. Bu düşünceyi takiben Florian ve Mikulincer (1998) ölümün anlamı tamamen anlaşıldığında ölümü hatırlatan unsurların terör yönetim mekanizmalarını harekete geçireceğini varsaymıştı. 10-11 Yaşlarındaki çocuklar, ölümün kaçınılmaz,
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
evrensel ve kesin olduğunu anladığında ölümden korkmaktadır (Wenestam & Wass, 1997). Bu aşamada ölüm belirginliği terör yönetim mekanizmalarını etkinleştirmelidir. Ölüm belirginliği, 11 yaşındaki çocuğun kültürel dünya görüşünü koruma eğilimini arttırmaktadır.
Ölümün Enformel Kişisel Kavramları: Ölümün Kişiselleştirilmesi Ölüm kavramı sadece evrenselliği, kesinliği ve kaçınılmazlığı hakkındaki formel inanışları içermez aynı zamanda daha az formalı olan fazla mecazi ya da ilişkili simgeleri de içerir. Genellikle ölüm, bir varlık ya da birey olarak kavramsallaştırılır. Kastenbaum ve Aisenber (1972), bu simgelerin insana ölümü kendine özgü, öznel şekilde düşünmesini sağlamakta ve bu durumun da ölümle uzlaşmaya yardımcı olduğunu saptamışlardır. Kastenbaum ve Aisenberg (1972), insanların ölümü nasıl algıladığı ya da hayal ettiği sorulduğunda açıkladığı dört ana ölüm türü ya da portresini ayırmıştır. İlk tür; “ölümle ilgili” kişiselleştirmedir. Bu kişiselleştirme, hayatın kötü düşmanı olarak görülmektedir ve onu betimleyen insana duygusal yönden yakın hissedilir. İkinci tür; bilge, güven veren, sessiz, güçlü, sempatik ve anlayışlı olarak görünen “rahatlatıcı bir şey”, üçüncü tür; insan görünümü olan ama duyguların olmadığı, onu tanımlayan insanla yakın bir ilişki kurmayan “otomaton”, dördüncü tür ise; aldatıcı olan ama umut verici olarak görülen “mutlu hilekâr” kişiselleştirmedir. Bazı çalışmalar, ölüm kişiselleştirmesinde cinsiyet farklılıkları tespit etmiştir. Weller, Florian ve Tenenbaum (1988) ölüm kavramının maskülen ve feminen özelliklerle kişiselleştirildiği boyuttaki bireysel farklılıkları incelediler. Son çalışmamızda, ölümü hatırlatıcı unsuları takiben terör yönetim mekanizmalarının etkinleşmesinde ölümün kişiselleştirilmesinin muhtemel etkilerini inceledik. Özelikle ölümün kişiselleştirilmesinde bireysel farklılıkların sosyal ihlallerde ölüm belirginliğinin etkilerini azaltıp azaltmadığını araştırdık. Bunlar sonucunda, ölüm hatırlatıcılarının ardından terör yönetim mekanizmalarının etkinleşmesi antipatik ve anksiyete uyarıcı olarak ölüm görüntüsüne bağlı gibi görünmekteydi. Ölümün rahatlatıcı olarak görselleştirilmesi, ölümü hatırlatan unsurlara karşılık kültürel kaygı tamponlarının etkinleşmesine daha az ihtiyaç duymayı sağlayan rahatlatıcı ve sakinleştirici etki sağlayabilir. Genel olarak bu bulgular, terör yönetim mekanizmalarının etkinleşmesinde ölümün kişiselleştirilmesinin önemini ortaya koymaktadır.
BÖLÜM 5 GÜZELLİK İÇİNDEKİ HAYVAN KADININ NESNELLEŞTİRİLMESİ VE KINANMASINA VAROLUŞSAL BİR BAKIŞ AÇISI
SONUÇ Florian ve çalışma arkadaşlarının teorik ve ampirik çalışması ölüm kaygısı çalışmasının yönünü radikal olarak basit, tek boyutlu yaklaşımdan karmaşık, çok yönlü yaklaşımlara doğru değiştirmiştir. Bu yaklaşım, üç anlam boyutu etrafında düzenlenmiştir ve çoklu farkındalık düzeylerini açıklamış ve bilişsel olarak bunu çok çeşitli yollardan sunmuştur. Dahası bu çalışma Terör Yönetim Kuramı ve Thanatos arasında bir köprü görevi kurmuştur. Diğer yandan Thanatos psikolojisi insanın ölüm korkusunun doğasına diğer psikolojik ve sosyolojik faktörlerden etkilenebilen bağımlı değişken babında odaklanmıştır ama ölümle yüzleşmede muhtemel bilişsel ve davranışsal çıkarımlara yeterince dikkat etmemiştir. Öte yandan Terör Yönetim Kuramı çalışmaları, çok çeşitli sosyal tutumlar, bilgiler ve davranışlar için önemli sonuçlara sahip olan bağımsız değişkenler babında ölümü hatırlatan unsurların etkilerine odaklanmıştır. 24
25
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Cinsiyetler tarihi boyunca kadınlar erkeklerden daha aşağı olarak algılanmıştır; ama aynı zamanda yeryüzündeki Tanrıçalar konumuna yükseltilmiştir. Kadınlar konusundaki bu ayrımın nedenleri onların biyolojik doğasıyla ilgilidir. Örneğin; kadınlar erkeklere göre daha duygusal yapıda ve daha az mantıklıdır, aynı zamanda fiziksel olarak daha zayıftır. Bu bölümde, kadın doğasının sosyal tutumlarda ve kadınlara olan davranışlarda önemli bir rol oynadığını ileri süren ilk kanıtımızı sunacağız.
İncil’den Kuran’a, regl dönemleri sırasında kadınlara temas hâlinde olmaktan kaçınılması gerektiğini emreden ahlaki görev kadınların kirli olduğu ve adet kanının insanı kirleten bir etkiye sahip olduğu inancını sergilemektedir. Birçok kabile kültürü, regl kanından yoğun şekilde korkmaktadır. Yeni Gine, adetli bir kadınla temas içinde olmanın adamı hasta edebileceğini, durmadan kusmasına neden olacağına ve sonunda adamın zayıflayıp öleceğine inanmaktadır (Delaney, Lupton, & Toth, 1988).
VAROLUŞSAL BİR YAPI: BEN HAYVAN DEĞİLİM! Yahudi-Hıristiyan ilahiyatçılar, bedenin zayıf ve çürümeye eğilimli olduğunu; fakat ruhun da sonsuz olduğunu öne sürmüştür; günaha iradeli olmanın insanları hayvanlardan ayıran birincil fark olduğunu söylemişlerdir. Otto Rank, Ernest Becker ve Norman O. Brown gibi diğerleri de insanın kendi hayvan doğası tanımıyla mücadele etmektedir ve bu tehdidi aşmak için “ruh” ve “kültür” olarak bu tür soyut insan yapılarını geliştirmiştir. Goldenberg ve çalışma arkadaşları (2001, çalışma 1) insanlara kendi ölümleri hatırlatıldığında, onların beden ürünlerine ve hayvanlara büyük nefretle karşılık verdiğini göstermiştir. Cox, Pyszczynski, ve Goldenberg (2002) insanlara hayvan doğaları hatırlatıldığında ve onlardan bedensel durumları ve fonksiyonlarıyla ilgili sorulara cevap verilmesi istendiğinde ölüm düşüncelerine erişilebilirliğin arttığını göstermiştir. Fiziksel doğamızın tehdit içeren yönlerine savunma mekanizmasıyla karşılık veriyoruz. Diğer yandan inkârdan uzak durabiliriz, kendimizin ve diğerlerinin değerini düşürebiliriz; ancak tehdit veren doğal özellikleri sembolik kültürel anlam ve değerlerle doldurarak bu tehdit saçan ifadeleri iyileştirebileceğimizi ileri sürüyoruz. Bu iki stratejiyle kadınları ve bedenlerini daha iyi anlayabiliriz.
HAYVAN (ÇİRKİN OLAN ŞEY) İnsanoğlunun kendini hayvan doğasından ayrı tutmak için içsel bir varoluşu vardır ve bunu bu özelliğinin değerini azaltıp inkâr ederek, fiziğine ya da maddesel yaratılışına sembolik ve kültürel anlam yükleyerek yapmaktadır. Tarihsel olarak, kadınların doğasıyla ilgili kavramlar kadının birincil kaynak olarak doğaya olan bağlantısını vurgular. Erkeklerin aksine kadınlar, bedenleri, algıları, duyguları tarafından yönetiliyormuş gibi görülmektedir ve bu durum, Tanrılardan daha uzak ve diğer hayvanların konumuna daha yakın gibi algılanmaktadır. Seçkin tıp doktorlarından Rudolf Virchow 1800’li yıllarda kadın ve erkek hakkında şöyle söylemiştir: “Kadın insana bağlı bir çift yumurtadır, fakat erkek testislerle donatılmış insandır. “ Bu görüş kadınların erkeklerden farklı bir eğitim alması gerektiğini iddia eden birçok bilim adamını desteklemektedir.
26
Batılı çağdaş kadınlar, regl ile sınırlandırılmasalar da reklamlar regli örtbas edilmesi gereken “hijyenik kriz” olarak satışa çıkarıyor ve lekelenmeyi, kokuyu vb. önlemek için kadınlara ped adı verilen ürünler sağlıyor (Havens & Swenson, 1988). Nitekim birçok araştırma, kadınların “fark edilmiş” olmaya kızdığını ve koku ya da kıyafetlerinin lekelenmesinden dolayı küçük düştüğü hissine kapıldıklarını göstermektedir (Kissling, 1996; Lee, 1994; Ussher, 1989).
GÜZELLİK Kadınların doğaya daha yakın olduğuna dair bir inanış vardır; fakat aynı zamanda Tanrıça statüsünde bir yeri olduğu da açıktır. Kadınlarla ilgili bu şablonlar çelişkilidir; çünkü hem negatif hem de pozitif yargıları içerir. Glick ve Fiske’nin gösterdiği gibi; kadınların erkeklerden daha yeteneksiz ve değersiz olduğuna dair bir anlayış vardır fakat aynı zamanda kadınlar toplumsal yaşamda eş ve anne rollerindedirler. Diğer yandan kadınların doğurganlığı ve beden işlevleri hor görülmekte; fakat bedenlerinin diğer özellikleri ile güzelliğin ve erkek arzularının kültürel sembolü hâline getirilmelerinde de herhangi bir beis görülmemektedir. Kadını nesneleştirme, “doğal” kadını “güzellik” ve arzunun “nesnelerine” dönüştürmeyi sağlayan bir tarz örtüdür. Nesneleştirme Kuramı (Fredrickson & Roberts, 1997) kadın bedenlerinin cinsel yönden değerlendirilmesi toplumumuzda büyük çeşitlilikte görüldüğünü ileri sürmektedir. Kadın bedenlerinin nesnelleştirilmesi ayrıca onların tehdit oluşturan doğasına karşı bir savunmadır.
ÖZ-NESNELEŞTİRMENİN ÖDÜLÜ VE FİYATI Roberts’ın (2002) gerçekleştirdiği ve kadın katılımcıların olduğu bir deneyde, kadınların da tampona erkekler gibi kınayarak ve kadını nesneleştirerek karşılık verdiği tespit edilmiştir; ancak sağladığımız veriye göre, kadının nesnelleştirilmesi önemli bir varoluşsal işleve hizmet etmektedir, bu durum kadınların yaratılmış doğalarından çıkarak ölüm tehdidinden korunmalarını sağlar. Artık bir kadının diğer kadını nesnelleştirmesi şaşırtıcı değildir ve buna ek olarak kadınların kendi bedenlerini de nesnelleştirmesi sürpriz değil. Buna “öz nesneleştirme” ya da “kendini nesneleştirme” diyebiliriz. Bedenin nesnelleştirilmesi varoluşsal bir korumayı sağladığı gibi, bedenlerinin arzu edilirliği için kültürel standartlara uyan kadınlara sunulan açık ve somut ödüller vardır. Bundan başka Fredrickson (1998), öz-nesneleştirmenin duygusal ve 27
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
davranışsal sonuçlarının erkekler için değil kadınlar için olduğunu göstermiştir. Fiziksel doğalarına karşın kadınların sahip olduğu negatif tutumlarının ve inkârın birtakım sonuçları vardır. Örneğin Roberts (2004), kadınların öz nesneleştirme bakış açısı ne kadar fazlaysa regl olmaya karşı o kadar fazla olumsuz tutumlar sergilediğini bulmuştur. Kadın ne kadar çok öz nesneleştirme pratiği yaparsa; regl dönemlerinde o kadar çok tiksinti, iğreti, utanç gibi olumsuz duyguları hissetmektedir.
NEDEN KADIN? Kadına niçin hem temel hayvan doğası hükmü veriliyor hem de bir çeşit saflık ve güzellik simgesi olarak kadın tanrılaştırılıyor? Birçok feminist bakış açısı bu soru karşısında cinsiyetler arası gerçek sosyal ve politik güç farklılıklarının olduğunu ileri sürüyor. Bazı feminist kadın düşmanlığı analizleri, erkeklerin kadın potansiyelinin gücünden korktuğunu söyleyerek oluşan eşitliğe kaygıyı ekliyor. Fakat yine de vurguladığımız gibi kadına yönelik tutumlar tamamen olumsuz değildir, aynı zamanda insancıl bileşenler de içerir. Kadınların düşmancıl ve görünüşte insancıl tepkilere maruz kalmasının nedeni erkeklerin kadın tehdidinden kendini koruma çabasından ibarettir.
SONUÇ Feminist açıklamalarla birlikte kadınların bedenleri ve erkeklerin arzularına bağlı varoluşsal tehditleri göz önüne alarak kadınlara olan olumsuz davranışların içeriğini ve yoğunluğunu daha iyi anlayabiliriz. Bununla birlikte; erkeklerin biyolojik doğurganlık konusunda bir rolü olmasa da bedenlerinin yaratılış özelliklerine sahip olmadığı söylenemez. Nesnelleştirmenin kadını daha az tehlikeli olarak ifade eden önemli bir varoluşsal işleve hizmet ettiğini vurgulamak isteriz. Dahası nesnelleştirme sadece erkekleri değil aynı zamanda kadınları da korumaktadır. Buna ek olarak, kadın bedenlerinin nesnelleştirilmesi kendi kendine bir itici güç olmaktadır.
28
BÖLÜM 6 KAYBOLAN VE GERİ DÖNÜLMEK İSTENEN CENNET
29
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ İnsan Doğa İlişkilerinin Motivasyon Verici Analizleri Bu bölümde insanların doğayla etkileşiminin bazı temel varoluşsal mücadelelerle ilişkili olduğunu ileri süreceğiz. İnsan doğa ilişkileri insanların yaşam ve ölüm konularıyla nasıl başa çıktığıyla ilgili bir pencere aralamaktadır. İnsanların nihai kaygılarının göz önünde bulundurulması modern uygarlıkların doğayla olan çatışmalarının derin gerekçelerine ışık tutabilir.
İNSAN DOĞA İLİŞKİLERİNİN KISA BİR ÖZETİ Genetik araştırmacılar çoğu insan geninin ilk hayvanlara kadar giden bir soya sahip olduğunu ortay koymuştur. Primat türlerden şempanzeler, 5 milyon yıl önce insan türünden ayrılmıştır. İnsanlar ve diğer biyolojik türler arasında benzerlikler olmasına rağmen insanoğlu eşsizdir. Çünkü insanların çok yönlü bilişsel mekanizmasını destekleyen beyin korteksleri vardır. İnsan aklının bilişsel gelişmişliği, insanoğlunun doğayı kontrol altına alan çok güçlü teknolojiler icat etmesine yaramıştır. İnsan beyni öz farkındalığı desteklemektedir. Öz farkındalık, insanlara sayısız uygulanabilir avantaj sunmaktadır (Pyszczynski, Greenberg, & Solomon, 1998; Silvia & Duval, 2001). Bununla birlikte öz farkındalık, insanları yaşam ve ölüm konularında en derin korkularla yüzleşmeye de itmektedir. İnsan zihni doğal zorlukların bir ürünüdür. 2,5 ve 3 milyon yılları arasında, soğuk iklim şartları ve doğa koşulları hominidlerin ormanlardan, otlak alanların ve ağaçların bir arada olduğu yerlere göç etmelerine neden oldu. Bu değişiklik, hominidleri daha büyük hayvanları avlama ve büyük topluluklar hâlinde yaşama gibi farklı hayat tarzlarına yönlendirdi. Son evrim analizlerine göre; bu değişiklik öz farkındalığın evrilmesini sağladı. Buna ek olarak, topluluk hâlinde yaşamak çok yönlü bakış açılarının, yeteneklerin ve sembolik iletişimin gelişmesini tetikledi. Göçün ve yaşam tarzındaki değişikliklerin sonuçları öz farkındalığın evrimine yol açan seçim baskılarını arttırılmasına neden oldu. Öz farkındalık kapasitesi evrim geçirince, insanlar daha sofistike (çok yönlü, karmaşık) kültürel süreçler geliştirmeye başladı.
GELİŞME KARŞISINDAKİ KORKU: İNSAN- DOĞA İLİŞKİLERİNE VAROLUŞSAL BAKIŞ AÇISI İnsanlık ormanlardan ovalara göç eden tarih öncesi atalarından bu yana hızlı bir ilerleme kaydetmiştir. Birçok varoluşçu düşünür, doğanın yaşam ve ölüme bağlı olduğunu söylemiştir. Derin bir anlamda doğayla yüzleşmek insanların temel kaygılarıyla yüzleşmesi anlamına gelir. Modern çağlarda, doğanın en korkutucu yanı (depremler, seller ve bulaşıcı hastalıklar gibi doğal felaketler) gizlenmiştir. Doğanın derin varoluşsal korkularla ilişkisine rağmen, insanların doğayla etkileşimleri tek başına savunma güdüleri tarafından açıklanamaz. Dinamik, sürekli değişen bir çevrede hayatta kalmak için insanlar en azından yeni tecrübelere açık olmak, yeni topraklar keşfetmek ve yeni bilişsel ve davranışsal yetenekler geliştirmek zorundaydı. Bu keşif ve kişisel egemenlik ihtiyaçları muhtemelen uygar bir dünyada gerçekleştirilebilir. İnsan ve doğa ilişkisi iki çelişkili varoluşsal güdüyle anlaşılabilir. Doğayla yakın temaslar, insanı doğadan uzakta tutmak ya da doğanın vahşi güçlerini kontrol altına almak için savunma güdülerini kamçılayan derin kökleşmiş varoluşsal korkularla yüzleşmeyi kapsar. Ne var ki, doğa aynı zamanda keşif ve kişisel gelişim için uygun bir ortamdır; çünkü öz savunma ve gelişim, insanın güdülenmesindeki temel kaynağı temsil eder (Deci & Ryan, 2000; Pyszczynski, Greenberg, & Goldenberg, 2003; Sedikides & Strube, 1997).
AMPİRİK KANIT Çevre psikolojisi bünyesinde, doğayla yüzleşmenin değişen tepkilere yol açtığı sayısız göstergeler vardır. Örneğin; insanların yabancı kaldığı vahşi ortamlara korku dolu tepkileri vardır (Kaplan & Kaplan, 1989). Varoluşsal güdü analizlerimiz, öz savunma ve gelişim güdüsünün durumlar ve bireyler üzerinde ciddi çeşitlilik gösterebileceğini varsaymaktadır (Koole & Van den Berg, 2003). Öz savunma, hâkimlik kurmaya ihtiyaç duyduğunda, insanlar doğaya savunmacı bir şekilde karşılık verir.
Savunma Güdüsü ve Doğan Uzaklaşma
Daha sonra insanlar tarımı keşfetti. Tarım, insanları doğal yaşımı kontrol altına almaya teşvik etti. Vahşi hayvanların evcilleştirilmesi ve teknolojik icatlar ise; daha fazla hasat elde edilmesini sağladı. Tarıma geçiş giderek daha fazla insanın daha az araziye bağlı olmasına neden oldu. Bu da insanların şehirlerde bir arada yaşamaya başlamasını sağladı. Toplumsal düzen kapsamında; ussallık, kişisel sorumluluk, oyunculuk gibi özellikler ortaya çıktı. Bu da bilim ve teknolojinin gelişmesini hızlandırdı. Elektrik, atom ve DNA gibi müthiş güçler insan medeniyetinin güçlü müttefiklerine dönüştü. Nitekim bu; medeniyetin doğaya müdahalesi, modern çağlarda enerji kaynaklarının tüketilmesi, kirlilik, ormansızlaşma ve birçok türün yok olma oranının artması gibi problemlerin meydana getirdiği farklı türden kaygılara neden olmuştur. Sonuç olarak şuan çoğu kişi; doğaya geri dönmek, bir bahçe sahibi olmak ve bitki yetiştirmek için zaman harcamaya ve kaynaklarını kullanmaya oldukça istekli hâle gelmiştir.
“Savunmacı kaygılar insanları doğadan uzaklaşması için motive edebilir.” görüşü Terör Yönetim Kuramı çizgisine çok yakındır (TMT; Solomon, Greenberg & Pyszczynski). Terör Yönetim Kuramı’na göre; ölüm kaygıları insanlara gerçek ve sembolik ölümsüzlüğü elde etmenin yollarını sunan birtakım kültürel dünya görüşleri oluşturmayı ve bunu doğrulamayı sağlamaktadır. Bu varsayımları destekler nitelikte bugüne kadar ortaya konmuş olan 100’den fazla deney, ölüm düşüncesinin insanların dünya görüşlerini daha güçlü bir şekilde savunmalarına yardımcı olduğunu göstermiştir. Birçok araştırma, varoluşsal kaygının insanların doğadan uzak kalmayı sağlayıp sağlamadığını incelemiştir. Önce Terör Yönetim Kuramı araştırması ölüm belirginliğinin kültürel dünya görüşü desteğini ve birinin biyolojik fonksiyonuna ve hayvanlara olumsuz tepkileri artırdığını belirtti. İkincisi, boş bir çevreye maruz kalmak ölüm düşüncelerini etkiler. Son olarak son deneyler ölüm belirginliği ve yapı ihtiyacının boşluğun daha az değerlendirilmesine yol açtığını gösterdi.
30
31
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Gelişim Güdüsü ve Doğanın Kucaklanması Çevre psikolojisindeki son çalışmalardan birkaçı gelişim güdüsü ve doğa deneyimleri arasındaki ilişkiyi araştırmıştır. Biz, hazırlık çalışmasında tepki aktivitelerine bağlı gelişim güdülerine odaklandık. Rekreasyon kendi kendine başlamıştı. Bu milyonlarca modern insanı doğayla yakınlaştıran gönüllü bir davranıştı. Dolayısıyla rekreasyon, doğa değerlendirilmesinde gelişim güdüsünün etkisini keşfetmek için uygun bir alandır. Çalışmaların ardından daha genel kişisel işlevler için analizlerimizi genişletmeye çalışıyoruz. Buna göre ortaya konan bir çalışma, eylem yönelimindeki bireysel farklılıklara odaklanmıştır (Koole & Van den Berg, 2003). Özerklik teorisi çalışması, özerkliğin ve otonominin kişisel gelişim unsurlarının merkezi olduğunu göstermiştir.
Büyüme ve Savunma Arasındaki Diyalekt Savunma ve gelişim güdülerinin insanların doğaya verdiği karşılık üzerine önemli bir etki ortaya koyduğu üzerine ön kanıtlar bulunmaktadır. Buna göre savunma ve gelişim güdüleri birbirini nasıl etkiler? Dahası deneysel kanıt, gelişim güdülerinin tehdit unsurlarını yıkmaya eğilimli olduğunu ileri sürmektedir (Deci & Ryan, 2000; Kasser & Sheldon, Chapter 29, Koole et al., 2003). Araştırmalarımız, umulduğu gibi, katılımcıların “Ölümle Karşılaşma” videosunu izledikten sonra çok hızlı bir şekilde olumsuz bir ruh haline girdiğini göstermiştir. Daha da önemlisi doğa videosu izleyen katılımcılar, şehir videosu izleyen katılımcılardan daha fazla duygudurum bir gelişme göstermiştir. Doğanın güç veren etkileri ölüm tetikleyicileriyle baş etmek için yeterince güçlüdür. Doğanın kaygı tampon etkilerinin ölüm hatırlatıcıları için oluşması mantıklı görünmektedir. Oysaki doğadan uzakta olma eylemini oluşturan savunma, daha çok ölüm hatırlatıcıları için oluşmaktadır. Bu tahminlerin ilginç olmasına rağmen, doğa ile yüzleşmenin kaygı uyarıcılığına karşı kaygı tamponlma hâline nasıl ve ne zaman geldiğini ve bilişsel, duyusal savunma sistemlerinin birbirleriyle nasıl bir ilişki içinde olduğunu anlamak gerekmektedir.
BÖLÜM 7 ERGENLİKTE ALINAN RİSK
ÖZET VE SONUÇLAR Bu bölüm, insanların doğayla ilişkilerindeki birtakım varoluşsal dayanaklar üzerine yoğunlaşmaktadır. İnsanların öz farkındalık kapasitelerinin hem kendi varoluşsal kaygılarını hem de doğadan yabancılaşmasını arttırdığı görüşünden yola çıktık. Belki de varoluşsal psikoloji ve insan doğa ilişkileri arasında temel bir bağlantı olabilir. Doğa, ölüm ve çürümeyle ilişkili olduğundan insanlar için doğal olarak bir sorun teşkil etmektedir. Buna göre, insanların ölüm karşısındaki savunma kaygıları kendilerini doğal dünyadan uzaklaştırmak için güçlü bir güdü meydana getirmektedir. İnsanların savunma kaygıları birincil bir durum olsa da, analizlerimiz savunma ve gelişimin, insanların doğayla ilişkilerinde derin bir etki ortaya koyduğu sonucuna varmıştır. İnsan - doğa ilişkilerinin varoluşsal güdü analizlerinin ortaya koyulmasının ardından bazı ilgili araştırmalar ortaya koyduk. İlk olarak insanlar doğaya karşı korkulu tepkiler göstermektedir. İkinci olarak Terör Yönetim Kuramı kapsamındaki araştırma, ölüm hatırlatıcılarının insanların kültür kimliklerini yoğunlaştırdığını göstermektedir.İnsanların hayvanlardan ayrıldığı düşüncesi gibi ve hayvan doğalarını hatırlatan şeylere ve hayvanlara olumsuz tepkiler göstermesi gibi. 32
33
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ “Olmak ya da olmamak” gerçek mesele değildir. Korunmadan yaşanan cinsellik, dikkatsiz sürüş, madde kullanımı ya da zorlu spor aktiviteleri gibi risk taşıyan davranışlar, gençlerin sağlığına yönelik büyük bir tehdit unsurudur ve bu tip durumların ölümle sonuçlanma riski de oldukça yüksektir. Gençleri bu riskleri almaya iten nedir? Temel öz koruma içgüdüleri çelişmez mi? Riskli davranışların temel psikolojik belirleyicileri nedir? Bu sorulara cevap vermek için gençlerin varoluşsal koşullarını ve ihtiyaçlarını anlamak gerekmektedir. Örneğin; dikkatsiz sürüşte, tehlike durumu çok daha çekici ve eğlenceli hâle getirmektedir. Varoluşsal paradoks, riskle bağlantılı canlılık duygusunun nihai kaygıyla kişinin kendi ölümündeki terörle başa çıkması için bireysel girişimler üzerine kurulmuş olabilir. Bu bölümün amacı, gençlerin risk alma kaynağını gözden geçirmektir. Risk almak tek bir olgu değildir. Birçok eylemi içerir. Bu bölümde bir bütün olarak riskli davranışların anlaşılmasında ilerlemek ve belirli davranışlara dikkat çekmek için gereken bilgiyi tamamlamaya çalışacağız.
ERGENLİKTE RİSK ALMA Belirli bir davranış istenen ve memnun edici ya da istemeyen ve oldukça tehlikeli olan birden fazla sonuçlara yol açabilir. Risk alma olumsuz sonuçlara yol açan seçeneklerin uygulanmasını içerir Byrnes, Miller, & Schafer, 1999). Risk alma, uyumlu ya da uyumsuz olabilir. İnsanlar etrafındaki bütün risklere engel olamayabilir. Bunun yerine bazı riskleri sistematik olarak takip ederek ve diğerlerini önleyerek başarıyla sürece uyum sağlayabilir (Byrnes, 1998). Ergenlik, sosyal çevrenin doğasını değiştiren ve psikolojik, bilişsel gelişimlerin neden olduğu büyük değişikliklere yol açan etkileyici bir evredir. Gençlerin kendilerini ailelerinden kurtarmak istediği ve bağımsız bireyler olduklarını ileri sürdüğü varoluşsal bir süreç başlar. Genç birey; kişisel kimlik, kendilik duygularını geliştirmelidir. Böylece deneyim geçmişi ve beklenen geleceği anlamlı bir şekilde birbirine bağlanır (Erickson, 1968). Jessor (1982) sigara ve içki içmek, madde kullanımı ya da cinsellik gibi risk taşıyan davranışların nedensiz ve bozukluktansa “maksatlı, anlamlı, hedef yöneltimli ve işlevsel” olarak düşünülmesi gerektiğini iddia etmektedir. Gençlerin düşüncelerini anlamaya çalıştığımız için; onların deneyimlerini, algılarını, duygularını ve güdülerini keşfetmeye çalışmak bu hayat evresinde risk almanın daha iyi anlaşılması açısından oldukça önemlidir. Bilişsel özellik, risk alma tutumları ve “olmak ya da olmamak” gibi karar verme süreçleriyle ilişkilidir. Güdüsel özellik iki yönle ilgilidir. İlki; risk alma davranışı ve onun işlevlerine bağlı öznel anlamlardır. İkincisi; yetkinlik, öz saygı ve öz etkililik algılarına bağlı anlamlardır. Duygusal özellik, risk alma deneyimiyle yükselen duygular ve hislerle ilgilidir. Bu duygular olumlu (mutluluk, heyecan vb.) ya da olumsuz (korku, öfke, çaresizlik vb.) olabilir.
34
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
RİSK ALMANIN İÇSEL ÖZELLİKLERİ: BİLİŞSEL, DUYUŞSAL VE GÜDÜSEL Risk Almanın Bilişsel Yönleri Genel olarak iki farklı amaç, riskle ilgili kararları etkileyebilir (Lopes, 1983, 1987): Kaybı önleme isteği ve kazancı maksimize etme arzusu. Kaybı önleme isteği korkuyla güdülenir, fırsattan yararlanma isteği umutla güdülenir. Böylece insanlar umut edilen kazancın değeri kayıp değerinden fazla geldiği için zaman zaman risk alırlar. Gençler de dikkatsiz araba kullanmayla ilgili olarak onun tehlikeli olduğunu bilmelerine rağmen vereceği memnuniyet hissine, heyecan ya da eğlenceye odaklanmaktadır. Algılar ve davranış arasındaki ilişki karmaşık olsa da risk algılarının dikkatsizlik özelliği gösteren davranışlar ortaya koyması ya da koymaması bireyin kararına bağladır. Ne var ki riskli davranışa sadece risk algısı katkıda bulunmaz, duygusal durumlar ve tepkiler büyük resmin bir parçasıdır.
Risk Almanın Duyusal Yönleri Bulgular, mutlu bireylerin iyimser risk kararları ve seçimlerine sahip olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla riski ve risk içeren seçimlerin daha az algılamaktadırlar (Lerner & Keltner, 2000, 2001). Olumsuz duyguların etkileriyle ilgili inceleme, korkak bireylerin kötümser risk içeren kararlara ve seçimlere sahip olduğunu göstermiştir. Çeşitli çalışmalar, sinirli insanlar ve riskli davranışlarla ilgili olarak özellikle de bazı gençlerin agresifliklerini ve öfkelerini ifade etme yolu olarak araba kullandığını gösteren dikkatsiz sürüşle ilgili iddiaları doğruladı (Arnett, 1995; Donovan, Umlaf & Selzberg, 1988). Buna ek olarak daha agresif gençlerin aynı şekilde sinirli bir ruh hâlinde olduklarında daha dikkatsizce sürmeye eğilimli oldukları gösterilmiştir (Arnett, Offer, & Fine, 1997). Tepkisellik Teorisi (Brehm & Brehm, 1981) risk alma davranışıyla bağlantılı öfke seviyesini açıklamaya yardımcı olabilir. Bu teori, algılanan özgürlüğe tehdit teşkil eden durumlarda insan davranışını açıklama girişimi içindedir. Buna ek olarak yüksek duygulanım arayanlar birçok aktivitede daha az riski algılamaya eğilimlidir ve düşük duygulanım arayan kişilerden daha fazla olumlu potansiyel sonuçlar beklemektedirler (Igra & Irwin, 1996). Bu nedenle risk algısı, duygulanım arayan kişi ve riskli sürüş arasındaki ilişkiye aracılık edebilir. Yüksek duygulanım (heyecan/his) arayan kişiler bazı sürme davranışlarını riskli olarak hissetmeyebilir ya da hızlı sürdüğünü düşünmeyebilir. Risk alma davranışının duygusal yönleriyle ilgili açıklamanın yanı sıra duygulanım arayışı bilişsel süreçleri için de bir açıklama sağlar. Buna ek olarak, duygulanım arayışı riskli davranışları kullanmak için motive edici olarak belirtilir.
Risk almanın Güdüsel Yönleri, Algılanan Zarar ve Yararları Fonksiyonel analize göre, davranış en iyi hizmet ettiği amaçlar ve ihtiyaçlar yönünden anlaşılmaktadır. (Snyder & Cantor, 1997). İnsanlar aynı amaçlar için farklı davranışları ya da farklı amaçlar için aynı davranışı gerçekleştirsin ya da gerçekleştirmesin 35
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
anlam anahtarı her davranışın temelinde yatan güdüler ve amaçlar bünyesindedir. (Cooper, Shapiro & Powers, 1998). Örneğin; özerklik teorisi insan davranışlarını yöneten üç temel psikolojik ihtiyacın olduğunu varsaymaktadır: Otonomi, Yeterlik ve Başkalarıyla ilintililik (ilişki) ihtiyacı. Görünüşe bakılırsa; insanlar gelişim ve sağlığı en yüksek seviyede tecrübe etmek için bu ihtiyaçlarından doyum sağlamalılardır (Deci & Ryan, 1985).
gençlerin, düşük risk alanlardan daha iyi öz saygıya sahip olduğunu ve daha az depresyona katlandıklarını göstermiştir (Gonzalez et al. 1994). Öz saygı algıları becerilerden bağımsızdır; fakat optimal işleyiş hem beceri hem de etkili öz inançları gerektirir. Öz yeterlik, güvenli cinsellik ve kondom kullanımında önemli bir etken olarak tanımlanmaktadır (Fisher & Fisher, 1992; Goldman & Harlow, 1993; Parsons et al., 2000). Bu öz yeterlik algısı kondomu doğru olarak kullanmak için gereken beceriye güvenmek demektir (Parsons et al., 2000).
Riskli davranışla ilgili tartışmaların riskli davranışın potansiyel bozukluk ve tehlikeli yönlerine odaklanmasına karşın risk alma; maceraperestlik, yaratıcılık ve değişimlerle karşılama gibi durumların gelişiminde olumlu bir güçtür (Moore & Parsons, 2000) ve doğrusu sağlığı, refahı teşvik ettiği varsayılan temel ihtiyaçların tatminini sağlayan önemli bir duruma hizmet edebilir (Deci & Ryan, 1985). Gerçek şu ki; çalışmalar risk alma deneyiminin hem normatif hem de psikolojik anlamda uyumsal olduğunu göstermektedir (Baumrind, 1987). Yüksek öz güven, öz saygı, stres toleransı ve inisiyatif riskli davranışlardan ileri gelen potansiyel kazanımlardır (Moore & Parsons, 2000). Diğer bir deyişle; riskli davranışlar birçok farklı amaç ve işleve hizmet edebilir. İnsanlar bağlanma ve yakınlık ihtiyaçlarını (yeni bir partnerle cinsellik yaşamak gibi) karşılamak ya da stresle ve disforik ruh haliyle (neşelenmek için içmek gibi) baş edebilmek için bazı yetenek ve becerilerini geliştirme yolları olarak riskli davranışları kullanabilirler (bir dağ yolunda yüksek hızda araba kullanmak gibi) (Cooper, Agocha, & Sheldon, 2000). Risk alma davranışının zarar ve yararları bu davranışlara katılması için önemli bir güdüsel temel oluşturmaktadır. Ne var ki güdüsel özelliğin bir başka önemli yanı öz saygının pekiştirilmesiyle ve öz yeterlik duygusunun geliştirilmesi ile olan ilişkisidir.
Öz Saygı ve Öz Yeterlik Zarar ve yararlar arasındaki ayrımın yanı sıra Cooper (1998) genel olarak güdüleri etkileyen ve özellikle riskli davranışa ilişkin başka bir boyutun varlığını ileri sürmektedir: “Sosyal hedefe yönelik davranışlar karşısındaki birey; birinin kimlik duygusunu ya da albenisi olumlamak için ya da birinin iç duygusal deneyimlerini yönetmek için öncelikle riskli cinsellik gibi kimlik ya da otonomi-yeterlik ihtiyaçları tarafından güdülenmektedir.” Bu boyutun bireysel özelliklerine yoğunlaşırken öz saygı ve öz yeterliğin riskli davranışlarda oynadığı rolü ifade etmek de önemlidir. Öz saygı, genellikle risk alma davranışının bir habercisi olarak vurgulanmıştır. Düşük öz saygı genç kadınlarda cinsel başlangıçla ilişkilidir (Orr, Wilbrandt, Brack, Rauch, & Ingersoll, 1989). Muhtemelen düşük öz saygılı insanlar kendi risk alma davranışını haklı çıkarma yolu olarak karar vermede riskli davranışların yararlarını vurgulamaya eğilimli olabilirler (Parsons et al., 2000). Buna karşılık, diğer çalışmalar yüksek risk alan
36
Risk Alma ve Ölüm Farkındalığı Ölüm kaygısı ve risk alma arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalar kesin sonuçlar sağladı. Hâlbuki çalışmaların birçoğunda ölüm kaygısı ve risk alma arasında bir ilişki bulunmamıştı (Alexander & Lester, 1972; Berman, 1973; Schrader & Wann, 1999; Slanger & Rudestam, 1997; Thorson & Powell, 1990; Warren, 1981–1982). Çalışmalardan biri; erkekler arasında ölüm hakkında düşünme konusundaki istekliliğin spor, madde kullanımı gibi durumlarla değil sadece düşük riskli cinsel davranışla ilişkili olduğunu gösterdi (Word, 1996). Bununla birlikte son zamanlarda Terör Yönetim Kuramı (TMT) özümsemesi, risk almak için güdüsel esasların daha iyi anlaşılmasını sağladı. (Greenberg, Pyszczynski, & Solomon, 1997; Solomon, Greenberg, & Pyszczynski, 1991; see also Solomon, Greenberg, & Pyszczynski). Yapılan beş çalışmada; ölüm belirginliğinin araba kullanmayı öz saygılarıyla ilgili olarak düşünen genç erkeklerde daha dikkatsiz araba kullanmaya yol açtığını keşfettik. Onlar için, dikkatsiz sürüş uğraşı muhtemelen öz saygı duygularını arttırabilen olumlu sonuçların potansiyel kazancını kapsamaktaydı. Diğer çalışmaların sonuçları, daha önce belirtilen bulgular ve ölümü hatırlatan unsurların risk almayı etkilediği iddiasını destekleyen bulgularla bağdaşıyordu. Özellikle de çalışmalar ölüm belirginliği kullanımının erkekler için çeşitli riskli faaliyetlerin çekiciliğini arttırdığını gösterdi. (Hirshberger, Florian, Mikulincer, Goldenberg & Pyszczynski, 2002). Risk almanın genel bilişsel, güdüsel, duygusal çerçevesini anlamak risk algıları ve pratiğinde önemli bir etkisi olabilecek kişilerarası ve ailevi konularının incelenmesine yol açar.
DIŞ ETKİLER: SOSYAL ÇEVRE Risk alma davranışında sosyal ve çevresel etkiler; arkadaş, aile, aile yapısı ve kurumlarla ilişkilidir (Igra & Irwin, 1996). Dikkatsiz davranışlara yol açan dış kaynaklar risk alma davranışının iç dinamiklerine katkıda bulanabilir. Çalışmalar olumsuz çevre belirleyicilerinin dikkatsiz sürüş alışkanlığıyla ilgili olduğunu ve dikkatsiz sürüş algılarıyla ve onun zararlı potansiyel sonuçlarını dikkate almamakla ilişkili olduğunu göstermiştir (Taubman - Ben-Ari et al., 2002). Gençlerin aileleriyle ilişkilerini algılama yolu gençlerin risk alma davranışının diğer önemli bir belirleyicisidir. Araştırmalar olumsuz aile ilişkilerinin gençlerin riskli davranışa olan bağlılığını arttırdığını göstermiştir (Bijur, Kurzon, Hamelsky 37
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ & Power, 1991; Igra & Irwin, 1996; Luster & Small, 1994; Resnick et al., 1997; Turner, Irwin, Tschann & Millstein, 1993; White, Johnson & Buyske, 2000; Wills, McNamara, Vaccaro & Hirky, 1996). Gençler ailelerini gözlemleyerek de risk alma davranışını “öğrenebilir” (Hardy, Astone, Brooks-Gunn, Shapiro & Miller, 1998; Igra & Irwin, 1996). Dahası; araştırmalar riskli davranışların aileden geçtiği iddiasını desteklemektedir. Özellikle; alkol, madde kullanımı problemleri ailelerde varsa ailelerden gençlere geçebilmektedir (Ellis, Zucker & Fitzgerald, 1997; Jacob & Johnson, 1997; Windle & Searles, 1990). Kişinin araba kullanma tarzı ailesine göre şekillenebilir ve belki de anne babasının araba kullanma şekliyle ve davranışıyla ilgili olabilir (Taubman - Ben-Ari, Mikulincer, & Gillath, 2003). Bununla birlikte; ergenlik döneminde ailelere duyulan güven arkadaşlara doğru kaymaktadır; çünkü arkadaşlar ergenlik döneminde değer ve inanç sistemlerinin kurulma süreçlerinde önemli bir destek, modelleme ve dayanak kaynağı olmaktadır (Forehand & Wierson, 1993). SONUÇ Risk almada en teorik bakış açıları, temel bir yaşama arzusundan dolayı bir kişinin risk alma eğiliminin mantıksız ya da kabul edilemez olduğunu varsaymaktadır. Yani tehlikeli aktivitelerde bulunduklarını bilen insanların bunu bilinçli olarak yapması imkânsızdır. Risk alma davranışları yetişkinliğe geçişte önemli bir rol oynar ve özgüven ve öz saygıyı teşvik eden olumlu bir güçtür. Bu anlayış hiçbir şekilde ağır basan kaygıyla çelişmez. Riskli davranışlar bir dizi psikolojik işleve hizmet ettiği için riskli bir davranışın sağlık tehlikeleriyle ilgili gerçekçi bilgi, daha güvenli davranışı desteklemede yetersizdir. Müdahale programları bu nedenle gençlerin risk deneyimleriyle tamamen ilişkili olan çok yönlü programların tasarlanmasındaki kaynaklara yatırım yapmaktadır.
38
BÖLÜM 8 RASTLANTISAL SONUÇLAR VE DEĞERLİ YÜKÜMLÜLÜKLER VAROLUŞSAL İKİLEMLER VE ANLAM PARADOKSU
39
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
İnsanların anlam konusundaki ihtiyaçlarıyla ilgili birçok şey yazılmıştır. Fakat anlama doğasıyla ilgili çok açıklık ve fikir birliği vardır. İma, çağrışım, yan anlam, niyet, amaç, anlayış, açıklama, tanımlama, yorum gibi kavramlar dizini psikoloji literatüründe bir ya da birkaç şekilde temsil edilmektedir. Dahası aynı olgu hakkında konuşmak bile açık değildir. Aşağıdaki paragraflarda az önce sözü geçen terimlerin çoğunu kapsayan iki ana izah anlayışı vardır.
olabileceği inancına yönelmeyiz. Davranışsal kontrole inanmaktayız ve eylemlerimiz ile kişisel karakterimizin koruyucu doğasını fazla büyütmekteyiz. Bu nedenle önleyici davranışların bizi olumsuzlardan koruyacağına inanırız. Güvenli mahallelerde yürümek ve alkolsüz araba kullanmak tecavüz veya kaza riskini kesinlikle en az seviyeye indirir; ama bunlar sıfır olasılığa inmeyecektir. Yaşamak doğal olarak risklidir. Kötü şeyler önlem alan dikkatli insanların da başına gelmektedir; fakat psikolojik olarak bizler buna kötü bir şekilde hazırlanmışız. Bize rahatlık sağlayan anlam dolu ve anlaşılır bir dünyanın varsayımlarını sürdürüyoruz.
ANLAŞILIRLIK OLARAK ANLAM: EKSTREM (AŞIRILIK) DURUMLARI ANLAMLANDIRMA Bir aşırılık, olumsuz olay sonucunda (elden ayaktan düşüren kaza, fiziksel saldırı, doğal felaket, tecavüz, yaşam tehdidi oluşturan hastalıklar) varoluşsal sorunlar kazazedelerin zihninde önemli olmaktadır ve travmatik olayın anlaşılmazlığı etrafında döner dolaşır. Kazazedeler yaşadıkları deneyimi anlamlandırmak için çabalarlar. “Bu niçin oldu?”, “Neden benim başıma geldi?” (see, e.g., Bulman & Wortman, 1977; Burgess & Holmstrom, 1979; Chodoff, Friedman, & Hamburg, 1964; Davis et al., 1998; Erikson, 1976; KiecoltGlaser & Williams, 1987; McIntosh, Silver & Wortman, 1993; Parkes & Weiss, 1983; Silver, Boon & Stones, 1983; Taylor, Lichtman & Wood, 1984; Thompson, 1991). Deneyimlerini anlamlandırma girişimi basit bir nedensel analizle son bulmaz. Kazazedenin zihni; “Niçin ben?” ve “Niçin?” gibi sorularla meşgul olur. Travmatik olayları anlamlandırma; insanlar ve akıbetleri arasındaki olumsallıkları anlamayı kapsar. Bu tür bir anlayışın olmaması, önemli olayların rastlantısal olarak düzenlenebildiği ve emniyet ile güvenlikten artık emin olunmadığı bir çıkarımı kabul etmeyi gerektirir. Travmatik olaylar dünyayla ilgili temel varsayımları paramparça eder. (Janoff-Bulman, 1989, 1992; see also Horowitz, 1976; Parkes, 1975). Bu tür bir varsayım, özellikle insanın kendi hayatına etki eden olayların anlamlandırılmasıdır. Bize olan şeyin kim olduğumuza ve ne yaptığımıza dayandığını sorgusuz sualsiz kabul ederiz. Tesadüfi neticelerin olabilirliklerini en aza indirip neticeler üzerindeki kontrolümüzün etkisini en üst seviyeye çıkarırız. Özellikle Batı toplumlarında yargı ve davranışsal kontrol inancını yansıtan olumsallıkların kültürel yapı teorilerine güveniriz. Bilim alanında kabul edilen kuramlar gibi, bu kuramlar hem geçmiş verileri temin eder hem de gelecek olaylar için umut etmemizi sağlar.
Kazazedeler için bu temel varsayımların analizi travma sonrası psikolojik krizleri tanımlamaktadır (Janoff-Bulman, 1989, 1992; also see Horowitz, 1976; Parkes, 1975). Artık “Bu benim başıma gelmez.” düşüncesine inanmazlar; çünkü olumsuzluk bir şekilde zaten meydana gelmektedir. Olumsuz olaylar nedensiz olabilir. Talihsizlikler iyi ve değerli kişilerin başına da gelebilmektedir. Psikolojik anlamda bu yeni durum terör/ dehşet karşılığını alır. Kazazedeler ölümleriyle yüzleşir ve insani koşulların kırılganlığının farkına varır. Hak edilmemiş olaylar meydana gelebilir ve bizi yok edebilir. Terör Yönetimi perspektifinden bakıldığında, travmatik yaşam olayları ölüm kaygısını çok belirgin olarak canlandırır. Savunma sistemlerimizin çökmesi ve kırılganlığımızın terörü en üstün şeydir. Travmatik mağduriyet, mağdurları kendi ölümlerinin terörüyle yüzleşmeye zorlar. Mağdurlar artık sadece zayıflıklarının farkına varmazlar, aynı zamanda temel varsayımlarının artık geçerli olmadığını fark ederler. Artık onlar için; kötü, ihtiyar bir dünya vardır. Zamanla mağdurlar iç dünyalarını yaşadıkları travmatik deneyimlerle hesapladıkları varsayımlarla tekrardan kurarlar. Bu, mağdurların hayata devam etmesini sağlar. Dünya kontrol edilebilirdir, rastlantısaldır; fakat kesin değildir. Dünya artık tamamen korkutucu değildir. Mağdurlar gerçek bir güven ve rahatlık duygusu kurmaya başlar; fakat bundan böyle talihsizlik olasılığının farkında olmaya devam ederler. Travmatik olaylar durur; fakat trajedi ve kayıpları hatırlatan bir mihenk taşı gibi görevine devam eder. Gelecekte bir trajedi olma olasılığının bilincinde olunur; fakat artık bu konuya takılıp kalınmaz.
SİMGESEL OLARAK ANLAM: DEĞER YARATMAK
Travmatik olayların psikolojik anlamdaki güçlü, ağrılı etkisi güven ve emniyeti kanıksadığımız boyutu anlamadan tam olarak kavranamaz. Kazazedeler için bu yanılsama gücü onların ekstrem olumsuz deneyimlerinin ardından oldukça belirgin olmaktadır. Mağdurlarla yapılan araştırmalar mağduriyetin kötü sonuçları karşısında şunların söylediğini tespit etmiştir: “Bunun benim başıma geleceğini hiç ummamıştım.”, “Kötü şeyler herkesin başına gelebilir, sadece dikkatsiz olanların değil.” (e.g., Bennett & Dunkel-Schetter, 1992; Cann, Calhoun & Selby, 1979; Carli & Leonard, 1989; Foley & Pigott, 2000). İnsanlar farklı cevaplar da verebilir, örneğin: “Evet, elbette, kötü şeylerin başıma gelebileceğini de biliyorum. Etrafınıza bakın. Kötü şeyler sürekli olup duruyor. Yarın bana kanser teşhisi konabilir. Ya da işten eve giderken başıma bir kaza gelebilir.” gibi sözler de söylerler. Evet, kötü şeylerin olduğunu biliyoruz; ama bunların bizim dünyamızda
Mağduriyetin hemen ardından mağdurun yaşadığı deneyim anlamlandırma meselesi bir anlam ifade etmeyebilir. Zamanla mağdurun varoluşsal kaygıları ikinci bir anlayışın etrafında oluşmaya başlar ve farkına varılan olumlu değişiklikler görülür. Mağdurun edindiği sonuç; hem kayıpları hem kazançları sağlar. Anlaşılabilirlik açısından travmatik olaylar göz önüne alındığında, mağdurlar kayıpları ve olumsuz duyguları deneyimler. Kültürel bilgimiz toplumca yaygın bir inancımızı içerir: “Öldürmeyen acı güçlendirir.” Bu birçok dinde öğretilen acının kurtarıcı değeriyle tutarlıdır. Mantra deneyimi: “Acı yok, kazanç da yok.” sözünü kullanır. Bu mesajlar acıyla ilgili değişkenlerde insanların daha güçlü olduğuna dair bir inanışı açığa çıkartır. Felaket yaşayanlar, mağduriyetin yarattığı inanılmaz zorluğu biliyor ve büyük bir kişisel güç, özgüven ve öz saygı elde ediyorlar: “Sınava tabi ol ve başarılı bir şekilde üstesinden gel.” Tedeschi ve Calhoun’un (1996) travma sonrası 3 büyük faktörü olan; hayatın değerini bilme, diğerlerine bağlı olma ve manevi değişim, yeniden varoluşsal değerlendirmeye dayalı yararlardandır. İlk faktör,
40
41
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
genel olarak hayatla ilgili olumlu değişiklikleri içerir: “Hayatta neyin önemli olduğuyla ilgili önceliklerim”, “Hayatımın değerini bilmek” gibi… İkinci ve üçüncü faktörler yüksek duyarlılıkla ve özel alanların değeriyle ilişkilidir: Yakın arkadaşlıklar ve maneviyat (genellikle doğaya aittir). “Değer” terimi artan bedel ve kıymetinin bir değerlendirmesini işaret etmektedir. Ekonomi açısından malların değerinin artması bedelini de artırır. Psikoloji açısından bir şeyin kıymetini arttırdığımızda gözümüzdeki algılanma değeri de artar (Janoff-Bulman, 2000; Singer, 1996). Değer, değerlendirme süreçlerini kapsamaktadır. Bir şeye değer vermek için onu özel olarak düşünmek gerekir, tipik olarak sıradan şeylere değer vermeyiz. Zamanla çoğu mağdur, varoluşsal sonuç ve değere ait cesaret verici değerlendirmeler gösterir; ancak bu yeni değerlendirmeler ölümlülüğün, gelişigüzel sonuçların ve gelecekteki muhtemel kaybın gerçek bilgisinin tanınmasına bağlıdır. Mağdurlar neyin önemli olduğunu sıraya koyarlar. Yeni değerleriyle nasıl yaşandığı hakkında bilinçli seçimler yaparlar. Temel bir şekilde, hayatın anlamına ilişkin kaygıdan hayattaki anlamına odaklanmaya doğru yön değiştirmişlerdir. Mağdurlar travmatik hayat olayları gibi büyük yaşam durumlarını tamamen kontrol edemeyeceklerini bilirler. Özellikle aile ve arkadaşlar, manevi faaliyetler ve fedakâr çabalar değer verilen alanlardır. Mağdurlar için, önemli iş ve projelerde tutkuyla yer almaktan gelen anlam genel olarak mağdurun hayata daha fazla bağlanmasının bir yansımasıdır. Mağdurun anlamsızlıkla yüzleşmesi, anlamsızlığın oluşması için bir katalizör görevi yapar. Bu, mağdurların değer ve kesin kararlılık yaratması için kendi güçlerinin farkına vardığı hep var olan olasılıklar olarak kırılganlık, ölüm ve kaybın tasavvuruyla olmaktadır. Görünüşte mantığa aykırı olsa da mağdurların varoluşsal çabası ve azmi varoluşsal felsefenin tarihi gelişimiyle ilginç benzerlikler gösterir. Kendi varoluşumuzu yarattığımız özgürlük ve seçim vasıtasıyla, seçimlerimiz için herhangi bir nihai gerekçe olmadığında kendimizi ne yaparsak oyuz (e.g., Sartre, 1957, 1966). Seçimlerimiz ve kesin kararlarımızla kendi anlamımızı ve anlam dünyalarımızı yaratabiliriz.
BÖLÜM 9 DİN
ANLAM VE DUYGU HAKKINDA BAZI DÜŞÜNCELER Mağduriyet neticesinde, mağdurlar olumlu ve olumsuz değişiklikleri deneyimlemektedir. İnsanlar ve öngörülemeyen sonuçlar arasında olumsallığa gerek olmadığını bilmektedir. Mağdurlar, felaketin neden onları bulduğunu tam olarak anlayamayacaklarını ve bu felaketin herhangi bir anda gelebileceğini bilirler. Kayıp ve gelecekteki savunmasızlık, mağdurların yeniden düzenlenmiş dünyasına kodlanmaktadır, ama fakat bu aynı zamanda önemli yarar ve kazançları meydana getiren yeniden değerlendirilen varoluşsal değerlerin bir süreci için temel oluşturur. Bu yeni değerlendirmeler hayat ve yaşamanın değerin artırır. Travmatik yaşam olaylarıyla bağlantılı olumlu ve olumsuz değişiklikler dikkate alındığında, insan eylemlerinin sonuç ölçümü niteliğinin, faydalar ve refah arasında bulunan ilişkiyi güçlü bir şekilde etkilediği çok mantıklı görülmektedir. Kayıpların gerçek ve daimi olasılığının fark edilmesiyle mağdurlar hayatlarında değer yaratır. Psikologların sıradaki görevi, travmatik yaşam deneyimleri yokken daha derin noktaları (bilinçaltı) ve bağlılığı öğrenebileceğimiz alternatif yolları keşfetmektir. 42
43
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ Öz Psikolojik İşlevler Din, bir kişinin varoluşsal sorularla uğraşması olarak tanımlanabilir. Varoluşsal sorular, hayatta olduğumuz ve bir gün öleceğimiz farkındalığından meydana gelmektedir. Varoluşsal sorulara örnek verecek olursak: “Diğerlerine olan sorumluluğum nedir?”, “Hayatın anlamı ve amacı nedir?”, “Öleceğim gerçeğiyle nasıl baş edeceğim?”, “Eksik yönlerim konusunda ne yapmalıyım?” gibi sorulara odaklanabiliriz. Bu sorular, önem verdiğimiz kadar tam olarak kontrol de edemediğimiz konulardan bahseder. Dinin temel psikolojik işlevleri sırayla bu tür insan sorunları ve imkânlardan ortaya çıkan varoluşsal sorulara cevap vererek betimlenmektedir. Abraham Maslow (1954, 1970) insan sorunları ve imkânlarının en kapsamlı tanımlardan birini yapmıştır. Psikolojik, güvenlik, aitlik, saygı ve öz güncelleme ihtiyaçlarını kapsayan temel çabayla (güdüsel) ilgili ihtiyaçların bir hiyerarşisini sunmuştur. Bilmek ve anlamak için temel bilişsel ihtiyaçları da tanımlamıştır. Onun analizlerine, insan ihtiyaçlarının doğru ve eksiksiz tanımı olarak değil, dinin psikolojik işlevleriyle ilgili düşüncemize esneklik kazandıran geniş bir sezgisel çerçeve olarak başvuruyoruz.
İNSAN İHTİYAÇLARININ ORTAYA KOYDUĞU SORULARA DİNİ CEVAPLAR Psikolojik İhtiyaçlar Maslow’un İnsan İhtiyaçları Hiyerarşisi’nin temelinde yiyecek, içecek, ısınma, cinsellik ve acıyı engelleme ihtiyacı gibi psikolojik ihtiyaçlar bulunmaktadır. Bu ihtiyaçlar, biyolojik doğamız ile yetersiz yiyecek ve barınağın, yaralanma riskinin ve hastalanma olasılığının olduğu çevre arasındaki etkileşimin bir ürünüdür. Yiyecek, güvenlik, sevgi ve saygıdan yoksun olan bir kişinin muhtemelen her şeyden daha çok yiyeceğe ihtiyacı olurdu. Diğer tüm ihtiyaçlar var olmazdı ya da arka plana itilirdi. (Maslow 1970). Maslow’un dile getirdiği gibi; kronik olarak aç olan insanın ütopyası yiyeceklerle dolu bir yer olurdu. Bu ihtiyaçlarla ortaya çıkan varoluşsal sorular tipik olarak katı ve kesindir: “Açlığımı ve susuzluğumu nasıl dindiririm?”, “Yaralanma ve kazalarla nasıl başa çıkarım?” Eğer bir kişi çevrenin bu sorunları getirmeyeceğinden ya da kaynakların elinin altında olduğundan eminse bu tür sorular var olmayacaktır. Bu tür sorulara verilen dini yanıtlar, soruları gibi katı ve kesindir: “Amerikalı Kızılderililerin duasında olduğu gibi: “Ey büyük Güneş, insanlarım için dua ediyorum. Güneş olduğu için mutlu olabilirler, kışın soğuğunda yaşayabilirler. Ama hastalık ve yokluk aldı bizi. Acı onlara ve lütfen yaşamalarına izin ver. Bir hata
44
yaptıysak bağışla bizi. Ey yüce Toprak Ana, otlakların sulanması için yağmur yağdır, meyveler bollaşsın.” (Burtt, 1957, p. 42) Dini araştırma yapan psikologlar, bireylere psikolojik ihtiyaçlardan ortaya çıkan varoluşsal soruları ele almasını sağlamada, dinin rolüne geniş olmasa da belli ölçüde önem vermiştir. Freud (1927/1964, 1930/1961), dine daha çok güvenlik ihtiyaçlarına bir karşılık olarak odaklanmış olsa da dinin bu işlevini fark etmiştir. (Pargament 1990, 1997; Pargament & Park, 1995), McIntosh and Spilka (1990), Koenig (Koenig & Cohen, 2002) ve diğerleri en azından birkaç tür dini faaliyet ve inancın hastalıkla ya da felaketle başa çıkılmasında ve fiziksel sağlığa teşvik etmesinde insanlara yardımcı olabildiği ile ilişkili kanıtlar bulmuşlardır.
Güvenlik İhtiyaçları Midelerimiz dolduğunda ve gülecek günler için yeteri kadarına sahipsek kaybedecek bir şeyimiz olur olmaz kaygılarımız o şeyi korumak ve kendimizi güvende hissetmek adına ortaya çıkacaktır. Tüm tehlikeleri önceden engelleyebileceğimiz bir güvencemiz yoksa kendimizi varoluşsal soruları sorarken bulabiliriz: “Geleceği nasıl kontrol edebilirim?” Doğadan, arkadaşlarımızdan ya da bir hastalıktan gelecek olan tehditler gelecekten korkmamıza neden olur ve güvenli, emniyetli ve öngörülebilir bir dünyayı arzulamamızı sağlar. Çocukken ailemizin de bizi koruyabildiği ve koruyabileceğini düşünürdük. Onların sınırlarını fark etmeye başladığımızda daha büyük bir gücün kontrolü elinde tuttuğunu ve refahımızın onda olduğunu bilmeyi arzulayabiliriz. Tanrı’ya ya da tanrılara yönelebiliriz. Birçok psikolog, dinin güvenlik ihtiyaçlarını karşılayabildiğini fark etmiştir. Maslow (1954) dinin; evrenin organize olmuş, tutarlı ve anlamlı görme isteğine değindiğini ileri sürmüştür. Bu arzunun, temel güvenlik ihtiyaçlarıyla bazı hususlarda güdülendiğine inanmıştır. Hem bireysel hem toplumsal olarak güvenliğimizi sağlamak için tehditler konusunda çok fazla çalışıyoruz. Vahşi hayvanlardan korkmadığımız, sert ve ekstrem hava koşullarının olmadığı, terör ve savaşın olmadığı bir çevre yaratmakta başarılı olduğumuz ölçüde dine ihtiyacımız olmadığını hissedebiliriz.
Aitlik ve Sevgi İhtiyaçları Tam güvenlik duygusu yeni isteklerin oluşmasını sağlar. Maslow bunu şöyle açıklamaktadır: “Hem psikolojik hem de güvenlik ihtiyaçları sağlandığında sevgi, şefkat ve aitlik ihtiyaçları büyümeye başlayacaktır. Bu defa insan arkadaşlarının, sevgilisinin ya da bir eşin veya çocuklarının olmadığını şiddetli bir şekilde hissedecektir. Genel olarak insanlarla olan duygusal ilişkilere açlık duyacaktır; yani bir grupta yer alma amacını gerçekleştirmek için yoğun bir şekilde çabalayacaktır. Bir gruba 45
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ dünyadaki her şeyden daha çok katılmak isteyecektir; fakat insan açken sevgiye gerçek dışı ya da gereksiz veya önemsiz olarak bakmaktaydı.” Dini kimlik bugün gelişmiş ülkelerde bir önceki yüzyıla göre daha az önemlidir; fakat din, dünyanın birçok bölümünde insan kimliğinin çok önemli bir yönünü oluşturmaktadır.
Saygı İhtiyaçları Aitlik ve sevgi ihtiyaçlarının karşılanmasıyla, saygı ihtiyaçları öne çıkmaktadır. Maslow’a (1970) göre; saygı ihtiyacı iki şekildedir. Birincisi; güç, başarı, ustalık ve yeterlik ihtiyaçlarıdır. İkincisi; ün, prestij, konum, tanınma ve takdir ihtiyaçlarıdır. Bu ihtiyaçların doyurulması özgüven duygusunu sağlar. Saygı ihtiyacımızı tamamen sağlamak için bu iki durumun başarılması gereklidir. Saygı ihtiyaçları sayısız soruyu doğurur: “Değerli biri miyim?”, “Eksikliklerim, hatalarım ve imkânsızlıklarla nasıl yaşamalıyım?” En azından Amerika’daki gibi iyi hissetmek ya da kendini değerli görmek birçok çağdaş dinde de önemli bir rol oynamaktadır. Tanrı tarafından yaratıldığından ve değer görüldüğünden emin biri şu sözleri söyleyebilmektedir: “Havadaki kuşlara bakın, onlar ne ekebilir ne biçebilir ne de ürünü ahırda toplayabilir ve Cennet Babanız onları besler. Onlardan daha değerli değil misin? Sizi sevenleri severseniz nasıl bir ödülünüz olur? Bu yüzden mükemmel olun, Cennet Babanızın mükemmel olduğu gibi.” Psikologlardan James (1902) ve Allort (1950, 1966) saygı ihtiyaçlarının karşılanması için dinin kötü kullanımına çok fazla duyarlılık göstermişlerdir. Allport, itibar ve toplum içinde ayakta kalma ihtiyacının dine olan harici yönelimi bitirdiğini düşünmüştür.
Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı Maslow’un temel ihtiyaçlar hiyerarşisinin en üstünde, kendini gerçekleştirme ihtiyacı vardır. Yukarıdaki tüm ihtiyaçlar karşılansa bile bir birey, işe yaradığını hissetmezse kendini huzursuz ve doyumsuz hissedebilir. “Huzur ve barış içinde olmak için; bir müzisyen müzik yapmalı, bir ressam resim yapmalı, bir şair yazmalıdır” (Maslow, 1970). Birey, yeteneği yettiği her şeyi olmaya ihtiyaç duyar. Bu belki de ideal bir aile olma isteğiyle açıklanabilir ya da sanat veya bilimle açıklanabilir. Sadece üretken insanlar değil, aynı zamanda kendiyle barışık ve doygun insanlar da kendini gerçekleştirmiştir. Varoluşsal sorular da bu ihtiyaçla ortaya çıkar: “Gerçek doğam nedir?”, “Beni gerçekten ne mutlu eder?”, “Kendimi nasıl tamamlayabilirim?” Jung (1938) için din belki de bireysel başarıda en etkili araç olmuştur. Rollo May (1953) ve Erich From (1950,1960) gibi humanistik psikologlar tarafından dile getirilen benzer bir düşünceyi keşfettik. Örneğin; Fromm (1960) humanistik dinin, egosal benliğin üstesinden gelinmesi, sevginin, nesnellik ve tevazunun elde edilmesi ve hayata saygı duyulması gibi durumların anahtarını elinde tuttuğuna inanırlardı. 46
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ Bilişsel İhtiyaçlar: Bilme ve Anlama Arzusu İlk düzeyde, Maslow (1970) bilişsel kapasiteleri, temel bilişsel ihtiyaçların giderilmesinde araçlar kümesi olarak görmüştür. Bilginin edinilmesi ve evreni sistemleştirmek dünyada temel güvenlik duygusunu sağlamaya hizmet eder ve kendini gerçekleştirmenin ifade edilmesini sağlar. İkinci düzeyde, bilme ve anlama arzusu kendi başına ihtiyaçların hiyerarşisini şekillendirir. “Öğrendikten sonra bile bir yandan daha detaylı ve mikroskobik olarak bir yandan da felsefe, ilahiyat vb. dünyasına yönelerek daha geniş bir şekilde anlamaya çalışıyoruz.” Birçoğu için, dinin en belirgin temel psikolojik işlevi hayattaki anlam ve amaç duygusuna hizmet etmelidir. Sert ve baskıcı varoluşsal sorular, bilme ve öğrenme isteği ile insanın bireysel varoluş ve ölüm bilinci ikileminin iki özelliği arasındaki çakışmadan doğmaktadır. Bu konudaki sorular şu şekildedir: “Hayatımın anlamı ve amacı nedir?”, “Öldüğümde bana ne olacak?”, “Ölüm kaçınılmaz olduğuna göre ne yapmalıyım?” Bu sorular çok güvenli, başarılı kendini gerçekleştirmenin sağlandığı bir hayatın temellerini de sarsmaktadır. Din araştırmaları yapan psikologlardan James (1902), Freud 1927/1964, 1930/1961), ve Jung (1964) dinin önemini, hayattaki anlam ve amacın bir kaynağı olarak görmüşlerdir. Allport (1950) dinle ilgili klasik araştırması olan Mature Religion’da dini merkezin işlevini ele almıştır. Sonraki araştırma, Allport’un düşündüğü sosyal yararların dine özgü bir yöntemle ilişkili olmasının, arayış boyutuyla bir bağı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Öte yandan, yaşam memnuniyetini ve kaygının azaltılmasını kapsayan kişisel faydalar anlam ve amacın belirgin duygusuyla daha çok ilişki içinde gibi görünmektedir. Son yirmi yılda, farkındalık karşılığında daha çok insana odaklanan psikolojik bakış açısı Terör Yönetim Kuramı olmuştur. Terör Yönetim Kuramı, öz saygı ve kültürün birlikte ölüm gerçekliğine karşı bir kaygı tamponu oluşturmak için çalıştığını belirtmektedir. Kültürel dünya görüşü bir anlam sistemi oluşturur. Sonuç olarak dünya görüşü, kişinin özel etkinlik ve faaliyetlere katılmasıyla öz değer duygusunu geliştiren bir çerçeve sunar. Terör Yönetim Kuramı, hem kültürel bir kurum hem de kişisel inanç sistemi olarak dinle önemli ölçüde uyum içindedir; ama Terör Yönetim Kuramı’nın çeşitli öngörüleriyle birçok araştırma tutarlı olsa da kaygı tamponu olarak dinin önemini test eden araştırma, yetersiz ve neticesiz kalmıştır.
KENDİNİ AŞMA ÇAĞRISI OLARAK DİN Din aynı zamanda öz aşkınlığa teşvik etme işlevi görebilir. Önem verdiğimiz tüm ihtiyaçlar bireyin ya da kişinin ihtiyaçlarıdır. Dinin, insan ikileminden çıkan kişisel ihtiyaçları karşılayan bir işlevi olduğuna dair biraz tereddüt vardır; fakat din bundan 47
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
daha fazlasını yapabilir. Daha büyük bir amacı sürdürmesi için kendinin dışındaki bir değeri tanımasında bireye seslenebilir. Psikologlar çeşitli ihtiyaçlarımızı karşılama yolu olarak dine dikkat çekmektedir. Kendini aşma durumu ise; niteliksel olarak farklı görünmektedir. Kendini aşmak, mümkünse o zaman bu ihtiyaçları karşılamaya yönelmeliyiz. SONUÇ Dinin temel psikolojik işlevlerini bir karışım olarak sunduk. Bu işlevlerden biri diğerinden daha doğru mudur? Öyle olmadığını düşünüyoruz. Aksine dinin sadece birkaç işlevinden birinin konu ile alakası olabilir ya da tamamen doğrudur. Diğerlerinin ilgisi olmayabilir ya da belirsizdir. Hangi sistemin doğru olduğu ya da belirsiz olduğu zamanla insan, durum ve kültüre göre çeşitlilik gösterebilir. Tam olarak ilgilendiğimiz fakat kontrol edemediğimiz mesele her zaman aynı değildir. Farklı ihtiyaçlar ve çıkarlar farklı varoluşsal soruları ortaya çıkarabilir. İnsan ikilemi tek bir problem ortaya koymuyorsa o zaman tek bir dini cevap değil birçok dini cevap aramalıyız.
48
BÖLÜM 10 AHLAKLI KİŞİ ARAYIŞI, GERÇEKTEN İYİ OLMAK İÇİN KÖTÜ HİSSETMEK Mİ ZORUNDASINIZ?
49
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ İnsanlığın temel varoluşsal sorunu ölümün doğasıyla ilgilidir. İyi “ahlaklı” bir insan ne anlama geliyor? Birçoğu için ölümün en iyi örneği Azizler tarafından somutlaştırılmaktadır. Günah işlemek insana mahsustur. Günlük hayatımızda zaman zaman yanlış yolu seçeriz. Bilerek ya da bilmeyerek belli sürelerde yanlış, yıkıcı ya da zararlı şeyler yaparız. Birçok din birinin günahı için kötü hissetmesinin önemini vurgular. Bazı görüşlere göre bir kişinin ahlaki kişiliğinin gücü manevi sıkıntılarının derinliğiyle ölçülür. Kısacası acı çekmek iyidir. Günahtan arındırır ve ruhu tazeler. Bu kişiye özgü bir durum değildir. Acı çekmenin değeri yüzyıllar boyunca alıntılarda vurgulanmıştır. Aslında bariz günahların ardından hissedilen utanç ve suçluluk gibi ahlaki duyguların deneyimini yaşamamış insanlar için endişeleniyoruz. Bununla birlikte son ampirik çalışmalar birinin daha iyi insan olması için daha kötü şeyler hissetmiş olması düşüncesine şiddetle karşı gelmektedir. Gerçekte veriler tersini göstermektedir.
UTANÇ VE SUÇLULUK: PİŞMANLIĞIN FAZLASI DAHA İYİ DEĞİLDİR! Utanç ve suçluluk, öz düşünüm ve öz değerlendirme tarafından uyarılan öz bilinç duygularıyla aynı ailenin üyeleridir Tangney & Fischer, 1995). Günah ve hata karşısında benlik kendine döner, bunun sonucunda utanç ve suçluluk iki temel ahlaki duygu olarak belirtilmektedir. Utanç; suçluluk, hata ve günah sonucu oluşan olumsuz benlik duygularıdır. Utanç, suçluluktan farklıdır; çünkü utanç benliğe odaklanırken suçluluk davranışa odaklanır. Utanç çok daha ağrılı ve sıkıntılı bir duygudur; çünkü hata ve günah karşısında benliğin tamamı eksik ve kusurlu olarak görülmektedir. Utancın aksine suçluluk birinin öz kimliğini etkilemez. Aksine suçluluk belirli bir davranışla ilgilidir. Davranış üzerindeki bu farkı nedeniyle suçluluk tipik olarak utançtan daha az ezicidir. Açıkçası utanç ve suçluluk günlük yaşam akışı içinde çoğu insanın deneyimlediği iki ayrı duygudur. Bir kişinin günah ve hata karşısında suçluluk ve utancı deneyimleyip deneyimlemediğini birden fazla faktör belirleyebilir. Bu faktörler, durumu olduğu kadar insan özelliklerini de temsil edebilir. Başarısızlık ya da günah karşısında farklı insanlar çok farklı tepkiler verir. Utanç ve suçluluk eğilimi olan insanların güdüsel, davranışsal ve psikolojik durumları en azından 4 açıdan farklılık gösterir. İlki, suçluluk özür dilemeye ve hatasını düzeltmeye yol açarken utanç inkâr ve kaçışa neden olur. İkincisi, suçluluk insanları empatik bireylere dönüştürürken utanç insanları diğerlerinin duygusal deneyimlerine ilgisiz olmaya götürür. Üçüncüsü utanç ve suçluluk eğilimli insanlar öfke ve düşmanlık duygularını farklı şekilde deneyimleyip ona göre tepki gösterirler.
50
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
UTANÇ VE SUÇLULUK DUYGULARI BİZİ DÜZGÜN VE DİKKATLİ YAPAR MI? Saldırganlık, suç, madde bağımlılık, utanç ve suçluluğun özel olarak ahlaki davranışla ilişkisi olduğunu desteklemektedir. Yaşam boyunca saldırganlık ve suç, utanca eğilim olmayla ilişkilendirilmiştir. Stuewig ve McCloskey (2002) utanç eğilimli genç suçluların çocuk mahkemesi kayıtlarına göre bir şiddet olayıyla ilgili olarak utanç eğilimi olmayan genç suçlulardan daha fazla tutuklanma olasılığı vardır. Özetle utancın varsayılan uyumsal işlevini destekleyen doğrudan bir kanıt neredeyse yoktur. Aksine son araştırmalar utancı bir dizi yasal olmayan, tehlikeli veya sorunlu davranışlarla ilişkilendirmiştir. Buna karşılık, belirli davranışlarla ilgili suçluluk kapasitesinin, ahlaki bir yol izleyen bir model geliştirdiğini, sorumluluğu kabul ettiğini ve düzeltici davranışlarda bulunduğu görülmektedir.
İYİ OLMAK İÇİN KÖTÜ HİSSETMEK ZORUNDA OLMADIĞINIZ BİRÇOK KANIT Benzer birçok araştırma, kötü hissetmenin birinin karakteri, davranışı ve toplum refahı için iyi olmadığı düşüncesini göstermektedir. Empati ve tevazu alanında fazla acı daha iyi bir insan yapmaz. Empati olumlu ilişkilerle ilgilidir örnek olarak mutlu evliliklerde, başarılı aile ilişkilerinde ve etkili bir terapide empatiyle ilgilenen araştırmacılar “kendine dönük” kişisel sıkıntılar ile doğru empati yönelimi arasında bir ayrım yapmanın faydalı olduğunu keşfetmiştir. Bu durumda kötü hissetmek bizi Tanrıya ya da İyiye daha yakın yapmaz. Aksine gerçek tevazu, gözlerimizi açıp çevremizdeki güzelliklere yönelmeye teşvik eder.
ACI ÇEKMEK NİÇİN AHLAKİ ÜSTÜNLÜĞE YOL AÇMAZ? Birçok sosyal bilgi, ahlaki acının değerini vurgulasa da çoğu psikolojik teoriler ve ilgili bulgular kötü duyguların insanları niçin daha ahlaki yöne çekmediğini aydınlatmaktadır. Berkowitz (1989) olumsuz duygunun saldırganlığa yol açtığını ileri sürmüştür. Amaçların engellenmesi bu olumsuz duyguya bir örnektir. Baumeister, Bratslavsky, Finkenauer, ve Vohs (2001) kötünün iyiden daha güçlü olduğu sonucunu çıkarmıştır. “Günlük yaşamda, kötü olaylar karşılaştırılabilir iyi olaylardan daha güçlü ve daha kalıcı sonuçlar doğurur.” Çok fazla acının, baskın utanç deneyiminin inkar, uzaklaşma ve agresif davranışlar gibi istenmeyen sonuçlara yol açması şaşırtıcı değildir. Çocuk disiplini bağlamında çok olan şey iyi değildir. İyi aileler bunu bilir ve gelişim psikologları olumsuz geribildirim ve sonuçların katı cezadan daha etkili olduğunu göstermiştir. Çocuklar yaramazlık yaptığında, uyarılan negatif duygunun bir derecesi çocukların düzelmesi için ve geleceğe dair olumlu değişiklikler yapmak için gerekli olabilir. 51
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DUYGU YOĞUNLUĞUNDAN BAŞKA Bugüne kadar, utancın sorunsal özelliği olarak olumsuz duygunun yoğunluğuna odaklandık. Fakat utanç basit değildir. Davranışın olumsuz değerlendirilmesi ile karşılaştırıldığında benliğin olumsuz değerlendirmesi çok daha ağrılı, çözülmesi çok daha zor, düzeltilmesi çok daha zordur. Ayrıca utanç duyusu benliği zayıflatmaya ve durdurmaya eğilimlidir. Gerçekte yetişkinler kişisel utanç deneyimlerini kişisel suçluluk deneyimlerinden daha az yönetebildiğini göstermiştir.
ÖZET VE SONUÇLAR Özetle, ahlaki duygularda daha fazlası daha iyi değildir. Belirgin davranışlarla ilgili suçluluğun acı veren hisleri manevi olarak insanları motive eder. Diğer yandan utancın acı veren hisleri insanları yapıcı bir şekilde yönlendirmiyor gibi görünüyor. Bu bulgular güncel sosyal psikolojik kuramla tutarlıdır.
52
BÖLÜM 11 ADALET SOSYAL PSİKOLOJİSİNE VAROLUŞSAL BİR YAKLAŞIM ADALETLİ VE ADALETSİZ OLAYLARA TEPKİLERDE ÖLÜM BELİRGİNLİĞİNİN ETKİSİ
53
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Bu bölümde, bahsi geçen alan üzerine gerçekleşen deneyleri, çalışmaları ve buna bağlı gelişen iç görüleri ele almak istiyorum. Burada ele alacağım araştırmanın amacı kesinlikle bu kuramların asılsız olduğunu ileri sürmek ve hücuma geçmek değil. Aksine, bu fikirleri ciddi bir çerçevede ele almayı, üzerine inşa etmeyi, önceki kuramlar bazında henüz keşfedilmeyeni keşfetmeyi, kuramı genişletmeyi ve yeni konuları incelemek için deneysel paradigmaların terör yönetim kuramı ışığında nasıl kullanılacağını incelemeyi amaçlıyorum.
sağlar ve onların ihtiyaçlarına göre artmalıdır. Böylece, ölüm hatırlatma tamponu tarafından sağlanan bu korunma ihtiyacının artması gerekir. Bu nedenle davranışları ve inançları bu görüşe karşı olan insanlarda yoğun olumsuz etkilere neden olurken, davranış ve inançlarını koruyan insanlarda sağlam olumlu davranışların ortaya çıkmasını sağlar. Bu bağlamda ölüm belirginliği ve adalet algısı arasında anlamlı bir etkileşim bulunmuştur.
İlk ele aldığım araştırma programım burada açıkça devam etmektedir. Bu, kuramsal temelli sonuçlara hemen atlamamak adına önemlidir, gerek meslektaşlarımın ve gerek benim tarafımdan gerçekleştirilen ilk çalışmalar iyice tartışılmalıdır. Bu genel değerlendirmelerden sonra, sosyal psikoloji, terör psikolojisi ve belirsizlik yöntemi bakımından ele alınmış ve tartışılmış araştırma bulgularının sonuçlarını değerlendirmek istiyorum. Tüm bunlara başlamadan önce toplumsal psikolojide adalet yargılarını tanımada önemli olduğu kanısındayım.
TOPLUMSAL PSİKOLOJİDE ADALET ALGISI Çok uzun zamandır, farklı disiplinler üzerine çalışan bilim adamları adalet, ahlak ve etik gibi “adalet algıları” ile ilişkili kavramlar üzerinde konuştu. Sosyal psikologlar, insanların haklı ya da haksız oldukları durumları deneyimlediğinde bunun sonraki tepkilerini etkileyebileceğini inandırıcı biçimde göstermiştir. Çünkü kişinin adalet algısı çok önemli tutum ve davranışları etkiler, bu da adalet üzerine çalışmanın diğer insanları anlamada, onların nasıl hissettiğini düşünmede ve sosyal ortamda nasıl davrandıkları bilmekte nasıl önemli rol oynadığını ortaya koyar. Burada ortaya koyduğum araştırmamın temel konusu adalet algısının psikolojide neden önemli olduğunu vurgulamaktır. Deney sonuçlarında özellikle hangi insanların adil veya haksız olayları tecrübe ettiği ve hangi adil ve haksız durumlara hangi tepkilerin öncül olduğu değerlendirilir. Burada tartıştığım çalışmamın ilk serisi, bu terör yönetim kuramından gelen iç görü ve yönlendirmelerin neden adaletin insan psikolojisi üzerinde önemli yol oynadığını incelemek için kullanılıp kullanılamayacağını araştırıyor.
ÖLÜM BELİRGİNLİĞİ VE ADALET ALGISI Terör yönetim teorisine göre ölüm korkusunun altında ilkel benlikten gelen bir kendini koruma içgüdüsü yatmaktadır. İnsanlar diğer türler ile bu içgüdüyü paylaşmalarına rağmen sadece insanlar ölümün kaçınılmaz olduğunun bilincindedir. Ölümün kaçınılmaz bir bilinçle kendini korumasıyla bu içgüdüsel birleşimi, dehşet üzerinde felç edici potansiyelini oluşturur. Terör yönetim teorisi, terörün bu potansiyelinin, kültürel kaygı tamponu ve kişinin dünya görüşü, öz saygı gibi şeylerden oluşan sosyal psikolojik yapısı tarafından yönetildiğini ileri sürer.
Ölüm belirsizliği durumunda, kendi fikirlerini dile getirme şansı olanlar ve olamayanlarla kıyaslandığında, kendini ifade edenlerin duygusal tepkileri belirgin şekilde daha pozitif olmuştur, ama ölüm belirginliği durumu söz konusu olduğunda bu adalet algısı sürecinin etkisi çok daha güçlü olmuştur. Böylece, tahmin edildiği gibi, insanlar kendi ölümleri üzerine düşündüğünde, düşünmediği zamanlara kıyasla adalet algısına daha güçlü tepki verirler. Dolayısıyla, terör yönetim teorisinden türetilen tahminler doğrultusunda, bu araştırma bulguları, ölüm belirginliğinin insanları şiddet konusunda negatifleştirdiğini ve genel olarak daha pozitif tutum sergileyip kültürel norm ve değerlere bağlı kalmasına yol açtığını gösteriyor. Üstelik bu çalışmada, adalet algısının neden insanlar üzerinde etkili olduğunu araştıran kuramsal bir çerçeve kullanmış ve terör yönetim kuramı üzerine ele alınan önceki çalışmalar genişletilmiştir. Terör yönetim kuramımın temelindeki öngörülmüş yollarla işlemsel adaletin algılaması için insanların verdiği tepkilerde ölüm belirginliğinin etkilerinin gösterilmesiyle elde edilen bulgular adil ve adil olmayan olaylara tepkiler konusunda önemli yeni anlayışların oluşmasını sağladı.
BELİRSİZLİK BELİRGİNLİĞİ VE ADALET ALGISI Araştırma makalelerinde, Van den Bos ve Miedema (2000) bulguları, otoritelerin güvenilirliği, dağılımsal sorunları gibi konular hakkında belirsiz olduğu zaman insanların adalete daha fazla dikkat gösterdiğini ileri sürmüştür. İnsanlar belirsizlikten belirginliğe geçmesi daha az adalet ihtiyacıyla sonuçlanır. Ölümü hatırlamak, yaşamının bu temel savunmasız yönünü hatırlamamak ile kıyaslandığında kişinin daha fazla belirsizlik duymasına yol açar. Aslında, Martin tarafından 1999’da toplanan veriler gösteriyor ki, insanlardan ölümü düşünmeleri istenildiğinde -istenilmeyen kişilere oranla-belirsiz olmaya daha yatkınlar. McGregor da 2001 yılında ölüm belirginliğinin, kişide belirsizlik ile ilgili duygulara yol açtığını keşfetmiştir.
Bu kapsamda bu tampon, bireylere ölümü hatırlatan ölüm kaygılarına karşı koruma
Öz saygıları tehdit altındayken insanlar adalet içindeki değişikliklere daha güçlü tepki vermektedir. Çalışmaların bulgular gösteriyor ki, insanlara egolarını tehdit eden şeylerin hatırlatılması (örneğin kişiye akıllı olmadığını söylemek), egolarını tehdit etmeyen şeylerin hatırlatılmasına kıyasla (örneğin kişiye akıllı olduğunu söylemek) daha güçlü işlemsel adalet etkilerine yol açar. Bu sonuçlar, hayatın önemli
54
55
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
yönleri üzerine belirsiz olan insanlar için adaletin daha önemli olduğu önermesiyle uyumluluk gösterir.
Vaan den Bos ve Poortvliet tarafından 2003 yılında kaydedilen veriler, deneysel paradigmaların, belirsizlik belirginliğinin ölüm belirginliğine oranla daha fazla etkisi görüldüğü terör yönetim çalışmalarıyla aynı yönde olduğunu göstermektedir. Van den Bos ve Poortvliet, katılımcılarım kültürel dünya görüşlerine karşı çıkarak ya da destekleyerek değerlendirmiş ve tepkilerini ölçmüşlerdir. Buna bağlı olarak, belirsizlik ve ölüm belirginliğinin kişi üzerinde benzer etkilerinin olduğunu saptamışlardır.
Van den Bos 2001 yılında, adalet algısının insanların tepkileri üzerindeki etkisinde, belirsizliğe bir faktör olarak odaklanarak, yukarıda bahsi geçen çalışmaları genişletmiştir. Van den Bos ve Miedema bulguları, insanlara hayatlarının belirsizlik hissettiren yönleri hatırlatıldığında adalet değişikliklerine daha güçlü tepki verdiğini öne sürüyor. Bu ilginç ve potansiyel olarak önemli olan çıkarım kişilerin belirsizlikleri belirginleştiğinde adaletin önem taşıdığıdır. Adalet algısı insanlar için belirsizlikler ile ilgili sorunlar üzerinde düşündüklerinde özellikle güçlü etkilere sahiptir. Bu da, adalet algısının neden insanlar üzerinde etkili olduğu sorusuna yeni bir cevap niteliği taşıyor: Adalet algısı, insanların belirsiz olduğu ve daha az tahammül gösterdiği durumlarda koruma sağlayabilir. Bir başka deyişle, adalet algısı insanlar için önemlidir çünkü belirsizlik yönetimi sürecinde adalet yargılarını kullanırlar.
ÖLÜM VE BELİRSİZLİK BELİRGİNLİĞİ Belirsizlik yönetimi modeli, adalet algısının insanlar üzerinde neden etkisi olduğuna ve neden adaletin özellikle insanların adalet değişimlerine verdiği tepkileri açıklamada kullanıldığına yeni bir toplumsal psikolojik açıklama sağlar. Ancak model diğer olumlu örneklerle hiç test edilmemiştir. Van den Bos ve Miedema tarafından ele alınan çalışmalarda (2003), yazarlar ölüm belirginliği manipülasyonlarıyla paralel ilerleyen ve terör yönetim çalışmalarında kullanılan açık bir belirsizlik belirginliğini oluşturmuşlardır. En yeni terör yönetimi çalışmalarını inceleyecek olursak, insanlar ölüm hakkındaki duygu ve düşüncelerini içeren açık uçlu iki soruyu yanıtladığında ve ölüm belirginliği sonucu açık şekilde görüyor. Raporlanan bulgulara gösteriyor ki insanlar belirsiz olduklarını ve kendi ölümlerini düşündüklerinde, davranışlarındaki öfke katsayıları önemli ölçüde işlemsel adalet değişimlerinden etkilenir. Bu, terör yönetim teorisi ve belirsizlik yönetimi modelini destekleyen ve hem ölüm belirginliğinin hem de belirsizlik belirginliğinin insanların davranış ve adalet algısını etkilediğini destekleyen bir kanıttır. İlginçtir ki, deney bulguları ölüm ve belirsizlik belirginlikleri arasındaki manipülasyonların ve doğru yanlış prosedürünün ilerlemesini sağladı. Bu bulgular belirsizlik belirginliğinin, ölüm belirginliğinden daha güçlü adil yöntem etkileri olduğunu göstermektedir.
56
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Ben insanların kültürel dünya görüşüne destek ya da karşı çıkılması olgularının ve belirsizlik durumunun, kişilerin davranışlarını neden bu kadar etkilediği sorunsalında önemli kavramsal nedenlerin olduğuna inanıyorum. Sayısız toplumsal psikolojik kuram, belirsizliğin, çeşitli toplumsal psikolojik süreçlerde önemli rol oynadığına ve insanların yönetilmesi gereken durumlarda caydırıcı bir etkisi olduğuna işaret eder. Ayrıca, Vaan den Bos ve Poortvliet tarafında 2003 yılında kaydedilen verilerde de, kültürel dünya görüşlerine karşı çıkarak ya da destekleyerek elde edilen sonuçlara göre belirsizlik belirginliğinin verilen reaksiyonlarda diğer her şeye oranla daha güçlü etkiye sahip olduğu belirtilmişti. Mc Gregor da 2001 yılındaki çalışmalarında, ölüm belirsizliğinin belirsizlikle ilgili çağrışımları tetiklediğini ve ölüm belirsizliğinin “acı, dehşet, korku” gibi terörü andıran belirsizlik olgularıyla çok güçlü bağlantısı olduğunu rapor etmiştir. Diğer bir deyişle, ölüm belirginliğinin -yegâne yönü olmamakla beraber- önemli bir yönü, belirsizlik belirginliğinin dolaylı bir manipülasyonu olduğunun düşünülebilir olmasıdır. Burada gözden geçirdiğimiz tüm deney bulguları şunu gösteriyor: İnsanlardan belirsizlikleri hakkında düşünmelerini istemek, onları belirsizlik belirginliğine doğrudan bir yönlendirmedir. Burada ele alınan deneylerin sonuçları da bu yönlendirmelerde kültürel dünya görüşüne karşı çıkılmasının ya da bu görüşün desteklenmesinin insanların tepkilerinde güçlü etkileri olduğunu gösterir. Buna bağlı olarak Van den Bos ve Miedema ve Van den Bos ve Poortvliet ‘in beraber yürüttükleri çalışmalarda ortaya çıkan sonuca göre, ölüm belirsizliğinin, belirsizlikle ilgili süreçte düşünceler üzerinde aktive edilmediği katılımcılarda daha zayıf ve kayda değer olmayan düşünceler görülüyor. Diğer katılımcılarda ise ölüm belirsizliğinin yol açtığı belirsizlikle ilgili düşünceler, öfke belirtilerini uygulamada ve teoride daha çok etkiliyor. Bu, en azından bazen, insanların desteklenen ya da destek görmeyen dünya görüşlerinin insanların davranışlarını etkilediği konusunda ölüm belirsizliğinin yönlendirmeleri belirsiz bir birleşen olabileceğini düşündürmektedir. Bence bu bulgular, kuramın öngörüleri ile denk gelecek şekilde, ölümlülüğü düşünmenin öz saygıda azalmaya yol açtığını gösteriyor. Öz saygıları düşük olan 57
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
kişilerin, yüksek olanlara oranla kendilerinden daha kuşku duyduğunu düşünürsek, öz saygı ölçümleri, algılanan belirsizliğin bir göstergesi olabilir. Çelişkili bir şekilde, bir gün öleceğimiz olgusu biz insanların kesin olarak emin olabileceği tek şeydir. Ancak bu Martin McGregor’a göre, kendi ölümü üzerine düşünmek kişiyi her zaman belirsizliğe itecek demek değildir. Burada şunu vurgulamak önemlidir, terör yönetim kuramıyla ilgili olarak; kaygı tamponunun korunması için sadece ölüm düşüncelerinin yüksek çaba doğurduğuna dair bir öngörüde bulunduğunu söylemenin doğru olmadığını vurgulamak önemlidir. Kuramın iddiası, ölümlülük probleminin kişinin öz saygı ihtiyacının ve dünya görüşüne olan inancının kökünde yattığıdır. Bu da, başka hiçbir caydırıcı etkinliğin psikolojik varlıklar için mücadeleyi arttıracağı anlamına gelmez.
BÖLÜM 12 ÇABA, KİMLİK VE ANLAM İNSANIN KENDİSİ OLMASI İÇİN AŞIRIYA KAÇMASI
58
59
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
İnsanlar hayatta ne yapıldığıyla ilgili belirsizliği yönetmek için yetkili bir rehbere ihtiyaç duyarlar. Kimlik Pekiştirme Kuramı’na (IC) (McGregor, 1998) dayanarak bireyci kültürlerde insanların bu amaç için kendi kimliklerine yöneldiğini ve bunu korumak için de IC (Identity Consolidation) stratejilerine güvendiklerini düşünüyorum. IC stratejileri kişisel olarak ödüllendiricidir. Çünkü bu stratejiler insan zihnini kimlik tehditlerine kapatır ve öz denetim verimliliğine teşvik eder. Ama aynı zamanda narsizmin, gruplararası önyargının ve aşırı çabanın tehlikeli karanlık bir yüzünü besleyebilir.
hikâyelerine odaklanmasını ve farkındalıktan gelen tutarsızlıkları bırakmayı sağlar. Tutarlı yaşam hikâyesi kimlikleri hakikatle ilgili bir ivme kazandığı için bireylerin özgüvenleriyle fokal belirsizliği yönetmesine yardımcı olmada yetkin bir rehber hizmeti görürler. 1a çalışmasında McGregor ve Little (1998) benlik unsurları arsındaki bütünlüğün öz düzenleyici belirginlikle ilişkili olup olmadığını incelemişlerdir (hayatın anlamı ve amaç).
IC kuramı varlığın özden üstün olduğu varoluşsal psikolojinin tanımlayıcı terimiyle başlar. Bu şu demek: Biz insanlar, ne tür bir insan olunması hakkında öncelikli bir rehberlik sağlamayan bir evrende kendimizi var olurken buluyoruz. Fakat daha antropolojik bir bakış açısıyla zayıflatılmış içgüdüler ve genişlemiş yeni korteksler alternatif hedefleri tetiklemek için fazlaca uyarlanabilir bir kapasite vermiştir. Belirli konular ve amaçlarla ilgili kişisel belirsizlik (Personal Uncertainty PU) ve fokal belirsizlik arasındaki farkı vurgulamak gerekmektedir. Fokal belirsizlik (nasıl giyinilir, işte nasıl davranılır) çekici ve eğlenceli olabilir çünkü bu yenilik, keşif için, seçim ve otonomi konusunda karar verebilmek için fırsat doğurmaktadır. Birincisi her kişi farkındalığa odaklanarak kişisel belirsizliği azaltır. Kişisel bütünleşme, öz değer, grup kimliği ya da inanç ile ilişkili düşüncelere yönelebilir. Bu bölüm insanların kişisel belirsizlikle başa çıkabilmesi için bütünleşme, öz değer, grup kimliği ve kanı (inanç-conviction) olmak üzere 4 kimlik pekiştirme kuramına odaklanmaktadır. Birincisi doğrudan farkındalığa odaklanarak kişisel belirsizliği azalmaktadır. İkincisi IC stratejileri insanın benlik unsurlarının açık bir alt kümesine odaklanarak kişisel belirsizlikten uzaklaşmak için bir fırsat sunar. Alternatif düşüncelere odaklanmak bir zihinsel kontrol stratejidir. Üçüncüsü ise kişinin IC stratejisi, benlik tehditleri ve kişisel belirsizliğin önemini azalmada bir değersizleştirme yapısı sağlayan önemli benlik düşüncelerini vurgulayan ortak bir mekanizmadır. Bunlara ek olarak kimlik pekiştirme stratejilerinin iyileştirilmesi hiper dikkat dağıtıcılar olarak hizmet eder çünkü bunlar etkili bir şekilde dikkatin belirsizlikten dağılmasını sağlar, öznel olarak caziptir ve yine öznel olarak önemlidir.
IC STRATEJİSİ 1: KİŞİSEL BÜTÜNLEŞME Çağdaş personolojistler kimliğin, hayatı amaç ve güdümle dolduran anlam dolu bir benliğin bambaşka özellikleriyle bütünleşmeye yardımcı olan bir yaşam öyküsü olduğunu öne sürmektedirler. Tutarlı hikâyeler daha çok hatırlanabilen ve psikolojik olarak sonuç veren tutarlı bilgi içeren hikâyeler üretme eğilimindedir (McGregor & Holmes, 1999). Kişisel Belirginliği iyileştirmek için gereken ortak mekanizmaya ek olarak benlik unsurlarının hikâye tarzında bütünleşmesi bireylerin tutarlı yaşam 60
1b Çalışmasında (McGregor, Zanna, Holmes, & Spencer, 2001) kişisel belirsizlik durumundaki katılımcıların mevcut, zor kişisel çelişkisini ve bununla ilişkili tutarsız değerlerinden birini düşünmeleriyle Kişisel Belirsizlik manipüle edilmiştir. 1c Çalışması kişisel bütünlüğe odaklanmanın Kişisel Belirsizliğin belirginliği öznel olarak azaltıp azaltmadığını incelemiştir. Sonuçlar 3 koşul karşısında öznel belirsizlikte önemli bir farklılık ortaya çıkarmıştır. Kişisel Belirsizlik/ bütünlük ya da Kişisel belirsizlik olmayan kontrol koşullarına oranla Kişisel Belirsizlik/ kontrol koşulunda daha fazla öznel belirginlik vardı. Bu bulgu kişisel bütünlüğe odaklanmamanın insanları Kişisel Belirsizlik sorunundan uzaklaştırabileceğini göstermiştir. Birlikte ele alacak olursak 1a-c çalışmaları kimlik bütünlüğünün hayat yönetimi ve amacıyla ilişkili olduğunu göstermiştir. Kişisel Belirsizlik bütünlük için bir arayışa neden olur ve bütünlük Kişisel Belirsizliğin öznel belirsizliğini azaltır. Üç IC stratejisi bağımsız olarak işleyebilir ama aynı zamanda kişisel bütünlüğü desteklemek için kullanılabilir.
IC STRATEJİSİ 2: KENDİLİK DEĞERİ Yapılan son araştırma insanların Kişisel Belirsizlik tehlikesiyle yüzleştiğinde benlik saygısını savunarak artırdığını bulmuşlardır. (bilişsel uyumsuzluk: Festinger, 1957) ayrıca öz saygı sonraki savunmaları da gidermektedir. Tesser ve çalışma arkadaşları (2000) uyumsuzluğun kendini geliştirici sosyal karşılaştırmalar aracılığıyla insanların öz saygılarını abartmasına neden olduğunu bulmuştur. Steele, Spencer ve Lynch (1993) bir uyumsuzluk tehlikesinin ardından katılımcı deneklere öz saygılarının hatırlatılmasının savunmalarını azalttığını keşfetmiştir. Çalışma 2, öz saygı doğrulamalarının öznel Kişisel Belirsizlik belirginliğini azalttığını gösteren bir hipotezi test etmiştir. Daha sonra katılımcılardan rastgele önemli bir kişisel başarı hakkında bir paragraf yazmaları istenmiştir. Ardından öznel Kişisel Belirsizlik belirginliğini değerlendirmişlerdir (çalışma 1) Sonuç olarak, başarı koşulunda öznel çelişkili belirginliğin yüksek benlik saygısı olan katılımcılar arasında daha düşük olduğu şekilde anlamlı bir etkileşim ortaya çıkmıştır. Başarı doğrulamasının HSE’ler için kişisel Belirsizlik belirginliğini azalttığını ama LSE’ler için azaltmadığını gösteren bulgu, HSE’lerin benlik tehditlerinin ardından benliği teşvik ettiği bulgusuyla tutarlıdır. 1b ve 1c çalışmalarındaki savunma bütünleyici etkiler benlik saygısı tarafından azaltılmamaktadır. 61
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ IC STRATEJİSİ 3: GRUP KİMLİĞİ Benlik oluşumu için şablon olarak grup kimliğinin kullanılması öz analiz ve düşünme ihtiyacını azaltmaktadır, ayrıca anlamlarla ilgili grup içi uzlaşma şansını artırır. Kişisel özellikleri abartarak tutarlılığı oluşturmak ve öz saygıyı elde etmek yerine kişi grup normlarını, değerlerini ve amaçlarını benimseyebilir (Abrams & Hogg, 1999) ve bunları içselleşmiş bir rehber olarak kullanabilirler. Nitekim Fromm (1941), varoluşsal özgürlüğün sancılı Kişisel Belirsizliğinden kaçma isteğinin faşizmin ardındaki itici güç olduğunu ileri sürmektedir. Sartre (1956), insanların toplumun temel direkleri olarak kötü niyetle yaşayarak radikal özgürlük ve seçim bulantısından kaçma girişiminde olduğunu ileri sürmüştür. Baskın, pozitif, toplumsal normlara bağlı olmak absürt bir dünyada var olmak için varoluşsal çıkmazla yüzleşmek zorunda kalmadan bir amaç ve güdülenme duygusu verir. 3a Çalışmasında kişisel belirsizlik durumundaki katılımcılar, benlik unsurlarını daha toplumsal olarak tanımlamıştır. 3b Çalışması kişisel belirsizlik ve başarısızlık hakkında düşünmenin grup içi önyargıya neden olup olmadığını araştırmıştır (Neuberg & Newsom, 1993). İslami değerlendirme sonuçları iki önemli ana etkiyi araştırmıştır. Kişisel belirsizlik ve başarısızlık durumunda en olumsuz değerlendirme İslam konusundaki değerlendirme olmuştur. Kişisel belirsizlik ve başarısızlık durumunda en olumlu değerlendirme ise Kanada değerlendirmesi olmuştur. Bu sonuçlar insanların grup kimliklerine dayanarak Kişisel belirsizlik ve başarısızlığa tepki gösterdiğini göstermiştir. Grup kimliği etkili bir IC stratejisi ise önemli grup kimliklerine odaklanmak bireyin kendi kimliğinin sorunlu yönlerinin öznel belirginliğini ve aynı zamanda sonraki savunma davranışlarını azaltması gerekir. 3d Çalışmasında (Kang & McGregor, 2003 Çalışma 2; McGregor, Kang, & Marigold, 2004, çalışma3) tüm katılımcılar bir özgüven ölçeği tamamladı ve sonra kişisel bir ikilem (dilemma) hakkında yazdılar ve ardından da ait oldukları bir grubun olumlu özelliklerini tanımladılar. 3d Çalışması aynı zamanda grup için benzerlik belirginliğinin öznel kişisel belirsizlik belirginliğini azaltıp azaltmadığını değerlendirdi. Öznel kişisel belirsizlikler belirginliği, HSE’ler arasında (LSE’ler arasında değil) grup içi benzer koşullarda farklı koşullardakine oranla daha düşüktü. Bu sonuç şunu göstermektedir: HSE’ler sadece kişisel belirsizliği başarıyla (çalışma 2) birlikte örtmez aynı zamanda olumlu grup kimlikleriyle de örtebilir (Crocker, Thompson, McGraw, & Ingerman, 1987; Mussweiller et al., 2000). 3a-d Çalışmalarının sonuçlarını birlikte ele alacak olursak bu çalışmalar; grup kimliğinin öznel kişisel belirsizlikler belirginliği azaltmaya yardımcı olan (en azından HSE’ler arasında) IC stratejisi olduğunu bildiren görüşle tutarlıdır. Gelecekteki araştırmada 3d çalışmasında grup kimliğinin tüm katılımcılar için savunmayı niçin azalttığını ve sadece HSE’ler için kişisel belirsizlikler belirginliğini niçin azalttığını 62
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ belirleme ihtiyacı duyulacaktır. Baskın bir grup belirgin olduğunda grup kimliği kişisel belirsizliği azaltmada yardımcı olabilir ama bireyleri çatışmak için zayıf da bırakabilir. Yukarıdaki araştırmada ortaya çıkan kişisel belirsizliğe karşılık grup içi önyargılar gruplarının göreli haklılığını desteklemek için insanların girişimlerini temsil edebilir.
IC STRATEJİSİ 4: KANI VE AŞIRILIK Kişisel belirsizlik ve tehditlerin istekli grup kimliği ortaya çıkardığı bulgusu bireylerin diğer arzularla birlikte Kişisel belirginliğe tepki gösterip gösteremeyeceğiyle ilgili bir soru gündeme getirmiştir. Nitekim abartılı kanı konusu IC stratejileri tarafından korunan üç stratejiden geçiyor gibi görünmektedir. İnsanların kişisel belirsizlik ve tehditlere karşı savunma isteği çabası ve kanısıyla karşı koyabilecekleri hipotezine dair zengin teorik bir örnek vardır. 4a Çalışmasında (McGregor & Marigold, 2003, çalışma 2) öz saygı ölçeğinin dolmasının ardından, katılımcılar kişisel belirsizlik ya da kontrol koşulu için rastgele ayrıldılar. Sonuçlar; kişisel belirsizlikte HSE’ler arasında daha yüksek kanıyla birlikte belirgin bir etkileşim olduğunu gösterdi. Fakat LSE’ler arasındaki koşullar arasında farklılık yoktu. Uzlaşmaya dair belirli etkiler yoktu. 4b Çalışması HSE’lerin öz tanımlama (kendi kendini tanıma) hakkkında kesin açık kanıyla birlikte aynı kişisel belirginliğe tepki gösterip göstermediğini değerlendirdi. 4a ve 4b Çalışmaları HSE’lerin görüşleri ve öz tanımlamaları hakkında yüksek uzlaşmayla değil yüksek kanıyla Kişisel belirsizliğe tepki verdiğini göstermiştir. 4c ve 4d çalışmaları abartılı iç kanıya neden olan 4a ve 4b çalışmalarındaki içsel kişisel belirsizliği katılımcılara hatırlatan bir “eşleştirme hipotezi” incelemiştir. 1c, 2 ve 3c Çalışmalarında kullanılan prosedürü izleyerek 4b çalışması manipüle edilen kanı (conviction) belirginliğinin öznel kişisel belirsizlikler belirginliğini azaltıp azaltmadığını incelemiştir. Bütün katılımcılar bir öz saygı ölçeğini tamamladılar ve ardından o an karşı karşıya oldukları çok zor bir kişisel ikilemi tanımladılar. Daha sonra başka bir kanı ve kontrol koşuluna verildiler. Her iki durumda da katılımcılar sosyal konuların bir listesini inceledi. Kanı (inanç) koşulunda, en güçlü kanıya (inanca) sahip olan biri hakkında bir paragraf yazmaları istendi. Kontrol koşulunda politikacıların en güçlü kanıya sahip olduğunu düşünenlerden biri hakkında yazmaları istendi. Sonuçlar kişisel belirsizliğin öznel belirginliğinde kanı (inanç) etkileşimi sayesinde önemli bir öz saygının olduğunu göstermiştir. Bu sonuçlar öz saygı ve pozitif grup kimliği IC stratejileriyle görüş kanısı (conviction) ve uzlaşmanın sadece HSE’ler için öznel belirginliği azalttığını göstermiştir. Dahası 4a-4e çalışmalarının sonuçları kanı ve algılanan uzlaşmanın insanların kişisel belirsizlikle baş etmesine yardımcı olan IC stratejisi olabileceği görüşüyle tutarlıdır. 63
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
YAKIN KİŞİSEL İLİŞKİLER: BİRLEŞİK IC STRATEJİSİ Backman (1988) “Akrabalar, arkadaşlar, sevgililer insanların en güçlü kimlik dayanaklarıdır.” der. Hermans (1996) kimliğin kişilerarası diyaloğa yerleştiğini bildirmiştir ve kimlikliklerin her iki partnerin bakış açısından gelen “polifonik anlatılar” olduğunu ileri sürmüştür. İlişkiler grup kimliğinin IC yararlardan bazılarını da sağlayabilir. İlişkilerin IC değeri varsa, ilişki tehditleri diğer IC stratejilerine güveni artırması gerekir. 5a Çalışmasında katılımcıları bağlılık tarzlarına dayalı olarak güvenli bir şekilde bağlı ve güvenli olmayan bir şekilde bağlı olarak kategorilere ayırdık. Sonra iki görselleştirme koşulundan biri rastgele ayrıldı. Beraberlik durumunda, sevilen kişiyle bir etkileşim ortaya çıktı. Ana bağımlı değişkenler için katılımcılar ilişkisiz görüşler için uzlaşma ve kanılarını değerlendirdiler. Sonuçlar bağlanma güvenliği ve koşulu arasında önemli bir etkileşim ortaya çıkarmıştır. 5b çalışması, Kişisel Belirsizlikle ilgili içsel bir ilişkinin katılımcılara hatırlatılmasının uzlaşma değil de telafi edici kanıya (conviction) neden olup olmadığını araştırmışlardır. Araştırmalar HSE savunmasıyla insanların kişisel belirsizlikle ilgili içsel ilişkilere tepki gösterdiğini göstermiştir. Eşleşen hipotezlerle tutarlı belirli bir uzlaşma etkisi yoktur. İlişkilerin bir IC işlevine hizmet ettiği hipotezini daha doğrudan değerlendirmek için 5c çalışması, ilişkilerin onaylanma belirginliğinin soyut kişisel belirsizliklerin öznel belirginliğini azaltıp azaltmadığını incelemişlerdir. Romantik çiftlerden eşleri tarafından onaylanmış hissedenler ilk olarak kriteri tamamlamışlardır. Araştırma sonuçlarına göre onaylanmış ilişkilerin belirginliği insanların zihnini kişisel belirsizlikten uzaklaştırmaktadır.
ÖZET VE DEĞERLENDİRME Bu bölümde açıklanan çalışmaların ana sonuçları aşağıdaki gibidir: 1a. Amaç ve değerlerin bütünleşmesi hayattaki hedef ve anlamla ilişkilidir. 1b.Kişisel belirsizlik; amaçların, değerlerin ve kimliklerin birleşmesini vurgulamaktadır. 1c. Bütünleşme, kişisel belirsizlik belirginliğini azaltmaktadır. 2. Öz saygı belirginliği kişisel belirsizlik belirginliğini azaltmaktadır. 3a. Kişisel belirsizlik daha fazla ortak amaçları, değerleri ve kimlikleri ortaya çıkarır. 3b. Kişisel belirsizlik ve başarısızlık grup içi önyargıya neden olur. 3c. Grup kimliği ilişkili olmayan grup içi önyargıları kişisel belirsizlik tehlikesinin ardından saf dışı bırakmıştır. 3d. Grup kimliği HSE’ler arasında grup içi önyargıları saf dışı edip kişisel belirsizliği azaltmıştır. 4a. Kişisel belirsizlik, HSE’ler arasında telafi edici kanıya (inanç-conviction) neden olmaktadır. 4b. Kişisel belirsizlik, HSE’ler arasında telefi edici, kapalı benlik kavramı belirginliğine neden olmaktadır. 64
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ 4c. Uyumsuzluk, HSE’ler arasında telafi edici uzlaşmayı doğurmuştur. 4d. Bilimsel kişisel belirsizlik; düşük, kapalı öz saygı HSE’leri arasında telafi edici uzlaşma sağladı. 4e. Kanı (inanç-conviction) kişisel belirsizlik belirginliğini azaltmıştır. 5a. İlişki tehditleri savunmasal olarak bağlı katılımcılar arasında telafi edici kanıya (inanç-convition) neden olur. 5b.İlişki konusundaki kişisel belirsizlik; düşük, kapalı öz saygı HSE’leri arasında telafi edici bir kanıya (inanç-convition) neden olmuştur. 5c. Aşk belirginliği katılımcılar için ilişkilerin onaylanmasıyla bilimsel kişisel belirsizlik belirginliğini azaltmıştır. Öz Olumlama Kuramı (SAT) araştırması (Steele & Liu, 1983; Steele, Spencer, & Lynch, 1993) kişisel değerlerin ve öz saygı olumlamasının konu olarak ilişkisi olmayan uyumsuzluk tehditleri sonrası savunma davranışını azaltmadığını göstermiştir. 1c, 2, 3d, 4e ve 5 c çalışmaları Steele ve Liu’nun ortaya koyduğu ve öz olumlamanın insanları uyumsuz düşüncelerden uzaklaştırdığını onaylayan hipotezi tekrar ortaya çıkarmıştır. Bu bulgular SAT ve SEM ile illaki bağdaşmamaktadır. Daha ziyade temel mekanizmaya ışık tutmaktadır. PSI kuramına göre, hafızanın kapalı öz temsil yönü benlik merkezli ihtiyaçların, güdülerin, değerlerin ve otobiyografik deneyimlerin bir toplamıdır. Sonuç olarak IC bakış açısından, ölüm belirginliği tehditleri Terör Yönetimi Kuramını kullanmaktadır. Özetle ölüm belirginliği Kişisel belirsizlik ateşini alevlendiren güçlü bir bileşen tehdit olabilir. Dünya görüşü savunması cazibeli gelebilir çünkü çıkarılan çeşitli IC standartlarını geri getirmeye yardımcı olan güçlü bir birleşik savunmadır. Terör Yönetim Kuramı Kuramcıları ölümün psikolojik tehdit olarak özel bir statüsü olduğunu ileri sürmektedirler. Çünkü daha önceki araştırmalarda acı düşüncesi, sosyal dışlanma ya da gelecek endişeleri gibi diğer tehditler aynı tür savunmanın ortaya çıkmasında başarısız olmuştur.
IC, KÜLTÜR, ROMANTİK İLİŞKİ, SEVGİ VE DİN IC kuramının başlangıç varsayımında insanların kim olduklarını açıkça bilmek ihtiyacı vardır. Böylece eyleme geçmek için kimliklerini güvenilir bir rehber olarak kullanabilirler. Daha önceki deneylerde Kanadalı üniversite öğrencileri belirsizliği gizleyen ve açıklığı keskinleştiren IC stratejileriyle Kişisel Belirsizliğe karşılık vermişlerdi. Son kültürlerarası araştırma, IC kuramının öz düzenleme varsayımı için dolaylı ek bir destek sağlamıştır. Tek Tanrılı dinler aynı şekilde çok yönlü IC desteği sağlar. Bu dinler, gerçeği, duayı, tevazuyu ve itirafı destekleyerek kişisel bütünlüğü kolaylaştırmaktadırlar. İnananların cemaatiyle kardeşliği ve kimlikleşmeyi grup ritüellerine ve ibadetlerine katılımı sağlar. Sonuç olarak Tek Tanrılı dinler inancı, fedakârlığı, şahadeti ve istek dolu bir kanıyı (inancı) destekler, teşvik eder. Gelecekteki araştırmalar, kişisel belirsizliğin ve 65
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
tehditlerin, dinci bireylere dini kimliklerini ve inançlarını artırmalarında yol gösterip göstermediğini ve dini inançlardaki belirginliğin kişisel belirsizliklerin ve tehditlerin öznel belirginliğini azaltıp azaltmadığını incelemesi gerekmektedir.
SON YORUMLAR Bu bölümde sunulan IC kuramı, ne yapılacağı ve ne olunacağına dair Kişisel Belirsizliği yönetmek için savunma davranışının yetkin bir rehber bulundurma ihtiyacından doğduğunu ileri sürmektedir. Her durumda, evrimsel üstünlük güdüsel üstünlüğü garanti etmez ve belirsizlik tehditlerinin, öz değerlendirmenin, ayrılmanın ve ölümün benzersiz nedenlerle caydırıcı olma olasılığı devam etmektedir. Gelecekteki araştırmalar öz savunma IC’nin aşırı derecede tutumlu, üretici ya da aşırı indirgemeci olup olmadığını belirleyecektir. Bu arada en azından bu bölümde geçen araştırma, Kişisel Belirsizliğin; insanların bütünleşmeyle, öz saygı ve gurup içi önyargı ve inançla kendiliğinden maskelediği etkili bir öz tehdit olduğunu göstermektedir.
66
BÖLÜM 13 GEÇMİŞE ÖZLEM KAVRAMSAL SORUNLAR VE VAROLUŞSAL İŞLEVLER
67
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Geçmişe/vatana özlem (nostalgia) kişinin vatanına geri dönmesi için amansız bir özlemin neden olduğu psikolojik acıdır. “Özlem (nostalgia) “ terimi İsviçreli hekim Johannes Hofer tarafından üretilmiştir.
duygusunun yaştan daha öte olduğunu iddia ediyoruz. Belli bir yaşlı grubuyla sınırlandırılamaz (Batcho, 1995, 1998; Mills & Coleman, 1994). Özlem duygusu (nostalgia) yaşam boyunca var olan yaygın evrensel bir deneyimdir.
GEÇMİŞE ÖZLEM / NOSTALJİ KONUSUNDA TARİHİ VE ÇAĞDAŞ KAVRAMSALLAŞTIRMA
Pozitif bir duygu olarak Geçmişe Özlem/ Nostalgia
Tarihsel Kavramlar Tıbbi Hastalık Olarak Nostalji (Hasret) Başlangıçta geçmişe özlem (nostalgia) tıbbi ya da nörolojik bir hastalık olarak düşünülmüştür. Hofer (1688/ 1934) Avrupalı hükümdarlar adına çalışan İsviçreli paralı askerlerin davranışsal belirtileri üzerinde çalıştı. Karakteristik belirtiler, bunalımdan anoreksiya, ağlama krizine ya da intihar girişimi arasında değişen duygusal kararsızlığı içermekteydi. Psikolojik, nöroanatomik açıklamalar için yapılan araştırmada Hofer (1688/1934) askerlerin özlem (nostalgia) (ya da vatan hasreti/homesickness) çektiğini ileri sürdü. Durum artık İsviçre’ye gözgü olarak düşünülmese de hasret çekmek 18. ve 19. yüzyıllarda tıbbi bir hastalık olarak tanımlanmaya devam etti. Fransız ordularında ve Amerikan İç Savaşında savaşan askerlerin çoğu hekimler tarafından incelenip tedavi edilmiştir (Rosen, 1975).
Psikiyatrik Olarak Hasret Çekmek (Nostalgia) 19. yy sonlarından 20. Yy. başlarına, ‘nostalgia’nın tamını beyinden psikiyatri ya da psikosomatrik bozukluğa doğru kaymaya başladı (Batcho 1998). Sepmtomları anksiyete ve üzüntü, iştah kaybı, uykusuzluk ve ateş olarak görülmekteydi (Havlena & Holak, 1991). Nostalji/hasret çekmek bir melankoli biçimi olarak kabul edilmişti.
İngilizce New Oxford Sözlüğü nostalgia sözcüğünü “mutlu kişisel çağrışımların yer aldığı bir zaman dilimi için, geçmişe duyulan özlem ya da hasret duygusu” olarak tanımlamaktadır. Hasret/özlem deneyimi pozitiflik ve hatta mutluluk içermektedir. Araştırmacıların hasret/özlem (nostalgia) tanımları farklılık gösterse de devam etmiştir. Biz de ‘nostalgia’ya olumlu bir deneyim olarak bakma eğilimindeyiz. Özellikle nostaljinin olumlu bir duygu olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle nostalgia duygusal bir yapıdır ve önemli işlevleri yerine getirmektedir.
Özlemin Varoluşsal İşlevi Özlemin varoluşsal işlevlere hizmet ettiğini düşünmekteyiz. Özlem, varoluşsal ikilemle ve diğerleriyle bağlantı mekanizmasıyla iç çatışmalarda bir silah, kimlik ve anlam arayışında olan varoluşsal bir çabadır.
ÖZLEM DUYGUSU: YAPISI VE İŞLEVLERİ Özlem duygusunun duygu yapısını ve psikolojik işlevlerini hesaba katarak devam ediyoruz.
Duygu Yapısı Özlem Bir Duygu mudur?
Daha sonraki nostalji anlayışı psikodinamik geleneğiyle 20. yy. ortalarına taşındı (Sohn 1983). Hasret çekmek; “yoğun mutsuzluk yaratan ben saplantılı obsesif zihinsel bir durum” , “göçmen psikozu” (Frost, 1938), “zihinsel baskıcı kompulsive bozukluk” (Fodor, 1950) gibi etiketler edinmişti. Vatan hasretiyle eşit görülüyordu ve 4 grubu kapsıyordu: Askerler, denizciler, göçmenler ve ilk yılında olan öğrenciler (Cox, 1988; Jackson, 1986). Çağdaş Kavramlar
Johnson-Laird and Oatley’a göre; özlem, yüksek derece bilişsel değer içermektedir. Yine bu araştırmacılar gibi özlemin olumlu bir duygu olduğunu düşünüyoruz ve özlemin geçmişle gelecek arasında bir karşıtlık içerdiğini ileri sürüyoruz. Fakat onlardan farklı olarak bu karşıtlığın direkt ve belirgin olduğunu düşünmüyoruz, özlemin her zaman üzüntüye neden olduğunu da düşünmüyoruz. Bunun yerine özlemin içsel, sosyal ya da çevre uyaranı olarak tetiklendiğini ve geçmişle bugün arasında minimal, en azından kesin bir karşılaştırmayı içerebileceğini ileri sürüyoruz. Buna ek olarak, özlemin olumsuz iç ruhsallıktan daha olumlu duygular meydana getirdiğini düşünüyoruz. Son olarak Ortony ve çalışma arkadaşlarından (1988) ayrı olarak özlem duygusunun amaç ve eylemlerde bir etkiye sahip olduğuna inanmaktayız.
Vatan Hasretinden Ayrı Olarak Geçmişe Özlem (Nostalgia)
Özlem Sahibi Kimdir?
20. yy.’ın ikinci yarısında, araştırmacılar ve meslekte olmayan kişiler arasında ayrı bir kavramsal statü kazanmıştır. Üniversite öğrencilerinin çoğunluğu özlem duymayı vatan hasretinden ayırmışlardır. Örneğini “eski zamanlar, çocukluk ve hasret” gibi sözcükleri “nostalgia/ özlem duyma/hasret çekme” ile ilişkilendirmişlerdir (Davis, 1979). Biz de “özlem/ nostalgia” kavramını vatan hasretinden ayrı olarak görüyoruz. Nostalgia birinin geçmişe olan özlemidir. Vatan hasretiyle sınırlı tutulamaz. Özlem
Özlem duygusunun sahibi özelden genele doğru değişebilir. En özel durumda, özlem doğrudan bireysel bir deneyimle ilgilidir. Buna kişisel özlem durumu diyoruz. Deneyim, birinin bağlı olduğu bir kuruma ait olabilir ve kurumsal özlem oldukça yaygındır. Dahası özlem sahibi jenerasyona ait bir grup olabilir, bir grubun kültürü ya da bir kültür içindeki zaman aralığı olabilir (Batcho, 1995; Holbrook, 1993; Lears, 1998; Stern, 1992).
68
69
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Buradaki odak noktamız kişisel özlemdir. Kişinin özlemini oluşturan zemin doğrudan kendini içeren önemli bir deneyimdir. Bu deneyim özel bir kare içerebilir, bir kişi, bir yer, bir ruh hali, bir manzara ya koku duygusu olabilir.
çıkan duygu olumsuzdur, birey üzgün, karamsar ve depresif hisseder. Genelde olumlu bir duygu olarak yaptığımız kavramsallaştırma ışığında, özlem durumları kirlenme etkilerindense arınma etkileriyle tanımlanmaktadır.
Özlem Benlikle İlgili Bir Duygu mu?
Geçmişe Özlem Anımsama ve Otobiyografik Hafızadan Farklı mıdır?
Özlem duygusuna ilk bakışta benlikle ilgili bir duygu olarak görüyoruz. Özlemin merkezi ve belirleyici özelliği benliktir. Aynı zamanda özlemin sosyal boyutunu da vurgulamak isteriz. Özlem deneyiminde benlik insanlar tarafından çevrilidir, aile üyeleri, arkadaşlar ve sevgili anlamında diğerlerini yakındır (Holak & Havlena, 1998). Özlem duygusunun bireysel ve sosyal durumlardan gelen önemli varoluşsal işlevlere hizmet ettiğini ileri sürmekteyiz.
Anımsama (Havighurst & Glasser, 1972; Reis-Bergan, Gibbons, Gerrard & Ybema, 2000) ve otobiyografik Hafıza (Brown & Schopflocher, 1998; Skowronski, Walker & Betz, 2003) arasında çizilen bir ayrım olduğunu düşünüyoruz.
Özlem Duygusu Olumlu mu Olumsuz mu Yoksa Hem Acı Hem Tatlı mı? Kaplan (1987) özlem duygusunu; “geçmişle ilgili sıcak hisler, mutlu hatıralar, zevkler ve memnuniyetle aşılanan geçmiş…” olarak değerlendirmiştir ve duygunun; temel olarak bir sevinç durumu, bir huzur duygusu, delicesine sevdalanma durumu olduğunu dile getirmiştir. Gabriel (1993), Holak ve Havlena (1998) gibi daha birçok kuramcı da özlem duygusunu olumlu olarak vurgulamıştır. Özellikle Chaplin (2000) özlem duygusunun geçmiş deneyimlerden edilen bir zevk olmasa da kıymet bilmeyi yansıttığını belirtmiştir. Diğer kuramcılar, özlem duygusunun aynı zamanda olumsuz bir duygu olduğunu varsaymıştır. johnson-Laird, Oatley (1989), Hertz (1990) ve Holbrook (1993, 1994) gibi yazarlar özlem deneyiminin üzüntüye yönlendirdiğini ileri sürmüştür; çünkü geçmişin telafi edilemez olduğunu vurgulamışlardır. Özlem duygusu olumlu ve acı-tatlı görüşlerin bir karışımıdır. Özlem duygusuna acı-tatlı unsurlarla birlikte orantısız olumlu duygu olarak bakmaktayız. Kavramsallaştırmamız için birkaç ön destek bulunmaktadır. Holak ve Havlena’nın (1998) gerçekleştirdiği bir çalışmada katılımcı denekler her üç özlem duygusu dönemlerinde tecrübe edindiği koşulları ve hisleri ayrıntılı olarak anlattılar. Birçok duygunun temelinde iki yargı ortaya çıktı. Birkaç olumsuz duyguyla (üzüntü, hassasiyet, korku) ilgili bir bağlantı ortaya çıksa da sonuçlar daha çok olumlu duygular olarak tarif edildi.
Geçmişe Özlem Kirlenmeyi Ya da Arınmayı Yansıtır mı? McAdams ve çalışma arkadaşları (McAdams, Diamond, de St. Aubin, & Mansfield, 1997; McAdams, Reynolds, Lewis, Patten & Bowman, 2001) insanların yaşam öykülerine anlam ve tutarlılık yüklediği iki stratejiyi ayırmıştır. Bunlar kirlenme ve arınma stratejileridir. Bu stratejilerin önemli duygusal etkileri vardır. Arınma etkisinde, ortaya çıkan duygu olumludur, birey memnun, mutlu, sevinç dolu hisseder. Kirlenme etkisinde ortaya
70
Anımsama ve otobiyografik hafıza kişinin hayatında belli bir sıraya dâhil olan belirli olayları hatırlama eylemidir. Bu olayların önemli olmasına gerek yoktur. Kişisel olarak ilgili olaylar çevresinde toplanır ve aşağıda belirtilen hayati varoluşsal işlevlere hizmet eder.
Geçmişe Özlem Duygusunu Tetikleyen Şey Nedir? Özlem, kişinin yakın ya da uzak geçmişiyle ilişki bir dış uyaranla edilgen olarak uyarılabilir, rastlantı eseri ortaya çıkabilir. Bu uyaran sosyal olabilir (arkadaşlar, aile üyeleri, piknik, doğum günü, partiler, toplantılar) ya da olmayabilir (nesneler, müzik, kokular, ürünler ve eşyalar) (Havlena & Holak, 1991; Holak & Havlena, 1998; Holbrook, 1993, 1994). Alternatif olarak, geçmişe özlem kasıtlı olabilir ya da yansıma yoluyla aktif olarak başlatılabilir. Her iki durumda da doğrudan ya da dolaylı karşılaştırma geçmiş ve güncel deneyimler arasında yapılmaktadır (etkinlikler, psikolojik durumlar ve yaşam tarzları) (Davis, 1979). Bu karşılaştırma geçmişe özlem deneyimin tanımlayıcı bir özelliğidir.
Geçmişe Özlemin Psikolojik İşlevleri Geçmişe özlem duygusunun varoluşsal işlevleri yerine getirdiğini öne sürüyoruz. Geçmişe özlemi, İnsanların varoluşsal tehditle başa çıkmak için araştırdıkları olumlu duygu ve deneyim haznesi olarak düşünüyoruz. Kısacası ilgili literatürü gözden geçirip buna önerilen özlem işlevlerini bağlıyoruz. Rank (1941) ve Becker (1973) insanların kendi ölümleriyle yüzleştiği içsel çabaları açıkça bildirmişlerdir. Onların düşünceleri, etkili bir kuram olan Terör Yönetim Kuramı’nın temelini oluşturmuştur. Terör Yönetim Kuramı’na göre ölüm bilgisi, kaçınılmazlığı ve yakınlığı bilinçli ve kasıtlı olarak düşünülürse kötü terör duygularına neden olabilir. Öz korumada, insanlar sembolik iki stratejiyle meşgul olarak ölümle ilişkili düşüncelerin ve varoluşsal terörün yönünü değiştirebilirler (Greenberg, Pyszczynski, & Solomon, 1997; Pyszczynski, Greenberg & Solomon, 1999). Bunlardan ilki, ölüm düşüncelerini bastırmaları ve bu tür düşünceleri öngörülemeyen geleceğe (proksimal/yakın strateji) yönlendirmeleri. İkincisi; Kültürel normlara ve değerlere bağlanmaları ya da benlik saygısını koruyup artırmaları (uzak strateji).
71
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ Varoluşsal İşlev 1: Geçmişe Özlem Kimliği Sağlamlaştırıp Geliştirir Geçmişe özlemin cehennem korkularımızı dindirmesindeki önemli hukuk kimliğin sağlamlaştırılmasıdır. Öncelikle, geçmişe özlem kimlik belirsizliğinin ya da kimlik kazanımının bir kaynağını oluşturur (Cavanaugh, 1989; Mills & Coleman, 1994). Kişi, geçmişe özlemle geçmiş yaşantıların parçalarını bir araya koyarak bireysellik duygusunu kazanabilir. Ayrıca özlem kimliği korumayı sağlar. Kaplan (1987) kişinin mevcut öz değeriyle uğraşmak için kapasitesini artırdığını düşünmüştür. Buna bağlı olarak ve daha da önemlisi (geçmişe) özlemin öz değeri ve kimliği artırıp geliştirdiği düşünülmektedir. Örneğin Kaplan geçmişe özlemi “bir benlik ülküsü” olarak nitelendirmiştir. Nitekim geçmişse özlem etkili bir öz olumlamadır. Geçmişe özlemin arındırıcı değerini de vurgulamakta yarar var. Geçmişe özlem bir kişinin görkemli bir geçmişe başvurarak normal sıradanlıktan kaçmasın sağlar.
Varoluşsal İşlev 2: Geçmişe Özlem Anlam Duygusunu Düzenler ve Sürdürür Geçmişe özlemin diğer varoluşsal işlevi de kültürel dünya görüşüyle tanımlanarak anlam duygusunu düzenlemek ve sürdürmektir. Yalnızlık, ayrılık ve yabancılaşma duyguları durumlarında geçmişe özleme başvurma rahatlatıcı olabilir. Geçmişe özlem, kişinin ilk kez katıldığı kültürel geleneklerin ve ritüellerin değerini pekiştirerek bu varoluşsal korkuları yatıştırmaktadır. Bu geçmişte şükran yemekleri, okul günleri, geçit günleri disko gecelerinde eğlenilerek ya da beysbol kartları toplanarak başarılabilir.
Varoluşsal İşlev 3: Geçmişe Özlem Sosyal Bağlantıları Destekler ve Canlandırır Geçmişe özlemin üçüncü büyük varoluşsal işlevi ilişkisel bağları desteklemesidir. Geçmişe özlemin hayal dünyasında “Zihin insanla doludur.” (Hertz, 1990, s. 195). Kişi diğerleriyle sembolik bir bağlantı kurar. (Batcho, 1998; Castano, Yzerbyt, & Paladino, Chapter 19, ; Cavanaugh, 1989; Kaplan, 1987; Mills & Coleman, 1994). Geçmiş görüntüler canlanır ve kişinin varoluşunun bir parçası olur. Anlamlı ilişkisel bağların yeniden canlanması bireyin kişilerarası aitlik, öz saygı ve kimlikten yararlanma ihtiyacını giderir (Leary & Baumeister, 2000). Aynı zamanda bireye güvende olma ve güvenli bir şekilde bağlanma duygusunu verir (Mikulincer 2003). Son olarak; hayatı, geçmiş ve geleceği sembolik olarak anmayı sağlar.
Özet Geçmişe özlemin temel varoluşsal işlevlerinin; kimliğin pekiştirilmesi, kültürel dünya görüşünün desteklenmesi, kişilerarası bağın canlandırılmasıyla ilişkisel bağların korunması olduğunu ileri sürüyoruz. Doğrudan sistematik bir araştırma 72
programının şimdiye dek bu kavramları dikkatle incelemesine rağmen kısıtlı da olsa bununla ilgili literatür vardır.
Süreksizlik Hipotezi David’in (1979) Süreksizlik Hipotezi, bize ait olan “Varoluşsal tehditle baş etmede geçmişe özlemin etkili bir kaynak olduğu…” savıyla tutarlıdır. Hipotez, geçmişe özlemin insanların hayatlarındaki süreksizsizliğe duygusal bir tepki olduğunu belirtmektedir. Süreksizliğin kaynakları nelerdir? Bu kaynakların sevilen birinin ölümünü, sağlığın bozulması, ilişkiler ayrılık boşanma, mesleki krizler yaşam standartlarının düşmesi olduğunu düşünüyoruz. Süreksizlik hipoteziyle ilgili olarak üç adet çalışma yapılmış ve test edilmiştir. Best ve Nelsın (1985) Ulusal Örneklememizden gelen veriyi analiz etmişlerdir. Sonuçlar süreksizlik hipotezi için zayıf bulgular vermiştir. Hipotezle tutarlı kötü koşullar (Çocuğun ya da kardeşin ölümü, kişisel sağlık sorunları, boşanma) geçmişe özlemin artmasıyla ilişkilidir. Aynı zamanda Afrikalı Amerikalılar beyazlardan daha fazla özlem çekmektedir. Bununla birlikte diğer tahminlerimiz ise desteklenmemektedir. Örneğin; erkekler kadınlardan daha fazla özlem duyar mı? Bu tahmin Feminist Hareket’in verilerinde tartışmaya yol açmaktadır. Çünkü sonuçlar bu tahmini desteklememektedir. Dört durumda kadınlar erkeklerden daha fazla özlem çekiyordu. Süreksizlik hipoteziyle ilgili bir başka test Batcho (1995) tarafından sunulmuştur. Yaşları 4-80 arasında değişen 684 katılımcıyı kapsayan iki araştırmada geçmişe özlemi değerlendirmiştir. Araştırmanın ilki belirli bir sonuç vermemiştir. Üç dönem boyunca dünya ile ilgili değerlendirmeler, yaşa ve cinsiyete göre farklılık göstermemiştir. Araştırmanın ikinci bölümü de cinsiyet farklılıklarıyla ilgili bir durumu ortaya çıkarmamıştır. Yaşın ana etkileri geçmişe özlemle ilgili 20 maddeden 14’ü için anlamlıydı: Arkadaşlar, aile, okul, ev, müzik, kahramanlar, duygular, bağlanacak birinin olması, üzücü ya da kötü şeylerin tahmin edilmemesi, tatiller, oyuncaklar, ev hayvanları, endişelenmek zorunda kalmamak, insanların bulunduğu yer. Yukarıdaki çalışmaların öncü özelliğini ve kullanışlılığını kabul etsek de birkaç noktanın eleştirisini saklayamayız. Best ve Nelson’nun (1985) 6 adet açıklaması geçmişe özlem için uygun göstergeler değildir ve verileri incelenmemiştir. Dahası Batcho’nun (1995, 1998) bulguları ön hazırlıktı. Bu araştırmalar yalnızca kişisel geçmişe özlemle ilgili değildi ve deneysel değil de gözleme dayanmaktaydı. Süreksizlik hipotezini desteklediğine dair belirti azdır. Gelecekteki ampirik testlerin kontrollü laboratuvar ortamında hipotezleri değerlendireceğini umuyoruz. Örneğin; varoluşsal tehdit gösterilmelidir ve geçmişe özlem düzeyindeki ilgili değişiklikler gözlemlenmelidir. Biz şuan bu deneysel yöntemlerin hazırlanması sürecindeyiz.
73
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
KAPSAM OLARAK GEÇMİŞE ÖZLEM: GELECEK DEĞERLENDİRMELER Geçmişe özlem görüşümüz aşağıdakilerle özetlenebilir. Geçmişe özlem evrensel bir deneyimdir. Yaşa, cinsiyete, sosyal sınıflara, etnik kökene ya da sosyal gruplara bakılmaksızın tüm insanları ilgilendirir. Geçmişe özlem, bireyin geçmişiyle ilişki kuran ve özellikle bireyin dâhil olduğu önemli olayları ve geçmiş ilişkilerini kapsayan benlikle ilişkili bir duygudur. Geçmişe özlem bir uyaranla ortaya çıkar veya uygunsuz bir psikolojik duruma karşı verilen faydalı bir karşılıktır. Tesadüfi bir uyaran da tetikleyebilir (fotoğraflar, mektuplar, CD’ler.) Olumlu duyguları bir stok gibi tutan geçmişe özlem, rahatsız edici düşünceleri ve dış tehditleri geçiştirebilir. Geçmişe özlem üç temel işleve hizmet etmektedir: kendini geliştirmeye, kültüre dünya görüşünün beslenmesine, yakın ilişkilerin teşvik edilmesine. Daha önce de belirtildiği gibi, geçmişe özlem biraz kararsızlık ve karışıklıkla da ilgilidir. Ayrıca bireyin yeni fırsatlara, deneyimlere ve ilişkilere daha yakın hissetmesini sağlar.
74
BÖLÜM 14 VAROLUŞSAL ANLAMLAR VE KÜLTÜREL MODELLER BELİRSİZLİĞE KARŞILIK AMERİKAN VE HİNTLİ ETKİLEŞİMİ
75
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Bu bölümde, kültürel gurupların zihinsel modellerini yansıtan inançlar, yargılar ve kararların ayırt edilmesinde kültürel psikoloji yaklaşımı ele alınmıştır. Sudaki balık gibi Kültürel modeller görülmez. Bunlar hiç fark etmediğimiz bilinç ve iletişim eylemlerimizi çevreler ve destekler. İnsanların düzenli ve anlam dolu olarak varoluşsal bakışı oluşturup devam ettirdiği yolları anlamak için kültürel modellerin gerekli olduğunu düşünüyoruz. Anlamlandırma modellerindeki kültürel farklılıklarla ilgili yapılan hipotezin araştırmasını açıklamaktayız.
kumarhane bağlamında üzücü davranışlara yol açabileceğini vurgulamaktadır. Langer ve Rodin (1976) huzur evinde yaşayanların kontrol beklentilerini yükselten bir müdahalenin yaşam sürelerini artırdığını bulmuştur.
Aynı zamanda, varoluşsal sorunların kültürlerin niçin benzerlikleri olduğunu anlamak için önemli olduğunu düşünüyoruz. Din merkezi bir rol oynayan kültürel evrensel bir argümandır. Antropologlar tarafından araştırılan neredeyse tüm gruplarinsan amaçlarını etkileyen doğaüstü güçlerle ilgili dinlere ve geleneklere sahiptir. Birçok yerde olma durumu, dinin grup gerektiren sosyal organizasyonlarda önemli bir işleve sahip olduğunu göstermektedir. Sosyal işlevi ne olursa olsun, din varoluşsal tehditler karşısında bir tampon oluşturmak için bireysel psikoloji düzeyinde çalışır. Bu bölümde insanların yaşamlarında bireysel kontrolün rolünü artıran kültürel eğilimler, araştırmacıların dikkatini doğaüstü değil de kişisel faaliyetle sınırlayan psikoloji bilimini etkilemiştir.
KİŞİSEL KONTROLÜN ALGILANMASI Varoluşsalcılar, (Batılı Yahudi- Hıristiyan geleneğinin metafizik kuruluşları gibi 20. yy. ortalarındaki birçok sosyal düşünür), geri çekilmiş gibiydi. İnsan dünyasının ötesindeki Tanrılar ve şeytanlar ve diğer doğaüstü unsurlar ya da kozmik tasarımlara veda edilip tek gerçek inancın insan özgürlüğünde ve insanın niyetlerinde olduğu ileri sürülmüştür. Tanrı ya da Kaderden ziyade kişinin kendinin yazarıymış gibi kendini tanıması kişinin doğru seçimleriyle ilgili kaygılara yol açmaktadır. 20. yy.’ın diğer bir ürünü olarak sosyal psikoloji de benzer şekilde kişisel kontrol algısının önemini vurgulamıştır. Algılanan kontrol, çevreyle uyumlu olmayı sağlar. Bu şekilde kişisel kontrol inançları, öz yeterlilik, hayali iyimserlik ve öz saygı gibi çeşitli yapıları ortaya koyar.
Açık Genel İnançlar Kontrolle ilgili açık inançlar konusundaki çalışmalar Rotter’ın (1966) çalışmasıyla başlamıştır. İyi ve kötü bireyleri ayıran çoğu temel ölçütler hayat çıktıları üzerinde kontrol odağıyla ilgili temel inançlara bağlıdır. Rotter (1966) iç yönelimlerin eğitim başarısı ve politik uyumla ilişkili olduğunu bulmuştur.
Diğer çalışmalarda Taylor ve Brown (1999) Amerikalı öğrencilerin olumlu çıktılara ulaşmada kişisel değişiklikleriyle ilgili olarak gerçek dışı bir iyimserliğe eğilimli olduklarını göstermiştir. Daha geniş bir çerçeveden bakılırsa, aldatıcı bir iyimserlik ve öz saygı kişisel kontrol inancının belirtileridir ve bireylerin çaresizlik ve depresyona karşı tamponlaması için yararlıdır (Seligman, 1975; Peterson & Seligman, 1983, 1984). Son on yıl içinde birçok araştırma kişisel kontrolün ve bu bağlı kontrol beklenlerinin (öz yeterlilik, öz saygı) kültürler arasında farklılık gösterip göstermediğini incelemiştir. Birçoğu Amerikalı ve Doğu Asyalı gruplara odaklanmıştır. Heine ve çalışma arkadaşlarının sayısız çalışmaları (Heine & Lehman, 1995; Heine, Lehman, Markus, & Kitayama, 1999) Japonların Amerikalılara kıyasla, kişisel çıktılarının ve gerçek dışı iyimserlik seviyelerinin daha düşük olduğunu ve daha düşük öz saygı seviyesine sahip olduklarını tespit etmiştir. Birçok araştırma programları neticesinde Doğu Asyalılar Amerikalılara kıyasla grup ilişkilerinde daha olumlu duygulara sahip olduğu kadar yine gruplarda hayali iyimserlik ve etkinlik seviyesinin daha yüksek olduğu görülmektedir (Earley, 1993; Morris, Menon, & Ames, 2001; Yamaguchi, 2001). Başka bir kültürel ortama taşınmış katılımcılarla ilgili çarpıcı kanıtlar ortaya çıkmıştır (Heine 1999). Heine Japonya’da yaşayanlarla Kanada’ya gelmiş Japon öğrenciler arasında yüksek öz saygı farkının olduğunu gözlemlemiştir. Diğer yandan bir yarıyıldan sonra Japonya’ya gelmiş Kanadalıların evlerinden ayrılmadan önceki hallerine göre daha düşük seviyede öz saygılarının olduğu görülmüştür.
Kültür ve Kişisel Kontrol Araştırmasının Sonucu Psikolojik adaptasyonda algılanan kişisel kontrol rolünün kültürler arsında farklı olduğuna dair bolca kanıt vardır. Dahası kapalı kontrol beklentileri karşısındaki açık kontrol inançlarını şekillendiren ayrı kültür özellikleriyle ilgili kesin olmayan bir sonucu gösteren kanıt vardır. Sosyal psikolojide algılanan kişisel kontrol düşüncesinin alanla ilgili kökenin yerini ve ehemmiyetini yansıttığı ileri sürülmüştür.
DOĞAÜSTÜ KONTROLÜN ALGILANMASI
Farklı bir araştırma geleneği insanların farklı bağlamlardaki kontrol ya da etkinlik beklentilerine odaklanmıştır (Bandura, 1977) Bir dizi araştırmada Langer (1975) katılımcıların kişisel kontrol yanılsamalarının çeşitli özelliklerin uygulanmasıyla artabildiğini vurgulamıştır. Kumar çalışmaları hayali kontrol beklentilerinin
Doğaüstü etki kavramlarında kültürel çeşitlilik hakkındaki kuramımız, kültürel grupların bir alanın anlamını oluşturduğu sınırlı yolları vardır varsayımıyla başlamıştır (Wellman & Gelman, 1992). Farklı kültürler ve dinler arasındaki benzerlikler başka bir geleneği etkileyen bir gelenek ile açıklanmak zorunda değildir. Bunun sıkça olmasına rağmen benzerlikler kültürel evrimin çeşitliliği ve seçilen parçalarıyla açıklanabilir. Çeşitlilik biyolojik evrim gibi rastlantısal bir mutasyon yoluyla değil ama bireysel bir yenilenme ve rutin olarak kurulan yenilikle ortaya çıkabilir. Temel bir alanın önceden anlaşılması bir örnek ve analoji olarak işlev gördüğünde Bilişsel
76
77
Kapalı Bağlamsal Beklentiler
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
ve iletişimsel bu aşamalar geliştirilir (Sperber, 1994; Boyer, 2001). Birçok alan için kültür arasındaki farklılıklar kurulmuş olan birkaç temel olasılığı kapsar.
ortaya çıkarmıştır. Kasıtlı tavırla başa çıkan protopik risk, dua aracılığıyla ilahi mücadeleyi gerektirmektedir. Bu; daha acil olumlu çıktılar için kişinin kendi davranışlarını değiştirmesiyle ilgili Tanrıya vaat edilen sözleri içermektedir. Kasıtlı tavrın kapsadığı bir başka eylem de sigortadır. Sigorta yaptırmakla ilgili ekonomik nedenler vardır fakat ekonomik analizler insanların sigortaya ödeme yapma isteklerinde bir aykırılık görmemiştir. Ama son araştırmalar Amerikalıların yüksek manevi değeri olan nesneler ya da bireyler için sigorta yaptırmak istediklerini göstermiştir.
Yararlı bir ayrım için Dennett (1987) birçok alanın anlaşılması, kasıtlı bir tutum (intentional stance) ya da tasarlanmış bir tutumu kapsamaktadır. İki temel yorumsal tutum arasındaki ayrım dini geleneklerde kontrol kuramını oluşturan unsurların kuramsallaştırılmasında çıkış noktası olmuştur. Tasarlanmış tutum önceden belirlenmiş kader tarafından ve diğer kuvvetlerin karmaşık sistemleri - kaderin kontrol edilmesi- tarafından ortaya çıkan çıktıları görmeyi sağlar. Kasıtlı tutum, varlık-Tanrı kontrolü gibi bir kişinin neden olduğu çıktıları görmeyi sağlar. Tüm dini-kültürel geleneklerde her iki tutumun geleneği mevcuttur fakat gelenekler diğeri üzerinden bir diğerini vurgulamaktadır.
AÇIK İNANÇLARLA İLGİLİ ÇALIŞMALAR Araştırmamızdaki ilk çalışmalar kontrol konusunda kapalı inançları ölçerek Amerikan ve Hintli düşüncesiyle ilgili hipotezlerimizi test etmiştir. En güçlü inançlar her iki grup için de kişisel kontrol idi. Amerikalılar kişisel kontrolde Hintlilerden daha fazla inançlıydı. Kişisel kontrolün Amerikalılarda daha yüksek seviye olması savı incelememizi sağladı. Varoluşçu felsefe ve psikolojide anahtar düşünce, özgürlüğün sorumluluk taşımasıdır. Kişisel kontrolün abartılmış duygusu kaygı kararıyla ilişkili olabilir çünkü seçimlerin gelecekte önemli sonuçlar doğurduğu düşünülmektedir. Bulgularımız (Young, 2003) kişisel kontrolün, hayat seçimlerinde daha fazla endişeyle ilgili olduğunu ileri sürmüştür. Amerikalı katılımcıların Hintli katılımcılardan hayat seçimleriyle ilgili daha fazla kaygıya sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda Amerikalı katılımcılar geçmiş seçimler ve üzüntüler konusunda da daha fazla kaygı yaşamaktadır.
KAPALI BEKLENTİLERLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR Riskle Başa Çıkma Yolları Bireyler dış kontrol inançları yönünde kişisel kontrolü kullanma fırsatı yakalayabilirler. Hem Amerikalı hem de Hintli bağlamında var olan riskle başa çıkmak için aşağıdaki gibi birçok alıştırma bulunmaktadır. 1. Kişinin gelecek çıktılarında ilahi mücadele davası, 2. Kişinin kaderini tahmin eden ve yatıştırıcı adımlar sunan kâhinle, 3. Yıkıcı kayıplara karşı sigorta yaptırılması, 4. Ritüel batıl inançlara bağlanmak.
Bu stratejilerin genel farklılıklarını test etmek için katılımcılar dua, kehanet, sigorta ve batıl stratejilerin somut örneklerini içeren bir liste sunduk. Konular Spor, iş, akademik gibi alanlarda farklılık gösteriyordu; bazıları gelecekteki kazanımlar etrafında toplanmıştı, diğerleri ise gelecek kayıpları önlemek içindi. Katılımcılar bu konularla ilgili üç soruya cevap verdiler. Uygulamanın normatif olup olmadığını değerlendirmek için katılımcılar diğerleriyle ilgili izlenimleri değerlendirdi. Buna ek olarak katılımcılar uygulamayı yerine getirmek için kişisel isteklerini ve uygulamayı kullanan kişi ya da grubu engelleme eğilimlerini değerlendirdiler. Amerikalıların kültürel modelinde istekte bulunma duası ve sigortanın kullanıldığını, Hintli modelde ise kehanet ve ritüel kullanıldığını keşfettik.
Önemli Bir Test: Sigorta ve Duygusal Değer Kasıtlı tutuma odaklanmak gelecekte için potansiyel sonuçlara olan dikkati artırmakla ilişkilidir ve sigorta satışlarını etkileyebilir. İnsanlar talihsizliğin yaşanmasından sonra yaşanan üzüntüyü atlatmak için sigorta yaptırmaya eğilimli olabilir. Bu sava daha fazla kanıt toplamak için bireyin kişisel hayatındaki bir nesneyi sigortalama kararını inceledik. Hsee ve Kunreuther (2000) sigorta poliçesi kişisel duygusal değere sahip olan bir nesne için olduğunda insanların daha fazla ödeme yaptığını keşfetti. Bu etkinin Hintlilere oranla Amerikalılarda daha güçlü olduğunu tahmin ediyoruz. Hipotezi teyit etmek ve Hsee ve Kunreuther’ın orijinal bulgularını çoğaltacak olursak Amerikalılar gelecekteki değişikliklere daha duyarlıdırlar. Hintli katılımcılar Nesne yüksel manevi değere sahip olduğunda daha fazla sigorta ödeme eğiliminde değillerdi. Hintliler ekonomik olarak rasyonel bir davranış sergilerken Amerikalılar sergilemiyordu.
TALİHSİZLİKLERİ AÇIKLAMA YOLLARI
Kasıtlı tutum, risklerle başa çıkmanın diğerlerinin duygularını, algılarını ve eylemlerini etkilemek için vaatte bulunan bir pazarlık olması gerektiği görüşünü
Kendi talihsizliklerimize ya da diğerlerine tanık olmak, rastlantılara maruz kalabileceğimiz ihtimalinin bize hatırlatılması için uygun bir fırsattır. Bu sayede bireyler başka yolla açıklaması zor olan talihsizlikleri anlamlandırmaktadırlar. Kasıtlı ve tasarlanan tutumlar Hint ve Amerikan kültürel ortamlarında karma inancı (önceki yaşamın kaderi belirlediği inancı) teriminin uygulanmasının temelini oluştururlar. Hintliler için karma inancı ruhlarının ömür boyu reenkarnasyon aracılığıyla var olmasıdır. Karma aynı yaşam süresi boyunca nedenleri ve etkileri açıklamak için
78
79
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
kullanılır. İnsanların hayat boyu iyi ve kötüyü biriktirdiği düşünülür ve kişinin karmik enerjilerinin toplamı gelecek hayatlarındaki statüyü ve sonuçları belirler. Amerikalılar için karma tek bir hayat içinde ödüllendiren ve cezalandıran basiretli, duyarlı bir Tanrı konusundaki Yahudi-Hıristiyan varsayımları olarak anlaşılmaktadır. Amerikalıların sadece yaşam süresi içinde günahlarını bildiklerinde talihsizlikler için karmik açıklamaya başvurduklarını keşfettik. Hâlbuki Hintliler günahlarıyla ilgili bir belirti olmaksızın karmik açıklamalara başvurmaktadır. Bulgularımız kültürler arasında farklı şekillerde karmaya başvurulmaktadır. Hintliler karmayı “kaderi” belirtmek için kullanırken Amerikalılar “adil haklarını” ifade etmek için kullanır.
KADERE TEŞVİK EDENLER İÇİN TALİHSİZLİĞİN TAHMİN EDİLMESİNE YÖNELİK ÖNYARGILARI Önyargıların gereksiz risk alanlar üzerine odaklandığı görülmektedir. Bazı alanlar Amerikan ve Nepalli yaşam tarzları ve ekonomik koşulları olarak farklılık gösterse de ikisi için de aynı olan küçük sağlık problemlerinde alınan risktir. Bu iki örneğe uygun bir skeç hazırladık, “kader eğilimli” bir yolcu seyahat sırasında ilacını almayı ihmal etmiştir. Skeçteki kişi yolcuların beklenmedik bir şekilde hasta olduğu uzak bir bölgeye seyahat ettiğini biliyordu. Gelecekteki çıktıların şuan ki eylemlere bağlı olduğu konusunda belirli bir tutumu inceledik. Katılımcıların ani talihsizliği tahmin edip etmediklerini tarttık. Sonuçlar Amerikalı katılımcıların ilacı paketlemeyi reddeden yolcuyla meşgul olmaktan kaçındığını gösterdi. Kaçınma tepkisi Nepalliler arasında önem teşkil etmiyordu. GELECEK ARAŞTIRMA İÇİN KONULAR Kişinin kişisel kontrolünü açıklamak bireylerin hayatı anlamlandırmaya uğraştığı tek yol değildir. Doğaüstü kontrol düşünceleri de belirsiz bir gelecekle başa çıkmak için temel araçlardır. Hint ve Yahudi- Hıristiyan kültür içeriklerinin kontrol inançlarını ve riskle başa çıkmayla ilgili inanç ve uygulamaları inceledik. Geleneksel dış kontrol inançları bile bazı kontrolleri edinme girişimiyle birlikte ilerlemektedir. Dış kontrol inançlarının türlerini anlamak ahlaki yargıları anlamaktan geçer. Kişisel kontrol düşünceleri üzerine yapılan araştırmanın “dış” temsil inançlarının yararlı olabildiği yollara değinmesine rağmen gelecekteki araştırmalar yaşam çıktılarını görmek için pozitif psikolojik etkileri araştırabilir.
BÖLÜM 15 KÜLTÜREL TRAVMA VE YENİLENME KÜLTÜREL ANLAM, ÖZ SAYGI VE KÜLTÜREL ANKSİYETE TAMPONUNUN YENİLENMESİ
Gelecek araştırmalar aynı zamanda kişisel kontrol inançları ve anksiyete arasındaki ilişkiyi de inceleyebilir. Bir sistem tarafından öngörülen bir şey aynı zamanda uyumsal davranışlara yönlendirir; bir hedefi devam ettirmek örneğin, yönümüzün önceden belli olduğu düşüncesi motive edici olabilir, bizi çağıran şeyi takip edebiliriz. Bu yolla olumsuz geri bildirimler daha iyi yorumlanabilir. 80
81
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Bu bölümde, insanın; kültürün travmatik bozukluğunun sonuçları bağlamında, insanoğlunun değer ve anlam sistemlerinin bozulmasıyla sonuçlanan ihtiyaçlarını ele alıyoruz. Bir yere özgü insanların coğrafi olarak dağılmaları ve genetik olarak belirli üç grubun kültürel olarak bozulma deneyimleri Terör Yönetim Kuramı ve araştırmasının sağladığı varoluşsal çerçeveden incelenecektir (Becker, 1971; Greenberg, Solomon & Pyszczynski, 1997). Özellikle kültürel travma olarak tanımlan psikodinamikleri anlamaya yardımcı olan Terör Yönetim Teorisi analizini kullanacağız.
onun hastalık, işgal, ekonomik ve kültürel hamleleri geniş mesafeler ve genetik miras üzerinde benzer sonuçlar doğurmuştur. Avrupalılarla etkileşim sonucundaki hastalıktan dolayı yerli Amerika ve Pasifik boyunca büyük nüfus kayıpları yaşanmıştır (Bushnell, 1993; Butlin, 1983; Farnsworth, 1997; Napoleon, 1996). Genetik olarak birbirinden farklı Yupik Eskimoları ve Athabaskan Kızılderilileri, Havaili Yerliler ve Avustralyalı Aborjinler benzer fiziksel, sosyal, davranışsal ve psikolojik belirtiler yaşamışlardır. Kaygının Yerli halklarla ilişkili birçok olumsuz sağlık istatistiklerinin altında yatan güçlü bir faktör olabileceğiyle ilgili kanıt vardır. Örneğin Duran (1999) Native Amerikan Sağlık Merkezi’ndeki yerli Amerikalıların %58’nin anksiyete bozukluklarına sahip olduğunu bulmuştur. Manson ve çalışma arkadaşları (1996) kabile ve bölge genelinde Amerikalı Yerli nüfuslarda yüksek oranlarda kaygının olduğunu bildirmiştir.
İNSANDAKİ DOĞAL DEHŞET/TERÖRE KARŞI PSİKOLOJİK BİR SAVUNMA OLARAK KÜLTÜR: KÜLTÜREL KAYGI TAMPONU Terör Yönetim Kuramı, kültürlerin insanda yaradılış gereği olan teröre karşı gerekli bir psikolojik savunma olarak işlev gördüğünü ileri sürmektedir (Becker, 1971; Greenberg et al., 1997; Pyszczynski, Greenberg, & Solomon, 1997). Özellikle de kültür insanlara kişisel ölümün kaçınılmaz alınyazısı olduğu gerçeğini yadsımak için bir aracı olmaktadır. Gerçekliğin kültür kavramları, en temel insan korkularına karşı korunma sağlamak için kısmen bir evrim geçirmiştir. En temel düzeyde, bu gerçeklik kavramları insanlara bir anlam duygusu sağlar: Hayat anlamlı ve kalıcıdır (Jonas, Schimel, Greenberg, & Pyszczynski, 2002). Böylece hayatı anlamlı ve değerli kılmak için kültür insan hayatındaki terör gerçeğine karşı bir kaygı tamponu olarak görülmektedir.
Yukarıda belirtilen noktalarla ilgili olarak; genetik olarak farklı olan uzak mesafelerdeki nüfusların farklı zamanlarda yaşadığı kültürel travma üç ayrı oluşumla Terör Yönetim Kuramı uygulamalarıyla dikkate alınmaktadır. İlk durumda Yerli Alaskalıların görüşüyle kültürel travma etkilerini inceledik. Ardından Havai‘deki beyaz yerleşim ilerleyişini gözden geçirdik. Son olarak kaygı ve kültür travması arasında ilişki gösteren yerli Avustralyalıların sağlık ve sosyal problemleri tartışıldı.
Kültürel Kaygı Tamponu kişinin güvendiği ve kültürel olarak dünyada var olma standartlarını belirten bir dünya görüşünü içermektedir. Başarıldığı takdirde, kişinin anlam dolu bir dünyada olduğu inancını ve öz saygıyı kazandırmaktadır. Kültürün önemli bir işlevi de öz saygı erişimini devam ettirmek ve ölümün kesinlikle olduğu korkunç bir varoluşta kaygı eğilimli insanların bir sükûnet evresi elde etmesini sağlamaktadır. Terör Yönetim Kuramı, kültür ve öz saygının çift bileşenli bir kaygı tamponu olduğunu ileri sürmektedir. Çünkü kültürel dünya görüşü ve öz saygı anlam ve değer duygusu yaratmaktadır. Bunlar Varoluşsal kaygı sorununa adapte olma unsurları görülmektedirler. Bununla birlikte öz saygı, bireyin kültürel olarak değer standartlarını karşılaması olarak görülürken, kültürel dünya görüşünün en temel kaygı tampon rolü olarak işlev gördüğü düşünülmektedir.
Napoleon (1996), Avrupalılarla ilişkileri sonucunda Alaskalı yerli insanlar tarafından yaşanılan travmayı betimlemiştir. Hastalıkların, ani ölümlerin anlam dünyalarını paramparça ettiğini vurgulamıştır. Napoleon’nun büyük ölümlerden kaynaklanan sosyal sonuçlar ve kültürel travma sonucunda çöken Yu’pik (Eskimo) tarifi (Yu Yu Raq: İnsan olma Yolu) Terör Yönetim Kuramı’nın kaygı tamponu hipotezleriyle tutarlıdır. Yupik’in dünyası bir gecede tepetaklak oldu. Karmaşıklık, çaresizlik, kalp kırıklığı ve travma içine doğdu Yupik’in yeni nesli. Bir sarsıntının içinde buldular kendilerini. Etraflarını saran karmaşık bir dünyaya uyandılar. İlaçları ve doktorları işe yaramıyordu. İnandıkları her şey çökmüştü. Eski dünyaları yıkılmıştı. Şok içinde, dertli, tükenmiş, şaşkın, hayal kırıklığı içinde ve korkmuşlardı. Napoleonun (1996) tarifinde görüldüğü gibi, beyazların yerleşimi Yupik’in hayatında şiddetli bir bozulma yaratmıştı. Benzer bir travma Havai’de ve Pasifik boyunca da meydana gelmiştir.
Terör Yönetim Kuramı araştırması, depresif bireylerin ölüm belirginliğine daha güçlü savunma tepkisi gösterdiğini ve dünya görüşlerini savunmalarına fırsat verildiğinde yaşamda daha fazla anlamlılık sergilediklerini göstererek bu varsayıma dolaylı bir destek oluşturmuştur (bkz. Simon, Arndt, Greenberg, Pyszczynski, & Solomon, 1998). Fakat yerli kültürlerin insanları tarafından tecrübe edilen kültürel travma için olduğu gibi kültürel dünya görüşü yapısı keskin biçimde tehlikeye atıldığında, Terör Yönetim Kuramı bunun psikolojik ve davranışsal etkilere yol açacağını öngörmektedir.
KÜLTÜREL TRAVMA VE YERLİ HALK Yerli insanların ve onların psikolojik anlamda savunduğu dünya görüşleri Avrupalı insanlarla kurulan ilişki sonucunda sarsıntıya uğramıştır (Salzman, 2001). Bu ilişki ve
82
Alaska’daki Kültürel Travma
Havai’deki Kültürel Travma Havai ve Batı Dünyası arasındaki ilişki Kaptan James Cook ve tayfasının Havai’ye gelmesiyle 1798 yılında başladı. Cook’un mürettebatı bel soğukluğu, frengi, tüberküloz ve Hepatit virüsleri getirdi (Blaisdell, 1989; Stannard, 1989). 100 Yılı aşkın sürede Havai toplumunda nüfus geriledi. 1778’de 400,000 - 800,000 arasında olan nüfus, 1890’larda 40,000 civarına düştü (Hammond, 1988; Stannard, 1989). Avrupalılarla etkileşim sonucunda Havaililer sosyoekonomik ve politik bağımsızlığını büyük oranda kaybetti. 1819’da Kapu sisteminin devrilmesiyle, Havai kültürünü tüm yönleriyle yöneten yasalar Havaililerin haklarını kaybetmelerine ve kültürel anlamda hayal kırıklığına neden oldu (Crabbe, 1991). Şuanda, Havai eyaletindeki topluluklardan en kötü sağlık profiline
83
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
sahip olanlar Havaililerdir (Blaisdell, 1989; Marsella, 1995). Havai’deki diğer etnik topluluklara oranla kanser ölümlerine, diyabete, yüksek tansiyona, damla hastalığına, bronşit, astım, amfizem ve obeziteye yakalanma oranın en fazla görüldüğü topluluk yerli Havaililerdir. Havaililer aynı zamanda çok sayıda psikolojik ve sosyal sağlık sorunlarına sahiptir (Blaisdell, 1989; Hammond, 1988; Marsella, 1995; Mokuau, 1990). Havai cezaevi nüfusunun % 40’nı Havaililer oluşturmaktadır. Genel nüfusun % 12’si en fazla sigara içme, madde kullanımı ve evlilik dışı gebelik oranlarına sahiptir. Samoanlar dışındaki Havailerin yüksek oranda çocuk istismarı ve ihlalleri vardır. Havaililer aynı zamanda anti sosyal davranış, aile ve okul sorunları, moral bozukluğu, yabancılaşma ve düşük benlik saygısı gibi olumsuzluklarda en yüksek orana sahiptir. Avrupalılarla etkileşimleri ve bunun sonuncunda ortaya çıkan travma ve sonuçlarıyla ilgili olarak TMT hipotezlerinin üçüncü örneği Avusturalyalı Aborjin halkıdır.
KÜLTÜREL YENİLENME VE KÜLTÜREL KAYGI TAMPONUNUN YENİDEN OLUŞTURULMASI
Avusturalyalı Aborjinlerin Kültürel Travması
Uyumsuz anksiyeteyi azaltma stratejileri anlık olarak istenilen etkilere sahip olabilse de, keder, acı ve trajedinin ek kaynaklarını üretme işlevi görür. Terör Yönetim Kuramı bakış açısından bakıldığında kültürel yenilenme ve anlam dünyasının yeniden oluşturulmasına yönelik çalışmalar uyarlanabilir eylem için gerekli psikolojik ön koşulların düzeltilmesi yönünde önemli bir adımı temsil eder. Benzer travmatik kültürel bozulma hikâyesi olan yerliler varoluşlarını tanımlayan ve eylemlerine rehberlik eden temel prensip ve değerleri tanımlamak ve faaliyete geçirmek istiyorlar. Kültürel yenilenme yönündeki hareket uzak coğrafyalar boyunca ve genetik miras aracılığıyla meydana gelmektedir. Bu bölüm kültürel temellerini yenileştirmek ve mevcut koşullara adapte olmaları için yerli Havailileri, Alaskalıları ve Avustrulyalıları araştırmaktadır.
Beyazların Avustralya’ya yerleşim hikâyesi Aborjin hayatını ve kültürünü de rahatsız etmiştir. Yerleşimin ilk yüzyılında zorla mülk edinme, kadınların kaçırılması, kölelik ve savaş, hastalıklar, Aborjin manevi kavramlarının reddedilmesi gibi durumlar ortaya çıkmıştır. Dahası yerleşimle İngiliz Yasa Sitemini gündeme getirdi. 20. yy’da Aborjin kültürüne ve hayatına yapılan müdahale ve yerli asimilasyon genel stratejisi hükümetin Beyaz Avusturalya Politikasında kanıtlanmıştır. Aborjin yasalarına, manevi de sosyal yapısına zarar verilmesi ve mülklerine el konulması geleneksel dünya görüşlerini alt üstü etmiştir (Ober et al., 2000; Wessells & Bretherton, 2000). Terör Yönetim Kuramı açısından bakıldığında, yerli Avusturyalıların kültür yaşamına yapılan müdahale bir kaygı tamponu olarak kültürel dünya görüşlerinin etkinliğini tamamen sarsma olasılığı taşımakta ve saygı bilişi ve davranışı yol açmaktadır. Aslında bunları ölçmek için kullanılan kriterlere bakılmaksızın, kaygı bilişi ve davranışı Avustralya yerli halkı arasında yaygındır ve travma sonrası stres sendromu belirtilerine benzetilmiştir (Ober, 2000). Örneğin yerlilerde, hapis, bebek ölümü, intihar, madde ve ilaç bağımlılığı, genel tıbbi durumların görülme oranı oldukça yüksektir. (Hogg, 1994; Hunter, 1995; Perkins, Sanson-Fisher, Blunden, & Lunnay, 1994; Swann & Raphael, 1995). Aynı zamanda yerlilerde kaygı, öfke ve uykusuzluk olduğu kadar umutsuzluk, çaresizlik ve uyumsuzluk da yüksek düzeyde görülmektedir (Eckermann et al., 1992; Koolmartie & Williams, 2000 Ruhsal bozukluklar sonucu yaşanan ölüm de Avustralya nüfusundan beş kat daha fazladır (Bhatia & Anderson, 1995). Buna ek olarak düşük sosyal statüleri ve zayıf yaşam koşulları nedeniyle bağımlılık algısı ve çaresizlik hissiyle hükümetten gelecek ekonomik yardımlara güvenmektedirler. Avustralya’daki Aborjin hayatının durumu dünyanın diğer bölgelerindeki yerli insanlarınkinden farklı değildir. Genel olarak Kaygı bilişi ve davranışlarının yanı sıra kültürel bozulma ve travma görülmektedir. Peki, yerliler anlamlı ve değerli bir dünya nasıl yaratır?
84
Travma ve baskıcı sömürge sistemleri tarafından desteklenen aşağılık bir telkin duygusuna katlanan dünya üzerindeki yerli insanlar geleneksel kültürel görüşlerini aramakta ve bu dünya görüşlerini oturtan ontolojik talimat ve standartları yeniden dirilmektedirler. Bizler bu isteği nasıl anlayabiliriz? Terör Yönetim Kuramı bunun için anlaşılır bir açıklama sunmaktadır. Birçok yerli için, Batı dünya görüşü, baskınken, kültürel kaygı tamponu kurmak için gerekli inancı çekmek için yeterince zorlayıcı değildi. Diğerleri için, sömürgecilerin ezici gücü dünya görüşünü zorlayıcı yapmış olabilirdi ama ırkçılık ve diğer yapısal engeller bu standartların başarısını oldukça güçleştirmiştir. Her iki durumun sonucu kaygıdır.
Havaililerin Yeniden Doğuşu 1960’ların sonralarında Havai’de başlayan kültürel bir canlanma 1970’lerde muazzam şekilde yükseldi ve bugün Havaili’lerin neslini etkilemeye devam ediyor (Kanahele, 1982). Havai’nin Rönesans döneminde, Havaili’ler müzik, havai dansı, sanat, dil, el sanatları, edebiyat, din ve politika gibi hızla artan kültür özellikleriyle ilgilendiler. Havai’nin kültürel olarak yenilenmesinde Hoklea denilen çift gövdeli seyahat teknesinin geleneksel yöntemle yapılmasına ve seyahat edilmesine odaklanıldı. Bu çaba eski Havaililerin Adalara yerleştiği yol ve metotları kurmuştur. Bu da travmanın ve sömürgenin zarar verdiği tarih, kültür ve gurur ve itibarı yenilemeye yardımcı olmuştur. Havai Rönesans’ın olumlu etkileri 21. yy’da hala ortadır. Bir halk olarak Havaililer Havai kültürünün geleneksel ve modern evrimiyle gelişmeye devam etmektedirler. Kültürel Rönesans, geleneksel ritüeller ve törenlerin yenilenmesine de yansımıştır. Örneğin; Ho’oponıpono Antik Havai Şifa’sı kavramı aileler arasında ve aile ile doğaüstü güçler arasındaki iyi ilişkileri yenilenip korunmaktadır (Shook, 1985). Havai dünya görüşünde aile karmaşık bir dizi olarak görülmektedir. Havai Yoğun Dil Okulu hareketi kültürel canlanmanın olumlu etkileri arasındaki örneklerden biridir. Bu programın amacı Havai kültür ve dilini Havai çocuklarının eğitim deneyimlerine dâhil etmektir. Bu programdaki yerli öğrenciler düşük okul başarısı ve özel eğitim için risk grubunun bir parçası olarak düşünülebilirdi ancak yoğun ders programa katılmalarıyla önemli bir eğitim başarı 85
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
göstermişlerdir. Örneğin altıncı sınıf sonunda bir grup öğrenci Havai dilini sözlü olarak akıcı bir şekilde konuşmada olağandışı bir seviye göstermişlerdir. Dahası bu yoğun dil programından mezun olan yaklaşık 100 öğrencinin % 80’i üniversiteye kabul edilmiştir. Dahası program çocukların eğitimine ailelerinin de katılımını artırmayı sağlamıştır. Terör Yönetim Kuramı açısından bakıldığında, Havai kültürünün yenilenmesi ve tekrar oluşturulması psikolojik bir yenilenmedir. Ho’oponıpono gibi geleneksel formaların, Hula Dansı’nın, dil ve kültür çalışmaları ve müziğin canlanması; yeni görüşlerle aşılanan bir dünya görüşüyle tanımlanan değer standartlarının karşılanmasıyla kaygı tamponunun başarılmasında insanlar için bir anlam dünyasının tekrardan kurulmasına hizmet eder. Bu tarz bir canlanma çok çeşitli kapsamlarda daha olası uyarlanabilir eylem ortaya koyar.
yaklaşımıdır (Atkinson & Ober, 1995). We Al-Li öfke ve üzüntünün ifade edilmesi için kültürel değerlerde destekleyici sosyal ortamı ve geleneksel uygulamaları kullanmaktadır. Bu yöntemle katılımcılar derin duygusal iyileşme yaşadıklarını söylemektedirler. Aile refahına odaklanmış Aborjinleri Güçlendirme Programı gibi diğer programlar da yerli sağlığı ve refahının gelişmesi için kültürel içerikli programların değerinde umut verici belirtiler göstermiştir.
Alaska’da Kültürel İyileşme Inupiat Ilitqusiat, 1980’li yıllarda kuzeybatı Alaska’da kurumsallaşan sosyal bir harekettir. Bu terim; “Inuit insanlarının bilgelik ve dersleridir.” şeklinde çevrilir. Hareket Inuit Way’i tanımlayan değerleri belirtir. Bu, paylaşmak, yaşlılara saygı, işbirliği, diğerlerine saygı, dil bilgisi, çocuk sevgisi, çok çalışmak, çatışmaların önlenmesi, doğaya saygı, maneviyat, mizah, başarıyı yakalamak ve tevazu gibi temel değerleri içerir. Dünyada yaşamak ve var olmak için temel değerleri ve gerekli ontolojik rehberleri iyileştirme çabaları Aleutların ekolojisinde de yer almaktadır. Alaskanınn Unangan bölgesinde yaşama kuralları tanımlanan Unangan/Unangas değerlerine dayanmaktadır (Carlson, 2003). Tanımlanan temel değerlere dayalı 27 Temel Talimat; Unangax Olarak Yaşamakİ Doğru Yollar, olarak geliştirildi. Yerel dilden çevrilen bu Temel Talimat, şunları içerir: Paylaşım, dinleme, övünmemek, diğer insanlara kibar olmak, diğerlerine yardım etmek, vatanını korumak, aşırıya kaçacak bir şey yapmamak, yaşlılara saygı duymak, arkadaşlara saygı göstermek, başkasına ait olan şeye göz koymamak, başkasının başarısına hayran olmak, hava hakkında kötü konuşmamak, başkasına iftira atmamak, kendini geçindirmek, Unangan dilini unutmamak... Bu değerler kültürel dünya görüşüne sahip olanlar için ontolojik talimatlar olarak hizmet görür. Bunlar, kültürel dünya görüşüne inanlar için işlevsel kültürel kaygı tamponu sağlayarak insanlara değer standartlarını karşılama olasılığı sağlar.
Aborjin Avustralya’sında Kültürel İyileşme Benzerlerinde olduğu gibi yerli insanlara ve sağlık sorunlarına olan Avustralya yaklaşımı kültürel metotlar ve uygulamalara odaklı bir başka metoda kaymıştır. Aborjinlerin sağlığındaki kültürel faktörler tanınmadan önce sağlık müdahalesine olan Batı tarzı yaklaşımlar belirgindi. Ober’e göre (2000) bu yaklaşımlar etkisizdi ve yerli kültürü sarsmaya hizmet ediyordu. Ne var ki yerlilerin sağlığında kültüre yer verilmesi Avustralya toplumu en yüksek düzeyde geliştirmiştir.
Daha genel sağlık programları da aynı zamanda Avustralyalı yerlilerle kültürün tanınması ve yeniden oluşmasında olumlu etkiye sahiptir. Belyuen Halk Merkezi; sosyal ilişkiler, sorumluluklar, çalışma zamanının saptanması, cinsiyet sorunları ve geleneksel tedaviler ve dil gibi Aborjinlere özgü özelliklerin dikkate alınarak yerli halkın sağlık sonuçlarında önemli gelişmeler göstermiştir. Dahası; “Güçlü kadınlar, güçlü bebekler, güçlü kültür programları” gibi kültürel faktörler hesaba katıldığında hamile kadınların sağlığı ve refahında hatırı sayılır derece önemli gelişmelere yol açmıştır. Program, katılımcılar arasındaki erken doğum oranlarında önemli bir düşüşle başarısını göstermiştir.
Kültürel İyileşme ve İki Kültürlü Adaptasyon Avrupalıların yerleşmesi sonucunda yerli halk kendi geleneksel kültürüne alternatif bir dünya görüşü katmak zorunda kaldı. Kültürel dinamikler perspektifinden bakıldığında (Hong, Chiu, & Kung, 1997; Kashima, 2001), tekrardan alternatif bir kültüre maruz kalan insanların çift kültürlü bilgi ve kimliği geliştirmeleri olasıdır. Terör Yönetim kuramı yaklaşımı çift kültürlü adaptasyonun kültürün yeniden tanınması ve iyileştirilmesi anlamında olduğunu vurgulamaktadır. ÇağdaşAborjinAvustralya’sında genel olarak iki farklı kültürel kimliğe sahip olunduğuna inanılmaktadır: Aborjinli ve Avustralyalı (Christie, 1988; Clark, 2000). Ayrıca Aborjinli ve Avustralyalı kültürel dünya görüşleri belirgin farklılıklar göstermektedir. Geleneksel Aborjin kültürünün ana özelliği, toplulukçu ve ilişkisel eğilimliyken Avustralya ana kültürünün özelliği ise bireyselliğe eğilimlidir (Davidson & Reser, 1996; Fogarty & White, 1994; Kashima, 1995; Triandis, 1995). Bu nedenle sosyal anlamda hangi kimlik kullanılıyorsa Aborjinler o anda farklı kültürel çerçeveler arasında geçiş yapabilmek kapasitesine sahiptir. Çift kültürlü bireylerin kültürel anlam sistemleri arasında geçiş yapabilme yeteneğiyle farklı kültürel gerçekliklere adapte olabilmelerine karşın hala acı çekmektedirler. Yerli halkın yaşamaya devam ettiği düşük statü ve önyargının adaptasyon gibi olumlu etkileri sarsma olasılığı olduğunu düşünüyoruz. Daha esnek anlam sistemi sunan kültürel melezler çift kültürlü yetkinlikle gelişebilirken yerli halkın deneyimleri bu tür bir gelişim için destekleyici bir çevrenin gerekli koşul olduğunu önermektedir.
TARTIŞMA VE ÇIKARIMLAR
Kültürün tanınması ve iyileştirilmesi, geleneksel şifa törenlerinin kullanılmasıyla yerli halkın acısını ve travmasını azaltma stratejilerine odaklanan We Al-Li Programı’nın ana
Bu bölümde Alaska, Havai ve Avustralya yerli halkının kültürel travma ve iyileşme denetimlerini sunmuş bulunuyoruz. Yerli halk arasında varoluşsal kaygının fazlaca
86
87
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
hüküm sürmesi onların derin psikolojik acısını göstermektedir. Kültürel travmanın Terör Yönetim kuramı açıklaması, yerel kültürün içindeki bir dizi ihlalin onları ölüm bilinci gibi temel insan kaygılarından koruyan varoluşsal anlam ve değer kaynağını şiddetli bir şekilde sarstığını belirtmektedir. Terör Yönetim Kuramı açısından bakıldığında, analizlerimiz kültürel travmayı, kültürel anlam sistemleriyle uzlaşma deneyimi olan bir bireyin ya da grubun katlandığı duygusal anksiyete durumu olarak nitelendirmektedir. Özellikle, yerli insanların yaşadığı kültürel travma bozukluğu, varoluşsal anlam ve değer dünyası ihtiyacını karşılamak ve temel insan kaygısını en aza indirgemek için kültürel dünya görüşü kapasitesini şiddetli bir şekilde sarsmıştır. Analizlerimiz ayrıca kültürel yenilenme yoluyla anlam ve değer dünyasının yeniden kurulmasının yerli insanları daha büyük psikolojik sükunet edinmek için donatması gerektiğini belirtmektedir. Terör Yönetim Kuramcıları ve araştırmacıları, öz saygının, doğrudan bir ölüm belirginliğinden kaynaklanabilen potansiyel teröre karşı kaygı eğilimli insanlar için gerekli tamponlama işlevini yerine getirdiğini belirtmektedir Harmon-Jones, 1997). Daha önce de belirtildiği gibi insanların tehdit edildiklerinde kültürel dünya görüşü aracılığıyla kaygıya ilişkin davranış göstermeleri olasıdır. Alaska yerlileri, Avustralya Aborjinleri ve Yerli Havailer gibi yerlilere ait kültürlerin travmatik bozukluğu terör yönetim süreçlerindeki bozukluğu yansıtan psikolojik ve davranışsal sonuçlarla aynı olarak neticelenmiştir. Özellikle hastalık ve sömürgeleşmeyi de beraberinde getiren Batı ile olan ilişki yüzünden kültürel kaygı tamponunun bozulması benzer sonuçlar doğurmuştur. Kültürel travma ve canlandırma dinamikleri yerlilerle profesyonel uygulama alanlarını da bilgilendirmelidir. Profesyonellerin, Kültürel Travma Sendromu tanısının geçerliliğini göz önünde bulundurmasını öneriyoruz. Profesyoneller aynı zamanda mevcut gerçekliklerle uyumlu olma konusunda teşvik edici olan kültürel dünya görüşü aracılığıyla standartların ve değerlerin tanınmasında bireylere ve topluluklara yardımcı olabilir.
BÖLÜM 16 TERÖRÜN EPİSTEMİK SONUÇLARI VAROLUŞSAL TEHDİTLER VE AÇIKLIK-KAPALILIK ARAYIŞI
SONUÇ Kitabımızda ele aldığımız bu bölüm yerliler arasında kültürel travma ve yenilenme etkilerinin varoluşsal bir analizini sunmaktadır. Terör Yönetim Kuramı’nın önerdiği insan var oluşunun kaygı doğasını tamponlamadaki gerekli psikolojik işlevler ışığında bir kültürün travmatik bozukluğu, yıkıcı sonuçlar doğurabilecek karşılayıcı eylemleri gerektiren yönetilemez anksiyete ile sonuçlanması muhtemeldir. Bu nedenle geleneksel kültürleri iyileştirme, yenileme sebebi kültür tarafından sağlanan gerekli kaygı tamponu bağlamında iyice anlaşılmalıdır. Kültürel travma ve iyileşmeyi vurgulayan süreçler etkili insan işlevinde terör yönetim mekanizmasının ana rolünü açıkça göstermiştir.
88
89
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
11 Eylül’de New York ve Washington DC’ye yapılan saldırılar dünyayı önemli ölçüde değiştirmiştir. Dünya Ticaret Merkezine çarpan uçaklar, ikiz kulelerin yıkılması bilinmeyen boyutlarda varoluşsal bir kaygı çağı başlatmıştır. Yeryüzündeki en güçlü ülkesinin en önemli şehirlerinde yaşayanlar terör dehşetinin dışında kalamaz. Bundan böyle artık hiç kimse kendini güvende hissedemez. Kitle imhanın sürekli gelişen teknolojileriyle birlikte birleşen etnik, politik ya da dini çatışmalar insanlara önemli varoluşsal belirsizlik ile yaşanan günlük deneyimleri aşılamıştır. Bu koşullar altında, varoluşsal korkular ve bunların sosyal davranışları üzerindeki etkileriyle ilgili bilimsel çalışma günümüz psikolojisinin anlaşılmasına önemli ölçüde katkıda bulunmalıdır. Bu çalışmada en son ki teorik analizleri ve bu kaygılarla ilgili önemli ampirik veriyi gözden geçireceğiz.
öngörmektedir. Ölümle yüzleşmenin kültürel dünya görüşü olumlamasını sağladığı ve öz saygı davranışlarını arttırdığı hipotezlerini kapsayan araştırma bulguları şuan çok fazladır. Nitekim bu kitap ölüm belirginliği konusunda bu güne kadar olan bulguların en kapsamlı incelemesini sağlar.
Son 20 yılda, Sosyal davranış üzerine iki genel bakış açısı varoluşsal kaygının psikolojik deneyimiyle ilgili ampirik araştırmayı ve düşünceleri oluşturmuştur: Terör Yönetim Kuramı ve Epistemik Kuram. Terör Yönetim Kuramı (Greenberg, Solomon, & Pyszczynski, 1986; Solomon, Greenberg, & Pyszczynski, 1991; Pyszczynski, Solomon, & Greenberg, 2003) terör durumunun ne yaptığımızı, neye inandığımızı ve ne hissettiğimizi nasıl belirlediğini göstermiştir. Bu nedenle bu, Terörün doğrudan insanın yaşam deneyimleri üzerinde etkisi olabileceğiyle ilgilidir. Epistemik teori (Kruglanski, 1989a; Kruglanski & Webster, 1996; Webster & Kruglanski, 1998), tutum oluşumu ve sosyal yargı gibi sosyobilişsel olgunun bilişsel ve güdüsel belirleyicileriyle ilgili genel bir anlayışa ulaşmak için hazırlanmıştır. Epistemik teori, Terör Yönetim Kuramından daha genel düzeydeki analizlere eğilimli olsa da terörün serbest bıraktığı belirgin güdüsel güçlerin ilgili olduğu yerde onunla kesişmesi gerekir. Bu bölümün amacı aralarındaki ilişkiyi daha iyi anlamak için bu iki yapıyı birleştirmektedir. Bunu yapmak için, Terör Yönetim Kuramı tarafından vurgulanan etkileri kavramsal ve ampirik olarak kısaca açıklayacağız.
VAROLUŞSAL SORUNLAR VE BUNLARIN SOSYAL DAVRANIŞ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Terör Yönetim Kuramı sosyal olguyu içeren varoluşsal güdüsel süreçlerin önemini vurgulamaktadır. Terör Yönetim Kuramı çerçevesinde kendi ölüm korkularıyla yüzleştiklerinde insanların bulduğu cevaplar belirli bir kültür tarafından sağlanmaktadır ve iki geniş ve birbiriyle ilişkili kategorilere ayrılmaktadır: Kültürel dünya görüşleri: Gerçekliğin sosyal olarak paylaşıldığı kavramları tanımlayan kültürel dünya görüşleri insanlara değer standartlarını sunmakta, düzen, istikrar ve süreklilik duygusu vermektedir. Öz Saygı: Öz saygı ise Kişinin standartlarını yükseltme duygusunu vermekte ve ölüm tehlikesiyle yüzleşmesinde soğukkanlılık duygusunu sağlama duygusuna katkıda bulunmaktadır. Buna göre Terör Yönetim Kuramı insanların ölümlerinin farkına varmalarını, Onlardan kültürel dünya görüşlerine olan inançlarını teyit etmelerini ve onlara pozitif bir benlik saygısı sağlama umudunu veren eyleme bağlanmalarını 90
Ölüm belirginliği etkilerinin bilişsel temelleriyle ilgili araştırma bilinçli bilinçlenmeden kaçan ölüm düşüncelerinin buna verilen tepkileri teşvik ettiğini göstermiştir (bkz. Arndt, Greenberg, Solomon, Pyszczynski, & Simon, 1997; Arndt, Greenberg, Pyszczynski, & Solomon, 1997; see also Pyszcyznski, Greenberg, & Solomon, 1999). Ayrıca Greenberg, Pyszczynski, Solomon, Simon ve Breus (1994), Bir arkadaşının ölümü hakkındaki soruyla ilişkili olarak kişinin kendi ölümüyle ilgili sorularla uyarıldığında sosyal davranış üzerine olan ölüm belirginliğinin oldukça güçlü olduğunu belirtmiştir. Ölümün hatırlatılması benliğin tehdit edilmesi durumunda öncelikli olarak bir tepki gerektirecek gibi görünmektedir. Ölüm benliği iki ayrı yolla tehdit edebilir. Birincisi, yaşamdaki sınırlamaların farkındalığı kişinin varlığı ve eylemlerinin algılanana önemini azaltabilir. Diğer bir deyişle ölüm farkındalığı önemsiz olmasındansa kişinin dünyadaki yatırımlarını görünür kılabilir. Bu bakış açısıyla tutarlı olarak, çeşitli deneyler ölüm belirginliğinin öz saygıyı azalttığını göstermiştir. Van den Bos (2001) örneğin, ölüm belirginliğinin düşük öz saygıya özellikle de kişinin yetkinliklerinden gelen saygıyı düşürdüğüne neden olduğunu göstermiştir. Dahası, Koole, Dechesne ve Van Knippenberg (2000) ölüm belirginliğinin insanlardaki kapalı öz değerlendirmenin düşürdüğünü göstermiştir. (Pelham, Mirenberg, & Jones, 2002; Koole, Dijksterhuis, & van Knippenberg, 2001; Nuttin, 1985). İkincisi genel olarak, ölüm, yaşamın birkaç kesinliğinden biri olmasına rağmen bunun olma düşüncesi önemli bir belirsizliğe neden olabilir. Nitekim birçok yazar Terör Yönetim kuramında belgelenen savunma tepkilerini harekete geçirenin kesinlikle bu belirsizlik duygusu olduğunu ileri sürmüştür (Van den Bos, 2001; McGregor, Zanna, Holmes, & Spencer, 2001). Ölümle ilişkili belirsizlik duyguları ölüm zamanı ve yerinin tahmin edilememesi, hiçlik durumunu ve ölüm süreçleri sırasında olanların anlaşılamaması ve kişinin ölümünün diğerlerinin hayatına yaptığı etkinin öngörülememesi gibi belirsizliklerden gelmektedir. Buna ek olarak birçok yazar benliğin bilgi örgütünde önemli bir rol oynadığını ve düşünceleri şekillendirmede ve yargıda bulunmada önemli bir kaynak olduğunu ileri sürmektedir. Bu bakış açılarından bakıldığında, benlik tehdit edildiğinde bilginin ve yargının örgütsel prensibi önemli bir belirsizlikle sarsılır. Bu nedenle belirsizliğin ölüm hatırlatıcıları tarafından ortaya çıkarıldığı varsayılabilir.
EPİSTEMİK TEORİ Epistemik teori çeşitli sosyal yargı olgusunun bütünleyici bir analizi olarak sunulmuştur ve bu nedenle insan yargısının temelinde yatan güdüsel süreçlerin epistemik teorisi tanımı sosyal psikolojinin çeşitli alanlarını geneller. İnsanlar bilgiyi 91
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
hemen oluşturmak ve kullanmak isteyebilir ya da sınırlı bilgiden kaçınmayı tercih edebilir. Epistemik teoride ilk olan kapalılık için yüksek bir ihtiyaç olarak bahsedilir, ikincisinden ise kapalılığı engellemek için yüksek ihtiyaç olarak bahsedilir.
ölümle ilişkili belirsizlik, bireylerin düşük kapalılık ihtiyacına göre yüksek kapalılık ihtiyacı için daha büyük bir kaygı olabilir ve bu kaygının çözümü ölüm belirginliğine karşılık daha ağır olabilir. Şuanda araştırmalarımızı bu kaygılarla ilgili kanıda yönelttik. Ölüm belirginliğinin spesifik kapalılık ihtiyacını artırdığına yönelik kanıta ulaşılmıştır. Ve şimdi de ölüm belirginliğinin spesifik olmayan kapalılık ihtiyacını uyandırma ihtimaliyle ilgili yeni kanıtı gözden geçiriyoruz.
Bir başka konu ise spesifik ve spesifik olmayan kapalılık arasındaki ayrım ihtiyacıdır. Bir soru ile karşı karşıya kaldığında insanlar bir anlamda onları memnun edecek ya da arzu edilebilir özel (specific) bir bilgiyi edinmek isteyebilirler ama aynı zamanda herhangi bir bilgiyi de (nonspecific-spesifik olmayan kapalılık) kabul etmeye istekli olabilirler. Spesifik olmayan kapalılık (nonspecific closure) düşüncesi insanların inanmaya istekli olduğunu, emin olmak için kategoriler oluşturduğunu ve anlam karmaşasını enlediklerini vurgular. Bu tarzdaki zihinsel aktiviteler; sıralama, öngörülebilirlik, açıklık ve yeni bilgi işlenirken verimlilik sağlar. Bunu başarmak için insanlar bilgiyi tutukluk (seizing) ve donakalma (freezing) eğilimleri doğrultusunda şekillendirme konusunda bilgiyi çabucak kullanabilir. Epistemik Teori, bu iki durumsal faktörün ve kişisel özelliklerin spesifik olmayan kapalılık ihtiyacını güçlendirmeye katkıda bulunduğunu varsaymaktadır. Zaman baskısı ya da bilişsel kapasitenin kısıtlanması gibi durumsal koşullar bireyi bir karar vermesinde, edindiği izlenim ya da inançları hızlıca şekillendirmeye zorlayabilir. Spesifik olmayan kapalılık ihtiyacı yüksek olan bireyler değişmez bir düşünce sergilemeye eğilimlidir. Spesifik olmayan kapalılık ihtiyacı düşük olan bireyler ya da spesifik olmayan kapalılık ihtiyacını engelleme ihtiyacı yüksek olanlar belirsizliğin tadını çıkarmaktadır ve kesin bir görüşü işleme konusunda isteksizdirler.
TEORİK BİRLEŞME Epistemik bakış açısı varoluşsal tehditle başa çıkmada güdüsel bileşenleri tanımlamakla ilgili olabilir. Bunu yapmak için ölüm korkusunun, öz değer ve belirsizliğin anahtar bileşenler olduğu kaygıların bir yapılandırmasını meydana getiren önceki ifademizi anımsamak önemlidir. İleride de değineceğimiz gibi bu kaygıların her biri özel türdeki epistemik güdülenmeye bağlıdır. Bu epistemik güdülerin sosyal davranışlar için belirli etkileri olduğu tahmin edilmektedir.
SPESİFİK OLMAYAN KAPALILIK İHTİYACINDA ÖLÜM BELİRGİNLİĞİNİN ETKİLERİ Ölüm belirginliğinin spesifik olmayan kapalılık ihtiyacını artırdığıyla ilgili kanır birçok araştırmadan ileri gelir. Bu kanıtın ilk kaynağı, ölüm belirginliği ve kapalılık ihtiyacının sosyal psikolojik etkilerine çarpıcı benzerliklerinden elde edilebilir. İkinci bir kanıt ise ölüm belirginliğinden sağlanan bulgulardan elde edilmiştir.
Kapalılık İhtiyacı ve Ölüm Belirginliği Etkileri arasındaki Benzerlikler Hem Terör Yönetim Kuramı hem de Epistemik Teori, son yıllarda önemli bir hacim meydana getirdi. Araştırmanın bağımsız olarak yürütülmüş olmasına rağmen Terör Yönetim Kuramı literatürleri ve epistemik teorisi araştırma kapsamındaki olgularda önemli benzerlikler görülmüştür. En önemlisi ölüm belirginliği çalışmalarından sağlanan bulgular kapalılık ihtiyacıyla ilgili literatürde belirtildiği gibi spesifik olmayan yüksek kapalılık ihtiyacıyla ilişkili zihinsel ve açık tepkilerle benzerlikler göstermiştir. Ayrıca Zaman baskısı, çevre gürültüsü gibi spesifik olmayan kapalılık ihtiyacı ölüm belirginliği koşulu altında bulunan tepkilerle benzer karşılıklar göstermiştir. Kapalılık ihtiyacı ve ölüm belirginliği arasındaki benzerliklerden Richer ve Krunglanski (2004) şu sonucu çıkarmışlardır: Ölüm belirginliği spesifik olmayan kapalılık ihtiyacını artırabilir. Kapalılık ihtiyacı ve ölüm belirginliği arasındaki benzerlikler 3 tema etrafında toplanmaktadır: Kapalılık ihtiyacı ve ölüm belirginliği grup içi önyargıyı artırır. Kapalılık ihtiyacı ve ölüm belirginliği diğer benzer olanların tercihlerini ve farklı olanlara hoşgörüyü artırır. Kapalılık ihtiyacı ve ölüm belirginliği rolleri (stereotyping) artırır.
Epistemik bakış açısından bakıldığında, ölüm belirginlik tarafından getirilen belirsizliğin caydırıcı durumu kişisel anlamsızlıkla ilgili kaygılardan farklıdır. Epistemik teoriye göre caydırıcı belirsizlik spesifik olmayan kapalılık ihtiyacının kök nedenini oluşturmaktadır. Dolayısıyla, kişinin kendi ölümü olasılığıyla ilgili belirsizlik kişinin inançlarında kesinlik isteğine yol açar. Bütünleyici model ölüm belirginliğinin spesifik kapalılık haricinde belirsizlik tehdidiyle hatırlatılan spesifik olmayan kapalılık ihtiyacını artırma olasılığı olduğunu ileri sürmektedir. Ölüm kavramı belirsizliğin bir kaynağıysa Epistemik Teori, belirsizliğe karşı bir isteksizliği olan bireylerin ölüme karşı olumsuz tutumlar sergilemesinin muhtemel olduğunu ileri sürmektedir. Diğer yandan Belirsizliğin tadını çıkaranlar kendi ölümlerinin olasılığı hakkında düşündüklerinde daha huzurlu olabilirler. Diğer bir deyişle,
Shah, Kruglanski, ve Thompson (1998) grup eğilimlerinin önemli bir işlevinin kişinin inançlarında uzlaşmacı geçerliliği sağlamak olduğunu savunmuştur. Uzlaşmaya dayalı doğrulama süreçleri sayesinde, kişinin dünya algısı ve inançları güçlendirilir ve öznel olarak işlenir. Dolayısıyla bunu sağlayan uzlaşmacı doğrulama ve gruplar yüksek kapalılık ihtiyacı olan bireyleri çekmektedir. Bu hipotezlerle uyumlu olarak Shah (1998) birçok araştırmada kapalılık ihtiyacının daha belirgin grup içi önyargıya yol açtığını göstermiştir. Tematik Algı Sistemi kişiye ait inançların konsensüs yoluyla geçerlilik analizlerindeki ana bir ilke olarak bünyesinde barındırır. Bu teoriye göre inançların konsensüs yoluyla geçerliliği önemlidir çünkü kişinin dünya görüşünün “gerçekliğin mutlak bir temsilini” oluşturduğuna dair inancı güçlendirir. Bu tür dünya görüşünün uygunluğu artırdığı zamanlarda insanlardan konsensüs yoluyla
92
93
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ geçerliliği artırma ihtiyacı beklenir. Bu özel hipotezle tutarlı olan araştırma ölüm belirginliğinin grup içi kimliği (Harmon-Jones, Greenberg, Solomon, & Simon, 1996) ve sahte konsensüs etkisini (Pyszczynski 1996).artırdığını göstermiştir Terör Yönetim Kuramı, kendi ölümlerinin hatırlatıldığı insanların kültürel dünya görüşlerine sarılmaya eğilimli olduğunu ileri sürmektedir. Ölüm kaygıları belirgin olduğunda kültürel dünya görüşlerinin daha negatif olarak değerlendirilmeleri muhtemeldir. Araştırmalar gerçekten de bu durumdadır. Rosenblatt, Greenberg, Solomon, Pyszczynski ve Lyon (1989) katılımcılara kendi ölümleri hatırlatıldığında ahlaki ihlaller daha ağır bir şekilde cezalandırılır. Terör Yönetim Kuramı bünyesinde Schimel (1999) stereotiplerin, varoluşsal tehdit karşısında düzen, istikrar ve süreklilik duygusu sağlayan önemli bir kültürel dünya görüşü bileşimi içerdiğini ileri sürmüştür. Aynı zamanda ölüm belirginliğinin stereotipi arttırdığı olasılığını belirtmiştir. Bu nedenlerle tutarlı olarak Shmiel ve çalışma arkadaşları (1999) ölüm belirginliği stereotipinin tutarlı tutum gösteren insanları yüreklendirdiğini, stereotiple tutarsız tutum sergileyen insanlar için de tam tersi etki gösterdiğini belirtmiştir.
Ölüm Belirginliği ve Kapalılığın Özgünlüğü Ölüm belirginliği kapalılık etkileri ihtiyacı arasındaki paralellik gerçekten çarpıcıdır. Bir önceki bölümde belirtildiği gibi, Terör Yönetim Kuramı’nda; “kültürel dünya görüşünün kavramsallaştırılması”, Epistemik Teori’de; “kapalılığın kavramsallaştırılması”yla büyük kapsamda bir hedefe yönlenmişti. Kültürel dünya görüşünün kavramsallaştırılması ve kapalılık en azından belirli bir saygıda farklılık göstermektedir. İnsanlarla ölüm hatırlatıldığında Terör Yönetim Kuramı inançların, tutumların ve değerlerin dünya görüşleriyle teyit edilmesiyle ilgili özel bilgiyi araştırdığını bildirmiştir. Öte yandan ölüm belirginliği spesifik olmayan kapalılık ihtiyacını artırıyorsa ölümleri hatırlatılan insanların, herhangi bir bilgi erişiminde “tutukluk”, “donakalma” istekleri ve Terör Yönetim Kuramı’yla ilgili olmayan alanlarda spesifik olmayan kapalılık ihtiyacıyla ilgili eğilimi arttırabilirler. Ölüm belirginliğinin spesifik kapalılık ihtiyaçlarına yol açtığı ölçüde, kişinin tehditlere karşı kendini korumasıyla ilişkili doğrulama ölüm belirginliği güdüsüne cevap olarak ölüm sonrası hayat olmuştur. Özellikle ölüm belirginliği koşulu altında katılımcılar öte dünyayla ilgili soruya herhangi erişilebilir bir cevabı kabul etmeye oldukça eğilimliydi. Öte dünyayı inkâr eden sahte araştırma bulgularına maruz kaldıktan sonra ölüm hatırlatıldığında şaşırtıcı bir şekilde öte dünya inançlarını azaltmaya istekliydiler. Bu bulgular ölüm belirginliği güdülerinin katılımcıların spesifik olmayan kapalılık ihtiyaçlarını beslediğini göstermektedir. Yapılan araştırmalarla ilgili sonuçlar ölüm belirginliğinin düzen ve öngörülebilirlik ihtiyacını artırdığı hipotezini ve bu etkinin spesifik içerikli şemalar ve inançlar ilişkili olmadığını desteklemektedir.
94
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ Kapalılık ihtiyacında ve Ölümle İlgili Cevaplarda Bireysel Farklılıklar Ölüm bir belirsizlik kaynağı oluşturuyorsa, belirsizlik karşısında isteksizliği olan bireylerin ölüm karşısında olumsuz tutumlar takınmaları olasıdır. Belirsizliğin tadını çıkaranlar da diğer yandan kendi ölümlerini düşündüklerinde daha huzurlu olabilirler. Bu nedenle yüksek ve düşük kapalılık ihtiyacı olan bireyler kendi ölümleriyle ilgili durumlara farklı olarak tepki vermektedirler. Bununla birlikte düşük kapalılık ihtiyacı olan bireyler ölümle ilgili belirsizliğe daha az ilgisiz olabilir ve ölümle ilgili belirsizlikleri merak edebilirler, yüksek kapalılık ihtiyacı duyan bireyler ölümle yüzleşme anlarında rahatsızlık hissedebilir ve kaçınma davranışı sergileyebilirler.
Ölümle Açık Yüzleşmeyle ilgili Cevaplar ve Kapalılık İhtiyacı Deshesne (2002) yüksek ve düşük kapalılık ihtiyacı olan katılımcıların ölümle ilgili sorular karşısında doğrudan ve sözlü cevaplarında farklılık olup olmadığını incelemiştir. Bir çalışmada katılımcılardan ölümü düşündüklerinde akıllarına gelen düşünce ve duyguları bir cümle olarak yazmaları istenmiştir. Ölüm düşüncesiyle ilgili ifade edilen sıkıntı miktarıyla kapalılık ihtiyacının ilişkili varyasyonu çarpıcıydı. Düşük kapalılık ihtiyacı olan katılımcıların tipik cevaplar açık kabul edilebilirdi, bu katılımcılardan bazıları merak içindeydi (Öte dünyada ne olacağını merak ediyorum.) Diğer yandan yüksek kapalılık ihtiyacı duyan katılımcıların hemen hemen hepsi ölümle ilgili sıkıntılarını dile getirdi (Ölmek istemiyorum). Özellikle, ölüm sorularına verilen cevaplarda düşük kapalılık ihtiyacı olan bireyler iki kat fazla zaman harcamıştır. Dahası yüksek kapalılık ihtiyacı olan katılımcılar ölümle ilgili sorulara daha az vakit harcamışlardır. Bu sonuçlar yüksek kapalılık ihtiyacı olan bireylerin ölümle ilgili belirsizlikleri engelleme girişiminde olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte düşük kapalılık ihtiyacı olan bireyler bu belirsizliklere gerçekten de ilgililerdir.
Ölüm Hatırlatıcılarına Verilen Sosyal Psikolojik Tepkiler ve Kapalılık İhtiyacı Terör Yönetim Kuramı’nda katılımcıların ölümle yüzleşme konusundaki ilk rasyonel cevapları ve sonraki deneyimleri ve sembolik tepkileri arasında bir ayrım görülmektedir. Sonraki kategori örnekleri, artan milliyetçiliği, artan hoşgörüsüzlüğü, kültürel simgelerin kullanımıyla ilgili yüksek duyarlılığı ve artan ahlaki erdem farkındalığını kapsamaktadır. İnsanların ölümle yüzleşmesiyle Kültürel dünya görüşlerinin artırdığı varsayılmıştır; çünkü Terör Yönetim Kuramı’na göre bu dünya görüşlerinin önemli işlevlerinden biri bireye anlam, değer, düzen ve süreklilik duygusunu sağlamaktır. Bütün bu özellikler ölümle yüzleşmelerin duygusal etkisini yönetmeye yardımcı olduğunu varsaymaktadır. Terör Yönetim Kuramı, ölümleri hatırlatılan insanların inançlarını 95
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
açık ve üstün olarak algılamaya çok ihtiyaçlarını olduğunu öngörmektedir. Epistemik Teori, bireylerin dünya görüşlerini safça sevdikleri ölçüde farklılık gösterdiklerini ileri sürmektedir. Özellikle Epistemik Teori temelinde, anlam karmaşası karşısında kesinlik ve isteksizlik istekleriyle yüksek kapalılık ihtiyacı olan bireyler sıkıntılı olmaya eğilimlidir ve benzer duyguları, tutumları, değer ve inançları paylaşan bireylere karşı daha iyi niyetlilerdir. Bu anlamda Epistemik Teori bireylerin ölüm belirginliğine olan tepkilerini etkileyen ılımlı bir koşulu tanımlar. Araştırmalar sonucundaki bulgular kendi ölümleri hatırlatıldığında yüksek kapalılık ihtiyacı olan bireylerin dünya görüşlerine daha bağlı olduğunu ileri sürmektedir. Açıkçası bu araştırma kapalılık ihtiyacıyla oldukça dolaylı olarak ilişkilidir ve fikir vericidir. Sonuçlar; düşük kapalılık ihtiyacı olan bireylerin, olumsuz yıldız falı aldıklarında değil olumlu bir yıldız falı aldıktan sonra astrolojiye olan inançlarının artırdıklarını ortaya çıkarmıştır. Buna karşılık kendi ölümleri hatırlatılan yüksek kapalılık ihtiyacı olan bireyler ve özellikle olumsuz bir yıldız falı almalarının ardından da yani her iki durumda astrolojiye olan inançlarını artırmaktaydı. Muhtemelen bu durumda olumsuz yıldız falı yüksek kapalılık ihtiyacı olan bireylerin belirgin özellik arayışını artırdı. Başka bir çalışma da bu etkiyi, yıldız falı ve astrolojiye inanmak yerine duygusal zekâ ve psikometri inancıyla artırmıştır. Kendi ölüm korkuları hatırlatılan düşük kapalılık ihtiyacı olan katılımcılar zayıf duygusal zekâlarının bildirilmesinin ardından değil sadece duygusal zekâlarının yüksek olduğu söylendikten sonra psikometriye olan inançları artmıştır. Yüksek kapalılık ihtiyacı olan katılımcılar öte yandan zayıf duygusal zekâları oldukları söylendikten sonra psikometriye olan inançları artmıştır. Buna ek olarak bu çalışma, yüksek kapalılık ihtiyacı olan bireyler tarafından kabul edilen Terör Yönetim stratejisinin bu kişilerin öz saygıları için olumsuz yansımalara sahip olduğunu göstermiştir. Özellikle hem ölümleri hatırlatılan hem de zayıf duygusal zekâya sahip oldukları söylenen yüksek kapalılık ihtiyacı içindeki katılımcıların psikometri inancını artırdıktan sonra daha düşük öz saygıya sahip oldukları görülmüştür.
BÖLÜM 17 İDEOLOJİK HAYVAN İDEOLOJİK HAYVAN KURAMLARI
SONUÇ Bu bölümde ele alınan araştırmanın büyük kısmı Epistemik Teori ve Terör Yönetim Kuramı arasındaki başarılı çapraz oluşumu kanıtlamıştır. Epistemik Teori’nin temel motivasyonel yapıları yani spesifik ve spesifik olmayan kapalılık ihtiyaçları benzer psikolojik tepkileri ortaya çıkarmak için keşfedilmiştir. Dahası, spesifik ve spesifik olmayan kapalılık ihtiyaçları insanların kendi ölümlerine doğrudan ilk tepkisi üzerindeki önemli etkiyi kullanmak için ortaya çıkarılmıştır. Son olarak ölüm belirginliğinin hem spesifik olmayan kapalılık ihtiyacını hem de spesifik kapalılık ihtiyacını etkinleştirebildiğiyle ilgili kanıtımızı ileri sürüyoruz. Bu bölümde, varoluşsal bulgular ve gerçek dünya olgusu arasındaki bağlantıyı belirginleştirmesek de terörle ve onun belirleyiciler ve sonuçlarını kapsayan motivasyonel dinamiklerin özellikleri sayesinde insanların varoluşsal terörle yüzleşmesi durumunda verdiği tepkileri anlamak için mevcut modelin bir araç işlevi görebileceğini umuyoruz. 96
97
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ İnsanoğlu elbette hayvandır; ama çeşitlik bakımlardan diğer türlerden kesinlikle farklıdır. Terör Yönetim Kuramı’nın modern babası Ernest Becker (1962/1971) okuyucularını şu sözlere sevk eder: “Birkaç kez insanın bir hayvan olduğunu tekrarlamak bunun sadece ikna edici bir şey olmadığını fark etmektedir.” Sistem doğrulama kuramlarını kapsayan modern ideoloji kuramlarının bel mimarları Karl Marx ve Friedrich Engels (1845/1976) şöyle yazmıştır: “İnsan bilinçle, dinle ve kültür, dil, tarih, ideolojideki derin bir pratiği ve de emek ve sermaye fazlalığının birikimini kapsayan herhangi bir şeyle hayvanlardan ayrılabilir.” Sosyal bilimciler Homo Sapienslere birçok isim vermiştir. Örneğin: “Politik hayvan, sosyal hayvan, rasyonelleştiren hayvan” bu temalar birlikte ele alındığında diğer primatlar intikam hatta öldürme yeteneğine sahip olabilir; fakat sadece insanoğlu bir dizi soyut düşünce uğruna öldürebilir ya da ölebilir.
Frankfurt Okulu Tarihin en kanlı yüzyıllarından biri olan 20. yy. ideolojik çatışmalar, savaş ve soykırımlarda meydana gelen dramatik bir artışla yüzyıla damgasını vurmuştur. Bu, aynı zamanda psikoloji ve felsefede yani varoluşsal düşünce ve ideoloji eleştirisinde birbirinden ayrı iki geleneği ilk defa birlikte ortaya çıktığı yüzyıldır. İnsanların acısı ve kurumsal bağlanmalar arasındaki acı veren bağlantıyı anlamak için kuramcılar özellikle Nazi Holokost sonrasında Marx ve Freud’un entelektüel miraslarını biraraya getirmeye çalıştı. Bu da Erich Fromm (1941, 1962), Wilhelm Reich (1946/1970), ve diğer yazar yetkili kişiler (Adorno, Frenkel-Brunswik, Levinson, & Sanford, 1950), aynı zamanda Otto Rank (1936/1976) ve Ernest Becker (1962/1971, 1968) gibi isimleri içeren üyelerin birinci amacı oldu. Manevi ve politik, ekonomik ve sosyal sistem için entelektüel temeller sağlayan inançları ve doktrinlerin rızaya bağlı olarak paylaşılması olarak tanımlanan ideoloji, insan varoluşunu anlam ve ilhamla doldurmaktadır ama aynı zamanda yanılsamaya teşvik edip birey özgürlüğünü tehdit etmektedir. Bu noktada, çağdaş sistem gerekçesi ve Terör Yönetim Kuramı araştırmacıları fikir birliği içindedir (bkz. Jost, 1995; Pyszczynski, Solomon, Greenberg, & Stewart-Fouts, 1995). Frankfurt Okulu’nun üyeleri ve ardından gelenler ideolojinin ve yanlış bilincin etkilerini eleştirmeye ve nedenlerini analiz etmeye çalışmışlardır.
Bilişsel Uyumsuzluk Kuramı Belirli türdeki ideolojik inançların savunulamaz görülen eylemler ve durumlar için olan bahaneleri ve doğrulamaları sağladığı gözlemlenmiştir. İdeolojinin aynı zamanda anksiyete, suçluluk, uyumsuzkuk, rahatsızlık ve belirsizlik gibi durumları azaltan hafifletici işlevlerinin olduğu da kanıtlanmıştır (Chen & Tyler, 2001; Jost & Hunyady, 2002; Kluegel & Smith, 1986). Bu nedenlerle, kişi ideolojik düşünme analizlerinin, psikolojik araştırmanın bir temel taşı olduğunu düşünebilir. Ancak özellikle son yıllarda yapılan birkaç psikolojik teori, bizi neyin insan yaptığıyla ilgili düşünceye ideolojiyi koymuştur. Festinger’ın (1957) bilişsel uyumsuzluk kuramı sosyal dünyada insanın doğrulanma ve mantık kapasitesini vurgulayan gelecek vaat eden bir başlangıç olmuştur. Ne yazık ki uyumsuzluk kuramcıları tarafından araştırılan akılcılık aralığı sınırlandırılmıştır (Aronson, 1973/1989). Uyumsuzluk Kuramı, karmaşık ideolojik inanç sistemlerinin dinamikleriyle ilgili ya da kişisel seçim ve sorumluluk olmadığında mevcut durumu gerekçeleme eğilimiyle ilgili çok bilgi vermez (Jost, Pelham, Sheldon, & Sullivan, 2003; Kay, Jimenez, & Jost, 2002). 98
Adil Dünya Kuramı Lerner’in (1980) Adil Dünya Kuramı, varsayılan ideolojinin psikolojik değere uyumsuzluk teorisinden daha yakın olabilir. Bu kurama göre adaletsizlik eylemleriyle yüzleşmenin kişinin dünya görüşünü ve tehdit etmektedir ve adil bir dünyaya olan inancı iyileştirmek için insanları motive etmektedir. Araştırma, varoluşsal kaygıyı ve haksızlığın neden olduğu belirsizliği azalmak için mağdurun uzaklaşmasına ve gerilmesine odaklanmaktadır. Kişinin kendisini masum olan mağdurlardan ayırması ve onları kendi talihsizlikleriyle suçlaması adil bir dünyaya olan inancını koruyabilir. Örneğin; cinsiyet eşitsizliği kadınları sadece alt kademede tutmak için küçülterek değil aynı zamanda onların fiziksel ve duygusal doygunluğu ve ahlaki üstünlüğü için onları överek de gerçekleşebilir (Glick & Fiske, 2001; Jackman, 1994). Benzer bir şekilde ekonomik eşitsizlik fakirleri sadece kendi eksiklikleri için suçlayarak değil aynı zamanda onların zenginlerden daha mutlu ve daha erdemli olduğuyla ilgili yanılsamaya teşvik ederek de gerçekleşebilir (Kay & Jost, 2003; Lane, 1959/ 2004).
Terör Yönetim Kuramı Terör Yönetim Kuramı, psikoloji ve ideoloji arasındaki ilişkiyi doğrudan vurgulamaktadır. Terör Yönetim Kuramı’na göre, içeriği ne olursa olsun kültürel dünya görüşlerini savunmaya ve doğrulamaya güdülenmişlerdir ( Greenberg, 1990; Greenberg, Simon, Pyszczynski, Solomon, & Chatel, 1992; McGregor, 1998; Rosenblatt, Greenberg, Solomon, Pyszczynski, & Lyon, 1989). Becker’in yazılarında (1962/1971, 1968/1973), Terör Yönetim Kuramcıları, bu ve diğer savunma tepkilerinin öz saygı tehditleriyle ve kişinin ölümünü hatırlatan unsurlarla tetiklendiğini ileri sürmüştür (bkz. Pyszczynski, Greenberg, & Solomon, 1997). Varoluşsal kaygıyla başa çıkmak için insanoğlu iki destekleyici unsuru içeren kaygıya karşı bir tampon sistemi geliştirmiştir: Dünyayı anlamla dolduran kültürel değerler, normlar ve standartlar, Kültürel değerleri, normları ve standartları gidermeyi sağlayan bir öz saygı duygusu. Varoluşsal tehdidin kaynağına verilen tepkilerin esnekliğini göstermek için Terör Yönetim Kuramı Kuramcıları ölüm belirginliğinin herhangi bir ideolojik ya da davranışsal tepkiye yol açmadığını tekrar tekrar vurgulamıştır. Terör Yönetim Kuramı ölüm belirginliği tehditlerine insanların tepki verdiği sayısız yolları anlamak için yararlıdır ancak spesifik ideolojik inançların eşsiz belirleyicileri üzerinde hiçbir görevi yoktur (Greenberg & Jonas, 2003).
Sistem Gerekçelendirme Teorisi Sistem Gerekçelendirme Kuramı, insanların sosyal ve politik düzenlemeleri algılamaya güdülenmesine dayanır. Sistem meşruluğuna ya da istikrarına olan tehditlerin savunmacı ideolojik tepkileri tetiklemesi gerekmektedir. Uyumsuzluk kuramının mantığında da belirlenen sistem gerekçelendirme hipotezlerinin en olası durumuna göre, sosyal sistem yüzünden dezavantajlı olan insanlar, acıyı gerekçelendirme isteği duyduğu kadar bunun için ideolojik bir destek sağlamalıdır. Beş ulusal anket çalışmasında Jost ve çalışma arkadaşları (2003) bu mantığa aykırı hipotezler için bir destek bulmuştur.Sistem gerekçelendirme etkilerini anlama girişimini oluşturan önemli bir soru da İnsanların içinde yaşadıkları sistemi gerekçelendirmeye niçin güdülendiğidir. Bunun için, bilişsel tutarlılık, belirsizliğin azaltılması, inançların korunması, adil bir dünyaya inanç, kontrol yanılsaması ve mevcut duruma dâhil olma yolları ve eylemsizlikle ilişkili uyumsuzluğu 99
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
azaltma isteği gibi özellikleri içeren birçok neden vardır. Gruplar üzerinde hâkimiyet sağlayan Siyasal toplumsallaşma, kitle iletişim etkileri ve kurumsal kontrol gibi ideolojik ve yapısal faktörler toplum içinde ödül ve cezalara sahiptir ve aynı zamanda sistem gerekçelendirme eğilimlerini etkilemektedir. Sistem gerekçelendirme dürtüleri benliği geliştirmek ya da grup içi kayırma için standart psikolojik dürtülere dönüştürülemez. Aksine sistem gerekçelendirmeyle ilişkili olgu; sistemi adalet, meşrulaştırma, geçerlilik, anlamlılık, öngörülebilirlik olarak algılama eğilimleriyle yönlendirilir. Sistem gerekçelendirme inançları sonuçları itibariyle koruyucudur ve belirsizliği ve tehdidi yönetmek için epistemik ve varoluşsal ihtiyaçlardan ileri gelmektedir.
Kişisel inanç sistemleri konusundaki çalışmalar ölümü kabullenme ve kayıplar karşısındaki tepkiler arasındaki ilişkilerde çeşitlilik göstermiştir. Bonannoo ve çalışma arkadaşları (2002) 200’den fazla yaşlı bireyin eşlerinin ölümünden önce ve sonra ileriyi kapsayan bir çalışma yürütmüştür. Sonuçlar katılımcıların kabul edilebilir dünya görüşlerini benimseme derecelerinde büyük bir çeşitlilik ortaya koymuştur. Eşleri ölmeden önce katılımcıların ölümü kabullenme derecesinin yüksek olduğu görülmüştür. Kabullenmek yerine ölüme meyilli olan katılımcılar ise uyumsuz yas tutumları sürdürmüştür. Freaud’un dediği gibi; “Yaşamak istiyorsanız ölüme hazırlıklı olmalısınız.” Filozof Ludwig Wittgenstein (1916/1979) ise şöyle vurgular: “Ölüm karşısındaki korku yanlışın yani kötü bir hayatın en iyi göstergesidir.”
TERÖR YÖNETİMİ VE SİSTEM GEREKÇELENDİRME: BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR Psikoloji ve ideoloji arasındaki ilişkiyi anlamak için çalışan Marx, Freud, Adorno, Reich, Rank, Fromm, Becker ve diğerlerinden kalan mirasa dayandırılan iki bakış açısını araştıran terör yönetimi ve sistem gerekçelendirme kuramları arasındaki temel benzerlikten daha önce de bahsetmiştik. İkincisi; her iki kuramın, sosyal gerçeklik oluşumu ve ideolojik inançların rızaya dayalı olarak doğrulanma ihtiyacını vurgulamaktadır (Berger & Luckmann, 1966; Greenberg, 1990; Jost & Kruglanski, 2002; Pyszczynski, 1996; Stangor, Sechrist, & Jost, 2001). Üçüncüsü; kişinin kültürel dünya görüşünü ve ideolojik inanç sistemini savunma ihtiyacıdır (Greenberg, 1990, 1992; Jost & Hunyady, 2002; Rosenblatt, 1989). Dördüncüsü; her iki teoride sosyal streotiplerin statükoyu doğrulama ve destekleme işlevi görmektedir (Jost & Banaji, 1994; Kay & Jost, 2003; Schimel, 1999). Beşinci ve sonuncusunda da; sistem gerekçelendirme ve terör yönetim üzerine yapılan araştırma dezavantajlı grup üyelerinin grup içi gerileme ve grup dışı kayırmayla meşgul olduklarıdır (Bu davranışlar varoluşsal ve ideolojik ihtiyaçları tatmin ettiği ölçüde) (Arndt et al., 2002; Jost et al., 2002). Terör Yönetim Kuramı, aynı ampirik öngörüleri sistem gerekçelendirme kuramı olarak da yapmıştır. Çünkü Terör Yönetim kuramcıları sistem gerekçelendirmenin bireylerin ölüm kaygısını azaltabilen mekanizmalardan biri olduğuna inanmaktadır. Sistemi gerekçelendirme ihtiyacının, ölüm korkusunun neden olduğu varoluşsal kaygıyı en aza indirmek için temel insan ihtiyaçlarından geldiği varsayılmaktadır. Sistem gerekçelendirme ve terör yönetim bakış açıları arasında anlamlı bazı farklılıklar da vardır. İdeolojideki epistemik ve varoluşsal faktörlerin rolünü anlamak için bu farklılıkları açıklamak yararlıdır. İlk farklılık Terör Yönetim Kuramlarının Becker’in varsayımını kabul etmiş olmasıdır. Buna göre öz saygı; “İnsanın egemen güdüsür.” ve gerekli kültürel dünya görüşlerini savunmak kişinin öz saygısını artırmaktadır. Bununla birlikte sistem gerekçelendirme kuramcılarında bu yoktur. Örneğin Solomon, Greenberg ve Pysczynski (1991); “Sosyal davranış, öz saygının edinilmesi ve korunmasıyla yönlendirilmektedir.” varsayımıyla devam etmiştir. Jost ve Banaji (1994) kendini geliştirme ve grup içi kayırma dürtülerinin önemli olduğunu fakat statükoyu korumak ve makul kılmak için gerekli mutlaka gerek olmadığını bildirdi. Dezavantajlı grup üyeleri arasında statüko için ideolojik desteğin yüksek benlik saygısından ziyade düşük benlik saygısıyla ilişki olduğunu keşfettik (Jost, 2002; Jost & Thompson, 2000; Quinn & Crocker, 1999). 100
Sistem Gerekçelendirme Kuramı, bütün ideolojilerin işlevsel olarak eşit olduğu düşüncesini geri çevirmemizi sağlar. Aksine sonuçlar olduğu kadar nedenler ve içerikleri açısından farklı türdeki ideolojiler arasında ayrım yapmak yararlıdır. Statükonun meşrulaştırılması için sosyal, bilişsel ve güdüsel eğilimlere ek olarak sistem gerekçelendirme perspektifi de liberalizm, muhafazakarlık ve diğer inanç sistemleri gibi farklı türdeki politik ideolojilerin epistemik ve varoluşsal temellerindeki farklılıkları tanımlamak için kullanılabilir. Bu anlamda sistem gerekçelendirme kuramı spesifik ideolojik inançların psikolojik öncüllerini açıklamada önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Görüldüğü gibi bütün ideolojilerin aynı olmadığını ileri süren sayısız kanıt vardır.
SİSTEM GEREKÇELENDİRME İDEOLOJİSİNİN VAKA İNCELEMESİ: SİYASİ MUHAFAZAKÂRLIĞIN EPİSTEMİK VE VAROLUŞSAL TEMELLERİ Tarihçiler ve sosyal bilimciler, muhafazakâr sağcı ideolojinin temel bileşenlerinin sosyal eşitsizliğin değiştirilmesine ve kabul edilmesine dirençli olduğu konusunda muvafakat göstermektedirler. Bu şekilde tanımlanan siyasi muhafazakârlık, ideolojiyi gerekçelendiren bir sistemin örnek vakasıdır. Siyasal muhafazakârlığın epistemik ve varoluşsal köklerini araştırmak kısmen de olsa sistem gerekçelendirmenin psikolojik temellerini araştırmaktır.
MUHAFAZAKÂR İDEOLOJİLERLE GİDERİLEN BAZI EPİSTEMİK VE VAROLUŞSAL İHTİYAÇLAR NEDEN İYİDİR? Birçok teorik ve ampirik değerlendirmeler Jost ve arkadaşlarına (2003) şu sonucu çıkarmalarına neden oldu: Epistemik varoluşsal güdüler (anlam karmaşasının tahammülsüzlüğü, bütünleştirici karmaşıklık, deneyime açıklık, belirsizlik hoşgörüsü, düzen, yapı ve kapalılık ihtiyaçları, benlik saygısı, tehdit ve kayıp, ölüm belirginliği, sistem istikrarsızlığı ve tehdidi) belirsizliği ve tehdidi yönetmek amacıyla olan psikolojik girişimlerden kaynaklanmaktadır. Belirsizliğin ve tehdidin yönetilmesi muhafazakâr düşüncenin iki temel bileşimiyle yakından ilişkili olduğu düşüncesine dair bir neden de vardır. Bu nedenle Rokeach (1960) gibi biz de bazı epistemik ve varoluşsal ihtiyaçlarla spesifik ideolojik düşünceler arasında özellikle iyi bir eşleme olduğunu ileri sürüyoruz. Belirsizliği ve tehdidi azaltma ihtiyaçları değişiklik için ideolojik dirençle işlev görmektedir. Genel bir kural olarak statüko olgusal alternatiflere göre daha az belirsizlik ve anlam karmaşasını ima eder; çünkü kesinlik, değer ve anlam, var olan 101
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
sosyal düzenlemelerden ve egemen kültürel dünya görüşünden ileri gelmektedir. Kişinin ölüm olasılığından türeyen korkusunun, değişim direncine neden olması gerekir. Bu nedenle Wicklund (1991) ölüm belirginliği etkileri ve sağcı otorite arasında birçok önemli benzerlikler bulmuştur. Benzer şekilde belirsizlik ve tehdide duyulan yüksek duyarlılık sosyal, ekonomik ve politik alanlardaki eşitsizliğin nedenleri ve sonuçları olabilir. Eşitsizliğin, yarış, baskınlık mücadelesi ve şiddetli çatışmalar doğurması gibi aynı zamanda korku, kaygı ve güvensizlikte geniş kapsamlı bir artışa yol açabilmektedir. Rakipler tarafından ortaya konulan tehdit korkusu eşitlik karşıtı ideolojileri kabul etmeye yol açabilir; çünkü bu ideolojiler kişinin düşmanlarını etkisiz hale getirmek için güç kullanmayı ve sosyal kontrolü gerekçelendirmek için oldukça yararlıdır. Bütün bu nedenler dolayı Jost ve çalışma arkadaşları belirsizlik ve tehdidi yönetmek için psikolojik ihtiyaçların değişikliğe direnmek ve eşitsizliği gerekçelendirmek için politik muhafazakârların temel inançlarıyla özellikle iyi bir şekilde giderilmiş olmasını ileri sürmektedir. Muhafazakâr ideolojinin temel yönleri durumsal ve ruhsal nedenlerle korkuya, belirsizliğe ve korkuya duyarlı insanlar için çekici olmalıdır.
ihtiyaçların politik merkezden uzaklığı artırarak simetrik olarak çoğaldığıydı Son olarak kombine şeklinde sunulan her iki etkinin üçüncü bir sonucu da dikkate alınmıştır.
MUHAFAZAKÂR İDEOLOJİK SABİT DÜŞÜNCEYE KARŞI LİBERAL KİMSENİN PSİKOLOJİK ÖNCÜLLERİ ARASINDAKİ AYIRT EDİCİLİĞE İTİRAZI Adorno ve çalışma arkadaşları (1950) ilk kez, benlik savunması, zihinsel sağlamlık, anlam karmaşasına tahammülsüzlük, genel etnik merkezcilik ve birçok diğer faktörü birleştiren sağcı bir “otoriter belirtinin” varlığını savunduklarında Adorno’nun solcu rijidite olgusunu ihmal etmesine eleştirmenler karşı çıkmıştır. Eleştirmenler özellikle spesifik ideolojik durumlarla ilişkili genel bilişsel ve güdüsel tarzdaki çeşitlilikleri inkar etmişlerdir. Politik içerik olmadan bu tür farklılıkların ideolojik dogmacılığı ön gördüğünü ileri sürmüşlerdir. 1999 yılında Siyaset Psikolojisi’nin revize edilen baskısında, Eysenck otoriter kişilik çalışmasının teorik muhalifleri için zafer ilan etmiştir. Otoriter rejimin sağcılıkta olduğu kadar solculukta da eşit bir şekilde iyi görünebileceğini ve solcu faşizmin varlığı sosyal psikolojideki herhangi bir şey kadar kesin olduğunu ileri sürmüştür. Terör Yönetim Kuramının ideolojik göreceliği ile tutarlı olarak Greenberg ve Jonas (2003), spesifik, epistemik ve varoluşsal ihtiyaçların bazı ideolojilerle giderilebileceği muhtemel olan eşleştirme hipotezlerini reddetmişlerdir. Kapalılık ihtiyacının, terör yönetiminin, belirsizliği azaltmanın, önleme odağı ve sistem gerekçelendirmenin üstün ideoloji kişinin sosyokültürel çevresinde olsun ya da olmasın- sahiplenilerek, sıkıca bağlı olunarak ve savunularak işlev gördüğünü savunmuşlardır. Bu eleştiriye cevap olarak Jost ve çalışma arkadaşlar (2003) bazı epistemik ve varoluşsal ihtiyaçların aynı anda arttırdığını ileri sürmüşlerdir.
13 adet ilişkili çalışmayı incelerken Jost ve çalışma arkadaşları bunlardan 7’sinin eşleştirme hipotezleri tarafından ileri sürülen doğrusal modele uygun olduğunu bulmuştur. Barker Ohio’daki öğrenci hareketlerini gözlemlemiş ve örgütlü sağcıların örgütlü olmayan öğrencilerden dogmatizmde daha ileri olduğunu keşfetmiştir. Kohn İngiltere’deki öğrenci siyasi gruplarını izlemiş ve muhafazakârların sosyalistlerden ve liberallerden daha ileri olduğunu ve muhafazakârların anlam karmaşasına hoşgörüsüzlük konusunda işçi partisi taraftarlarından daha ileride olduğunu bulmuştur. Anlam karmasına hoşgörüsüzlük sağ merkezli ve aşırı sağcılar arasında yavaş yavaş azalmıştı. Sidanius, ideoloji ve bilişsel karmaşa arasındaki ilişki için karşılaştırılabilir etkiler elde etmiştir. Almanyada Kemmelmeier ve italya Chirumbolo tarafından yapılan çalışmalar bilişsel kapalılık ihtiyacıyla ilgili ideolojik farklılıkları incelemiştir. Her ikisi de belirgin doğrusal etkilerin olduğunu açığa çıkarmıştır. Bu nedenle kanıtların çoğu tartışmasız bir şekilde uç hipotezlere karşı eşleştirme hipotezlerini desteklemiştir. Benzer sonuçlar altı farklı ülkede de sağlanmıştır: Dogmatizm, anlam karmaşası (belirsizlik) hoşgörüsüzlüğü, bilişsel kapalılık ihtiyacı ve bütünleyici karmaşıklık gibi. Son olarak Tetlock, Hannım ve Micheletti, ortalama muhafazakârların bütünleyici karmaşıklık konusunda liberallerden daha düşük olduğunu keşfetmiştir. 6 Ayrı çalışma da ideolojik uç hipotezler için kısmi bir kanıt sağlamıştır. 13 çalışmanın toplamı sağcı hipotezler rijiditesi konusunda en azından bazı kanıtlar sağlamıştır.
DENEYSEL BİR ÇALIŞMA Varoluşsal ve ideolojik faktörle arasındaki bağlantıyı araştırmak için ve ölüm belirginliğinin durumsal yönetiminin politik muhafazakârlığı etkileme olasılığını göz önünde bulundurmak için deneysel bir çalışma yürüttük (Jost, Kay, & Fitzsimons, 2004). Öncelikle katılımcıların liberal bir muhafazakâr üzerinde siyasi oryantasyonunu ölçtük ve ölüm ve acıyla ilişkili düşünceleri tetikledik. Daha sonra katılımcılara liberalizm ve muhafazakârlık değerlemeleriyle ilişkili mevcut bir dizi siyasi konularla ilgili düşüncelerini sorduk. Bu da bizi terör yönetim ve sistem gerekçelendirme kuramlarının hipotezlerine yöneltti.
Jost ve çalışma arkadaşları karşıt hipotezler arasında doğrudan bir hipotez sağlayan 13 bireysel çalışma yaptı. Belirsizlik ve tehdidi azaltmak için epistemik ve varoluşsal ihtiyaçların solcu ideolojiden sağcı ideolojilere birinci derece doğrusal tarzda artabileceğiyle ilgili potansiyel bir sonuç olacaktı; bu da eşleşme hipotezlerini destekleyebilirdi. Uç hipotezler tarafından ileri sürüldüğü gibi bir başka olasılık da bu
Terör Yönetim Kuramı, liberal katılımcıların ölüm belirginliği sonrasında mevcut siyasi konulara verdikleri cevaplarında daha liberal olduklarını öngörmektedir ve muhafazakârların daha tutucu olduğunu belirtmektedir. Benzer bir öneri, Paulhus ve Trapnell tarafından da yapılmıştır. Bu nedenle; Terör Yönetim Kuramı ve dünya görüşü ölçütleri “muhafazakâr dünya görüşü” olarak etiketlenebilirdi. Liberaller ölüme daha az duyarlı olabilir ya da liberal bir dünya görüşü savunabilir. Varoluşsal korkular ve muhafazakâr ideolojiler arasında daha iyi bir eşleşme varmış gibi görünse de ölüm belirginliğinin sistem gerekçelendirme etkilerinin liberaller ve muhafazakârları kesinlikle ayırdığını düşünmüyoruz. Özellikle de liberal ve muhafazakâr katılımcıların ölüm belirginliğinin ardından daha muhafazakâr olduğunu öngörmekteyiz. Bir üniversite kampüsündeki kamuya açık yerlerden 56 (31 erkek, 25 kadın) katılımcı üzerinde araştırma yaptık. Demografik bilgilerden başlayan kısa bir soru cevap paketini doldurmalarını istedik. Katılımcıların çoğu (S= 36) kendilerini liberal olarak tanımladı.
102
103
UÇ HİPOTEZLERE KARŞI EŞLEŞTİRME HİPOTEZİYLE İLGİLİ DOĞRUDAN ÇALIŞMALAR
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Geri kalanlar da kendilerini ılımlı (S= 8) ya da muhafazakâr (S= 12) olarak tanımladı. Nispeten küçük ölçekli bir örnek, sonuçları yorumlamak için tedbir ihtiyacını gösterir fakat bu deneysel girişimden sağlanan veri yine de öğreticidir. Demografik bilgilerini belirtmelerinin ardından katılımcılardan kelime- resim eşleştirmesi yapmaları istenir. Sayfanın sol tarafındaki yedi sözcüğün sayfanın sağ tarafında çoğaltılan ilgili yedi resimle eşleştirilmesi gerekiyordu. Katılımcıların yarısı için, sözcük ve resimlerden bazıları açık bir şekilde ölümle ilgiliydi. Katılımcılar diğer yarısı ölümle değil acıyla ilişkili sözcük ve resimlerden oluşan bir kontrol grubuna maruz bırakıldılar. Sözcük- resim eşleştirme görevinin ardından, katılımcılar “güncel işler anketini” tamamladılar. Yedi farklı muhafazakâr nedene karşıt destek düzeyini belirttiler (göçmenlik, vergi indirimi, büyük şirketler için vergi indirimi sağlamak, pozitif ayrımcılık politikaları ve eşcinsel evliliklerin yasallaştırılması gibi sorular). Belirtiler yeterli güvenilirlik göstermiştir ve politik muhafazakârlıkla raporlarıyla ilişkilidir. Ölüm belirginliği muhafazakâr görüşlerin politik olarak çekiciliğini artırmaktadır. Bu öncül bilgiler varoluşsal tehdidin liberal ve muhafazakar ideolojik inançları eşit bir şekilde ya da simetrik olarak katılaştırmadığını göstererek eşleştirme hipotezleri için ek ampirik destek sağlamaktadır. Dahası bu veriler farklı siyasi ideolojilerin psikolojik öncüllerindeki heterojenliğin incelenmesine değer katmaktadır ve tüm ideolojilerin aynı işlevi gördüğüne ve aynı epistemik ve varoluşsal ihtiyaçlarla yürütüldüğüne dair görecelik varsayımını sorgulamaktadırlar.
SONUÇ Politik hayatta epistemik ve varoluşsal değişkenlerin rolünü anlamada yararlı olan Adil dünya, terör yönetim ve sistem gerekçelendirme perspektifleri kapsayan birçok çağdaş kuramlar vardır. Terör Yönetim Kuramcıları varoluşsal motiflerin önemindeki sosyal psikolojik ilgiyi ve bunların ideolojik inanç sistemlerini desteklemedeki rollerini başarılı bir şekilde yenilemiştir. Terör yönetim geleneğindeki özenle hazırlanmış ampirik çalışmalar güdüsel tehdit kaynaklarına bilişsel ve ideolojik cevapların esnekliğini inandırıcı bir şekilde göstermiştir. Sistem gerekçelendirme kuramcıları kültürel dünya görüşleri adına savunma tepkilerinin öz saygı ihtiyaçlarının yerini alabileceğini ileri sürmüşlerdir. Diğer bir deyişle statükoyu savunmayı yürüten genel ideolojik süreçler olabilir. Bu süreçlerin incelenmesiyle insanların niçin onları bağımlı olarak tutan bütün kültürel dünya görüşlerini istekli bir şekilde artırdığının açıklanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Sistem gerekçeli ideolojik cevapların geniş yelpazeli epistemik ve varoluşsal ihtiyaçlardan kaynaklandığını düşündüren nedenler vardır. Politik muhafazakârlık, düzen, istikrar, basitlik, kapalılık, belirsizlikten kaçınma ve anlam karmaşasına hoşgörüsüzlük için bilişsel ve güdüsel ihtiyaçlarla kesin olarak bağlantılıdır.
BÖLÜM 18 ÖLÜM TERÖRÜ VE SEVGİ ARAYIŞI YAKIN İLİŞKİLERE VAROLUŞSAL BİR BAKIŞ AÇISI
Tanımladığımız bir deneysel çalışmanın ön sonuçları, durumsal kaynaklı ölüm belirginliğinin politik muhafazakâr tutumların onaylanmasından genel bir artışa neden olduğunu göstermiştir. Bugüne kadar olan mevcut kanıt, ideolojik inanç sistemlerinin belirsizlik ve tehdit yönetimiyle ilgili çeşitli psikolojik ihtiyaçları nasıl giderdiği konusunda farklı türdeki bu sistemler arasındaki ayrımın gerekliliğini, faydasını desteklemektedir. İdeolojilerin insan hayatındaki temel sorunları ve güçlükleri başarılı bir şekilde nasıl çözdüğüyle ilgili olarak ideolojilerin değerlendirilmesi gerekmektedir.
104
105
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Kişisel ölüm farkındalığı bireylerden kendilerini bu korkunç farkındalıktan korumalarını isteyen en temel varoluşsal kaygılardan biridir. Son on yılda Terör Yönetim Kuramı (TYK; reenberg, Pyszczynski, & Solomon, 1997; Pyszczynski, Greenberg, & Solomon, 1999; Solomon, Greenberg, & Pyszczynski, 1991) insanların kendi ölümlerinin farkındalığına karşı kullandıkları savunma araçlarını anlamaları için yenilikçi bir yaklaşım sağlamaktadır. Bu kuram, ölüm farkındalığı terörüyle başa çıkmak üzere iki psikolojik mekanizma önermiştir: Kültürel dünya görüşü onayı ve benlik saygısı gelişimi.
benimseyerek insanlar kendi kişisel varoluşlarından daha büyük ve daha sağlam bir yapının süreklilik duygusunu elde edebilir. İkinci savunma mekanizması, kültürle tanımlanan değer standartlarını yaşayarak benlik saygısını artırmayı amaçlayan bilişsel ve davranışsal çabaları kapsar. Kapsamlı ampirik çalışma bu doğrultudaki düşünceye yeterli desteği sağlamıştır (bkz. Greenberg, 1997; Pyszczynski et al., 1999).
Bu bölümde, yakın ilişkilerin varoluşsal işlevi fikrini tanıtmak ve ek bir ölüm kaygısı tampon mekanizması olarak sevgi ve yakınlık arayışını gösteren ampirik veriyi gözden geçirmek istiyoruz. Yakın ilişkileri evrimsel, sosyokültürel ve kişisel işlevlerinin kapsamlı bir analizine dayanarak bu ilişkilerin oluşumunun ve muhafaza edilmesinin altında yatan en önemli güdülerden birinin, kişinin faniliğinden ileri gelen varoluşsal tehdidi inkar eden insan ihtiyacı olduğu sonucuna çıkarmaktayız. Bunun gibi yakın ilişkilerin oluşumu ve sürdürülebilirliği bir terör yönetim işlevi görür. Özellikle dört temel hipotez oluşturduk. İlki, insanlara ölümlerinin hatırlatılması, ölüm farkındalığı terörünü azaltmak için yakın ilişkileri oluşturma ve sürdürme girişimleri artırır. İkincisi, yakın ilişkilerin oluşturulması ve sürdürülmesi ölüm farkındalığına karşı sembolik bir kalkan oluştursa da yakın ilişkilere entegre olmak için ayrılma veya kayıp gibi potansiyel ve mevcut tehditler kişinin varoluşsal durumunun farkındalığının artı-la sonuçlanır. Üçüncüsü, Kişinin ölüm hatırlatıcı etmenlere karşılık ilişkisel uğraşlarının artışı terör yönetim araçlarının etkinleştirilmesini geçersiz kılmaktadır. Dördüncüsü, terör yönetim mekanizması olarak yakın ilişkilere olan güven kişinin iç kaynaklarına bağlıdır. Bu bölümde bu kuramların gerekçesi üzerinde duracağız ve yakın ilişkilerin terör yönetim işlevini betimleyen ampirik çalışmalarımızı gözden geçireceğiz.
YAKIN İLİŞKİLERİN TERÖR YÖNETİM İŞLEVİ 1980’lerin sonlarından bu yana Terör Yönetim Kuramı sosyal psikolojiye taze ve yaratıcı bir yaklaşım getirmiştir. İnsanların faniliği konusundaki farkındalığı inkâr etmeye güdülendiği genel varsayıma dayanarak, kuram ölümü hatırlatan unsurlara maruz kalmanın, ölüm kaygılarını hafifletmeyi amaçlayan iki psikolojik mekanizmayı -kültürel dünya görüşü onayı ve benlik saygısı gelişimi- etkinleştirdiğini ileri sürmektedir. Kültürel dünya görüşü onayı ölüm tehdidini minimize edebilir çünkü bu dünya görüşleri dünyayı bir düzen, anlam ve süreklilikle doldurur ve sonra da koruma teminatı ve ölümü aşmayı sağlar. Kültürel dünya görüşünü
106
Dünya görüşü onayı ve benlik saygısının kaygı tampon işlevini destekleyen ampirik kanıtın etkileyici olmasına rağmen bazı eleştirmenler Terör Yönetim Kuramı’nın temel kişilerarası süreçleri gözden kaçırdığını ileri sürdü. Bu düşünce çizgisini takip ediyoruz ve yakın ilişkilerin oluşması ve sürdürülmesinin ek bir terör yönetim mekanizmasına hizmet edebileceğini öneriyoruz. Buna göre birlik, aitlik, bağlılık, bağlanma, birliktelik ve yakınlık ihtiyaçları öz koruma ihtiyacının alt bileşenleridir. Diğerlerinin bağlanma ihtiyacı ve kültürel bağlamda kişilerarası davranışı temsil eden yakın ilişkiler sürdürülmesi çok önemli yaşam fonksiyonlarını yerine getirir, temel kaygıyı azaltıcı işlev görür ve bu pozitif benlik saygısı duygusunun oluşması için öncelikli kaynaktır ve sembolik ölümsüzlük vaadi sunar. Bunun sonucunda yakın ilişkiler ölüm kaygılarını hafifletmede ve bireyi ölüm farkındalığından korumada yararlı araçlar olabilir. Terör Yönetim Kuramı, yakın ilişkilerin olası terör yönetim işlevi üzerinde durmasa da ve bu ilişkilerin ölüm kaygılarını yönetmede oynadığı rolü ampirik olarak incelememiş olsa da yakın ilişkilerin korunma, anlam ve değerler konusunda önemli bir kaynak olduğu düşüncesine Rans ve Becker’in önceki yazılarında rastlanabilir. Örneğin Rank (1934, 1941) aşk ilişkisinin temel güven duygusunu sağladığını ve bu ilişkilerin ölümü aşma duygusunu sağlamada önemli bir araç olduğunu ileri sürmüştür. Buna göre Becker (1962,1973) romantik partnerin anlam, öz değer ve ölümü aşma konusunda önemli bir kaynak olduğu yetişkin romantik durumuyla ilgili yazmıştır. Bu görüşe göre yakın ilişkiler 20. yy. boyunca Batı kültüründe ölümü aşmak konusunda bir kaynak olmuştur ve daha önce din tarafından sağlanan anlamları ve değerlerin yerini almıştır. Terör Yönetim Kuramı’nı ilk kez ortaya attıklarında Greenberg, Pyszczynski, & Solomon (1986) da yakın ilişkilerin terör yönetim işleviyle ilgili yazmışlardır. Greenberg ve çalışma arkadaşlarına göre yakın ilişkiler benlik saygısı ve öz değerin birincil kaynağıdır ve insanı ölüm farkındalığı teröründen koruyabilmektedir. Benzer ifadeler Goldenberg, Pyszczynski, Greenberg, and Solomon’un (2002) insan maddesellik sorunu analizlerinde görülebilir. Onların görüşüne göre aşk ilişkileri insanların kendi yaratılışlarını yadsımasına yardımcı olur ve insanları kendi hayvan doğalarının ötesinde ölümü aşma vaadi veren eşsiz bir manevi dünyaya yükseltir. Aşk ilişkilerinde “sevgilimizle ruh ikizi haline dönüşürüz”. (Goldenberg, 2000, s. 207).
107
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Bizim görüşümüze göre yakın ilişkilerin altı özelliği bireyi ölüm teröründen koruyabilen uygun bir kaygı tampon aracıdır. İlki; yakın ilişkiler evrimsel bir öneme sahiptir. Bu ilişkiler, önemli hayati ve üreme yararları olan doğal bir ürün ve cinsel seleksiyon süreçleridir. Yakın ilişkiler cinsel eylemler için bir yapı teşkil eder ve üreme şansını artırır. Yakın ilişkiler aynı zamanda çiftleşme olasılığını artırır, kaynak ediniminin verimliliğini artırır, çevreyi keşfetmeyi kolaylaştırır. Bunun sonucunda yakın ilişkilere yöneliyoruz çünkü diğerleriyle yakın ilişki kurmakta başarılı olan atalarımız daha iyi ayakta kalabilmiş ve üreyebilmiştir. Yakın ilişkilerin hayati ve üremeyle ilgili yararları hayatı sürdürmemizi sağlar ve sembolik olarak ölüm kaygılarını yatıştırabilmektedir.
ölümden korkabilir. Kişilerarası temel ölüm kaygılarından biri ölümden sonra bizi kimsenin hatırlamaması ve dünyada hiçbir etki bırakamama korkusudur. Bize göre, yakın ilişkilerin oluşması ve korunması kişilerarası bu korkuyu azaltabilir. Tatmin edici yakın ilişkilerle insanlar kimliklerinin yok olmayacağından ve arkadaşlarının, eşlerinin çocuklarının onları ölümden sonra da hatırlayacağından emin hissedebilirler.
İkincisi, yakın ilişkiler tehlike ve tehdit koşullarında bir korunma ve güvence kaynağıdır. Bowlby’ın kuramına göre kişilerarası yakın ilişkiler temel kaygı azaltıcı işlevleri yerine getirir. Çünkü bebekler bağlı bir davranışsal sistemle doğarlar. (korunma beslenme ihtiyacı) Bu korunma ihtiyacında olan insanlar ilişki yaşarken eşleri için güvenli bir sığınak haline gelir. Görüşümüze göre yakın ilişkilerin kaygı azaltıcı özellikleri ölüm farkındalığı teröründen korunmayı sağlar. Üçüncüsü; yakın ilişkilerin oluşması ve sürdürülmesi kültürel anlamda değerli davranışlardır. Birçok sosyal kurum kişinin diğerleriyle yakın ilişkilerini korumak ve desteklemek için geliştirilmiştir. Dahası yakın ilişkileri oluşturmakta ve sürdürmekte başarısız olan insanların mutsuz, sorunlu olduğu saptanmıştır. Yalnız kişisel eksiklik ve anormal bir sosyal durum olarak görülmektedir. Birçok kültürde yakın ilişkilerin oluşması ve sürdürülmesi kültürel dünya görüşü ve temel değerlerin önemli bileşenleridir. Bu nedenle diğer kültürel dünya görüşleri gibi yakın ilişkilerin oluşumu ve sürdürülmesi anlam, düzen ve değer kaynağı olabilir. Dördüncüsü; yakın ilişkiler önemli bir öz saygı kaynağıdır. Leary ve çalışma arkadaşlarına göre öz saygı kişinin diğer insanlar tarafından kabul edilme ve değer verilme derecesini taşıyan bilgiden çokça etkilenir. Bu durumda öz saygı kişinin yakın ilişkileri oluşturması ve sürdürmesi için başarılı ya da başarısız olduğu ölçüde yansımaktadır. Özellikle yüksek öz saygı diğerleri tarafından kabul edilme ve değer verilme duygusunu göstermektedir. Goldenberg ve çalışma arkadaşları (2000) yakın ilişkilerin öz değer önemi üzerinde durmuşlardır. Onların görüşüne göre, sevilmek kendini değerli olarak görmek için uzlaşmacı bir onay sağlar. Beşincisi yakın ilişkiler sembolik bir süreklilik ve kalıcılık vaadi sunar ve kişinin sembolik ölümsüzlük duygusunu artırır. Yakın ilişkiler insanlara biyolojik varlıklarını aşmalarını sağlayan ve gelecek kuşaklar sayesinde yaşamaya devam edeceklerine inanmalarını sağlayan biyolojik üreme görüşü sunar. Bu tür ilişkiler insanlara ayrıca geniş sembolik bir topluluğun bir parçası olduğunu hissetme fırsatı sağlar. Altıncısı, yakın ilişkiler kişilerarası temel ölüm kaygılarını doğrudan hafifletebilir. Florian ve Kravetz (1983) görüşüne göre, farklı insanlar farklı nedenlerden dolayı
108
Bu analizlerin ardından, ölüm farkındalığı terörüne karşı sembolik bir kalkan görevi gören yakın ilişkilerin koruyucu rolünü betimleyebiliriz. Yakın ilişkilerin oluşması ve korunması tehdit ve tehlike koşullarına karşı güven ve korunma duygusu sağlar. Yakın ilişkilerin bu koruyucu rolü ölüm terörüne özgü değildir ve diğer iç ve dış tehlike kaynakları tarafından tetiklenebilir. Bununla birlikte yakın ilişkiler anlam, değer ve ölümü aşma vaadinde bulunur. Bütün bu sembolik vaatler ölüm kaygılarına özgüdür ve kişinin ölüm farkındalığını inkar etme girişimiyle ilişki olmaktadır.
ÖLÜM BELİRGİNLİĞİNİN İLİŞKİSEL ETKİLERİ Terör Yönetim Kuramının temel hipotezlerinden biri ölüm belirginliği hipotezidir. Bu hipoteze göre, psikolojik bir mekanizma ölüm düşüncesine karşı tampon sağlamaktadır. Ölümü hatırlatan unsurlar bu mekanizmanın etkinleşmesini sağlayıp arttırabilir. Bu nedenle yakın ilişkilerin oluşması ve korunması ölüm kaygı tamponu işlevi görür, kişi ölüm belirginliğinin kişisel mücadeleyi ve kişinin yakın ilişkileri oluşturmak ve korumak için olan isteğini artırmasını beklemelidir. Son zamanlardaki bir dizi çalışma olmuş ve tipik ölüm belirginliğinin etkilerini geniş bir yelpazede kişilerarası ve ilişkisel tutum ve davranışlarda incelemişlerdir. Üç deneysel çalışmada Taubman - Ben-Ari, Findler ve Mikulincer (2002) ölümü hatırlatan unsurların etkisini kişinin ilişkisel çabaların ve inançları üzerinde incelemişlerdir. Birlikte ele alacak olursak, yapılan iki çalışmanın sonuçlar ölüm belirginliğinin, samimiyete, bağlılık ve memnun edici romantik ilişkileri teşvik eden aşk biçimlerinin benimsenmesine katkıda bulunduğunu göstermektedir. Alternatif olarak, bulgular ölüm belirginliğinin insanları romantik ilişkiye daha yakın aşk biçimlerini daha çok arzulaması yönünde teşvik etmektedir. Bu konuda daha fazla araştırma çeşitli aşk türlerindeki davranışsal güdüleri değerlendirmeye girişmelidir. İki ek çalışma ölümü hatırlatan unsurların kişinin yakın romantik ilişkileri için olan çabalarını artırdığıyla ilgili destekleyici bir sonuç elde etmiştir. Bir çalışmada kişinin duygusal yakınlık isteği üzerinde ölüm etkilerini inceldik. Özellikle de katılımcılar Rosenblatt’ın prosedürüne göre bir ölüm belirginliği ya da nötr bir koşula göre ayrıldı. Rahatsızlık veren bir durumun ardından katılımcılar Sharabany’nin yakınlık ölçeğini tamamladı ve duygusal anlamda bir eşe sahip olmayı istediler. Bulgular ölüm belirginliğinin romantik yakınlık isteğinin daha fazla artmasına yol açtığını açık olarak göstermiştir.
109
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Bir başka çalışmada ölüm belirginliğinin etkilerini romantik ilişkilerdeki sadakat duygusu üzerinde inceledik. Özellikle katılımcılar belirginleştirilen düşünce tarzlarına göre rastlantısal olarak üç koşula ayrılmışlardır. Rahatsız edici bir görevin ardından bütün katılımcılar Bağlılık envanteri boyutlarının kısa bir versiyonunu tamamlalar.
işlevi ölüm kaygılarının bilişsel erişilebilirliğini artırmalıdır. Bu nedenle yakın ilişkilerin edinilmesi ve sürdürülmesi ölüm kaygı tamponları görevi görürse, bu ilişkisel görevlerin tamamlanmasında başarı ve başarısızlık, ölüm kaygılarına erişilebilirlikte ve diğer terör yönetim mekanizmalarının etkinleşmesinde güçlü bir etkiye sahip olmalıdır.
Genel olarak bulgular ölüm belirginliği durumundaki katılıcımlar romantik anlamdaki eşlerine daha fazla bağlı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Nötr ve fiziksel acı durumunda olan katılımcıların bağlılığı ise daha az görülüyordu. Bununla birlikte romantik ilişkilere olan manevi bağlılık üzerinde ölüm belirginliğine dair hiçbir etki bulunmamıştır. Bu bulgu, ölümü hatırlatan unsurların romantik eşe olan yakınlık ve aşk duygusunu artırdığını göstermiştir.
İlk olarak, yakın ilişkilerin istikrarlı ve tatmin edici olarak oluşturulması ve sürdürülmesinde mevcut ya da sembolik başarılar ölüm farkındalığını inkâr etmede insanlara yardımcı etmekte ve ölümü hatırlatan unsurlarla karşılaşmanın ardından diğer terör yönetim araçlarını etkinleştirme ihtiyacını azaltmaktadır.
Ölüm belirginliğinin bir kişinin romantik ilişkilerdeki çabaları üzerindeki etkilerinin ötesinde, Yaacovi tarafından yürütülen bir çalışma ölüm belirginliğinin ailevi çaba ve inançlar üzerindeki tutarlı etkilerini ortaya koymuştur. Bu çalışmada İsrailli genç yetişkinler belirgin oluşturan düşünce çeşitlerine göre üç koşula rastlantısal olarak ayrılmışlardır. Rahatsız edici bir görevin ardından bütün katılımcılar aile olma isteklerini ve bu isteği gerçekleştirmek için algıladıkları engelleri değerlendiren 20 maddelik bir ölçeği tamamladırlar. Bulgular ölüm belirginliği durumunda olan katılımcıların aile olmak için büyük bir istek duyduklarını ve ailevi engelleri fiziksel acı ve nötr koşullardaki katılımcılardan daha az algılamaya meyilli olduklarını göstermiştir. Bu ölüm belirginliği etkileri hem kadınlarda hem erkeklerde görülmüştür ve ailevi temsillerdeki cinsiyet farklılıklarına bağlı değildi. Genel olarak gözden geçirilen çalışma bulguları ölüm belirginliği hipotezleri için kapsamlı bir destek sağlamaktadır. Diğer bir deyişle bu bulgular yakın ilişkilerin terör yönetim işleviyle uyumludur ve yetişkinlerdeki ilişkisel çabayla ilgili bir kaynağın kişinin savunmasızlığı ve faniliğiyle olan varoluşsal karşılaşmadan geldiğini belirtmektedir.
YAKIN İLİŞKİLERİN KAYGI TAMPONU ETKİLERİ Terör Yönetim Kuramının diğer temel hipotezleri kaygı tampon hipotezleridir. Bu hipotezlere göre psikolojik bir mekanizma ölüm kaygısını tamponlarsa ölüm belirginliğinin ardından bu mekanizmanın başarılı bir şekilde etkinleşmesi terör yönetim ihtiyaçlarını gidermelidir ve diğer savunma mekanizmalarını etkinleştirme ihtiyacını azaltmalıdır (Greenberg, 1997). Bu hipotezlerin diğer bir türevi de terör yönetim mekanizmasının işleyişinin durmasının ardından ölüm kaygılarının uyarılmasıyla ilgilidir. Psikolojik bir mekanizma bireyleri kendi ölüm farkındalıklarını perdelerse bu mekanizmasının
110
İkinci olarak yakın ilişkilerin oluşması ve sürdürülmesinde mevcut ya da sembolik başarısızlık, ölüm kaygılarını kendi kendine meydana çıkarabilir (alternatif terör yönetim mekanizmalarını etkinleştirmeyi gerektirir). İki bağımsız çalışmasında Florian ve arkadaşları (2002) duygusal bağlılığın ölüm etkileri olasılığına göre kaygı tampon hipotezlerini test etmiştir. Çalışmalardan birinde bir ölüm belirginliği ya da nötr koşula rastlantısal olarak verilen katılımcılar romantik bağlılığın belirginliğin işleyişine göre iki alt gruba ayrılmışlardır. Duygusal bağlılık belirginliği koşulundaki katılımcıların eşlerine olan bağlılığın onlarda tetiklediği duygularını tarif etmeleri ve bu bağlılığın ilişkilerinde nasıl olduğu hakkında yazmaları istenmiştir. Bağlılık belirginliği koşulu olmayan katılımcılardan nötr bir konu üzerinde benzer sorulara cevap vermeleri istenmiştir. Tipik bir dünya görüşü geçerliliği savunmasının etkinleşmesini incelemek amacıyla bütün katılımcılar sosyal kuralları aşma derecesini (kabul görmüş sosyal normların dışına çıkan kişilere karşı olumsuz cevaplar) değerlendirmiştir (Florian & Mikulincer, 1997; Rosenblatt, 1989). Bulgular duygusal bağlılığın kaygı tampon etkilerini ortaya çıkardı. Bununla birlikte ölüm belirginliği sosyal normlarının dışına çıkılmasında (bağlılık belirginliği olmayan koşuldaki nötr koşuldan) daha kuvvetli değerlere yol açtı, romantik bağlılık belirginleştiğinde şiddetli değerlerde hiçbir belirgin etkisi yoktu. İnsanlardan duygusal bağlılıklarıyla ilgili düşünmelerinin istenmesi ölüm belirginliğinin ardından diğer dünya görüşü savunmasını etkinleştirme ihtiyacını düşürmüştü. İkinci bir çalışmada katılımcılar belirginleştirilen (duygusal ilişkilerdeki sorunlar, soyut problemler) düşünce türüne göre rastlantısal olarak üç koşula ayrılmışlardır. Daha sonra bütün katılımcılardan Greenberg ve çalışma arkadaşlarının ölüm düşüncelerine erişilebilirlik için sözcük tamamlama görevinin Hebrew versiyonunu tamamladı. Bulgular “duygusal ilişki sorunları” koşulundaki katılımcıların nötr olanlara ya da soyut problemleri olanlara oranla daha fazla ölümle ilgili sözcükleri tamamladığını ortaya koymuştur. Bu bulgular yakın ilişkilerin kaygı tampon işlevi
111
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
için güçlü destek sağlamaktadır. Aslında, yakın ilişkilerdeki sorunlar hakkında düşünmek, ölüm düşüncesine erişilebilirliği artırıyor gibi görünen bu ilişkisel savunmanın bütünlük ve doğruluğuna olan potansiyel bir tehdidi gösterir.
ilişkisel çabalarının sadece kültürel norm ve değerlerden türemediğine ama aynı zamanda doğuştan güdüsel eğilimlerden geldiğine de inanıyoruz. Yakın ilişkilerin biyolojiye dayandığına inanmaktayız. Bunun sonucunda yakın ilişkilerin oluşması ve sürdürülmesi ölüm farkındalığına bir savunma olarak görülebilir ve bazen öz saygının korunmasına ya da dünya görüşünün geçerliliğine bağlanma ihtiyacına üstün gelebilir.
Bu bulguların ardından Mikulincer, Florian, Birnvaum ve Mashlikovitz (2000) şu sonucu çıkarmıştır: Yakın ilişkiler ölüm kaygılarını hafifletmeyi ve ölüm farkındalığını inkâr etmeyi amaçlayan terör yönetim mekanizması görevini görüyorsa, bir eşten ayrılmak bu terör yönetim mekanizmasının bütünlüğünü ya da doğruluğunu tehlikeye atabilir ve ölüm farkındalığını artırabilir. Bu yüzden de ayrılma dönemleri savunmasız ve fani bir organizma olarak bizi varoluşsal durumumuzdan haberdar etmektedir. Mikulincer ve arkadaşları (2002) katılımcılardan hayal etmeleri istenilen konulara göre katılımcıların rastlantısal olarak çeşitli koşullara verildiği üç bağımsız deney türütmüşlerdir. Buna göre ölüm düşüncesine erişilebilirlik Greenberg, Pyszcybski, Solomon, Simon ve Breus’un (1994) Hebrew versiyonunda değerlendirilmiştir. Katılımcılardan eşlerinden ayrıldığını hayal etmelerinin istenmesi kontrol koşulundaki katılımcılara oranla ölüm düşüncelerine daha yüksek erişilebilirliğe yol açtığı görülmüştür. Bununla birlikte bu etki eşin kimliğine ve ayrılığın süresine göre hafifletilmiştir. Ölüm düşüncelerin erişilebilirliğin sadece yakın ilişki yaşanılan eşle yaşanan ayrılık hayal edildiğinde yükselmiştir. Buna göre ölüm düşüncelerine erişilebilirlik katılımcılardan uzun dönemli bir ayrılığı hayal etmeleri istenildiğinde yükselmiştir. Kısa süreli ayrılıkta bu durum olmamıştır. Genel anlamda bu bulgular ayrılık deneyiminin illaki ölüm farkındalığına yol açmadığına işaret etmektedir. Yani bu ayrılık, yakın ilişkinin uzun süreli olarak bozulmasını işaret ettiğinde bireyler ölüm terörünü reddetme konusunda kendilerini savunmasız hissediyor ve böylece ölüm kaygıları daha erişilebilir oluyor. İncelenen çalışmalardaki bulgular kaygı tampon hipotezleri için öncül destek sağlamaktadır ve bu hipotezleri ölüm kaygısı açıklamalarına ve terör yönetim süreçlerine doğru genişletmektedir. Bu bulgular ölüm kaygılarının bir kaynağının da ilişkisel çabalar sonucundaki hayal kırıklıklarından ve bir kişinin anlam dolu ilişkisinin yıkılmasından doğduğunu göstermektedir.
YAKIN İLİŞKİLER VE DİĞER TERÖR YÖNETİM MEKANİZMLARI ARASINDAKİ ARAYÜZLER
Öz saygının korunmasını tehlikeye atan koşullarda ilişkisel savunmaların etkinleştirilmesini inceleyen iki çalışmada bu düşünceyi izledik. Çalışmalardan birinde Hirschberger, Florian, ve Mikulincer (2003) özel ilişkilerin içeriğine karşılık katılımcıların duygusal ilişki ve yakınlık ihtiyacını incelediler. İlişkisel savunmalar öz saygının muhafaza edilebilirliğine üstün geliyorsa, katılımcıların öz değer duygularını gerçek bir tehdit oluşturan eşlerini şikâyet etse ya da reddetse bile duygusal ilişki arayarak ölümü hatırlatan unsurlara tepki göstermeleri umulmaktadır. Katılımcılar ölüm belirginliği veya kontrol koşuluna ayrıldılar ve katılımcılardan eşlerinin kendi ailelerinin evinde yemek yemediklerini hayal etmeleri ve beğenileri, şikâyetleri ya da eleştirilerini ifade etmeleri istendi. Rahatsızlık verici ya da dikkat dağıtıcı bir durumun ardından katılımcılardan eşleriyle yaşadığı duygusal yakınlık etkileşimlerine bağlanma isteklerini değerlendirmeleri istendi. Bu deneyin sonucundaki bulgular hipotetik durum sonrasında katılımcıların nötr koşuldaki katılımcılara oranla duygusal ilişki için daha fazla istek ortaya çıkaran bir ölüm belirginliğine maruz kaldığını ortaya çıkarmıştır. Daha da önemlisi nötr koşulda, katılımcıların beğeniyle ilgili açıklamaları şikayet ve eleştiride bulunan katılımcıların açıklamalarından daha fazla yakınlık kurma isteğine yol açıyordu. Ölümü hatırlatan unsurlar, katılımcıların şikâyet ve eleştirileri olsa bile duygusal ilişki isteğini artırmıştır. Bu bulgular, ölüm farkındalığındaki artışın, duygusal bir birlikteliği sağlamak pahasına katılımcıları öz saygılarını kaybetmenin bedelini ödemeye hazır hale getirdiğini göstermektedir. Bir başka bağımsız çalışmada, Hirschberger, Florian ve Mikulincer (2002) ölüm belirginliğinin ardından ideal eş standartlarına odaklanmıştır. Ölümü hatırlatan unsurlara maruz kaldıklarında katılımcılarımız ideal bir eş bulma olasılığının az olduğu bir durumda bile yakın ilişki kurmaya eğilimliydi. Ölüm belirginliğinin ilişkisel savunmalar üzerindeki güçlü etkisi destekleyen bulgulara rağmen, kişi diğer kültürel savunmaların olası etkisini de hesaba katmalıdır.
İlişkisel çabaların terör yönetim işlevinin betimlenmesinin ardından dünya görüşü geçerliliği ve öz saygının korunması gibi terör yönetim mekanizmaları ve bu savunma arasındaki olası ilişkileri incelemek önemlidir. İlişkisel çabaların bazı kültürel normlar tarafından etkilendiğine ve yakın ilişkilerin bir öz saygı kaynağı olduğuna katılıyoruz. Bununla birlikte diğer kişisel kuramlar gibi biz de bir kişinin
Ek olarak diğer çalışmalar öz saygı ve dünya görüşünün bazen ilişki ya da yakınlık arzusuna üstün geldiğini de göstermiştir. Örneğin Dechesne, Greenberg, Arndt ve Schimel (2000) ölüm belirginliğinin bir kişinin başarısız olduktan sonra üniversite spor takımından ayrılmasına neden olduğunu göstermiştir. Kişilerin kimlikleri öz saygıya zarar verdiğinde ölüm belirginliği İspanyollara ve kadınlara kendi etnik ve cinsiyet gruplarını tanımamasına yol açmıştır.
112
113
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
İLİŞKİSEL SAVUNMALARIN ETKİNLEŞMESİNDE BİREYSEL FARKLILIKLAR Ölüm belirginliğinin ilişkisel çabalar ve biliş üzerindeki etkisinin incelenmesinin yanında, terör yönetim mekanizması olarak yakın ilişkilerin kullanımını azaltabilen temel bireysel farklılıkları da betimledik. Bu faktörler arasında Terör Yönetim Kuramı benlik saygısının ölüm belirginliği etkilerinin en temel ölçülerinden biri olduğunu ortaya varsaymıştır. Bu bulgunun örnekleri terör yönetim çalışmalarıyla bütünleştirilebilir. Bir yandan, önceki çalışmalar yüksek benlik saygısı olan kişilerin ölümü hatırlatan unsurlar sonrasında düşük öz saygısı olan kişilere oranla dünya görüşü geçerliliklerini daha az ihtimalle etkinleştirdikleri ortaya çıkmıştır. Diğer yandan Hirschberger ve arkadaşları (2002) yüksek öz saygısı olan kişilerin ölüm belirginliği sonrasında düşük öz saygısı olan kişilere oranla daha fazla ihtimalle ilişkisel savunmalarını etkinleştirdiklerini göstermiştir. Genel benlik saygılarına göre farklılıklara ayrılan kişilerin farklı terör yönetim mekanizmalarına güven duyması olasıdır. İç kaynakların düşük seviyeleriyle ilişkili insanlar kültürel dünya görüşlerini onaylama girişiminde bulunarak ölüm dehşetine karşı savunmada bulunurlar. İlişkisel savunmalara güvenme konusunda bireysel farklılıkları açıklamakla alakalı görünen diğer temel psikolojik faktör kişinin bağlanma güvenliği duygusudur (kişi yakın ilişkilerde kendini rahat hissettiği ve eşinin varlığına ve ihtiyaçlarına cevap vermesine güvendiği ölçüde) (Hazan & Shaver,1987; Fraley & Shaver, 2000; Mikulincer & Shaver, 2003). Bu konudaki araştırma, bağlanma güvenliği duygusunun, iç ve dış tehdit kaynaklarıyla başa çıkma sürecinde temel bireysel farklılıkları desteklediğini göstermiştir. Özellikle bu duygu, ilgili olaylarda öz yeterliliğin pozitif beklentilerinde ve yararlı durumlarında stres verici olayların değerlendirilmesiyle ilişkilidir. Bağlanma ile ilgili farklılıklar kişinin ölüm karşısındaki tutumlarını da ortaya koymuştur. Mikulincer, Florian ve Tolmacz (1990) güvenli bir şekilde bağlanmış kişilerin güvenli olarak bağlanmamış kişilere oranla ölümden daha az korktuklarını ortaya koymuşlardır. Florian ve Mikulincer de (1998) bağlanma güvenliği duygusunun süreklilik ve devamlılık duygusuyla ilişkili olduğunu belirtmişlerdir.
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ (2000), güvenle bağlanan insanlar arasında değil, güvensiz bir şekilde bağlanmış insanlar arasında ölüm belirginliğinin, dünya görüşü savunma mekanizmalarını etkinleştirdiğini bulmuşlardır. Bu bulgu güvenli bir şekilde bağlanmış insanların ölüm terörüne karşı kendilerini koruduğu alternatif yollarla ilgili temel bir soru gündeme getirdi. Mikulincer ve Florian (2000) bu kişilerin yakın ilişkilere güvendiğini ve kaygı tampon araçları olarak yakınlık ve ilişki arayışına girdiklerini ileri sürmüştür. Ve yine Mikulincer ve Florian güvenli bir şekilde bağlanmış insanlar arasındaki romantik ilişkilerde ölüm belirginliğinin yüksek yakınlık arzusuna yol açtığını saptamışlardır. Diğer bir deyişle güven duyan insanlar ölüm farkındalığına karşı bir savunma aracı olarak ilişki arama eğilimindedirler. Taubman - Ben-Ari ve arkadaşları (2002) güven duygusu olan insanların ilişkisel savunmalara inanmalarında daha fazla destek elde etti. Bulgular, ölüm belirginliği sonrasında yakın sosyal etkileşimlere olan yüksek istekliliğin, kişiler arası becerilerin olumlu olarak değerlendirilmesi bağlanma güven duygusu fazla olan insanlar arasında görülmüştür. Yaacovi (2003) ölüm belirginliği sonrasında ailenin yüksek olumlu temsillerinin güvenli bir şekilde bağlanmış insanlar arasında görüldüğünü saptamıştır. Sosyal albeni ve öz saygı gibi diğer kişisel özellikler gözlemlenen bağlanma tarzı farklılıklarını açıklayamamıştır. Bu bulgular, yakın ilişkileri olan eşlerle etkileşim çeşitliliğinin ve güvenli bir şekilde bağlanma sonuçlarının, insanların ölüm farkındalığı dehşetini yönetme şeklini doğrudan ortaya koyduğunu vurgulamaktadır. Diğer yandan, güvenli bağlanma duygusu olan insanların tatmin edici bir yakın ilişki geçmişi ve eşlerinin destekleyici ve koruyucu işleviyle ilgili pozitif inançları vardır (Collins & Read, 1990; Feeney & Noller, 1990; Hazan & Shaver, 1987). Eşlerle pozitif etkileşim sırasında, insanlar yakın ilişkilere kaygı giderici araç olarak güvenebilirler ve ayrıca bir öz değer ve diğerlerinin sevgisine inanma duygusu geliştirirler. Lifton açısından (1973) bu kişiler sembolik ölüm duygusunun temel bileşenleri olan bir süreklilik ve bağlılık duygusunu da geliştirirler. Bunun sonucunda güvenli şekilde bağlanmış insanlar ölüm farkındalığıyla başa çıkmaya çalışırlarken yakın ilişkilere sırtlarını güvenli bir şekilde dayayabilirler.
Araştırmalarını takiben, Mikulincer ve Florian (2000) bağlanmaya ilişkin farklılıkların, insanların ölüm farkındalığı dehşetine tepki gösterdiği yolu da ortaya çıkardığını ileri sürmüşlerdir. Güvensiz bir şekilde bağlı insanlar, kültürel dünya görüşlerini geçerli kılmak için kullandıkları savunma çabalarıyla ölüm belirginliğe tepki gösterebilirken, daha güvenli bir şekilde bağlanan kişiler dünya görüşü savunma mekanizmalarını etkinleştirme ihtiyacı hissetmemektedir. Olumlu değer duygusuna sahip olan insanlar ölümü hatırlatan unsurlara dünya görüşü mekanizmalarını artırarak tepki verme ihtiyacı duymamaktadırlar. Nitekim Mikulincer ve Flori
Diğer yandan, daha güvensiz bir şekilde bağlanan insanlar, yakın ilişkilerinde sinir bozucu ve acı verici bir geçmişe sahiptir ve ilişkilerde eşleriyle ilgili olumsuz görüşlere sahiptir (Collins & Read, 1990; Feeney & Noller, 1990; Hazan & Shaver, 1987). Yakın ilişkiler düzenleyici amaçlarını tamamlamakta başarısız olursa, insanlar diğer iyi dilekler ve kendi değerleriyle ilgili ciddi şüpheye düşerler. Bu olumsuz etkileşimler, kişinin güven, süreklilik ve bağlılık duygusuna gölge düşürmektedir ve kişiyi, öncelikli stratejileriyle yer değiştiren alternatif düzenleyici stratejiler geliştirmesine teşvik etmektedir (Bowlby, 1988; Lifton, 1973). Bu nedenle, ölüm farkındalığı artışı sonrası, bu kişiler ölüm kaygılarını hafifletmek için yakın ilişkilere
114
115
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
güvenme isteğinde bulunamazlar. Bu ilişkiler süreklilik ve bağlılık duygusunun elde edilmesinde başarısızlığa uğramıştır ve güvenilir bir ölüm kaygı tamponu olarak kullanılamazlar. Bunun sonucunda, bu insanlar zayıf öz saygılarını yükseltme aracı olarak kültürel dünya görüşlerine bağlanma ve onları ölüm farkındalığından koruyabilen bazı anlam ve değerleri elde etme girişiminde bulunurlar.
SONUÇ Bu bölümde, yakın ilişkilerin terör yönetim işleviyle ilgili kanıtlarını gözden geçirdik. Bu bulgular yakın ilişkilerin varoluşsal kaygılara temel bir tampon olarak işlev gördüğünü ortaya çıkarmıştır. İlk olarak, ölümü hatırlatan unsurların yakın ilişkilerin oluşumu ve sürdürülebilirliğini artırdığı bulunmuştur. İkinci olarak; ilişkisel durumların başarısı ölüm kaygılarını tamponlama eğiliminde olsa da ve daha gereksiz olan diğer savunma mekanizmalarını etkinleştirse de yakın ilişkilerin potansiyel bozukluğu ölüm farkındalığının artmasına yol açmaktadır. Üçüncü olarak; ölümü hatırlatan etmenlere karşılık olarak ilişkisel savunma mekanizmalarının etkinleştirilmesi diğer kültürel kökenli savunma mekanizmalarına üstün gelme eğilimindedir ve bireyler güvenli yakın ilişkilerin psikolojik değerini ödemeye hazır görünmektedir. Dördüncüsü; teorik olarak tutarlı bireysel farklılıkların ilişkisel savunmalara dayandığı bulunmuştur. Genel olarak bu değişiklikler, yakın ilişkilerin bir terör yönetim mekanizması olarak kullanılmasının güçlü bir öz değer ve bağlılık duygusu geliştiren insanların özelliği olduğunu vurgulamaktadır. Bu bulguların yakın ilişkilerin varoluşsal işlevleri üzerinde yeni araştırma yolları açabileceğine ve aşk ve ölümle ilgili temel varoluşsal kaygılar üzerine olan anlayışımızı derinleştirebileceğine inanıyoruz.
116
BÖLÜM 19 SOSYAL KİMLİK ARACILIĞIYLA KENDİNİ AŞMAK
117
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Beyaz gürültü karakteri Murray (Delillo, 1984), kişinin ölümlü doğasını reddetmesinin hayvanlardan farklı olduğumuzu gösteren en büyük nokta olduğunu ileri sürer ve insanlık tarihi de bu görüşü destekleyen örneklerle doludur. Bütün stratejiler arasında en açık olarak düşünüleni mekânsal olarak canlılarla ölüleri birbirinden ayırmaktır. Ne yazık ki bu, olduğumuzu iddia ettiğimiz zeki canlılar olmak için çok basit kalmaktadır. Bir diğer ilginç yaklaşım da ölümün aslında göründüğü gibi olmadığını; hikâyenin sonu olmadığını iddia etmektedir. Hindu gelenekleri var olmanın sonsuz olduğunu, ölüm ve yaşamın varoluşun 2 formunu oluşturduğunu ileri sürmektedir. Helenistik dönemde olduğu gibi alternatif olarak ölümlü beden ve ölümsüz ruh ayırt edilebilir.
Tajfel, araştırmalarında insanların iç grup ve dış grup arasında ayrım başlattığı minimal şartları tanımlamaya çalışmıştır. Çalışma arkadaşlarıyla birlikte laboratuvarda katılımcıları minimal tabanda iki gruba ayırmıştır.
Örneğin Eflatun, insan ruhunun (öz) evrenin parçalarıyla aynı maddeden olduğunu bu yüzden de ebedi olduğunu söyler. Bu iddia aynı zamanda Hristiyanlığın da merkezini oluşturmaktadır, hatta dinin heybetli başarısının merkezini oluşturmaktadır.
Bu bölümde, sosyal kimliğin başka bir işlevi olduğunu ileri sürmekteyiz, bu işlev sosyal psikologlar tarafından görmezden gelinmektedir. Bireylerin kişisel kimliğinin gelip geçiciliğine karşı dirençli ve kişinin varoluşsal kaygılarını azaltan bir sosyal kimliğe sahip olduğunu tartışmaktayız. Bu fikir bazı sosyologların (Berger & Luckman, 1967) ve psikanalizcilerin (Freud, 1933/1965) eserlerinde zaten tartışılan bir konudur.
Ulansey’e göre (2000) Helenistik dönem öncesi, yaşamın şekillendiği yerli ve belli bir çağa ait olmayan toplumun kurumsal kimliğe ait üyeleri kendi anlayışlarının merkezini oluşturmaktadır. Bu anlamlı varlık, bireysel değil toplumsaldı. Şeylerin bu düzeni 4. Yüzyılda Büyük İskender’in fetihleriyle “insanların bireyselleşmesi sonucunda” (Tarn, 1974; quoted in Ulansey, 2000 s. 217) tehlikeye girmiştir. İskender tarafından değiştirilen yeni düzen, hayal edilen dünya düzenini, yerel kurumsal kimlikleri ve ölümle alakalı olmayan problemleri yok etmiştir. Ulansey’e göre (2000) Hristiyanlık hareketi bu belirsizlik yüzünden hızla ve başarıyla yayılmıştır. Doğrusu, yerel kimliklere gerek kalmayan ancak beden ve ruh arasında bir ayrımın oluştuğu yeni düzen sonsuzluk havuzunun sonraki düzeni olmuştur. Yaşam stratejilerini araştıran bu kısa araştırma, insan varlığının çekilmez sonsuzluğu ile mücadele etmede tekerrür eden bir konunun da bir topluluğa güvenmek olduğunu ileri sürmektedir. Bu bölümde sosyo-psikolojik açıdan bu tez üzerinde duracağız ve daha da önemlisi insanoğlunun kendilerini üstün kılmak için kullandıkları strateji repertuarında üst sıralara konulan sosyal gruplar ile bağlantı ve kimlik edinme üzerine yoğunlaşacağız. Özellikle sosyal kimlik aracılılığıyla bireylerin zaman ve mekan duygularını büyük gruplara, tinselliğe ve ölümsüzlüğe yayacağını düşünmekteyiz.. Bu fikirlerin gelişimi sosyal kimliği belirleme kuramı ve terör yönetim kuramından ileri gelmektedir. Tezimizi kanıtlayan ampirik kanıtlar sunmadan önce bu teorik perspektiflerin temel kavramlarını özetlemeye başlayacağız.
SOSYAL KİMLİK VE AŞKINLIK Sosyal psikolojide ayrıntılı olarak araştırılan konulardan biri kesinlikle grup içi ilişkilerdir. Bu durumun genellikle zıtlıklarla dolu ve dünyadaki birçok kötü ve şiddet dolu olayların grup içi özelliklere atfedilebileceğini görmek şaşırtıcı değildir. Allport ve Sherif’in katkılarıyla bu olgu az da olsa anlaşılabilmiş ve kendi kimliğini detaylandıran Henri Tajfel’in 1970’teki çalışmaları da bunu kanıtlamıştır.
118
Buradaki fikir diğer faktörleri ekleyip ayrımcılığın ortaya çıktığı noktayı saptamaya çalışmaktı. Buradaki düşünce, ayrımcılık ortaya çıktığında minimum ölçütler ne olursa olsun diğer faktörleri de buna eklemek ve değerlendirmekti; fakat böyle bir sonuç elde edilemedi; bu konuyla ilgili yapılan diğer araştırmalarda bile “minimal durumlar” diğer grup içi ayrımcılığın araştırıldığı deneylerdeki verileri anlamsız kıldı.
Benzer bir fikir insanın durumunu geniş çaplı bir şekilde analiz edilecek şekilde Ernst Becker (1973) tarafından işlenmiştir. Yakın zamanda ise bu çalışma daha kapsamlı olarak Terör Yönetim Kuramı (Terro-Management-Theory “TMT”;Greenberg,Pyszczynski, & Solomon 1986) çerçevesinde detaylı bir bilimsel deneyden geçmiştir. Ernst Becker’ın insanların ölümle olan sorunsal ilişkisini konu alan öngörüleri, Terör Yönetim Kuramı’nın iki ana mekanizmasının ölümün kaçınılmazlığı gerçeği karşısında insanlar tarafından kullanılan özgüven ve kültürel dünya görüşü olduğunu göstermektedir. Bu teoriyi destekleyen fikirler çok sayıda ampirik çalışmadan gelmektedir. Bu ampirik çalışmalar, özgüvenin kaygıyla negatif olarak bağlantılı olduğunu göstermektedir, insanların kendi ölümlerini düşünmeleri onların kültürel dünya görüşlerine daha sıkı bağlanmalarına sebep olmaktadır. Terör Yönetim Kuramı, aslen özgüvenin ve kültürel dünya görüşünün sosyal boyutunu tanımlamaktadır. Hatta daha etkili olması için kültürel dünya görüşünün sosyal olarak paylaşılması ve sadece sosyal bir grup tarafından kurulup devamının sağlanması gereklidir. Ek olarak, Greenberg, Solomon ve Pyszczynski (1997) “Sembolik ölümsüzlüğün sağlanması; ancak kişinin kendinden daha fazla kalıcılık sağlayan varlıkların tanımlanması ile mümkündür.” demektedir. Aynı zamanda bu araştırmacılar, ölüm kaygısına karşı savunma gerektiğinde önemli olanın sosyal gruba olan üyeliğin değil üyeliğin vurguladığı birlikte karar alma durumu olduğunu belirtmiştir. Kavramsal düzeyde Terör Yönetim Kuramı’yla birçok benzerlik göstermesine ve aynı deneysel paradigmayı kullanmamızı sağlayan araştırmaya rağmen insanoğlunun varoluşsal kaygılarını yönetme konusunda sosyal kimliğin işleviyle ilgili görüşümüz Terör Yönetim Kuramı’na ait görüşlerden biriyle farklılık göstermektedir. Bu farklılığı
119
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
anlamak için kişisel ve sosyal kimlik arasındaki ayrımı iyi tanımlamak gerekmektedir. Kişisel kimlik, sınırlıdır, bedenimizdeki deriyle sınırlıdır. Kişisel kimlik ayrıca zamansal anlamda da sınırlıdır. Biz Batılılar her ne kadar toplumumuzdaki yaşam süresinin uzunluğuyla gurur duysak da bu yaşam süresi artışı Pirus’un zaferi gibidir: “Ölüm kapıda ve biz bunun farkındayız.”
ölümle alakalı sözler düşünmeleri istenmiştir. Bununla ilgili gözden geçirilen veriler ve uygulamaların etkileri yukarıda özetlenmiştir.
Sosyal kimlik ise; diğer yandan kişilerin fiziksel deneyimlerinin ötesine geçer, bu yüzden de kişisel kimliğin sınırlılığı bu kimlik tipinde bulunmamaktadır. Sosyal kimliğin sonsuz karakteri zaman açısından da görülebilirdir. Grupların bireylere göre bazen daha hızlı çözülmesine rağmen, genelde gruplar bireylerden daha uzun yaşar. Dahası bazı büyük sosyal grupların (etnik gruplar, ülkeler, ideolojiler) doğalarında bir anlamda ölümsüzlük vardır. Bu gruplar biz doğmadan önce de varlardı, biz öldükten sonra da var olmaya devam edecekler. Bu özelliklerinden dolayı, sosyal kimlik insanların kendi fani hayatlarını aşabilecek bu ihtiyacını tatmin etmeye uygun gibidir. Kendilerinden daha kalıcı olan sosyal gruplara yatırım yapan insanoğlu ölümcül kaderinin bilincindedir. Bu perspektifte sosyal kimlik; varoluşsal kaygıları, özgüven ve dünya görüşünü elde ederek tamponlamaz. Bu sebeple kişilere fanilikleri hatırlatıldığında bireyler sosyal kimliklerine konsantre olmaktadırlar. Hatta bu durum sosyal kimliklerine kişisel kimliklerinden daha fazla konsantre olmak şeklinde ortaya çıkabilir. Ayrıca kişiler bağlı oldukları grupların sembolik varlıklarını sosyal grubun hayatta kalması için daha kuvvetle savunmaya çalışacaklardır. Uzun bir araba yolculuğuna çıkacağımız zaman insanlar genel olarak sıklıkla otomobillerini gitmek istedikleri yere sağlam bir şekilde götürebilsin diye rutin olarak kontrol ederler. Araçları aşkınlık durumu olarak tanımlarsak, bireyler kendilerinin dahil olduğu sosyal varlıkları koruyacaklardır. Grupların aşkınlık işlevlerini tamamlamaları için onlardan beklenildiği gibi somutlaşmaları gerekmektedir. Modern sosyal-psikolojinin dilinde anlatmak gerekirse grubun mevcudiyetçiliğini yüksek tutması gerekir eğer bu grup gerçek bir varlık olarak algılanmak istiyorsa (Campbell 1958). Bireyler Sadece gerçek varoluşsal değerleri olan gruplara kişisel kimliklerini katmak isteyeceklerdir. Ampirik kanıtlar, grup içi yüksek seviyedeki mevcudiyetçilik bireylerin gruba olan katkısını arttırmaktadır. Sosyal kimliğin işleviyle ilgili gerekçemiz birçok hipotezi formüle etmemize yol açmaktadır. Bu konu üzerinde biz insanların varoluşsal kaygılarımızdaki artışın kişilerin kendi iç gruplarına daha sıkı bağlanmasına sebep olduğunu ve böylece grubu daha mevcudiyetçi algılamaya sebep olduğunu ayrıca grubun bütünlüğünü daha sağlam bir şekilde korumaya yöneldiğini görmekteyiz. Bu kesin hipotezler birçok farklılığı olan testlerle yapılmıştır. Bu testlerde katılımcılardan kendi ölümlerini düşünmeleri istenmiş ya da bilinçaltlarına özel işlemden geçirilmiş
120
SOSYAL KİMLİĞİN VAROLUŞSAL DEĞERİNİ SINAMAK Bu konudaki ilk hipotez insanların kendi ölümlerini düşündüğünü ve sonradan kendi sosyal kimliklerinin etkilenip etkilenmediğini gördüğümüz açık bir testtir. Şu anki gerekçeye göre insanların sosyal kimliği, kendilerini tanımlamaları adına daha önemli olmalıdır. Bu, insanların kendilerini daha kolay bir şekilde farklı sosyal grupların üyesi olarak görmesini ya da duruma göre dâhil oldukları sosyal gruba daha da bağlı olmayı beklediğini göstermektedir. Başlangıç ampirik deneyimiz İtalyan ve Belçikalı öğrencilerin katıldıkları “Ben kimim?” testidir (Castano & Sacchi, 1999). Bağımlı değişken, katılımcıların dâhil oldukları sosyal kimliklerden oluşur (erkek, kadın, Belçikalı, İtalyan v.b) Bu teste göre katılımcılar bir anket doldurmuşlardır. Ölüm belirginliği koşulundaki katılımcılardan ölüm hakkında hissettiklerini tarif etmeleri istenmiştir. (cf. Greenberg et al., 1990). Kontrol grubuna ise benzer bir yazma görevi verilmiştir. Katılımcılardan kitap okurken hissettiklerini tarif etmeleri istenmiştir. Beklentilerle tutarlı şekilde, ölüm belirginliği koşulundaki katılımcılar, kontrol grubuna göre birçok sosyal kimlik sergilemiş ve yazmışlardır. Testin ileriki aşamasında, hipotezimizin 2 çalışması uygulandı. (Castano, Yzerbyt, Paladino, & Sacchi, 2002). Bu sefer katılımcılar İtalya’dan Padova Üniversitesi öğrencileri oldu. Çalışma iki bölümden oluşuyordu. İlk adımda, katılımcılar 2 koşuldan birine rastgele yerleştirilmiştir. Ya kendi ölümlerini yazacaklar (ölümün öne çıktığı koşul) ya da kitap okuma üzerine yazacaklar (kontrol grubu). Kısa bir aradan sonra, katılımcılardan aslında çalışmayla alakasız olan İtalya ve İtalyanların nasıl olduğuyla ilgili bir anket doldurmaları istenmiştir. Bu ikinci ankette, ölüm belirginliği ve kontrol koşulunda grup mevcudiyeti, grup kimliği ve grup ön yargısı tıpatıp aynıdır. Bu grup mevcudiyeti; örneğin İtalyanlar, Castano, Yzerbyt ve Bourguignon (1999) tarafından geliştirilmiş mevcudiyet ölçeğine göre değiştirilmiş versiyonuna tabi tutulmuştur. Örneğin; “İtalyanlar birçok ortak özelliğe sahiptir.”, “İtalyanlar ortak anlayışa sahiptir.”, “İtalya, grup olarak gerçek bir varoluşa sahiptir.” Kimlik belirleme ölçeği 6 adımdan oluşmaktadır. Örneğin; “Kendimi İtalyan olarak görüyorum.”, “İtalyan olmanın benliğimle alakası yoktur.” Grup içi önyargı ölçümü, İtalyan ve Alman katılımcıların (diğer bir deyiş ile dış grup) 10 karakteristik özelliği, örneğin gurme, sıcakkanlı ve çalışkan, üzerindeki oranlardan oluşmaktadır. Hedef grubun sunum sırası dengelenmiştir. Mevcudiyetin devamlılığından emin olduktan sonra kimlik ölçeği, hangi grubun sınandığını ve bu sonuçların karşılaştırmasını yapar. Sonuçlar, ölüm belirginliği
121
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
koşulunda, İtalyan öğrencilerin kendilerini İtalya ile daha çok özdeşleştirdiğini göstermiştir. İtalyanlar, Almanlara göre daha olumluydu.
durumdaki katılımcılar arasında hedefin grup içi doğrusal bir işlevi olarak artmıştır. Bir başka deyişle, hedef grup içine benzedikçe, sınıflandırılması da o derece zaman aldı. Ölüm belirginliği koşulunda, ikincil dereceden bir durum da ortaya çıkmıştır; en yüksek seviyedeki gruplaşmada ölüm belirginliği koşulundaki katılımcıların hedefleri çok daha hızlı sınıflandırdığı görülmüştür. Bu durum çok da şaşırtıcı değildir; çünkü belirgin dış grup ve belirgin iç grup üyelerinin sınıflandırma işlemini daha az sürede yapmaları gerekirdi. Ancak doğrusal sonuçların varlığı, hedefin belirsizlik derecesinin neden olduğu etkinin simetrik olmadığını göstermiştir: Grup içi yüksek düzeyde olan katılımcılar, düşük olanlara göre belirgin bir şekilde resimleri daha uzun sürede sınıflandırmıştır.
Daha sonra yapılan analizler, grup ön yargısı etkisinin (grubun diğer grupla karşılaştırılması) ölüm belirginliği koşulunda grup içi kimliğin artırılmasıyla dolaylı yönden ilgili olduğunu göstermiştir. Bu sonuç ayrıca grup önyargısında ölüm farkındalığının etkisini gösteren daha önceki araştırmaların (Harmon-Jones, Greenberg, Solomon, & Simon, 1996) ve grup önyargısında mevcudiyetçiliğin etkisi üzerine yapılan çalışmayı (Gaertner & Schopler, 1998) beraberinde getirilmesini sağlamaktadır. Bu çalışmalardan çıkarılan model, aşkınlığın sosyal kimliklerden gelen grup rolüyle ilgili olduğu iddiamızla tutarlıdır. Sosyo-psikolojik çalışmalar, grup üyelerinin gruplarını korumak için bir yere kadar yeterli olduğunu göstermiştir. (bkz, Castano, 1999,2003b; Yzerbyt, Castano, Leyens, & Paladino, 2000). Grubu korumanın önemli yolu, hedef kişiyi gruba dahil ederken çok dikkatli olmayı gerektirir. Araştırma bireylerin sınıflandırmadan önce grup içinde grup dışı üyelerine göre daha çok bilgi istediğini gösterir (Leyens & Yzerbyt, 1992). Ayrıca bireyler grup içi üyeleri seçerken daha çok hata yapmaktadır (Yzerbyt, Leyens, & Bellour, 1995). Sonraki eğilim ise grup içi kimlikle yönetiliyor gibi görünmektedir (Castano, Yzerbyt, Bourguignon, & Seron, 2002), sonraki destekleyici sonuçlarda ise; gruptan içi dışlama etkisinin bir grup savunma mekanizması olduğu görülmektedir. (Yzerbyt, 2000). Önceki bulgularla tutarlı olarak (Castano, Yzerbyt, Bourguignon, & Seron, 2002) insanlar grup içi üyelerine oranla grup dışı olarak daha fazla hedefi sınıflandırma konusunda net bir eğilim göstermiştir. Daha da önemlisi, katılımcıların sınıflandırmalarını tahmin etmek için ölüm belirginliğinin bilinçaltı işleyişi “gruplaşma” faktörüyle etkileşime girmiştir. Doğrusal eğilim, grup içi faktörler ve sınıflandırma kararı arasındaki kontrol koşulunda ortaya çıkmıştır, iç gruplaşma ile ilişkili daha fazla resmin olması, katılımcılar için dış grup üyelerini tanıtarak bu resimleri sınıflandırmak daha düşük ihtimale dönüşüyordu. Bu eğilim basitçe, ön test ve deneysel katılımcıların resimleri sınıflandırma konusunda anlaştıklarını göstermiştir.
Bu araştırmadan elde edilen sonuçlar, ölüm düşüncelerinin bilinçaltı işleyişinin, eşik üstü uygulamalarla gözlemlenen aynı grup içi yüksek bağlanmaya yol açtığına dair anlamlı kanıt sağlamaktadır. Dahası, grup içi bağlanma ölçümü, grup içi geleneksel ölçümlerden çok daha fazla kapalılık göstermektedir. Başka bir deyişle, katılımcılar deneye katıldıklarında kendi iç gruplarına bağlılıklarını gösterdiklerinin farkında değillerdi. Çalışmalarla ortaya çıkan model, ölüm belirginliği koşulu altındaki iç grubun artan önemiyle ilgili hipotezimiz ile tutarlıdır. Sosyal kimliğin (grup içi) kapalı bir ölçüsünün kullanılması nedeni ile bu çalışmanın sonuçları, ölümün bilinçaltı aktarımına dayandırdığımız çalışmaya benzer bir şekilde doğal olarak yansıyan süreçler olarak yorumlanmalıdır (Castano). Dahası, ölüm belirginliği koşulu altındaki bireylerin, olumsuz özelliklerdeki iç grup ve benlik arasında büyük derecede örtüşme (overlap) gösterdiği gerçeği, bunların kendi kendine değil, sosyal kimlikle yönlendirildiğini göstermektedir.
DEĞERLENDİRME Şüphesiz, sosyal gruplar insanoğlu için çeşitli ihtiyaçları yerine getirirler. Yapılan bir araştırma, sosyal grupların asimilasyon ve öz tanımlama ihtiyacını giderdiğini ileri sürmektedir. Daha küçük grupların başarı ihtiyaçlarının yanı sıra yakınlık ihtiyaçlarını da tatmin ettikleri söylenmektedir. Bu bölümde, sosyal grupların bir başka önemli işlevi yerine getirmesi tartışıldı. Bu sosyal gruplar, bireylere ben kavramının mekân ve zamanda yayılmasına olanak sağlayan bir sosyal kimlik kazandırır; soyut, manevi ve bu nedenle bakidir. Tartıştığımız sosyal kimlik, aşkınlık (transcedence) için insanoğlunun bir aracıdır.
En ilginç kısmı, bu eğilim ölüm belirginliği koşulunda şiddetli hâle gelmiştir. Daha düşük düzeydeki gruplaşmada, ölüm belirginliği koşulundaki katılımcılar kontrol grubundaki katılımcılara oranla iç gruplaşmadan daha fazla hedef çıkarmışlardır. Yüksek düzeyli gruplaşmada karşıt bir örnek de hedefler çıkarmıştır, iç grup üyelerine çok fazla benzeyen hedefler daha fazla dâhil olma eğilimi göstermektedir. Aynı analitik durum, tepki gecikmeleri için kullanılmıştır. Burada da yine çok ilginç bir sonuç modeli saptadık. Katılımcıların karar verme süresi, ölüm belirginliği
Belirli sosyal gruplar için, üyeliğin bireylere bazı aşkınlık yöntemleri verdiği iddiası bunlarla ilgili açıklamaların merkezi bir parçasıdır. Daha önce değindiğimiz gibi ulus devletler bu bağlamda prototiptir (Smith, 1995). Var olmaları ve desteklenmeye devam etmeleri için tek yol, üyelerini birey olarak ölebilecek olmalarına rağmen (bilhassa ulus devletlerini savunurken bir savaşta) bir şekilde sonsuza kadar yaşayacakları düşüncesinin teşvik edilmedir. Çünkü insanlara uluslarının
122
123
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
yaşayacağı hissiyatını vermek teşvik edicidir. Bireysel ölümsüzlük erişilebilir değilse, bireyler kolektif ölümsüzlüğe razı olurlar. İtalyan ve İskoç katılımcılardan elde ettiğimiz veriler önceki varsayımlara göre ulusal kimliğin rolü ile ilgili olarak güven vermektedir. İtalyan katılımcılar kimlik düzeylerini kendi ülkeleri olan İtalya ile birlikte yükseltmişlerdir ve önceleri kendi ölümlerini düşünürlerken artık ulusal grubu daha fazla somutlaştırmışlardır. Daha olumlu olarak Almanları değil İtalyanları görmüşlerdir. Benzer bir biçimde İskoç ya da İngiliz genç erkeklerinin resimlerinin sınıflandırılması istenildiğinde, İskoç katılımcıların daha öncesinden “ölüm” kelimesi ile hazırlanıp hazırlanmadığına bağlı olarak görev yaklaşımları farklılık göstermiştir. Ölüm düşüncesine bilinçdışı olarak maruz kalan katılımcıların, İskoç olması muhtemel (görünüşlerinden dolayı) kişileri sınıflandırmaları daha uzun sürmüştür. Ayrıca onları küçük bir gruba daha dâhil etme eğilimi göstermişlerdir. Bu eğilim, kontrol koşulundaki katılımcılara kıyasla İskoç olma ihtimali daha az olan bu bireylerin dâhil edilmemesi için açık bir tepkiyle eşleştirilmiştir.
SOSYAL KİMLİK, ÖZ-SAYGI VE KÜLTÜREL DÜNYA GÖRÜŞLERİ
Sonuçta, ölüm düşüncesine hazırlanmış katılımcıların kontrol benzerliklerine oranla grup sınırları ile çok daha fazla alakadar oldukları gözlemlenmiştir. Bu sonuçlar kesinlikle, bireylerin aslında ölüm düşüncesiyle ve bilhassa kendi fanilikleriyle ilgili şeyler ortaya çıktığında kendi ulusuna sıkı sıkıya bağlandıklarını ileri sürmektedir. Önemli bir biçimde katılımcılarımız, ölüm düşüncesi açık bir istekle ortaya atıldığında katılımcılar genel olarak güçlü grup kimliğiyle ilişkili olan bir dizi tepki sergilemektedir. Ulusların ölümsüzlük isteği, sonuç modelini açıklamak için ne yazık ki gerekli bir unsur olarak görülmez. Deneylerimizden çıkan ek deneysel kanıtlar, ölüm belirginliğini oluşturmanın bireylere çok fazla sayıda sosyal kimliği listelemesine,(Castano &Sacchi, 1999), kendilerini grup arkadaşlarıyla bütün olarak görmeye ve kendileri ile kendi profesyonel grupları arasında daha fazla ortak yön görmelerine (Yzerbytetal.,1999) yol açtığını göstermektedir. Birlikte ele alındığında, araştırma programımızdan çıkan kanıtlar; sosyal kimliğin, ben kavramının mekân ve zamanda genişlemesine olanak sağladığına dair iddiamız ile tutarlıdır, böylece bu, insana ölümlü olan kişisel kimlik tarafından tehdit oluşturmayan farklı bir varoluşsal düzey sağlar (Castano, Yzerbyt, Paladino, & Sacchi, 2002). Bu sonuca ilişkin olarak, iki durumun belirtilmesi gerekir. Her ikisi de Terör Yönetim Kuramı’ndan kaynaklanan araştırmalardan elde edilir. Daha önce önerildiği üzere Terör Yönetim Kuramı öz-saygı ve kültürel dünya görüşünün ölüm kaygısına karşı iki tampon olarak işlev gördüğünü varsaymaktadır. Şu anda, çalışmamız bu iki ayrı kaygı tampon mekanizması ve sosyal kimlik arasındaki ilişkiye değinmemektedir. Bu durum Gelecek araştırmalar için önemli bir amaç teşkil etse de, bazı tahminlerde bulunabiliriz.
124
Yaptığımız çalışma, sosyal kimliğin kaygı tampon rolünün, kişinin öz-saygıyı yükseltip yükseltmediğine ya da tehdit edip etmediğine dayanan fikri araştırmıştır. Bu hipotez, Dechesne ve çalışma arkadaşları tarafından sosyal kimliğin negatif ışıkta ortaya konulduğunda, bireylerin ilgili gruplar ile arasına mesafe koyma eğiliminde olduğunu gösteren bir dizi çalışma tarafından destek bulmuştur(Dechesne, Greenberg, Arndt & Schimel, 2000; Dechesne, Janssen, & van Knippenberg, 2000). Bu çalışmalarda gruplar, diğerleri arasında, üniversite grupları veya spor takımlarının taraftarları arasından seçilmiştir. Az sayıda bir insan dışında, bu grupların genellikle güçlü kimlik duygusuna sahip bireyleri içerme olasılığı çok azdı. Aslında, son zamanlarda grupları sınıflandırma önerisi (Lickel et al., 2000) bu grupları “müphem ortaklıklar” kategorisi altına dahil edebilir. Bu tür gruplar bir dereceye kadar var olur. Bu farklı bir bakış açısıdır çünkü var olma sosyal kimliklerin aşkınlık fonksiyonlarının doğru bir biçimde ifa edilebilmesi için önemli kabul ettiğimiz bir özelliktir. Ölüm belirgin olduğunda sosyal kimliğin büyük önem arz etmeye başlamasının bir başka yolu kültürel dünya görüşü ile bağlantısından geçer. Sosyal kimlikler, grup üyeliklerinden türemiştir ve gruplar dünya görüşünün yaratıldığı ve sürdürüldüğü sosyal çevrelerdir. Kültürel dünya görüşünün kaygı-tampon görevinin lehine olması ile ilgili çok miktarda kanıt bulunmaktadır ve dolayısıyla sosyal kimlikler önemlidir çünkü, dünya görüşlerinin bellekleridirler (Greenberg et al., 1990). Kaygının tamponlanmasında sosyal kimliğin hassas rolüyle ilgili anlayışımız aynı deneysel tasarım içinde hipotezlerin kıyaslandığı testlerin araştırılması ile geliştirilecektir. Bildiğimiz kadarı ile, şu an için bununla ilgili mevcut tek kanıt Wisman ve Koole (2003) tarafından yapılan bir dizi deneyden elde edilmiştir. Bu deneylerin her birinde katılımcılar, tek başına duran ve kendi dünya görüşünü savunan ile bir grup içinde duran ve grubun dünya görüşünü benimseyen katılımcılar arasındaki seçim karmaşasıyla yüzleştirilmiştir. Sonuçlar, ölüm belirginliği durumundaki katılımcıların önceki stratejiye göre ikincisinin seçilmesi ile ikilemi daha muhtemel olarak çözeceklerini açıkça göstermiştir. Bu nedenle belirli koşullar altında bu ortaklık, kaygı tampon mekanizması olarak kişinin kültürel dünya görüşünü savunmasından daha önemli gibi görülebilir. Bu bölümde daha önce, sosyal kimlik işlevinin Terör Yönetim Kuramı ve bizim kendi bakış açımız arasındaki farkına değinmiştik. Bunun, kavramsal olarak önemli bir ayrım olduğuna inanıyoruz; belki de bunun, sosyal psikologların politikayı etkilemek ya da daha genel olarak sosyal müdahaleyi haberdar etmek için bu teorik çerçevelerin kullanılması yolunda önemli bir etkisi olabilir. (Pyszczynski, Solomon, & Greenberg, 2002). Bununla birlikte ayrıca bu iki bakış açısının yüksek derecede uyumlu olduğuna ve bunlardan biri arasında seçim yapılma ihtiyacı olmadığına inanıyoruz. İnsanın aşkınlık ihtiyacına doymasını sağlayan mekanizmaların, , Tek olmak ve hatta Üçten Biri olmak gibi teolojik açık ve net ifadeleri alıntı yapma ihtimali düşüktür. Arayışın
125
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
uzun bir geçmişi olmasına rağmen, psikolojik bakış açısına göre, henüz yalnızca başlangıç seviyesinde olduğumuz açıktır. Ve sorunun deneysel olarak ele alınması ile ilgili titiz girişimler, yalnızca Terör Yönetim Kuramının gelmesi ile başlamıştır. Mevcut fikirlerin cesaretlendirici bir gücü olmasını ve bu ilgi çekici meseleyle ilgili araştırmaların gelecek yıllarda gelişmesini umuyoruz.
SONUÇ
osyal kimliğin nedenlerini ve sonuçlarını daha iyi anlamaya ve bu verileri elde etmeye güdülendik. İnsanın kendini aşabileceği bir mekanizma olarak sosyal kimlikle ilgili vurgumuz şaşırtıcı olmayabilir. Ancak burada ifade edilen düşünce grup içi önyargıdan daha fazlasına sahiptir. Ulasey’in ileri sürdüğü gibi kolektif kimlikler medeniyet tarihinde çeşitli noktalarda kaygı tampon mekanizmaları sağlamıştır ve kolektif kimlik krizleri yüksek kaygı dönemleriyle ve sembolik ölümsüzlük konusunda alternatif arayışla ilişkili gibi görünmektedir. Son zamanlarda, ulus devletin kolektif ölümsüzlük vaadi kişinin kendini aşmasındaki bir araç olarak sosyal kimliğin en iyi örneğidir. Tabi bu konudaki tek örnek bu değildir. Bu bölümde mevcudiyetle ilgili bazı kriterleri karşılayan herhangi bir gruba dayanan sosyal kimliklerin sadece ulusal gruplara değil aynı zamanda bireylere de kendini aşma duygusu veren bir potansiyele sahip olduğunu belirttik. İfade ettiğimiz ampirik kanıt, aslında bu varsayımın doğruluğunu kanıtlandığını göstermektedir. Varoluşsal teröre karşı bir kalkan sağlamada sosyal kimliklerin özelliklerine odaklandığımızdan dolayı bu konudaki önemli veriler kültürler üzerine olan araştırmadan toplanacaktır (özellikle de daha bağımlı ve kolektif olan) (Markus & Kitayama, 1991) . Öncelikli araştırma, Batı toplumlarında gözlemlenen bazı etkilerin Japonya’da (Heine, Harihara, & Niiya, 2002) ve Avustralyalı Aborjinler arasında da çoğaldığını ileri sürmektedir fakat gelecekti araştırmanın kaygı tampon mekanizmaları kullanımının kültürler karşısında farklılık gösterdiği koşulları gözden geçirmesi gerekecektir (Salzman & Halloran).
BÖLÜM 20 AHLAKİ GELİŞİM VE BİZİ AZİZLERE VE ŞEYTANLARA BAĞLAYAN DUYGULAR
Öz farkındalık ve ilişkili kaygı onlarla baş etmemize izin veren mekanizmalarla aynı görünmüş olabilir örneğin: öz saygı, kültürel dünya görüşleri ve sosyal kimlikle. Emin olmak için, bu bölümde sunmuş olduğumuz ampirik veri, yaklaşımlardan birini ya da diğerlerini onaylamaya izin vermemektedir, ama bireyler ve gruplar arasındaki karmaşık ilişkilerin altında yatan faktörleri daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır.
126
127
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Bu bölümde psikolojik açıdan iyinin ve kötünün ayrımını inceleyeceğiz. Sosyal bilişin önemli bir bölümü başkalarına olan yargılarımızın iyi ve kötünün gelişimi ve ayrılığından kaynaklandığını düşündürmektedir. İnsanlar aziz ve şeytanlarla dolu bir dünyada yaşamak istiyor gibi görünüyor. Şeytanlarını şeytani, azizlerini aziz gibi istiyorlar. Ancak sosyal psikolojinin en temel derslerinden biri iyi ve kötü davranışların bireyin iyi biri ya da kötü biri olmasından kaynaklanmadığıdır. Bu bölümün ilk kısmında, ahlaki değerlendirmeler ve bunların gelişimi altında yatan mekanizmaların birkaçını keşfedeceğiz. Sonraki bölümlerde, ilahiyat/saflık/iyilik ve hayvani içgüdüler/kirlilik/kötülük kavramları üzerine çalışılan düşey bir boyutta, sosyal bilişi 3 boyutlu varsayarak ahlaki değerlendirmelerin kısmen anlaşılabilir kılındığı üzerinde duracağız. Bu bölüm boyunca, İyi ve kötünün abartılmış ayrımının insanlar için hayatın anlamını bulma ve başkaları ile dayanışma yollarından biri olduğu üzerinde duracağız.
kabulü vatan hainliği olarak görülüyor. Ahlaki gelişim, açıkça birçok iyi bilinen sosyal-bilişsel mekanizmalar içerir. Örneğin, temel yükleme hatası (Ross, 1977) şunu belirtiyor, insanlar diğer insanların durumsal kısıtlarını dikkate almaktansa iyi ya da kötü davranış özelliklerinin üzerinde duruyor. Başlı başına bu önyargı iyi ve kötü insanlarla dolu Maniheist dünyayı göstermekte yeterli olacaktır. Bunu, sorunu insanların yorumlama sürecinde zorluğu ve belirsizliği hafife aldığı “naif gerçekçilik” olarak ele alabiliriz (Robinson, Keltner, Ward, &Ross, 1995). İnsanlar bu durumların gerçekliklerini doğru olarak değerlendirdiğine ve bunu kendi değer yargılarını esas alarak yaptıklarına inanırlar. Gerçekler çok açık ise o zaman diğer tarafın da bu anlaşmazlığı görüp izlemesi gerekir ve anlaşmazlıkları köklü şekilde farklı ve korkutucu bir dizi değerleri yansıtmalıdır. Örneğin, kürtaj tartışmalarında otonomi ve yaşamın değerinin reddi gibi. Sonuç olarak, gruplar arasındaki ufak farklılıklar büyük ve aşılmaz farklılık algısına dönüşerek güçlenir.
AHLAKİ GELİŞİM
İyi ve kötünün saflaştırılma süreci Roy Baumeister tarafından belki de en detaylı şekilde tarif edilmiştir. Baumeister (1997) iyiliğin ve kötülüğün edebiyatta ve filmlerdeki portresini analiz etmiş ve insanların görüşlerinde yatan ve onlara bütünleşmiş saf kötülük efsanelerine rastlamıştır. Bu efsane birden fazla bölümden oluşmaktadır ama bizim için en önemli 3 bölüm aşağıda sıralanmıştır:Kötülüğün motivasyonunun inkârı yani, insanlar sadizm (kötü şeyler yapmanın keyfi) ve açgözlülüğün (para ve güç arzusu) ötesinde faillerin eyleme geçmekteki tutarlı nedenlerini görmeye karşı direnç gösterirler. Mağdurun katılımının inkârı yani, insanlar kurbanları cennetten düşen birer melek gibi görür ve kurbana dayatılan her suçlamaya karşı direnç gösterirler. Şeytan (kötü kişi) aykırıdır yani, iyinin kötüyle çatışması iç gruba karşı dış grup çatışması olarak algılanarak asimile edilir. Örneğin; çizgi filmlerdeki kötü adamlar genelde yabancı ya da bilinmeyen bir aksanla konuşur.
11 Eylül terörist saldırılarının ardından, Amerikalılar hızla bir tür ahlaki çift kutuplu (bipolar) durum geliştirdi. Birinci dereceden etkisi, birçok kişinin işin içine kahramanlar ve kötü adamları ya da aziz ve şeytanları dâhil ederek oluşan bölünmeydi. İlk bölünme açıktı: 19 kişi, masum hayatları kurtarmaya çalışan yüzlerce itfaiye ve kurtarma ekipleri de dâhil binlerce masum insanı öldürdü. Amerikalılar için, diğer ülkelerdeki çoğu insan için olduğu gibi, teröristler kötü ve kurtarma ekipleri iyiydi. Zaman geçtikçe bu bölünmelerin sadece gerçeğin değerlendirilmesi değil de masumiyete olan açlıktan ileri geldiği netleşti: İyi ve kötünün mükemmel ayrımı. Böylece, kahramanlar sadece iyi özellikleri ve motifleri ile kötü adamlar ise; sadece kötücül özellikleri ve motifleriyle anıldı. Başkan Bush; “Teröristler, rol yapan birer korkaktır; çünkü özgürlüğümüzden nefret ederler.” açıklamasını yaptı. Özgürlük, Amerikalılar için temel bir ahlaki iyi olduğundan, ahlaki iyiyi hedef almak için kendi hayatını feda eden kimse heybetle kötü olmalıydı. Buna karşılık Amerika’daki bütün itfaiyeciler kahraman ilan edildi, çiçek ve para yağmuruna tutuldu. Ancak ikinci dereceden ahlaki etkiler daha ilginçti. Amerikalılar sadece iyi ve kötünün mükemmel bir ayrımını istemiyordu; ayrımı, masumiyeti sorgulayan herkese öfkeyle tepki gösterdiler. Örneğin, komedyen Bill Maher “korkak” kelimesinin teröristler için geçerli olmadığını belirtti. Talk Show programına gelen bir konuğun fikrine mutabık kalarak, şöyle dedi: “Korkak bizlerdik. İki bin mil uzaklıktan füzeler yolladık. Korkaklık budur. Binayı vurduğunda uçakta duruyor olmak ne derseniz deyin, korkakça değildir.” Bir kargaşa ortaya çıktı ve birçok istasyon Maher’in program yayınını durdurdu. Maher’in “korkak” kelimesini kullanımı Bush’un kullanımından anlamsal olarak daha doğruydu belki; fakat Maher, ahlaki masumiyet sürecinin ilk yarısını ihlal etmişti: Amerika tam anlamıyla erdemli değildi ve teröristler tam anlamıyla ödlek değillerdi. Benzer kınamalar Amerika’nın dış politikasının bunlara sebep olduğunu iddia eden herkese yağdırıldı. Bu ikinci süreç bazen, kötü olarak gördükleri şey üzerine grupların bir araya gelerek mücadele etmesi gibi başka bağlamlarda görülür. Kötü adam eşcinsel veya homofobik, siyahi veya ırkçı olsun, bir kez grup ya da hareket oluştu mu, düşmanda herhangi erdemin 128
İlginçtir ki Amerikalılar ve 11 Eylül saldırılarını destekleyen azınlık Müslümanlar her kurban için ahlaken haklı olduklarını rolünü iddia ederek farklı zaman perspektifleri kullanır. Amerikalılar için hikâye 11 Eylülde gökyüzünde şeytan düştüğünde ve 3000 masum insan öldüğünde başlamıştır. Afganistan ve Irak savaşları, bu saldırılara bazı Amerikalılar için, haklı tepkilerdir. El Kaide’nin sempatizanları içinse batı provokasyonları ve Arap halklarının aşağılanmayla ilgili hikâyeleri uzun zaman önce başlar. 11 Eylül saldırıları Musa’nın nihayet ve kahramanca bir deve karşı durması olarak görülür. (Not: Ahlaki gelişim süreçleri hâlâ Amerika Birleşik Devletleri’nde faaliyet gösterdiğinden, yazarlar olarak kendimizi El Kaide’nin bakış açısını onaylamadığımızı belirtmek zorunda hissediyoruz.) Laik Batı ahlakı ve köktendinci İslam arasında çok fark vardır; ama bu farklılıklarla her iki tarafın da 11 Eylül olayları görüntülemek için saf kötülüğün mitini kullandığı daha açık şekilde görülür.
NEDEN AHLAKİ GELİŞİM? Neden insanlar küçük farklılıkları büyüterek sosyal dünyalarını sistematik olarak yanlış anlarlar? Neden saf kötülük efsaneleri hoşlarına gidiyor gibi görünür? Bu açıktır ki kurbanlar bu mitten yararlanır; çünkü mit onları suçlamalardan kurtarmaktadır.
129
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Ama insanların diğer insanların talihsizliklerini açıklamak için miti kullanmalarının nedenini açıklamak daha zordur. Sonuçta, serbestçe dolaşan kötülük mükemmel masum insanların dünyasını varlığıyla huzursuz eden bir tehdittir (Lerner & Miller, 1978). Üstelik başkalarının abartılı iddialarını dinlemek bizi baştan çıkarabilir ve etik insanlarla iletişim kurma şansımızı azaltabilir. Belki de bu saf kötülük efsanesi kullanılarak ve bu ayrımın abartılmasının psikolojik ya da maddi faydaları vardır.
grupta kişilerin bazı insanlara kendilerini diğerlerine oranla daha yakın hissettiğine değinmektedir. Dostluk ve birlik, insan ve şempanze hayatlarının evrensel mevcut özellikleri gibi görünüyor (Brown, 1991; de Waal, 1996). İkinci boyut çeşitli şekillerde “hiyerarşi” veya “statü” olarak adlandırılır, kişilerin genellikle güç veya rütbeye göre sınıflandırıldığına değinmektedir. İnsan toplumu bu boyutta oldukça değişkendir, kast temelli askeri kültürlerden avcı-toplayıcı ve inatlı eşitlikçi kültürlere kadar uzanan geniş bir yelpazeye sahiptir. Haidt (2000, 2003b) farklı kültürlerde insanların ve sosyal kuruluşların dikey bir boyutta sıralandığını savundu; yukarıda tanrılar, melekler ve azizler ve aşağıda ise hayvanlar ve şeytanlar vardı. “Yükselişe karşı yozlaşma”, “saflığa karşı kirlilik” ve en genel olarak “kutsallığa karşı hayvanlık”. Böyle bir scala naturae ya da “varoluş zinciri” ilk olarak Plato ve Aristoteles tarafından yaratılıştaki her şeyin mükemmellik derecesine bir açıklama olarak formüle edildi. Tepede Tanrı, ruhlar ve insanoğlu; aşağıda hayvanlar, bitkiler, kayalar ve en son olarak da şekilsiz nesneler…
SEZGİSEL TEOLOG Tetlock, Kristel, Elson, Green, Lerner (2000) insanların çoğu yargı ve seçim literatüründe kabul söylenen iki işlevsel çerçeveyi incelemiştir: Sezgisel bilim adamının çerçevesi, doğruluğu maksimize etme çabasıdır ve sezgisel ekonomistin çerçevesi faydayı maksimize etme çabasıdır. Kendisinin ve arkadaşlarının bir dizi çalışması şunu ortaya koymuştur ki bu iki faydacı çerçeve, insanların varoluşsal ihtiyaçlarını karşılamak için çalışıyor gibi göründüğü fenomenlerin çeşitliliğini hesap edemez. Tetlock, insanların öfke, tiksinti, acımasız niteliklerine yanıt verdiğini öne süren ve kolektif vicdanı tehdit eden bireylere yönelik ceza verilmesine hevesli “kutsal değer koruma modeli” bakımından elde edilen bulguları düzenlemektedir. Bir başka deyişle, insanlar dünyayı kolayca iyi ve kötü olarak ikiye ayırmakla kalmaz aynı zamanda insanların düşüncelerinin doğru mu yoksa yanlış mı olduğu konusunda da hemen bir yargıya varmaya hazırdırlar. Hala sorgulamaya devam edebildiğimiz için bu nihai bir cevap değildir. Peki, neden kutsal değerleri korumamız gerekiyor?
TERÖR YÖNETİM KURAMI Terör yönetim kuramı ahlaki gelişimin ardındaki güdülenimi açıklamak için çalışmaları Becker’ın (1973) üzerine çekiyor. Çünkü insanlar öleceklerini biliyorlar ve sürekli olarak bu korkuyu geçiştirmeye veya bastırmaya ihtiyacı duyuyorlar. İnsanlar kahramanca hikâyeler oluşturup anlatarak kısmen bunu yapıyorlar. Kötülüğe karşı bir ekip mücadelesinin parçası olduklarına inanarak ve anlamlı bir dünya görüşü ile kişi bunu elde etmeye çalışır.
SOSYAL BİLİŞİN BOYUTLARI: HİYERARŞİSİ, DAYANIŞMA VE TEOLOJİ Yukarıda açıklanan kuramlar ahlaki gelişiminin yaygın olgusunu anlamamızı sağlayabilir. İnsanlar azizlerin ve şeytanların dünyasında yaşamak istiyor gibi görünüyor, ancak ahlaki gerçeklik bulanık olduğundan, bu bilinmezliğe ışık tutmak amacıyla çeşitli mekanizmalar geliştirmişlerdir. Bu bölümde şu ana kadar tarif edilene tamamlayıcı bir ek mekanizma öneriyoruz. İnsanların sosyal bilişi en az 3 boyuta yayılmış olan sosyal dünyayı görmeleri için tasarlanmıştır, biri de ahlaki boyuttur. İnsanlar birbirleriyle etkileşim içinde olduğundan, otomatik olarak birbirleri hakkında cinsiyet ve ırk gibi birkaç mutlak yargıya varmaktadır. Ama kişiyle ilgili diğer birçok değerlendirme görecelidir. Sosyal kuramcılar genellikle diğer primatların hayatını açıkça görebildikleri iki boyut üzerinde durur (de Waal, 1996). İlk yatay boyut “dayanışma” veya “yakınlık” olarak adlandırılır, herhangi bir
130
BİZİ AZİZLER VE ŞEYTANLAR HAKKINDA BİLGİLENDİREN DUYGULAR Birçok duygu yaklaşımı biliş, motivasyon ve davranış değişimlerini tetikleyen valense değerlendirmelerine odaklanmıştır (Frijda, 1986; Schwarz&Clore, 1996). Biz kişinin hareketlerini standartlar ve beklentilerle değerlendirmekle kendimizi sınırlarsak, kendini ötekine karşı değerlendiren, pozitife karşı negatif değerlendirmeyle çatışan bir düzlem oluşturmuş oluruz. İyi ameller konusunda bildirilen motivasyonlar şu ahlaki duygu işleyişini öne sürer, bu insanları toplumsal dünyanın durumu hakkında düşündüren ve bunu geliştirmeleri gerektiğini hissettiren bir duygudur. Katılımcılar iyi amellerini ve iyi insan olmayı diğer insanlara anlatmak istediklerini bildirmektedir. Aksine kötü ameller iyi amellerin tersine kişinin kendisiyle ilişkili nefret ve öfke durumuyla ortaya çıkar: Başkalarına kötü kişi hakkında konuşmak ve kişiyi doğrudan cezalandırmak ya da eleştirmek. İlginçtir ki bu iki gruptan da katılımcılar genellikle sosyal dünyalarındaki insanlardan saygı, hayranlık ya da takdir aldıklarını bildirir. Teolojinin dikey boyutunda hipotezimiz diğer insanların bakış açısına dayanarak uygun bir dengeyi ya da skoru muhafaza etmekle ilgilidir. İnsanların iyi ve kötü amelleri bu boyutta puanlarının değişmesine neden olur ve her değişimde bizler bir şey hissederiz. Bu duygular etkileşim için arzularımızı şekillendirmemize yardımcı olan bir çeşit bilgi türüdür (Schwarz&Clore, 1996). Önemli biçimde bu duyguları yaşayan insanlar kendi davranış ve motivasyonlarıyla iyi ve kötü ameller arasındaki ayrımı geliştirmek adına üstlerine düşeni yapmışlardır. Onlar sadece toplumu övmek veya yermekle kalmamış aynı zamanda yeni yollarla başkalarıyla olan ilişkilerini düşünmüşlerdir. İyi ameller genellikle erdemli diğer güçlü ilişkiler için bir arzu doğururken, kötü ameller tam tersi şekildedir. Bu bulgular Rozin, Lowery, Imada, Haidt (1999) önceki çalışmalarında “CAD” üçlü hipotezi olarak yer almıştır. CAD hipotezi, bu üç “karşı-eleştiri” içeren duygu yani hor görme, nefret ve öfke; toplum, otonomi ve teoloji ile bağıntılı olduğunu belirtilmektedir (Shweder, Much, Mahapatra, Park,1997).Bu üç etik, kültürler arasında güçlü çeşitlilik gösteren 131
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
ahlaki kaygı kümeleri veya hedefleri olarak düşünülebilir. Rozin (1999) katılımcıları tarafından bu üç etik şu şekilde verilmiştir: 1. (Özerklik etiği). Bireysel özgürlük / hak ihlalleri 2. (Topluluk etiği). Toplum / hiyerarşi ihlalleri 3. (Teoloji etiği). İlahiyat / Saflık İhlalleri CAD çalışması ahlaki dünyada duygusal düzen olduğunu ve hor görme, öfke ve tiksinti duygularının ihlallerinin belirli sınıflarına ortak tepkileri olduğunu göstermektedir. Hem CAD hem de Algoe ve Haidt çalışmaları şunu göstermektedir, öfke hak ihlallerine verilen en yaygın duygusal tepkidir; ancak bu nefret genellikle insanların eylemlerinin aşağılayıcı ve kalitesiz algılandığı alt sınıf bir olgu olarak görülür.
AHLAKIN VAROLUŞ PSİKOLOJİSİNE İLİŞKİN GELECEĞİ Azizler ve şeytanlarla, kahramanlar ve kötü adamlarla dolu ahlaki dünyanın yaratılışı gibi varoluşsal kaygılar insani reaksiyonların önemli bir parçası gibi görünüyor. Ahlaki gelişim gibi süreçler insanlara daha büyük bir kozmik mücadelenin parçası olduğu fikrini vermeye yardımcı olabilir ve önemli bir role sahip olduklarını hatırlatabilir. Ahlak, bu nedenle deneysel varoluş psikolojisinin geleceği için önemli bir alan olabilir. TMT ile çalışırken ölüm belirginliğinin ile ilgili anti-sosyal hem prososyal davranış etkilerini kanıtlamaya yeni başlamıştık ve varoluşsal psikolojinin ilham ve hipotez olarak iki yeni kaynak barındırdığını gördük. İlk olarak Freud’un mitlerde ve diğer kültürlerin uygulamalarında incelediği gibi varoluşsal psikolojinin, kültürel psikoloji ve psikolojik antropoloji ile bağlantılarının kurulmasını sağlanmalıdır. Zihinsel süreçler bazı kültürlerde diğerlerine göre denetim için daha net canlı ve kullanılabilir. Örneğin, saflık (masumiyet) ve kirlilik, hiyerarşiye bağlı işler ve kast bölünmeler Hindistan’da antropologlar tarafından gözlemlenmiştir ve bu psikososyal gerçekler anlam ve aidiyet bilinci ile Hint kültürünü tanımada önemli bir rol oynamaktadır. Yine aynı işlemlerin birçoğu modern batı kültürlerinde de işe yaramış gibi görünmektedir. İkinci olarak, psikoloji şu anda bir pozitif psikolojinin doğumunu yaşıyor gibi, varoluşsal psikologların varoluşsal pozitif psikoloji gibi bir şey olup olmadığını düşünmek gerekebilir. Freud ve Becker’ ın çalışmalarındaki varoluş psikolojisinin kökenin; ölüm korkusu, anksiyete, yalıtım ve bir içsel anlamsız dünyada anlam arayışı gibi olguların alanın merkezine dayandığını kesin olarak kabul ederler. Ama deneysel varoluşsal psikologlar, hayatın olumlu parçalarını her zaman korku, yalnızlık, yabancılaşma gibi reaksiyonların tahrik ettiği gibi otomatik varsayımlar konusunda dikkatli olmalarıdır. Maslov (1970), işyerinde pozitif ve gelişim odaklı süreçlerin ve motiflerin olabileceğini söylemektedir. Böyle yükseklik ve huşu gibi olumlu duygular, olası bir başlangıç noktası sunmaktadır (Fredrickson, 1998; Keltner&Haidt, 2003). Varoluşsal psikoloji ve pozitif psikoloji birbirlerine zorbalığı önlemek için yardımcı olabilir. William James (1902/1961) “Gerçekte, insanlığın ortak içgüdüsü, özünde her zaman dünyanın kahramanlık için bir tiyatro olmasına olanak sağlamıştır.” demiştir. Eğer öyleyse, o zaman yücelme ve iğreti gibi ahlaki mübalağa ve duygular sahnenin kurulmasına yardım ederler.
132
BÖLÜM 21 TOPLUM DIŞINA İTİLME VEYA DIŞLANMA (OSTRACISM) ÖLÜM ÜZERİNE BİR METAFOR
133
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
James’ın Psikolojinin İlkeleri adlı eseri sosyal benliğin kabulü ve sürdürülmesi için sosyal olarak tanınma ve dâhil edilme ihtiyacını özetlemektedir. Sosyal benlik diğerlerinin mevcudiyetinde oluşmakta ve yansıtılmaktadır (Mead, 1934); fakat bu mevcudiyet sadece bireyi dikkate aldığında kanıt gösterebiliriz. Bu, pozitif sosyal etkileşimde gelişmektedir. Negatif etkileşimde ise zedelenir, fakat herhangi bir etkileşim olmadığında da psikolojik bir belirsizliğe bağlı kalır. Sosyal hayatın zengin dokusuna dokunma ihtiyacımız ne kadar umutsuz olursa, reddedilme ve dışlanmak için fiziksel saldırıyı tercih etmemiz o kadar şaşırtıcı olmayacaktır. James’in bir asır önceki bilgi dolu görüşü sosyal dışlanma ve reddedilme konusu olarak psikolojide yeniden ilgi görmüştür (bkz. Williams, 2001).
kabiliyetlerini anlamlandırmak için ölümün neye benzediğini gerekçelendirirler: Bu bireyler hayatlarını sürdürürken tanıdığı kişileri izleyebilirler ama özellikle tipik duygusal anlamda. Bu nedenle Cotard’ın yanılgısıyla bireyler duyguları olmadığı sonucunu çıkarırlar çünkü bu bireyler ölmüştür. Halüsinasyonların bu ürkütücü yanılgıyla birlikte olsun ya da olmasın depresyon her zaman bununla ilişkilidir. Bugüne kadar yaptığımız açıklamalar doğrultusunda, dışlanma üst düzey bir karmaşık sosyal davranış olarak görülebilir. Bununla birlikte, bu insanlara mahsus değildir. Belirli bir bölgeden gelen davetsiz misafirleri engelleyen ve diğerlerini yiyecek ve çiftleşme fırsatından alıkoyan içgüdüsel davranışlar hayvanlar arasında yaygındır (Kurzban & Leary, 2001). Dahası; kuş, aslan ve primatlar gibi hayvanlar arasında hiyerarşik durum söz konusudur ve dışlanmalara neden olmaktadır. Buna ek olarak primatlar liderlik girişimlerinde başarısız olan, hastalanan ya da anormal davranış sergileyen grup üyelerini de dışlamaktadır (Waal, 1986; Goodall, 1986).
Bu kitabın ana temasına uygun olarak kişinin hayatındaki temel gerçekliklerireddedilme ve dışlanmanın kaçınılmazlığını- kabullenmesindeki insan çabasını araştırmak için deneysel metotları kullanan araştırmayı ortaya atıyoruz. Bu bölümde sosyal dışlanmanın teorik bir modelinin temel öğretilerini tarif ediyoruz ve bu modelin öngörülerin ışık tutan araştırmayı inceliyoruz. Sonra da sosyal dışlanmanın sonuçlarını inceleyerek devam edeceğiz ve dışlanma ve ölümü hatırlatan unsurlar arasındaki benzerlikleri tartışarak sonuca ulaşacağız.
DIŞLANMA NEDİR? Dışlanma bir bireyin ya da grubun diğer bireyleri ya da grupları dışladığında veya reddettiğinde ortaya çıkmaktadır (Williams, 1997). Bu, tarih boyunca bildirilen ve tüm kültürlerin ötesine geçen yaygın ya da caydırıcı bir sosyal olgudur. “Dışlanma” terimi eski yunandan gelmektedir. “Sessiz muamele”, “Soğuk muamele”, “çağ dışı” ve “sakınma” gibi dışlanmaya atıfta bulunan birçok terim bu sosyal olgunun aynı anda her yerde oluşunu yansıtmaktadır. Aslında dışlanmanın gerçek etkilerinin azımsandığı görülmektedir. Dışlanma tasvip edilmeyen davranış karşısında kurumlar, küçük gruplar ve bireyler tarafından kullanılmaktadır. Bununla birlikte dışlanma her zaman cezai bir ölçüt olarak kullanılmamaktadır. Ortaya çıkmasının bir çok nedeni vardır; çünkü dikkate değer olarak düşünülmemektedir. Wertmülle’in Swept Away filminde (Cardarelli & Wertmüller, 1975), alt sınıf kahramanı Gennarino, Rafaella adında güzel ve zengin bir kadından dolayı lüks bir yatta iş bulur. Daha sonra alçak gönüllükten yoksun bu kadın Gennarino’yu bir hayvandan bile değersiz görmektedir. Bu nedenle Dışlanmak bir cezalandırma eyleminden ziyade dikkate alınmamayı da yansıtmaktadır. Kişinin sosyal networkundan koparılmasındaki kötü sonuçların olağanüstü durumlarından biri ilk antropolojik literatürden gelmektedir. Ölümün büyülü ritüellerden, sihirden ve lanetlemelerden ileri geldiği inancı Afrika, Avustralya, Yeni Zelanda ve Pasifik Adalarındaki birçok kabile insanları arasında yaygındır (Zusne & Jones, 1989). Aborjin kültürünün kolektif doğası sosyal bağlantılarına yerleşen Aborjinlerin önemini vurgular. Kaderin ölüm büyüsüyle ve buna ek olarak arkadaşlar ve aile tarafından dışlanmakla belirlendiği inancı vardır. Talihsiz bireyler genellikle perişan olarak yaşar. (Cannon, 1942). Cotard’ın yanılgısından mustarip bazı insanlar vardır. Bu kişiler ölü olduklarına, var olmadıklarına inanırlar. Kendi ölümlerini yansıtma
134
Bu tür hayvan davranışlarının insan davranışlarıyla benzerlik göstermesiyle ilgili olarak dışlanma birçok tür arasında benzer bir işleve hizmet eden derin ve ilkel bir tepkiyi temsil eder. Ne var ki insanlar arasındaki dışlanma zengin ve karmaşık bir sosyal dünya aracılığıyla ortaya çıkmaktadır ve dışlanmanın nedenleri ve sonuçları bu karmaşıklığı yansıtmaktadır. Bu nedenle insanlardaki dışlanma bölgeyle, hiyerarşi statüsüyle ya da hastalıkla sınıflandırılamaz. İnsanların idrak etme kapasitesi vardır ve bunu kendi ölümleri üzerine yansıttıkları için dışlanma güçlü ve somut bir ölüm metaforunu temsil eder. Dışlanmanın çoğu günlük örneği kişinin kısa bir zaman aralığında reddedildiği dönemleri kapsar. Bir arkadaşınız elektronik postanıza cevap vermediğinde, üstleriniz sizi tebrik etmediğinde ya da eşiniz bir tartışmadan sonra size sessiz muamelede bulunduğunda dışlanma durumu birkaç dakikadan bir kaç güne kadar herhangi bir yerde sürebilir. Dışlanma üzerine yapılan araştırmaların çoğu bu kısa zaman aralığını içerir. Çünkü bunlar etik olarak ve basitçe laboratuvarda araştırılabilir. Bununla birlikte birçok insan için dışlanma aralığı aylar ya da yıllar alabilir ve çaresizliğe, umutsuzluğa ve depresyona neden olabilir (Faulkner & Williams, 1995; Williams & Zadro, 1999, 2001). Bir araştırma çalışmasında Faulkner ve Williams, hayatının son 40 yılında kocası tarafından dışlanan “Lee” adında bir kadının trajik durumunu ele almışlardır. Son 40 yıldır Lee ve kocası aynı masada asla yemek yememişlerdir, kocası Lee ile bir göz temasında bulunmamış ve karşılıklı bir sohbete girmemişlerdir. İronik olarak ömür boyu dışlanma azabının ardından Lee bile bunun ilk kez nasıl başladığını bilmiyordu. 70’lerinde Lee şunu dile getirmişti: “Keşke sessiz muamele yerine bana vursaydı; çünkü en azından bu şekilde ben de bir tepki verebilirdim. Bu durum hayatımı altüst etti ve şimdi mutluluk için hiçbir şansım yok.” (Williams, 1997). Kanıtların kısa dönemli dışlanmaya odaklanmasına rağmen en azından aynı süreçlerin hem kısa hem de uzun dönemli dışlanmayı vurguladığını ileri süren bazı kanıtlar da vardır. (bkz. Williams, 1997, 2001). Buna göre laboratuvar araştırmalarımız daha kalıcı dışlanma görülerini de elde etmiştir. Dışlanma üzerine olan bu görüşü sürdüreceğiz ve Williams’ın sosyal dışlanma modelini tartışacağız. Bu derlemede aynı zamanda sosyal dışlanma ve reddedilme üzerine ilişkili literatürden gelen bulguları sorgulayacağız.
135
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DIŞLANMA KORKUSU MODELİ Sosyal Psikoloji Teorisine ve dışlanma literatüründen elde edilen ampirik bulgulara dayanarak, Williams (1997,2001) bir dışlanma modeli ileri sürdü. Bu model, sistematik ve teorik araştırmaların ilerlemesi için bir çalışma alanı sağlamayı niyetler. William’ın modeli dışlanmayı ve dışlanma tepkilerini hafifleten ve ona aracı olan taksonomi boyutları, öncel koşulları ve çeşitlilikleri detaylandırmaktadır. Taksonomi bünyesinde düşündüğümüz bir ayrım varoluşsal psikoloji ile ilgilidir. Ne var ki birçok dışlanma motifi kasıtlı ve cezalandırıcıdır. Bu motifler çalıştığında, dışlanan kişinin dikkate değer olmadığını ima eder. Dikkate değer olmamaları sanki var olmamışlar gibi olmalarını hissettirmektedir. Cezalandırma ve değer eksikliğini gösteren dışlanma sonuçları dışlanmanın bireysel ve eş zamanlı olarak 4 temel ihtiyacı tehdit eden model temelindedir.
Tehdit Altındaki İhtiyaçlar Kişi dışlandığında veya reddedildiğinde aitlik, benlik saygısı, kontrol, anlamlı varoluşu tehlike altına girer. Bu ihtiyaçların her biri insan refahı için birinci derecede önemli olduğu ve bunları birçok sosyal davranışın temelini oluşturduğu ileri süren sayısız kanıt vardır. (Smith& Mackie, 1995). Buna göre bunların sadece dışlanmadan etkilendiğini ileri sürmüyoruz; her ihtiyacın diğerlerini içerebileceğini ya da sınıflandırabileceğini ileri sürdüğüne dair kanıt da vardır. Örneğin; sosyometri hipotezlerine göre, öz saygı, aitlik ihtiyacı tehdit altındayken bir indikatör görevi görebilmektedir (Leary, Tambor, Terdal, & Downs, 1995). Ayrıca, öz saygının, insanların varoluşsal anlamsızlığı hatırlatan unsurları tamponlamasında kritik bir rol oynadığı vurgulanmaktadır.
Aitlik Dışlanma diğerleriyle sık, olumlu ve istikrarlı bağlantı- aitlik ihtiyacımızı tehlikeye düşürür. Samimiyet ve bağlılık incelemesinde, Baumeister ve Leary (1995) ait olma ihtiyacının duygusal istikrar için önemli olduğunu ve aşınmış aitlik ihtiyacının; depresyon, kaygı ve zihinsel hastalıklar gibi negatif psikolojik ve fiziksel bir dizi sonuçla ilişkili olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca, yakın kişilerarası yakın ilişkilerden hoşlanmayanlar yakın bir sosyal ağın parçası olanlardan daha fazla suça ve anti-sosyal davranışı benimseme eğilimindedir. Evrim açısından, diğerleriyle sosyal gruplarda bir arada olmak üreme ve diğer kaynaklar için olan fırsatları artırma avantajını sunar. Diğer reddedilme şekilleriyle karşılaştırıldığında dışlanma ait olma ihtiyacına çok güçlü bir tehdit oluşturur çünkü dışlanan kimseyle sosyal bir iletişimin koparılmasını temsil eder. Diğer sözlü şekiller ve fiziksel saldırganlık, reddedilme korkularını tetikleme ihtimaline karşın, hala dışlanan bireyin varlığını kabullenmektedir ve dışlanan kişinin kaynak ile sosyal bir bağ kurmasını sağlar.
araştırma bu muamele için kendini küçültücü gerekçelere neden olur. İlgili bağlamda Sommet ve Baumeister (2002) düşük öz saygılı kişilerin dışlandıklarında kendini küçültmeye eğilimli olduklarını ileri sürmüştür.
Anlam Varlığı Dışlanma tarafından tehdit edildi öne sürülen nihai ihtiyaç anlam varlığıdır. Terör Yönetim Kuramı literatüründen sağlanan ampirik kanıt, insanların kendini varlığın anlamsızlığından ve ölüm gerçeğinin kaçınılmazlığı bilgisinden gelen terörden tamponlama girişimini vurgular (Solomon, Greenberg, & Pyszczynski). Dışlanma, diğer kişiler arası çatışma şekillerinden daha fazla, dışlanan kimseyi sosyal ağlarından daha fazla ayırmayı içerir. Etkili bir şekilde dışlanan kimse sosyal bir varlık olmaya son verir. Bu sosyal ölümün canlı bir örneğinde Sudnow (1967), hastane personelinin hastaları (klinik olarak ölmeden önce) görmezden geldiğini nitelemiştir. Daha da korkuncu, iki hekim ölmek üzere olan bir hastanın otopsisini yatağın başındayken bile konuşmuşlardır. Varlıklarını savunmak ve sosyal varlıklarını kurmak için dışlanan bireyler dikkat çekmeye girişebilirler, bu dikkat olumsuz bile olsa. Ayrıca, dışlanmayı niteleyen dikkat çekme dışlanan kişinin geçici varlığını hatırlatabilir. Etkisizlik ve görünmezlik durumuna düşürülen dışlanan kişinin kendi varlığını sorgulaması şaşırtıcı değildir.
Dışlanmaya Olan Tepkiler William’ın modeli dışlanma karşısındaki kaçınılmaz ve otomatik tepkinin olumsuz duyguyla, duyguları incitmekle ve psikolojik uyarılmayla olduğunu ileri sürmektedir. Bununla birlikte bu otomatik tepkiden sonra dışlanan bireylerden tehdit altındaki ihtiyaçlarını düzeltmek için davranışsal duygusal ve bilişsel olarak kontrollü eylemleri de benimsemeleri beklenmektedir. Tehdit altındaki ihtiyaçları düzeltme girişimlerin, dışlanmanın kısa süreli ve sık eylemlerinin sonuçlarıyla sınırlı olması beklenmektedir. Kronik ve uzun süreli dışlanma durumunda, tüketilen başa çıkma kaynakları, yabancılaşma, umutsuzluk ve depresyona yol açabilir.
DIŞLANMA VE TEHDİT ALTINDAKİ İHTİYAÇLAR ÜZERİNE ARAŞTIRMA Kapsayıcı Statüleri Geliştirme
Yüksek benlik saygısını edinme ihtiyacı dışlanma tarafından tehdit edilen bir diğer hayati ihtiyaçtır. Yüksek benlik saygısı psikolojik refah için uyumsal ve gereklidir. Diğerleri tarafından değersiz gibi görülüp dışlanmak dışlanan kişinin öz saygısını tehdit etmek için yeterlidir. Bununla birlikte dışlanma nedenleri açık olmadığında dışlanan kişi niçin dışlandığıyla ilgili nedenleri araştırmak ister. Ne yazık ki, bu tarz bir
Dışlanan kişiler onları dışlayan kişilerle sosyal bağları yeniden kurarak ya da diğerlerine bağlanarak tehdit altındaki ihtiyaçları tekrardan kazanabilir. Özür dilemek veya uyumlu olma girişimi gibi toplum yanlısı davranışın aitlik (diğerlerine bağlanma) ve öz saygıyı uygulama ihtiyaçlarıyla güdülenmesi gerekir. Başarılı bir dâhil olmanın ardından kontrol ve anlamlı var olma (sosyal varlığın olumlanması, tanınma ve dikkat) ihtiyaçlarının da aynı zamanda yerine getirilmesi gerekir. Modelin varsayımlarını test etmek için Williams minimal dışlanma paradigmasını geliştirmiştir (bkz. Williams, 1997; Williams & Sommer, 1997). Dışlanmaya olan toplum yanlısı tepkiler aitlik tehlikeye girdiğinde sosyal bilgiye odaklanma eğiliminde bir artış yansıtabilir. Gardner, Pickett ve Brewer (2000) bir sohbet odasında tartışma dışında bırakılmış katılımcıların bir günde sunulan sosyal bilginin yüksek bir angısını gösterdiklerini
136
137
Öz Saygı
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
ortaya çıkarmışlardır. Ayrıca sosyal bilgiye odaklanmanın aitlik ihtiyacını yeniden güçlendirme isteğini temsil ettiğini ileri sürmüşlerdir.
Dışlanmaya karşısındaki agresif tepkiyi kontrol rolünü araştırma girişiminde Warburton (2002) dışlanan kişileri kontrollü ve kontrolsüz caydırıcı uyarana maruz bıraktı ve ardından onlara saldırma fırsatı verdi. Ball - Tossing aşamasını tamamladıktan sonra katılımcılar kontrolsüz caydırıcı gürültü patlamalarına maruz bırakılmıştır ve katılımcılara her gürültü patlaması başlangıcında kişisel kontrol verilmiştir. Deneyin son aşaması Lieberma, Solomon, Greenberg ve McGregor’un saldırı ölçümünden oluşmuştur. Katılımcılara deneyi yapan kişiye katılmak üzere bir başka bilinmeyen katılımcıya tatması için bir yiyecek dağıtma fırsatı verilmiştir. Her durumda örnek yiyecek sıcak biber sosu oldu ve bu sosun miktarı, saldırı ölçütü olarak hizmet gören katılımcılar tarafından paylaştırıldı.
Kontrol Hakkını Savunma ve İlgi İsteği Birlikte yapılan görevlerde artan bir çaba ve uygunluk olarak dışlanmaya olan toplum yanlısı tepkilerin kapsayıcı statüyü (aitlik) ve olumu olarak değerlendirilme (öz saygı) girişimlerini yansıtabildiğini ileri sürmüştük. Ancak, kontrol ve anlam varlığı ihtiyaçlarını güçlendirme girişimleri yeniden dâhil edilme şansına engel olabilmektedir. Kontrol açısından, Bir kişinin etkileşim boyunca güçsüzlükle ilişkili ve aitlik, öz saygı ve anlam varlığına genel tehdit oluşturan unsurlarla ilişkili hayal kırıklığının üstesinden gelebilmesinin tek yolu agresif bir şekilde tepki vermektedir. Aynı şekilde, anlamlı varlığına olan tehditler kışkırtıcı, anti sosyal ve agresif davranışlarla sonuçlanan ilgi ve tanınmayı sağlamak için gerçekleştirilen umutsuz girişimlerle ilişkilidir. Dışlanma ve davranışsal bir kontrol ölçümü arasındaki ilişkiyi araştırmak için ilk adım olarak Lawson ve Williams (1998) Ball- Tossing paradigmasını kullanan dışlanmış ve kabul edilmiş katılımcılar tanımladılar. Ancak her ikisi de birbiriyle arkadaş ya da yabancı olarak hayret uyandırdı. Ball - Tossing görevinden sonra katılımcılara diğer katılımcının (üçüncü) baktığı gizli bir kartı tanımlama görevi verildi. Araştırma iki arkadaşı tarafından dışlanan katılıcının kabullenilen katılımcılardan daha fazla başını çevirme arzusu olduğunu göstermiştir. Bir izlem çalışmasında arkadaşları tarafından dışlanan katılımcılar Kontrol skalası isteğinin durum formunda daha fazla kontrol ihtiyacı göstermişlerdir. Bu bulgular dışlanmanın kontrol ihtiyacını artırdığını göstermektedir ve fırsat olduğunda, ilişkisiz bir duruda kontrol kazanmak olsa bile dışlanan kişiler bu kontrolü tekrar kazanma girişiminde bulunacaklardır. Ayrıca, etkileşim sırasında güçsüzlükle ilişkili hayal kırıklığı, özellikle dışlanan kişi yakın kişisel iletişimleri paylaşan insanlarla anlamsız bir etkileşime maruz kaldığında belirginleşmektedir. Dışlanmaya karşı kontrol ve tanınmayı tekrar kazanma girişimi anti sosyal ya da agresif davranışlar olarak ortaya çıkabilir. Dışlanan kişiler ilginç bir şekilde çelişkili güdüler hissedebilirler. Bir yandan ait olma ve öz saygı ihtiyaçları tarafından yönetilen dâhil olma durumunu geliştirmeye güdülenirler. Diğer yandan kontrol sağlama ve ilgiyi ele geçirme girişimlerinin diğerlerini uzaklaştırıcı etkisi olabilmektedir.
Sonuçlar, dışlanmanın agresif tepkiyi yükselttiğini göstermiştir fakat bu sadece kontrolsüz caydırıcı gürültüye maruz kalan kişiler için geçerliydi. En önemlisi, kişisel kontrol duygusunu iyileştirme fırsatı verilen dışlanmış kişiler artık dışlanmayan katılıcılardan daha fazla saldırgan değildi. Bu araştırmayı birlikte ele alacak olursak, tehdit altındaki ihtiyaçları iyileştirme girişiminde kişiler toplum yanlısı bir davranış sergileyerek sosyal bağlarını iyileştirme girişimi göstermişlerdir. Ancak kontrol ve anlamlı varoluş ihtiyacı için olan tehdit altındaki ihtiyaçlar tekrar dahil olma amacına zarar verici olan davranışlara yol açabilir ve tehdit altındaki kontrol ve anlam varlığına karşın kışkırtıcı ve agresif tepkiler genellikle örtülü olmaktadır.
Deneysel Araştırmalardan Ortaya Çıkan Diğer Bulgular Dışlanmanın sonuçları ister toplum yanlısı (prososyal) ya da ister toplum karşıtı (antisosyal) olsun, ağır basan bulgu negatif etki olarak görülemez; çünkü dışlanma olumsuz etkiyi artırsa da duygu durum, dışlanma ve sonuçları arasındaki ilişkiye aracı olmaz (Twenge, 2001; Williams, 2000). Dışlanma karşısındaki bu derin ve ilke tepki Cyberbell paradigması kullanan iki araştırmayla gösterilmiştir. (Zadro,Williams, & Richardson, 2003). İlk deneyde katılımcılara yakındaki üniversitelerden iki diğer katılımcıyla Cyberball oynaması ya da bilgisayar oyunu oynanması söylenmiştir. Katılımcılardan yarısı dışlanmış diğer yarısı ise dışlanmamıştı. Aitlik, kontrol, özsaygı ve anlam varoluşu ile ilgili dört ihtiyaç ve duygu durum ölçülmüştür. Bireyler dışlandığında bu dört ihtiyaç ve duygu durum düşüş göstermişti.
Dışlanma karşısındaki anti sosyal tepkiler, Twenge, Baummeister, Tice ve Stucke tarafından yapılan bir dizi araştırmayla gözlemlenmiştir. (2001). Bu deneylerde sosyal dışlanma, diğer katılımcılar tarafından reddedildiklerinin dışlanan katılımcılara bildirilmesiyle ya da yalnız bir hayat geçirmeye son vermeyi gösteren yanlış bir geribildirimin sağlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Daha sonra Katılımcılara onları aşağılayan diğer bir kişiye saldırma fırsatı verilmiştir. Beklenildiği gibi, dışlanan kişiler çok fazla negatif gelişim göstermiştir ve bir bilgisayar yarışmasında çok yüksek seviyedeki beyaz bir gürültüyle bu kişiye bas bas bağırmıştır. Ayrıca dışlanan insanlar dışlanmayanlara oranla suçsuz bir insana çok daha yüksek seviye bir ses tonuyla bağırmıştır. Ancak, yabancı kişi övgüde bulunduğunda dışlanan kişiler o kadar çok agresif değildi. Övgü belki de öz saygı ve aitlik duygularının korunmasına etki etmiş olabilirdi ve kontrol ihtiyaçlarını azaltmıştı.
İkinci çalışmada Zadro ve çalışma arkadaşları (2003) katılımcıların diğerlerine inanıp inanmadığıyla ilgili daha önce bahsi geçen güdümlemeler incelendi. Dışlananlar için İhtiyaç ve duygu durum seviyelerinde önemli düşüşler görülmüştür. Fakat bilgisayar ya da insanla oynamaları farklılık yaratmamıştır. Bu sonuçlar, dışlanma dalgasının tehdit ihtiyaçlarını gösteren otomatik tepkileri tetiklemek için yeterli olduğunu göstermiştir. Bu otomatik tepkiler evrimsel olarak adapte olmuş görülmektedir: Bu ihtiyaçlar karşısındaki tehditler, sosyal ve fiziksel olarak hayatı sürdürme açısından gerçek etkilere sahiptir. Özetlemek gerekirse dışlanma üzerine yapılan araştırma kısa süreli dışlanmayı araştırmak için etkili olarak kullanılan birçok deneysel paradigmaların gelişimine yol açmıştır. Çeşitli dışlanma paradigmalarını kullanan birçok deneysel araştırma sonuçları William modelinin anahtar varsayımına destek sağlamıştır ve dışlanmaya olan duyarlılığın temel ve düşük seviyeli bir süreç olduğunu göstermiştir.
138
139
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DIŞLANMA VE SOSYAL ÖLÜM Deneysel araştırmalarımız dışlanmanın güçlü bir şekilde aitlik, öz- saygı, kontrol ve anlam varlığı ihtiyaçlarına tehdit olduğunu göstermiştir. Ayrıca dışlanan insanların aitlik ve öz- saygı (işbirliği, uyumluluk ve bağlanma) ve kontrol duygularını iyileştirmeye teşebbüs ettiğini gösteren davranışsal kanıt elde ettik. Kontrol için olduğu gibi anlam varlığını iyileştirmek anti-sosyal ve agresif davranışa neden olabilir. Ancak anlam varlığı ve dışlanma arasındaki ilişkinin kanıtı, dışlanmalarının ardından katılımcıların kendi verdiği verilere göre sağlanan puana (Anlamlı hissediyorum, yokmuşum gibi hissediyorum) ve nitelikli dışlanma çalışmalarına dayalıdır Sommer, Williams, Ciarocco, & Baumeister, 2001; Williams et al., 1998).
Terör Yönetim Kuramı Daha önce de belirttiğimiz gibi dışlanma eğer olmasaydık hayat neye benzerdi sorusunu hatırlatmaya hizmet eder. Bu anlamda dışlanma dışlanan kişiye ölüm belirginliği sağlayan bir etkiye sahiptir. Terör Yönetimi araştırmasının büyük bölümü ölüm belirginliğinin, yargı ve tutumlar üzerinde güvenilir ve ön görülebilir etkilere sahip olduğunu ortaya çıkarmıştır. Terör Yönetim Kuramına göre inançlarımız, değerlerimiz- kültürel dünya görüşlerimiz bize yaşamın önemli, sürekli, anlamlı olduğu duygusunu sağlar ve bizi ölüm düşüncesinden kaynaklanan terör felcinden korur.
Dışlanma ve Kültürel Dünya Görüşü Birinin ölümü hakkında yazmak ya da cenaze eviyle yürümek gibi diğer ölüm belirginliği belirtilerinde olduğu gibi dışlanma, dışlanmaya maruz olan insanların kültürel dünya görüşlerine inançlarını artırmak için gerçekleştirdiği girişimleri tetikler. Dışlanma uzmanlarımız tarafından sağlanan çeşitli bulgular bu yorumla benzerdir (bkz Pinel, Long, Landau, & Pyszczynski)
Önyargı Dışlanmanın ırkçılığı artırdığı ve dünya görüşü savunmasını desteklediği açıktır. Diğer dünya görüşleri tehditkârdır çünkü bunları kabullenmek o kişinin kendi dünya görüşünü sarsmaktadır. Bu nedenle diğer dünya görüşlerini ve bunları sahip kişileri küçük görmek, dışlamak Aborjinlere negatif Avrupalılara karşı pozitiflik kavramlarını artırmıştır.
Sosyal Uzlaşılar
görüşlerini doğrulamaya hizmet etmiştir ve dışlanmayla gelen ölüm hatırlatıcılarına ilişkin kaygıyı tamponlamıştır.
İç Grup Üyeler Tarafından Reddedilme William ve çalışma arkadaşlarının dışlanma ve uygunluk çalışmasına, katılımcıların bir dış grup ya da iç grup veya karışık bir grup tarafından dışlandığı bir koşul da dahil edilmiştir. Dışlanma kaynakları ve dışlanacak kişiler arasındaki sosyal bağları güçlendirmenin reddedilmeyi etkileyeceği beklenmiştir. Yani dış grup üyeleri tarafından gerçekleştirilen dışlanma iç grup üyeleri tarafından gerçekleştirilen dışlanmadan daha az olarak katılımcıları etkilemesi gibi. Buna rağmen, dışlanma uygunluğu ikinci bir görevde artırmıştır (dışlanma kaynaklarının grup üyeleri dikkate alınmaksızın). Bununla birlikte iki merak edilen sonuç ortaya çıkmıştır. İlk olarak, tüm deneysel koşullarda sadece bir grup Cyberball topunu kaç kere aldıklarıyla ilgili yanlış olarak ifade vermiştir: iç grup üyeleri tarafından dışlanan katılımcılar ise topu ne kadar sıklıkta aldıklarıyla ilgili tahminlerini çok fazla şişirmişlerdir. Gerçekte bu katılımcıların da topu ne kadar sıklıkla aldığıyla ilgili olarak verdiği tahminler dışlanmayan katılımcılarınki kadardı. İkinci olarak, dışlanma iç grup üyeleri tarafından dışlananların haricinde aitliği tehdit etmekteydi. Yine, dışlanan kişiler, dışlanmayan kişilerle aynı seviyede aitlik göstermiştir. Grup içi üyeler tarafından dışlanan hedefler için elde edilen benzer iki model, aynı katılımcıların dışlanmamış karşıtlarından daha fazla uygun uyumlu olduğu bulgusuyla ters düşmektedir. Özellikle bunların dâhil olma tahminleri ve aitlik ifadeleri dışlanmanın etkisi olmadığını ileri sürmektedir. Ancak, bu hedef katılımcılar dışlanmamış katılımcılardan daha fazla uygunluk gösteriyordu. Williams ve çalışma arkadaşları (2000) bu tutarsızlık için bir açıklama sunmuştur. Buna göre grup içi üyeler tarafından dışlanan kişiler dışlanma durumundan olumsuz olarak etkileniyordu. Fakat bunu kabul etmek istemiyorlardı- belki de kendilerine bile itiraf etmiyorlardı. Aynı fikirde olanlar tarafından dışlandıklarında kültürel dünya görüşlerine inanmayı sağlamak dışlanan hedefler için özellikle zor olmalıydı. Ayrıca, katılımcılar dışlandıklarında, bu sosyal ölüm hatırlatıcısıyla ilişkili kaygıyı yatıştırmak için kültürel dünya görüşlerine olan inançlarını koruma ihtiyacı içindeydiler. Buna göre kültürel dünya görüşlerine olan inançlarını korumak için dışlanan kişiler acıyı en aza indirgemek amacıyla, grup içi üyeler tarafından reddedildiklerini inkâr ediyorlardı.
Benlik Saygısı
Pyszcynski ve çalışma arkadaşları (1996) insanların ölüm belirgine karşı azınlık görüşlerle uzlaşıyı abarttığıyla ilgili bulguları aynı zamanda dışlanma karşısında da elde edilmiştir. Dışlanmanın manipüle edilmesinden sonra Zadro ve Williams katılımcılara Avustralya’nın bir Cumhuriyet mi yoksa monarşi mi olmasından yana oldukları sorulmuştur. Buna ek olarak katılımcılar bu özel duruma genel olarak kaç kişinin katılacağını tahmin ettiler. Genel tahminler bir cumhuriyetten yana açık bir önyargı yansıtıyordu. Bununla birlikte azınlık olan dışlanmış kişiler kendi durumlarıyla anlaşma miktarını abartmışlardır. Azınlık görüşlerin uzlaşılarını abartmak kendi dünya
Terör Yönetim Kuramına göre benlik saygısı, kişinin anlamlı bir evrenin değerli bir üyesi olduğuna dair algıdır. Kabul edilme, reddedilme ve diğer caydırıcı sonuçlarla ilgili olumsuz etkilerin karşılaştırıldığı bir dizi çalışmada, Sommet ve Baumeister (2002) reddedilmenin bireylere olumsuz benlik değerlendirmeleri yapmalarında öz saygı özelliklerinin düşük olmasına yol açtığını ortaya çıkarmıştır. Yüksek öz saygılı bireylerde, reddedilmenin diğerlerine oranla daha düşük olması beklenebilirdi. Ancak, Reddedilme, yüksek öz saygılı insanlarda performansı maksime etmek için gereken çabaları gerçekten artırıyor gibi görünmüştür. Bunu şunu gösterir, yüksek öz saygıları sayesinde bu bireyler çabalarını ve performanslarını geliştirerek reddedilme tehdidine karşı kendilerini savunmak için kapasite ve motivasyona sahiptir. Ölüm belirginliğinde
140
141
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
olduğu gibi bu bulgular, öz saygının reddedilme tehditlerine karşı savunmada önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Bu çalışmalar yakınsak kanıtlar sunmaktadır ve şunu ileri sürer: diğer ölüm belirginliği belirtileri gibi, dışlanma kültürel dünya görüşü savunmalarını tetikleyebilir. Açıkçası, dışlanma ve ölüm belirginliğinin benzer sonuçlara sahip olduklarını göstermek, dışlanmanın bir ölüm belirginliği olduğunu belirtmez. Bu tür sonuçlar dışlanma için tamamen farklı motivasyonel süreçlerle ilgili işlemleri yansıtabilir. Bununla birlikte, bu bulgular dışlanma ve ölüm belirginliği arasındaki ilişkiyi araştırmak için atılan ilk adımdır.
Gelecek Araştırmalar Özbildirim derecelendirmeleri ve nitelikli veriler, dışlanmanın ölüm ve anlamsızlıkla ilişkili olduğunu ileri sürse de sıradaki adım, dışlanmanın gerçekte ölüm belirginliği belirtisi olarak işlev görüp görmediğini araştırmak olacaktır. Bunu, dışlanmış ve dışlanmamış katılımcılarda ölüm ilişkili durumlara erişilebilirliği ölçerek araştırma girişiminde bulunacağız. Ölüm ilişkili durumlara erişilebilirliğin ölçülmesi, Greenberg ve arkadaşları (Arndt, Greenberg, Pyszczynski, & Solomon, 1997) tarafından ölüm belirginliği belirtilerini doğrulamak için yapılan bir kelime tamamlama görevini içermektedir. Teorik düzeyde, varoluşsal yalıtıma yönelik derin bir endişe dışlanma karşısında ek bir tehdit olabilir. Varoluşsal terapist Irvin Yalom (1980) kişinin kendisi ve bir diğeri arasındaki inşa edilemez bir uçurumu fark etmesi durumunda tecrübe ettiği temel insan korkusunu ele almıştır. Dışlanma bu nedenle insanların varoluşsal yalıtım hakkında sahip oldukları derin kaygıların sık ve güçlü bir hatırlatıcısı olarak işlev görmektedir (Pinel, Long, Landau, & Pyszczynski). Bu korku, kavramsal olarak aitlik kaybıyla ilişkiliyken aynı zamanda aynı zamanda bir ayrım da olabilir: gelecekte dışlanma araştırmaları ayırma girişiminde bulunabilir. Belki de dışlanma konusunda ölüm hatırlatıcılarını kışkırtmak için bazı motifler gereklidir. Örneğin; tam bir dışlanma motifi habersizce olduğunda dışlanan kişi “Burada mıyım?” ya da “Gerçekten var mıyım?” gibi soruları sormaya eğilimli olabilir. Dışlanmanın ölüm belirginliğini yarattığını tespit edebilirsek, diğer ihtiyaçları güçlendirme girişimleri ve ölüm belirginliğini sonucu arasında ayırım yapmak önem teşkil edecektir. Her durumda, dışlanmanın sosyal ölümü temsil ettiği tespitinin gelecek araştırmalar için verimli bir yol inşa ettiğine inanıyoruz.
SONUÇ Özetle, güçlü ve caydırıcı sosyal olgu olan dışlanmayla ilgili deneysel araştırmalarımızı açıklamış bulunuyoruz. Bir dizi paradigma kullanarak araştırmalarımız dışlanmanın aitlik ihtiyacını tehdit ettiğini göstermiştir. Dışlanmaya maruz kalınmayla ortaya çıkan tepkiler, prososyal ya da anti sosyal olsun, tehdit altındaki ihtiyaçlarını yerine getirme girişimlerini yansıtır. Dışlanmanın ölüm belirgin etkilerine sahip olabileceğini ve sonuç olarak diğer ölüm belirginliği göstergeleri olarak benzer dünya görüşü savunmalarını tetikleyebileceğini ileri süren kanıtları da sunmuş bulunuyoruz. Aynı zamanda yabancılaşmaya, çaresizliğe, depresyon ve değersizlik gibi duygulara yol açabilen uzun dönemli dışlanma sonuçlarını ele aldık. Cotard yanılgısındaki bireyler gibi var olmamış gibi hissetmek; istek, amaç ve anlam eksikliğine yol açmaktadır.
142
BÖLÜM 22 I- SHARING (BEN PAYLAŞIMI) VAROLUŞSAL İZOLASYON SORUNLARI VE KİŞİLERARASI VE GRUPLAR ARASI ÇIKARIMLAR
143
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ Meuller, gerçekliğin yapısını ortaya çıkaran duyularımızın olanaksızlıklarını gözlemlediğinde, insan bilgisinin sınırlarını özetlemekten daha fazlasını yapmıştır. Mueller aynı zamanda varoluşsal yalıtım duygularının (Tam olarak başka birinin dünyayı nasıl tecrübe ettiğini bilemediğimiz gerçeklikten gelen duygular) belirtisini de tanımlamıştır. Basit ya da karmaşık, önemli ya da önemsiz, kısa ya da uzun herhangi bir uyaran için, kendi duyu organlarımızla ve yüksek düzeydeki algı araçlarımızla bu uyaranı süzgeçten geçirmeliyiz. İnsanların görsel, kokuyla ilgili, işitsel sinirlerini neye benzediklerini, nasıl koktuklarını, nasıl ses çıkardığını bilmek için ödünç alamayız. Deneyimlerini paylaşabilirler fakat emin olmak için kafalarının içine giremeyiz, ya da onlar da bizimkilere giremez. Olgusal deneyimlerimizi diğer insanlarla paylaşma kabiliyetimizin sınırları bizi varoluşsal olarak yalıtılmış hale getirir. Dünya deneyimimiz tamamen kendimize bağlıdır ve bunları bir başka insanla ya da deneyimlerini bizimle paylaşan diğer insanlarla doğrudan paylaşamayız. Yalom (1980) bu yalıtım şeklini iki diğer psikolojik şekle ayırmıştır: Kişiler arası yalıtım ve öz yalıtım. Kişilerarası yalıtım diğerlerinden literal olarak ayrılma sonucu oluşur; örneğin kişi sosyal iletişim açısından sınırlandırıldığında veya geniş bir topluluktan alması gereken daveti almadığında. (Case& Williams). Kişilerarası yalıtım varoluşsal yalıtım duygularını tetiklese de insanlar arkadaşları ve ailesi yanındayken de yalıtılmış olarak hissedebilir. İnsanların kendi özel deneyimleriyle teması kaybetmesinden gelen kişilerarası yalıtım aynı zamanda varoluşsal yalıtımdan ayrılmaktadır. Buna karşın, kişi diğerlerinden ayrılmış hissetmeden de kendini yalnız hissedebilir ya da kişi varoluşsal olarak yalnız hissetmeden diğerlerinden ayrılabilir. Bireysel farklılıkların, insanın varoluşsal yalıtım duygularının sıklığı ve belirginliğine göre oluştuğunu kabul ediyor olsak da varoluşsal yalıtım faktörlerinin, kişinin diğerlerine olan davranış içeriğindeki yaşamına da dikkat çekiyoruz. Özellikle, insanların varoluşsal yalıtım duygularını güvende tutmayı sevdiğini ve varoluşsal yalıtım duygularını kışkırtmayı sevmediğini ileri sürüyoruz. Varoluşsal yalıtım insanların iki temel ihtiyacı gidermesinde zorluk çıkarmaktadır: Bilme ihtiyacı ve kişilerarası bağlanabilirlik ihtiyacı. Bilme ihtiyacı ve diğerlerine bağlanma ihtiyacını engelleyen varoluşsal yalıtım potansiyelinin, varoluşsal olarak bağlandığımızı hissettiğimiz (I Sharers) insanlara doğru çekilme ve varoluşsal olarak yalıtılmış olduğumuzu hissettiren insanlardan çekinme (non-I-sharers) eğilimimizi desteklediğini ileri sürmekteyiz. Bunun için ben paylaşımı (I sharing) yapısına giriş yaparak başlayacağız ve ben paylaşımının kişilerarası ve gruplar arasında oynadığı güçlü rolle ilgili son bulgularımızla devam edeceğiz.
144
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
İKİ YÖNLÜ BENLİK Ben paylaşımı, James’ın (1890/1918) iki yönlü benlik kavramından meydana gelmiştir. “Me” ve “I”. Me kendimizin temsilidir yani benlik algılamasıdır. Kendimizi adlandırdığımız, kendimiz hakkında düşündüğümüz şeyi, kendimizi nasıl hissettiğimizi, kendi davranışlarımızla ilgili bildiklerimizi vs. gibi unsurları içerir. Aynaya baktığımızda Me aynada gördüğümüz yansımamızı temsil eder. Me’nin tersine I kendimizin aracı tarafımızı temsil eder yani özne olarak benliği. Herhangi bir andaki algılarımızı, tepkilerimizi, yorumlarımızı, kısacası deneyimlerimizi, kendi yönlerimizi temsil eder. Aynaya baktığımızda, yansımaya bakan tarafımızı temsil eder. Me genelde stabilken I kısa süreli bir doğaya sahiptir. Bir andan diğerine anlık olarak değişebilir. Benlik de dahil olmak üzere ilişkilerle ilgili araştırma son yıllarda artmıştır ve bunlardan bir çoğu Me üzerine yoğunlaşmıştır. Me üzerine yapılan vurgu, I üzerine yapılan ampirik çalışmayla ilişkili zorluklardan çıkmıştır. Ayrıca insanlara kendi I’larını tarif etmelerini isteyemeyiz, çünkü tanım olarak I, tanımı yapan benliğin bir parçasına atıfta bulunur. Bundan yola çıkarak James psikologların, “I” terimini filozların ve teologların alanında bırakıp “Me” terimini anlamaya odaklandığını ileri sürmektedir.
Ben Paylaşımı (I- Shraing) Tam anlamıyla, Ben Paylaşımı, insanların, öznel olarak benliğin en azından bir diğer kişiyle kaynaşmış gibi hissettiği anlara işaret etmektedir. Ben Paylaşımı durumunda insanlar en azından bir diğer kişiyle o an aynı deneyime sahip olduğuna inanırlar. Bir başka özneyle dünyayı tecrübe edinmeye çalışmak Ben Paylaşımıyla ilgili sonuçları yanlış çıkarabilir. Bu nedenle Ben Paylaşımı, bir ya da daha fazla insanın belirli bir anı tecrübe edinmesini sağlayan öznel bir duyguyu işaret eder. Buradaki amacımızla ilgili olarak, deneyimlerin aynı olup olmadığına bakılmaksızın, Ben Paylaşımı örneği olarak belirli bir anda insanların ya da en azından bir kişinin aynı deneyime sahip olduğu herhangi bir zamandaki algıyı düşünebiliriz. Daha da önemlisi, nesnel olarak doğru olsun ya da olmasın Ben Paylaşımı deneyimlerinin varoluşsal bağlılık olasılığına daha yakın olmasını sağladığını belirtiyoruz. İnsanlar belirli bir anı başka biriyle yanlış olarak tecrübe edindiği sonucunu çıkarsa bile Ben Paylaşımını içeren bir algı kişinin dünyayla ilgili kendi deneyimlerinde yalnız olduğu duygusunu yok etmektedir. Bu nedenle Ben Paylaşımı varoluşsal yalıtım duyguları tarafından konulan onaylanma ve bağlanma ihtiyaçlarına tehdit oluşturan unsurları ortadan kaldırmaktadır. Başka biriyle Ben Paylaşımı yapmanın nedenleri nelerdir? Bununla ilgili en ikna edici
145
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
kanıt, insanların bazı uyaranlara aynı anda tepki göstermeleri veya tepki gösterdikleri şeyin aynı olması gibi durumlarla ortaya çıkmaktadır. İki ya da daha fazla kişi bir şakaya aynı anda gülüyorsa ve hüzünlü bir şarkıya ağlıyorsa birlikte bir anı Ben Paylaşımı yaparak birlikte tecrübe ettiğine inanırlar.
Birbirine benzer kişilerin kimliği aynı işleve hizmet eder. Örneğin insanların bizi kendimizi nasıl görüyorsak öyle görmeleri halinde kendi öz kavramlarımızın geçerliliği için güven kazanırız (Pinel & Constantino, 2003; Swann, 1996). Aynı şekilde, dünya görüşümüzü ve davranış standartlarımızı paylaşan bir grup ya da bireyler gördüğümüzde gerçekliği anladığımızı düşünmek ya da doğru yolda olduğumuzu bilmek bizi neşelendirir ve hoşnut kılar (Greenberg, 1986; Solomon, Greenberg, & Pyszczynski, 1991; Solomon).
Ben Paylaşımının iki kişinin aynı uyarana aynı şekilde ve aynı anda tepki verdiğinde ortaya çıktığıyla ilgili kanıtlarımız olsa da insanların diğer bireylerle olan Ben Paylaşımı ölçüsünde güçlü düşüncelere sahip olduğunu ve bu görüşe çeşitli bir dizi bilgi temelinde ulaştığını düşünüyoruz. İnsanlar, diğerlerinin Onlarla Me yönlerini paylaştığını inanmaya eğilimlidirler. Bu açıdan bakacak olursak insanlar onlarla Me’sini paylaşan insanlardan hoşlanırlar. Çünkü Me ile ilgili benzerlikler I benzerliği için bir temsilci görevi görür. Eğer öyleyse insanların Me yönlerini paylaşan insanlara paylaşmayanlara oranla daha çok yardım etmeleri beklenir. Ben Paylaşımı ve sevme arasındaki bağlantıyı çalışmalarımızda test ettik. Bu araştırmayı sunmadan önce onaylanma ve bağlanma ihtiyaçlarının giderilmesi için Ben Paylaşımının gücüne geri dönüyoruz.
Kendi düşüncelerimizi paylaşan insanları bulmak ve dünyanın bizim etrafımızda döndüğünü düşünmek, bilme ihtiyacımızı giderse de bu bilme duyguları diğerleriyle kısmen bir çekim ve iş birliği sağlayan daha güçlü duyguları teşvik eder çünkü bu tür paylaşılan düşünceler Ben Paylaşımı (I Sharing) için bir aracı işlevi görür.
Varoluşsal Yalıtım, Ben Paylaşımı ve Bağlanma Duyguları
Kendi sinir sistemimizin durumunu bilebilseydik ve gerçeklik ona inanmayı bıraktığımızda gitmeseydi, bir şeylerin gerçekliğini asla edinemezdik. Kafamızın dışına çıkamazsak gerçeği nasıl belirleyebiliriz ve bir şeylerin bizim deneyimlerimizin dışında var olduğunu nasıl doğrularız? Varoluşsal yalıtım neyin gerçek olduğunu ve neyin yaratıcı zekanın bir ürünü olduğuna dair şüpheleri savunmasız hale getirir. Bu durum gerçekliğin gerçek doğasını bilmek için güçlü güdüleri olan bir türün üyelerine büyük bir sıkıntı kaynağı olur.
Bilme ihtiyacımızın giderilmesinde önemli bir rol oynamasına ek olarak, Ben Paylaşımının kişilerarası bağları hissetme ihtiyacımızı gidermede de önemli bir rol oynadığını ileri sürmekteyiz. Tipik olarak, araştırmacılar kişilerarası bağlantıdan bahsettiklerinde, biri tarafından ya da daha fazla birey tarafından sevilmek ve kabul edilmeye (Baumeister & Leary, 1995; Leary, Tambor, Terdal, & Downs, 1995) ya da bir grubun üyesi olmaya yoğunlaşmaktadırlar. Kaç tane insanın bizi kabul ettiğine veya kaç tane gruba ait olduğumuza bakmaksızın, diğerleri sadece varoluşsal olarak bağlandığımızı hissettiğimiz kadar bağlılık ihtiyacımızı gidermeye yardımcı olabilir. Diğer yandan bizi varoluşsal olarak izole hissettiren diğer insanlarla birlikte olmak, bizi gerçekte yalnız olmaktan daha çok yalnız hissetmemiz yönünde tetikler. Bu noktada, Asch’ın (1951,1956) uygunluk çalışmasındaki katılımcıları düşünelim.
Varoluşsal yalıtım göz önünde tutulursa, İnsanlar herhangi bir şeyi bildiğine dair kendilerini nasıl ikna edebilirler? Önceki araştırmacılar ve teorisyenler bu amacı yerine getirmek için diğer insanların bize yardımcı olduğunu ileri sürer: Diğerlerinin bizimle aynı fikirde olduğunu bilmek bize bilme konusunda emin olma duygusu sağlar Festinger, 1954; Kelly, 1955; Swann, 1996).
Hedef çizgisinin uzunluğuna yaklaşık olarak en yakın üç çizgiyi gösteren katılımcılara dönecek olursak, Asch uygunluk baskısıyla dolu bir durum yaratmak için testten sonra yanlış test cevabını verip birleşme görevini ortaya attı. Bu yöntem katılımcıların varoluşsal yalıtımı hissetmesine neden olmuştur. Katılımcılar, herkesin kendini kurtardığı bir deneyimin içine girivermişlerdir.
Bu görüşü izleyerek, insanlar diğerlerinin aynı yolla öznel bir şekilde tecrübe edindikleriyle ilgili kanıtı arar ve buna yoğunlaşırlar. Bu tarz bilgiler, insanların deneyimleri için karşılıklı olarak onaylanma durumu sağlar. Varoluşsal yalıtım bizi bir başkasının öznel deneyiminin ilk elden sağlanan bilgisiyle bu kanıta ulaşmaktan alıkoysa da, biriyle ben paylaşımımız olduğunda sanki ilk elden bilgiye sahipmişiz gibi hissederiz. İnsanlar ben paylaşımı durumundayken, diğer kişinin, gerçekliği aynı şekilde tecrübe edindiğine inanırlar. Bu nedenle diğer insanın aklına giremeseler de bunu yapabilseler bulacakları şeyi bildiklerini tahmin ederler. Örneğin Ben Paylaşımı, başka birinin aynı deneyimi yaşadığını öğrenmeyi sağlar. Bilme ihtiyacımızın giderilmesine yardımcı olur.
Katılımcılar diğerleriyle kişilerarası temasa girmiş olsalar da bu yöntem onları berbat bir şekilde yalnız bırakmıştır. Kısacası bilme ihtiyacımızın tehdit edilmesine ek olarak varoluşsal yalıtım kişilerarası iletişimi hissetme ihtiyacımızı tehdit altına sokar. Bu nedenle nasıl ki Ben Paylaşımı bilme ihtiyacımızı gideriyor, aynı zamanda bağlanma ihtiyacımızı da gidermektedir. Birinin bir anını bizimle aynı yolla tecrübe edindiğini hissettiğimizde, bu kişinin dünyayı deneyimleme düzeyinde bizi anladığına inanırız. Böyle bir Ben Paylaşımı, varoluşsal bağlanma duygularını yaratarak kişilerarası bağlanma ihtiyacımızı gidermektedir. Bu duygular insanların bizi gerçekten sevdiğini gösteren pozitif bir bakışı beslemektedir. Ben paylaşımı kişilerarası bağlanma ihtiyacını gidermektedir çünkü kişi “I (ben)” durumunu paylaştığında bu “we (biz)” durumuna dönüşmektedir (Wegner, 1987).
146
147
Varoluşsal İzolasyon, Ben Paylaşımı ve Onaylanma İhtiyacı
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ Özet Varoluşsal yalıtımın insanların bilme ihtiyacını ve bağlanma hissini tehdit ettiğini ve Ben Paylaşımının bu ihtiyaçları giderdiğini belirtmiştik çünkü Ben Paylaşımı bir başka insana varoluşsal olarak bağlandığımız hissini elde etmemizi sağlamaktadır. İnsanlar onları varoluşsal olarak bağlı hissettiren Ben Paylaşımında bulunan insanları aramaktadır. Fakat onları varoluşsal olarak yalıtılmış olarak hissettiren Ben Paylaşımında bulunmayanları sevmez ve onlardan uzak dururlar. Bir sonraki bölümlerde bununla ilgili araştırmaları haklı gösteren deneylerimiz vardır.
BEN PAYLAŞIMI VE SEVME: OLGUNUN KURULMASI Bugüne kadar, Ben Paylaşımının diğerlerini sevmeye katkıda bulunduğuyla ilgili temel olgunun kurulması için yedi çalışma yürüttük. Bu çalışmaları tasarlarken Ben Paylaşımını diğer benzer formlardan yani Me ile olan benzerliğinden ayırmak için de çok özen gösterdik. Ben Paylaşımıyla ilgili devam eden analizlerden elde edilen tahminler karşısında geçmiş araştırmalardan elde edilen tahminler arasındaki ayrımı açıklığa kavuşturmak istiyoruz. Bu amaçla, geçmiş araştırmaların kısa bir incelemesiyle ve mevcut analizlerle uyumuna bakarak başlıyoruz. Benzerlik ve çekim (Byrne, 1971; Newcomb, 1961), stereotip ve önyargı (Allport, 1954; Tajfel & Turner, 1986), denge (Heider, 1958), öz doğrulama (Swann, 1996), ve terör yönetim kuramıyla (Greenberget, 1986; Solomon, 1991) ilgili çalışmalar gibi farklı araştırma geleneklerini birleştiren bir konudur bu. Ortak düşünce olarak bu çalışma, insanların onlarla geçmişini (Newcomb, 1961), ırk ve eknik yapısını (Allport, 1954), arkadaşlarını (Heider, 1958), fiziksel görünüşlerini ve giyinme tarzını (Berscheid, Dion, Walster,& Walster, 1971), değerlerini (Rokeach, 1960) ve onları anlatan daha bir çok karakteristik özelliklerini (Tajfel, Billig, Bundy, & Flament, 1971) paylaşan insanları tercih ettiklerini göstermiştir. Buna ek olarak insanlar Oscar’da bu yıl hangi filmin ödül kazanması vb. konularla ilgili olarak da aynı görüşleri paylaşan insanları tercih etmektedir (Byrne, 1971; Swann, 1996). Benzerlik ve sevme arasındaki ilişki aslında zıt yönde hareket ederek çalışır. Benzerlik sevmeye yol açabilir ve sevme de benzerlikle ilgili varsayımlara götürür (Murray, Holmes, Bellavia, Griffin, & Dolderman, 2002). İnsanların kendilerini neye benzediğiyle, nereli olduğuyla, kiminle akraba olduğuyla ve kendilerini tanımladığı kişisel özelliklerle daha bütünleşmiş olarak gördüklerine dair inancımız vardır. Örneğin göçmenler kendi vatanlarının dilini reddetmekte ve çocuklar ailelerinden kalan işi geri çevirmektedir. Nitekim birçok farklı geleneklerden gelen araştırmalar kişinin kendine bir nesne olarak odaklanmasıyla ilgili güçlükleri belirtmektedir. Objektif öz- farkındalık kuramı (Duval & Wicklund, 1972; Wicklund, 1975) ve öz- nesnelleştirme (Frederickson & Roberts, 1997; Frederickson, 1998; Goldenberg & Roberts), kuramıyla ilgili çalışmalara bakacak olursak bir nesne olarak kendine odaklanmanın duyusal ve bilişsel zararlı sonuçları olabilmektedir. Benzer
148
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ şekilde tüketicilikle ilgili araştırma, kişinin zilyetliğini bir başkasının öz değeriyle eşit tutmanın kişinin zihinsel sağlığı ve genel refahı (Kasser & Ahuvia, 2002) için kötü olabileceğini göstermektedir. İnsanlar öz- kavramlarının (ya da Me) (self-concept, benlik algılaması) geçerliliğini sürdürse de ve bu geçerliliği sağlayanları çekici hissetse de insanların öznel deneyimlerinin (ya da I) geçerliliği, kişilerarası çekim için daha güçlü bir kaynak olarak işlev görebilir. Nitekim insanların Me’lerini paylaşan kişileri sevdiğini ileri sürüyoruz çünkü Me ile uyumlu olarak varsaydıkları benzerlik, I ile uyumlu olmak için olan benzerlikten söz etmektedir. Bu açıdan bakarsak bizimle aynı araba zevkine sahip ve aynı siyasi liderleri seven ya da bizimle aynı ten rengine sahip olan insanları seviyoruz. Bunlarla çok ilgilendiğimiz için değil ama bunları bizimle paylaşan diğer insanların bizimle aynı I durumlarını da paylaştıklarını düşündüğümüz için onları severiz. Bunun tersine inanırsak, bu insanlara olan sevgimiz aniden bitebilir ya da onları neredeyse hiç sevmeyiz. Kişilerarası sevmede, Me- Sharing ve I- Sharing’e katkıda bulunacak 4 çalışma yapmış bulunuyoruz.
Çalışmalar: 1-3 İlk İzlenimler Metodolojiye dayalı bir senaryo kullanılarak, 1 ve 3 nolu çalışmalar, I- Sharing’in Me’sini paylaşmayan birine karşı Me’sini paylaşan kişi için insanların beğenisini azaltıp azaltmadığını incelemektedir. İnsanlar I- Sharing’in Me Sharing’e dayalı olduğu anlamını çıkarırsa Me paylaşımında bulunanlarla ile ilgili tercihleri, Me paylaşımında bulunanların aynı zamanda I paylaşımında da bulunup bulunmadığına göre olur. Her çalışma için bazı temel tasarımlar kullandığımız için Çalışma 1’i detaylı olarak inceleyip Çalışma 2 ve 3’ün temel tasarımdan saptığı yerleri işaretleyeceğiz. Yapılan önemli analizler katılımcıların kendi vatanlarını müzik zevklerinden daha önemli gördüğünü ortaya çıkarmıştır . Katılımcılarımızı 3 ayrı guruba ayırdık. 1. Vatanlarına müzikten daha çok önem verenler, 2. Müzik ve vatanlarına aynı derecede önem verenler ve 3. Müziğe vatanlarından daha çok önem verenler olarak bu ayrıştırmayı gerçekleştirdik ve bu yeni verileri analizlerimize ekledik. Sonuçlar, aynı Ben Paylaşımcı (I- Sharer) kişilerin daha erken etkileşimi sevdiğini ve göreli etkinin bu etkiyi azaltmadığını göstermiştir. Bu bulgular, alanın öneminin, kişilerarası sevme durumunda Ben Paylaşımın (I Sharing) etkisini açıklayamadığı konusunda kritik bir nokta ortaya çıkarmıştır. Sonuçlar Çalışma 1’deki bulguları göstermiştir. Özellikle de Me paylaşımcı bir kişi I’ını paylaştığında I paylaşımcı insanların Me paylaşımcı kişiyi daha çok sevdiğini gözlemledik. Aynı zamanda Çalışma 1’deki gibi I paylaşımı bu etkiyi azaltmamıştır. Son olarak çalışma 2’de katılımcıların ruh hallerinin ve vatanlarının Me üzerindeki yansımasını inceledik. Ruh halleri Me’lerine oranla I’ları hakkında daha çok şey
149
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
ortaya koydu. Bu son bulgular, insanların diğerlerini sevmesinde I paylaşımının rolünü yansıtan sonuçlarımıza güven katmıştır.
işleyişinin tasarrufi seviyelerinin I Paylaşımcı (I-Sharer) kişileri daha çekici yaptığını göstermiştir. Bu çalışmalar, Ben Paylaşımının (I-Sharing) diğerlerine daha yakın duygulara yol açtığına dair bulgularımızı desteklemektedir. Çünkü Ben Paylaşımı (I-Sharing) varoluşsal yalıtım duygularını azaltmaktadır.
Çalışma 1 ve 2 metodolojilerini kullanan Son senaryo çalışmamız Ben Paylaşımının (I- Sharing) albeniyi etkilediği yönünde önemli bir durumu araştırdı. Çalışma 2’deki gibi Me paylaşımcısı ve I paylaşımcısı insanların etkileşimini gözlemledik. Me paylaşımcısı I’ını paylaştığında I paylaşımcı insanlar Me paylaşımcı kişiyi sevmektedir. Aynı gruba ait olmak Me paylaşımı için derin bir form yaratır. Me paylaşımı, I paylaşımı için bir aracı görevi görürse ve I paylaşımı sevme duygusunu teşvik ederse, grup içi üyelerle I paylaşımı üzerine olan varsayımlar insanların grup içi üyelerinin tercihlerinin temelini oluşturur. Sonuçlar duygusal güven, bilgi türü ve benzerlik arasında önemli 3 etkileşim yolu ortaya çıkarmıştır. İnsanlar her koşulda aynı seviyede beğeni göstermiştir. I bilgisini alan kişiler arasında duygusal güven ve benzerlik arasında bir etkileşim gözlemledik. I ile ilgili bilgi aldıklarında ya da bunu elde ettiklerinde düşük duygusal güvenli katılımcılar aynı koşullar karşısında partnerleri için eşit seviyede beğeni sergilemiştir. Diğer yandan, yüksek duygusal güvenli katılımcılar I ile ilgili bilgi edindiklerinde onlara benzeyen partneri benzemeyene göre daha çok sevmişlerdir. Diğer gruplara oranla I’larını paylaşmayan bir partnere maruz kalan yüksek duygusal güvenli katılımcılar partnerlerine çok az beğeni göstermişlerdir. Çalışma 7: Varoluşsal Yalıtım Ben Paylaşımının (I - Shraing) çekiciliğini artırır. Son çalışmalar, Ben Paylaşımında bulunduğumuz kişilerde çekicilik üretme konusunda varoluşsal yalıtımın rolünü incelemek için doğrudan bir yaklaşım edinmiştir. Katılımcıları “Çağrıldığında yeniden yaşanabilen geçmiş deneyimlerden” elde edilen yeteneğin bir değerlendirmesi olarak tanımladığımız “şeffaf bellek” görevinde tutarak varoluşsal yalıtımı kullandık. Bu görev yerine getirilirken, katılımcılar belleklerinin üç türünden birini canlı bir biçimde tekrar anımsama girişiminde bulundular. Bunlar: 1. Kişinin etrafındakilerle bağlantısı olmadığı bir zaman ya da kalabalıkta yalnız hissetme anı. 2. Kişinin sıkıldığı zaman. 3. Kişinin alışkanlık haline gelmiş sabah vakti. Katılımcılara bu üç farklı koşulu varoluşsal bir yalıtım koşulu, olumsuz bir kontrol koşulu ve nötr bir kontrol koşulu oluşturmak için hatırlattık. Şeffaf bellek görevinin ardından, katılımcılar daha önce belirtilen aynı online iletişim görevine getirildi. Bu görevde katılımcılar gerçek olmayan partnerleriyle belirli bir sözcük duyduklarında akla gelen ilk sözcükle ilgili bilgi alışverişinde bulundu. Elde edilen veriler, varoluşsal yalıtım duygularından geçirilen katılımcıların I Paylaşımcı kişileri Me Paylaşımcı kişilere göre daha çok sevdiğini ortaya çıkarmıştır. İki koşulun da elde edilmesinde katılımcılar Me Paylaşımcıları tercih etme eğilimindeydi. Bu nedenle birlikte ele alacak olursak Çalışma 5 ve 7’den elde edilen bulgular, duygusal güvenin ve varoluşsal yalıtıma dair geçmiş örneklerindeki bellek
150
DEĞERLENDİRME Yedi ayrı çalışma karşısında insanların diğerlerini sevmesinde Ben Paylaşımı faktörlerinin nasıl çalıştığını gördük. Ben Paylaşımıyla ilgili değerlendirmeleri ileri süren çalışma 1 ve 3 sonuçlarını düşünmek, insanların onlara benzeyen insanlarla ilgili tercihlerini açıklayabilir. Özellikle katılımcılar kendi memleketindeki birinden ya da onunla I’ını paylaşan bir başka ülkedeki birinden bilgi aldığında, Me paylaşımcı kişi Kendi I’ını paylaştığında, Me paylaşımcı olmayan birini değil Me paylaşımcı olan birini tercih etmiştir. Gruplararası süreçlerde Ben Paylaşımının (I-Sharing) rolüne de odaklandık. Ben Paylaşımı ile ilgili değerlendirmeler bize şunu gösterdi: İnsanlar kendileriyle sosyal kimliklerini paylaşan insanları tercih ediyorlar. Çalışma 6 online etkileşim durumunda sevmeyle ilgili Me Paylaşımı ve I Paylaşımının göreceli etkilerini incelemiştir. Sonuçlar, düşük duygusal güveni olan insanların I paylaşımcı kişi için bir tercihte bulunmadığını göstermiştir. Yüksek duygusal güveni olan kişiler ise kendileriyle I’larını paylaşan kişileri tercih etmişlerdir. Son olarak çalışma 7, Ben Paylaşımı (I-Sharing) ve varoluşsal yalıtım arasındaki bağlantının, Ben Paylaşımcı bir kişiye olan çekimi artırdığına dair güçlü kanıtlar ortaya atmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi, Ben Paylaşımının, insanların kendilerine benzeyenleri tercih ettiğine dair güçlü eğilimleri açıklayabileceğiyle ilgili varsayımlar yürütüyoruz. Bize göre, insanlar onlara benzeyenleri tercih ediyorlar çünkü Me hususundaki benzerlik Ben Paylaşımı (I-Sharing) için bir potansiyel göstermektedir. İnsanlar Me Paylaşımcı kişinin aynı şekilde bir uyarını olmadığını öğrendiklerinde Me Paylaşımcı tercihi ortadan kaybolmaktadır. Ben Paylaşımının insanların onlara benzeyen kişileri tercih etmesinin altında yatan ihtimal kişilerarası ve gruplararası süreçlerdeki araştırmalar için yeni yollar ortaya koymaktadır. Kişilerarası ve gruplararası ilişkilerle ilgilenenler, insanlar arasında Ben Paylaşımı deneyimlerini teşvik eden durumlar yaratabilirler. Üst hedeflerin grup içi gerilimi etkili bir şekilde yatıştırdığını düşünüyoruz çünkü amaçların paylaşımı bir Ben Paylaşımı (I-Sharing) şekli yaratmaktadır. Bu açıdan baktığımızda Antoine de St. Exupery’nin “Sevgi karşılıklı bakışmak değil, aynı yönden dışarıya bakmaktır” sözü yepyeni bir anlam kazanmaktadır. Daha genel olarak, Ben Paylaşımı (I-Sharing) üzerine olan çalışmamız diğerleriyle girdiğimiz ilişkilerde çok yeni ve potansiyel olarak yeni önemli bir yol göstermektedir. Bununla birlikte benlik ve ilişkilerle ilgili önceki çalışma hemen hemen neredeyse
151
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
insanların benliği temsiline odaklanmıştır. Ben paylaşımı perspektifi, özne olarak benliğin insan ilişkilerinde oynadığı role odaklanmaktadır. Bunu yaparken de Ben Paylaşımı perspektifi (I-Sharing) daha genel olarak özne olarak benlik çalışmalarının önemine vurgu yapar. Ben Paylaşımı deneyimleri, varoluşsal yalıtım duygularına bir çare olduğu ölçüde klinik psikologlar hastalarına öznel deneyim düzeyinde ulaşabilme yollarını geliştirmenin değerli olduğunu düşünebilirler.
SONUÇ
Ölüm, özgürlük ve anlamsızlık az değilmiş gibi, biz insanlar bir de varoluşsal yalıtım gerçekliğimizle baş etmek zorundayız. Burada varoluşsal yalıtım faktörlerimizin hayatımıza dahil olduğu tek yönü tanımlıyoruz. Varoluşsal yalıtımımız bilme ihtiyacımıza ve kişilerarası bağlanma ihtiyacımıza bir tehdit oluşturduğu için deneyimlerini bizimle aynı şekilde yaşayan insanlarla özel bir ilişki geliştiriyoruz (Ben Paylaşımcılar için). Ben paylaşımının (I-Sharing) böyle bir etkisi vardır çünkü aslında bir başka insanın gerçekliği olgu olarak nasıl yaşadığını bilmesek de Ben Paylaşımı (I-Sharing) bize bunu yapabildiğimiz hissini vermektedir. Bizler varoluşsal bağlanmayı literal anlamda asla yaşayamayız ama Ben Paylaşımı (I-Sharing) bizi buna bir nefes kadar yaklaştırmaktadır.
152
BÖLÜM 23 KİŞİLERARASI İLİŞKİLERDE BELLEZZA GİRİŞ: SOSYAL DEĞİŞİMDE ORTAYA ÇIKAN DAYANIŞMA
153
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ Kişilerarası çekim, iletişim arayışı, grup oluşumu ve daha genel olarak insanlar arasındaki dayanışma bireysel ihtiyaçların ve memnuniyet ihtiyacının ürünleri olarak görülmektedir. Thibaut ve Kelley’un (1959) klasik çalışmasında örneğin iki ya da daha fazla insan arasındaki bir ilişkinin varlığı müşterek değişim noktası ya da ödülleri yönünden analiz edilmiştir. Bir kişi tarafından sunulan ödül diğer bireylerin ihtiyaçlarına uygun herhangi bir şey olabilir. İlkel örnekler olarak diğerlerinden yiyecek, içecek ve kalacak yer temin etmek akla gelmektedir ama psikoloji aynı zamanda insanlararası iletişim arayışının da daha karmaşık bireysel ihtiyaçlara yol açtığını vurgulayan çalışmaları geliştirmiştir. Festinger (1954) birinin görüş ve yeteneklerinin değerlendirilmesinden emin olma ihtiyacı açısından grup oluşumuna bakmıştır. Schachter (1959) grup oluşumunda bireysel korku ve kaygı rolünü araştırmıştır. Terör Yönetim Kuramı varoluşsal korkularla ilgilenmiştir (Greenberg, Solomon, & Pyszczynski, 1997; Pyszczynski, Solomon, Greenberg, & Stewart-Fouts, 1995; Solomon, Greenberg, & Pyszczynski, 1991). Genel olarak ölüm korkusu olarak tabir edilen ölümsüz olmama konusundaki varoluşsal korku, benzer kişilerle dayanışma ya da belirli bir kültür ve değer sisteminin sembolik bileşenlerine tutunma isteğinin temelleri olarak görülmektedir. Bu kavramlar aleni olarak çok kapsamlı imaları içermektedir. Her birey ihtiyaçlarını tamamlasa ya da etkileşimi yönetse, bireyler ihtiyaçlarını çabucak giderme isteği içinde olacaktır. Kişinin yetenekleri ya da görüşleriyle ilgili akut belirsizlik veya ölmekle meşgul olmak ciddi bir tahammülsüzlüğe işaret eder. Bu durum çabucak bir telefon çağrısıyla ya da elektronik iletişimle iletilebilse, fiziksel bir etkileşimin gelişimi gereksiz olurdu. Bu nedenle diğerlerini arama güdüsü tek başına etkileşim memnuniyetine uzanmamaktadır. Aksine kişi etkileşim kurmak ister.
KİŞİLERARASI DAYANIŞMA (BELLEZZA) Bu bölümde insan etkileşimleri arasında tamamen farklı dayanışma temellerine odaklandık. Estetik, güzellik ve duyguların memnuniyeti olarak tarif edilen algıların karşılıklı sunulması ve alınmasıyla oluşan, diğerleriyle ilgilenmeyi içeren bir dayanışmadır. Duyguları tatmin eden konuları tanımlamak için “Bellezza” terimini kullanıyoruz. Bu kavram özellikle diğer insanların görme, ses, koku ve dokunsal özelliklerine odaklanmaktadır. Basit bir örnekle başlayabiliriz. Bir uçakta iki insan yan yana oturduğunda bir etkileşim başlatmak için bireysel dürtü durumlarında hazır bir altyapıları yoktur. Bu nedenle, onlardan hiç biri güven ya da bilgi için akut bir ihtiyaç taşımaz. Diğer yandan nezaket kuralları gereği onlardan biri oturduktan sonra “Merhaba” der. İkinci kişi, birinci kişinin ses tonundan memnun bir şekilde “Merhaba, görünüşe göre güzel bir uçuş olacak” diyebilir. Gülümseyeme ve kısa konuşmalar yapmaya devam ederler ve her ikisi de diğerinin fiziksel olarak orada bulunmasından oldukça memnun kalır. Konuşma şakayla, yiyecek ya da uçuş filmi vb. konularda karşılıklı
154
olarak devam eder. Sadece bir sanat galerisinde ya da konser salonunda bile, karşılıklı olarak bulunmak estetik bir atmosferde yer almayı sağlar. Her kişi diğerlerinin görsel ve akustik tekliflerinden memnuniyet duyar ve estetik olarak temel memnuniyet iletişime devam etmenin de temelini oluşturur. Etkileşime devam etme güdüsü bu nedenle kendi başına etkileşime dayanır; iletişim doğal olarak motive etmektedir (Berlyne, 1957; Csikszentmihalyi, 1975; Deci, 1975). Güzellik ya da bellezza ile ilgili duygular çeşitlilik gösterebilir. Tanım olarak estetik bir algı, yerler, sesler veya sözcüklerin “güzel” olarak hissedilmesi olarak ifade edilebilir fakat duyguya basitçe mutluluk, memnuniyet diyemeyiz. Sontag (2002) güzellik sözcüğünün duygulandırma özelliğini oluşturduğunu dile getirmiştir. Bir cenaze, katılımcıların ölüyle ilgili ortak düşüncelerini paylaştığı ve iyi planlanmış ortak görsel ve akustik uyaranların olduğu bir bellezza anı olabilir. Karşılıklı dayanışma ayrılık aşamasında olan iki samimi arkadaş arasında da ortaya çıkabilir. Güzellik algısını uyaran bir nesne ya da kişi çok çeşitli duygularla ilişkili olabilir. Yani başka bir deyişle kişiler arası bellezza sadece memnuniyet ya da eğlenceyle ilgili değildir. Kişi bir başkasının varlığının güzelliğine kapılabilir ve aynı zamanda duyguları mutluluk, üzüntü, sevinç, özlem arasında gidip gelse bile bu duyguların devam etmesini isteyebilir. Tarif ettiğimiz kişilerarası bellezza ve sanat galerileri, ya da konser salonlarındaki deneyimler arasında önemli bir fark vardır. Mevcut durumda kişi basitçe algılayan bir gözlemci değildir. Her insan makul şekilde bellezza sunmaktadır ve bu, diğerlerini estetik olarak memnun eden bir şeyi aktif olarak oluşturma bileşimidir ve diğerleri tarafından sunulan güzellikten zevk almak, gelişen bir dayanışmayı meydana getirmektir.
Anne ve Bebek Bellezza temelindeki bir dayanışma, sohbet halindeki yetişkinler ve etkileşimlerle sınırlı olmak zorunda değildir. Bir anneyle bebeğinin ilk etkileşimleri bile (Shaffer, 1993; Tronick, 1989) jest ve seslerin estetik olarak karşılıklı sunulmasının bir kanıtıdır. Bir ses, tek bir sözcük, tek bir kol hareketi bir diğerine katılmaya onunla etkileşime girmeye hizmet eder. Etkileşim kendi kendine varlığını sürdürmektedir. Etkileşimin devamlılığı, diğerleri tarafından sunulan görsel, akustik, dokunma duygusuyla algılanabilen bir uyarılmada, her insanın memnuniyeti olarak tanımlanabilir.
İlk Duygusal Karşılaşma Henüz tanışmamış genç bir adam ve kadın caddenin karşısından birbirlerine dikkat ederler. Onların ilk sözsüz etkileşimi görsel olarak gerçekleşir. Gülümseyerek ya da davetkar ifadelerle birbirlerinin yüzlerine dikkat kesilirler. Her ikisi de karşılıklı geribildirimde bulunarak memnun olurlar. Fiziksel olarak birbirlerine yaklaştıkça,
155
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
sözcükleri, ses tonu ve belki de ellerin tokalaşması belirginleşir. Bu durumun gelişimi için her biri diğerini memnun edici bir duyarlılık göstermelidir. Karşılıklı empati ve algı olmazsa bu rituel kesilecektir.
bir algısal boyuttan diğerine de çok geniş çeşitliliği vardır. Sözlü kültür olarak ifade edilen kültürde konuşulan sözcük baskın bir özelliktir ve minör akustik çeşitlilikler ve ses kalitesi baskın bir rol oynar. Yazılı sözcüğün baskın olduğu modern toplumlarda estetik yazılı sözcüklerle meydana getirilen duyumlarla sınırlıdır. Örneğin yazılan ifadelerin potansiyeli ile birleşen kişinin el yazısının estetik özellikleri yazılı iletişimle gerçekleştirilebilen bellezza dayanışmasına katkıda bulunur. El yazısının devri geçtikçe yazılı bir iletişim tarafları hala bir diğeri için estetik bir uyaran oluşturmak için dil aracılığıyla ifade edebilme gücüne sahip olur. İnsan iletişimi sadece yazıyla ya da sesle veya görsel etkileşimle sınır kalırsa estetik sosyal deneyimlerin çeşitliliği ve yoğunluğu da son derece kısıtlı olacaktır.
Ayrıca geçmişlerinde benzerlikler olmalıdır: Kız estetik memnuniyetin olduğu liberal bir kültürden geliyorsa, geleneksel bir kültürden olan erkek geri çekilebilir. Erkek için, kızın sunmuş olduğu uyarmanın etkileri bitecektir ve dayanışma gelişmeyecektir. Fakat her iki taraf da ortak bir geçmişten geliyorsa kişilerarası bellezzanın unsurları ve hızı açısından iyi bir örtüşme olacaktır ve ardından karşılıklı davranışlar devamlılığı güdüleyecektir. Karşılaşma kendini sözcüklere bıraktığında “Gülümseyişini seviyorum” “Ses tonun harika” gibi formlara dönüşecektir. Levine ve McBurney (1986) erkek ya da kadın için diğerinin kokusunu algılamak genellikle olumlu bir tepkinin oluşmasını sağlar. Böylece ses, bakışlar, davranışlar, beden, giyim, koku ve dokunma karşılıklı oynanan oyuna katkıda bulunacaktır ve diğeriyle dayanışma duygusu hissettirecektir. Klasik sosyal psikoloji açısından bakıldığında bir isteğini gidermek için kişi bir etkileşime girebilir. Grup tarafından hızlıca kabul edilme ihtiyacı duyan, bir işe girmesi gereken, yüksek bir sosyal statü arayan kişi diğerlerinin duygularını pozitif olarak uyarmayı düşünebilir. Bu şık bir giyimi, kuaföre gitmeyi, parfüm sıkmayı, stratejik bir sözlü repertuarı da beraberinde getirir. Fakat bütün bu hazırlıklar bireysel bir amacı elde etme çerçevesinde düzenlenir. Buna karşılık bu, diğerlerinden herhangi bir nesne, ayrıcalık ya da güç kazanmak için güzellik formlarının kullanılmasıyla oluşan sabırsız bir tutum ve yönelimi ifade eder. Bu eğilim birinin ihtiyacını tüketmeye yönelikse geriye, karşılaşmayı devam ettirecek çok az temel kalır. Bu tür bir ilişkide bellezza otomatik olarak açık olmaz. Buna ek olarak kişinin diğerinin algısına olan açıklığı sınırlanmaktadır (Steins & Wicklund, 1996; Wicklund & Gollwitzer, 1982; Wicklund & Steins, 1996). Sunulan bellezza bir diğerinin duygularına uygunsuz olabilir. Belli miktarda estetik algı, algısal süreçlerin altında yatan doğuştan gelen faktörlerle ilişkilidir. Örneğin, çocuğun gelişimsel literatürü, küçük çocukların estetik hususlara kapalı olmadığını göstermektedir. Aksine bebekler bazı geştaltlarla yüzleştiklerinde memnuniyet göstermektedirler. Doğumdan sonraki ilk birkaç hafta süresince bebekler doğrusal olmayan güçlü tezatlıklarla karmaşık görsel şekiller konusunda üstünlük gösterir (Banks & Ginsburg, 1985; Olson & Sherman, 1983). Psikoloji estetik memnuniyete uygun fiziksel boyutta kesin bir tutumu detaylandırır. Görsel sanatları tartışırken, Arnheim (1971) bu tarz denge, gelişim, ışık, renk ve hareket gibi boyutlara değinmektedir. Fakat bu boyutlar estetik memnuniyetin altında yatan uyarını analiz etmede yararlı olabilir.
Kaç Adet Duyusal Boyut? Kişilerarası estetiğin belirli formları sadece kültürden kültüre değişmez aynı zamanda
156
Güdü Hallerinin Bastırılmaması Bellezza dayanışması için ikinci önkoşul bazı psikolojik durumların olmayışını ifade eder. İlişkiye giren bir kişi kişisel kaygısını, bir ihtiyacını da iletiyor olabilir. Böylesi bir durum kişinin odağını daraltmaktadır. Kişinin karmaşıklıkları ve incelikleri algılamaya ve bunlara tepki göstermeye olan hazırlığı azalacaktır. Dayanışmaya dayalı bir bellezzanın ortaya çıkması için gereken ideal koşul güçlü güdüler, korkular, kaygılar, öz saygı ihtiyaçları vb. gibi duygularla sağlanan serbest bir ruhsal durumdur.
Diğerleri için Hazırlık: Kısa Süreli ve Uzun Süreli Sadece belirtilen ön koşullar bireyi diğerlerinin sunduğu algıya açık bir etkileşim içine girmesini sağlayabilir. Fakat başka biri için bellezza yaratmak bir tür hazırlık gerektirir. Bu hazırlık ani olabilir fakat sonra etkileşim öncesi çabaları yeniden beraberinde getirebilir.
Kısa Süreli Diğerlerine sunulan birçok el kol hareketi (jest) sadece kısa süreli bir hazırlığı kapsar. Örneğin: göz teması, uygun mesafe duruşu, jest, ses tonu ve beden teması. Kişi baskılayıcı ihtiyaçlarla sıkıştırılmadı sürece ve baskı/eğitim önceden gerçekleştiğini farz edersek, kişi diğerlerine uygun bir tarzda ses tonunu gibi özellikleri ayarlamaya hazırdır. Örneğin daha önce tanışmayan iki insan bir kafede sohbete başlarlar. Benzer kültürlerden gelmektedirler ve yabancılarla tanışma hususunda karşılaştırılabilir bir repertuara sahiptirler. Karşılaşmanın ilk anı kısa bakışmalar sonra da selamlaşmayı içerir ve bu diğerinin görüşü için çok zamana harcamaksızın aniden oluşur. Her ikisinin de ilk anlardaki bu iletişimden memnun olduğunu varsayarsak, flörtleşme devam eder. Fiziksel mesafe azaltılır ve sözlü paslaşmalar ilerler. Birbirlerinin görüşünü alırlar. Bu tür karşılaşmalar her gün olabilmektedir. Bazı davranışlar uygunsuz olursa veya kültür limitlerini aşarsa etkileşimde çabucak bir çatlak ortaya çıkar.
Uzun Süreli Bir kafe-barda sıradan bir tanışmanın sınırları içinde uzun süreli anlamda bir
157
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
hazırlıktan nasıl bahsedilebilir? Eğer iki insan birbirilerini daha sonra da görmeyi kararlaştırdılarsa uzun süreli hazırlık anlam kazanır. Örneğin erkek kadının mat renkleri sevdiğini ve yabancı dillerden etkilendiğini hissetmiştir. İkinci görüşmeden önce kadının perspektifinden düşünerek ikinci defa görüştüklerinde koyu mavi renginde giyinebilir ve Fransızcasını gözden geçirebilir. Açıkçası bu tür hazırlıklar kadın erkek etkileşimleriyle sınırlı değildir. Bu iki erkek, iki kadın, iş görüşmeleri, iş arkadaşlıkları veya akrabalar arasında da olabilir.
taraflara yönlendiren belirli bir eğitim/maruz olunma gibi önkoşullar vardır. Örneğin, eğitim insanları yemek zamanının koku duyusuyla ilgili unsurlarını ve görselliğini duyarlılaştırır. Benzer şekilde yemek masasındaki ya da herhangi bir sosyal etkinlikteki insanlar temel bir estetik memnuniyet olarak kendi bedenlerine duyarlılık gösterebilir de göstermeyebilir de. Eğitim bu duyarlılığın kaynakları olarak görülebilir. Bu nedenle kültür, alt kültür ya da grup göz önüne alındığında bu kültürde beden ve görünüş diğerlerini estetik olarak memnun etmektedir. Diğerleriyle yüz yüze iletişim, beden ve görünüşle ilgili olarak kültür amaçlarının konseptini özümsemek için gerekli olacaktır. Bu da, X kültüründeki bir çocuğun yoğun insan etkileşimine sahip olarak büyümesi halinde, kültürün ideal topluluk ve görünüşü formal ve informal olarak iletiliyorsa, çocuk, sosyal etkileşimdeki “topluluk” ölçütüne uyum sağlayacaktır.
UZUN VADEDE HAZIRLIK İÇİN KLASİK ÖRNEKLER Çay Merasimi ve Akşam Yemeği Kişinin duygularını uyandırmak için basit bir içecek olması şöyle dursun, klasik sosyal içeriği olan çay, bellezza yönlerini taşıyan, sosyal bir merasimdir. Japon çay merasimini tanımlarken Kesten (1997) çay merasiminin “görülmeyen” yönlerine dikkat çekmiştir. Bu insanlar arasındaki uyumu, saygıyı, diğerlerini takdir etmeyi içerir. Daha ayrıntılı olarak birçok fiziksel unsur bu merasime eşlik eder ve onu donatır. Örneğin: Bahçe manzarası, mutfak eşyaları, çiçeklerin yeri, çay fincanlarının rengi... Kesten bu görülebilir ve görülemeyen bileşenlerin çay içme durumuna estetik bir deneyim kattığını diler getirmiştir. Çay merasiminin inceliklerinde Japon olmayan insanlara öğretide bulunan yaygın görüşler vardır (Kesten1997). Aynı şekilde, neredeyse herhangi bir klasik yemek masası -Fransa ya da İtalya gibiyemek yemenin estetik deneyimini oluşturan bir dizi sosyal repertuar ve fiziksel unsurlara neden olur. Her aile üyesi veya yemekteki diğer misafirler belirli bir hazırlık yapar. Bu yemekten önce yapılan bir beslenme demek değildir. Diğerlerini memnun etmek için giyinmek ve diğerleriyle sohbet etmeye hazır olmaktır. Masaya oturmak çigneme ve yutma eylemi için tüketmek değildir; Müşterek estetik algılar olmak zorundadır. Masadan ve mutfaktan sorumlu kişi masadaki misafirler için potansiyel estetik bir memnuniyet sağlamak için hazırlık yapar. Masayı hazırlamada ekstrem bir örnek de 5 gün süren Hint düğünlerini içerir. Sosyal ritüellerin hazırlığı sözlü ifadelerin karışımı, çok sayıda sözsüz iletişim, elbiselerin hazırlanması vs.. Aşçı pontansiyel bir sanatçıdır. Masadaki atmosferin ve görsel hatların tadını çıkarmak için hazır bulunan misafirlerin görüşlerini dikkate alan bir kişidir. Misafirler bu unsurlarla eğlenmeye hazırsa yemek de katılımcılar arasında bir bellezza etkileşimine dönüşür. Ortaya çıkan dayanışmaya daha sonra etkileşime dayalı estetikler olarak bu durumun uzatılması gibi bir eğilime yol açacaktır. Diğer yandan, misafirler sabırsız bir koşulda geldiyse bu yemek, sadece yemek yeme durumuna dönüşecektir. Misafirler onlara sunulan potansiyel bellezzayı fark etmeyecekler ve çabucak kendi meşguliyetlerine dönmek isteyeceklerdir.
Beden ve Görünüş Bu konu tam olarak yemek masasının saran konularla ilişkilidir. Klasik yemek yeme durumlarına, etkileşime dayalı estetik bir yere bakıldığında, insanları estetik
158
Aynı çocuk, diğerleriyle karşılaşması sırasında, güzel görünüşle estetik bir memnuniyet sağlayacaktır özellikle kültürün ve grup standartlarının algısına göre oluşan “Güzel görünüş”. Çok cılız ya da çok kilolu bir görünüş çocuğa çekici gelmeyecek ya da çocuk için caydırıcı olacaktır. Böyle bir çocuk kişisel ihtiyaçlarından, kaygılarından, meşguliyetlerinden vb. unsurlardan geri kalmazsa, etkileşim sırasında diğerlerinin görüşlerini alacaktır. Bu durumda, diğerlerinin algıladığı gibi kendi bedenlerine uyum sağlayacaktır. Bu tarz çocuklar bedenlerinin diğerleri için bellezza duygusunu oluşturup oluşturmadığına duyarlı olacaktır. Bu şekilde beden “flört” durumuna, estetik izlenimde gelişen bir etkileşime girecektir. Bu analizlerin, konuşma tarzını, saç ya da giyinme tarzını içeren bir etkileşimin yürütüldüğü tüm özellikler konusunda eşit olarak uygulandığı aşikardır. Bireyler kültürel eğitimleri sırasında belli bir ölçüte duyarlılık gösterdiyse ve diğerlerinin görüşlerine uyum sağlıyorsa, fiziksel durumlarının diğerleri için estetik bir memnuniyet mi yoksa memnuniyetsizlik mi sağladığını hissedeceklerdir. Burada özellikle, sosyal ortamlardaki beden ağırlığı ve şekline olan duyarlılığa, kişinin niyetine ve kişilerarası etkileşim estetiğiyle bedenini koordine etmek için gereken çabalarına odaklanıyoruz. Tabi ki kişinin kültürel olarak tarif edilen bir kilonun elde etmesindeki bazı genetik bileşenlerin olduğu da açıktır (Smith 1999). Örneğin ikiz kardeşleri karşılaştıran bir araştırmadan sağlanan kanıtlar vardır. Diğer yandan Amerika’da obezite oranlarında artış görülmektedir. Bu konuda Amerika ve Fransa arasında yapılan karşılaştırma, araştırmacıların kilo kontrolünde sosyal ve diğer çevresel faktörler için çok geniş bir özgürlüğü olduğunu göstermektedir. Devam eden bir etkileşimin gelişimi kesin bir ihtiyaç etkileşiminden ayırt edilmelidir. Öte yandan stereotip örnekler de akla gelmektedir: Bir kadın istediği erkekler arasında güç ve etki sağlamak için harika bir görünüm oluşturabilir.
Uzun süreli Hazırlık Vücut ağırlığı, göz temasının, kişilerarası mesafenin ya da yüzle ilgili ifadelerin aksine hızlı bir şekilde ayarlanamaz. Kilo konusunda diğerlerinin perspektifine
159
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
hazırlanmak, fiziksel parametrelerin diğerlerinde estetik memnuniyeti kurmasını algılamak demektedir ve buna göre kiloyu azaltmak veya artırmaktır. Bu tür hazırlıklar yeme alışkanlığı harici olarak kontrol edildiğinde nispeten kısa dönemlidir. Fransız kültüründe Çocukların beslenme rutinleri Amerika’dakilere oranla daha fazla özenle kontrol edilir. Yani: Kiloyla ilgili kültür standartları açık ve belirgin olduğunda, kişinin yoğun sosyal iletişimi, beden konusunda çok fazla geri bildirim getirmektedir. Böylece, böyle bir kültürdeki katılımcılar bedenlerinin arkadaşlarının estetik duyarlılıklarına erişim sağlayıp sağlamadıklarına ayak uyduracaktır. Pekiyi diğerleri için yapılan bu hazırlık ne zaman gerçekleşmez? :
öncem veriyorsa, her ikisi de bu boyuttan uzak kalacaktır. Hoş sözler, bakışlar, dokuma alışverişinde olmaya devam edecekler ve diğer ilgilendikleri şeylerle ilgili düşünmeyi sürdüreceklerdir (yabancı dil, edebiyat). Vücut şeklinin ve kilonun etkileşimin estetiğine dahil edilmediğini hesaba katarsak bu kişiler kas şeklini diğeri için değiştirmeye çalışmayacaktır.
1. Belirli bir kültür, kişilerarası estetiğin bir bileşeni olarak beden ağırlığı ya da şekle hiçbir vurgu yapmıyorsa beden ölçütünün, kişinin diğerleri için hazırlık yapmasında bir rolü olmaz. İngiltere, Almanya ve Amerika’da 19 yy.da moda ve beden tartışmalarıyla ilgili olarak, Hollander (1994) kadın kıyafetleri olan “duyarlılık” ile ilgili bir vurguya dikkat çekmiştir.” Kadın aksesuarları, kadın sağlığını, ahlakını ve zekasını engelleme eylemi olarak görülmektedir.” Yani kadın bedeninin potansiyel cinsel çekiciliği, bu değer sistemiyle, sosyal etkileşimde vurgulanan bir unsur olarak kabul edilmemektedir. Mckennna ve Bargh (2000) tarafından da benzer bir konu vurgulanmıştır. Biriyle gerçek fiziksel temasın diğer kişiyi derin anlamda tanımayı engelleyebileceğini belirtmişlerdir. Diğer bir deyişle Mckenna ve Bargh tarafından sunulan değer sistemi bir başkasının kişiliğini, karakterini ya da ilgi alanlarını fiziksel çekicilik, kilo, derisi vb. durumları olmadan tanıma erdemini öngörmek gibi görülebilir. 2. Yüz yüze Sosyal paylaşımın eksik olması durumunda kişinin bedeni yardımıyla bellezza iletişim belirginliği ve olasılığı azalacaktır. 3. Kişi anlık ve sürekli olarak kişisel kaygılar yaşıyorsa, diğerlerinin görüşleri için yapılacak hazırlık bloke olacaktır ve diğerleri için bellezza kaynağı olarak beden ihmal edilecektir. Aynı şekilde cilt, saç, duruş, kas, giyim, koku ve ses özelliği ve tonu gibi özellikler vasıtasıyla bellezza oluşturma niyeti ve çabaları daha az olacaktır.
Vücut Ağırlığı ve Kafe- Bar Karşılaşması Kilo verme belirginliğini yaratan karakteristik tabloya daha somut bir şekilde uygulandığında bu üç faktör nasıl bir izlenim uyandırır? Kafade karşılaşan iki insan arasındaki ilk örneğimize geri dönecek olursak; kadın adamın yabancı dille ilgileniyor olmasını ilgi çekici bulmaktadır. Adam da kadının edebiyata ilgisinden etkilenir. Bu ilgiler tekrar karşılaşmak için müşterek bir istek sinyali verir. Aynı zamanda iki taraf da göze hitap eden bir giyinme tarzı ya da renk uyumuna dikkat etmemekte, bedenlerinin şekilleri üzerinde durmamaktadır. İkisi de yüzde 80’nin üzerinde bir vücut kitle indeksi göstermektedir. 1. Kendi özel kültürleri gerçekte kişiler arası estetik bileşeni olarak bedene çok az
160
2. Yüz yüze iletişimin olması ya da olmaması halinde ne olur? Kültürleri kişilerarası çekimde bedeni vurguluyorsa, evlerine giderler ve her ikisi de “bedenimi nasıl buldu?” diye düşünür. Birbirlerine olan ilgileri uzun süreli bir hazırlığı başlatmaya işaret eder: incelmeye çalışmak, kas sistemini geliştirmek, ve daha özenli giyinmek gibi. Her birini kilo vermesi için motive eden bu durumlar yüz yüze iletişimi ortadan kaldırarak kırılabilir. Örneğin ikinci karşılaşma sadece bir telefon görüşmesinden ibaret olsun ya da kişiler maille iletişime devam etsin. Bedenleri birbirileri için artık belirgin olmayacaktır, kilo ya da şekle girmeyle ilgili hazırlık sona erecektir. 3. Kişilerarası çekimde kültürleri, bedeni vurgularsa kafede buluşmaya ya da yüz yüze iletişime devam etseler bile her birinin devamlı olarak başka meşguliyetleri de olacaktır. Bunlar iş, sağlık, çocuklar ya da stres faktörleriyle ilgili diğer standartlar olabilmektedir. Bu ihtiyaçlar ya da meşguliyetler stresli kişiyi, partnerini memnun eden durumları algılamaktan alıkoyacaktır ve estetik paylaşımlar için yapılan uzun süreli hazırlıklar (kilo verme de dahil) azalacaktır.
ETKİLEŞİMDE BELLEZZA KÜLTÜRÜNÜN BOZULMASI Okuyucularımız, her insan niyeti ya da hareketinin estetik memnuniyete teşvik eden bir istek tarafından yürütüldüğü ideal bir kültürü tarif ettiğimizi düşünmemelidir. Amacımız estetik duyguları oluşturan dürtüler temelinde insanların etkileşime devam etmesi için motive olmasını sağlayan faktörleri daha fazla tarif edebilmektedir. İnsanın diğer görüşlere açık olmasıyla ilgili olasılıklara ve diğerleri üzerindeki estetik tepkilerini tetiklemek için olan davranışlarına işaret etmekteyiz. Kişilerarası bellezza ve ilgili dayanışma bir kültüre egemen olursa, bu bellezza ve dayanışmanın çöküşü altında hangi faktörler yatmaktadır? Bu soru için analizlerimizdeki iki temel unsura yönelebiliriz: pozlama (exposure) ve kişisel ihtiyaçlar.
Pozlama (Maruz Kalma) Exposure Subjektif olarak güçlü estetikler tarafından yol gösterilen etkileşimlerdeki zengin bir kültür aynı zamanda kişilerarası iletişimin bir kültürüdür. Bununla, insanların yoğun görsel, işitsel, koku alma ve dokunma duyularına sahip olduğu “sözlü” kültürü tanımlayan iletişim (temas) çeşidinden bahsediyoruz. Anne- bebek ilişkisi, yetişkinler arasındaki flörtleşme, kafe-barda gerçekleşen tanışma ve bir Fransız yemeği gibi göstergelerin tümü yüz yüze iletişime bağlıdır. İletişime dayalı bellezzanın çöküşü bu duyusal ölçütlerin daha az pozlanmasıyla meydana gelir. Yazar John Locke (1998) Amerika’da pozlamadaki azalışları belgelemiştir. Etrafı güvenlikle çevrili ya da herkese açık olmayan alanların artışına,
161
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
tek kişilik haneye, gayri şahsi alışveriş merkezlerine ve cep telefonları ve bilgisayara dayalı iletişim gibi çeşitli teknik gelişmelere dikkat çekmiştir. Locke’un ardından, kişiler arasında mesafe yaratan tüm gelişmelerin ve kısaltılan iletişim şekillerinin sosyal bir karşılaşmada bellezza olasılığını azalttığını ileri sürebiliriz. Bunun nedeni açıktır. Her duyusal ölçüt etkileşim sırasında estetik dürtüleri oluşturmak ve tecrübe etmek için katılımcının potansiyelini artırır. Ölçütlerin azalmasıyla, diğerleriyle estetiğe dayalı iletişimlerin uygulaması için daha fazla neden kalmaz. Mckenna ve Bargh’ın (2000) belirttiği gibi internet fiziğe ilişkin durumları yok etmektedir. Kültür bu şekilde değişmektedir.
Kişisel İhtiyaçlar Kişisel ihtiyaçların birçok şekli kişilerarası bellezza için gereklilik teşkil eden görüşle çatışırken, kültürel değişime sebep olan iki çeşit ihtiyaca ya da meşguliyete atıfta bulunmaktayız.
Kaygı Kültürün tümü ya da büyük çoğunluğu, savaş, terör, salgın hastalıklar, suç gibi tehlikelerle kuşatıldıysa, etkileşim için katılımcılar diğerleriyle olan ilişkilerini uygulamaya koyacaktır. Müşterek korku böyle bir savaş zamanında iyi bir dayanışma yaratabilir ve ortak değerlere katkıda bulabilir (Greenberg, 1997). Bu karşılıklı kaygılardan ve paylaşılan amaçlardan gelen bir dayanışmadır. Örneğin bir salgının kurbanları veya azınlık üyeleri dayanışmayı tecrübe edecektir ama böyle bir dayanışma tehdit altına girme ve ortak bir çözüme yönelme duygusuyla olmak zorundadır.
Başarı Kaygıları
BÖLÜM 24 ŞUAN BURADA OLMAK, İNSAN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN BİLİNÇ GEREKLİ MİDİR?
Kişisel meşguliyetin diğer bir çeşidi de başarı güdüsüne yakındır (McClelland, Atkinson, Clark, & Lowell, 1953). Çalışanlarını sürekli olarak görevlerine odaklanmalarına, fazla mesai yapmalarına, nöbette olmalarına, güvensiz koşullarda çalışmalarına zorlayan bir şirket kişilerarası etkileşime odaklanmaları için çalışanlarına boş vakit vermeyen bir şirket olacaktır. Bu tarz başarı egemen toplumda işle, ev ödeviyle ve toplantılarla meşgul olmak kafe-bardaki karşılaşmaları ve evdeki ilişkileri iş odaklı etkileşimlere dönüştürecektir. İşlevsellik ve verimlilik etkileşimlere egemen olacaktır. İnsanların yüksek kaygı düzeyleri ve şiddetli iş etikleriyle karakterize edilen kültürlerde amacına ulaştıklarını belirtmeliyiz ve etik olarak belirli hedeflere ulaşarak sahip olunan mutluluklar, hazlar vardır. Amaç odaklı olarak yönetilen ve dürtüyü azaltma girişiminde bulunan sosyal etkileşimlerin kendi kendini yenilemediğini (sürekli devam etmediğini) belirtmek isteriz. Bireysel ihtiyaç ortaya çıkar ve böyle bir dürtünün azaltılmasına hizmet ettiği sürece bunun giderilmesi için gereklidir. Buna karşılık, bellezza etkileşimine neden olan zevkler kendi içinde bir etkileşimle gelişir.
162
163
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Sokrates’in sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez düşüncesini iddia etmesine rağmen hayatı sorgulamak da kolay iş değildir. Ölümle, varoluş gerçeği ve anlamıyla yüzleşmek genelde memnun olduğumuz bir şey değildir. Aksine, bu tarz düşüncelerden kaçınma yolları bulmak için oldukça becerikliyiz (Becker,1973; Solomon, Greenberg, & Pyszczynski, 1991) Kişinin hayat koşulunun gerçekliğiyle ilgili daha fazla dürüst olması, daha çok depresyon ve intihar olasılığıyla bağlantılıdır. Bu nedenle Hayatı dürüst bir şekilde sorgulamak oldukça korkutucu bir yer teşkil eder. Dünyadaki canlılar arasında insanların, ölümü bilme ve düşünme kabiliyetiyle ve bu düşünceden kaçınmak için zihinsel olarak kendi dünyasını dönüşüme uğratma kapasitesiyle daha üstün olduğu biraz mantığa aykırı görünmektedir. Kişinin mevcut çevresinin doğrudan kontrolü ve etkilerinden kendi ayırma yeteneği hayati olarak bu çevreyi zihinsel olarak dönüştürme ve oluşturma kapasitemize bağlıdır ( Mischel, 1973; Mischel, Cantor, & Feldman, 1996). Bu bilişsel dönüşümler, mevcut durum bu durumu desteklemediğinde harekete geçmemizi ve bu durumu tetikleyen “sıcak” durumlar söz konusu olduğunda eylemsiz kalmamızı sağlamaktadır.
zevkler karşısında durur. Çevresel kontrolü aşmak ya da dönüştürmek 20. yy.’ın büyük bölümünde deneysel psikoloji kapsamında davranışçılığın egemenliğine bir tepki olarak (özellikle radikal davranışçılığa) da görülebilir (Bargh & Ferguson, 2000) çünkü davranışçılık diğerlerinin dışlanmasında çevresel nedenlerin rolünü vurgulamaktadır. Özgürlükle bilinçli seçim eşit olduğu için, varoluşsal psikoloji, insanların bilinçsiz güçlerle kontrol edildiği söylenen insan doğasıyla ilgili herhangi bir anlayışa karşı muhaliftir. Davranış bilimciler doğrudan çevrenin önemini, Freudyenler, kişinin bilinçsiz dürtü ve isteklerini, hümanistler insanın niyetleri ve seçimlerini vurgular. Yarım yüz yıl önce varoluşçu/hümanist bilinçli seçimin günlük önemini savunduğunda, daha sonra insanın baskın davranışsal ve psikodimanik kavramlarına tepki gösteriyorlardı. Bilinç dışı güçleri ve çevresel uyaranların belirlenmesine karşılık bilinçli seçimin önemini en iyi şekilde vurgulamak için yapabildikleri kadar bu model ile uğraşmışlardır.
Mevcut durumumuzun gerçekliğinden ayrılan bir ya da iki katmanı yaşamak, gerçek korku vaziyetimizle ilgili “pozitif yanılsamaları” yatıştırıcı bir işlev görür. Lake Wobegon’un çocukları gibi hepimiz her boyutta ortalamadan daha iyi olabiliriz. Kişinin kendi eylemleri ve bunların sonuçları için kontrol, kişisel mülkiyet ya da sorumluluk duygularını içeren böylesine pozitif bir yanılsama güçlü sosyal faydalara sahiptir. Prinz (1997) ve Bargh’in (1999) da belirttiği gibi istemli durumlar belirli olsa bile insanların özgür iradeleri varmış gibi ve kişisel olarak eylemlerinden sorumluymuş gibi davranması harikadır hatta modern toplumların işleyişi için gerekli ve değerlidir. Kişinin kendi eylemine inanması, toplumun normatif beklentileri ve ilkeleriyle kişinin davranışsal seçeneklerini doldurması sonucu olur. Bilinçli zihni şuanın olası kaygılarından ayırma yeteneği bireye, anlamını, sonuçlarını, nedenlerini daha iyi anlamak için geçmiş olayları düşünmek ve gelecek beklentileri ve planlarını ayarlamak gibi inanılmaz fırsatlar sunmaktadır. Ram Dass (1971) bizi “Şu an burada ol” ifadesiyle çağrıda bulunmaktadır çünkü bizler genelde burada olmuyoruz. Zaman ve mekana bakılmaksızın bilinçli zihnimiz uyarlanabilir ve makul bir şekilde mevcut koşullara odaklanmaktadır. Geçmişi hatırlamak için bilinçli zihni özgür bırakmak şimdinin taleplerine karşılık verebilmektir. İncelikli bilinçli tercih süreçleri şuan buradaki dünyevi işleyişin gerekli bir unsuru değildir.
VAROLUŞSAL DÜŞÜNCEDE BİLİNÇLİLİK VE BİLİNÇSİZLİK Varoluşsal filozoflar günlük hayattaki bilinçli kasıtlı seçimlerin rolünü somutlaştırsa da yaptığımız seçimlerin birey olarak bizim kim olduğumuzu tanımladığı ve bu anlama hayat verdiği söylenebilir. Sartre’a göre bilinçlilik ve özgürlük birdir ve aynı şeyi temsil etmektedir. Varoluşsal felsefenin çağdaş psikoloji üzerinde inanılmaz büyük etkisi vardır özellikle de bilinçli seçimi, insan davranışı ve kararının merkezine koyan insan geleneği vasıtasıyla (Bandura, 1986; Mischel, 1996; Bargh & Ferguson, 2000). Bu yaklaşımda insan özgürlüğü, dış baskı ve zorlama gibi kişinin davranışına etki eden doğrudan çevresel etmenlerin ve kullanıldığında kişinin uzun zamanlı amaçlarını sarsan tatlı yemek ya da sigara içmek gibi kısa süreli
164
Tarihsel olarak, psikolojik bakış açısı iki farklı amaç doğrultusunda belirlenmiştir. Bu amaçların her ikisi de Yunanlı filozoflara dayanır. Bunlardan biri yaşamın sürdürülmesi için gereken ilkeler ve kuralları sağlayan pratik ve faydacı “hayat felsefesi” olmuştur. Bunun klasik örnekleri Stoics ve Epicureans idi. Barrett (1958) akademik felsefeden önce filozoflar kendi inançları doğrultusunda yaşıyorlardı. Kierkegaard örneğin sevgilisiyle sürdüreceği mutlu bir hayattan uzak durmuştur. Çünkü bu onun Tanrı arayışına engel olabilirdi. Sartre’ın kişisel özgürlük ve sorululuk üzerindeki ısrarlılığı bu tarz felsefenin modern bir örneğini teşkil eder. Buna göre, Varoluşçuluk bireyleri yaşlarındaki kadercilik anlayışına karşı yüreklendiren ve gerekirse yazgılarını değiştirmek için gerekeni yapma konusunda güdüleyen iyileştirici bir yöntem olarak kendini oldukça hazır bir şekilde bu konuya vermektedir. Felsefenin diğer tarihsel amacı ise evreni ve onun işleyişini daha iyi anlamak için aklı ve mantığı kullanmasıdır. Aristoteles herkesten daha fazla felsefenin “bilim” öğesiyle ilgilenmiştir. Daha fazla bilimsel ve deneysel varoluşsal yazarlar örneğin Jung (1919) günlük bilinçsiz etkilerin rolüne, varoluşsal merkezli Sartre gibi yazarların olgu ve pratiklerinden daha fazla önem vermiştir. Genel olarak varoluşsal psikoloji bilinçsiz psikolojik süreçlerin gerçekliğini tanımlarken, sosyal huzur adına bilinçli ve kasıtlı süreçleri vurgulamayı seçmiştir. Bilinçsiz psikoloji olgusunun modern kavramı, Freudçuların dinamik yaklaşımına oranla davranışçıların mekanik yaklaşımıyla daha fazla ortak noktaya sahiptir. Bugünün bilinçsizlik olgusu artık sadece varsayımsal bir Freud oluşumu değildir, bilişsel psikolojik teori görüşünü içeren deneysel gerçekliktir (Hassin, Uleman, & Bargh, 2004; Kihlstrom, 1987). Yapay zekayla ilgili köklü araştırmalar sayesinde, bilişsel psikoloji bilinç dışı zihin ve davranışsal süreçlerden tatmin olmaktadır. Süreç bu modellerde özgür irade ya da bilinçli seçim eylemleriyle teşvik edilmeseydi, nedenselliğin bireyin dışında kalması gerekirdi. Bu çevresel nedensellik varsayımı davranışçıların uyaran tepki psikolojini hatırlatmaktadır. Bu zorluk için oluşturulan çağdaş teorik çözüm, bu dış nedenlerin iç psikolojik mekanizmalarla bütünlük içinde çalışmasını sağlamaktadır. Dışsal durum ya da ortam aktiviteleri iç psikolojik süreçlere devinim katmaktadır. Bu sistemler bir kere etkinleştiğinde bilinçli farkındalık ve ilkeler dışında çalışmaktadır. Kasıtlı
165
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
bilinçli seçimin gerekli bir bileşen olmadığı bu insan yargı ve davranış modelinin oldukça öngörülü ve açıklayıcı bir güce sahip olduğu düşünülmektedir (Bargh & Ferguson, 2000; Ouellette & Wood, 1998).
Sosyal davranışı bilinçsiz bir şekilde meydana getiren son alan “algı- davranış bağlantısıyla” yürütülen daha algısal ve bilişsel ama daha az güdülenmiş olarak ortaya çıkmıştır. Başka biri tarafından yapılan aynı eylemi algılayan belli tarzdaki kişi ya da kişilerin eylemlerinde kullanılan zihinsel semboller arasındaki ilişkili bağlantılarla ilgili bilişsel nörobilimden sağlanan son bulguların bütününde, sosyal bilişsel araştırma, bir eylemin (agresiflik, yavaşlık) bir başka kişide algılanmasının kişinin aynı davranışı sergilemesini mümkün kıldığını göstermiştir. Bu “bukalemun etkisi” fiziksel, motor davranışa uzanmaktadır. Bütün bilinçsiz olgularda, deneysel katılımcılar düşünmeyi, yargılamayı ve davranış şeklini bilinçli bir şekilde seçmemiştir. Otomatik motivasyon araştırmasında, bilinçsiz süreç işlemleri zamana yayılmıştır ve önemli bir dikkat ve çevre bilgisinin kullanılmasını içermektedir. Belli bir amacı sürdürme davranışı özel çevresel olaylara uyarlanmıştır.
BİLİNÇLİ SEÇİM GÜNLÜK HAYAT İÇİN GEREKLİ DEĞİLDİR Zamanla ve deneyim kazandıkça, davranışlar ve kararlar bilinçli düşünce gerektirdiğinde az özen gösterilen kullanımlarında bile daha etkili olurlar ve bu durum daha rutin hale gelir. Artık her adımda seçim yapmak ve karar vermek zorunda kalmayız. Aynı koşullarda aynı kararları ve seçimleri yaptığımız sürece, seçimin kendisi bu koşullar için gereksiz olur ve doğrudan davrandığımız ve tepki gösterdiğimiz anlamda “kendimiz için yapıyoruz” şeklinde olmaya başlar. Bütün beceriler bu yolla gelişir ve giderek bilinçli kontrol ihtiyacından uzaklaşarak bilinçsiz olarak çalışma yeteneğine ulaşır (Bargh & Chartrand, 1999). Böylece yapmayı niyetlenip niyetlenmeksizin bu beceri ve süreçler otomatik olarak gerçekleşir. Örneğin araba sürme, satranç oynama konusunda yeterince uzman olmak isteyebiliriz ve böylece bu becerileri pratik yaparak düşünmeden oynar hale geliriz. Süreklilik arz eden amaçlarımızla ilgili olarak: Aynı belli bir durumda, aynı amacı seçme eğiliminde olursak, bu amacın temsili bu durumun zihinsel temsiliyle çok daha güçlü bir şekilde ilişkili olur. (Bargh, 1990). Bu nedenle kişi durumun içine girdiğinde amaç bilinçli olarak seçilmeden ve takip edilmeden otomatik olarak etkinleşir (Bargh & Gollwitzer, 1994; Bargh, Gollwitzer, Lee-Chai, Barndollar, & Troetschel, 2001; Chartrand & Bargh, 1996). Amaçların birçok çeşidi bu şekilde otomatik olarak etkin olmuş ve çalışmıştır. Örneğin, birini etkilemede, bir görevde yüksek bir performans sergilemede, bir başka kişiyle iş birliği içinde olmada, ya da benlik saygısının korunmasında (Spencer, Fein, Wolfe, Fong, & Dunn, 1998).
Toplanan bu kanıtlar, çeşitli karmaşık insan aktivitelerinin bilinçli bir niyet ve seçimine açık bir şekilde aykırı olduğundan Kierkegaard ve Sartre gibi varoluşsal filozoflar mükemmel insan karakteri olarak bilinçli yapılan seçimleri vurgularken hedefi es geçmişlerdir. Ayrıca, muhalif olarak görülmek yerine amaçlarla, inançlarla, değerlerle etkileşim; bireyin, çevreye ve bilinçsiz zihinsel süreçlere başarılı bir şekilde adapte olmasına olanak verdiği, kişisel tatmine destek ve katkı sağladığı düşünülmüştür ve son olarak varoluşsal psikolojinin tarihsel amacının insan hayatının anlamına özel bir savunma ve müdafaa cevabı olmadığını farz edersek; madde gerçeğinin titiz ve objektif takibi, ne olursa olsun, bilinçli seçimin varsayımsal ana rolünü yeniden incelemek için varoluşsal felsefe ve psikoloji için çok önemli olmaktadır. Nitekim, kişinin günlük yaşamını oluşturma konusunda insan bilincinin gerçek nedensel rolüyle ilgili mümkün olan en iyi bilimsel yanıtları sağlamak için deneysel bir varoluşsal psikolojinin, varoluş felsefesini daha genel hale getiren önemli bir katkısı, olacaktır.
Kişinin davranışındaki bu bilinçsiz güdüsel etkiler laboratuarın dışındaki “gerçek dünyada” oldukça yaygındır. Çünkü bunu yapan tetikleyiciler kişinin günlük hayatındaki sosyal özellikleri düşünmektedir ve kişi bunu çok sık olarak tecrübe etmektedir. Örneğin en yakın olduğumuz insanlarla. Fitzsimons ve Bargh (2003) çok yakın ilişkiler içinde olduğumuz kişileri düşünmenin, yanımızda olmadıkları durumlarda bile onlarla ilişkimizi sürdürme amacımızı otomatik olarak etkinleştirdiğini birçok çalışmada ortaya çıkarmıştır. Bu bölümde belirtilen diğer bilinçsiz etkiler gibi, insanlar bilgilendirildiğinde, davranışlarındaki bu etkilerin farkında değillerdir. Yakın ilişkiler, olgusal yaşantılarımızın önemli ve çok sık parçası olduğu için, bilinçsiz amacın işleyişi günlük hayatın bir kuralı haline gelmektedir. Tüm bu deneylerde, çalışma kapsamındaki amaç ustaca ve alt algısal şekilde etkinleşmektedir. Deneyden sonra özenle yapılan sorgulamada katılımcılar bu etkinleşmeyle ilgili bir farkındalık göstermemiştir. Bir örnek verecek olursak, dayanışma amacı olan katılımcılar kontrol grubundakilere göre daha fazla ortak bir ikilemde işbirliği sağlamıştır. Ortak görev tamamlandıktan sonra bütün katılımcılar, oyun partnerleriyle ne kadar zor bir şekilde işbirliği amacını gerçekleştirdiğini tahmin etmiştir. Bilinçli (açık) hedef grupta, katılımcıların mevcut işbirliği miktarıyla ilişkili bu tahminler, katılımcıların işbirliği derecelerinin farkında olduğunu göstermiştir.
GEREKLİ İNSAN KARAKTERİNDE SEÇİM KARŞILIĞINDA MANTIK
166
167
Geleneksel olarak Aristo’dan beri filozoflar, insanlar ve diğer hayvanlar arasındaki önemli farklılıklarına odaklanarak insan olmanın ne demek olduğunu bulmaya çalışmışlardır. Aristo için “nihai mantık” ya da bir şeyin amacı, o şeyin doğal olarak ne yaptığıyla ilgilidir. Örneğin gözlerin işlevi görmektedir. Bir sandalyenin işlevi üzerine oturmayı sağlamaktır. İnsanların ayırt ediciliği, Aristoya göre günlük hayatta mantık ve aklın kullanılması ve uygulanmasıdır. Bu nedenle kişinin içsel özünü tam olarak açıklama yolu rasyonel ve akli düşünceyi ve eylemi düzenli olarak kullanmasıdır. Varoluşun temeli olarak Aristo’nun kullandığı saf düşünce ve mantık, Rönesans ve aydınlanma sırasında etkili olmuştur. Önemli felsefi kavramları ve kategorileri, titiz ve rasyonel analizlerle inceleyen Kant’ın yazılarında en yüksek noktaya varmıştır. Bu varoluşsal konsept boştur ve oldukça anlamsız bir konsepttir çünkü bir nesnenin var olduğunu söylemek bize bu konuda yeni hiçbir şey söylemez (Barret, 1958). Kierkegaard’dan başlayarak varoluşsal yazarlar Kant’ın analizlerinin geçerliliği konusunda Varoluşun sadece soyut zihinsel bir konsept olmadığı aynı zamanda her kişinin gerçek olduğuyla ilgili tartışmaya girmiştir. Düşünce ve mantığı kişinin kendi hayatının gerçekliğinden kopuk soyut bir süreç olarak görmediler. (Platonun idealar
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
kuramında yaptığı gibi, Aristonun yaptığından daha fazla olarak, seçim yapmaya, planlama yapmaya dahil olmak). Kant ve Kierkegaard’ın Aristo’yu varoluşun anlamını akıl ve mantıkla eşitlemede takip etmiş olmalarına rağmen entelektüel aktivitenin farklı yönlerini vurgulamaları ilginçtir, Kant soyut, saf mantık özelliğini Kierkegaard ise seçim ve planlama özelliğini vurgulamıştır. Her ikisi de bizi diğer canlılardan ayıran insanın zihinsel hayatının formları olsa da bunlar aynı formlarda değildir. Kierkegaard, bunlar arasında aslında varoluşun estetik ve etik şekilleri olarak ayrım yapmıştır; Hayatın aslında etki olarak yaşandığını estetik düzeyden ayrılmadığını ileri sürmüştür.
garantisi verilemez. Diğer bir sorun da ekstrem koşullar altında bile gerçek bilinçli bir seçimin yapılamayacağı olasılığıdır. Wegner’ın araştırması önemli ve nihai kararlar için seçim yapmamızın herhangi bir olgusal deneyiminin gerçek rolünü merak etmemizi sağlamıştır. Ekstrem ve önemli anlarda belki de daha az günlük seçimler olabilir. Belki de sadece Kilise karşısında hayatını savunan Martin Luther’in ünlü sözlerini düşünmeye ihtiyacımız vardır: “İşte burada ayaktayım; yapacak başka bir şeyim yok.” Hayatının en önemli anında neden bu güçlü sözü söylemiştir? Gerçekten başka bir seçeneği yok muydu? Luther’in inancını ifade ediyordu. Onun dramatik ve inanılmaz mantıki seçimi yine kendi inançları, değerleri ve geçmiş davranışlarıyla çoktan belirlenmişti.
BEN SEÇERİM ÖYLESE VARIM Satre aynı zamanda bilinçli seçimlerle olmayı, bilinçsiz (bilinçaltı) aklın varlığını inkar etmekle aynı görmüştür. Sartre’ın insan özgürlüğü kavramı ekstrem ve istisna koşullarda gelişmiştir: İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransız direnişi zamanında. Varlık ve olmak Nazi kuvvetlerine karşı “dur demek” anlamında bilinçli seçim olarak gösterilmiştir. Fakat bu olağanüstü bir koşulda pekiyi ya, insanın varoluşunu yerine getirdiği normal, günlük koşullarda durum nasıldır? Sartre’ın felsefesi sadece bilinçli düşünceyi içerdiği için otomatik ve bilinçsiz zihinsel süreçlerin günlük hayatı idare ettiği ölçüde sınırlıdır.
İRADE HİSSİNE GÜVENMEYİN Öznel deneyimlerinden çıkardığı sonuca bakarak, Sartre ve diğerlerinin oldukça içten ve objektif olduğu ve bilinçli seçimin insan özgürlüğünün kaynağı olduğu iddia edilebilir. Bu olgusal yaklaşımın ardından, kişinin hayatındaki bilinçli seçimin gücüne ve nedensel etkisine kolayca inanılabilir. Burada henüz şüpheli olan öznel bir deneyim durumu vardır. Descartes kendi bilinçli düşüncesinin dışındaki bütün öznel deneyimlerinin geçerliliğini reddetmiştir. Ama Wegner’in seçim ve özgür irade deneyimleri üzerindeki son deneysel araştırması bu konudaki hakikat rehberi olarak kendi öznel deneyimize güvenmememiz konusunda bize salt şüphelerden daha çok neden vermiştir. Wegner, Decartes’ın iddia ettiği gibi, seçim ve iradenin nedensellik rolünü doğrudan yaşamadığımızı göstermiştir. Wegner’ın araştırması, bu niteliklerin rol oynadığı düşünülen faktörlerin kullanılmasının, dışarıda gerçekte bir rolü olmayan bilinçli seçim ve özdür irade konusunda öznel duyguları oluşturduğunu göstermiştir. Wegner’ın bilinçli irade deneyiminin bir yanılsama olduğu konusunda tamamen doğru kabul edilsin ya da edilmesin bu konudaki görüşleri, en azından Cogito’nun varsayılan olgusal temel ilkelerinin doğru olamayacağını göstermiştir. Bu da şüphelidir en azından potansiyel olarak bir delil kaynağı olarak yanıltıcıdır.
Belki de Luther’in kelimelerini göründüğü gibi anlamalıyız. Pelham, Mirenberg ve Jones (2002), kişinin ismindeki harfler gibi yüzeysel ve önemsiz görünen özellikleri paylaşmanın büyük hayat kararlarını etkilediğini göstermiştir. Nüfus sayımı verileri, telefon dizinleri ve sosyal güvenlik kayıtları, insanların diğer şehirlerdense, isimlerine benzeyen şehirlere veya ülkelere taşınma ihtimallerinin daha yüksek olduğunu göstermiştir. Örneğin Phil Philadelphia’da, Kens Kentucky’da, Carol Carolina’dadır fakat insanlar bu benzerliklerin, seçimlerinde bir etkisi olduğunu kabul etmezler. Çünkü bu seçimlerini gerçekleştirirken, herhangi bir bilinçlilik düzeyinde değillerdir.
ÖYLEYSE İNSAN OLMAK NEDİR? İnsanın dil öğrenme ve kullanma kapasitesinin bir başka şeyin parçası, daha temel bir farklılığın, kültürü edinme yeteneğinin bir parçası olduğu savını ortaya atabiliriz. Başka hiçbir hayvan öğrendiklerini toplamaz ve hatta ondan sonraki nesillere aktarmaz. Bu nedenle, hiçbirimiz tek başımıza edindiğimiz deneyimle bilgeliğimizi ve bilgimizi edinmek zorunda kalmayız. Bunu yaparken atalarımızın kaçırdığı aynı fırsatları ve hatalarını tekrarlamamız gerekmez. İnsan herhangi bir dili konuşma yeteneği ile doğar ve doğduğu çevreye ya da dünyaya bağlı olarak ikinci doğası olarak herhangi bir kültürel sistemi kendine katar. İnsan aklı bu çevreye uyum göstermeyi ve davranışlarını etkili bir şekilde bu çevrenin gereklerine göre ayarlamayı sağlar.
ŞU AN BURADA OLMAK
Bu, düşünce deneyimlerini içeren öznel deneylerle daha somut, daha büyük bir sorunun parçasıdır. Beauregard and Dunning (1998), Wilson (2001), Pronin, Lin, ve Ross (2002), ayrıca diğerleri, kendimizi gerçekten iyi tanımadığımızla ilgili önemli bir kanıt sunmuşlardır çünkü her türlü önyargı ve diğer engeller kendimiz hakkındaki nedensel durumların doğruluğu arasına girmektedir. Bu nedenle içebakışçı bir kanıt yararlı, kullanışlı, çok güçlü ve etkili olabilir. Ama doğrudan ve apaçık bir durumun
Karşılaştırmalı beyin evrimleşme alanındaki son kanıt bu düşünceyi kuvvetle desteklemektedir. Homo sapiens ve en yakın primat akrabalarımız arasında beyin yapısı ve işlevindeki yüksek derecedeki farklılıklar ve benzerliklerle ilgili olarak açık farklılıklardan biri; yeniyi oluşturma, bilinçsiz beceri kapasitesindedir. Bu, beyincik ve frontal loblar arasındaki bir bağlantıyı kapsar. Donald (2001) bize en yakın primatlara kıyasla 16 kat orantılı boyutu vurgulamaktadır. Diğer bir deyişle, eğilimlerimizi yerel çevreye uygun olarak kendimiz oluşturup geliştiriyoruz. Bunlar, sadece kendi kültürel normlarımıza ve ödül yapısına dayalı kendi kişisel davranışsal durumlarımızı yansıtmaz aynı zamanda kişisel, bize özgü arzuları ve amaçları da yansıtır (Bargh, 1990) ve bu, aklımızı şuan ki kaygılardan özgür kılmamızı ve geçmişi dikkate alarak gelecek planları kurmamızı sağlar. Sosyal Biliş Araştırması, sosyal bilgi yapılarımızın, sosyal durumlarımızın beklenen ve öngörülen modellerinin uzun süreli
168
169
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
ve kısa süreli mevcut durumlara doğal olarak ve otomatik bir şekilde adapte olduğunu göstermiştir (Higgins & Bargh, 1987). Ayrıca, mevcut durum beklentilerini yansıtan bu yapıların ikisi (uzun ve kısa süreli beklentiler) çatışma haline girdiğinde uzun süreli beklentilerin etkisine hükmetmektedir. Bu temel, mekanik ve bilinçsiz durumlarda, insan aklı mevcut çevrenin koşullarına ve gerçekliklerine esnek bir şekilde uyum sağlar. Hümanistlerden ayrı olarak, Varoluşçular, insan aklının davranış kontrolü üzerinde çevreyle sürekli olarak mücadele içinde olmadığını gözlemlemişlerdir. Bunu yerine , sofistike derecesinde çevreye uyum sağlar ve entegre olur. Durumsal özellikler kendimize özgü kronik amaç takiplerini durum doğrultusunda etkinleştirir. Çevreye olan davranışımız üzerinde gelecek kontrolümüzü bir sonrakinde otomatik olarak gelişmesi için seçebiliriz (X gerçekleştiğinde, Y’yi yaparım). Bu yolla, Skinner (1957) tarafından sunulan çevreyi kontrol gerçeğini kendi lehimize stratejik olarak kullanabiliriz.
SONUÇLAR Bilinçlilik rolü ve insan özgürlüğünün türü gibi varoluşsal meseleler artık sadece felsefenin bir alanı değildir; Bunlar nihayet bilimsel yöntemlerle de izlenebilmektedir. Deneysel yöntem ve araçlar ampirik olarak araştırılacak temel konuları edinmek için geliştirildiğinde tüm bilimler, felsefeden ayrı bir birim haline gelmiştir (Gottlieb, 2000); Özgür irade ve bilincin işlevleri konusunda yakın zamanda bunu yapmak mümkün olmuştur. Öyleyse özgür iradeyle ilgili yeni bilimsel çalışma neyi anlatır? Temel olarak değerlendirilebilir, anlaşılabilir, güdülenebilir, davranışsal sistemlerin bilinçli seçim olmaksızın çalışabildiği bulunmuştur -bilinçli kaygılardan bağımsız olarak fakat uygun çevre koşullarına ve özelliklerine bağlı olarak-. Özünde bu otomatik tepki sistemleri bireyi şimdiye yerleşik olarak tutar ve bilinçli akıl kişinin geçmişini (hafıza aracılığıyla) ve gelecek için planlarını daha güvenli bir şekilde inceleyebilir.
BÖLÜM 25 BENLİK KAYNAKLARININ TÜKENMESİ, ÖZ-KONTROL VE SEÇİM
Bu bilinçsiz destek sistemleri aynı zamanda, kişinin mevcut varlığının an be an dünyevi gerçekliklerinden kaynaklanan bilinçli, olgusal deneyimlerini tamponlamaktadır. Bu, çoğumuzu kasvetli gerçekliğin güçlüklerinden uzakta tutmaya yardımcı olur. Fakat temelde anbean davranışlarımızı kontrol etmede bilinçli değilsek ve bilinçli seçim süreçleri dünyevi, olağan ve önemli hayat kararlarımızda bir etki yapmıyorsa, bunlar insan mantığının görüşünde olamaz. Belki de çevrenin etkileri ve ortaya çıkardığı zorlukların üstesinden geldikten sonra bunların bizim için bir önemi kalmadığından olabilir. Yerel dünyamızı bilmek öyle iyidir ki ortaya çıkmadan önce bu dünyayla ilgili olabilecek durumları önceden sezeriz ve amaçlarımız ve ihtiyaçlarımız altındaki bu durumları hızlıca ve etkili bir şekilde kendi lehimize çevirecek becerileri ve davranışsal repertuarları geliştiririz tıpkı bir oyunda bir sonraki hamleyi önceden bilmek gibi (Bargh & Chartrand, 1999; Donald, 2001). Bu nedenle varoluş felsefesine kıyasla deneysel varoluşsal psikoloji varoluş anlamına farklı bir yaklaşım katmaktır.
170
171
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Varoluşsal Psikoloji, insan hususunu anlamak için seçim ve kontrolün temel önemini belirmiştir. Heidegger’ın (1964/1968) analizleri, bazı alternatifleri farkında varmada devem eden süreçleri ön plana çıkarmıştır. Sartre insan varoluşunu tanımlayarak özgür seçimiyle ilgili özel bir vurguda bulunmuştur. Psikolojide, öz- düzenleme (selfregulation) ve öz kontrol, hayati bir insan becerisi olarak düşünülmüştür (Baumeister, 1998; Carver & Scheier, 1998; Higgins, 1996) çünkü insanlara dürtülerinin üstesinden gelmeyi sağlamaktadır. Böylece insanı ani uyarıcı çevrenin kontrolünden kurtarmak, Kant’ın insan özgürlüğü tartışmalarının merkezi olmuştur.
Aynı şekilde, kültür, verimlilik ve üretkenlikte muazzam kazançlar sağlayan geniş iş bölümü gibi davranışları düzenler bunun için insanların işbirliğine, zihin teorisine ve belki de diğer iç mekanizmalarla kasıtlı öğretme durumlarına sahip olması da gerekmektedir. Biraz daha farklı bir bakış açısıyla Terör Yönetim Kuramcıları (Greenberg, Pyszczynski, & Solomon, 1986) da insan deneyimlerinde kültürün önemini vurgulamaktadır. Bu yaklaşımdan bakıldığında belli bir kültüre ait inançlar, ilkeler ve prosedürler insanları tarafından aktarılmaktadır, sadece özünde iyi olduğundan değil daha ziyade kültürel değerlere katkıda bulunmak kişinin kendi ölüm farkındalığına eşlik eden psikolojik felaketleri tamponlama görevi görür. Bizim yaklaşımımız ölüm belirginliği yaklaşımından ayrılmaktadır. Bu yaklaşımımız, bütünleşmiş bir ağın ve birikmiş bilginin bir parçası olmak gibi, üretkenliği sağlamak ve insanların hayatta kalmasına katkı bulunmak gibi kültür benzerliklerini vurgulamaktadır.
Laboratuar araştırmalarımız, öz-düzenlemenin ortak bir psikolojik araştırmadan yararlandığını göstermiştir. İnsanlar istek uyandıran bir şeye karşı direndiklerinde, doğal eğilimleri umursamadıklarında, bu ortak kaynağı azaltmaktadırlar ve ardından zihni zayıf bir duruma düşmektedir ve bozuk düzenleyici işlev görmeye başlar. Bu etkiyi birçok laboratuar prosedürleriyle gösterdik. Bunlar başarısızlık karşısında, duyguların düzenlenmesini, düşüncelerin bastırılmasını, para harcama dürtüsünün düzenlenmesini veya pasif yanıt dahil birçok durumu kapsar. Bu olguların çeşitliliği zihnin bir yanının, bilişsel, davranışsal, duygusal ve dürtüsel tepkileri kontrol etmek için kullanılan genelleştirilmiş bir kaynak olduğunu göstermektedir. Kaynak model, karar verme kavramını içine alacak şekilde genişletilmiştir. Bu alandaki araştırma, yapılan seçimlerin öz-kontrolün kullanılmasının ardından daha az etkili olması durumunda veya sonrasında öz-kontrolün bozulduğuna dair belirtileri içermektedir.
Bizim görüşümüze göre kültür büyük oranda hayatın karmaşıklığını ve multiboyutsal kararların sıklığını artırmaktadır. Ayrıca doğa, insanın karşı karşıya kaldığı tüm seçimlerini önceden tahmin edememiştir… İnsanlara daha güçlü karar verme aparatları verilmesi gerekirdi. Kültür içinde nasıl davranılacağı konusunda İnsanları programlamak yerine doğa onlara kendilerini programlama kapasitesi vermek zorundaydı. İnsanın kültürel hayatın fırsatları ve yükselen talepleriyle başa çıkmasını sağlamak için doğanın, öz-düzenleme ve aktif seçim kapasitesini yavaş yavaş insan zihnine aşıladığını düşünüyoruz. Bu kapasite kullanıldığında, maliyetli ve oldukça sınırlı hale gelmektedir.
Diğer bir alan ise öz-düzenlemeden sonraki zamanın öznel deneyimini içermektedir. Bu araştırma insanların, öz-düzenlemeyi kullanmaları sırasında veya sonrasında geçen zamanı ve akışını yanlış algıladıklarını göstermiştir. Özellikle de, özdüzenlemeye sahip olan ya da öz-düzenleme kaynakları düşük olan insanlar, daha fazla zamanın geçtiğine inanmaktadırlar. Bu yanlış zaman algısı sonuç olarak, özdüzenleme çabalarını takip etmek için olumsuz etkilere sahiptir.
En belirgin faydalardan biri zamandır. İnsanlar geleceği kullanma becerisiyle diğer türlerden ayrılmaktadır ayrıca şu an yaptıkları şeyle ilgili olayları ve çıktıları önceden tahmin edip ona göre davranmaktadır. Gelecek yönelimi olmasaydı tarım imkansız olurdu, çünkü çiftçiler ürünlerini şu an yemek yerine tohumlarını ekmek zorundalar ve ekmek, bu tohumların bir kaç ay sonra daha fazla yiyecek üretebileceği anlayışını barındırır.
DOĞA, KÜLTÜR VE UYGULAYICI İŞLEV
Böylece, evrim insanın zihnini seçim yapma ve tepkileri kontrol etmesinde güçlü ve uyumsal bir kapasiteyle oluşturmuş gibi görünmektedir. Yine de, kapasite, bir enerji stokunu çalıştıran sınırlı bir kaynağa bağlıdır. Bu kapasite azaldığında, benliğin çoğu işlevi azalacaktır. İnsanlar kendilerini kontrol etmede daha az etkin olacaktır, daha düşüncesizce davranmak ya da daha pasif olmak gibi. Başkalarına saygılı olan, gelecek planları yapan ve anti-sosyal dürtülerini dizginleyen uygar varlık evrimleşmiş atalarımıza daha çok benzeyen bir yaratığı ortaya çıkaracaktır: Diğerlerinin duygularını önemsemeyen, şimdide yaşayan ve geleceği dikkate almayan bir yaratık.
Bu çalışmanın daha geniş bir varoluşsal bağlamı seçimin önemini ve öz- düzenlemeyi göz önünde bulundurulmalıdır. Baumeister, insan zihninin işlevini anlamanın anahtarının kültür katılımını kolaylaştırma amacı için doğa tarafından tasarlandığını ileri sürmüştür. Kültür sadece sosyal bir hayvan olmasının ötesinde atılan bir adımdır. Kültürün insanlara hayatta kalma ve üreme gibi biyolojik anlamda ölçülebilen büyük avantajlar sunmasına rağmen zihin üzerinde diğer yaşam yollarından daha fazla istekler meydana getirir. Kültür kolektif bir bilgiyle birikir ve nesiller üzerinde ilerleme kaydeder fakat zihnin bu fırsatları kullanabilmesi için dil, hayat boyu öğrenme, özgür irade yeteneğine ve geçmiş ve gelecek olaylara dayalı mevcut eylemleri değiştirme kabiliyetine sahip olması gerekir.
172
Araştırmanın bir diğer tarafı, insanın evrimleşmiş öz-düzenleme kapasitesinin, aitlik formundaki ödül beklentisine bağlı olabileceğini ileri sürmüştür. Aitlik ödülleri beklentisi içinde olunmazsa, öz-kontrol fedakarlıkları artık zahmete değer
173
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
olmayacaktır. Laboratuar deneyleri, insanların sosyal gruplardan dışlandığında, davranışlarını kontrol etmeye ve düzenlemeye son verdiğini teyit etmiştir: Daha agresif, anti-sosyal, düşünmeden hareket eden, gelecek yerine şimdiye odaklı insanlar... Ama aynı zamanda kendi kendini engellemektedirler. Yani seçimleri sonucundaki risk ve zararları yeteri kadar dikkate almadan kısa süreli kazanımları ve riskli durumları seçmektedirler (Baumeister, Twenge, & Nuss, 2002; Twenge, Baumeister, Tice, & Stucke, 2001; Twenge, Cantonese, & Baumeister, 2002).
Öz-düzenleme becerileri bir şema gibi çalıştığında, öz-kontrol birinci görevden ikinci görece yükselebiliyordu çünkü öz kontrolün ilk eylemi şemayı kurmuştu. Öz-kontrol becerisi varsa, bir görevden diğerine geçiş yaparken çok az değişiklik oluyordu ya da hiç olmuyordu. Öz-kontrol paylaşılan bir kaynaktan geliyorsa, öz- kontrolün birinci görevden ikinci görece azalması gerekir. 15’in üzerinde yayınlanan çalışmalarda, son modelle ilgili kanıt elde ettik: Eğer önceki görev aynı zamanda öz- düzenlemeyi gerektiriyorsa, öz-düzenleme bozulmaktadır.
Ayrıca, şimdiye kadar, Vohs ve çalışma arkadaşları (Vohs, Ciarocco, & Baumeister, 2003; bkz. Vohs & Ciarocco, 2004) tarafından yapılan bir dizi çalışma, özdüzenlemenin ve kişilerarası işleyişin sıkıca bağlanmış olduğunu göstermiştir. Yani, bu çalışmalar; kapasitenin, benliğin iç ruhsal (intrapsychic) tepkilerini düzenlemek için insanların zor, talepkar ya da farklı kişilerarası görevlerle uğraşmasının ardından tehlikeli olduğunu göstermektedir. Örneğin tersnormatif bir şekilde davrandıktan sonra, insanlar caydırıcı fiziksel bir görevi bırakmak için dürtürleriyle daha az başa çıkabilmektedir. Aynı şekilde temel düzenleyici süreçler başarılı kişilerarası işleyişi olumsuz anlamda etkilemektedir. Örneğin insanlar belli bir süre bir şeye yoğunlaştıktan sonra, izleyen görevlerde, aşırı derecede kibirli, narsist olmaktadır ve diğerlerinin onlar hakkında ne düşündükleriyle ilgili kaygıları azalmaktadır. Özetle, kültürel hayvanlar topluma başarılı bir şekilde katılmak için öz-düzenlemelerine (self- regulation) güvenmektedir.
KAYNAK MODELİN TESTLERİ
Böylece, benliğin yürütücü işlevinin kültür değerlerini ve gücünü kullanmak için insan zihin kabiliyetini oluşturmaya yardımcı olan evrimsel gelişimin özel bir yöntemini ürettiğini ileri sürüyoruz. İnsanoğlu, kendi öz-kontrollerinin sınırlarından zaman zaman hayıflanabilir ve normalde sahip olduğumuzdan 10 kat daha fazla özkontrol kapasitemiz olsaydı belki de herkes daha iyi olabilirdi. Fakat evrim aşamalı olarak çalışmaktadır ve insan türünün muazzam başarısı bir dereceye kadar biyolojik atalarımızdan çok daha fazla öz-kontrolümüz olduğu gerçeğine dayandırılabilir. Özgür irade ve öz kontrol, kültür tarafından düzenlenen bir toplumda birlikte yaşamayı sağlamaktadır.
SINIRLI KAYNAK KARŞISINDA ÖZ-DÜZENLEYİCİ KAPASİTE Bu bölümdeki bulgularla ilgili araştırma ve yorumlar öz-düzenleme kaynağı modelinden gelmektedir ve bu nedenle modele ait ilkeler ve parametrelerin açıklaması sırayla yapılmaktadır. Öz-düzenleme ve davranış değişikliği incelemesine dayalı olarak Baumeister, Heatherton ve Tice çok farklı öz-düzenleme görevlerinin tek bir ortak kaynağa uzandığını ve güçlükle azalabileceğini ileri sürmüşlerdir. Örneğin bireysel koçlar müşterilerine birden fazla davranışsal değişim amacına girişmemelerini önermektedir. Çünkü bu tarz uyarıcı girişimler hedeflerine varma konusunda kişiyi daha az başarılı yapmaktadır. Bunu, iki görevli bir paradigma kullanarak bir laboratuarda test ettik. Öz-kontrol bir görev dahilinde gerçekleştirildi ve ardından ikinci bir öz-kontrol performansı hızlı bir şekilde yapılmak zorunda kalındı.
174
Laboratuarda öz-kontrol becerilerini incelemek için bir yaklaşım gelişmiştir ve zayıf öz-kontrol nedenlerine ve sonuçlarına odaklanmıştır. Modelin iki uzantısı aşağıda tarif edilmektedir ve karar vermenin ve seçimin aynı zamanda paylaşılan kaynaktan çıktığını ve zaman algısının öz-düzenleme çabalarının ayrılmaz bir parçası olduğunu göstermektedir. En temel bazı öz-kontrol becerileri düşüncelerin içeriğini kontrol etmeyi ve duyguların dengesini ve yoğunluğunu ayarlamayı içerir. Duyguların ve düşüncelerin kontrolü bu değerli kaynağı tüketiyorsa, bu tüketme bir sonraki görevde öz- düzenlemeyi kullanma yeteneğinde azalma meydana getirir. Baumeister, Bratslavsky, Muraven ve Tice’in çalışmasında katılımcılara duygusal bir film izlerlerken duygularını bastırmaları ve duygularını kontrol etmemeleri istendi. Katılımcılar ya komedi ya da üzgün bir film izledi. Daha sonra, katılımcılardan bizi dizi çevrik sözcücüğü (anagram) çözmesi istendi. Sonuçlar, filmin tarzına bakılmaksızın duygularını kontrol eden katılımcıların ikinci bir görev sırasında daha az çevrik sözcük çözdüğünü göstermiştir. Muraven, Tice, ve Baumeister’ın (1998, Çalışma 3) tamamlayıcı bulgularında, katılımcılardan beyaz bir ayıyla ilgili düşüncelerini bastırmaları istendi ya da daha fazla düzenleyici kaynak gerektiren görevle basit matematik problemlerini tamamlamaları istendi. Kişinin düşüncelerini kontrol etmesi katılımcıların komik bir film sırasında duygusal ifadelerini kontrol etme yeteneği üzerinde olumsuz bir etkiye sahiptir. Başka bir çalışmada, yasak duyguların bastırılması çözümsüz çevrik kelime oyununu çabucak bırakmak eğilimine yol açmıştır (İki kontrol koşulu birbirinden farklı değildi.) Wegner ve arkadaşları tarafından bu verilerin ek bir açıklaması sunulmuştur. Bu veriler, geri bir tepkinin zihinsel kontrol atağından sonra ortaya çıktığını göstermiştir. Bu bulguların uygulanmasıyla, beyaz ayılarla ilgili düşünceye müdahale etmek katılımcıların çevrik kelime görevini erken bitirmesine yol açmıştır ve muhtemelen eğlenceli filmi daha az eğlenceli kılmıştır. Kişinin duygularını kontrol etmesiyle ve çikolata yemek yerine turp yemeye kendini zorlamasıyla ilgili diğer çalışmalarla birleştirildiğinde, edindiğimiz veri öz- düzenleme için bozuk bir kapasite göstermektedir. Bu çalışmalar kavramsal olarak dürtülere ilişkin bir dizi çalışmayı
175
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
tekrarlamıştır. Vohs ve Faber üç çalışma yürütmüştür. Düzenleyici kaynakla dolu olan kişilere oranla kaynağı tükenen katılımcılar dürtülerini tüketme modeline uygun bir şekilde tepki vermiştir: Bu kişiler daha fazla para harcama dürtüsüne izin veriyordu ve yüksek fiyatlı ürünler için daha fazla ödeme yapma isteğindeydiler. Üçüncü bir çalışma, bu etkilerin dürtüsel harcama puanları özelliği tarafından azaltıldığını göstermiştir. Harcamak bağımlı ölçüt olarak kullanılmıştı. Özellikle harcamalarını sınırlandırma girişiminde bulunan insanların harcama davranışları, düzenleyici kaynakların durumsal güdülerinden daha fazla etkileniyordu. Tükenen koşulun olağan ana etkisi hala görülmesine rağmen bu kişilerin harcamaları bütün gruplardan daha fazlaydı. Bu nedenle Kişinin dürtüsel harcama davranışlarını engelleme eğilimi, tüketme etkisini artırmak için durumsal güdülenmelerle etkileşim içindeydi.
söylenmektedir. Uyumsuzluk azaltma deneyinde (Baumeister 1998), katılımcıların yazma deneyiyle ilgili yazma türü ve yöntemiyle ilgili olarak dört deneysel uygulama koşulları vardır. Sonuçlar hem karşı-tutum (counterattitudinal) hem de yandaş tutum (proattitudinal) seçim koşullarının kontrol ve karşı tutum seçeneksiz koşullardan belirli bir şekilde ayrıldığını göstermiştir. İki seçim koşulu birbirinden belirli olarak ayrılmamaktır. Yandaş tutum yazısı olduğunda bile yüksek seçim düşük kararlılıkla ilişkiliydi. Belki de karar verme süreçleri, karşılaştırma, değerlendirme ve düzenleyici kaynakları tüketen kararlılık gibi alt süreçlere yol açmaktadır.
Bugüne kadar, öz-düzenleme çalışmalarına odaklandık. Bunlar, ortak bir kaynağın, öz-düzenlemenin çok çeşitli türleri ve alanları için kullanıldığını göstermektedir; Düşüncelerin, duyguların, görev performansı ve dürtülerin düzenlenmesi vb... Bu tek kaynağın birçok farklı eylem için kullanılması gerçeği, benliğin en önemli bileşenlerinden biri olarak değerlendirilmektedir.
AKTİF SEÇİMLER DÜZENLEYİCİ KAYNAKLARI KULLANIR Seçim kavramı varoluşsal tartışmalarda uzun ve zengin bir geçmişe sahiptir. Sartre (1943- 1956) hiç bitmeyen seçimlerden her yanıt için en azından mevcut bir alternatif seçenek olduğunu dile getirmiştir. Öz düzenleme formu olarak seçim analizimizdeki özellikle aktif seçim ve karar vermeyle ilgileniyoruz. Seçim işlevi görsün ya da görmesin, insanların verebildiğini otomatik veya bilinçsiz tepkilere başvurulmadan... Olası seçenekler ve onlar arasındaki nihai seçimin psikolojik düşüncesine atıfta bulunan “seçim” terimden bahsediyoruz. Öz-düzenlemede kullanılan enerji kaynağının oldukça önemli görülmesine rağmen, öz uygulama haricindeki uygulamalar olsaydı önemi daha büyük olabilirdi. Baumeister (1998) öz-düzenlemenin, seçim, karar verme ve (pasif tepkiler yerine) aktif tepkilerin yanı sıra benliğin uygulayıcı işlevinin bir parçası olduğunu ileri sürmüştür. Bu bağlantı makul kavramsal bir atılım oluşturmaktadır. Öz-uygulama tarafından kullanılan enerji kaynağı diğer uygulayıcı işlevsel aktivitelerde de kullanılır mı? İlk çalışma bilişsel uyumsuzluk araştırmasının uzun geleneğinden alınan seçim güdülerinin olası bağlantısını keşfetmek olacaktır. Uyumsuzluğun ardındaki temel düşüncelerden biri, bir şeyi seçme eyleminin kişinin değerlendirmeleri ve duygularını değiştirmesiyle ilgilidir. Seçim yapma konusundaki bu yaklaşım Heiddegger’in (1954/1968) seçim yapmak bir başka seçeneği seçmemeyi gerektirdiğinden kısmen problemlidir. Heidegger’a göre bir seçeneği seçmek, seçilmeyen seçeneği kaybetmeye yol açar. Öz- düzenleyici kaynak terimlerinde, diğerindense bir diğer seçeneği seçmenin, yüksek değerlendirme derecesinden, aktif karar verme, seçim sürecine özgü olası sorumluluktan dolayı benlik kaynaklarından bazılarını azalttığı
176
Özetle, bu araştırma, farklı davranışı-tutumu yerine getirmek için anlamlı bir kişisel seçimin, düzenlilik sürekliliğinin azalımına yol açtığını göstermiştir. Daha basit bir ifadeyle seçim yapmak bazı kaynakları azaltmış ve kişinin öz-düzenleme performansını düşürmüştür. Seçim yoluyla, insanlar belli bir durumun sonuçlarını belirler ve çevreyi kontrol etmeyi sağlayabilir. Bununla birlikte seçim her daim arzu edilen bir şey olmayabilir. Uyengar ve Lepper (2000) tarafından yapılan bir araştırma, 24 yanıt seçeneğiyle karşı karşı kalan insanların daha az tatmin olduğunu ve kötü performans sergilediklerin ortaya koymuştur. Araştırmamız, seçim yapmanın benliği aktif olarak olarak düzenleyebilen değerli öz kaynakları azaltabileceğini ileri sürmektedir. Beş ayrı çalışmada, seçim yapma ve karar vermenin düzenleyici kaynaklardaki eksilmeden dolayı benliği daha az düzenleyici hale getirdiğini keşfettik (Vohs, Twenge, Baumeister, Schmeichel, & Tice, 2003). Prototip bir deneyde, katılımcılar benzer seçenekler arasında seçim yapmaya zorlandı (Yeşil mumu mu mavi mumu mu seviyorum vb. gibi) Bir sonraki çalışmada benzer bir güdülenme kullanıldı ama katılımcılarda mümkün olduğunca uzun ellerini soğuk suda tutmaları istendi. Yine, seçim-koşullu katılımcılar ellerini soğuk suda daha az tutabildi. Bu bulgular birçok seçiimin öz kaynakları tükettiğini göstermiştir. Bu beri ilgi çekicidir ve tükenen kaynak etkileriyle ilgili fikir vericidir.
AZALMA DAHA ZAYIF ENTELEKTÜEL PERFORMANSA NEDEN OLUR Bir dizi çalışma, öz düzenleyici kaynakların azalmasında zararlı bilişsel sonuçların, aktif seçim yapma konusundaki çalışmalara tamamlayıcılık sağladığını ortaya çıkarmıştır. Bu çalışmalarda, katılımcılardan geleneksel bir öz-kontrol kullanmaları istenmiştir. Örneğin: Duyguları ve dikkat (ilgi) kontrolü gibi. Daha sonra katılımcıların bilişsel yetenekleri test edildi. Üç çalışmada, tükenmiş insanların dahaz az zeki olduklarını ve yüksek zihinsel işlemleri daha az yerine getirebildiğini keşfettik. Yani bu katılımcılar zor okuma kavrama sorularına yanıt vermede ve karmaşık analitik konuları çözmede zayıf bir performas yerine getirmektedirler. Kaynak azalımı düşük düzeydeki bilişsel görevler için olan
177
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
performansı etkilememiştir. Bu bilgiye bakılırsa, düzenleyici kaynaklar, insanlar yüksek zihinsel işlemleri uygulama girişiminde bulunduklarında işlemektedir. Bununla birlikte, bu sonuçlar, seçimin, karar vermenin ve öz-düzenlemenin hayati bir şekilde iç içe olduklarını göstermektedir. Özellikle seçim yapmak psikolojik sisteme pahalıya patlamaktadır ve bilişsel performans azalmalarının ortaya çıkmasına neden olabilir.
daha yüksek bilişsel süreç testinde, Hanoi Kulesi görevinde, iyi bir performans sergilemişlerdir. Olumlama yapılmayan tükenmiş katılımcılar ise zayıf bir performans sergilemişlerdir. Muhtemelen, öz-olumlama, öz-düzenleyici kaynakları ego-savunma kaygılarından serbest bırakmaktadır ve bu kaynaklar etkili uygulayıcı işlev ve yüksek bilişsellik düzeyi için daha elde edilebilirdir.
Kişi yüksek derecede zor kararların ve aynı zamanda istikrar ihtiyacının, değişmez özkontrolün olduğu durumları anlayabilir. Alternatif olarak, kişi entelektüel çözümleri olduğu kadar ağır öz-düzenleme taleplerini içeren durumları da anlayabilir.
ÖZ OLUMLAMA KAYNAĞI YENİDEN OLUŞTURUYOR OLABİLİR İnsanların kaygıyla baş etmesinin tek yolu egoyu tehdit eden bilgiye karşı savunmaya geçmesidir. Kişinin tutumlarıyla çelişen davranış, kişinin hastalık tehlikesinde olduğuyla ilgili bilgi ve zayıf performans değerlendirmeleri kaygıyı tetikleyebilir çünkü bunlar benliğin tutarsız, sağlıksız, veya diğerlerinden daha güçsüz olduğu izlenimini vermektedir. Bununla birlikte insanlar, egoyu tehdit eden bilgi kaynağına güvenmeyerek ya da istenmeyen geri bildirimlerin olumsuzluğunu minimize ederek benlik üzerinde negatif etkileri azaltabilirler. Bu tepkiler, egonun daha az istenen yönlerine doğrudan karşı durmaksızın olumlu öz-görüşleri sürdürebilir. Tetikte olan ego, öz-değerin temel yönlerini etkinleştirerek ya da olumlayarak azalabilir (Arndt, Schimel, Greenberg, & Pyszczynski, 2002; Schimel, Arndt, Pyszczynski, & Greenberg, 2001; Steele, 1988). Benlik olumlandığında ya da onaylandığında, değerli öz-kaynaklar tehditten korunmak için benliğin savunulmasına ihtiyaç duymamaktadır. Bunun yerine diğer dürtülere doğru yönlendirilebilir (Koole, Smeets, van Knippenberg, & Dijksterhuis, 1999). Öz-olumlama ve benlik kaynaklarının tükenmesini birleştiren bir dizi çalışmada Öz-olumlamanın diğer öz-düzenleyici faydalarını keşfettik. Öz-olumlama benlik kaynaklarını ego savunmasından geçici olarak serbest bırakabilirse, bu kaynaklar diğer düzenleyici dürtülere uygulanabilir. Bir çalışmada, talep edilen zihinsel kontrol görevinden sonraki zor anagramlarda (çevrik kelime) öz-düzenleme sürerliliğini değerlendirdik. Zihinsel kontrol görevinden önce çok önemli bir değerle ilgili düşünme ve yazma fırsatı sunulan katılımcılar ego kaynaklarının tükenme etkilerinin üstesinden gelebilmişlerdir. Özolumlamalı katılımcılar, zor anagramlarda öz-olumlamalı olmayan katılımcılardan daha uzun süre devamlılık göstermişlerdir (Schmeichel, Vohs, & Baumeister, 2003). İkinci bir çalışmada, insanlar kendilerinin önemli bir yönünü onayladıklarında ego kaynağının tükenmesi, uygulayıcı işlevsel bir testteki performansı olumsuz anlamda etkilememiştir. Temel değerleriyle ilgili düşünmelerinin ve yazmalarının ardından Stroop renk-sözcük girişimi görevini yerine getiren katılımcılar bir sonraki
178
Üçünü bir çalışma, Öz-olumlamanın öz-düzenleme performansı üzerideki etkilerinin olumlu etkilemeden olmadığını göstermiştir. Yine, tükenmiş katılımcılar, öz- değerlerinin temel yönlerini onayladıklarında öz-düzenleme görevinde daha iyi bir performans sergilemişlerdir. Karşılaştırmalı bir grupta, olumlu bir ruh hali belirtisi, öz- düzenleme performansın etkilememiştir. Bu sonuç modeli, insanları iyi bir ruh haline sokmanın, ego kaynaklarının tükenmesindeki zararlı etkilerine karşı gelmek için yeterli olmadığını ileri sürmüştür. Bunun yerine, öz-olumlamanın, ego savunmalarının geçici olarak doyurulmasıyla, diğer alanları etkileyen özdüzenlemeyi kolaylaştırdığını düşünüyoruz.
ÖZNEL ZAMAN DENEYİMİ ÖZ-DÜZENLEME İLE DEĞİŞTİRİLİR İnsan hayatının sınırsız olmadığıyla ilgili ve insanların ölümlü varlıklar olduğuyla ilgili düşünce psikolojik bir yük anlamına gelmektedir. İnsanlar geçmiş ve gelecek zaman duygusuna sahip olduğu için, fiziksel ve psikolojik ölüm gerçekliğini kısmen de olsa daha iyi idrak edebilirler. İnsan dışındaki hayvanlar diğer yönden sadece şuan içinde bulunduğumuz zamanı yaşarlar ve bunun sonucunda geçmiş deneyimleri ya da gelecekteki olasılıkları bilmezler (Roberts, 2002). Bu nedenle zamanın ilerleme konsepti insanlara özgüdür ve bu nedenle özdüzenleme gibi sadece insanda bulunan kapasitelerle ilişkili olabilir (Hayvanların öz-düzenleme yeteneklerinin olmadığı görülmektedir, bkz. Roberts, 2002) Varoluşsal bağlamda, Becker (1962) zaman algısının insanlar için önemli olduğunu çünkü içinde amaçların ve amaçlara ilişkin eylemlerin var olabileceği bir sosyal ortam sağladığını ileri sürmektedir. Zaman üzerine yaptığımız çalışmalarımızda, öz-düzenleme ve öznel deneyim arasındaki bağlantıyı araştırmaya çalıştık (Vohs & Schmeichel, 2003). Öz-düzenleme ve zaman deneyimini kullanmanın bazı ortak özelliklere sahip olduğu düşüncesiyle başladık. Temelinde, uzun süreli tahminler ve öz-düzenleme; belli zamanlarda belli sıklıkla görülen zor zihinsel işlemleri içermektedir. Birçok bilişsel işlemin meydana geldiği dönemler daha uzun zaman tahminlerine yol açmaktadır. Bu nedenle, öz- kontrolün kullanılmasının ardından kaynak tüketimi durumunda olmanın uzun tahmin sürelerine yol açtığı varsayımında bulunduk. Bununla birlikte, öz-düzenleme ve düşük düzenleyici kaynakların durumunu izlemek insanı şimdiye saplanmış hale getirdiğini varsaydık, öyle ki ani uyarıcı, dürtüler ve istekler daha belirgin olabilirdi ve soyut düşünce, yüksek düzeydeki amaçlar uzak olabilirdi. Beş çalışmanın sonuçları bu hipotezlerin desteklenmesinde
179
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
kanıtlar sunmuştur (Vohs & Schmeichel, 2003). Duygularını, düşüncelerini ya da davranışlarını kontrol ederek düzenleyici kaynaklarını tüketen katılımcıların, özkontrollerini kullanmayan katılımcılardan çok daha yavaş hareket ederek zamanı tecrübe edindiklerini keşfettik. Aynı zamanda tükenmiş katılımcılar, sonraki özkontrol eylemlerinde tükenmemiş katılımcılardan daha erken vazgeçti. Özetle, zaman algısı ve öz-düzenleme üzerine yapılan araştırma, bunların çiftyönlü olarak ilişkili olduğunu ortaya çıkarmıştır: İnsanlar öz-kontrol eyleminde bulunduğunda, kaynaklarını tüketiyorlar ve şimdiye uyum sağladıkları ve gelecekten daha az haberdar oldukları genişletilmiş bir duruma katıldıkları bir zamanı daha yavaş hareket ederek geçiriyorlar. Bu nedenle ego kaynakları tükenmiş insanlar şimdiye saplanmaktadır ve mevcut davranışlarının gelecek sonuçlarından daha az haberdar olarak görünmektedirler. Bu yolla zamanı tecrübe etmek, öz-kontrol kapasitelerine zararlıdır.
SONUÇ Öz-düzenleme yetenekleri ve zaman algısı, seçim, öz olumla, rasyonel düşünce ve öz-savunma gibi varoluşsal kaygılara düzenleyici kaynaklarla ilişkili 5 farklı hatta araştırmayı gözden geçirdik. İnsanların kendilerini ve dünyalarını denetleyeme çalışmaya güdülenmesi yeni değildir ve bu filozofları, kuramcıları ve araştırmacıları bu güdülerin nedenlerini ve sonuçlarını anlamak için harekete geçirmeye devam etmektedir. Öz- düzenlemenin kontrol güdüsünün merkezine dayandığına inanıyoruz. Araştırma programımız, öz-düzenlemeyi kullanmanın bedellerini inceleyerek ve öz- kontrolün gelecek eylemleri için yansımalarına odaklanarak başladı (Baumeister et al., 1998; Muraven et al., 1998) ve öznel zaman algıları çalışmasındaki gibi ego kaynakları tükenmiş insanın iç durumunu araştırdık (Vohs & Schmeichel, 2003). Bireysel farklılıkların ve düzenleyici kaynaklarını rolünü (bkz. Faber & Vohs, 2004, ; Vohs & Heatherton, 2000) ve seçim yapmanın altında yatan süreçleri (Vohs et al., 2003) ve akılcı düşünceyi (Schmeichel et al., 2003) dahil ederek modeli genişlettik. Son olarak, kaynakların nasıl tüketildiğini görmeye başladık ve öz-olumlamayı tek olası yol olarak benimsedik.
BÖLÜM 26 İRADENİN İŞLEYİŞİ, İŞLEVSEL BİR YAKLAŞIM
Kaynağın ne olduğunu anlamaya yönelik keşfedilmesi gereken ve belki de daha büyük ve ilginç yollar vardır. Konuştuğumuz bazı bilim adamları, planlama görevi gören beyin bölgelerinin (prefrontal korteks) bu kaynağı barındırıp barındırmadığını görmek için nöro bilimsel açıdan bakmamızı önermektedir. Kaynakları ilgilendiren çeşitli etkileri test etme yolu olarak; Düzenleyici kaynakları, öz-olumlama, rasyonel seçim ve özgür irade gibi diğer benlikle ilgili olgulara bağlayarak bu meseleyi bir başka yolla ele alıyoruz. Öz- düzenleyici kaynakların neyi etkilediği ya da etkilemediği ile ilgili bulgular, kaynaklarla ilgili düşündüğümüz şeyi tanımlamaya yardımcı olacaktır.
180
181
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Kişinin kendi eylemleri üzerinde kasıtlı (willful) kontrolü son derece arzu edilen bir durumdur. Bununla birlikte kastın, derin, rahatsız edici varoluşsal etkileri vardır. Kişi ne yapacağına kasıtlı bir şekilde karar verme gücüne sahipse, bu kişi davranışlarından tamamen kendisi sorumludur. Kasıtlılık, birinin kişisel zayıflığı ya da hatalarını açıklayabilen hafifletici koşulları ve mazeretleri ortadan kaldırır. Heidegger ve Sartre gibi varoluşsal düşünürler belirttiği gibi, bu sorumluluğun salt gerçekliği korkunç olabilir. Nitekim, birçok modern birey, olayların sorumluluğunu alma becerisini inkar ederek ya da uzak durarak “seçim zorbalığından” kaçmaya istekli gibi görünmektedir. Ne yazık ki, kişisel sorumluluğun inkarı insanları gerçekten istedikleri gibi hayat sürdürmelerinden alıkoymaktadır. Varoluşsal psikoterapi’nin önemli amaçlarından biri insanları sorumluluk savunmalarından kurtarmak ve onlara kendi eylemlerini istekli bir şekilde kontrol etme becerisini kazandırmaktır (Yalom 1980).
dış güçler tamamen dışarıdan olabilir (örneğin cüzdanımı almak için beni zorlayan bir hırsız) ama aynı zamanda içerden de olabilir (benlik sisteminin dışındaysa). Örneğin: Nefret etmeme rağmen parası iyi bir işe teşvik edilmem. Davranışım parasal faktör tarafından kontrol edilmektedir; iç güdüsel faktör benliğe entegre değildir. Öznel ve nesnel determinasyon arasındaki ayrıma nöro-psikolojik perspektiften de yaklaşılabilir. Nöro-psikolojik araştırma, frontal loblar (Fuster, 1989; Lezak, 1983; Luria, 1978), ve ön singülat korteksler (Pardo, Pardo, Janer, & Raichle, 1990; Posner & Petersen, 1990) gibi istemli süreçlere aracı olan beynin çeşitli bölümlerini tanımlamıştır. Bu beyin yapıları, örneğin bilişsel durumlar arasında geçiş yaparak ve rutin tepkilere üstün gelerek davranışın esnekliğini büyük ölçüde artırabilir.
Modern bireyler iradenin varoluşsal yükleriyle mücadele ettiği gibi, deneysel psikologlar da insan işleyişinde iradenin kavramsal rolüyle mücadele etmektedir. 20. yy.’ın başlarında iradeyle ilgili deneysel çalışma, gelecek vaat eden bir başlangıç yapmıştır (Ach, 1910; Lewin, 1926; Lindworsky, 1923). Bununla birlikte bu dönem, davranışçılığın yükselişiyle devam etmiştir. Bilişsel devrimden sonra, deneysel psikologlar öz-düzenleme (Carver & Scheier, 1981), uygulayıcı işleyiş (Vohs & Baumeister, bölüm 25, bu eserde; Norman & Shallice, 1986), otonomi (Deci & Ryan, 2000), memnuniyet süresi (Metcalfe & Mischel, 1999), eylem kontrolü (Kuhl & Beckmann,1985) gibi istemli süreçlerle ilgili kuram oluşturma konusunda yine özgürdü. Ancak bu alanlarda yapılmış önemli ilerlemeye rağmen, irade oldukça tartışmalı bir konu olmaya devam etmektedir (Bargh, bölüm 24, bu kitap; Libet, 1985; Wegner & Wheatley, 1999). Bu bölümde, deneysel varoluşsal psikolojideki ana konu olarak iradeye odaklanıyoruz. Özellikle de iradenin, kendisini titiz bilimsel analizlere katkıda bulunan bağımsız psikolojik konsepti temsil ettiğini konuşacağız. Aşağıdaki bölümde, iradenin bilimsel konumuna karşı yükselen en önemli kuramsal engellerin bazılarını hesaba katarak başlayacağız. Daha sonra iradenin işlevsel yaklaşımını tartışacağız, bu yaklaşım iradenin deneysel analizlerine rehberlik etmeden faydalı olabilir. Son olarak, iradenin işleyişindeki bakış açımızın deneysel- psikolojik etkilerinden bazılarını göz önünde bulunduracağız.
Dinamik sistemler kuramındaki son gelişmeler, belirlenmiş karmaşık sistemlerin yeni özelliklere sahip olduğunu göstermiştir. Kasıtlılık ve öz-düzenleme gibi daha yüksek düzeydeki yapılar karmaşık davranış sistemlerini tanımlamak ve açıklamak için en tutumlu yolu sağlamaktadır. Özellikle bu bölümde kullandığımız irade konsepti davranış belirleyen sistemler arasında doğrusal olmayan yeni özelliklere indirgenemez. Aksine, irade birçok süreci koordine eden yüksek sistemler olarak göz önünde bulundurulmaktadır. Libet (1985), Wegner ve Wheatley (1999) tarafından yapılan araştırma sadece bilinçli irade deneyiminin geçerliliği üzerine değinmektedir. Bu, bilinçsiz istemli süreçlerin insan davranışında nedensel bir güç olmasıyla ilgili açık bir soruyu ortaya çıkarır. Bilinçsiz irade kavramını ele alan Libet, bunu “kabul edilemez” olarak düşünmektedir. Buna karşılık, bilinçli iradenin uygulanabilir bir kuramsal olasılık olduğuna inanmaktayız.
İRADEYE İŞLEVSEL BİR YAKLAŞIM Psikologlar iradenin doğasıyla ilgili kuram yaptıklarında, iradenin soyut bir psikolojik yapıdan fazlası olduğunu akılda tutmak önemlidir. Wegner ve Wheatly’nin belirttiği gibi “Hepimiz bir şeyleri yaptığımız, eylemlerimize neden olduğumuz duygusuna kapılırız”. Nitekim çoğu insan için, kasıtlılık, ikna edici öznel deneyimleri oluşturur.
Bilimsel değergeler karşısındaki en temel engellerden biri, mutlak özgürlük olarak düşünülmektedir. Kasıtlı davranış, objektif belirlemecilik tamamen bağımsız olsaydı, iradenin işleyişini analiz eden herhangi bir bilimsel girişim yararsız olurdu. Ancak, daha yakından dikkate alırsak, belirlenemezcilik (indeterminism) savı, öznel ve nesnel belirlemecilik (determinism) arasında bir karışıma dayanır. Bir kişinin davranışını iradeli olarak algılıyorsak, aslında tipik olarak bu davranışın öz-belirleme davranışı olduğunu söylemek isteriz; kendini dış güçlerden arındırmış olma anlamında. Bu
Sonuç olarak, bu irade deneyimiyle, mevcut iradenin işleyişini dengeleme konusunda cezbedici olmaktadır. Bu kafa karıştırıcı durumun anlaşılır olmasına rağmen, bunun iradenin nasıl işlediğiyle ilgili olarak gerçek bir anlayış yoluna dayandığına inanmaktayız. Özellikle, iradenin mevcut işleyişinin önemli olgusal ilişkiye sahip olduğunu tartışmıyoruz. Kasıtlı davranışın önemli birçok yönü özbildirimle değerlendirilebilir. Ayrıca Davranış yöneliminde bireysel farklılıklarla ilgili çalışmamız, bilinçsiz istemli işlevlerin bile öz- bildirim araçlarıyla kullanıldığını göstermektedir. Çünkü insanlar, bilinçsiz istemli işlevlerin kendi eylemlerindeki sonuçları gözlemleyerek bu işlevleri öğrenebilirler (Kuhl & Fuhrman, 1998). Bilinçli deneyim iradeyle ilgili durumu ortaya çıkarmıyorsa, psikologlar iradenin işleyişiyle ilgili derin bir anlayışı nasıl elde ederler? Bunun, iradeye işlevsel bir yaklaşımın benimsenmesiyle başarılabileceğini düşünüyoruz. İşlevsel yaklaşım, istemli işlevin altında yatan çeşitli alt sistemleri ortaya çıkarmaya çalışır. Bu tarz bir yaklaşım, psikoloji olgusunun işlevsel bileşenlerini düşük düzeydeki iç organizmalarla başarılı
182
183
İRADENİN SAVUNULMASI
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
bir şekilde analiz eden bilişsel psikolojide olağandır. Yakın bir yaklaşımın, motivasyon, uygunluk ve irade gibi daha karmaşık psikolojik olgularda verimli olabileceğine inanıyoruz. İradeyle ilgili İşlevsel yaklaşımımız indirgemeci değildir çünkü istemli olguyu ayrı bir işleyiş düzeyinde kullanmaktadır. Böylece istemli mekanizmalar işlevsel olarak bağımsızdır ve uyaran tepki, (Stimulus-Response), uyarılma ya da etki gibi düşük düzeyli mekanizmalara indirgenmez. Kişilik psikolojisi bünyesinde, yüksek düzeyli olguya işlevsel bir yaklaşım yeni değildir. Freud’un id, ego ve süper egoyla ilgili klasik modeli, güdüsel ve istemli davranışın işlevsel bir analizi yönünde bir başlangıç girişimi olarak görülmektedir. Bu mekanizmaların titizlikle test edildiği bir yolla işlevsel mekanizmaları açıklayarak Salt metaforik durumların oluşma riskinin üstesinden gelinebilir. İşlevsel yaklaşım, sadece işlevsel mekanizmalar maksimum bir açıklık ve kesinlikle formüle edildiğinde faydalıdır.
PSI kuramına göre, öz-kontrol iki ayrı işlevsel sisteme ayrılabilir. Öz-kontrolü destekleyen ilk sistem niyet belleğidir. Niyet belliği (intention memory) insanlar nerede ve nasıl davranmasıyla ilgili kararsız kaldığında etkinleşebilir. Niyet belleği çalışan bellekteki kasıtlı eylemlerin soyut-sembolik temsillerini elde etmekten ve bu niyetlerle sezgisel davranış kontrol sistemleri arasındaki yolu engellemekten sorumludur (zamanından önceki eylemi önlemek için). PSI kuramına göre niyet belliği analitik düşünceyi, sözlü süreçleri ve planlamayla ilgili diğer süreçleri destekleyen alt sistemlerin büyük bir ağına bağlıdır. PSI, öz-kontrolün düşük bilişsel süreçler tarafından nesne tanımlama sistemi şeklinde desteklendiğini de varsaymaktadır. Nesne tanımlama, başlangıç algılarının açıkça tanımlanmasına odaklanan algılar sistemidir. Nesne tanımlama, öz-düzenlemenin siber modellerinin bir parçası olan farklılık tarayan bir monitör işlevini yerini getirir. Nesne tanıma, aynı zamanda beklenmeyen ve istenmeyen olayları içeren potansiyel olarak tehlikeli durumlar karşısında insanı bilgilendiren bir uyarı sistemi olarak da çalışmaktadır.
KİŞİLİK SİSTEMLERİ ETKİLEŞİM KURAMI Kişilik sistemleri etkileşim kuramı, vurgulanan işlevsel mekanizmalarıyla ilgili olarak insanın kişisel işleyişi için açıklamalar arayan interaktif bir çerçevedir (Kuhl, 2000a, 2000b, 2001). Geniş kuramsal bir perspektif olarak, Kişilik Sistemleri Etkileşim kuramı yaratıcılık (Biebrich & Kuhl, 2002; Koole & Coenen, 2003), sezgi (Baumann & Kuhl, 2002), benlik (Koole & Kuhl, 2003) ve depresyon (Kuhl & Helle, 1986) konularını kapsayan çok çeşitli kişilik olgusunu vurgulamaktadır. Temelde, Kişilik Sistemleri Etkileşim kuramı (PSI) istemli eylem kontrolünün (Kuhl, 1984; Kuhl & Beckmann, 1994 kavramsal bir analizinden ortaya çıkmıştır. Bunun gibi irade de PSI kuramı bünyesinde merkezi bir yer işgal etmeye devam etmektedir. Diğer yaklaşımlarla mutabık olarak, PSI kuramı, iradeyi; kişinin düşüncelerini, duygularını ve eylemlerini düzenleyen temel uygulayıcı bir dizi süreç olarak göz önünde bulundurmaktadır. PSI kuramı irade ve istemli durumların iki temel formu arasında ayrılmaktadır. İlk irade formu, dürtüsel eylemleri düzenlemekten ve zihinde etkinleşen amaçlara tek niyetli odaklanmayı sağlamaktan sorumludur. Bu istemli mod, öz-kontrol olarak adlandırılır. Diğer yandan ikinci irade formu ise insan işleyişini eylemlere doğru yönlendirmektedir. Bu ikinci istemli mod ise öz-bakım (self-maintenance) olarak adlandırılır. Öz-kontrol (self-control) ve öz-bakım istemli eylem kontrolünün karşıt yönlerini işlevsel olarak temsil eder.
ÖZ- KONTROL Öz-kontrol davranış kontrolünün faydalı bir formumudur. Diğer şeyler arasında, insanlara sağlıklı yeme alışkanlığı kazanmayı (Fuhrman & Kuhl, 1998; Verplanken & Faes, 1999), önemli iş teslimlerini gerçekleştirmeyi (Gollwitzer & Brandstätter, 1997; Koole & van ‘t Spijker, 2000), önyargılı tepkileri engellemeyi (Devine, 1989; Fiske, 1989), ve prososyal, özverili eylemleri (Koole, Jager, Hofstee, & van den Berg, 2001; Van Lange et al., 1997) kullanmayı sağlar. Öz-kontrol bilinçli ve gayretli olma eğilimindedir. Prototip bir örnek verirsek niyeti çalışmak olan bir öğrenci, arkadaşlarıyla konuşmak ya da sinemaya gitmek gibi dikkat dağıtıcı eylemlerle ilişkili düşünceleri engellemeye çalışır (Metcalfe & Mischel, 1999; Wegner, 1994).
184
ÖZ-BAKIM (SELF-MAINTENANCE) Öz-kontrol modu gibi, öz-bakım modu da iki işlevsel sisteme ayrılabilir. Öz-bakımı destekleyen ilk işlevsel sistem “dış bellektir (extension memory)”. Dış bellek geniş bilişsel etkili ağları içeren merkezi bir uygulayıcı sistemdir. Dış bellek yüksek çıkarımsal bir sezgi formunu destekler. Kişi bir nesne, kişi ya da bir durumun çelişkili yönleriyle karşı karşıya kaldığında tipik olarak dış bellek çağrılır. Dış bellek, benliği içeren ihtiyaçlar, güdüler, duygular ve bedensel hisler, değerler ve otobiyografik deneyimler gibi içsel durumların temsilleriyle entegre olan “kapalı benlik temsilleri” için bir temel oluşturur (Koole & Pelham, 2003; McClelland, Koestner, & Weinberger, 1989; Wheeler, Stuss, & Tulving, 1997). Nöro-anatomik bir düzeyde, dış belleğin işlevi sağ prefrontal sürece katılır. Beynin diğer tarafının işleyişi, bilgiyi çok çeşitli girdi sistemlerinden birleştiren genel bir ağ gibidir. Bunun gibi beynin sağ kısmı bütünleyici, birleştirici bilgi süreci için uygundur (Beeman, 1994; Rotenberg, 1993). Öz-bakım, düşük davranış kontrol sistemi “sezgisel davranış kontrolü” tarafından desteklenmektedir. Sezgisel davranış kontrolü, somut eylemlerin otomatik olarak uygulanışına, nesne ve olaylar karşısında verilen sezgisel tepkilere rehberlik eden son derece bağlamlaştırılmış çoklu davranış programlarını içerir. Sezgisel davranışsal kontrolün en erken formlarından biri yeni doğan çocuklarda görülmektedir. Sezgisel davranış kontrolü “teşvik odaklıdır”. Pozitif etkileri, ödülleri ya da tatmin olma ihtiyacını maksimize etmeye yöneliktir. Öz-bakım işlevlerini değerlendirmek için birçok yöntem faydalıdır. Dış belliğin etkinleşmesi, özgürlük, hakimiyet, öz-belirleme gibi duyguları içeren deneysel eşleniklerle birlikte olur. PSI kuramına göre bu öznel deneyimleri işlevsel terimlerle yorumlamak mümkündür. Dış bellek tarafından kontrol edilen davranış katı S-R davranışından çok daha esnektir. Çünkü dış belleğin paralel süreç ağı birçok davranışsal seçeneği işlemden geçirebilir. Hakimiyet duygusu, bireyin belirli bir problemi çözmesinde kullandığı deneyimlerinin geniş ağların sezgisel bir ölçümüne dayanabilir. Öz-
185
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ belirleme deneyimi, kişinin aktivitelerinin; kişisel ihtiyaçlar, güdüler, benlik yönleri ve otobiyografik deneyimlerinin bütün geniş ağlarıyla uyumlu olduğu sezgisel bir duygu aracılığıyla meydana gelebilir. Sezgisel davranışın kontrolünün etkinleşmesi, en iyi, kapalı ölçütlerle değerlendirilmektedir çünkü sezgisel davranış kontrolü ilk olarak alt sembolik motor davranışlar düzeyinde çalışmaktadır. Kuhl (2001) sezgisel davranış kontrolünün nesnel ölçütlerini geliştirmek için kullanılabilen çeşitli bilgi süreçleme özelliklerinin listesini yapmıştır. Bu özellikler multimodal algıları içermektedir. Sezgisel davranış kontrolünün değerlendirilmesi için kullanılan deneysel yöntemler doğru pratik edilen motor beceri performansını (Heckhausen & Strang, 1988; Kuhl & Koch, 1984), uyarı algılama yöntemlerini (Higgins, 1998), oturma mesafesini (Wisman & Koole, 2003) ve sosyal taklidi (Chartrand & Bargh, 1999) kapsar.
İRADE SİSTEMLERİ ARASINDA ETKİLEŞİMLER: DUYGUNUN ARABULUCU ROLÜ Öz-kontrol ve öz-bakım, istemli hareket kontrolünün karşılıklı olarak birbirini dışlayan formlarıdır. Bu nedenle bir kişi için öz-kontrol ve öz-bakımı aynı anda gerçekleştirmesi imkansızdır. Bunların her ikisi de uygulayıcı kontrolün uyarlanabilir formları olduğu için, rahatsız edici bir öz- düzenleme ikilemi oluşmaktadır. Özkontrol ve öz-bakım aynı anda gerçekleştirilememesine rağmen, kişi öz-kontrol ve öz-bakımı anbean değişimli olarak kullanır. Örneğin kişi önce karmaşık bir eylem planı oluşturabilir ve sonra da bu planı eyleme dökerek devam edebilir. Dış bellek ve sezgisel davranış arasında alternatifin olması, niyetleri oluşturmak ve akabinde davranışa dökmek için son derece yararlıdır (Kuhl, 2000b; Oettingen, Pak, & Schnetter, 2001). Farklı irade işlevlerini değişimli olarak yapma becerisi ek koordinasyon gerektirmektedir. PSI kuramına göre, bu koordinasyon mekanizması bazı duygusal sistemlerle sağlanmaktadır. Burada, duygusal değişikliklerin özdüzenleme sistemini bilgilendirdiğine dair bir düşünce vardır. Ayrıca görüşümüz, duygunun bilişsel ve duygusal kaynakları besleyebildiği görüşüyle tutarlıdır. PSI kuramı, olumlu ve olumsuz duyguların farklı işlevsel rollere sahip olduğunu ileri sürmektedir (Ashby, Isen, & Turken, 1999; Isen, 1984). Olumlu duygu, niyet belleği (intention memory) ve sezgisel davranış kontrolü arasındaki bilgi akışını sağlar. Olumlu duygudaki azalışlar, önemli ihtiyaçların karşılanmadığı sinyalini verir çünkü bazı engellerin üstesinden gelinmek zorundadır ve böylece bu da niyet belleğinin etkileşmesini sağlar. Bunun tersine, olumlu duygudaki artışlar tatmin olma ihtiyacının artık bir sorun teşkil etmediğini gösterir ve bu da sezgisel davranış kontrolünün etkinleşmesini sağlar. Olumsuz duygu, nesne tanımı ve dış bellek arasındaki enerji akışını düzenler. Olumsuz duyguda artışlar, ani, umulmadık tehlikenin varlığını gösterir ve bu da nesne tanımlamanın etkinleşmesinde bir artışa neden olur. Diğer yandan olumsuz duygudaki azalışlar durumun oldukça güvenli ve öngörülebilir olduğunu göstermektedir ve bu dış belleğin etkin olmasına yol açar. Geniş deneysel ağlar temelinde, dış bellek çok sayıda karmaşık olayların öngörülebilirliği için oldukça uygundur.
186
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
İRADEYLE İLGİLİ DUYGU DÜZENLEMESİ İnsanlar kendi duygularının pasif gözlemcileri değildir. Gerçekten de duygu literatürü, insanların sürekli olarak kendi duygusal durumlarını izlediklerini ve düzenlediklerini göstermektedir (Gross, 1999). PSI kuramı, bu yoğun duygu düzenleme çabalarına kuramsal bir açıklama sağlar. Duygusal değişim iradeyle ilgili işleyişle ilgili önemli sonuçlara sahip olduğundan, bazı duygusal durumları sürdürme becerisi etkili hareket kontrolü için hayatidir. Bazı duygu düzenleme mekanizmaları bilgi sürecinin başlangıcında ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte duygu düzenlemesi prefrontal beyin bölgeleri tarafından desteklenen bilgi sürecinin daha sofistike düzeyinde daha yüksek olarak da ortaya çıkabilir. Bu tarz yüksek düzeyli süreçler duygu düzenlemesine karıştığında, PSI kuramı, iradeyle ilgili duygu düzenlemesine değinmektedir. İradeyle ilgili duygu düzenlemesi, iradeyle ilgili işlevler duygusal sistemlerle bir bağlantı geliştirdiğinde mümkündür. Buna göre, iradesel duygu düzenleme becerileri, bireyleri istenmeyen duyguları azaltarak düzenleme konusunda iradesel süreçleri kullanmaya teşvik eden bir çevre tarafından geliştirilir (Kuhl, 2000). PSI kuramı, niyet belliği yardımıyla iradesel duygu düzenlemesi ve dış bellek yardımıyla iradesel duygu düzenlemesi arasında ayrım yapmaktadır. Niyet belleği yardımıyla duygusal düzenleme, bilinçli, ihtiyatlı süreçle çalışır. Gross (2002) tarafından yapılan son çalışma iki çeşit ihtiyatlı duygu düzenlemesini incelemiştir. İlkinde, bireyler caydırıcı duygu durumlarının dışavurumunu engellemek için duygularını bastırabilirler. Bastırma stratejileri etkisiz olmaya eğilimlidir ve istenmeyen duyguları da ortaya çıkarabilirler. İkincisinde, bireyler, kişinin olayları bilinçli olarak değerlendirme şeklini değiştirerek olumsuz duyguyu azaltarak düzenleyebilirler. Yeniden değerlendirme bastırma yönteminden iyi olsa da, bu sadece istenmeyen duygu tetiklenmeden önce uygulanabilir. PSI kuramına göre, kişinin duygusal durumlarında daha esnek ve etkili bir kontrol dış bellek aracılığıyla başarılabilir. Dış bellek duygusal sistemlere daha yakından bağlıdır. Ayrıca dış belleğin çok daha çabuk tepki verme becerisi vardır. Kuhl (1981, 1994) dış bellek aracılığıyla duygu düzenlenmesinde bireysel farklılıkları değerlendirmek için bir ölçüt geliştirmiştir. Bu tarz bir duygu düzenlemesi etkili hareket kontrolünün merkezi bir bileşeni olduğu için, dış bellek vasıtasıyla becerili olan bireyler hareket yönelimli bireyler olarak adlandırılmaktadır. Kuramsal olarak hareket yönelimli bireyler, etkili ve bağlama duyarlı duygu düzenlemesinde becerili olarak farz edilir. Diğer yandan düşük hareket yönelimli bireyler bu tarz güçlü bir duygu düzenleme becerisinden büyük olasılıkla yoksundur. PSI kuramına göre, duyguyla ilgili öz-düzenleme uygun ruh halinin bakım ve yenilenmesiyle ve bu ruh halinin huzur ve sağlık açısından etkileriyle sınırlı değildir. Bunun yerine duygusal öz-düzenleme, durumun gereklerine göre zihinsel sistemler arasında geçiş yapması gereken dört zihinsel sistem arasındaki etkileşimi düzenlemektedir. Buna göre PSI kuramı, hareket yöneliminin bütün iradesel
187
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
işlevlerin önemli bir arabulucusu olması gerektiğini öngörmektedir. Bununla tutarlı olarak, yapılan araştırma niyet belleği (intention memory), nesne tanımlama (object recognition), dış bellek (extension memory) ve sezgisel davranış kontrolünün (intuitive behavior control) çeşitli göstergeleri üzerinde hareket yöneliminin güvenilir etkilerini ortaya çıkarmıştır. İşlevsel bir perspektiften bakılırsa, stresli koşullar altında durum yönelimli bireyler arasındaki iradesel eksiklikler genellikle çok bilgi vericidir. Çünkü bu tür eksiklikler, hareket yönelimli bireyler arasında kolayca koordine edilen iradesel işlevler arasındaki çözülmeleri ortaya çıkarabilir. Bu şekilde, hareket yöneliminde bireysel farklılıklar araştırması, iradenin işlevsel analizlerine değerli iç görüler katmaktadır.
SONUÇLAR VE GELECEK YÖNELİMLER Bu bölümde, iradenin bilimsel bir yapı olarak ciddiye alınmasını hak ettiğini ileri sürdük. İrade psikolojide oldukça tartışmaya açık bir geçmişe sahiptir. Önce irade karşısındaki engellere, ardından PSI kuramına değindik. Kuşkusuz gelecekteki bilimsel gelişmeler iradenin işlevsel analizine katkıda bulunmaya devam edecektir. Beynin işlevi, dinamik sistemler kuramı, davranışsal genetikler ve kişisel- sosyal psikolojiyle ilgili yeni bilgiler de iradeyle ilgili düşüncemizi zenginleştirecektir. Sonuç olarak iradesel süreçlerle ilgili edinilen bilgilerin gelecek yıllarda genişleyeceğini umuyoruz. İradeyle ilgili yapılan çalışmalardaki yeni keşiflere ulaşmak araştırmacılar için önem teşkil etmektedir. PSI kuramı geniş çaplı iradesel olguyu kapsayan kuramsal bir alan olarak yararlı bir işleve hizmet eder. Pekiyi iradeyle bağlantılı derin varoluşsal konular nelerdir? PSI kuramı gibi işlevsel analizler, sorumluk duygusundan kaçınma, yabancılaşma ve varoluşsal suçluluk gibi iradenin kalıcı sorunlarına değinebilir mi? İşlevsel bir yaklaşımın en azından bireylerin varoluşsal kaygılarıyla mücadele etmesine yardımcı olma konusunda bir potansiyele sahip olduğuna inanıyoruz.
BÖLÜM 27 FARKINDALIK (UYANIŞ) ALARMI GERÇEK YAŞAMA ÇAĞRI OLARAK ÖLÜM BİLGİSİ
İşlevsel yaklaşım, irade, benlik ve güdü gibi varoluşsal kavramlar için önemli bilimsel bir dil sunmaktadır. İşlevsel yaklaşımlar bünyesinde geliştirilen ölçütler insanların varoluşsal kaygılarının işlevsel nedenlerini bastırmak için faydalı olabilir. Yeni kavramsal ve deneysel araçların zenginliğini sunarak, işlevsel yaklaşım bireylere günlük hayatta ve organizasyonel bağlamda iradesel ve varoluşsal sorunlarla başa çıkmasında yardımcı olan önemli yöntemlerin gelişmesine katkıda bulunabilir (Kuhl & Henseler, 2003). İşlevsel yaklaşımın insanları sorumluluk, irade, karar vermeyle ilgili varoluşsal kaygılardan kurtarmak için basit bir formül yapmasını tartışmıyoruz. Aksine, işlevsel yaklaşım varoluşsal sorunların hepsinden kaçınmak için yardımcı olmak yerine, insanlara varoluşsal kaygılarıyla yüzleşme konusunda yardımcı olmaya tasarlanmıştır. Nitekim, insanlar bu varoluşsal kaygıların üstesinden gelmeye çalıştığında, suçluluk kaygı, yabancılaşma, dengesizlik gibi en sorunlu duygular bile psikolojik gelişim için fırsata dönüşebilir.
188
189
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Varoluş düşünüldüğünde insanların aklına gelen ilk şey çıkmaz son oluyor. Bu insanlar için varoluşçulukla ilgilenmek, ölüm, depresyon ve kaygı gibi konularla ilgilenmekle eşdeğerdir. Bu popüler kültürde gerçekten de doğrudur fakat bu aynı zamanda sayısız araştırmalar arasında da doğru gibi görünmektedir. Özellikle kişinin varoluşundaki belirsizlik ve fanilik bilgisinin uyandırma çağrısı (farkındalık etkisi) olarak çalışabildiği ihtimalini keşfedeceğiz. Bu çağrı, pasif bir şekilde özümsenen kültürel değerlerden ziyade tutkuyla seçilen kişisel değerlerle bireylerin hayatlarını yönlendirmelerini sağlamaktadır. Bununla ilgili çalışma Kuhl tarafından 2002 yılında ele alınmıştır. Kuhl, ölümle yüzleşmenin uyandırma (farkındalık) etkisi yarattığını ileri sürmüştür.
istediği gibi tepki gösterme seçiminde özgür olurdu. Bireyler böyle bir evreni ezici ve depresif bulabilir ya da özgürleştirici ve neşelendirici olarak da görebilirler. Bize göre, bireylerin ölümle ve değer belirsizliği ile yüzleştiğinde sergilediği farklı tepkilerle ilgili bu tahminler, deneysel araştırma için varoluşsal felsefenin daha kışkırtıcı etkileri arasındadır. Bu tahminlerin, çok sayıda ilginç araştırma sorularına temel sağlayabileceğine inanıyoruz. Bu konuda iki varoluşçu düşünüre yer veeceğiz:
VAROLUŞÇULUK: NE YAPMALIYIM VE NİÇİN BUNU YAPMALIYIM? Varoluşçuluğun tanımını yaparken bazı alanların genel özelliklerini özetlemek mümkündür. Belki de akılda tutulması gereken en yararlı özelliği varoluşçuluğun bir değerler felsefesi olduğudur. Öncelikle varoluşçuluk bireylerin ahlaki ve etik seçimler yapmasında karşılaştıkları zorluklara odaklanmaktadır. İnsan bireysel doğasını hayatı boyunca seçimler yaptığı için geliştirmektedir. Örneğin birey dindar ya da ateist, etçil ya da vejeteryan, liberal ya da muhafazakar olarak doğmaz. Birey hayatındaki bazı noktalara göre bu değerlerden birini seçebilir ama aynı zamanda farklı noktalarda farklı değerleri de seçebilir. Bu farklı seçimler mümkündür. Kısacası varoluşsal algıya göre, insan doğasının özü, en azından bireysel seçimler ve değerler düzeyinde sabit değildir. Bu açıdan bakıldığında hayatın varoluşsal tanımı, yaşamak için bir neden olmadığını vurgulamaz. Yaşamak için değişmez, savunulabilir tek bir neden olmadığını vurgular. Yani bireyler kendilerini buldukları özel bağlamda onlar için geçerli hissettikleri değerler temelinde haraket etmekte özgürdürler. Bu nedenle varoluşçuluk bireyler için kendi kişisel değerlerinin dışında tutkuyla yaşamaları için bir çağrıdır. Elbette, kişinin hayatını kişisel değerler temelinde yönetmesi, dış değerler temelinde yönetmesinden mantıksal olarak daha savunulabilir değildir. Ama bireyler kendileri için bir öz geliştirmezse bu özleri dış güçler tarafından belirlenecektir. Bu olduğunda, bireyler kişisel olarak geçerli olmayan değerlere göre yaşayabilirler ve bu da onların tek, bireysel potansiyellerine varmalarında başarısızlık yaratacaktır. Grene (1984) nihai değerin özgürlük olmadığını dürüstlük olduğunu şu sözlerle ileri sürmüştür: “Herhangi bir durumda özgürüz ve yaşadığımız sürece bundan kaçış yoktur. Fakat dürüstlükle yüzleşebildiğimiz ya da yüzleşemediğimiz bir gerçek vardır.”
Kierkegaard Çoğu varoluşçu gibi Kierkegaard (1961, 1983) da hiçbir evrensel geçerlilik, objektif olarak savunulabilir değerler sistemi ve mantık olarak belirli hayat seçimlerinde savunulabilir temeller olmadığı varsayımıyla başlamıştır. Mantıksal ve nesnel olarak savunulabilir bir temelin olmamasına rağmen bireylerin hala seçim yapma ihtiyacı içinde olduğunu ileri sürmüştür. Özellikle de objektif kesinliği asla bilmediklerinin tamamen farkında olsalar bile heyecanla, kendini adamış bir şekilde seçim yapabilmektedirler. İnanç sıçraması olan Bireyler absurd olarak her an eğlenerek ve mutlu bir şekilde yaşabilmektedir. İnanç sıçraması olmayan bireyler de diğer yandan, kendilerini günlük işlerinde ve dünyevi korkularında kaybederler ve kendileri için özlerini belirtmekte başarısız olurlar. Kendileri için geçerli olmayan, toplum tarafından paylaşılan değerler temelinde hayat seçimlerini yaparlar. İnanç sıçraması olmayan bireyler, Kierkegaardın tabir ettiği korku ve endişe kaygısı deneyimini yaşamaya meyillidir. Korku ve endişe, bireylere hayatlarında doğru gitmeyen bir şey olduğunu gösteren genel bir duygudur. Kierkegaard’a göre, korku ve endişe; bireyleri kişisel olarak geçerli bir hayatı benimsemeleri için teşvik eden Tanrı’nın yolu olarak yorumlanabilir. Ne yazık ki, bireyler kendi korku ve endişelerini yorumlayamamakta ve onu reddetmeye ya da bastırmaya çalışmaktadır. Bunu yaparken de daha heyecanlı bir hayatı yaşamak için verilen çağrıyı kaçırmaktadırlar. Özetle, Kierkegaard için, hayatın anlamı sadece objektif, mantıklı gereklerle değil aynı zamanda bireylerin bireysel özlerini belirterek özgür bir şekilde seçtikleri somut eylemleriyle de ortaya çıkmaktadır.
Heidegger
Eğer, objektif evrensel değer sistemleri yoksa, bir bireyi seçimleri konusunda ödüllendirmek ve cezalandırmak için de mantıklı bir yol olamazdı. Bazı bireyler evrenin varoluşsal kavramıyla yüzleştiklerinde bunu redderek ya da kaygı duyarak tepki göstermektedirler. Varoluşsal bir perspektife göre bu tepki kaçınılmazdır. İnsanlar değer sistemi oluşturmasa, mantık olarak savunulabilir, nesnel değer sistemi olmasa, her birey ölümün gerçek olduğu fakat değerlerin olmadığı bir evrene
Kierkegaard gibi Heideger (1927/1982) aktif seçimlerin olduğu bir hayat ve bireylerin özlerini dış değerlerle tanımladığı bir hayat arasında ayrım yapmıştır. Bunu önce gerçek hayat sonra da sahte hayat olarak adlandırmıştır. Özellikle de Heidegger, bireylerin önceden oluşturulmuş değerler dünyasına doğduklarını ileri sürmüştür. Gerçek bir hayatı yaşamak için bireyler, onlar için geçerli olmayan benimsedikleri herhangi bir kültürel değeri değiştirip kişisel olarak geçerli değerlere dayalı seçimler yapma ihtiyacında olmalıdır. Heiddegger de Keirkegaard gibi bireylere kaygı formuyla kendi kişisel değerleri için yardım edilebileceğine inanmıştır. Özellikle gerçek olarak yaşamayan bireylerin endişe olarak adlandırdığı anksiyete formunu tecrübe edinebileceklerine inanmıştır. Fakat bireyler bu gerçeğe çok nadir ulaşabilmektedir. Çünkü toplum bireyleri günlük hayatı düşünmeye itmekte, bireyleri hayatın detaylarına yoğunlaştırmaktadır ve bireyler kendi endişeleriyle ve kişisel
190
191
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
değerleriyle iletişimi kaybetmektedir. Bu olduğunda, bireyler kendi seçimleriyle özlerini oluşturmada başarısız olmaktadır ve kültürel değerlerin kendi seçimlerini belirlemesine izin vermektedirler. İronik bir şekilde, bireyin gerçek yaşama tam olarak inanabilmesi için kendi kişisel ölümüyle ilgili tam bir bilgiye sahip olması ve onu kabullenmesi gerekir. Heidegger’a göre “Öleceğim” “Birey olarak yalnızım” gerçeği bireyleri kendi kültürlerinden ayrı bir birey olarak tanımlaması ilkel bir duyguyu beslemektedir. Kendi kişisel ölüm bilgileriyle birlikte, bireyler kendilerini kültürden ayırt etme (bireyleştirme) anlayışını geliştiriler, kendi hedeflerini seçme ve onları tutkulu bir şekilde takip etme konusunda güdülenirler.
anlamsızlığa mahkum olmazlar. Çeşitli travmatik deneyimlerin ardından gelişimin özellikleri gözlemlendiğinde bu sonuç şaşırtıcı olmamalıdır. (Collins, Taylor,& Skokan, 1990; Davis, Nolen-Hoeksema, & Larson, 1998; Lehman, 1993; Ellard, 1993; Park, Cohen, & Murch, 1996; Tedeschi & Calhoun, 2004). Aslında, travmatik deneyimlerin sadece olumlu değil aynı zamanda olumsuz artetkiler de yaratabileceği görülmektedir. Calhoun ve Tedeshi (1999) örneğin, travmatik deneyimlerinden olumsuz özelliklerle ilgili bilgi edinen bireyler, bu bilgiyi edinmeyen bireylerden daha fazla gelişim göstermektedir. Bu nedenle ölümle yakın bir temas üzücüdür fakat aynı zamanda gelişimi etkilemektedir.
Özellikler
Düşük Ölüm Korkusu
Açıkçası ne bütün varoluşsal felsefeyi inceledik ne de önemli düşüncelerin yukarıda vurgulanan iki filozof taraından ortaya konduğu ileri sürüyoruz. Bununla birlikte Varoluşçulukla ilgili ampirik bir çalışmanın merkezi olarak düşündüğümüz bazı noktaları özetledik. Bu noktalar aşağıdaki gibi özetlenebilir: -Her birey için mantık olarak geçerli görülebilen bir değer sistemi yoktur. -Herbirimiz önceden belirlenmiş bir değerler dünyasına geliriz. Yapmayı niyetlenmesek bile bu değerlerin çoğunu kaçınılmaz bir şekilde bireyselleştiririz. -Kültürel değerlerimizin mantık olarak olarak savunulabilir olmadığını ve bu değerlerden bazılarının öznel anlamda bizim için geçerli olmayabileceğinin farkına varmalıyız. -Bazı kaygı türleri bu gerçekliği kolaylaştırabilir ama sadece kaygının ne olduğunu yorumlayabilirsek ve hayatımızı kişisel olarak anlamlı değerler temelinde yönetemediğimizi farkedersek. -Bizim için en güçlü teşvik edici şey kişisel geçerliliği benimsemektedir. Benlik yönelimli hayat kendi ölümlülük bilgimizdir. Bu bilgi bize uygunsuz bir şekilde içselleştirilen kültürel değerlerden ziyade, tutkulu bir şekilde seçilen kişisel değerlere dayalı aktif seçimler vasıtasıyla özümüzü belirlememiz gerektiği anlayışını ve önceliğini sağlar.
Ölümle yakın temasın yaygın artetkilerinden biri de kişinin ölüm korkusunun azalmasıdır (Greyson, 1992; Noyes, 1982–1983). Ölümün kaçınılmaz olduğuna inanan bireyler yok olmaktan ziyade gevşediklerini hissederler. Ölüme yakın olma duygusu kişinin ötedünya inancını artırmasa bile bu ifade doğrudur. Ölüm korkusunu azaltan şey nedir? Bu konuda İki faktör önemli gibi görünmektedir. Bunlardan biri bireyin ölümün kaçınılmaz olduğuna inanmasıdır. Birey bunu ne kadar yoğun özümserse o kadar pozitif artetkileri deneyimlemektedir (Greyson & Stevenson, 1980; Roberts & Owen, 1988). Diğeri ise kabulleniş tutumudur. Bu bulgular, bireyler ölüme baktıklarında ve ölümü düşündüklerinde ölüm korkusunun azaldığını göstermiştir. Bu sonuç varoluşsal varsayıma uygun düşmektedir: Ölümün kesin olarak kabullenilmesi, ölüm korkumuzu azaltan olumlu etkileri oluşturmaktadır.
GERÇEK HAYATTA ÖLÜMLE YÜZLEŞMENİN ETKİLERİ
Öz Değerler Lehine olan Kültürel Değerlerin Değiştirilmesi Ölümle yakın temasta olan bireylerde bir başka yaygın artetki dış kaynaklı kaygı, kültürel değerlerde azalıştır ve iç kaynaklı, kişisel değerlere bağlı bir artıştır Flynn, 1984; Ring, 1984; Sutherland, 1990). AIDS hastası bir birey şunu dile getirmektedir: Ölürken, toplum için önem teşkil eden her şeyden arınırsınız. Bıraktığınız şey dürüstlüktür.
Birçok varoluşçunun ölüm, kaygı ve anlamsızlık gibi çıkılmaz noktaları vurgulamasına rağmen bunu, bu çıkmaz yolu aşmamızı sağlayacak bir şekilde yapmaktadırlar. Örneğin yukarıdaki iki filozof (ayrıca bkz. Frankl, Jaspers, May, Nietzsche, and Yalom) bireylerin kendi ölümlerinden haberdarken ve değer yargıları mantık olarak savunulamazken zengin ve dolu dolu bir hayat yaşayabilme imkanlarının olduğunu ileri sürmektedirler. Bunun sadece ölümün kaçınılmaz olduğu ve değerlerin belirsiz olduğu bilgisini edinerek gerçekleşeceğini söylemektedirler. Ölüme yakın teması olan bireyler, daha huzurlu, daha öz güvenli ve daha güvenli olma eğilimi gösterenlerdir. Bu kişiler aynı zamanda diğerlerinin görüşlerine daha az ilgi göstermekte, daha az gözü korkmuş, materyalizme, ün ve paraya daha az ilgi göstermektedirler. Ayrıca istemedikleri şeyi yapmamayı seçme özgürlüğünü hissedebilirler. Bazı pişmanlıkları olsa da bu çok azdır ya da yoktur. Doğaya ve hayattaki sıradan şeylere büyük bir mimmettarlık hissederler. Açıkçası ölümü kabullenen bireyler kaygı, depresyon ve
Aniden, doğduğunuzda olduğu gibi sıfırdan başlıyorsunuz... Şuan kendime inanıyorum. Olduğum kişiyi olmaktan korkmuyorum. (Kuhl, 2002, s. 230). Kanser hastası olan bir başka kadın benzer duyguları ifade etmiştir: Benim hayatımda çok az korku vardır çünkü çoğumuzun iş yüzünden ve para ya da çocuklar için endişelenmek yüzünden yaşadığı stres döngüsünün içinde değilim. Ben buna katlanmaya çalışmaktansa kabullendim. “Kilo mu alıyorum? Griye mi dönüyorum? gibi bütün gelecek korkuları ego tarafından doldurulduğumuz şeyler. Bunların çoğu aslında önemli değil artık. Bu istediğim şey değildi. Bu bir yaşam biçimi oldu. Sistematik bir şekilde yola çıkmıştım. Hastalanmadan önce planladığım birçok şey hala oradaydı. “Başarılı olmak zorundasın” vb. gibi... Sonra önemli olana geçiş yaptım. Kısacası, bireyler ölümün kesinliğini kabul ettikten sonra, özgün bireyler olarak kim ve ne olduklarına daha çok önem vermeye eğilimli olmaktadırlar ve kültürel koşullu standartları daha az dikkate almaktadırlar. Kültürel standartlara daha az maruz kalınca, özgürlük ve affedicilik duygularını yaşamaktadırlar. Bir kişinin dediği gibi:
192
193
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
“Ölümden geri döndüğümde gerçekten anladım ki İyi bir insanım ve bütün sahip olduğumun ben olduğunu gerçekten hissediyorum (Ring, 1984, s. 107).
kazandıklarını algılayabilmesi kolay değildir”. Bireyler daha önce hiç görmediği fırsatları da sağlamış olur (yeni kariyer ve yeni ilişkiler). Kısacası kayıplardan ve travma sonucu hissettikleri acıdan dolayı bireylerin kendilerini geliştirmeleri mümkündür.
Hayata Çok Fazla Kapılmak Ölümden dönen insanın daha az ölüm korkusu yaşadığını ve önceden belirlenen kültürel değerler konusunda daha az kaygılandığını, aynı zamanda kişisel değerlerine daha çok önem verdiğini ileri sürmüştük. Peki bu insanlar için hayat neye benzer? Varoluşçular bizi böyle bir hayatın zengin ve anlam dolu olduğuna inandırmaktadır. Elde edilen veriler de bunu doğrulamaktadır. Ölümden dönen kişi hayatı bir hediye gibi görür ve onu boşa harcamak istemez. Önemsiz olanın önemini azaltmaktadırlar ve onlar için önemli , geçerli olanın neye benzediğini vurgulamaya çalışırlar. Bu veriler şunu göstermektedir: Bireyler ölümü kabullendikten sonra pozitif bir hayat yaşayabilirler. Pozitifliğin doğasını da doğru bir şekilde anlamak önemlidir. Ölümden dönen kişiler uzun süreli hedeflere ulaşma zorluğu yaşayan öngörüsüz hazcılar değildir. Aksine, hayata daha çok bağlanırlar ve uzun süreli kişisel hedeflerini başarılı bir şekilde sürdürürler. Deneyimlerini yaşarken anbean dikkatli olarak bunu yaparlar. Kısacası ölüme yakın kişiler şimdi için yaşamazlar. Onlar şimdide yaşarlar. Bu kişiler aynı zamanda bir bitkinin büyümesi, bir kuşun uçması gibi basit şeylerin değerini daha çok bilirler.
ARTETKİLER GERÇEK MİDİR? Artetkilerin gerçek olup olmadığını nasıl biliriz? Artetkilerin bir çeşit savunma mekanizması işlevini yansıtması mümkün mü? Belki de ölümden sonra hayatta kalanlar kendi kendini aldatıyorlar. Bu soruları sorma nedenlerimiz vardır. Örneğin birçok artetki kişinin yakınları tarafından doğrulanmıştır. Bu nedenle ölümden dönen kişiler numara yapıyorsa, o zaman onlarla birlikte olan ve zamanın çoğunu birlikte geçirdiği kişileri de uzun süre boyunca ikna ediyorlar demektir. Ölümle yakın temasdaki artetkiler yeni bir hayata uyanma çağrısına gerçek cevaplar yansıtmaktadır. Bu inanış postravmatik gelişimi hesaba katabilen kuramsal mekanizmaların varlığıyla daha makul bir şekilde olmaktadır. Özellikle bireylerin bir travmatik deneyimin ardından pozitif etkileri yaşamalarını sağlayan psikolojik süreçleri araştırmaya başlayan çok sayıda araştırma vardır.
BOZULAN VARSAYIMLARIN ROLÜ Postravmatik gelişimin umut verici bir modeli Tedeshi ve Calhoun tarafından önerilmiştir. Bireyler hayatını sürdürdüğünü kim oldukları ve dünyanın nasıl işleğiyle ilgili inançlarını kurdukları varsayımıyla başlayalım. Tedeshi ve Calhoun bu inançları bir varsayım dünyası olarak adlandırmaktadır. Kişinin varsayımsal dünyası “Dünyanın adil olduğu” “Ülkesinin terörrist saldıralardan korunduğu” “Kalp sorunu yaşayanların benden daha yaşlı insanlar olduğu” gibi inançları içerebilir. Sorun yeterince büyük olduğunda, bireyler inançlarını azaltmaya zorlanır ve yenilerini geliştirirler. Bu bağlamda gelişim ortaya çıkar. Janouff- Bulman’ın (1998) belirtiği gibi “Travma geçiren insanların bununla başa çıkması ve kaybettiklerinin yerine
194
GİTMESİNE İZİN VERMEN KARŞILIĞINDA KENDİNE GELMEN Ölüme yakın bir temasın ve diğer travmatik olayların bireylerin dünya görüşlerini yenilemesini sağlamasına rağmen, olaylar bu yenilenmenin türüne göre farklı olabilir. Ölüme yakın olduğu esnada hayatta kalmak için mücadele eden bireyler, ölme ihtimalini kabul eden bireylerden daha yavaş bir gelişim göstermektedir. (Noyes, 1980) Ölüme yakın deneyimi olan Wren Lewis (2004) yararlı ve iyimser dünya değerlendirmelerini parçalamaktadır. Bununla birlikte ölüme bu kadar yaklaşmak daha negatif değerlendirmelere davet eder (Değerli değilim, hayat çile dünyası vb.). Wren Lewis bu deneyimini şöyle dile getiriyor: Kişisel gelişimimde yeni ve daha ruhani bir dönem gibi görünmesi şöyle dursun derinleştirilmiş bilinç yarım yüzyılı aşkın bir süredir hafife aldığım yaşam farkındalığından daha doğal daha sıradan ve daha açık görünüyor.
TEORİK SENTEZLER Birlikte ele alındığında, çeşitli araştırmalar şunları göstermiştir: Bireyler dünyada kendi yollarını çizdikleri için kim olduklarıyla ve dünyanın işleyişiyle ilgili inançlarını geliştirmektedir. Bu inançlardan bazıları kişisel deneyimlerden meydana gelmektedir bununla birlikte diğerleri bireyin kültüründen dolaylı olarak bireyseselleştirilmektedir. Bazı durumlarda, kültürel değerler bireylerin kişisel değerleriyle uyumlu olmaktadır. Diğer durumlarda bu değerler eşleşmemektedir. Ayrıca, bu görüşlerden bazıları negatif etkilere (Örneğin kilolu iseniz kimse sizden hoşlanmaz) sahipken bazıları da pozitif etkiler (Örneğin dünya adildir) barındırmaktadır. Bu inançlar bireylerin dünyada daha etkili ya da biraz etkili olmasını sağladığı sürece bireyler bu inançları sorgulamak için bir neden aramayacaklardır. Bazen olayların, bireyleri bu inançları sorgulaması ve yenilemesi konusunda zorladığı görülmektedir. Bu sorgulamaların ve yeniliklerin hoş olmamasına rağmen, gelişimi sağlamaktadır. Bu, bireylerin dünyada daha etkili bir şekilde yaşamayı sağlayan yeni inançlara açık olmaları için insanları motive edebilir. Pozitif olanlar da dahil çeşitli deneyimlerin bireylere dünya görüşlerini yenilemesini sağlamasına rağmen (Calhoun & Tedeschi, 1999), kişinin ölümü kabullenmesi bu yeniliğin etkili ve hazır uyaranı olabilir. Ölümü kabul etmenin aynı zamanda başka özgür özellikleri de vardır. Örneğin kişinin ölümü kabullenmesi, bireylerin kendi kültürlerinden kişiselleştirdiği inançlarını revize etmeye odaklanmalarına neden olabilir. Aynı zamanda olumsuz etkilere sahip inançları da sorgulamaya neden olur. Kısacası, kişinin ölümünü kabullenmesi, hayatın sonunda ölüm olsun ya da olmasın, öte dünya ve hesaba çekme olsun ya da olmasın bireylere kendi hayatlarını 195
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
farketmelerini sağlayabilir. Her iki şekilde de bireyler yalnız ölmektedir. Bu gerçek bireylere kendilerini dinlemeleri için özgürlük vermektedir.
tutarlıydı. Ölümü hakkında yazan katılımcılar arasında (televizyon hakkında yazan katılımcılara oranla) katılımcıların öz-değerlendirme ve restaurant beğenileri arasında daha büyük bir bağlantı vardı. Sonuçlar, ölümle yüzleşmelerinin ardından bireylerin rutin, genel süreçten kişisel değerlere dayalı içselleştirilmiş (bireyselleştirilmiş) çevrimiçi sürece doğru ilerlediğini göstermiştir.
DENEYSEL KANIT Çevrimiçi Alt-üst İşleyiş Yukarıdaki sentez doğruysa bireyler ölümlerini ciddiye aldıklarında, daha çevrimiçi alt-üst süreci benimsemeleri muhtemeldir. Bu varsayımı test etmek için, katılımcılara kendi ölümleri ya da televizyonla ilgili yazmalarını istedik (Greenberg, Pyszczynski, & Solomon, 1990) daha sonra da hedef kişinin bir iş için uygunluğunu değerlendirmelerini istedik. Tüm katılımcılara hedef kişi hakkında aynı değerli bilgileri sunduk. Bazı katılımcılardan önce olumlu bilgi geldi, bununla birlikte diğer katılımcılardan da ilk önce olumsuz etkiler geldi. Öncelikli etkilerin, bireylere verilen bilgiyi tamamen düşünmeden önce bilgi işleyişini kapattıklarında ortaya çıktığı düşünülmektedir. Bu erken kapanmadan dolayı, bireyler makul alternatif hipotezlerin daha az farkına varabildi (Kruglanski, Ramat-Aviv, & Freund, 1983; Newston & Rindner, 1979). Bulgular, bireylerin genel değerlendirmeler veya zaman baskısı altında değerlendirmeler yaptığında öncelikli etkilerin ortaya çıktığını göstermiştir. Son etkiler ise katılımcılar ayrıntılı yargılama yaptıklarında ya da bilgiyi tam olarak işlemden geçirmemelerinin onlar için iyi olmayacağını düşündüklerinde ortaya çıkmıştır (Freund, Kruglanski, & Shpitzajzen, 1985; Kruglanski,1983; Newston & Rindner, 1979). Bu bulgulardan yola çıkarak, daha rutin, alt-üst modda işlem yapan bireylerin öncelikli etkileri gösterdiğini diğer yandan daha açık çevrimiçi işlem yapan bireylerin son etkileri gösterdiği varsayımını yapabiliriz. Bu nedenle televizyon izleme hakkında yazı yazan katılımcıların öncelikli etkiler gösterdiğini diğer yandan kendi ölümleri hakkında yazı yazan katılımcıların son etkileri gösterdiğini öngördük.
Kendini Tanımayla Yönlendirilen Seçimler Varoluşçulara göre ve ölüme yakın deneyim yaşayan bireylerin bildirdiğine göre, ölümlerini kabullenen bireyler kendi kişisel değerleriyle daha uyumlu değerlendirmeler yapmaktadır. Bu varsayımı Setterlund ve Niedenthal tarafından geliştirilen bir yöntemi kullanarak gerçekleştirdik. Bu yazarlar katılımcılardan bir dizi sıfatı kendi tanımlarıyla değerlendirdiler. Sonra katılımcılar yemek yemek istediği çeşitli restaurantlar için değerlendirmeler yaptılar. Restaurantlar orda yemek yiyen insanlar açısından değerlendirildi. Rastaurant H, örneğin, alışılmadık, ahlaklı, dost canlısı ve spontan olarak betimlendi. Rastaurank K, çok yönlü, kültürlü, sosyal özellikleriyle tanımlandı. Muhtemelen, bu katılımcılarla bir restaurant ne kadar çok örtüşüyorsa, katılımcılar orada yemek yemeyi o kadar çok istemektedirler. Bu, katılımcıların kişisel değerleriyle ilgilendiği sürece doğru olacaktır. Ölüm düşüncesi katılımcıları kişisel değerleriyle yakın hale getiriyorsa, ölümü düşündüklerinde (düşünmediklerine oranla) katılımcıların öz-değerlendirmeleri ve restaurant beğenileri arasında garip bir ilişki olacaktır. Yaptığımız deney beklentilerimizle
196
Kültürel Hedeflerden Kişisel Hedeflere Geçiş Yapmak Varoluşçulara ve ölümden dönen insanlara göre, ölümü kabullenmek, değerlendirmeler yapma konusunda bireyin benliğe kültürel değerlerden daha çok güvenmesini sağlayabilir. Bu varsayımı test etmek için katılımcılardan ideal hayatları hakkında yazmalarını istedik. Sonra sürdürmek istedikleri çeşitli hedeflerini değerlendirmelerini istedik. Bu hedeflerden bazıları, gelişim ve kabullenme gibi kişisel değerleri yansıtırken diğerleri ün ve görünüm gibi kültürel değerleri yansıtıyordu (Kasser & Ryan, 1996). Bu nedenle ölümleri hakkında düşünmelerinin ardından katılımcıların kültürel hedefleriyle daha az ilgilendiklerini tahmin ettik. Bazı katılımcılardan ideal hayatlarıyla ilgili yazmalarını istedik fakat ölümlerine dair bir ifadede bulunmadık. Diğer katılımcılardan yaşamak için sadece bir yılları olsaydı yaşamak istedikleri ideal hayatla ilgili yazmalarını istedik. Daha sonra her iki gruptaki katılımcılara kişisel amacın (gelişim) veya kültürel olarak elde edilmiş hedefin (görünüm) kısa bir tanımı yazılmış olan sekiz içerik kartı verildi. Katılımcılara ayrıca 100 adet poker fişi verildi. Öngörüldüğü gibi yaşamak için bir yılları olsaydı ideal hayatlarını nasıl yaşayacaklarını yazanlar kültürel değerlere nispeten daha az fiş dağıtırlarken kişisel değerlerine daha çok fiş dağıtmışlardı (ölümü düşünmeyen ve ideal hayatla ilgili yazı yazan katılımcılara kıyasla). Birlikte ele alacak olursak, bulgularımız varoluşsal filozofların önerileriyle ve ölüme yakın deneyim yaşamış bireylerin ifadeleriyle tutarlıdır. Bireyler ölümü düşündüklerinde, çevrimiçi moda daha çok açık oluyorlar ve bu da kültürel olarak elde edilmiş hedeflerden kişisel hedeflere doğru bir geçiş sağlıyor.
SAVUNMAYA KARŞI UYANIŞ Varoluşçuluğun ana düşüncesini takiben (Kierkegaard ve Heidegger), ölümü kabullenerek, bireylerin içinde doğmuş olduğu önceden oluşmuş değer sistemlerini sorgulama anlayışı ve güdüsünü kazanabilme olasılığını öne sürdük. Üç çalışmadan elde edilen sonuçlar bu olasılıkla tutarlıdır. Ölümü düşünmenin etkileriyle ilgili olarak oldukça farklı bir görüş Terör Yönetim Kuramı bağlamında ileri sürülmüştür. Becker’den gelen bu kuram, ölüm belirginliğinin bireylere farklı kültürel görüşleri için güçlü bir savunma yapma imkanı vermektedir ve bilişsel süreci kolaylaştırmaktadır. Bu varsayımla ilgili kanıt da elde edilmiştir. Savunma varsayımı tamamen doğrudur ve bizim bulgularımızı açıklayabilir, uyanma hipotezi tamamen doğrudur ve savunma bulgularını açıklayabilir ya da her iki hipotez de benzer geçerliliğe sahiptir fakat farklı koşullar altında çalışmaktadır. Greenberg, Arndt ve Simon (2000) kişinin ölüm belirginliğine olan tepkisinin, bu tepkinin ne zaman ölçüdüğüne bağlı olduğunu ileri sürmüştür. Özellikle bireylerin, ölüm belirginliğinin ardından
197
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
ölüm düşüncelerini çabucak bastırabileceklerini önermişlerdir. Bu noktada bireyler dünya görüşlerini savunur. Bireyler kendilerini ya bastırarak savunur ya da dünya görüşlerini destekleyerek savunurlar. Varoluşsal psikoloji açısından bakıldığında, belirsizliği hoşgörüyle karşılayan, güvenli bağlanma duygusuna sahip olan ve güvenilir, otoriter aileler tarafından büyütülen bireyler arasında gelişim görülebilir. Gelişim aynı zamanda, ölüm düşüncesi destekleyici, tehlikesiz bir ortamda belirginleştiğinde kolaylaşabilir. Daha genel olarak becerisine güvenen ve evrenin yararlı doğasına inanan bireylerde gelişim görülebilir. Bu bağlamda, kişinin ölümü kabullenme gelişimiyle başarılı terapinin özellikleri arasında benzerlik olması ilginçtir. Her ikisi de bireyin varsayılan dünyasında bir değişikliği kapsar. Örneğin humanistik terapide, terapistler, müşterilerinin gerçek duygularını keşfedebildiği bir atmosfer yaratmaya çalışırlar. Cesaretlendirici, destekleyici bu çevrede, hastalar değerlerinden hangisinin onları gerçekten temsil ettiğini anlayabilirler. Bu anlayışla, kişisel değerlerinin dışında daha az kaygı hissedebilirler. Bilişsel terapi de özünde aynı şeyi yapmaya çalışır. Bu durumda, terapistler hastalarının kendi inançlarını sorgulamasına yardımda bulunur ve bu inançların yerine yenilerini koymaları için girişimde bulunur. Terör Yönetim Kuramından gelen tedavi önerileri ilgi çekicidir. Terör Yönetim kuramı Kuramcıları (Simon, Greenberg, Harmon-Jones, Solomon, & Pyszczynski, 1996; Solomon, Greenberg, & Pyszczynski, 1991) doğru koşullar altında, doğru hastalarla, ölüm belirginliğini artırmanın psikolojik işleyişi de geliştirebileceğini ileri sürmektedir. Kısacası, doğru koşullar altında doğru bireylerle, kişinin ölümünü belirginleştirmenin psikolojik faydaları olabilir. Terör Yönetim Kuramı perspektifi, ölüm korkusunun içgüdüsel olduğunu ve kalıcı olarak kaldırılamayacağını varsaymaktadır. Diğer yandan uyanma (farkına varma) görüşü; ölüm korkusunun, bireylerin kişisel değerleriyle uyumlu olarak yaşamak için başarısız olduklarında meydana gelen kaygının yanlış yorumlanması olduğunu varsaymaktadır. Bu nedenle yine üç olasılığımız ortaya çıkmaktadır. Ya savunma görüşü doğrudur; uyanma görüşü doğrudur, ya da her birinin farklı koşullar altında bazı geçerlilikleri vardır.
BÖLÜM 28 OTONOMİ YANILSAMA DEĞİLDİR
ÖZET VE SONUÇLAR Kişinin ölümünü gerçekten kabullenmesi, kişisel gelişim için güçlü bir hızlandırıcı olabilir. Negatif duyguların uygun bir şekilde ifade edilmesi, gelişime ve artan yaşam kalitesine katkıda bulunur. Janoff- Bulman’ın dediği gibi: Sonunda ölümden dönen insanlar hem daha savunmasız hem de minnettar hissedebilirler, iki durum da temel olarak birbirine bağlıdır. Kaybetme olasılığı kazanmayı teşvik edebilir ve hayal kırıklıkları dopdolu yaşamak için yeniden keşfedilen bağlılıklar oluşturabilir. Ölümü kabullenmek hoş olmayabilir ama aynı zamanda uyanış alarmı olarak işlev görebilir. Deneysel psikologların bireylere bu uyanış alarmını bulmaları konusunda yardımcı olmalarının zamanı geldiğini düşünüyoruz.
198
199
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Öz-Belirleme (Otonomi) Kuramı ve Otantiklik, Farkındalık ve İrade Alanındaki Ampirik Çalışma
VAROLUŞSAL-OLGUSAL DÜŞÜNCELERİN SDT İLE İLİŞKİLERİ
Otonomi ve özerklik kavramları ve bunlarla ilişkili irade ve sorumluluk duygusu kimisi için bilimsel psikolojinin sorunsalı olarak görülmektedir. Örneğin Bandura (1989) otonomiyi çevrsel etkilerden tamamen bağımsız bir davranış olarak tanımlamaktadır. Daha sonraları birçok kuramcı, özgürlük ve iradenin yanılsama olabileceğini ileri süren bilişsel ve nöro psikolojik kanıtı kullanmıştır. Bargh ve Ferguson (2000) insanların niyetlerinin genellikle farkında olmadıkları süreçlerden etkilendiğiyle ilgili kanıtı gözden geçirmişlerdir. Wegner iradenin temel gücünün bilinçli bir düşünceye uzanan bir davranış olduğunu ifade etmiştir. Wegner aynı zamanda insanların, davranışları ve niyetlerinin nedenleriyle ilgili yanılgıya düştüklerini göstermiştir. Aslında otonomi insan işleyişinin önemli bir formudur ve diğer tüm sistemler gibi bir beyne ve nedene ihtiyaç duyar. Otonomi dürtüleri, arzuları, alışkanlıkları, hedefleri beynin ve bedenin ihtiyaçlarını ilgilendirir. Özerklik ve özerk olmayan bağımlı hareket arasındaki farklılıklar hem psikolojik süreçler hem de işlevsel sonuçlar açısından ve performans ve deneyim açısından çoğalmaktadır (Ryan, Kuhl, & Deci, 1997). Otonom işleyiş, beyin ve özellikle de belirli bütünleyici süreçlere gereksinim duyar. Öz düzenleme sürerliliğinin ve iradesel yargılamaların özel türde nörolojik hasarla bozulabildiğini gösteren kanıtlar vardır (Spence & Frith, 1999). Ama sosyal ve kişilerarası olaylar da otonomiye zarar verebilir ya da yıpratabilir. Sosyal kontroller, değerlendirmeci baskılar, ödüller ve cezalar davranışa baskı yapabilir. Bu nedenle biyolojik ve sosyal faktörler otonominin işleyişine farklı yollardan zarar verebilir. Bu tür zararlar ya da “patalojiler” klinik ve davranışsal sorunların en yaygın olanları arasındadır (Ryan, Deci, & Grolnick, 1995; Shapiro, 1981). Son olarak otonomi her gelişim çağı ve her kültürle ilişkili bir konudur çünkü evrensel olarak insanlar çok ya da az benimsedikleri normlarlarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu bölümde, insan otonomisi ve öz-belirleme konularına odaklanacağız. Klasik varoluşsal düşünce doğrultusunda, insanların otonomi veya özerkliği tecrübe edindiği ölçüde ve otontik güdülerle uygun hareket ettiği ölçüde farklılıklara ayrıldığını ileri sürüyoruz. Ayrıca bu çeşitlilikler her alanda ve her toplumda daha fazla ya da daha az optimal işleyişi öngörmektedir. Edindiğimiz kanıt otonominin salt bir yanılsama olmadığı konusunda net değildir. Özellikle otonomiyle ilgili psikolojik durumları ve bilimsel bir yapı olarak kapasitesini vurgulamak isteriz. Varoluşsal ve olgusal düşünceyle SDT’nin temel konsepti arasındaki tarihi bağlantıları takip ederek başlıyoruz. Sonra, optimal işleyiş için insan otonomisinin önemine ilişkin gerekli araştırmalara bakacağız. Otonomiyle ilgili olarak, iradenin yanılsama olduğu, benliğin hayalet olduğu, farkındalığın yersiz olduğu, otonominin evrensel bir endişe ya da inandırıcılığı olmadığıyla ilgili son iddiları içeren tartışmalara da vurgu yapmak istiyoruz.
200
Asıl itibariyle Otonomi “kendi kendini yöneten anlamına gelmektedir ve benlikle düzenlenen deneyimi vurgular. Bunun karşıt anlamı da heteronomidir (yaderklik) ve benliğin dışından gelen düzenlemeyi ifade eder. Heteronomiye karşı otonominin olgusal doğasının anlaşılması onun işlevsel sonuçlarını anlamayla ilişkilidir. Pfander (1908/1967) otonomi olgsunun ilk analizlerinden birini yapmıştır. Brento ve Husserl’ın yöntemlerini kullanarak kişinin iradeyi yanstıan öz-düzenleme hareketi ve diğer uğraşlar, çaba ya da motivasyon arasında ayrım yapmaya çalışmıştır. Pfander için irade eylemleri farklıdır. Ona göre, iç dürtülerin ya da mevcut dış baskıların istek gücünü sağlamasına rağmen irade ya da öz düzenleme, benlikle veya “ego merkeziyle” davranışın onaylanmasıyla betimlenir. Diğer yandan, kişinin hareketleri, kişinin uygun bulmadığı benliğin dışındaki güçler tarafından algılanırsa, otonomi görülmez. Ricoeur (1966) sonraları, Özgürlük ve Doğa adlı klasik çalışmasında irade ve özbelirlemenin karmaşıklığını incelemiştir. Phander gibi, o da iradeyle ilgili olarak, benlik tarafından tamamen uygun bulunan hareketleri ifade eder. Değerler ve çıkarlarla uyumlu bu hareketler otonomdur. Bizler, razı olmamız halinde baskı altındayken bile otonom olabiliriz. Bu baskılarla uyumlu davranış sergilediğimizde irade ve otonomi duygumuzu kaybetmeyiz. Bu nedenle öz-belirleme bağımsız tercihleri ifade etmek için kullanılabilir ama aynı zamanda zorunluluklar, teşvikler, dürtüler, baskılar ya da artan istekler gibi istemli hareketleri de tanımlayabilir. Örnek olarak ortak kültürel normları ve uygulamaları özümsemiş bir adam düşünelim. Bireysel eyleme maruz kaldığında dolaylı olarak ya da açık bir şekilde uyuşmazlık ve çatışma yaşaması muhtemel olacaktır. Otonom olmak için, bireysel amacını öncelikli ihtiyaçlarıyla koordine etmek için veya amacını ya da öncelikli inançlarını yenilemek için anlamlı bir yol bulmaya çalışacaktır. Varoluşçulık yönelimli kuramcılar gerçek (authentic) ve sahte (inauthentic) hareketler arasında ayrım yapmaktadır. Kierkegaard belki de özgürlük ve otonumlukla ilgili literatürde en güçlü sestir ve onun tanımları, benlikle bağlantılıydı. Kierkegaard da otonomluğu, sadece olasılıklar değil kişinin uğraştığı gerçeklikler ve gerekliliklere neden olan süregelen başarı olarak tanımlamıştır. Otonomiyi teşvik eden, zihinle ilgili çevrimiçi, sentetik ya da düzenleyici durumdaki önemli bir unsurun dikkat çektiğine ya da farkındalık yarattığına inanıyoruz. Farkındalık süreci, öz düzenlemenin yaptığı gibi beyne ihtiyaç duymaktır.
KLİNİK PERSPEKTİNE GÖRE BENLİK: “GERÇEK BENLİĞİN” DOĞASI İnsanların hem gerçek hem de sahte olabileceğini gördük. Yani değişmez değerlerle ya da duyarlılıklarıyla uyumlu olarak yaşadıklarını ya da yaşamadıklarını değerlendirdik. Bu gerçek benlik düşüncesiyle ilişkilidir (Deci & Ryan, 1995, 2000).
201
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ Gerçek benliğin konsepti, insanların genellikle merkezi ihtiyaçlarının, güdülerinin ve değerlerinin dışında tutarsız ve kendini kandırarak yaşadığını ileri sürmektedir. Bu uyumsuzluk, işlev bozukluğunun çeşitli formlarıyla ilişkilidir (Rogers, 1963; Ryan et al., 1995). Varoluşsal gelenek bünyesinde uyumsuzluk, kötü niyet (Sartre, 1956), çaresizlik (Kierkegaard, 1849/1954), düşkünlük (Heidegger,1962) olarak ortaya çıkmaktadır. Winnicott, kişinin gerçek benliğiyle iletişimin kaybolmasının insanların yaratıcı doğasını azalttığını, girişim becerisini, hayat dolu olma ve yaşamdan zevk alma duygularını azalttığını ileri sürmüştür. Horney (1950) gerçek benliği tanımladı ve bireysel gelişimi icraat yönünde “gerçek güç” olarak belirtti. Bu gerçek benlik tüm insanlarda olan yaygın içsel bir potansiyeldir. Gerçek benlik bir gelişim eğilimi gösterse de gelişim için iyileştirici koşullara ihtiyaç duyar. Horney bu koşulların, kişinin duygularını ve düşüncelerini ifade etmesi için sıcak bir atmosferi içermesini ve güvenlik ve özgürlük hissi vermesi gerektiğini dile getirmiştir. Bu ihtiyaçları karşılamayan koşullar, sponton ve otontik bir şekilde başkalarıyla ilişkiyi engelleyen temel bir kaygı yaratır. Kierkegaard’ın ardından Horney gerçek benliğin kaybedilmesinin umutsuzluğa yol açtığına inanmıştır. Ona göre, en nevrotik olgu, kişinin pisişik yaşamın hayati çekirdeği hususunda dışlandığını temsil eder ve bu gerçek öz- düzenlemenin verdiği “sponton enerjilerin kaynağından uzaklaşmaya” neden olur. Humanistik ve varoluşsal gelenekler bünyesinde bilinen birçok kuram, Rogers (1963), Jourard (1968), Fromm (1955), Laing (1960) ve Moustakas (1995) gibi kuramcılarınki de dahil olmak üzere otontik ve gerçek benlik figürlerini oluşturmaktadır. Her birinin ayrıcalıkları ve özel durumları olsa da ortak unsurlar çıkartılabilir. İlk olarak gerçek benlik doğal bir yetenek olarak görülmektedir. Bu gerçek benlik sadece sosyal bir ürün değildir aynı zamanda artırılabilen veya engellenebilen yeni bir duyarlılıktır. İkinci olarak gerçek benlik savunulması, yargılanması gereken bir benlik konsepti değildir, motivasyonal bir güç ve sentetik bir eğilimdir (Deci & Ryan, 1995).
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ OLGUSAL ANALİZLERDEN AMPİRİK ANALİZLERE ALGILANMIŞ KONUMU
NEDENSELLİĞİN
İncelemiş olduğumuz olgusal ve klinik gelenekler ampirik psikolojiden ayrılmıştır. Oysa, irade ve otonomiyle ilgili bu olgusal düşünceler, Heider (1958) ve de Charms’ın “naif” psikoloji formülleri vasıtasıyla psikolojinin ana görüşüne girmiştir. Heider kişilerarası yaygın olayların algılanma doğasıyla ve bunların oluşumlarının davranış üzerindeki belirleyici rolüyle ilgilenmiştir. Heider’ın davranışın olgusal belirleyicileriyle ilgilendiği açıktır ve onun olgusal düşünce üzerine eğitimli olması takdire değerdi. DeCharms (1968) Kişisel nedensellik kitabında Heider’ın çalışmasını genişletmiştir. Kasıtlı eylemin her daim serbest ve kendi kendine başlayan bir durum olmadığını ileri sürmüştür. Aslında, DeCharms kasıtlı hareketi özellikle ne kadar sıklıkta sergilediğimize değinmiştir çünkü bizler dış aktörler tarafından bunu hissetmeye zorlanırız. Örneğin patron çalışanından ek mesai yapmasını ister. DeCharms kasıtlı ve zoraki eylemler arasındaki farkı göstermek için Heider’in kişisel nedensellik sınıflandırması bünyesinde bir ayrım yapmıştır: Nedenselliğin içsel algılanan konumla belirlenen kasıtlı eylemler (IPLOC) ve dışsal algılanan nedensellikle belirlenen diğer eylemler EPLOC). Bir kadın düşünün, her sabah kasıtlı olarak işine gidiyor. Sosyal baskının ve ekonomik stresinden dolayı işini kötüleyebilir. Bu durumda irade duygusu yok olabilir, işinde kendini yönetemez. Bir de kız kardeşine bakalım. İşine gitmeyi çok “ister” ve işi onun için anlamlıdır ve bu işi, gerçek benliğini ifade eden bir iş olarak görmektedir. Burada kız kardeş IPLOC’a sahiptir. Kendi kendini yönlendirmektedir (öz-belirleme).
Gerçek benlik saadet düşüncesine ya da kişinin potansiyel güçlerinin yerine getirilmesinden oluşan refaha derinden bağlıdır (Ryan & Deci, 2001). Üçüncü olarak gerçek benlik, doğayla bütüncüldür, sentetik işlev görür, gelişim için sağlığı teşvik eden bir gücü temsil eder. Son olarak gerçek benliğin gelişimi yaratılıştan, doğal olsa da, tek motivasyonel güç değildir. Engellenebilir bir güçtür. Kurgusal bir karakter Demain’in belirttiği gibi, Sadece gerçek benliğimin yöneltimine uygun olarak yaşamak istedim. Bu niçin bu kadar zordu? (Hesse, 1925, s 99).
Heider’ın yüklem teorisinin yeni davranışçı uygulamalarının aksine, DeCharms, irade bilgisinin, kişinin kendisini sadece sosyal algının bir nesnesi olarak görmesinden ileri gelmediği görüşünü edinmişti. Aksine kişinin iradesi kişisel bilginin bir özelliği olarak doğrudan biliniyordu (Polanyi, 1958). Bazen özel koşullar altında yapsak da, Davranışımızın “post hoc” analizlerinden daima güdülerimiz anlamını çıkarmayız. Bunun yerine, davranışın düzenlenişini doğrudan deneyimlediğimiz için bunu, davranışlarımızla uygunluk gösterdiğimizde veya zorladığımızda bilebiliriz. Aynı zamanda hareketlerimizle bütün derecesiyle ilgili bilginin doğrudan kaynağına girebiliriz. Bu nedenle insanlar bir davranış sergilediğinde bu davranş otontik ya da dayatma olsun yargılama için iç bilgiye sahiplerdir. Bu farklılığı hissetme kapasitesi bozulduğunda ya da ihmal edildiğinde, davranışsal düzenleme ve zihinsel sağlık buna göre zaiyat vermektedir.
Klinik literatürün yaygın bir konusu kişinin gerçek benliğine uzaklaşmasıdır. Caydırıcı sosyal güçler farklı farklıdır. Hayat boyu otonomiyi baltalayan güçler devam etmektedir. SDT’ye göre, otonomi, beceri ve ilişki ihtiyaçlarına gölge düşüren durumlar, farkındalığın kaybedilmesine yol açabilir.
SDT açısından bakıldığında, nedenselliğin algılanan yerinin yapısı heteronomi ve kontrole karşı otonomi veya öz-belirleme konusuna doğru işlemsel bir yol sunar. IPLOC’a neden olan koşullar öz-düzenleme duygusunu ve davranış ve deneyim kalitesiyle ilgili sonuçlarını maksimize etmelidir.
202
203
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ Nedenselliğin Algılanmış Konumu ve Davranışsal Düzenleme
İçsel Motivasyon
DeCaharms, kişinin sadece IPLOC’u tecrübe ettiğinde gerçek güdünün ortaya çıktığını ileri sürmüştür. DeCharm’ın PLOC ve gerçek güdü arasındaki ilişkilerle ilgili varsayımlar test edilmiştir.
SDT, içsel motivasyonu kolaylaştıran ve zorlaştıran kaynaklarla başlamıştır. Birçok faktörün içsel motivasyon için önemli olmasına rağmen-algılanmış yetenek de dahilotonomi konusu merkezi konudur. Daha önce de belirtildiği gibi, deneysel çalışmalar, otonominin desteklenmesi karşısında dış kontrol koşullarını (ödüller, içselleştirilmiş hedefler, değerlendirmeler) kullanmıştır.
Bazı dışsal güdülenmiş davranışlar DeCharms’ın ileri sürdüğü gibi EPLOC tarafından ya da kontrol edilme duygusundan ortaya çıkar. Nitekim en somut ödül ihtimaliyle içsel motivasyonun bozulması bunu kanıtlar. Örneğin evdeki günlük işlerini yerine getirmesi gereken bir genci düşünelim. Ailesinin kızgınlığını önlemek amacıyla, algılanmış dışsal sebep için bir davranış sergiler. Böyle bir davranış günlük iş için içselleştirilmiş değer gerektirmez. Sadece eğer ailesinin ona verdiği görevi yerine getirmezse ceza alacaktır. Bununla birlikte ailesine yardım etmek için evdeki günlük işleri yapma istediği duyan bir başka genci düşünelim. Bu konuda gönüllü olmaktadır. Kendiliğinde çalışmaktadır. Bu işi dışsal nedenlerle yapmasına rağmen, bu nedene değer vermektedir. Bu yüzden, eylemleri gönüllü bir şekilde gerçekleştirir.
Öz-belirleme Kuramının Otonomi Süreci SDT’göre dış güdüsel eylemler heteronom olanlardan otonom olanlara kadar çeşitlilik göstermektedir. Kişi dış kaynaklı bir hedefi takip etme nedenlerini uygun bulduğunda ya da kişi dış kaynaklı motivasyonu iyi entegre olmuş değerler olarak kullandığında bu kişi tamamen otonom olabilir. Kısacası dış kaynaklarla güdülenmiş davranışlar, içselleştirme derecesini yansıtan göreceli otonomi süreci boyunca düşer. Özellikle SDT daha heteronom motivasyon formlarını dış kaynaklı olarak düzenlemek üzere sınıflar. Yapılan çalışmalar göreceli otonomi davranış ne kadar büyük olursa, kişinin çabalarının daha tutarlı, performans kalitesinin daha yüksek ve deneyimlerinin daha olumlu olduğunu göstermiştir. HETERONOMİ KARŞISINDA OTONOMİNiN VE REFAH ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
DAVRANIŞ, PERFORMANS
SDT geleneği bünyesinde tabiri caizse yüzlerce deney, göreceli otonominin etkisini insan üzerinde incelemiştir. SDT’nin ampirik stratejisi çok yöntemlidir. Birincil strateji otonomi ve heteronomi deneyimine olanak sağlayan deneysel koşulları oluşturmaktır. Bu kişilerarası bilgisayar sunumları tarafından yapılmıştır. İkinci strateji insanlara farklı koşullarda ya da farklı amaçlar için göreceli otonomileri ve bunların sonuçları hakkında soru sormaktır. Üçüncü strateji ise otonomiyi destekleyen ya da engelleyen doğal olarak ortaya çıkan koşulları araştırmayı amaç edinir.
SDT daha sonra bu dış kontrol dinamiklerinin içsel ve içruhsal kontrol yapılarına nasıl yansıdığını incelemiştir. Örneğin Ryan (1982) üniversite öğencilerini deneysel bir koşula koymuştur. Bu deneysel koşulda bir görevdeki performanslarının zekalarını yansıttığı söylenmiştir. Performans ve özsaygı arasındaki ilişki katılımcıların benmerkezi olmasına neden olmaktadır. Umulduğu gibi benmerkezci koşulundaki katılımcılar, benlik kontrollü doğalarından dolayı benmerkezci olmayan kişilere ilişkin görev için daha az içsel motivasyon sergiliyordu. Bir araştırma da ego katılımı, objektif öz-farkındalık, diğer benlik kontrolü güdüleri gibi içe yansıtma formlarını gözden geçirmiştir (Plant & Ryan, 1985; Ryan, Koestner, & Deci, 1991).
İçselleştirme İçsel motivasyonun optimal deneyim prototipi açısından önemine rağmen, erken gelişim buyunca çoğu insan davranışı içsel olarak güdülenmemektedir. Faaliyetlerimizin çoğu içsel tatminlerle güdülenmemektedir. Daha önce de belirtildiği gibi SDT bünyesinde dışsal motivasyon otonominin göreceli derecelerini yansıtan içselleştirme sürececi boyunca çeşitlilik gösterdiği düşünülmektedir (değerlerle ve inançlarla iyi entegre olmamış davranışlar karşısındaki dışsal kontrollerden dolayı). Hem deneysel hem de alan araştırması, kontrol koşullarının içe yansıtma formlarını nasıl teşvik ettiğini ve içselleştirmeyi nasıl yıktığını göstermiştir.
Performans ve Yaratıcılık Otonom motivasyonlar yıkıldığında, içsel motivasyonun ya da bütünleşmiş içselleştirmenin yıkılmasıyla ortaya çıksın ya da çıkmasın, insan performansı açısından, özellikle de esnek, sezgisel, yaratıcı insan kapasitelerine bağlı performans açısından belgelenmiş değerler vardır. (bkz.Amabile, 1983; Hennessy, 2000; Utman, 1997).
İlişkilerin Kalitesi
Örneğin kişi, otonomi-destekleyici motivasyon yöntemleri karşısında kontrolu elinde bulunduran öğretmenlerin sınıftaki deneyim ve davranış kalitesine bakabilir. Bütün bu stratejileri kullanan ve çeşitli sonuçlarına odaklanan SDT; sağlık, gelişim, refah aynı zamanda verimlilik, yaratıcılık ve üretkenlik için otonominin önemi ve heteronominin tehlikeriyle ilgili anlaşılır bir çerçeve sunmaktadır.
Otonomi desteği, bağlanmayı, samimiyeti ve bunlarla ilgili diğer durumları kolaylaştırmaktadır. Örneğin Blais, Sabourin, Boucher ve Vellerand (1990) bir çiftin ilişkisi için otonomi artışının; tatminkarlığın, ilişkideki istikrarın ve taraflar arasındaki huzurun artmasına bağlı olduğunu göstermiştir. La Guardia, Ryan, Couchman, ve Deci (2000) insanların bağlanma güveninin farklı partnerlere göre çeşitlilik gösterdiğini keşfetmişlerdir.
204
205
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ Mutluluk, Refah Otonomi temel bir insan ihtiyacıdır ve bu nedenle refah üzerindeki etkileri her zaman hissedilir ve çok sağlıklıdır. Kontrol edilen davranışların refah üzerinde olumsuz etkileri vardır. Ayrıca otonomideki bireysel farklılıklar refah üzerinde farklılıkları bildirmektedir (Deci & Ryan, 2000). Psikopatolojinin birçok yaygın formunun incelenmesi özerklik bozukluklarını ve aşırı kontrolü, baskıyı ya da sosyal durumların zihinsel hastalıklarda oynadığı etyolojik rollle ilgili olasılıkları ortaya koymaktadır (Ryan,1995).
ORTAMIN ÖNEMİNE DAİR DAHA FAZLA KANIT: SOSYAL OTONOMİ PSİKOLOJİSİ Bazı varoluşçular her zaman özgür oldğumuz ve gerçekte özgürlüğe mahkum olduğumuzla ilgili kışkırtıcı bir iddiada bulunmak istiyorlar (Merleau-Ponty, 1964; Sartre, 1956). Bu polemik yaratan bir durumdur hatta bu, olumsuz koşullar altındayken bile kendimizi enine boyuna düşünüp değerlendirebildiğimizi ve sorumluluk alabileceğimizi ifade etmektedir. Fakat günlük hayatta, soyut olasılıklar ne olursa olsun, genellikle otonom olamadığımızı hissederiz. Sosyal kontrolleri değerlendiren baskılar, ödüller ve cezalar genellikle davranışı sınırlandırır ve bunlar olduğunda daha az otonom hissederiz. Bunlar, yaptığımız şeyi niçin yaptığımızı ifade ederken “yapacağım” “yapmak istiyorum” “yapmalıyım” ya da “ yapmak zorundayım” gibi ifade ettiğimiz koşullardır. Ödüller davranışı kontrol edebilirler. Market ekonomilerinde davranışı kontrol etmek için ödüllerin gücü kullanılmaktadır. İnsanların sağlık ve refahına zarar verse bile bu ödüller kullanılmaktadır. Örneğin birçok insan çok çalıştıklarını söyler ve veriler de bu algıyı desteklemektedir. Bununla birlikte çalıştıkları saatlerle ilgili bir seçim yapmazlar, çünkü onlara bağlı ödüller ve değerlendirmeler alırlar. İnsanlar paraya ve ödüllere ne kadar çok öncelik verirse, otonomilerini, mutluluklarını ve ilişki kalitelerini o kadar çok azaltmaktadır (Kasser & Ryan, 1996; 2001).
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ Belki de, davranışı kontrol eden en yaygın ve güçlü kuvvet beğeniye bağlıdır (Deci & Ryan, 1995). İlişkide olma ihtiyacının öneminden dolayı insanlar başkaları tarafından tanınmak ve sevilmek için birçok şey yaparlar. Aslında aile, öğretmenler gibi soyalleşme aktörleri, bekletileriyle uyumlu davranışa bağlı olarak beğenilerini gösterirler. Assor, Roth ve Deci (2004) tarafından yapılan araştırma, ailelerin koşullu ilgileri çocukların beklenen davranışları düzenlemelerine yol açar. Daha fazla koşullu ilgi kullanan ailelerin çocukları daha kırılgan bir öz-saygı sergiler ve başarılarının ardından daha kısa süreli bi tatmin yaşarlar başarısızlık sonrasında ise daha fazla utanırlar aileleri tarafından dışlanmış hissederler. Otonominin bir yanılsama olup olmadığıyla ilgili çeşitli önerileri araştırmış olmamamıza rağmen birçok şüpheci kimsenin kendilerini otonominin özellikleriyle kuşşattığını keşfettik. Şuan şüpheci yaklaşımın bazı mevcut formlarını değerlendiriyoruz.
PSİKOLOGLAR OTONOMİYE SALDIRIYOR: OTONOMİ BİR YANILSAMA MI? Popüler ve profesyonel literatürde otonomi, tercih ve özgür irade kavramlarına saldırmak, psikologlar ve beyin bilimciler için bilinen bir şeydir. Ama taktikler çeşitlilik göstermektedir. Bazıları birbirine yakındır çünkü bunlar, çevreyi bütün davranışların temel nedeni olarak gören yeni davranışçılardan gelmektedir. Davranışçılar tüm nedenlerin dışsal çevreden olduğunu düşünürken çağdaş indirgemeciler bütün davranışların nedenini “beyne” dayandırmıştır. Diğer eleştiriler de içsel bilişsel süreçlerle ilgili yeni ve ilgi çekici bir çalışmadan gelmiştir. Bilinçsiz süreçler düşüncesi hiçbir şekilde yeni olmasa da bu tür süreçlerin tanınmasına yönelik yeni ampirik çalışma, davranış nedenleri bize mantıksız geldiğinde herhangi bir otonomi ve iradenin olup olması sorusunu ortaya çıkarmıştır. Son olarak otonomiye olan saldırı aynı zamanda kültürlerarası psikolojinin ayrı yönlerinden de gelmiştir.
Bandura ve Skinner: Çevreden Bağımsız Olarak Otonomi
Tabii ki para kontrol etmenin bir başka formudur. Okullarda öğretmenler değerlendirmeler, notlar, altın yıldızlar gibi formları kullanarak da öğrencileri kontrol etmektedirler. Aynı zamanda davranışı şekillendirmek için toplum önünde övgü ya da aşağılama gibi durumları da kullanabilirler. Öğretmenler kontrol davranışına karşı otonomiyi destekledikleri derecede gerçek bir motivasyon sağlayabilirler ve öğrencilerin ilgilerini okul etkinliklerine yönlendirebilirler. SDT’den sağlanan kanıtlar ilgi ve öz- motivasyonla ilgili kontrol stratejilerinin olumsuz etkilerini ve aynı zamanda eğitimin sürerliliğini, öğrenme kalitesini de göstemektedir (Ryan & La Guardia, 1999).
Bandura (1989) sosyal bilişsel kuramında çarpıcı bir örnek sağladı. Anlamsız özerklik kavramını çevreden “tamamen bağımsız” bir hareket olarak tanımladı. Çevrenin davranış üzerinde bir etkisi varsa, Bandura’ya göre orada otonomi olamaz. Bu, psikolojik sorunsal bir bakış açısıdır. Çünkü otonomi hem analitik olarak hem de SDT bünyesinde tanımladığımız gibi hareket için güç konumu değildir fakat Bandura’nın sosyal-bilişsel yaklaşımı en nihayetinde salt öz-yetkinlik faaliyetini azaltmaktadır. Kişinin bir girdiyi sağladığı ya da başarılı bir şekilde bir davranışı sergilediği düşüncesi o kişinin onu yapmak isteyip istemediğini ya da ona değer verip vermediğini vurgulamaz. Öz-yetkinlik kuramı yabancılaşmış ve öz-uyumlu eylemler arasında ayrım yapmaz.
Benzer şekilde, çalışmalar, otonomi desteğinin sigarayı bırakma, kilo verme, glükoz kontrolü gibi davranışlar için büyük değişiklik sağladığını göstermektedir (Williams, 2002; Williams, Deci, & Ryan, 1998)..
SDT açısından, davranışı kontrol etmek için dış kaynaklı ödül ve desteklerin gücünden şüphe duymadık. Bunların kontrol etme gücünden dolayı, ödüller
206
207
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
insanların içsel eğilimlerinden uzaklaşmasına neden olabilir, değişmez değerleriyle ve çıkarlarıyla otonom bir şekilde uyumlu olarak davranmalarından alıkoyabilir. Günümüzdeki ödül odaklı ekonomiler, güçlü dışsal ödüllerin insanları otonomiden uzaklaştırabildiğine, değerlerini ve ihtiyaçları unutturduğuna ve sevdiklerini ve sağlıklarını ihmal ettirdiğine ikna olmalıdır (Ryan & Deci, 2000d).
işlevsel bir öneme sahiptir. Varoluşçuların ileri sürdüğü gibi, olayların anlamıyla uyumlu olarak hareket ederiz. Araştırmacılar olayların anlamlarını incelediklerinde, maddesel nedenselliği ya da bu süreçleri kuvvetlendiren beynin gerekliliğini inkar etmiyorlar.
Otonominin Beyne İhtiyacı Var mıdır? Psikoloji, davanış ve deneyimin nörolojik temellerini ararken bazıları otonomi ve öz-belirleme ile ilgili düşünceleri yorumlamıştır. Bu alandaki başarılı bir lider olan Pinker (2002) şunları göz önünde bulundurmuştur: Her birimiz tek bir “ben” olduğunu hissederiz. Fakat beynin üretmek için çok çalıştığıyla ilgili bir yanılsama vardır. Beynin prefrontal loblarda ve ön singulat kortekslerde denetimsel sistemleri vardır. Bunlar davranış butonlarını zorlayabilir ve alışkanlıkları ve dürtüleri bastırabilir. Ama bu sistemler özel sınırlamalı araçlardır. Bunlar ruh ya da benlikle rasyonel serbest olarak tanımlanmış uygulamalar değildir. Otonom öz-düzenleme ve kontrollü düzenleyici süreçler bir organizma bünyesinde çalışır ve şüphesiz bunların ayrı biyolojik destekleri vardır (Ryan, 1997). Farklı düzenleyici süreçler aynı zamanda farklı türdeki ortamlarla ve kültürel zeminlerle ilişkilidir. Bunlar çeşitli olgusal deneyimlere, farklı duygusal ve davranışsal sonuçlara bağlıdır. Kısacası, kontrollü davranışa karşı otonomla ilgili öncüller, sonuçlar ve işlevsel temeller farklıdır. Analizlerin her düzeyinde bu gerçekleri kavramak bilimsel anlayış ve müdahaleler için çok önemlidir.
Herhangi Bir Problemin Analizinde Geçerli Düzey Nedensellikle ilgili sorulan her soru için, problemi vurgulamaya ilişkin analizlerin bir düzeyi vardır. Bunu “geçerli düzey” olarak ifade ediyoruz. Bu, olayların en anlamlı oluşumunu yansıtan bir düzeydir. Buna ek olarak bilimin amacı tahmin ve kontrol olduğu için bu amaç, geçerli analizlerin düzeyiyle uğraşmak için işlev görür. Buna göre sosyal koşul; beyindeki hücrelerin el kaslarının kasılmasını etkinleştirmesinden daha makul geçerli bir nedendir. Satın alma davranışına müdahale etmek istiyorsak, bunu nörolojik düzeyde yapma eğiliminde olmayız, bunun yerine bunu inançlar ve beklentiler veya ekonomik durumlar düzeyinde yapmayı isteriz. Bazen davranışın düzeyini açıklamak için nörolojik/psikolojik bir açıklama geçerlidir. Bu, Heider’ın kişisel olmayan nedensellik kategorisi içindeki davranış için doğrudur. Başlarına gelen olaylar için insanlar otonomi duygusunu ifade etmeye isteksiz olur. Bunun yerine tipik olarak “ah başıma gelen” gibi sözler söylerler. Bu olayların mekanizmalarını anlamak davranışsal bilimler için oldukça önemlidir. Bu durumların aksine, sosyal müdahalenin birçok amacı için davranış çok anlamlı olarak açıklanmaktadır. Aynı proksimal uyaran, insanlara ifade eden anlamlara bağlı farklı tepkilere neden olacaktır. Sosyal olaylar, sonraki eylemin oluşumunu şekillendiren
208
BİLİNÇSİZ DETERMİNASYON Daha az felsefi ve daha fazla maddesel kaygı, eylemlerin insanların farkında olmadığı faktörlerden dolayı ortaya çıkabileceğiyle ilgili kanıtlardan gelmektedir (Wilson, 2002). Örneğin Bargh ve Fergusn (2000) insanların kasıtlı davranışları bilinçsiz olarak yaptığı söyleyen çalışmaları vurgulamaktadır. Bu tür deneyler bütün davranışların bilinçsiz olarak mı belirlendiğiyle ilgili soruyu yaratmaktadır. SDT’nin kavramsal çerçevesi bünyesinde, kapalı ve açık motivasyon konusu heteronom motivasyona karşı otonom konusuna ortogonaldır. Kapalı olaylar otonom ya da kontrollü hareketleri hatırlatabilir, otomatik olan ve bilinçli bir şekilde karar verilmeyen davranışlar otonom ve kontrollü süreçlerle düzenlenebilir. Bir kadın arabasının vitesini dörde aldığında bu tamamen otonom bir hareket olabilir. Bunu tersine bazı kapalı güdüler heteronom davranışı yönlendirmektedir. Sağlığı uğrana diyetine kişisel olarak bağlı olan bir adam bilinçaltının abur cubur reklamına maruz kalmasıyla kendini yemek yerken bulabilir ve bu eylem tarafından kontol edilebilir. Açık güdüler de heteronom ya da otonom olabilir. Kişi bir tehlikeyle uyumlu olmaya örtülü bir şekilde karar verdiğinde, kararının farkında olabilir ama otonom ya da gönüllü olduğunu hissetmez. SDT açısından bakıldığında, beyin süreçleri otonom ve kontrollü süreçler trafından düzenlenen davranışları teşvik edebilir. Günlük hayatta otonomi, teşvik edilmiş davranışlar kişinin çıkarları ve değerleriyle uyum içinde olduğunda otonomi olasılığı artar. Wegner ve Wheatley, insanların kendi düşüncelerini eylem nedeni olarak yorumladığında bilinçli iradeyi tecrübe edindiklerini belirtmiştir. Tabi bu varoluşsal- olgusal felsefede iradenin yaygın tanımı değildir. İradeyle ilgili bu kriter -yani, davranış nedeni olarak kişinin bilinçli düşüncesi- entelektüel bidonun içine irade kavramını dökmek için tasarlanmış gibi görünmektedir. Dünyadaki olaylar ya da başkalarının sözlerindense düşünceler temel güç olabilirse, bu; iradenin anlamsız bir konsept olduğunu gösterir. Bunun yerine, irade ve otonominin deneyiminin öncelikli bir nedenden ya da eylem uyarınından farklı olduğunu ileri sürüyoruz. Bu, anlamı etkili bir şekilde değerlendirme kapasitesini kapsar. Bir kişi, kapalı-otomatik eğilimini değiştirebilir mi? Bargh’ (1997) belirttiği gibi otomatik bir süreç üzerinde kontrol kazanmak için tek yol, bunu tetikleyen veya buna neden olan otomatik koşulların farkında olmaktır. Buna göre daha sonra yapulan bir çalışmada Levesque ve Brown (2003), farkındalığın ya da eğilimi incelemişlerdir: Farkındalık düşük olduğunda, davranışın etkili göstergesi kapalı motivasyondu.
209
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ Bu, kapalı güdüler, davranışı kontrol ederken, farkındalığın tek olası çare olduğunu göstermektedir.
Yanlış Nedensellik Wegner (2002), insanların aynı zamanda gelişen sonuçlar üzerinde kontrol yanılsamasına katlandığıyla ilgili önemli bir gerçeği ortaya çıkarmıştır. Kişinin kasıtlı davranışı ve sonuçları arasındaki bağlantı yanılsamasına dair birçok gösterge, belirsiz ve ilginç durumlarda ortaya çıkmaktadır. Buna ek olarak yanılsama genellikle kişinin davranışları üzerindeki mevcut kontolü içerir. Kişinin sonuçlar üzerindeki kontrol konumu ve algılanmış nedesellik konumu arasında eşyapılılık yoktur. Wegner’in kanıtı, insanların yanılsamaya ve kendini aldatmaya açık olduğunu ve zaman zaman oyuna geldiğini ya da kandırıldığını göstermektedir. İnsanların kandırılabildiği ya da kendilerini kandırdığı düşüncesi, otonomo psikolojisi için gerçek anlamda bir sorunsal değildir. Nitekim, kendini kandırma, varoluşsal düşünceye ve SDT’ye göre, insanların özgürlük ve sorumluluk yükünden kaçmasında birincil yoldur. İnsanlar aldatılabilir mi? Tabii ki de aldatılabilir. Bir şey ne kadar belirsiz olursa, değerler ne kadar kesinlik taşımazsa ya da sosyal baskılar ne kadar belirgin olursa insanların kandırılması da o kadar kolay olur. İlginç ve şaşırtıcı bir şekilde, sadece bir yanılsama olan iradeyle ilgili birçok kışkırtıcı açıklamaların ardından, Wegner, istem ya da iradenin insan işleyişi için kritik ve önemli olabileceğini belirtmektedir ve iradeyi, davranışın seçimi ve düzenlenmesinde yararlı bir rehber sağlayan “kaynak (yazarlık) duygusu” olarak tarif etmiştir. İnsanlar sadece davranışlarının sonuçlarını kontrol etmede yanılmaz aynı zamanda, davranışlarının otonomisiyle ilgili olarak da yanılgıya düşebilirler ya da kendi kendilerini kandırabilirler. Bu nedenle, insanların bir isteği, dürtüyü veya eğilimi teşvik eden şeyi genellikle bilmediklerinde karar kıldık. Bunu hergün görmekteyiz. Aynı zamanda Wilson’un (2002) belirttiği gibi insanların içsel durumlarının nasıl çalıştığını bilmediğine karar verdik.
OTONOMİ ANTİ-NATÜRALİST DEĞİLDİR: BENLİĞİN GELİŞMİŞ YAPISININ DEĞERLENDİRMESİ Belki de yaşamın en genel ve kesin hediyesi, dürtüleri, ihtiyaçları, hedefleri bunlarla ilgili istekleri koordine etmek için düzenleyici bir kapasitenin varlığıdır. İnsanlardaki bu düzenleyici kapasiteye otonom deriz. Bu evrimselleşmiş bir süreçtir. İnsanın benliğinde herhangi bir süreksizlik olsa, bir organizma açısından bakıldığında benlik olmazdı fakat biz buna sahibiz. Fakat incelemelerimiz, uyarıcı bir dünyada bireylerin bu bakışı kaybedebileceğini göstermiştir. Birçok hayvan bireyselliğin farkında olmasa da aktif bir davranış oluşumu göstermektedir. Evrimsel perspektifte insanlardaki benlik duygusu ve otonominin oluşturulduğu derin yapıyı temsil eden şey organizasyonel eğilimdir.
210
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
ÇAPRAZ KÜLTÜR KAVRAMI OLARAK OTONOMİ Otonominin önemi ve evrenselliği diğer çağdaş psikologlar, yani postmodernizimciler ve kültürel rölativistler tarafından tartışılmıştır. Kültürel rölativistler otonomiyi düzenleyici organizmadan ziyade sosyal bir yapı olarak görmektedir. Belki de bu bakış açısında en önde gelen kuramcular; otonomi, bireyselcilk ve bağımsızlığın Batı değerleri olduğunu ve bu nedenle Batı değerleriyle uyumlu olan bireylerin davranış ve refahının öngörülebileceğini dile getiren Markus ve Kitayamadır (1991). Oishi (2000), otonominin birkaç bireyci Batı kültürünün dışında geçerliliği olmadığını iddia etmiştir. Ancak iyice bakıldığında Oishi ve diğerleri otonomi hakkında konuşmamaktadırlar. Bu noktada bağımsızlık ve bireyselcilikten bahsetmektedirler. Oishi de Bandura gibi, otonomiyi dışsal etkilerden bağımsız bir şekilde hareket edebilmek olarak tanımlamıştır. Ayrıca, kültürlerin bağımsızlığa değer kattığını tartışmıyoruz. Bazıları bireyci hedeflerin sürdürülmesine değer katarken diğerleri geleneği takip etmeyi ve grupları bireyin önüne koymayı vurgulamaktadır. İnsanlar kolektifliğe değer verseydi, kolektif değerleriyle uyum içinde davranmaya istekli olmazlar mıydı? Otonomi Batıda olduğu gibi Doğuda da çalışıyor gibi görünmektedir. Örneğin Japon araştırmacılar Yamauchi ve Tanaka (1998) ve Hayamizu (1997) SDT’nin otonomi değerlendirmelerini okullu Japon çocuklara uygulamışlardır. Bulgular, otonomiden yoksun çocukların okula daha az ilgi gösterdiğini açığa çıkarmıştır, bu öğrenciler araştırmacıların sunduğu öğrenme tekniğine daha yüzeysel bakıyorlardı ve refah seviyeleri daha düşüktü. Chirkov (2003) dört farklı ülkedeki (Rusya, Amerika, Türkiye, Güney Kore) insanlardan, bazıları kolektif bazıları bireyci olan çeşitli davranışları niçin sergiledikleriyle ilgili nedenleri açıklamalarını istemiştir. Davranış biçimlerinde güvenilir farklılıklar olmasına rağmen insanlar bütün kültürlerdeki refahla ilişkili davranışı gerçekleştirmek için daha otonom nedenleri farketmişlerdi. Sonuç olarak şunu ortaya çıkarmışlardır: Daha fazla otonomi desteği içselleşmiş ve otonom düzenlemenin daha çok olmasını ve zihinsel sağlığın daha iyi olmasını öngörür.
DUYARLILIK, FARKINDALIK VE ÖRTÜŞME SÜREÇLERİNDE OTONOMİ Özetlemek gerekirse, tüm alanlarda, tüm yaşlarda, tüm kültürlerdeki davranışlar az ya da çok otonom olarak tecrübe edilir ve bu performans ve refah için bir fark yaratmaktadır. Otonomi duygusu işlevsiz bir yapı değildir. Aksine davranışsal organizasyonun niteliğini olgusal olarak yansıtmaktadır. Kişinin eylemleri özdüzenleme ile olduğunda otonomi belirgin olur. Ayrıca kişinin otonomi deneyimi, davranışsal düzenlemenin sosyal bağlamından etkilenir. Sosyal bağlamların otonomi üzerinde açık bir etkisi olmasına rağmen, otonomi aynı zamanda insanın kendi içinde geliştirmesi ve uygulama cesaretine sahip olması
211
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
gerektiği bir şeydir. Buna göre otonomi farkındalık egzersiziyle ve bireyin skopuyla teşvik edilmektedir. Farkındalık ve otonomi arasındaki bağlantıyı keşfetmek için dikkatimizi duyarlılık -şuanda ortaya çıkan farkındalık olgusuna çevirdik. Bir dizi çalışmasında Brown ve Ryan (2003) Duyarlıklardaki farklılıkları değerlendirdi. İlk olarak duyarlılığı fazla olanlar daha fazla refaha sahiplerdi ve ihtiyaçlarını daha iyi karşılamışlardı ve davranışsal düzenlemelerinde otonom olma duygusuna sahiplerdi. Duyarlılıkları daha fazla olan kişiler daha fazla otonomdu ve güvenilir, tatminkar, değerli ya da “iyi” davranışsal kararlar veriyorlardı. Öz-düzenlemeyi geliştirmenin tek yolu daha fazla dikkat, duyarlılık göstermekti. Farkındalık otonomiyi geliştirmeyi kolaylaştırmaktadır. Farkındalık sayesinde insanlar ne olup bittiğini daha iyi anlar. Brown ve Ryan (2003) bunu oldukça kolay bir yolla göstermişlerdir. İnsanların kapalı ve açık ölçütlerini kullanan duygusal durumlarını ya da ruh hallerini değerlendirmişlerdir. Aralarında makul bir ilişki vardır. Ancak Yüksek duyarlılığı olan insanlar kapalı ve açık ölçütler arasında daha fazla uyum göstermişlerdir. Duyarlılık, öz-düzenleme gibi hem öznel bir deneyimdir hem de organizmanın bir durumudur. Nitekim bu organizmal durum geliştirilebilir ve artırılabilir ya da ihmal edilip azalmasına izin verilebilir. Brown ve Ryan (2003) meditasyona yönelik uygulamalarla farkındalığını geliştiren insanların sağlık ve rafah düzeylerini artırdığını göstermiştir.
SONUÇ: İYİ HABER, ÇOK SAYIDA YANILSAMA VARDIR
BÖLÜM 29 YABANCILAŞMA VE OTONTİK OLMA HEDEF ODAKLI BİR YAKLAŞIM
İnsanlar kontrol edilmeye ve sahte davranışlar sergilemeye oldukça açıktır. Güdülerini duygularını ve ihtiyaçlarını duyarlı bir şekilde düşünemedikleri ya da düşünmedikleri ölçüde buna açıktırlar. Reflektif düşünce duygulara, algılara, inançlara sahip olmayla ilgilidir. Bu otonomi işini çok daha önemli yapmaktadır. İnsan potansiyeli olarak otonominin tanınması ve belirleyici dünya görüşü arasında uyumsuzluğa rastlamadık. Gerçekte varoluşçuların kışkırtıcı yazılar yazmalarının nedeni ve öz-düzenlemeyi artırmak için bulduğumuz klinik teknikler otonomi olasılığını farketmek içindir. Bu anlamda okuyucularımızda öz-düzenleme kapasitesini harekete geçirecek ve onları çok daha fazla insan olmak için cesaretlendirecek girdileri elde etmeye çalışıyoruz.
212
213
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
İnsan varoluşunun temel koşullarından biri, şimdinin geçmişten geldiği ve gelecek olacağı bir zaman dünyasında yaşadığımız gerçeğidir (Boss, 1963). Biz insanlar bu zamansallığın üçüyle de bazı ilişkiler kurarız (May, 1983). Örneğin geçmiş travmalardan dolayı huzursuz hissedebiliriz ya da geçmişteki nostaljilerden memnuniyet hissedebiliriz (bkz Sedikides, Wildschut, & Baden, Bölüm 13, bu kitap). Şimdiden kaçabiliriz ya da yarın için hiç endişe duyamayabiliriz. Kişinin geçmiş ve şimdiyle olan ilişkisi bu bireyi anlamak için gerçekten önemli olsa da, gelecek de Heidegger gibi varoluşçuların yazılarında özel bir öneme sahiptir. Çeşitli varoluşsal düşünürlerin anlaştığı temel bir önerme varsa o da insanların gerçekten olduğu kişiyi olması konusunda potansiyellerini uygulamaya çalışması için özel bir sorumlulukları olduğudur. Bu bölümde varoluşsal düşünce olan “otontik olma” durumunu “olmama” durumunun zararlı olasılıklarından ayırıyoruz. Olmama, yabancılaşma ve otontik olma durumlarının; İnsanların kişisel hedefler ve uğraşılarıyla ilgili çağdaş ampirik ve kuramsal çalışmalar aracılığyla anlaşılabilen geçerli düşünceler olduğunu göstermeyi umuyoruz.
Bunu da şuanda kütüphaneden konuyla ilgili bir kitap alarak, sınavda iyi notlar elde ederek, yüksek bir notla mezun olarak, Harvard Ekonomi Bölümüne kabul edilerek vs. sağlayabilir. Gelecekteki hedefi için bugünki çabaları onu zamanı geldiğinde bir CEO yapabilir. Daha moleküler davranışların olduğu bu genel süreç, adım adım uzun dönemli hedeflere doğru insanı herekete geçiren bir süreçtir. Hedefler insanların varolma konusundaki başarısızlıklarına ışık tutmada ve varoluşun akışıyla birlikte hareket etmede yardımcı olur. Hall ve Lindsey’in (1978) dediği gibi “Olmayı reddetmek kişiyi dar ve karanlık bir odaya hapsetmektir”. Gelecek bölümde insanların varolmayı başaramadığı farklı yolları tartışacağız.
Hedeflerin insanların varolmasında nasıl yardımcı olduğunu ve hedefle ilgili problemlerin varolmayayı nasıl açıklayabildiğini anlatarak konuya giriş yapacağız. İnsanların hedeflerini niçin sürdürdüğüne ve hangi hedefleri sürdükdüklerine bağlı olarak var olmanın otontik olup olmadığını inceleyeceğiz. Bununla birlikte önemli bir uyarı yapmak istiyoruz: İdeal bir varoluş için tek yolun hedefleri sürdürmek olduğunu ileri sürmüyoruz. Gelecek, varoluşla ilgili her şey demek değildir. İnsanların geçmişle (geçmişten öğrenme) ve “şimdi burada olduğu” zamanla yani şuanla etkileşim içinde olması, gelişimleri için önemlidir.
OLMAK YA DA OLMAMAK: İŞTE BÜTÜN MESELE BU Zaman, geçmişi geride bırakan ve geleceğe dönüşecek olan şimdiyle durmaksızın birlikte ilerlemektedir. Bu gerçek varoluşçuların umwelt olarak adlandırdığı şeyin ve fizik yasalarının doğal dünyasının bir parçasıdır. Dünya varlıkları olarak bu değişimle yüz yüze olmak ve buna uyum göstermek zorundayız. Carver ve Scheier’in (1981, 1990, 1998) eylem kontrol kuramı amaçları, varolmanın nasıl sağladığını anlamak için özellikle yararlıdır. Bu modele göre, davranış, insanların bilişsel kontrol sistemleriyle güçlendirilip düzenlenir. Kontrol sistemleri hiyerarşik olarak düzenlenmektedir. Geniş hedefler, daha somut hedeflerin işleyiş standartlarını belirler ve düzenler. Bu süreçte, bireyler mevcut durumlar ve arzu edilen gelecek durumlar arasındaki çelişkileri azaltır ve zaman içinde ileriye taşır ve varolur. İnsanlar acıktığında, tipik olarak “bir şeyler yeme” amacını şekillendirir. Kişi sandalyesinden kalkıp, oturmaktansa ayakta olmak için hedefini oluşturur. Kişi duvara bakan bir kişi olmaktansa yiyecek aramak için buzdolabına doğru yürür ve onu açar. Kişi eli boş olmaktansa bir dilim soğuk pizzayı alarak yiyeceği tutan bir kişi olabilir. Bu yolla davranışsal hedeflerle düzenlenen bir dizi davranışsal irade vasıtasıyla varolmak sağlanmış olur. Aynı analizler daha yüksek eylem sistemi düzeyinde de uygulanabilir. Örneğin herhangi bir şirkette müdür olmak isteyen birisi gelecek hedeflerini ortaya koyabilir: 214
Katatoni Katatoni bireyin hareket etmemesidir. Bazı bireyler alışılmadık durumlara düşebilirler zaman ve mekanda tepkisiz kıpırdamadan dururlar. Bu durumdaki bir insan geleceğin peşinden gidiyor gibi görünmez İnsanlar gelecek hedefi edinmediğinde ve potansiyellerini geliştirmeye niyetlenmediğinde d u r a ğ a n l ı k ortaya çıkar. Bu tür insanlar, olduğu kişiden memnun değildirler. Fakat ilerlemek için de bir şey yapmazlar. Bu durumu Marcia (1993) kimlik yayılması olarak ifade etmektedir. Yayılmış bireylerın çok az bağlılığı vardır ve hayatın onları nereye yönlendirdiğini umursamazlar. Bunun yerine dünyanın geri kalanı hareket ederken onlar yerinde sayarlar. Ampirik literatür, hedefi olmayan insanların hedefi olan insanlardan daha zayıf ve mutsuz olduğunu belirtmiştir. Diğer deyişle, sabit motivasyonsuz olarak kalmak, geleceğe doğru hareket etmeye ve motiveli olmaya göre çok kötü bir şeydir.
Kaçınma Varolmamanın ikinci türü gelecekten kaçınma durumudur. Bu yönelimdeki insanlar gerçekte geleceğe ilgi duyarlar fakat öncelikli kaygıları, istenilen bir şey için uğraşmaktansa gelecekle ilgili korkularından kaçınmaktır (Carver & Scheier, 1998). Kaçınma yönelimli insanlar harekete geçseler de odak noktaları durağanlıktır ve tercih edilen durumu korumak için hedef seçerler. Örneğin güvensiz bağlanma durumu olan kadın, sevgilisinin ilgisinin azalmasına dair göstergelere karşı alarma geçebilir. Korku dolu bir öğrenci öğretmene karşı yanlış yapma ihtimalini önceden tahmin edip ona göre davranmaya çalışabilir. Ampirik çalışmalar, güçlü kaçınma yönelimi olan insanların hedeflerinde başarılı olmadıklarını ve kendileriyle ilgili kötü duyguları bitirdiklerini göstermiştir (Elliot, Sheldon, & Church, 1997). Başka bir deyişle, insanlar hedeflerini kaçınma koşullarında ne kadar çok şekillendirirse, hedeflerine ulaşmada o kadar zayıf kalmaktadırlar. Örneklerimize geri dönecek olursak, kaygılı kadının paronayası incelmek yani zayıflamak ve gerçekte sevgilisini başından defetmek olabilir. Endişeli öğrencinin yaşadığı durum öğrenmesini ve performansını azaltabilir. Hedeflerden kaçınmayla ilgili bu özellikler bu problemi açıklayabilir.İlk olarak negatif sonuçlara götüren tüm yolları kapatmak olumlu tek bir sonuca götüren tek bir yolu bulmaktan daha zordur. İkinci problem, negatif olasılıklara odaklanmanın sürdürülmesi zararlı duyguların oluşmasına eğilimlidir ve zayıf performansa katkıda bulunabilecek bilişsel beklentileri azaltır.
215
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
Takıntı
Niçin Motivasyon ve Öz-uyum Yapısı
Varolmamanın üçüncü türü mevcut durumla uygun olmayan hedeflerin takıntı haline getirilmesidir. Burada, hedefleri belirleme başarısızlığından ziyade ya da hedef yaklaşımını belirlemekten ziyade, kişi onun için artık hiç uygun olmayan hedef yaklaşımdan kurtulma konusunda başarısız olabilir. Diğer bir deyişle, takıntı; geçmişi ya da şimdiyi düşünmektense geçmiş kararlardan dolayı kişinin yanlış geleceğe saplanıp kalmasına yol açar. Örnek: Çocuğum odasından bağırdığında, ben kendime yiyecek bir şey almak için mutfağa yürüyordum. İlk hedefimi devreden çıkartabilirim ve sonra değişen Unwelt’e adapte olmak için adımlarımı çocuğun odasına doğru yönlendirebiliri Birçok kuramcı amaçlar konusundaki başarısızlığın depresyon sorunlarına yol açıtğını ortaya çıkarmıştır (Carver & Scheier, 1990; Klinger, 1975; Pyszczynski & Greenberg, 1987) ve Kuhl’un durum yönelimli bireyler üzerine yaptığı çalışma uygunsuz ve başarısız hedeflerden kaçınma zorluğu çeken insanların negatif etkilere meyilli olduğunu göstermiştir. Bu çalışma, optimal seviyede var olmak için insanların geçmişin geçmişte kaldığını ve yeni farklı hedeflerin daha çok benimsenebileceğini fark etmeleri gerektiğini göstermiştir. Ne yazık ki insanların çoğu “zafer günlerini” yeniden yaşama girişiminde bulunmakta ve gençliklerine tutunmakta ya da aynı durumda kalmakta ve böylece geçmişte onlara hizmet eden kararları vermeye devam etmektedirler.
Kierkegaard ve Sartre gibi varoluşçu düşünürler insanın eylemlerinin arkasındaki motivasyona büyük vurgu yapmışlardır. Tanrının olma ihtimaline karşı insan kiliseye gidip, derin bir inanç ve bağlılıkla incil okur mu? Kişi gelecek cumartesi komuşunun rotorillerini ödünç almak için komşusuyla ilişkilerini geliştirmek ister mi? Bu tür sorular; davranışın, kişinin gerçek benliğinin otontik ifadesinden mi yoksa ödül kazanmak ya da içsel ve sosyal kınamalardan kaçmak için kendi isteklerini tatmin etmek üzere mi ortaya çıktığıyla ilgili durumları açıklağa kavuşturmaya yardımcı olur.
YABANCILAŞMA VE OTONTİK VAR OLMA Varoluşçular insanların gelecekle olan ilişkisini ve geleceğe yönlenmesini derin bir şekilde inceleyen ilk düşünürler arasındadır. Fakat vaoluşçular aynı zamanda salt varolmanın sağlıklı bir varoluşu sağlamak için yeterli olmadığının da farkına varmıştır. Kierkegaard kişinin gerçekte olduğundan başka biri olabileceğini vurgulamıştır. Bu nedenle insanlar başarılı bir şekilde geleceğe yönelse de gerçekte oldukları kişiyi olmakta başarısız olabilirler. Yani daha fazla otontik olmaktansa en derin olasılıklarına yabancı kalıp, onlardan uzaklaşmaktadırlar. Birçoğumuz ilgi alanlarımızla, ihtiyaçlarımızla ya da potansiyellerimizle uyuşmayan etkinlikleri sürdürürüz. Bu tür etkinlikler sıkıcı ve caydırıcıdır ama tıpkı ölüm ve yer çekimi gibi biz insanların adapte olması gereken varoluş gerçekleri arasındadırlar. Hedef odaklı perspektifimize göre, gerçek problem, otontik olmayı zorlaştıran ve insanı yabancılaştıran hedeflere yöneldiğimizde ortaya çıkmaktadır. Öz-determinasyon kuramına (Deci & Ryan, 1985, 2000) dayanan önceki çalışmamız (Sheldon & Kasser, 1995), insanların kişisel hedeflerinin niteliğini inceleyerek, bu konuları anlamaya çalıştık (kişisel entegrasyon vb.). Hedeflerin iki özelliği olduğuna inanıyoruz. İlki, insanlar, iç ve dış baskıların kontrol edilmiş nedenlerinden ziyade ilgi ve kimliklerinin otonom nedenleri için hedeflerini takip ettikleri takdirde bu hedefler uygun ve otontik olmaktadır. İkincisi, finansal başarı, imaj, popülarite gibi dışsal durumların sürdürülmesindense, kişisel gelişim, bağlanma, iletişim gibi içsel durumlar sürdürüldüğünde hedefler uygunlaşmaktadır. Hedefler uygun olduğunda, insanlar otontik varoluşlarını destekleyecek bir şekilde geleceğe doğru ilerlemektedir. Bununla birlikte hedefler uygun olmadığında, bireyler gerçekte kim olduklarına daha az odaklanırlar ve yabancılaşma duygularını artırırlar.
216
Önemli bir araştırma, davranışlarla ilgili nedenlerin, motivasyon ve refah konusundaki önemli ilişkilere dayandığı iddiasını desteklemektedir. Bu konuyu araştırmak için insanların “algılanmış nedensellik konumunun” (Ryan & Connell, 1989; Sheldon & Kasser, 1995, 1998, 2001) ölçülmesinde veya davranışın ardındaki nedenler olarak yaşadıkları tecrübenin anlaşılmasında öz-determinasyon kuramını benimsedik. Bu çerçevede, insanların, amaçlarını sürdürmek için “içsel” nedenleri ortaya çıkarıldığında sürdürülebilir amaçlarında otontik bir şekilde davranacakları düşünülmektedir. Örneğin “Hedef eğlence ihtiyacımı karşılar”, “Çünkü kişisel olarak hedefe değer veriyorum.”. İnsanlar hedeflerini “içe yansıtılmış” nedenlerle sürdürdüklerinde, kendilerini kontrol edilmiş olarak hissedebilirler. Geçmiş çalışmalar amaçlarını daha öz-uyumlu olarak değerlendiren insanların daha fazla mutlu olduğunu (Sheldon & Kasser, 1995); amaçları için daha fazla çaba sarf ettiğini (Sheldon & Elliot, 1998, 1999); hedeflerini daha iyi başardıklarını (Sheldon & Elliot, 1999; Sheldon & Houser-Marko, 2001); hedef odaklı etkinliklerinde günlük tatmin ihtiyaçlarını daha fazla giderdiklerini (Sheldon & Elliot, 1999); hedeflerine ulaşmalarının sonucunda daha fazla genel refaha sahip olduklarını (Sheldon & Elliot, 1999; Sheldon & Kasser, 1998) göstermiştir. Özuyumlu bireyler; empati, deneyimlere açıklık, otonomi yönelimi, bilişsel entegrasyon ve özsaygı gibi pozitif kişisel özellikleri artırmaktadırlar (Sheldon & Kasser, 1995; see Sheldon, 2002). CEO olmak isteyen çocuk örneğine geri dönecek olursak, babasını mutlu etmek için ya da kapitalist bir toplumda böyle olması gerektiği için amaçlarını sürdürmeye çalışırsa, bu çocuğun varoluşu yabancılaşır ve bu da onu gerçekte kim olduğundan ve gerçekte ne olmak istediğinden uzaklaştırır. Sonuç olarak kişisel hayatında sayısız zaiyatlar yaşamaya eğilimli olur. Diğer yandan, çocuk derinden bağlandığı hedefiyle özdeşleşmiş zorluklarla gerçekten ilgilenirse, bu çocuğun varoluşu muhtemelen daha otontik olacaktır ve bu nedenle hayatına olan genel adaptasyonu ve mutluluğu nispeten yükselecektir.
“Motivasyon” ve İçsel- Dışsal İçerik Ayrımı Varoluşsal düşünürler, sadece insanların bir şeyi niçin ve ne yaptığını değil aynı zamanda gerçekten ne yapmış olduğunu da sorgulamaktadır. Örneğin May (1983) ve Fromm (1976) ayrıca Maslow (1954) ve Rogers (1964) kişinin otontikliğinin aynı zamanda şu soruları sormasına da bağlı olduğunu söylemişlerdir: Kişi hayatını para,
217
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
statü etrafında mı düzenler yoksa diğerlerine, topluma katkıda bulunmak için mi? Gerçekte kim olduğunu daha çok kabul etmek isteyen kişiye karşın doğru “imge” ya da “görüşü” isteyen bir kişi arasındaki farklar nelerdir? “Sahip olmaya” ve “Varolmaya” dayalı yaşam tarzları arasındaki fark nedir? (Fromm, 1976).
Rogers, 1961), birey olma (Jung, 1951/1959) ve entegre olma (Ryan, 1995) güdüsüne sahip olduğuna inanıyoruz. Özellikle, insanların, karar almalarında kullanılabilen derin içsel bilgiye erişmeyi sağlayan “organizmal değerlendirme süreçlerine” (OVP; Rogers, 1964), sahip olduğunu düşünüyoruz. OVP yani organizmal değerlendirme süreçleri bizi tehlikelerden korumaktadır. Ayrıca bizi sağlıklı olmaya yönlendirir, karşımızda oturan insanın sevdiğimiz insan olduğunu ve hayatımızın geri kalanını onunla gerçimek istediğimizi bilmemize izin verir.
Bu nedenle hedefleri “içsel” ve “ dışsal” içerikli olarak ayırdık (Kasser & Ryan, 1996). Dışsal olanlar tipik olarak ödüller ve övgüler elde etmeye odaklanır. Para, imaj ve popülarite istekleri üç tipik dışsal arzudur. İçsel hedefler diğer yandan insanların psikolojik ihtiyaçlarını karşılaşması için içsel olarak sürdürülme ihtiyacının tatmin edilmesi için değerlendirilen arzulardır. İncelediğimiz üç içsel arzuyu, kendini kabul etme (kendini tanıma), duygusal bağlanma (aileye ve arkadaşlara bağlanma) ve ortaklaşalık duygusu (dünyaya yardımcı olmak) olmak üzere sıralayabiliriz. İçsel hedeflere sahip insanlar dışsal hedeflere yönelmiş bireylerden daha huzurludur. Dünyanın çeşitli milletlerinden üniversite öğrencileri, gençler üzerinde yapılan araştırmalar, paraya, imaja ve statüye değer veren insanların daha az mutlu olduklarını çeşitli refah belirtilerinde daha fazla endişe olduğunu ortaya çıkarmıştır. Para, imaj ve statü insanların psikolojik ihtiyaçları (beceri, bağlılık, otonomi) karşılamasında zayıf bir hayat tarzına sahip olmalarına yol açmaktadır (Deci & Ryan, 2000; Kasser, 2002). Örneğin bu kişilerin değer duygusu diğerlerine bağlıdır, diğerleriyle olan ilişkilerinde güvensizlik vardır ya da bu ilişki maddeselliğe bağlıdır ve bu kişiler genellikle gerçekten yapmak istemedikleri şeyleri yapma baskısı hissederler. Diğer yandan, içsel özellikler tatmin olmak ihtiyacını daha kolay hale getirmektedir çünkü bunlar sağlıklı bir saygı duygusu sağlarlar ve insanları biraraya getirirler ve otontik duygulara teşvik ederler. Mesleğinde ilerleyen CEO’yu düşünürsek, zenginlik ve statü uğraşları, kişisel gelişimi ve çıkarlarını reddetmeye, sosyal ilişkilerini ihmal etmeye ve etrafındaki topluluk için çok az fayda sağlamaya veya hiç sağlamamaya neden olursa, varolma planından endişe duyabiliriz. Kişinin değer sistemi bu konuda dengesiz olduğunda, varolmak yabancılaştırılır. Diğer yandan öğrencinin hedefi yaşamdaki daha içsel amaçlarla dengeli olduğunda otontik varolma ortaya çıkar.
VAROLMANIN DİNAMİKLERİ Varoluşsal kuram ve çağdaş hedef araştırmaları tarafından önerilen var olma formlarının ardından, varolma çeşitlilikerine yol açan faktörleri inceleyeceğiz. Bazı insanlar geleceğe doğru ilerlerken bazıları neden geçmişe ya da şimdiye takılı kalır? Bazı insanlar otantik olurken bazıları onları gerçekte kim olduğundan uzaklaştıran geleceğe doğru niçin ilerler?
Organizmal Değerlendirme Süreçleri Sartre (1956) insanların kendilerini yaratmak için sorumluluk almaktan başka seçimi olmadığını vurgulamıştır, buna göre biz insanlar içsel bir doğaya sahip değiliz. Birçok varoluşçunun varolmak, otantiklik ve yabancılaşma ile ilgili yazılarına katılsak da Sartre’ın bu görüşüne katılamayız. Bunun yerine, bütün insanların hayatlarını düzenlemek için temel bir kendini gerekleştirme (öz-güncelleme) (Maslow, 1954;
218
Yaşam boyu elde edilen veriler OVP’yi desteklemektedir. Zamanla insanlar otantik bir şekilde geleceğe ilerleyebilirler. Örneğin genç bireylere oranla, yaşlılar kişisel hedefleri sürdürmek için ve vergilerin ödenmesi, oy verme gibi önemli sosyal görevleri yerine getirmek için benlikleriyle daha uyumlu nedenler gösterirler. Aynı şekilde dışsal içeriklerdense içsel içerikli hedeflere daha çok odaklanırlar (Kasser & Ryan, 1996; Sheldon & Kasser, 2001). Çeşitli veriler, kendimiz için sağlıklı ve faydalı hedefler söz konusu olduğunda tamamen başıboş olmadığımız ya da kendi halimize bırakılmadığımız iddiasını desteklemektedir. Normal koşullar altında, insanlar, otantik olmayı ve daha huzurlu hissetmeyi sağlayan yönü algılama kabiliyetine sahiptir. Bunun sonucunda, amaçlarıyla ve bunları başarmayla ilgili olarak uygun seçimler yaparlar.
Varoluş Ters Yöne Gittiğinde OVP’nin hedefleri sürdürme rehberine ve bu nedenle insanların sağlıklı ve otantik varolmaya yönlenmelerine rağmen bazı bireyler OVP’den uzaklaşmaktadır. Bunun sonucunda, varolmamanın ve yabancılaşmanın çamuruna batarlar. Bu konudaki araştırma ve kuram, insanların varolmaktan ve otantik varoluştan uzaklaşmalarına neden olan en az iki dinamiği ileri sürmektedir. İlki, bazen insanların çevresel mesajlara maruz kalmasıdır. Bunun sonucunda otantik olmaktansa inançlarını ve değerlerini yabancılaşma yönünde oluştururlar. İkincisi, insanlar içinde bulunduğu çevreyi güvensiz, sevgisiz, oldukça kontrol amaçlı olarak hissedebilirler. Çevrenin bu özellikleri genelikle insanların amaçlarını terketmesine ve güven kazanma ya da diğerleri tarafından onaylanmayla ilgili olarak uygunsuz hedefleri seçip sürdürmesine neden olur.
Sosyal Modelleme Aileler, arkadaşlar, öğretmenler ve kültürel kurumlar, belirli türde hedefleri, değerleri ve davranışları uygun bulup modeller. Bu kültürün farklı yönlerinin edinilmesi aracılığıyla olur. Gelecek nesiller kültürel kuruluşlara ilişkin inançları ve davranışları içselleştirmekte başarısız olursa, bu kuruluşlar onları takip edenler olmadığında yok olacaktır. Çoğu toplumların hedef yönelimli olmasına rağmen, bazen bireyler altkültürlere ve arkadaş gruplarına maruz kalırlar, örneğin punk rock vb., senin için gelecek, yok vb. düşünceler. Şu anı Hedonistik memnuniyet sağlayarak geçirmek, yarını umursamamak kesinlikle eğlenceli olabilir fakat gerçekleşmesi için gerekli zemin nadiren olur. Daha geniş önemli bir sorun da kurumların, OVP ve kişinin gerçek ihtiyaçlarıyla uyumlu olmayan inançları, değerleri ve hedefleri önermesi durumunda ortaya çıkmaktadır. 219
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ Öncelikle bizler iyi hayatın maddesel bir hayat (mal-mülk) olduğunu; başarı ve mutluluğun mal varlığına, statüye ve birikimlerine bağlı olduğunu ileri süren bir hükümet ve işbirlikçi medyanın olduğu bir kültürde yaşıyoruz. Bu görüş tüketmeye dayalı hiperkapitalist ekonomi sisteminin sürdürülmesinde tabii ki faydalıdır. İkinci olarak, çoğu insan, özellikle de kadınlar kişinin beden şeklinin ve seksiliğin kişinin değerleri konusunda oldukça belirleyici olmasıdır. Bu tür mesajlara maruz kalan kadınlar diğer yönlerden kendilerini ifade etme ve kusurlu bedenleri kabul etme konusunda kendi içsel isteklerini reddetmektedir (Kilbourne, 2004; ayrıca bkz. Goldenberg & Roberts). Araştırmalar ailelerin güçlü dışsal değerleri ifade etmesi durumunda çocukların da aynı şeyi yaptığını göstermiştir (Kasser, Ryan, Zax, & Sameroff, 1995). Aynı sonuçlar arkadaşlar ve komşular için de geçerlidir ve tabii ki diğer baskın sosyalleşme aracı olan medyayı da unutmamak gerekir. Araştırmalar, çok fazla televizyon izleyen insanların materyalist reklamlara maruz kaldığını, bunun sonucunda daha materyalist olduklarını göstermiştir ve reklamlardaki güzel modelleri izlemeye maruz kalan kadınlar kendilerinden çok az memnun olmaktadır (Richins, 1991).
İlişki Kalitesi İnsanlar yabancılaştırıcı mesajlara farklı derecelerde maruz kalmaktadır. İnsanların hayatlarındaki bazı durumlar varolma çabalarını önemli derecede etkilemektedir. İnsanları güvensiz, sevgisiz ve kontrol altında bırakan bu koşullar varolmamaya ya da yabancılaşmaya neden olmaktadır. Roger (1961) ve Maslow’un (1956) bildirdiği gibi bu koşullar altındaki insanlar öz-güncelleme isteklerine son verirler ve OVP ile iletişimi kaybederler. Öz-determinasyon kuramının belirttiği gibi insanlar kontrol edildiğinde, görüş açılarını kendi isteklerinden ödüller ve övgüleri elde etmeye çevirirler. Çocuklar ailelerinin standartlarına ulaşmayı başaramadıklarında ve aileler sevgilerini azalttığında amaçlardan kaçınma durumu üstün gelmektedir. Ayrıca şevkatsiz ve soğuk aile modeli enine boyuna dışsal değerlere fazla, içsel değerlere ise az odaklanmakla ilişkilidir (Cohen & Cohen, 1996; Kasser, Koestner, & Lekes, 2002; Kasser, 1995; Williams, Cox, Hedberg, & Deci, 2000).
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
BÖLÜM 30 ŞUAN VE GELECEKTE VAROLUŞSAL VE DENEYSEL PSİKOLOJİ
Diğer deneysel kanıtlar, insanların kontrol altında ve güvensiz olarak hissettiği koşulların daha az otontik olma yönünde değişmesiyle ilişkilidir. Ayrıca insanlar ödüllere ve övgülere maruz kaldığında otonomluktan kontrol edilmiş motivasyonlara doğru ilerlemektedir. Diğer deneysel araştırmalar güvensiz duyguların insanları dışsal hedeflere özellikle de materyalist olanlara odaklandırdığını göstermiştir.
SONUÇ Varolmak geçmişten geleceğe hareket etmekle gerçekleşir. İnandığımız bazı düşünceleri ifade etmek önemlidir, sadece bireysel hayatlarımız için değil tüm psikoloji alanı için de. Bu çalışmamızın, bize ün ve zenginlik getirmeyeceğini bilmemize rağmen kendi bireysel hayatlarımız ve psikoloji alanı için önemli girişimleri kolaylaştıracağını umuyoruz (Böylece Otontik olma durumunu gerçekleştirmiş oluyoruz.).
220
221
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
İnsan doğası ve varoluş anlamı meseleleri binyıllar boyunca şairlerin, peygamberlerin ve filozofların hayal gücünü doldurmuştur. Psikoloji tarihinde kuramcılar da bazı zamanlar bu geniş çaplı meselelere odaklanmıştır (Allport, Freud, James, Lifton, Rank, Rogers, Yalom) ama varoluşsal yönelimli meseleler ampirik araştırmaların dışında düşünülmüştür. Deneysel Varoluşsal Psikoloji Kitapı (Handbook of Experimental Existential Psychology) bu geleneğe baş kaldırmaktadır. Deneysel Varoluşsal Psikoloji; psikologların, titiz deneysel yöntemleri kullanabileceği varsayımı üzerine kurulmuştır. Deneysel psikoloji ve varoluşsal psikolojinin artık ayrı disiplinler olarak varolmasına ihtiyaçları yoktur. Psikoglar şimdi bu iki dünyanın en iyilerini kendi düşünceleri kapsamına alabilirler.
derin duygular kurma ihtiyaçları). Özgür irade ve kişisel sorumluluk sadece soyut psikoloji konuları değildir, aynı zamanda karar verme, öz-kontrol hedeflerinin etkili olarak sürdürülmesi gibi günlük olarak yapılan anlık faaliyetlerdir. Birlikte ele alacak olursak varoluşsal kaygılarla yüzleşmek sıradan insanların günlük hayatlarında somut bir gerçekliktir. Varoluşsal kaygılar insanların yaptığı neredeyse her şeyle potansiyel olarak ilişkiliyse, insanların bu kaygılarla nasıl başa çıktığını bulmak psikologlar için önemlidir. Nitekim varoluşsal kaygılarla nasıl başedileceğiyle ilgili bu kitapta bulunan belgeler, risk alma davranışı, doğa tutumları, ahlak, grup içi davranış, kişilerarası davranış ve otontik olma da dahil olmak üzere önemli psikolojik fenomenleri olağanüstü bir şekilde etkiler. Varoluşsal kaygılar insan davranışıyla ilgili birçok farklı alanı etkiliyorsa, bu kaygıların laboratuvarda da davranışı etkileyebileceği varsayımı mantıklı gibi görünmektedir.
Bu kitabın da gösterdiği gibi psikolojideki deneysel-varoluşsal yaklaşımlar son yıllarda tomurcuklanmıştır. Deneysel varoluşsal psikologlar cinsellik, insan-doğa ilişkisi, din, ahlak, kimlik oluşumu, geçmişe özlem, kültür, ideoloji, yakın ilişkiler, grup kimlikleri, nefret, sürgün edilme, dışlanma, iletişim, karar verme, hedef gibi çok çeşitli konulara vurgu yapmıştır. Bu gelişmeler ışığında, insanların varoluşsal kaygılarından artık kaçınılamayacağı ve bunun deneysel araştırmacılar tarafından reddedilmediği açıktır. Varoluşsal psikolojinin kuramsal kavramları deneysel yöntemlerin girdileriyle netleştirilir. Deneysel yöntemler de karmaşık varoluşsalpsikolojik olguların araştırılmasını sağlamak için genişler, yenilenir ve revize edilir. Yeni bir bilimsel hareket olmasına rağmen deneysel varoluşsal psikoloji hızla gelişecektir.
VAROLUŞÇULUK VE DENEYSELCİLİK BİRLİKTELİĞİ Deneysel varoluşsal psikoloji sayısız farklı kuramsal yaklaşımları barındırır. Varoluşçular geleneksel olarak insanların hayat mücadeleleriyle ilginmişlerdir. Bununla birlikte davranışçılar da somut insan davranışıyla ve yapay laboratuar verileri üzerine çalışmışlardır. Bu nedenle, Varoluşsal psikoloji ve deneysel psikoloji yaklaşımları temel olarak uyumsuz gibi görünebilir. Varoluşsal psikoloji ve deneysel psikoloji arasındaki uyumsuzluk oldukça aşikardır. Varoluşsal meseleler somut davranıştan uzakmış gibi görünebilir çünkü çoğu insan varoluşsal psikolojinin soyut terminolojisiyle yüzleşmemektedir. Yine de insanların günlük hayatları varoluşun temel verileriyle yüzleşme konusunda dopdoludur. Ölüm sorunu insanın hayatındaki temel varoluşsal kaygılardan biridir (Arndt, Cook, & Routledge, bölüm 3, bu kitap; Florian & Mikulincer, Bölüm 4; Solomon, Greenberg, & Pyszczynski, Bölüm 2; ayrıca bkz. Yalom, 1980). Bununla birlikte ölüm sorunu uzak bir kaygıdır çünkü çoğu insan zamanlarının kısa bir anında ölümü bilinçli olarak düşünmektedir.
Laboratuvar deneyleri, kirletici faktörlerin dikkatlice kontrol edilmesinden ve aracı mekanizmaları araştırma becerisinden dolayı çok güçlü yöntemlerdir. Bu nedenle, deneyler, deneysel-varoluşsal araştırma için çok faydalı araçlar sağlar. Deneysel varoluşsal psikoloji, insanların içselleşmiş ve kişisel yollar sayesinde varoluşsal kaygılarla yüzleşebildiğini tamamen kabul etmektedir. Aynı zamanda, bu; insanların genel olarak varoluşsal kaygılarıyla nasıl mücade ettiğini kontrol eden temel psikolojik ilkelerin varlığını gözardı etmemeyi sağlar. Bu tür ilkeler, temel süreçler ve mekanizmalar düzeyinde çalışırsa, genel psikolojik ilkeler, deneyimin içeriği kişiye özgü ve öznel olduğunda bile varolabilir. Bu nedenle deneysel yöntemler, özel olgusal içeriklerdense, süreçler düzeyinde yönlendirilir. Bu mantıkla ilgili bir çalışma Pinel tarafından yapılmıştır. Pinel benliğin en öznel kısmına odaklanmıştır. İnsanların diğerleriyle ben paylaşımı yaptığını hissedip hissetmediğiyle ilgili deneysel değişkenlerle Pinel Benin (I) sosyal işlevlerini keşfedebilmiştir. Buna göre, deneysel araştırma oldukça öznel ve içselleştirilmiş olgunun iç yüzünü anlamada bile faydalı olabilir. Deneysel Varoluşsal psikoloji, bilimsel bilginin edinilmesinde laboratuvar deneyine tek geçerli yol olarak bakmaz. Varoluşsal psikolojideki kişinin dini inançları, travmatik olaylarla başa çıkmak, ölüme yakın deneyimler gibi birçok önemli olgu deneysel olarak uyarılabilir fakat kişilik özellikleri gibi diğer ilişkili değişkenler psikoloji araştırmacılarındansa kişi bünyesindeki faktörlerle doğal olarak belirlenmektedir. Deneysel varoluşsal psikoloji deneysel yöntemlerin kullanılmasında pragmatik bir yaklaşım takınır. DENEYSEL PSİKOLOJİNİN VAROLUŞSAL PSİKOLOJİDEN KAZANDIĞI ŞEYLER
Deneysel Varoluşsal psikoloji araştırması diğer varoluşsal kaygıların ölüm problemi gibi geniş alana yayıldığını göstermektedir. İnsanların sahip olduğu temel ihtiyaçlar, dini etkinlik veya travmatik olaylar sonrası farkedilir bir şekilde ortaya çıkar. İnsanların bağlılık konusundaki varoluşsal ihtiyaçları hergün sosyal etkileşimleri boyunca hissedilir (diğerlerine bağlanma durumu, reddedilme korkusu, birbirleriyle
Deneysel psikoloji insan işleyişinin varoluşsal anlalizlerine ithaf edilir. Deneysel yöntemin mantığı, bilişsel psikoloji, sosyal psikoloji, gelişim psikolojisi ve hayvan psikolojisi gibi akademik psikolojinin ana görüşüyle geniş alana yayılmıştır. Bu farklı alanlar arasında araştırmacılar çok çeşitli araştırma teknikleri geliştirmiştir. Deneysel psikoloji bu nedenle bilimsel bir yaklaşım olarak iyi bir saygınlık ve itibar kazanmıştır. Mevcut kitabımız sayısız varoluşsal düşüncenin doğrudan deneysel yöntemlerle nasıl kullanılabileceğiyle ilgili birçok örnek içerir. Örneğin birçok
222
223
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ deneysel-varoluşsal psikologlar paradigmaları kapalı sosyal bilişsel araştırmadan deneysel konulara uyarlamışlarlardır. Bu paradigmalar bellek, bilişsel kontrol gibi temel sosyal bilişsel süreçleri geliştirmiştir. Deneysel Varoluşsal psikolojide bu paradigmalar kullanılır ve terör yönetimi, irade, ahlak, izolasyon, kimlik oluşumu ve diğer temel varoluşsal konularla ilgili meseleleri vurgulamaya yönelmiştir. Deneysel varoluşsal psikoloji, deneysel yöntemlerin kuramsal sorunlara uygulabilmesinde yeni ve anlamı yollar keşfetmeleri için araştırmacılara yardımcı olabilir. Varoluşçu düşünce insan varoluşunun büyük resmine odaklanmıştır. Buna göre varoluşsal düşünceler otomatik olarak, insanların dikkatini insan davranışının ortaya çıktığı daha büyük durumlara yönlendirir.
VAROLUŞSAL PSİKOLOJİNİN DENEYSEL PSİKOLOJİDEN KAZANDIĞI ŞEYLER Deneysel varoluşsal psikoloji varoluşsal psikoloji geleneği üzerine dayanmaktadır. Varoluşsal psikolojinin temel işi, insanın koşullarını belirleyen derin kaygılarla nasıl başa çıktığıyla ilgili analizler olmuştur. Varoluşsal psikolojinin derin kaygıları insanlığın derin kaygılarıyla rastlaştığı için varoluşsal düşüncelerin en azından Batı toplumlarında kazandığı popüler ilgi ve destek anlaşılırdır. Denseysel psikolojinin ana görüşü varoluşsal kavramlardan kaçınsa da varoluşsal psikoloji; psikoterapi, felsefe, teoloji, edebiyat ve sanat üzerinde büyük bir etkiye sahiptir (Pyszczynski, Greenberg, & Koole; Yalom, 1980). Varoluşsal düşüncelerin faydaları çok farklı alanlarda kanıtlanmıştır. Deneysel varoluşçuluğun avantajlarından biri de deneysel yöntemlerle verilen yüksek düzeyde bir kesinliktir. Varoluşsal psikoloji kendi doğası gereği geniş ve soyut konulara odaklanmaktadır. Varoluşsal psikoloji anlayışının pratik olarak kullanılması için varoluşsal kavramları daha somut bir düzeye çevirmek de gereklidir. Deneysel yöntem de araştırmacıları daha somut olmaları yönünde zorlar, çünkü bu kavramlar gerçek araştırma ilkelerine dönüştürülebilir. Buna göre deneysel-varoluşsal bir yönelim, varoluşsallığın soyut düzeyi ve deneyselciliğin hiper somut düzeyi arasında orta yolu bulan kuramların gelişimini teşvik etmektedir. Bu kitapta, bu konuyla ilgili olarak kadını nesneleştirme kuramı, insan-doğa ilişkilerinde varoluşsal güdülerin analizi, belirsiz yönetim kuramı, kimlik güçlendirme kuramı, epistemik kuram, dışlanma kuramı, sosyal kimlik kuramı ego kaynaklarının azalı kuramı gibi çok sayıda örnek görmekteyiz. Deneysel varoluşsal psikoloji, günlük hayatta varoluşçuluğun etkilerini en anlaşılır ve ayrıntılı bir şekilde açıklamaya yardımcı olan bu tür kuramsal köprülerin gelişimine adanmıştır. Deneysel varoluşsal psikolojinin avantajlarından bir diğeri de sezgilere aykırı ve tartışmalı fikirler desteklemek için deneysel yöntemin becerisine uzanır. Sadece mantıklı sava dayalı kuramsal fikirler, mantıklı karşıt savları reddedilebilir. Deneysel varoluşsal psikoloji, böylece apaçık gerçeklerin ötesine ilerleyebilmek için varoluşsal psikolojiye yardımcı olabilir. Bunun çarpıcı bir örneği terör yönetim kuramıdır. Terör yönetim kuramı araştırması ölüm korkusunun davranışı bilinçsiz düzeyde yönlendirdiğini göstermektedir. Bu bağlamda, deneysel psikolojideki son gelişmeler, bilinçsiz süreçlerin işleyişini sağlamak için çok güçlü ve etkili yöntemleri açığa vurmuştur. 224
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
ÖZET VE SONUÇLAR Deneysel varoluşsal psikoloji, psikologları insanların en temel varoluşsal kaygılarıyla nasıl başa çıktığıyla ilgili çalışmalarda titiz ampirik yöntemleri kullanmaya davet eder. Deneysel psikoloji açısından bakıldığında, varoluşsal düşünce telkini varoluşsal paradigmaların yeni uygulamalarını teşvik eder ve varoluşsal konuların incelenmesinde yeni deneysel etkilerin gelişmesini sağlar. Ayrıca deneysel-varoluşsal görünüm ampirik çalışmaların çoklu alanları arasında kuramsal bir bütünleşmeyi teşvik eder. Varoluşsal psikoloji açısından bakıldığına deneysel yöntem varoluşsal konuların tartışılmasında sıradan insanların önemini kabul etmektedir. Buna ek olarak deneysel yöntem, varoluşçuları düşüncelerini formüle etmesi için zorlar ve soyut varoluşsal düşünceleri günlük hayattaki somut etkilere dönüştürmeye yardımcı olur. Son olarak deneysel yöntem, varoluşsal psikolojiye karşıt-sav ve karşıt düşünceyle ilgili kuramları geliştirmesine izin verir. Son yıllarda, deneysel-varoluşsal yaklaşımlar psikolojide önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Mevcut kitabımızdaki belgeler gibi araştırmacılar varoluşsal konuları incelemek için güçlü yeni yöntemler yaratmışlardır. Bu yeni yöntemler önemli anlayışları oluşturmuş ve deneysel varoluşsal psikolojyi bilimsel aktivitenin önemli bir merkezi haline getirmiştir. Deneysel Varoluşsal psikoloji bu anlamda muazzam gelişmeler ve başarılar elde etmiştir. Tecrübeli gözlemciler deneysel-varoluşsal psikolojiniin uzun süreli etkilerini merak edebilirler. Deneysel-varoluşsal psikoloji birkaç yıl içinde unutulacak geçici bir heves midir? Yoksa deneysel-varoluşsal psikoloji kalıcı etkilere mi sahiptir? Geleceğin ne getireceğini bilmek imkansız olsa da deneysel varoluşsal psikolojinin kalıcı olduğuna çok büyük inancımız vardır. Şu anda, deneysel varoluşsal psikoloji sosyal ve kişisel psikolojiye dayandırılmaktadır. Deneysel varoluşsal psikoloji kendi bağımsız alanını kurarak daha iyi bir durumda olacaktır. Deneysel varoluşsal psikolojinin temel amacı psikolojiyi geniş ölçüde etkilemektir (farklı branşlar genelinde, bilimsel ve uygulamalı altdisiplinler arasında). Bu, deneysel varoluşsal psikolojinin, psikolojinin ana görüşü bünyesinde her zaman güçlü olması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu açıdan deneysel varoluşsal psikoloji, psikoloji bilimi ve varoluşsal düşünce arasındaki entegrasyonu teşvik etmek için çok çalışmalıdır. Bilimsel bir hareket olarak görünebilirlik düzeyini başararak, deneysel varoluşsal psikoloji, diğer araştırmacıları deneysel-varoluşsal yaklaşımlarını başlatmaları için uyarabilir. Yaklaşık 20 yıl önce, deneysel psikolojiyle varoluşsal psikolojinin güçlerini birleştireceğini çok az insan öngörebilirdi. Deneysel-varoluşsal psikoloji kitamızın açıklığa kavuşturduğu gibi, o zamandan beri çok şey değişti. Deneysel-varoluşsal psikoloji, insanların en derin varoluşsal kaygılarını araştırmak için deneysel psikolojinin titiz yöntemlerini kullanan enerjik bilimsel bir disiplin haline gelmiştir. Deneysel-varoluşsal yaklaşımların gelişim başarısıyla, varoluşsal düşünce ve deneysel psikoloji gibi iki alanın birleşecek kadar bir zamanın geçtiği görülmektedir.
225
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
226