DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
DENEYSEL VAROLUŞÇU PSİKOLOJİ
bilinçli seçimin gerekli bir bileşen olmadığı bu insan yargı ve davranış modelinin oldukça öngörülü ve açıklayıcı bir güce sahip olduğu düşünülmektedir (Bargh & Ferguson, 2000; Ouellette & Wood, 1998).
Sosyal davranışı bilinçsiz bir şekilde meydana getiren son alan “algı- davranış bağlantısıyla” yürütülen daha algısal ve bilişsel ama daha az güdülenmiş olarak ortaya çıkmıştır. Başka biri tarafından yapılan aynı eylemi algılayan belli tarzdaki kişi ya da kişilerin eylemlerinde kullanılan zihinsel semboller arasındaki ilişkili bağlantılarla ilgili bilişsel nörobilimden sağlanan son bulguların bütününde, sosyal bilişsel araştırma, bir eylemin (agresiflik, yavaşlık) bir başka kişide algılanmasının kişinin aynı davranışı sergilemesini mümkün kıldığını göstermiştir. Bu “bukalemun etkisi” fiziksel, motor davranışa uzanmaktadır. Bütün bilinçsiz olgularda, deneysel katılımcılar düşünmeyi, yargılamayı ve davranış şeklini bilinçli bir şekilde seçmemiştir. Otomatik motivasyon araştırmasında, bilinçsiz süreç işlemleri zamana yayılmıştır ve önemli bir dikkat ve çevre bilgisinin kullanılmasını içermektedir. Belli bir amacı sürdürme davranışı özel çevresel olaylara uyarlanmıştır.
BİLİNÇLİ SEÇİM GÜNLÜK HAYAT İÇİN GEREKLİ DEĞİLDİR Zamanla ve deneyim kazandıkça, davranışlar ve kararlar bilinçli düşünce gerektirdiğinde az özen gösterilen kullanımlarında bile daha etkili olurlar ve bu durum daha rutin hale gelir. Artık her adımda seçim yapmak ve karar vermek zorunda kalmayız. Aynı koşullarda aynı kararları ve seçimleri yaptığımız sürece, seçimin kendisi bu koşullar için gereksiz olur ve doğrudan davrandığımız ve tepki gösterdiğimiz anlamda “kendimiz için yapıyoruz” şeklinde olmaya başlar. Bütün beceriler bu yolla gelişir ve giderek bilinçli kontrol ihtiyacından uzaklaşarak bilinçsiz olarak çalışma yeteneğine ulaşır (Bargh & Chartrand, 1999). Böylece yapmayı niyetlenip niyetlenmeksizin bu beceri ve süreçler otomatik olarak gerçekleşir. Örneğin araba sürme, satranç oynama konusunda yeterince uzman olmak isteyebiliriz ve böylece bu becerileri pratik yaparak düşünmeden oynar hale geliriz. Süreklilik arz eden amaçlarımızla ilgili olarak: Aynı belli bir durumda, aynı amacı seçme eğiliminde olursak, bu amacın temsili bu durumun zihinsel temsiliyle çok daha güçlü bir şekilde ilişkili olur. (Bargh, 1990). Bu nedenle kişi durumun içine girdiğinde amaç bilinçli olarak seçilmeden ve takip edilmeden otomatik olarak etkinleşir (Bargh & Gollwitzer, 1994; Bargh, Gollwitzer, Lee-Chai, Barndollar, & Troetschel, 2001; Chartrand & Bargh, 1996). Amaçların birçok çeşidi bu şekilde otomatik olarak etkin olmuş ve çalışmıştır. Örneğin, birini etkilemede, bir görevde yüksek bir performans sergilemede, bir başka kişiyle iş birliği içinde olmada, ya da benlik saygısının korunmasında (Spencer, Fein, Wolfe, Fong, & Dunn, 1998).
Toplanan bu kanıtlar, çeşitli karmaşık insan aktivitelerinin bilinçli bir niyet ve seçimine açık bir şekilde aykırı olduğundan Kierkegaard ve Sartre gibi varoluşsal filozoflar mükemmel insan karakteri olarak bilinçli yapılan seçimleri vurgularken hedefi es geçmişlerdir. Ayrıca, muhalif olarak görülmek yerine amaçlarla, inançlarla, değerlerle etkileşim; bireyin, çevreye ve bilinçsiz zihinsel süreçlere başarılı bir şekilde adapte olmasına olanak verdiği, kişisel tatmine destek ve katkı sağladığı düşünülmüştür ve son olarak varoluşsal psikolojinin tarihsel amacının insan hayatının anlamına özel bir savunma ve müdafaa cevabı olmadığını farz edersek; madde gerçeğinin titiz ve objektif takibi, ne olursa olsun, bilinçli seçimin varsayımsal ana rolünü yeniden incelemek için varoluşsal felsefe ve psikoloji için çok önemli olmaktadır. Nitekim, kişinin günlük yaşamını oluşturma konusunda insan bilincinin gerçek nedensel rolüyle ilgili mümkün olan en iyi bilimsel yanıtları sağlamak için deneysel bir varoluşsal psikolojinin, varoluş felsefesini daha genel hale getiren önemli bir katkısı, olacaktır.
Kişinin davranışındaki bu bilinçsiz güdüsel etkiler laboratuarın dışındaki “gerçek dünyada” oldukça yaygındır. Çünkü bunu yapan tetikleyiciler kişinin günlük hayatındaki sosyal özellikleri düşünmektedir ve kişi bunu çok sık olarak tecrübe etmektedir. Örneğin en yakın olduğumuz insanlarla. Fitzsimons ve Bargh (2003) çok yakın ilişkiler içinde olduğumuz kişileri düşünmenin, yanımızda olmadıkları durumlarda bile onlarla ilişkimizi sürdürme amacımızı otomatik olarak etkinleştirdiğini birçok çalışmada ortaya çıkarmıştır. Bu bölümde belirtilen diğer bilinçsiz etkiler gibi, insanlar bilgilendirildiğinde, davranışlarındaki bu etkilerin farkında değillerdir. Yakın ilişkiler, olgusal yaşantılarımızın önemli ve çok sık parçası olduğu için, bilinçsiz amacın işleyişi günlük hayatın bir kuralı haline gelmektedir. Tüm bu deneylerde, çalışma kapsamındaki amaç ustaca ve alt algısal şekilde etkinleşmektedir. Deneyden sonra özenle yapılan sorgulamada katılımcılar bu etkinleşmeyle ilgili bir farkındalık göstermemiştir. Bir örnek verecek olursak, dayanışma amacı olan katılımcılar kontrol grubundakilere göre daha fazla ortak bir ikilemde işbirliği sağlamıştır. Ortak görev tamamlandıktan sonra bütün katılımcılar, oyun partnerleriyle ne kadar zor bir şekilde işbirliği amacını gerçekleştirdiğini tahmin etmiştir. Bilinçli (açık) hedef grupta, katılımcıların mevcut işbirliği miktarıyla ilişkili bu tahminler, katılımcıların işbirliği derecelerinin farkında olduğunu göstermiştir.
GEREKLİ İNSAN KARAKTERİNDE SEÇİM KARŞILIĞINDA MANTIK
166
167
Geleneksel olarak Aristo’dan beri filozoflar, insanlar ve diğer hayvanlar arasındaki önemli farklılıklarına odaklanarak insan olmanın ne demek olduğunu bulmaya çalışmışlardır. Aristo için “nihai mantık” ya da bir şeyin amacı, o şeyin doğal olarak ne yaptığıyla ilgilidir. Örneğin gözlerin işlevi görmektedir. Bir sandalyenin işlevi üzerine oturmayı sağlamaktır. İnsanların ayırt ediciliği, Aristoya göre günlük hayatta mantık ve aklın kullanılması ve uygulanmasıdır. Bu nedenle kişinin içsel özünü tam olarak açıklama yolu rasyonel ve akli düşünceyi ve eylemi düzenli olarak kullanmasıdır. Varoluşun temeli olarak Aristo’nun kullandığı saf düşünce ve mantık, Rönesans ve aydınlanma sırasında etkili olmuştur. Önemli felsefi kavramları ve kategorileri, titiz ve rasyonel analizlerle inceleyen Kant’ın yazılarında en yüksek noktaya varmıştır. Bu varoluşsal konsept boştur ve oldukça anlamsız bir konsepttir çünkü bir nesnenin var olduğunu söylemek bize bu konuda yeni hiçbir şey söylemez (Barret, 1958). Kierkegaard’dan başlayarak varoluşsal yazarlar Kant’ın analizlerinin geçerliliği konusunda Varoluşun sadece soyut zihinsel bir konsept olmadığı aynı zamanda her kişinin gerçek olduğuyla ilgili tartışmaya girmiştir. Düşünce ve mantığı kişinin kendi hayatının gerçekliğinden kopuk soyut bir süreç olarak görmediler. (Platonun idealar