Karşılaştırmalı Psikoloji Charles Strangor , Marryland Üniversitesi bünyesinde Sosyal ve Örgütsel Bilim Uzmanlığı alanlarını içine alan psikoloji bölümünde hem profesör hem sorumlu idareci olarak görev almaktadır. Ayrıca New School Sosyal Araştırmaları , Michigan State ve Almanya’daki Tübingen Üniversite’lerinde de çalışmalarına devam etmektedir. 1973 yılında Beloit Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun olmuş , 1986 yılında ise New York Üniversitesi’nde felsefe doktorasını tamamlamıştır. Dr. Strangor Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü ve Ulusal Bilim Vakfı’ndan burs kazanmıştır. Yedi kitap yazmış ve yetmişin üzerinde makalesini yardımcı editör olarak görev aldığı European Journal of Social Psychology ‘de yayınlamıştır. Dr. Stangor , Amerikan Psikoloji Derneği’nin özel bir üyesidir. Yönetim kurulu başkanlığı da yapmış olup şu anda Deneysel Sosyal Psikoloji Derneği yönetici olarak çalışmaktadır. Dr. Stangor’un çalışma alanı, klişelerin artmasına yönelik endişeler, önyargılar ve bunların potansiyel ayrımcılık mağdurları üzerine etkilerini kapsamaktadır. Dr.Stangor düzenli olarak Sosyal Psikoloji, Araştırma Yöntemleri ve lisansüstü düzeyde Sosyal Psikoloji ve Grup Süreçlerinin Temelleri konuları hakkında ders vermektedir. Doktor, psikoloji bölümü lisans komitesi başkanıdır ve Maryland Üniversitesi’nde seçkin öğretim üyesi ödülü kazanmıştır. Dr. Stangor ayrıca bölümün insan denekleri komitesi başkanı olarak da görev yapmaktadır.
1
ÖNSÖZ Psikolojiyi ilk öğretmeye başladığım zaman , bunu istatistik ya da araştırma metotlarını öğretmekten daha zor buldum. Sempatik sinir sistemi, sosyal farkındalık ve bilme,anlama, yorumlama, öğrenme eylemlerini gerçekleştirmeyi sağlayan zihinsel etkinlikleri içine alan piaget teorisi hakkında ders verebilirdim ama öğrencilere izah edebilmek için bunların arasındaki bağlantıyı nasıl kuracaktım? Birbiriyle bağlantılı ilke ve bilgi kümesinden çok bir çamaşır listesi sunuyormuşum gibi hissediyordum. Benim için zor olan tabii ki öğrenciler için daha da güçtü. Onlardan psikolojinin birçok olgusunu anlamaları ve hatırlamaları nasıl beklenebilirdi? Neyin en önemli olduğunu nasıl söyleyebilirlerdi? Ve neden web üzerinde serbestçe bulunabilecek o kadar bilgi varken benim yaklaşımıma dikkat etmeleri gerekecekti? Benim pedagojimin( eğitimimin) onların öğrenme motivasyonlarını arttıracak ve bağlantı kurmayı kolaylaştıracak bir yapıya ihtiyacı vardı. Sonunda, öğrencilerimin anlamasını ve bulduğum şeyin önemli olduğunu takdir etmelerini sağlayacak bazı teknikler ortaya çıkarmayı başardım. İlk olarak psikolojinin öğrencilerim için sorun teşkil ettiğini ve bu yüzden konuyu neden açık hale getirmem gerektiğini anladım. Böylece davranış konusu üzerine daha tutarlı bir şekilde eğildim. Psikoloji disiplinine bağlı ilkelere ait en etkin temellerden biri psikolojinin davranış üzerindeki odağıdır ancak bu konu genelde öğrenciler için yeteri derecede açık hale getirilmez. Etki, kavrama ve motivasyon önemlidir hatta çoğu zaman çok iyi anlaşılıp davranışla olan bağlarını uygun hale sokulur. Bunu anladıktan sonra ben bütün malzemeyi bu kavrama bağlamaya başladım. Sempatik sinir sistemi önemlidir çünkü davranış üzerinde belli ve 2
tahmin edilebilir etkileri vardır. Piaget bulguları önemlidir çünkü çocuk davranışlarını(düşüncelerini değil) anlamamıza yardımcı olur. Sosyal kavrama(idrak, biliş) önemlidir çünkü sosyal düşünme, sosyal hayatımızdaki diğer insanlarla iyi ilişkiler kurmamıza yardım eder. Bu şekilde konular arası ilişki kurma çabası, derslerimi , işlerimi ve testlerimi organize etmemi sağladı. İkincisi ise ampirizm (deneycilik)konusuydu. Doğru görünenin doğru olmayabileceği ve bunun öyle olup olmadığını belirlemek için deneme yapmak gerektiği üzerinde durdum. Ampirik araştırma fikrinin yalanlanabilir hipotezi test etmesi ve davranışın çoğunu(hepsini değil) açıklaması önemlidir ve psikolojiyi diğer disiplinlerden ayırt etmemizi sağlar. Ampirizm üzerinde durmanın diğer bir sebebi ise bir çok öğrencinin Psikolojiyle Tanışma dersi ile bilimsel bir araştırma temellerini öğrenme fırsatını elde etmesidir. Ders kitaplarının uzunluğu öğrencinin öğrenmesinin önünde büyük bir engeldir. Ben yorumlarımın bazıların üzerinde yoğunlaşarak ve kısaltarak bu işin üstesinden gelmeye çalışıyorum. Davranış konusuna ampirizm odaklı yönelmem bana psikolojinin temel ilkelerini belirlemede ve daha az önemli konularla daha önemli konular arasında seçim yapmamda yardımcı olmuştur.
3
İçindekiler ÖNSÖZ ................................................................................................................................................2 YAKLAŞIM VE PEDOGOJİ.................................................................................................................... 10 PSİKOLOJİ İLE TANIŞMA..................................................................................................................... 11 ÖĞRENME HEDEFLERİ ....................................................................................................................... 12 ODAK ARAŞTIRMA: ........................................................................................................................... 13 PSİKOLOGLAR NEDEN AMPİRİK (DENEYSEL) METOTLARA GÜVENİR? ................................................. 14 Psikolojik Araştırmada Karşılaşılan Zorluklar ...................................................................................... 16 Psikolojinin Evrimi: Tarih, Yaklaşımlar ve Sorular ............................................................................... 17 İlk Psikologlar.................................................................................................................................... 21 Fonksiyonalizm(İşlevselcilik) ve Evrimsel Psikoloji.............................................................................. 22 Davranışçılık ve Özgür İrade Sorusu ................................................................................................... 23 Araştırma: Özgür iradeye sahip miyiz? .............................................................................................. 24 Bilişsel(idrak) Yaklaşım ve Bilişsel Nörobilim ...................................................................................... 24 Psikolojinin Diğer Disiplinleri ............................................................................................................. 25 Anahtar Bilgiler ................................................................................................................................. 27 Psikolojik Bilim .................................................................................................................................. 28 Psikologlar Araştırmalarına Rehberlik Etmesi için Bilimsel Metot Kullanırlar? .................................... 29 Organizasyon İlkeleri Olarak Yasalar ve Teoriler ................................................................................ 29 Araştırma Hipotezi ............................................................................................................................ 30 Etik Araştırma Yürütmek ................................................................................................................... 31 Araştırmanın Etik Olmasının Sağlanması............................................................................................ 33 Hayvanlar ile yapılan Araştırma ......................................................................................................... 33 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................... 34 Psikologlar Davranışı Anlamak için Tanımlayıcı, Korelasyonel ve Deneysel Araştırma Modelleri Kullanırlar. ........................................................................................................................................ 34 Korelasyonel Araştırma: Değişkenler Arasındaki İlişkiyi Aramak ....................................................... 36 Deneysel Araştırma: Davranışların Sebeplerini Anlamak ................................................................... 37 ANAHTAR BİLGİLER .......................................................................................................................... 38 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................... 40 Bölüm Özeti ...................................................................................................................................... 41 BEYİN, VÜCUT VE DAVRANIŞ ............................................................................................................. 42 Nöron Sinir Sisteminin Yapı Taşıdır. .................................................................................................. 42 4
Nöroileticiler (Nörotransmitter): Vücudun Kimyasal Mesajcıları ........................................................ 43 Ana Nöroileticiler ve Fonksiyonları .................................................................................................... 43 ANAHTAR BİLGİLER .......................................................................................................................... 44 3.2 Beynimiz Duygularımızı, Düşüncelerimizi ve Davranışlarımızı Kontrol Eder.................................. 45 Hayatta Kalmak için Tasarlanmış Eski Beyin ...................................................................................... 45 Serebral Korteks Bilinci ve Düşünmeyi Oluşturur. .............................................................................. 46 Korteksin Fonksiyonları ..................................................................................................................... 47 Beyin Esnektir: Nöroplastisite ........................................................................................................... 47 ARAŞTIRMA: Bölünmüş Beyin Hastalarını Kullanarak Sağ ve Sol Yarıkürelerin Özel Fonksiyonlarını Tanımlamak ...................................................................................................................................... 48 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................... 48 3.3 Psikologlar Beyin Üzerinde Farklı Metotlar Uygulayarak Çalışırlar ................................................ 49 Lezyonlar neyin yanlış olduğu ile ilgili resim verir............................................................................... 50 Beyindeki Elektriksel Aktiviteyi Kaydetmek ....................................................................................... 50 Beynin İçine Bakmak: Beyin Görüntüleme ......................................................................................... 51 ANAHTAR BİLGİ ................................................................................................................................ 51 Hepsini bir araya koymak: Sinir Sistemi ve Endokrin Sistem .............................................................. 52 Vücut Kimyasalları Hareketleri Kontrol Etmeye Yardımcı Olur: Endokrin Sistem ................................ 53 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................... 54 Duyumsama ve Algılama ................................................................................................................... 55 Duyuyu Ölçmek................................................................................................................................. 56 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................... 57 GÖRMEK ........................................................................................................................................... 58 Göz Duyumu ve Görsel Korteks Algılaması........................................................................................ 58 Rengi Algılamak ................................................................................................................................ 60 Derinliği Algılamak ............................................................................................................................ 61 Hareketi Algılamak ............................................................................................................................ 61 ANAHTAR BİLGİLER .......................................................................................................................... 62 Kulak................................................................................................................................................. 63 ANAHTAR BİLGİLER .......................................................................................................................... 64 4.4 Tat Alma, Koklama ve Dokunma .................................................................................................. 64 Tat Alma ........................................................................................................................................... 64 Dokunma .......................................................................................................................................... 65 Acıyı Deneyimlemek.......................................................................................................................... 66
5
ANAHTAR BİLGİLER .......................................................................................................................... 67 4.5 Algıdaki Doğruluk ve Yanlışlık ...................................................................................................... 67 Mcgurk Etkisi .................................................................................................................................... 68 Seçici Dikkat...................................................................................................................................... 68 Algıda Beklentinin Önemli Rolü ......................................................................................................... 69 ANAHTAR BİLGİLER .......................................................................................................................... 70 4.6 Bölüm Özeti ............................................................................................................................... 70 Bilinç Durumları ............................................................................................................................... 71 5.1 Uyku ve Rüya Görme Bize Hareket İçin Canlılık Verir.................................................................... 72 Uyku Aşamaları: Gece Boyunca Hareket ............................................................................................ 72 Uyku Bozuklukları: ............................................................................................................................ 73 Uyumamanın Ağır Faturası ................................................................................................................ 75 Rüyalar ve Rüya Görmek ................................................................................................................... 76 ANAHTAR BİLGİLER .......................................................................................................................... 76 5.2 Bilincin Psikoaktif İlaçlar ile Değiştirilmesi. ................................................................................... 77 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................... 80 5.3 Bilinci İlaçsız Değiştirmek ........................................................................................................... 81 Bilincin Değiştirmek İçin Duyumu Azaltmak: Duyusal Yoksunluk ....................................................... 82 ANAHTAR BİLGİLER .......................................................................................................................... 82 Büyümek ve Gelişmek ....................................................................................................................... 84 Hassas Cenini Çevre Nasıl Etkiler? ..................................................................................................... 86 Yenidoğan El Değmemiş Birçok Alışkanlıklar ile Gelir ........................................................................ 87 Çocukluk Sırasındaki Bilişsel Gelişim .................................................................................................. 87 Çocukluk Sırasında Sosyal Gelişim ..................................................................................................... 88 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................... 90 Gençlikte Fiziksel Değişim ................................................................................................................. 91 Gençlikte Sosyal Gelişim ................................................................................................................... 93 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................... 95 6.4 Erken ve Orta Yetişkinlik: Etkin Yaşamlar İnşa Etmek ................................................................... 95 Menopoz .......................................................................................................................................... 96 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................... 97 Yaşlanma Sırasında Sosyal Değişiklikler: Etkin Emeklilik ..................................................................... 99 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 101 6.6 Bölüm Özeti .............................................................................................................................. 102 6
ÖĞRENME ...................................................................................................................................... 103 7.1 Çağrıştırarak Öğrenme: Klasik Koşullanma ................................................................................ 103 Koşullanmanın Sürekliliği ve Yok Olması .......................................................................................... 104 Klasik Koşullanmanın Doğal Rolü ..................................................................................................... 105 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 106 7.2 Güçlendirme ve Yasaklama Yoluyla Davranış Değiştirme: Edimsel Koşullanma ........................ 106 Güçlendirme ve Cezalandırma Davranışı Nasıl Etkiler ...................................................................... 107 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 109 7.3 Kavrama ve Gözlem Yoluyla Öğrenme ....................................................................................... 110 Gözlemsel Öğrenme: İzleyerek Öğrenme ........................................................................................ 110 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 111 Reklamcılıkta Klasik Koşullanma Kullanma....................................................................................... 112 Sosyal Açmazlarda Güçlendirme ..................................................................................................... 113 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 114 7.5 Bölüm Özeti ............................................................................................................................. 114 Hatırlamak ve Yalanlamak .............................................................................................................. 116 8.1 Tip ve Aşamalar olarak Hafızalarımız......................................................................................... 117 Üstü Kapalı Bellek ........................................................................................................................... 118 Belleğin Aşamaları: Duyusal, Kısa ve Uzun Vadeli Bellek ................................................................. 119 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 120 Psikolojik Araştırmaya Dayanan Yardımcı Hafıza Teknikleri .............................................................. 121 Hafızamızı Geliştirmek İçin Hermann Ebbinghaus’un Katılımlarından Yararlanmak ......................... 122 Hafızanın Biyolojisi .......................................................................................................................... 124 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 125 8.3 Bellek ve Bilişteki(Kavrama) Doğruluk ve Yanlışlık ..................................................................... 125 Doğruluğu Tehdit Eden Biliş(Kavrama) Süreçleri İle İlgili Özet Bilgi ................................................... 126 ANAHTAR BİLGİLER ......................................................................................................................... 127 BÖLÜM ÖZETİ ................................................................................................................................ 127 Zeka ve Dil ...................................................................................................................................... 129 9.1 Zekayı Tanımlamak ve Ölçmek .................................................................................................. 129 Zekayı Ölçme: Standardizasyon ve Zeka Bölümü ............................................................................. 131 Zekanın Biyolojisi ............................................................................................................................ 132 Zeka Doğuştan mıdır yoksa Yetiştirilerek de Elde edilir mi?............................................................. 133 Duygusal Zeka ................................................................................................................................. 134 7
ANAHTAR BİLGİLER ......................................................................................................................... 134 9.2 Zekanın Sosyal, Kültürel ve Politik Yönleri ................................................................................ 135 Çok İleri Zeka .................................................................................................................................. 136 Zekada Cinsiyet Farklılıkları ............................................................................................................. 136 Zekada Irksal Farklılıklar .................................................................................................................. 137 Stereotip Tehdidi ............................................................................................................................ 137 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 138 9.3 Diğerleriyle İletişim: Dilin Gelişimi ve Kullanımı ......................................................................... 138 Dilin Biyolojisi ve Gelişimi................................................................................................................ 139 Çocuklar Dili Nasıl Öğrenirler: Dil Edinim Kuramları ........................................................................ 141 Bilingualizm(İki dillilik) ve Bilişsel Gelişim ........................................................................................ 141 Dil ve Algı ........................................................................................................................................ 143 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 143 9.4 Bölüm Özeti ............................................................................................................................. 144 Dil öğrenimi ile ilgili en kritik zaman dilimi 3 il 7 yaş arasındaki dönemdir. ....................................... 146 10.1 Duygu Tecrübesi ..................................................................................................................... 147 Duygu İletişimi ................................................................................................................................ 148 Bazı Sözsüz İletişimciler.. ................................................................................................................ 148 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 149 10.2 Stres: Görünmeyen Katil ......................................................................................................... 150 1.Aşama.......................................................................................................................................... 150 2.Aşama.......................................................................................................................................... 150 3.Aşama.......................................................................................................................................... 151 Strese Tepkiler ................................................................................................................................ 152 Stresi Kontrol Etmek ....................................................................................................................... 152 Duygu Regülasyonu ........................................................................................................................ 153 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 153 10.3 Olumlu Duygular: Mutluluğun Gücü ....................................................................................... 153 Mutluluğu Diğerleriyle Bağlantılar Kurarak Bulmak ......................................................................... 154 ANAHTAR KELİMELER ..................................................................................................................... 156 Yeme Bozuklukları........................................................................................................................... 157 Seks Deneyimi................................................................................................................................. 158 Cinsel Davranış Çeşitleri ................................................................................................................ 159 Sağlığımızı Geliştirmek için Duygularımızı Düzene Koymak .............................................................. 160 8
ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 160 KİŞİLİK............................................................................................................................................. 163 Davranışı Tahmin Eden Bazı Kişilik Özellikleri .................................................................................. 164 Kişilik Üzerinden Durumsal Etkiler ................................................................................................... 166 MMPI ve Projektif(Yansıtmalı) Testler ............................................................................................. 166 Liderler ve Liderlik........................................................................................................................... 168 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 168 Kimlik, Ego ve Üstbenlik .................................................................................................................. 170 Hümanizm ve Kendini Gerçekleştirme ............................................................................................. 173 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 173 Genetiğimiz Kaderimiz midir? ......................................................................................................... 176 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 176 BÖLÜM ÖZETİ ................................................................................................................................. 177 Psikolojik Bozuklukları Tanımlamak ................................................................................................ 179 Bozukluğu Tanımlamak .................................................................................................................. 179 Travma Sonrası Stres Bozukluğu(PTSD) ........................................................................................... 185 Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu( Çoğul Kişilik) .................................................................................... 185 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 186 12.3 Duygudurum Bozuklukları ....................................................................................................... 187 Distimi ve Majör Depresif Bozukluk ................................................................................................ 188 Bipolar Bozukluk ............................................................................................................................. 188 Duygudurum Bozukluklarını Açıklamak ........................................................................................... 188 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 189 12.4 Şizofreni: Bilincin ve Gerçekliğin Kenarı ................................................................................... 189 Şizofreniyi Açıklama ....................................................................................................................... 190 ANAHTAR BİLGİLER ......................................................................................................................... 191 12.5 Kişilik Bozuklukları .................................................................................................................. 191 BORDERLINE(SINIRDA) KİŞİLİK BOZUKLUĞU (BPD) ........................................................................... 192 Anti sosyal Kişilik Bozukluğu (APD) .................................................................................................. 193 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 193 Cinsel İşlev Bozukluğu ..................................................................................................................... 195 Cinsel Kimlik Bozukluğu(GID)........................................................................................................... 196 Anahtar Bilgiler ............................................................................................................................... 196 12.7 Bölüm Özeti ........................................................................................................................... 197 9
Psikolojik Bozuklukları Tedavi Etmek .............................................................................................. 199 13.1 Bozukluğun Yüzleşerek Azaltılması: Psikoterapi ....................................................................... 200 Psikodinamik Terapi ........................................................................................................................ 200 Hümanistik Terapi ........................................................................................................................... 201 Bilişsel Davranış Terapisinin Davranışsal Yönleri ............................................................................. 202 Bilişsel Davranış Terapisinin Bilişsel Yönleri .................................................................................... 202 Kombinasyon (Eklektik) Terapi Yaklaşımları ..................................................................................... 203 Anahtar Bilgiler ............................................................................................................................... 203 İlaç Terapileri .................................................................................................................................. 204 Antianksiyete İlaçları ....................................................................................................................... 205 Beyne Doğrudan Müdahale Terapileri ............................................................................................. 206 ANAHTAR BİLGİLER ......................................................................................................................... 206 Toplum Ruh Sağlığı: Hizmet ve Koruma ........................................................................................... 208 Anahtar Bilgiler ............................................................................................................................... 208 Psikolojik Terapinin Etkisi ................................................................................................................ 209 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 210 BÖLÜM ÖZETİ ................................................................................................................................ 211 Sosyal Hayatlarımızdaki Psikoloji ..................................................................................................... 213 Sosyal Biliş: Kendimizi ve Diğerlerini Anlamak ................................................................................ 214 Tutum ve Davranış .......................................................................................................................... 216 Neden Fedakarız? ........................................................................................................................... 218 Saldırganlık ..................................................................................................................................... 219 Şiddet Dolu Medyayı Görmek Saldırganlığı Arttırır........................................................................... 220 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 221 14.3 Diğerleriyle Çalışmak: Sosyal Grupların Maliyetleri ve Yararları ................................................ 222 Diğerlerinin Önünde Çalışmak: Sosyal Kolaylaştırma ve Sosyal İnhibisyon(Ketleme)........................ 222 Gruplarda Birlikte Çalışmak ............................................................................................................. 223 VE KÖTÜ KARAR….. ......................................................................................................................... 223 ANAHTAR BİLGİLER ........................................................................................................................ 224
YAKLAŞIM VE PEDOGOJİ
10
PSİKOLOJİ İLE TANIŞMA Psikoloji akıl ve davranış üzerine bilimsel bir çalışmadır. Psikoloji kelimesinin kökeni Yunan kelimeleri olan, psyche ( hayat) ve logos( açıklama) ‘dan gelmektedir. Psikoloji öğrenciler için popüler bir konu, medya için popüler bir başlık olup günlük yaşamımızın da bir parçasıdır. Günlük yaşamımızda sık sık psikologlarla karşı karşıya geldiğimiz için psikolojinin ne olduğunu ve psikologun ne yaptığını az çok biliriz. Psikologlar adli alanlarda çalışırlar, sıkıntıda olan insanlara danışmanlık ve terapi sağlayarak yardım ederler. Ama dünyada yüzbinlerce psikolog vardır ve çoğu farkında olmadığınız yerlerde ve işlerde çalışırlar. Laboratuvarlar, hastaneler, hayvan ve insan davranışlarını inceleyen birçok saha görev yaptıkları alanlardan bazılarıdır. Bu alanlara daha spesifik olarak bakarsak çocuklarda anksiyete, rüya yorumlama, kuşların birbirini tanıması , farklı kültürlerden insanların anlaşma şekilleri ya da kafeinin düşünme üzerine etkileri gibi değişik uzmanlıklar da görebiliriz. Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, insanı saldırgan ya da yardımsever yapan şeyler, hipnoz, kültür psikolojileri, önyargılar ve din üzerine çalışmalar ise genel anlamda davranışsal çalışmalara örnek teşkil edebilir. Ayrıca psikologlar , işyerlerinde ve okullarda görüşmeler ve araştırmalar yapmak suretiyle çalışan davranışlarını incelemektedir. Bu bölüm, özetle, psikolojinin geniş sahasıyla ve psikologların insan davranışlarını anlamak için kullandıkları yaklaşımlarla tanışılması konusunu kapsamaktadır. 1.1 . Bilim olarak Psikoloji
11
ÖĞRENME HEDEFLERİ 1. Gündelik davranışlar hakkındaki sezgilerin, davranışların sebeplerini tam olarak anlama konusunda neden yetersiz kaldığını açıklayın. 2. Değerler ve gerçekler arasındaki farkı tanımlayın ve bu ikisini birbirinden ayırmak için bilimsel metodun nasıl kullanıldığını açıklayın. İlgileri, çalışma sahaları veya yaklaşımları farklı olsa da psikologlar bilimsel metotlara güvenme konusunda birleşirler. Örneğin araştırma psikologları, psikoloji uygulayıcıları gibi davranışların sebebini bulmak için yeni bir bilgi yaratmak amacıyla bilimsel metot kullanırlarken okul psikologları, danışma hizmeti verenler ya da klinik çalışma yapanlar başkalarının gündelik hayatıyla ilgili bilgi edinmek için var olan araştırma metotlarıyla çalışmalarını sürdürürler. Bir anlamda herkes bilim insanıdır aslında. Dünya hakkında soru sormayı ve cevap almayı sever, ilgi duyarız. Bazı şeylerin neden olduğunu, yine olup olmayacağını, onları nasıl arttıracağımızı ya da engel olacağımızı öğrenmek isteriz. Bu tip bilgiler, hem kendi davranışlarınızı hem de diğerlerinin davranışlarını tahmin etme yolunu açar. Örneğin, önemli bir testte başarısız olduğumuzda bunun sebebini anlamaya çalışır ve bir dahaki sefere neyin daha iyi sonuç almamıza yaracağını bulmak için uğraşırız. Ya da dünyada terörist eylemlerin artmasının sebeplerini uzaktan fikir yürütmek yerine hem teröristlerin kendilerine ve durumlarına bakıp hem de diğer insanların onlara tepkisini ölçerek kavramak için çabalarız. SEZGİ SORUNU Günlük hayat araştırmaları bize insan davranışları hakkında birçok ilkeyi öğretebilir. İnsanların bir konuda başarısız olduktan sonra sarsıldıklarını görebilir ve öğrenebiliriz. Ya da toplumda sıklıkla oluşan birçok saldırgan davranışla ilgili teoriler geliştirip sebepleri araştırabiliriz. Aslına bakılırsa psikolojideki birçok araştırma günlük yaşama dair bilimsel çalışmaları içine almaktadır. Sorun, insanların günlük yaşamlarında veri toplamak ve yorumlamak konusunda titiz olmamasından kaynaklanmaktadır. Sıklıkla düşülen hata, eğer bir olay hakkındaki açıklama doğru gibi görünüyorsa bunu diğer açıklamalar olası ve potansiyel olarak daha doğru olsa bile geçerli olarak kabul etmektir. Örneğin, hakkında net bir kanıt olmamasına rağmen insanlar duyu dışı algılama ya da astrolojinin varlığına ikna 12
olabilmektedirler. Özetleyecek olursak, bazı açıklamaları test etmeden kabul etmek, aslında sebeplerini bilmediğimiz olayların sebeplerini biliyormuşuz gibi davranmamıza yol açar.
ODAK ARAŞTIRMA: Tüketici Araştırma Dergisi tarafından yapılan bir araştırma( Brendl, Chattopadhyay, Pelham ve Carvalho 2005) insanların kendi 13
davranışlarından ne denli habersiz olabileceğini göstermektedir. Araştırma, en azından belli koşullar altında ( ve bilmemelerine rağmen) insanların kendi isimlerini içeren harflerden oluşmuş markaları içermeyenlere oranla daha çok tercih ettiklerini göstermektedir. Araştırma katılımcıları çiftler halinde ayrılmış ve onlara araştırmanın farklı tiplerdeki çaylar ile ilgili olduğu söylenmiştir. Deneyi gerçekleştiren kişi, –oki kökü ve katılımcıların isimlerinin ilk üç harfiyle oluşturulmuş iki çay markası türetti. ( Örneğin katılımcılar Jonathan ve Elisabeth olsun. Bu durumda çay isimleri de Jonoki ve Elioki olur.) Katılımcılara sözde test edilecek 20 paket çay gösterilmiştir. Bunlardan 18’i uyduruk isimlerden oluşurken ikisi katılımcı isimlerinden türetilen markaları taşımaktadır. Deneyi gerçekleştiren kişi, katılımcılara sadece iki marka seçebileceğini ve bunlardan sadece birini eve götürebileceğini belirtmiştir. Bu bölümde katılımcılardan birine, tadı test için kağıt koçanından iki marka seçmesi istendi. Her seferinde katılımcının isminin geçtiği markalar seçilmiştir. Çaylar hazır olduktan sonra , katılımcılar tadım işlemini yapmışlar ve yanlarında götürecekleri paketi seçmişlerdir. Bu seçimden sonra, katılımcılara neden şu an elinde tuttuklarını seçtikleri sorulmuş ve çalışmanın gerçek amacı açıklanmıştır. Çalışmanın sonucunda katılımcıların yüzde 64’ü kendi isminin ilk üç harfini kapsayan markayı seçerken yüzde 36’sı partnerinin isminin ilk üç harfini kapsayan çayı seçmiştir. Daha detaylı bakacak olursak; kararlar bilinçsizce alınmıştır; katılımcı neden o çayı seçtiğini bilmemektedir; Sorulduğunda yüzde 90’u tadı için seçtiğini söylerken sadece yüzde 5’i gerçek sebebi yani isminin harflerini taşıdığı için yaptığı seçini açıklamıştır.. Yukarıda anlatılan olayın sonucunu incelediğimizde ve raporu okuduğumuzda , çoğunlukla vaktinden önce sonucu tahmin etmeye eğimli olduğumuz sonucuna ulaşabiliriz.
PSİKOLOGLAR NEDEN AMPİRİK (DENEYSEL) METOTLARA GÜVENİR? Tüm bilim insanları ki bunlar biyolog, fizikçi, sosyolog veya psikolog olabilir kendilerini ilgilendiren başlıklar üzerinde çalışmak için ampirik 14
metotlar kullanırlar. Ampirik metotlar, veriyi toplama, düzenleme ve sonuç çıkarma süreçlerini içinde barındırır. Bilim insanları varsayımlar, kurallar ve süreçlerden oluşan setleri ampirik araştırma yapmak için kullanırlar. Bu çalışma bilimsel metot olarak adlandırılabilir. Bilimsel metot, insan davranışları üzerinde çalışmak için çok önemli olsa da tüm cevaplar bilimsel yaklaşımlarla bulunamaz. Durumlar kesin olarak “doğru” ya da “yanlış” şeklinde sınıflandırılamaz. Bilim insanları, işte bu noktada değerler ve gerçekler ayrımını çizerler. Değerler, “ölünce cennete gideceğim” ya da “bu ülkede kürtaj yasaklanmalıdır” gibi kişisel ifadeler iken, gerçekler,”Amerika’da , 2009 yılında 21000 cinayet vakası olmuştur” gibi ampirik bir çalışmayla ortaya çıkmış ve doğru olduğu düşünülen bir bilgidir… Değerler, kesin olarak doğru ya da yanlış gibi düşünülemezken bilim de bunları ispat ya da inkar edemez. Bunun yanında araştırmalar bazen gerçek bilgi akışını sağlayarak değerlerde değişime yol açabilirler. Örneğin, istenmeyen çocukların toplumdaki durumları ve psikolojik travmaları ilgili objektif çalışmalar katı fikirlerde değişim sağlayabilir. Bilim insanları gerçekleri bulmak ve kurmak için araştırma yapsalar da gerçekler ile değerler arasındaki fark hiçbir zaman net değildir. Bu yüzden bilim mükemmel değildir diye düşünülebilir ama doğruyu bulmak adına ampirik ve objektif çalışmalardan da vazgeçilemez… PSİKOLOJİDE TANIMLAMA DÜZEYLERİ Psikolojik çalışma, insan davranışlarını anlamak için kullanılan birçok farklı düzeydeki tanımlamanın farklı başlıklarını kapsamaktadır. Alt düzey tanımlamalar, genler, hormonlar vb. biyolojik etkiler ile çok yakın ilişki içindeyken, orta düzey tanımlamalar bireyin karakteristik özelliklerini, üst düzey tanımlamalar ise sosyal grupları, organizasyonları ve kültürleri inceler. Örneğin, psikolojik bozukluk olarak bilinen depresyonun biyolojik, sosyal ve kültürel faktörlerden dolayı baş gösterdiği bilinmektedir. Alt düzey bir tanımlama ile beyindeki kimyasalların bir depresyon tecrübesini nasıl etkilediğini araştırıp sıkıntıyı azaltmak mümkündür. Orta düzey tanımlamada ise hayatın olumsuz yanlarıyla mücadele etmek için bireyler, psikolojik terapiye yönlendirilir. Üst düzey tanımlamada psikologlar, depresyonun erkek, kadın ve kültürler arasındaki dağılım ve oluşumunu incelerler. 15
Çıkan sonuç şudur ki, depresyon çalışmasındaki hiçbir tanımlama düzeyi bütün olup biteni açıklamaya yetmez. İnsan davranışını anlamak için biyolojiden , kişiliğe ve kültüre kadar bütün tanımlama düzeyleri devrede olmalıdır.
Psikolojik Araştırmada Karşılaşılan Zorluklar Psikolojinin ana amacı, sebeplerini anlayarak davranışları tahmin etmektir. Tahmin yapmak, insanların değişik durumlara verdiği değişik tepkiler nedeniyle çok zordur. Davranışları etkileyen birçok bireysel değişkenden ötürü kimin işinde ya da okulunda başarılı olacağını ya da kimin uysal kimin saldırgan olacağını her daim tahmin edemeyiz. Zaten psikologlar ve diğer birçok bilim insanı tarafından yapılan tahminler de olasılıklar üzerine inşa edilmiştir. Davranış tahmini ile ilgili diğer bir zorluk ise tüm davranışların farklı faktörlerden türemesi ve bu faktörlerin farklı tanımlama düzeylerinde oluşmasıdır.. Örneğin depresyonun sebebinin alt düzey genetik faktörler , orta düzey kişisel faktörler ve üst düzey sosyo-kültürel faktörler olduğunu görebiliriz. Öte yandan bu çoklu sebepler veya farklı faktörler birbirlerinden bağımsız değildir. Biri var olduğunda diğeri de ortaya çıkmaya meyillidir. Örneğin, beyindeki biyolojik bir dengesizliğin yol açtığı depresyon, insanın çevresindekilere olumsuz davranmasına neden olur. Bu durum depresyonun daha da artması için bir vesiledir. Bunların yanında; bilinçli farkındalığımızın dışında olup davranışlarımızı etkileyen faktörler de psikolojik çalışmada bir zorluk olarak karşımıza çıkar. Bilinçdışı süreçlerin rolü diye bilinen bu durum Avusturyalı nörolog Sigmund Freud tarafından teorileştirilmiştir. Freud’a göre birçok psikolojik bozukluk , baskıladığımız ve bilincimizin dışımda kalmış anıların varlığından kaynaklanmaktadır. Anahtar Bilgiler -Psikoloji, akıl ve davranış üzerine bilimsel bir çalışmadır. -Gündelik durumların sağduyulu cevaplar a ulaşmak için kolay bir yol olduğunun düşünülmesine rağmen bilimsel çalışmalar, insanların sonuçları tahmin etmede o kadar da iyi olmadığını göstermektedir. 16
-Arka plandaki önyargılar, asla tahmin edemeyeceğimiz olayları tahmin edebilecekmişiz gibi düşünmemize yol açar. - İnsanlar genel olarak kendi davranışlarının sebeplerinin farkında değillerdir. -Psikologlar, bilimsel metodu, yorumlamak için kullanırlar.
delilleri toplamak, analiz etmek ve
-Bilimsel metoda yer vermek, bilim insanlarına ,bilimsel bilgilerine yenilerini eklemek için tarafsız ampirik data toplama şansını verir. -Psikolojik olgu detaylıdır ve tahmin yapmak bireysel farklılıklar yüzünden güçtür ve farklı seviyelerdeki tanımlamalar için çoklu açıklamalar gerekir.
Psikolojinin Evrimi: Tarih, Yaklaşımlar ve Sorular Öğrenme Hedefleri 1. Psikolojinin felsefi bir düşünceden bilimsel bir disipline doğru nasıl değiştiğini açıklayınız. 2. Psikologları endişelendiren birkaç çok önemli soruyu belirtiniz. 3. Psikolojinin temel ekollerinin yanında psikolojiye katkıda bulunmuş her ekolü ana hatlarıyla anlatınız.
Bu bölümde psikologların sorduğu önemli sorulara ve psikolojik bilginin temel yaklaşımlarına odaklanarak psikolojinin tarihi anlatılmaya çalışılacaktır. .
Tablo 1.2 En Önemli Psikolojik Yaklaşımlar(Okullar) Psikoloji Ekolu(okulu)
Tanım
Yapısalcılık(strüktüralizm) Psikolojik tecrübelerin temel unsur ve yapılarını
Katkıda Bulunanlar Wilhelm Bundth Edward Titchener
belirlemek için iç gözlem metodu kullanımı 17
İşlevselcilik
Psikodinamik
İnsanların ve hayvanların halen sahip William James oldukları belli psikolojik yönlerini neden geliştirdiklerini anlamaya çalışır
Davranışları anlamada bilinçdışı düşünce, S. Freud duygu, hafıza ve çocukluk tecrübelerine Carl jung, odaklanır. A. Adler, E.Erikson
Davranışçılık
Objektif zihin incelemesinin
Skinner, J.B.Watson
mümkün olmadığı temelini dayanır ve bu yüzden psikologlar davranış çalışmalarında sınırı aşmamalıdırlar.
Bilişsellik
Algı, hafıza ve yargıları kapsayan
H.Ebbinhaus,
(idrak)
zihinsel süreç çalışması
F. Bartlet, J. Piaget
Sosyo-Kültürel
İnsanların kendilerini buldukları
F.Heider , L.Festinger
düşünce ve davranışları, sosyal durumların
S. Schachter
ve kültürün nasıl etkilediği üzerine çalışma
18
Tablo 1.5 En Önemli Psikologlardan Bazılarını Gösteren Zaman Çizelgesi Plato(İsa’dan Önce 428-347): Psikolojik gelişimde doğanın rolünü tartışmış Yunanlı filozof. Aristo(İ.Ö. 384-322): Psikolojik gelişimde tecrübenin rolünü tartışmış Yunan filozof. Thomas Hobbes( 1588-1679): İngiliz filozof Rene Descartes( 1596-1650): Fransız filozof John Locke (1632-1704): İngiliz filozof J. Jacques Rousseau( 1712-1778): Fransız filozof Gıstav Fechner( 1801-1887): İlk ampirik psikolojik ölçü olarak kabul edilen fark edilebilir ayrım(JND) fikrini geliştiren uygulamacı Alman psikolog. Charles Darwin( 1809-1882): Gelişim psikolojisi alanını ve işlevsel ekolu etkileyen doğal seleksiyon teorisinin sahibi doğacı. Wilhelm Wundt( 1832-1920): İlk psikoloji laboratuvarlarından birini açan ve yapısalcılık alanının gelişmesine yardımcı olan Alman psikolog William James( 1842-1910): İlk psikoloji laboratuvarlarından birini açan ve fonksiyonalizm (işlevselcilik) alanının gelişmesine yardımcı olan Amerikalı psikolog. Ivan Pavlov(1849-1936): Klasik konumlandırma prensiplerine yol gösteren öğrenme üzerine dayalı deneylerin sahibi Rus psikolog. Hermann Ebbinghaus(1850-1909): Farklı koşullar altında insanların saçma heceleri hatırlama kabiliyeti üzerine çalışan Alman psikolog. Sigmund Freud(1856-1939): Psikodinamik psikoloji alanını bulan Avusturyalı psikolog. Edward Bradford Titchener(1867-1927): Yapısalcılık alanına katkıda bulunan Amerikalı psikolog. John B. Watson( 1878-1958): Davranışçılık alanına katkıda bulunan Amerikalı psikolog. 19
Sir Frederic Bartlet( 1886-1969): Bilişsellik (idrak) ve hatırlama süreçleri üzerine çalışmalar yapan İngiliz psikolog. Jean Piaget(1896-1980): Çocuklardaki bilişsel gelişim ile ilgili önemli teoriyi geliştiren İsviçreli psikolog. B.F. Skinner( 1904-1990): Davranışçılık ekolüne katkıda bulunan Amerikalı psikolog. Donald Broadbent( 1926-1993): Dikkat çalışmasının önderi İngiliz bilişsel psikolog. Linda Bartoshuk, Daniel Kahneman, Elizabeth Loftus, George Miller( 20.ve 21. Yüzyıl): Öğrenme, hafıza ve yargı üzerine çalışarak bilişsellik ekolüne katkıda bulunan Amerikalı psikologlar. En büyük katkıları Nörobilim konusunda büyük ilerleme kaydetmeleri olmuştur. D. Kahneman , psikolojik karar verme konusunda Ekonomi dalında Nobel ödülü almıştır. Mahzarin Banaji, Marilynn Brewer, Susan Fiske, Fritz Heider, Kurt Lewin, Stanley Schachter, Claude Steele, Harry Triandis(20. ve 21.yüzyıl): Psikolojinin sosyo –kültürel ekolüne katkıda bulunan Amerikalı psikologlardır. Katkı ,insanların sosyal normlardan nasıl etkilendikleri ve geliştiklerini anlama konusunda olmuştur. Psikoloji, çağlar boyunca birçok değişim gösterse de bazı sorular hep aynı kalmıştır. Bu sorulardan bazıları; Tecrübeye karşı doğa : Davranışları etkilemede genler mi yoksa çevremi etkendir? Psikologların çoğu her iki etmenin de rol sahibi olduğu konusunda hem fikirdir. Ama hangisi sorusu cevabı çok zor verilecek bir sorudur. Determinizme karşı Özgür irade: Biz kontrol edemediğimiz güçler tarafından yönlendirilen çevrenin ürünü müyüz yoksa sahip olduğumuz davranışları seçebilir miyiz? Çoğumuz özgür iradeye inanır ve onun bizi yönlendirdiğini düşünürüz. Ancak ilerde de inceleyeceğimiz gibi kendi üzerimizde düşündüğümüzden daha az etkimiz vardır. Yanlışlığa karşı doğruluk: İnsan yargısı bazen düşüncedeki yanlışlıklar , motivasyon ve duyguların birlikteliğinden oluşur. Yargımız duygulardan pozitif etkileneceği gibi olumsuz yönde de etkilenebilir.
20
Bilinçdışı sürece karşı bilinç: Hareketlerimiz ve bunların sebepleri ne ölçüde bilinçli ya da farkında olmadığımız etkiler dolayısıyla ne ölçüde bilinçdışıdır? Çoğu araştırma (psikodinamik psikolojiden bilişsel psikolojiye kadar) birçok davranışımızın farkında olmadığımız değişkenler tarafından belirlendiğini göstermektedir. Benzerliklere karşı farklılıklar: Ne ölçüde farklıyız? Farklı kültürdeki ve/veya farklı cinsiyetteki insanlar için benzer ve farklı psikolojik/kişilik farklılıklara nelerdir? Dünyadaki insanların çoğu benzer midir yoksa geçmişlerinden ya da çevrelerinden etkilendikleri için farklı mıdırlar? İşte psikologlar bu sorulara cevap vermeye çalışmaktadırlar…
İlk Psikologlar İlk bilinen psikologlar, Yunan felsefeciler Plato ve Aristo’dur. Bugün sorulan soruların çoğu -örneğin doğa mı tecrübe mi- o zaman da sorulmuş, Plato doğa, Aristo tecrübe tarafını savunmuştur. Bu tip sorular, Rönesans dönemi boyunca Avrupalı psikologlar tarafından irdelenmiş örneğin Descartes özgür iradeci kesimden yana olup doğuştan gelen doğal yeteneklerin etkisine inanmıştır. Hobbes, Locke, Rousseau da çalışmalarında b konuya ağırlık vermişlerdir. O dönem, ana problem olan metot azlığı ve bu sebeple objektif çalışma yapamama sıkıntısıydı. Ancak 1800’lerde Alman psikolog William Wundt’un Leipzig’te, Amerikalı psikolog William James’in Harvard Üniversitesi’nde açtığı açtığı psikoloji laboratuvarıyla psikolojide dramatik değişikliklerin kapısı aralanmış metot çeşitliliği artmıştır. Yapısalcılık: İç gözlem ve Öznel Deneyim Farkındalığı Wundt, Leipzig’teki laboratuvarında bilincin doğası üzerine çalışmalar yapmaktaydı. O ve öğrencileri yapısalcılık olarak bilinen ve amacı psikolojik tecrübelerin yapısını ve temel öğeleri tanımlamak olan psikoloji ekolünde çalışmaya başladılar. Yapısalcılar, bilinç öğelerinin bir haritasını yaratmak için iç gözlem metodunu kullandılar. İç gözlem, araştırma katılımcılarından kitaptan bir sayfa okumak veya bir matematik problemi çözmek gibi mental bir konu üzerinde çalışırken yaşadıkları tecrübeyi tanımlamalarını istemekteydi. Örneğin bir katılımcı , kitap 21
okurken arka planda bazı siyah ve renkli eğri ya da düz işaretler gördüğünü söyleyebiliyordu. Başka bir çalışmada ise yapısalcılar, yeni bulunmuş tepkime zamanı araçlarını kullandılar ki bu yöntem, katılımcıların sadece ne düşündüklerini değil düşündüklerini tepki halinde göstermelerinin aldığı zamanı tespite yarıyordu. Wundt , bu yöntem yoluyla yaptığı çalışmada insanların duydukları şeyleri rapor etmelerinin tepki vermekten daha uzun sürdüğünü tespit etti. Bu çalışmalar , araştırmacıların , uyarı hissi ile uyarı algısı arasındaki farkı anlamasına yardımcı oldu. E.B.Titchener , Wundth’un öğrencisiydi ve en önemli yapısalcılardan biri oldu. O ve öğrencileri iç gözlem metoduyla duyma ve tatma gibi amaçlarıyla ilgili 400000’den fazla his(duyu) tespit ettiler.
Fonksiyonalizm(İşlevselcilik) ve Evrimsel Psikoloji Wundt’un karşıtı olarak, William James, bilincin doğasını incelerken, hayvanların ve insanların sahip oldukları belli psikolojik yönleri neden geliştirdiklerini anlamayı hedef edinmiştir. Ona göre kişinin düşüncesi sadece kişinin davranışları ile ilgilidir. James ve öğrencileri Darwin’in doğal seleksiyon teorisinden etkilenmiş ve bu teorinin psikolojik özelliklere uygulanabileceğine inanmışlardır. Onlara göre bir hayvan , şartlara göre nasıl evrim geçirip güçlü kaslara sahip olabiliyorsa insan beyni de tecrübeler sayesinde belli işlevler kazanabilirdi. Yapısalcı ekol ,psikolojideki yerini zamanla kaybetse de temel prensipleri psikoloji tarafından özümsendi ve çeşitli şekillerde etkin olmaya devam etti. Evrimsel psikolojinin ise anahtar bileşeni sağlıklı olmak(iyi durumda)olmaktır. İyi durumda olan organizmalar genlerini sonraki kuşaklara daha başarılı geçirir. Örneğin, erkeklerin kıskançlık duygusu devamlı hayatta kalacaktır çünkü kıskançlığı tecrübe eden erkekler bu konuda tecrübesi olmayanlara oranla daha sağlıklıdır. Bu düşünceye göre, kıskançlık tecrübesi erkekleri , eşlerini kollamada daha korumacı yapar ki bu da üreme başarısını arttırır. Tabii ki evrimsel psikoloji teorisinin bazı sınırları vardır. Bunlardan en önemlisi de atalarımızın hangi psikolojik karakteristiklere sahip olduğunu ya da olmadığını bilemememizdir. Bunu sadece tahmin edebiliriz. 22
Psikodinamik Psikoloji Psikodinamik psikoloji , insan davranışlarını anlamak için bilinçdışı düşüncelerin, duyguların ve hafızanın rollerine odaklanan bir yaklaşımdır. Bu teorinin atası olan Freud, depresyon, anksiyete yada cinsel işlev bozukluğu gibi rahatsızlıkları olan hastalarının , artık hatırlanamayan acı dolu çocukluk tecrübeleri nedeniyle bu durumda olduklarına inanmıştır. Freud’un bu fikrini, Carl Jung, Alfred Adler, Karen Horney ve Erik Erikson takip etmiştir. Psikodinamik yaklaşımı takip eden bu bilim insanları ve diğerleri, eğer bilinç dışında kalmış olaylar hatırlanırsa hastalara yardımcı olunabileceğine inanmışlar ve bu yolda psikoanaliz süreç olarak tanımlanan konuşma terapisi ve rüya analizi üzerinde durmuşlardır.
Davranışçılık ve Özgür İrade Sorusu Davranışçılık, aklın üzerinde objektif olarak çalışmanın mümkün olmadığı temeline dayalı bir psikoloji ekolu olup bilim adamlarının davranışın kendisini konu alan çalışmalarında dikkatlerine sınır koymalarını salık vermiştir. Davranışçılık takipçilerine göre akıl, uyarı gönderilen ve tepki alınan bir kara kutudur. İlk davranışçı Amerikalı John B. Watson’dur. Watson, yiyecek sunumuyla bağlantılı ses tonuna göre salya salgılayan köpekler üzerine araştırma yapan Ivan Pavlov’dan çok etkilenmiştir. Watson ve diğer davranışçılar, insanların ve diğer organizmaların çevreden elde ettikleri tecrübeler ile (uyarıcı) belli davranışlar üretebileceği (tepki)fikrini takip etmişlerdir. Örneğin Pavlov’un araştırmasında yemek, öğrenmeden sonra ses tonu uyarıcı,salya salgılama tepkidir. Watson’un en önemli çalışması Albert adında 8 aylık bir çocukla yaptığı deneydir.. Deney şu şekilde yapılmıştır; Oğlan çocuğu salonun ortasına kondu. Beyaz bir laboratuvar faresi de onun yanına kondu ve çocuğun fareyle oynamasına izin verildi. Çocuk herhangi bir korku belirtisi göstermedi. Sonraki aşamalarda, Albert fareye dokunduğunda demir çubuğa çekiçle vurarak bir ses çıkarıldı. Çocuk sesi duyunca ağladı. Bu iki uyarıcının birkaç eşleştirmesinden sonra fare çocuğa tekrar gösterildi. Bunun üzerine çocuk ağladı ve fareden uzaklaşmak istedi.
23
Davranışçı yaklaşım çizgisinde bakıldığında çocuğun ses ile fare arasında bağlantı kurmayı öğrendiğini ve bunun da ağlama ile sonuçlandığını görmüş oluruz.
Araştırma: Özgür iradeye sahip miyiz? Davranışçı araştırma, bazı temel sorular sorarak doğa, tecrübe ve özgür irade hakkında bazı önemli çıkarımlarda bulunmuştur. Davranışçılar, doğa-tecrübe tartışmasında tecrübeden yana olmuş ve çevre tarafından şekillendirildiğimize inanmışlardır. Bunun yanında davranışçılar, özgür iradenin olmadığı konusunda da fikir beyan etmişlerdir. Kısacası bu yaklaşım, insanları da içine almak üzere tüm organizmaları, başkaları tarafından kontrol edilen ama bunun farkında olmayan kuklalar olarak görmektedir. Daha ileri bir analizle anlatmak gerekirse, hareketlerimizin sebeplerini bilmesek de biliyormuş gibi yapmamız çevremizdeki etkileri kavrayamamamızdan ileri gelmektedir. Davranışçı fikirler, psikolojinin temel taşlarını oluşturmuş ve tecrübenin psikolojinin çeşitli alanlarındaki öncül rolünü anlamamıza yardım etmiştir.
Bilişsel(idrak) Yaklaşım ve Bilişsel Nörobilim Bilişsel psikoloji, algı, düşünme ve muhakemeyi içine alan zihinsel süreçleri inceleyen bir psikoloji alanıdır. Bu yaklaşıma en büyük katkıda bulunan bilim insanlarından biri, insanların farklı koşullar altında listelerce kelimeyi hatırlama kabiliyetini ölçen Alman psikolog Hermann Ebbinhaus ve hatırlamanın sosyal ve bilişsel süreçlerini inceleyen İngiliz psikolog Frederic Bartlett’dir. Bartlett, mantıklı ama içinde garip ve beklenmedik unsurların da olduğu küçük hikayeler yaratmış ve insanlardan bunları anlatması istediğinde -defalarca çalışmalarına izin verilmesine rağmennet olarak hatırlayamadıklarını fark etmiştir. Çıkan sonuç hikâyelerin hatırlamak için çok zor olduğu çünkü katılımcıların beklentilerini karşılamadığı şeklinde olmuştur. “Düşünme şeklimiz davranış üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir” argümanı ile bilişsel psikoloji, davranışçılığa alternatif bir yaklaşım olmuştur. İsviçreli Jean Piaget, Donald E. Broadbent, Daniel Kahneman, George Miller, Elenor Rosch ve Amos Tversky bu ekolün önden gelen bilim insanlarıdır. 24
Sosyo-Kültürel Psikoloji Sosyo – Kültürel yaklaşım, en son ekol olup, psikolojide büyük etki yaratmıştır. Sosyo-kültürel psikoloji, insanların kendilerini buldukları kültür ve sosyal durumların, düşünce ve davranışlarını nasıl etkilediğini araştıran bir yaklaşımdır. Sosyo-kültürel psikolojinin en önemli yönü sosyal normlardır ki bu normlar grup üyeleri tarafından uygun olarak algılanan ve paylaşılan duygu, düşünce ve davranış şekilleri olarak açıklanabilir. Normlar, gelenek, görenek, standartlar ve kurallar gibi genel değerlerdir. Psikologlar, sosyal normların Batı kültürleri ile Doğu Asya kültürleri arasında farklılık gösterdiğini tespit etmişlerdir. Araştırmalara göre Batı kültürleri öncelikle bireysel eksenlidir. Bunun yanında Doğu Asya kültürlerinde ise kollektivizm ana temadır. Kültürler , sosyal normlara ve geleneklere bağlı olanlarla, bireysel duruşlarını normları ya da gelenekleri dikkate almadan ifade edenlerin farklılıklarıyla birbirlerinden ayrılırlar.
Psikolojinin Diğer Disiplinleri Psikoloji çok geniş bir alana hitap ettiği için sadece bir ya da birkaç disiplin ile açıklanamaz. Az veya çok birbirleriyle paylaşım içinde birçok alt disiplin vardır. Bu sebeple öğrenciler, hangi alanın ilgilerini çekeceğini ve hangi tip kariyer olanaklarına sahip olduklarını merak etmektedirler. Psikolojideki Bazı Kariyer Yolları Biopsikoloji ve Nörobilim: Bu alan insan ve hayvanlardaki psikolojik temelleri,beynin farklı bölümlerinin işlevlerini inceleyerek araştırır ve özel araştırma laboratuvarları ve üniversitelerde kariyer olanağı sunar. Klinik ve Psikolojik Danışmanlık: Bu alan değerlendirme, tanı, nedenler ve ruhsal bozuklukların tedavisi üzerine odaklanır. Hastanelerde, okullarda ve sosyal kuruluşlarda kariyer olanağı sunar. Bilişsel Psikoloji: Bu alan reaksiyon süresini ve insanların bellek, dil ve düşünme anlarında beyin görüntülemesi sağlayan sofistike araştırma metotları kullanır. İnsan-bilgisayar etkileşimi gibi konularda uzmanlaşmak isteyenler için araştırma ortamlarında kariyer sağlar. 25
Gelişmeye Yönelik Psikoloji: Bu alan hayat boyunca karşımıza çıkan bilişsel, duygusal ve sosyal değişikliklere rehberlik eden bir disiplindir. Okullarda ve toplum kuruluşlarında kariyer olanağı sunar. Adli Psikoloji: Adli psikoloji yargıçların,iddia makamlarının ve jüri gibi adalet sistemi unsurlarının davranışlarını anlamak için psikolojik prensiplere başvurur. Bu alanda çalışanlar adalet sisteminde yer alarak tanık ifadelerinde, jüri seçimlerinde güvenli bilgi sağlarlar. Sağlık Psikolojisi: Bu alan sağlığı ve hastalığı etkileyen biyolojiyi, davranışı ve sosyal statüyü anlamak için çalışırken üniversitelerde eğitim verme ve daha iyi sonuçlar alabilmek için klinik çalışmalarda profesyonellerle beraber mesai harcama gibi kariyer olanakları sunar. Endüstriyel- Organizasyon ve Çevre Psikolojisi: İşyerindeki performans artışı ve çalışanların durumlarının iyileştirilmesi konularında faaliyet gösteren bir dal olup, işçi seçimi, performans tespiti ve farklı durumlarda çalışmanın davranışlara olan etkilerini inceleyen iş alanlarında kariyer olanağı sağlar. Kişilik Psikolojisi: Bu alan insanları ve aralarındaki farkları inceler. Araştırma projeleri, pazarlama ve reklam projeleri bu dalın kariyer olanağı sağladığı birkaç iş sahasıdır. Okul ve Eğitim Psikolojisi: Okullardaki eğitim, okul programlarının etkisi ve öğretim psikolojisi üzerine çalışmalar yapan bu dal ilk ve ortaokullarda okul psikoloğu olarak çalışma imkanı sağlar. Sosyal ve kültürler arası Psikoloji: Bu alan benzerlik, grup, davranış, liderlik, huy ve insan algısı başlıkları altında insanların birbirleriyle olan ilişkilerini inceler. Reklam, pazarlama, sistem tasarlama ve psikolojinin diğer alanların çalışma imkanı sunar.
Spor Psikolojisi: Spor davranışlarının psikolojik yönlerini inceler. Amaç spor performansını etkileyen psikolojik faktörleri anlamaktır. Profesyonel takımlar, spor salonları ve okullar bu alanda çalışanlar için iş imkânı sağlar. Günlük Hayatta Psikoloji: Öğrenme ve Hatırlamada ne kadar etkindir? Psikolojik araştırmalar, bilgi sağlar.
öğrenme ve bellek ilkeleri hakkında önemli miktarda
26
İyi öğrenmek için öğrenmeye hazır olmak gerekir. Yorgunsanız, stresli iseniz, uyuşturucu ve alkol etkisi altındaysanız iyi öğrenemezsiniz. Bu yüzden uyku ve yemek yemenin tutarlı düzenini korumanız gerekir. Bu fizyolojik önerinin yanında elde edilmiş bilgiyi tekrar tekrar yinelemek aktif bir yaklaşım olarak dikkate alınmalıdır. Ayrıca çalışırken, daha önce öğrendiğimiz şeylerle bağlantı kurmayı deneyerek bilgini kalıcılığını sağlamayı denemek de gerekir. Öğrenmek ve sonrasında öğrendiğinizi hatırlamak için çalışma için ayıracağınız zamana ve ne öğreneceğinize dair gerçekçi hedefler koyup bu hedeflere sıkı sıkı tutunun.
Anahtar Bilgiler -İlk psikologlar filozoftu. Fakat alan, sofistike bilimsel yaklaşımlarla daha ampirik ve objektif olunca gelişti ve değişti. - Psikologlar tarafında tecrübeye karşı doğa, determinizme karşı özgür irade, yanlışlığa karşı doğruluk, bilinçdışı sürece karşı bilinç gibi basit sorular soruldu. - Yapısalcılar, iç gözlemi kullanarak bilincin doğasını analiz etmeyi denediler. -İşlevselciler ilkelerini Darwin’in fikirlerine dayandırdılar ve evrimsel psikolojinin kapısını açtılar. -Davranışçılar , davranışı, özgür iradeyi inkar ederek uyarıcı ve tepki açısından açıkladılar. -Bilişsel psikologlar insanların bilgiyi nasıl algıladığı, geçirdiği ve nasıl hatırladığı konusunda çalıştılar.
nasıl işlemden
-Psikodinamik psikoloji, bilinç dışı dürtüler ile psikoanaliz ve psikoterapi yoluyla hayatı geliştirme üzerine yoğunlaşmıştır. -Sosyo-kültürel yaklaşım, sosyal norm ve kültürlerin davranışlarımız üzerinde etkisini araştıran sosyal durum üzerine odaklanmıştır. 1.3 Bölüm Özeti Psikoloji, davranış ve akıl üzerine bilimsel bir çalışmadır. Bazı psikologlar, insan ve hayvan davranışlarını inceleyebildikleri laboratuvarlarında, hastanelerde ve diğer sahalarda çalışırlar. Bazıları ise araştırmacı ve uygulayıcıdır. 27
Bilimsel metot kullanmak, insan davranışlarını objektif ve sistemli bir şekilde anlamaya yardımcı olur. Psikologlar alt düzey biyolojik seviyelerden daha yukarıdaki sosyal ve kültürel düzeylere kadar uzanan geniş bir alanda davranış çözümlemeleri yapmaya çalışırlar. İlk psikologlar filozoftu fakat alan, sofistike bilimsel yaklaşımlarla daha ampirik ve objektif olunca gelişmiş ve değişmiştir. Psikologlar tarafından tecrübeye karşı doğa, determinizme karşı özgür irade, yanlışlığa karşı doğruluk, bilinçdışı sürece karşı bilinç gibi basit sorular sorulmuş ve cevaplar aranmıştır. Psikoloji, ilgi alanlarına göre çeşitlilik gösteren kariyer olanakları sunmaktadır.
Bölüm 2
Psikolojik Bilim Psikoloji hem insan hem de hayvan davranışları üzerine çalışır. Ana amaç ise insanları anlamak ve yaşam kalitelerini arttırmaktır. Psikolojik araştırma, öğrenme ve bellek problemler, psikolojik bozukluklar, şiddet ve saldırgan davranış gibi sıkıntılarla ilgilidir ve kamu politikalarından sürücü güvenliğine uzanan geniş bir sahada kullanılabilir. Bazı psikolojik araştırmalar basittir ve davranış üzerine temel soru ve cevapları kapsarlar. Uygulamalı araştırma ise depresyonu azaltmak için etkin yöntemler, uyuşturucu ve alkol bağımlılığını azaltmaya hizmet edebilecek reklam kampanya tipleri ya da iş yönetiminde başarı için anahtar belirleyiciler gibi birçok arasında bağ kurar ve çalışır. Hem basit hem de uygulamalı araştırmalar birbirini besler ve böylece bilimdeki ilerleme daha hızlı olur. Araştırma sonuçları , ilk olarak bilim dergilerinde yayınlanır, meslektaş gözüyle değerlendirilir, kritik edilir ve hatta geliştirilir. Bu dergilerden bazıları, Amerikan Journal of Psychology, American Psycologist, Behavioral and Brain Sciences, Journal of Personality vb.’dir.
28
Bu bölümde psikologların fikirlerini nasıl geliştirdiğini, insanların davranışlarını, duygularını ve düşüncelerini nasıl analiz ettiklerini göreceksiniz.
Psikologlar Araştırmalarına Rehberlik Etmesi için Bilimsel Metot Kullanırlar? İnsan davranışlarını anlamaya ve problemleri çözmeye çalışanlar sadece psikologlar değildir. Dini liderler, filozoflar, politikacılar da insan davranışları ile ilgili bilgi elde etmek için çabalamaktadırlar. Ama psikologlar, filozofların özgür irade olup ya da olmadığına dair iddialarını hemen kabul etmek yerine insanların hareketlerini kontrol edip edemediklerini veri toplayarak anlamaya çalışırlar. Bunun yanında politikacıların akıl sağlığı merkezi kurarak bireylerin hayatlarında iyileşme olacağı öngörüsüne karşı psikologlar akıl sağlığı tedavisi görmenin ampirik ölçümlenmesini yaparak sonuca ulaşmayı denerler. Sonuç olarak, psikologlar tarafından yapılan bildirimler, verinin sistematik olarak toplanması ve değerlendirilmesi temellidir. Bilimsel Metot Bilimsel metot, bilim insanlarının araştırma yapmak için kullandıkları varsayım, kural ve süreçler kümesidir. Bilimin deneysel olmasının yanı sıra, bilimsel metot, süreçlerin tarafsız ve kişisel önyargılardan uzak olması gerektiğini ifade eder. Bilimsel metot, bilim insanlarının nasıl veri topladığını, nasıl analiz yaptığını ve nasıl sonuçlar çıkardığını diğerleriyle paylaşmasını hoş görmez ve yasaklar. Bu yasağın sebebi, bilim insanlarının sadece meslektaşlarından gelen bilgilere güvenmelerini engellemek ve potansiyel olarak farklı sonuçlar çıkarabilecek kendi çalışmalarına odaklanmalarını sağlamaktır.
Organizasyon İlkeleri Olarak Yasalar ve Teoriler Araştırmanın bir amacı birçok durumda başvurulabilecek anlamlı çıkarımlar elde edebilmek için bilgiyi organize etmektir. Yerçekimi kanunu , termodinamik kanunlar gibi birçok iyi bilinen fizik kanunlarının yanında etki kanunu ve Weber
29
kanunu gibi psikolojik kanunlar da vardır. Kanunlar genel ilkelerdir ve geçerlilikleri çok önceden sağlam bir zemine oturtulmuştur. İlkeleri hiyerarşik olarak organize etmede kanundan sonra gelen ilk basamak teoridir. Teori, belli bir etki alanında gözlenmiş birçok ilişkiyi, ama hepsini değil, anlatan ve tahmin eden ilkelerin bütünleşmiş bir kümesidir. İyi teorilerin dört özelliği vardır. 1. Geneldirler. Yani birçok farklı sonucu özetlerler. 2. Cimridirler. Yani sonuçlardan olabildiğince sade ve basit bir açıklama çıkarırlar. 3. İyi teoriler gelecekteki çalışmalar için de fikir sağlarlar. 4. İyi teoriler yanlışlanabilirdir. Yani ilgi gösterilen alana ait değişkenler yeterince ölçülebilir ve teori tarafından öngörülen değişkenler arasındaki ilişkiler araştırma yoluyla yanlış olarak gösterilebilir. Veri ile teori arasında sürekli bir değişim vardır. Var olan teoriler toplanmış veriler temelinde değişirken, yenilenmiş teoriler yeni veriler tarafından test edilen yeni tahminler yaparlar. Daha iyisi bulunduğunda yenisi eskisinin yerini alır. Bu bilimsel bilgi birikimin bir parçasıdır.
Araştırma Hipotezi Araştırma hipotezi, farklı yer veya zaman veya insanlar arasındaki farklı değerleri kabul edebilen bir özelliğe ait iki veya daha fazla değişken arasındaki ilişki hakkında yapılan özel ve yanlışlanabilir bir tahmindir. Araştırma hipotezi, ilgi gösterilen alana ait değişkenlerin ilişkileriyle bu ilişkinin varlığı arasındaki bağlantıyı ifade etmeye çalışır. Örneğin , “marihuana öğrenmeyi sekteye uğratır” hipotezi ,marihuana kullanmak ile öğrenmek arasında ilişki olduğunu tahmin eder. Soyut bir şekilde ifade edilecek olursa bir araştırma hipotezinin temelini oluşturan fikirler kavramsal değişkenler olarak bilinir. Kavramsal değişkenler araştırma hipotezlerinin temelini oluşturan soyut fikirlerdir. Bunlar bazen yaş, cinsiyet, ağırlık gibi basit şekilde ifade edilirler. Bazense anksiyete, bilişsel gelişim , öğrenme, cinsiyetçilik gibi daha karmaşık olabilirler. Araştırma hipotezini test etmenin ilk aşaması kavramsal değişkenleri ölçülebilir değişkenler haline getirmektir. Örneğin “psikoterapiye katılım” 30
kavramsal değişkenken bu “hastanın payına düşen psikoterapi saatleri “ olarak ölçülebilir değişken haline getirilebilir. Psikolojik Araştırmada Kullanılan Kavramsal Değişkenlerin Operasyonel Tanımlamaları ile ilgili Örnekler Saldırganlık: Diğer bir öğrenciyi şok eden düğmeye basılma sayısı/ Trafik ışığı yeşile dönünce öndeki arabaya korna çalmanın kaç saniye sürdüğü Kişilerarası Cazibe: Bir bireyin sandalyesini diğerlerinden kaç santim yukarı yerleştirdiği/ Bir kişi diğerine baktığında gözlerini kaç milim açtığı Çalışan Mutluluğu: Bir çalışanın ayda kaç kez zamanında işe geldiği/ İşinden mutlu olma durumunun 1’den 9’a kadar derecelendirilmesi Karar verme becerileri: Grup performansı çalışmasını kaç grubun doğru olarak çözdüğü/ Bir insanın bir problemi çözmesinin kaç saniye aldığı Depresyon: Yaratıcı bir hikayedeki olumsuz kelime sayısı/ Psikoterapistle buluşma sayısı
Etik Araştırma Yürütmek Bilim insanlarını en büyük endişelerinden biri araştırmalarının etik olup olmadığıdır. Örneğin bir fizikçi deneylerinden çıkacak nükleer materyallerden dolayı endişe duyabilir. Tıbbi araştırmacılar klinik olaylarda yararlı uyuşturucular kullanmanın etik olup olmadığından endişe duyabilirler. Psikologlar da diğer bilim insanlarından farksız olarak aynı endişeyi yaşamaktadırlar. Psikolojik araştırma, katılımcılarına zarar verebilir ve onlarda rahatsızlık yaratabilir. Araştırmaların etik olup olmadığı , Amerikan Psikoloji Derneği gibi bilimsel kurumlar ile federal hükümetler tarafından geliştirilen kodlar çerçevesinde incelenir. Ayrıca Sağlık ve İnsan Hizmetleri Departmanı araştırmalardaki etik standartlar için yönergeler belirlemiştir. Bilimsel araştırma, birçok insanın hayatını geliştiren bilgi sağlamaktadır. Bu yüzden araştırmanın maliyetinden veya araştırma yürütülmemesi gerektiğinden bahsetmek mantık dışıdır. İnsanı Katılımcı Olarak Kullanan Etik Araştırma Projesinin Özellikleri 31
-Araştırmacı ile katılımcı arasında güven ve pozitif ilişki oluşturulur. -Hem araştırmacının hem de katılımcının hakları belirlenir ve aralarındaki ilişki karşılıklı olarak faydalıdır -Deneyci katılımcıya ilgi ve saygıyla yaklaşarak araştırmanın keyifli ve bilgilendirici olmasını sağlamaya çalışır -Araştırma başlamadan önce katılımcıya verdiği kararla ilgili olarak fiziksel tehlike ve psikolojik stres de dahil olmak üzere tüm olasılıklar hakkında bilgi verilir -Katılımcıya süreçle ilgili soru sorma şansı verilir ve bundan sonra katılımı beklenir -Deney bittikten sonra eğer herhangi bir hile yapılmışsa bu durum nedenleriyle beraber açıklanır -Deneyci, katılımcıya soruları cevaplamak suretiyle deneysel süreç hakkında özellikle araştırma hipotezinim altını çizerek bilgi verir. -Deneyci , eğer katılımcı deney sonrası sonuçlar ile ilgili bilgi almak isterse ona bilgi verebilir, onunla temasa geçebilir. Listede anlatılmaya çalışılan faktörler psikologların araştırmalarını dizayn ederken dikkate alması gereken noktalardır. Etik araştırma, katılımcıların araştırmaya katılıp katılmama konusundaki kararlarında özgür seçim garantisi sunar. Araştırmacı, araştırma katılımcısının mahremiyetine de özen göstermelidir. Diğer bir etik endişe ise hiledir. Hile, katılımcıya katılımdan önce araştırmanın doğası ile ilgili bilgi verilmemesi ya da eksik bilgi verilmesidir. Hile aktif ya da pasif iki yolla olur. Aktif yola örnek, yapılan araştırmanın öğrenme ile ilgili olduğu söylenmişken aslında ana temanın otoriteye itaat olması olabilir. Pasif yol ise üzerinden çalışılan hipotezin ve toplanan verinin kullanımı ile katılımcıya bir şey söylenmemesidir. Hilenin kullanılmasıyla ilgili olarak araştırmacılar ikiye bölünmüştür. Bir kısım araştırmacı, katılımcının tam anlamıyla bilgilendirilmesinin etik gereği olduğunu savunup aldatmanın olumsuz sonuçlar doğurabileceğine inanmaktadır. Bir kısım
32
araştırmacı ise katılımcıların doğal davranabilmesi ve dolayısıyla daha sağlıklı sonuçlar alınabilmesi hilenin işin gereği olduğunu düşünmektedir.
Araştırmanın Etik Olmasının Sağlanması Bir araştırmanın etiği hakkında karar vermek, zarar ve araştırmayı yürütmenin yararları üzerine yapılan analizlere bağlıdır. Zarar ile kastedilen şey, araştırma katılımcılarının yaşayabileceği rahatsızlıklardır. Yararlar ise insan davranışları hakkında yeni ve çeşitli alanlara (eğitim v.b) dair avantaj sağlayıcı bilgiler elde etmektir. Zarar-yarar analizi dediğimiz bu çalışma araştırmanın yürütülüp yürütülmemesi hakkında kararı kolaylaştırır. Ancak zarar-yarar oranlaması çok kolay değildir. Çünkü üzerinde çalışılan araştırmanın ilerde yaratacağı etkileri bilmenin bir yolu yoktur. Amerika Sağlık ve İnsan Hizmetleri Departmanı’nın yaptığı düzenlemeler ile üniversiteler, Kurumsal Değerlendirme Kurulu’ndan etik onayı alan araştırmalara fon sağlamaktadır. Kurumsal Değerlendirme Kurulu , en az beş kişiden oluşur ve araştırmanın fayda-zarar oranını belirler. Bu kuruldan çıkacak karar araştırmanın devam ettirilip ettirilmemesinde kilit rol oynar. Eğer onay alınırsa araştırma başlar. Araştırma etiğinin sağlanması için önemli bir araç ise katılımcının bilgilendirildiğine dair onaydır. Bu onay formu araştırma başlamadan önce yürürlüğe konmalıdır. Onay formu ile katılımcıya hem araştırma hem de hakları hakkında bilgi verilir. Bu formun diğer amacı ise potansiyel risklere karşı katılımcıları uyarmaktır.
Hayvanlar ile yapılan Araştırma Hayvanlar doğal hayatın bir parçası olduğundan ve bazı araştırmalar insanlar üzerinde yürütülemediğinden bazı psikolojik araştırmalarda onlar da katılımcı olarak kabul edilebilmektedir. Araştırmalar şimdilerde sıçan, fare ve kuşları kullanmakta olup diğer hayvanların katılımı azalmaktadır. Birçok insan bu araştırmaları değerli bulmakla beraber hayvan hakları aktivistleri gibi bazı gruplar bu faaliyeti etik bulmamaktadırlar. Ancak buna rağmen birçok bilim insanı potansiyel yararlarından dolayı hayvanlar ile araştırma yapmaya
33
devam etmektedir. (Örneğin AIDS yada kanser vakalarını azalttığı düşünülen ilaçlar ilk olarak havyanlar üzerinde denenir)
ANAHTAR BİLGİLER -Psikologlar, bilimsel bilgiyi toplamak, değerlendirmek ve raporlamak için bilimsel metodu kullanır. -Temel araştırma, davranışlar hakkında cevaplar verirken, uygulamalı araştırma günlük sorunlara ileri bilimi kullanarak çözüm bulur. -Bilimsel çalışmaları tanımlayan araştırma raporları bilimsel dergilerde yayınlanır ve böylece diğer bilim adamları bu ampirik bulguları gözden geçirebilir. - İlkeleri, araştırma hipotezlerini, teorileri ve kanunları kapsayacak şekilde organize etmek bilimsel metotlarda yapı ve istikrarı sağlar. -Etik araştırmaya ait endişeler kayda değerdir. Araştırmacılar katılımcıların katılım için serbestçe seçim yapabilmesini ve mahremiyetlerinin korunmasını sağlamalıdır. -Zarar-yarar analizi , araştırmanın yürütülüp yürütülmemesine karar vermek için kullanılır.
Psikologlar Davranışı Anlamak için Tanımlayıcı, Korelasyonel ve Deneysel Araştırma Modelleri Kullanırlar. Psikologlar eğer insan davranışları hakkındaki fikir ve teorilerinin ciddiye alınmasını istiyorlarsa bunları verilerle desteklemeleri gerektiğimi bilmektedirler. Ancak her farklı bilim adamının yaklaşımlarıyla ilintili olarak farklı hedefleri vardır. Bu farklı yaklaşımlar araştırma modelleri olarak bilinir. Araştırma modeli, araştırmacının veriyi toplamak, analiz etmek ve yorumlamak için kullandığı bilimsel bir metottur. Psikologlar üç temel araştırma modeliyle çalışırlar:
34
Tanımlayıcı Model: Mevcut durum ile ilgili bir görüntü yaratma amacını güder. Avantajları; belli bir zamanda oluşan duruma dair tam bir resim sağlaması ve ileri bir çalışma için soru gelişimine izin vermesi. Dezavantajları; Değişkenler arasındaki ilişkileri değerlendirmez/ Katılımcıların izlendiğini bilmemeleri etik olmayabilir. Korelasyonel Model: İki ya da daha çok değişken arasındaki ilişkileri değerlendirir. Avantajları; beklenen ilişkiler, değişkenler ve yapılan tahminler arasında teste müsaade etmesinin yanında bu ilişkileri günlük hayata dair olaylar bazında değerlendirmesi. Dezavantajı; Nedensel ilişkiler arasında çıkarım yapmak için kullanılamaz. Deneysel Model: Bir bağımlı değişken üzerinde bir ya da birden fazla deneysel manipülasyonun nedensel etkisini değerlendirme amacındadır. Avantajları; Değişkenler arasındaki nedensel ilşkilerin sonuçlarını çizmeyi sağlar. Dezavantajları; Birçok değişkeni deneysel olarak manipüle edemez/ Pahalı ve zaman alıcı olabilir. Tanımlayıcı Araştırma: İşlerin güncel durumunu değerlendirme Tanımlayıcı araştırma, bireylerin mevcut düşünce, duygu davranışlarının bir anlık görüntüsünü oluşturmak tasarlanmıştır.
ve
Tanımlayıcı araştırmanın vaka çalışmaları, anketler ve doğal gözlem olmak üzere üç türü vardır. Tanımlayıcı araştırma projeleri bazen sadece bir kişiyi bazense tek küçük bir grubun davranış ve tecrübelerini temel alır. Buna vaka çalışması diyoruz. Tanımlayıcı araştırmaların bazı durumların da veri bir anket formundan sağlanır. Bu formlar seçilen katılımcılarla karşılıklı görüşme ya da yazılı soruları cevaplama şeklinde olabilir ki bu katılımcılar, genellikle araştırmacının üzerinde çalıştığı konuya uygun olarak seçilirler. Sonuncusu ise doğal gözlem gözlemlenmesine dayanan modeldir.
dediğimiz
günlük
olayların
35
Bu üç tip tanımlayıcı araştırmanın da ortak yönü ise ölçülen değişkene ait istatistiğin rakamlarla özetlenerek tanımlayıcı istatistik başlığı altında sunulmasıdır.
Korelasyonel Araştırma: Değişkenler Arasındaki İlişkiyi Aramak Tanımlayıcı araştırmanın öncelikle durağan resim sağlamak için dizayn edilmiş haline karşın korelasyonel araştırma, ilgili iki veya daha fazla değişkenin ölçümü ve bu değişkenler arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi üzerine kurulmuştur. Örneğin, boy ve ağırlık birbiriyle korelasyon halinde değişikliklerdir. Çünkü uzun olan insanlar genellikle kısa olanlara göre daha ağırdır. İki değişkenli korelasyon çalışmasından elde edilen verilerin organize edilmesinin bir yolu dağılım planı adı verilen grafikleri kullanmaktır Bu grafik iki değişken arasındaki ilişkiyi görsel bir şekilde sunar… Dağılım planı üzerindeki değişkenlerin arasındaki ilişki, düz bir çizgi ile yaklaşık olarak belirlenebilir. Buna lineer (doğrusal) ilişki denir. Ancak değişkenler arası ilişki düz bir çizgi ile tanımlanamıyorsa bu da doğrusal olmayan ilişki olarak ifade edilir. Değişkenler arasındaki ilişkinin gücünü tespit etmeye yarayan en bilinen istatistiki ölçü, r harfiyle ifade edilen Pearson korelasyon katsayısıdır ki bu değer 100 ile -100 arasında değerler alır. Artı değer, pozitif doğrusal ilşkiyi, eksi değer ise negatif doğrusal ilişkiyi ifade eder. İkiden fazla değer üzerinde de çalışma yapmak mümkündür. Buna da çoklu regresyon adı verilir Çoklu regresyon, değişkenler arasındaki korelasyon katsayılarını temel alan bir istatistik tekniğidir. Korelasyonel araştırmadaki en önemli kısıt, ölçülen değişkenler arasındaki nedensel ilişkiler ile ilgili sonuç çıkarılamamasıdır. Örneğin, şiddeti seyretmenin çocuklarda saldırganlığı arttırdığı hipoteziyle yola çıkan bir araştırmacıyı ele alalım. 4. Sınıftaki bir çocuğun haftada kaç kez şiddet dolu televizyon filmleri seyrettiğini ve okuldaki nasıl saldırgan davranışlar sergilediğiyle ilgili bu araştırma sonucunda elde dilen data, bu 36
iki değişken arasında pozitif bir ilişki varmış gibi gösterebilir. Ancak farklı olasılıklar da vardır; Örneğin okulda yaşadığı ya da gördüğü saldırganlık televizyonda şiddet içerikli şeyler seyretmesine neden oluyor olabilir. Ya da hem okul hem de televizyon beraber hareket edip şiddeti körüklüyor olabilir ( üçüncü değişken ya da genel-nedensel değişken) Genel-nedensel değişken (üçüncü değişken) , araştırma hipotezinin bir parçası olmayıp hem tahmin edicinin hem de değişkenin nedeni olarak aralarında korelasyon yaratan bir değişkendir. Korelasyonel araştırmadaki genel-nedensel değişkenler “gizemli” olarak düşünülür çünkü ölçülemezler ve varlıkları , kimlikleri genellikle bilinemez.
Deneysel Araştırma: Davranışların Sebeplerini Anlamak Deneysel araştırma modelinin amacı, araştırma hipotezi değişkenleri ile korelasyon model değişkenleri arasındaki nedensel ilişkiler hakkında daha kesin sonuçları elde etmektir. Deneysel araştırmada değişkenler, bağımlı ve bağımsız değişkenler olarak ifade edilir. Bağımsız değişken araştırmacı tarafında yaratılan neden değişkendir.. Bağımlı değişken ise deneysel manipülasyondan etkilenmesi beklenen ölçülen değişkendir. Araştırma hipotezi, bağımsız değişken ya da değişkenlerin ölçülen bağımlı değişkenlerde değişikliğe neden olduğunu ifade etmektedir. Nedenselliği belirleme avantajına rağmen, deneylerin de bazı sınırlamaları vardır. Bunlardan bir tanesi, deneylerin insanların günlük yaşamlarından çok laboratuvar ortamlarında yürütülmesidir. Bu yüzden laboratuvarda elde ettiğimiz sonuçların günlük hayatta geçerlilik kazanıp kazanamayacağını bilemeyiz. İkinci sınır ya da kısıt ise en ilginç ve en önemli sosyal değişkenlerin deneysel olarak manipüle edilememesidir. Örneğin mobbingin davranış üzerindeki etkisi üzerine bir çalışma yapmak istediğimizde bunu deneysel 37
olarak incelememiz pek mümkün değildir ve korelasyonel model kullanmak şart olur.
ANAHTAR BİLGİLER -Tanımlayıcı, korelasyonel ve deneysel araştırma modelleri veriyi toplamaya ve analiz etmeye yarar. -Tanımlayıcı model, vaka çalışmaları, anketler ve doğal gözlemlerden oluşur. Tanımlayıcı araştırma, tanımlayıcı istatistikleri kullanarak özet bilgi verir. Tanımlayıcı araştırma, bireylerin mevcut düşünce, duygu ve davranışlarının anlık görüntülerini oluşturmak tasarlanmıştır. - Korelasyonel araştırma, ilgili iki veya daha fazla değişkenin ölçümü ve be değişkenler arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi üzerine kurulmuştur. Değişkenler dağılım planı olarak bilinen grafikte görsel olarak ifade edilebilirler. Pearson katsayısı iki değişken arasındaki lineer ilişkinin gücünü gösteren bir ölçüdür -Genel-nedensel değişkenler, korelayonel modelde hem tahmin edicinim hem de sonucun nedeni olarak sahte ilişkiler üretebilirler. Genel-nedensel değişken olasılığı korelasyonel araştırma modelinden sonuç çıkarmayı imkansız kılar. -Deneysel araştırma, bağımsız değişkenin manipülasyonunu ve bağımlı değişkenin ölçümünü kapsar.
2.1 Psikolojik Araştırmanın Bilgilendirdiği Tüketici Olabilirsiniz. İyi araştırma geçerli araştırmadır. Eğer araştırma geçerliyse araştırmacı tarafından elden sonuçlar da meşru olacaktır. Ancak bunun yanında araştırmanın geçerliliğini etkileyecek birçok da tehdit vardır. Bu tehditler bazen güvenilmez sonuçlarla karşılaşmamıza neden olurlar. Araştırmanın Geçerliliğini Tehdit Eden Unsurlar -Yapı geçerliliğine tehditler: Ölçülen değişkenlerin ilgili kavramsal değişkenleri ölçtüğü iddia edilse de aslında böyle olmayabilir.
38
-İstatistiksel sonuç geçerliliğine tehditler :İstatiksel testlerin yanlış yapılmasından ve ya yorumlanmasından dolayı araştırma ile ilgili sonuçlar doğru olmayabilir. -Dahili (iç) geçerliliğe tehditler: Bağımsız değişkenin bağımlı değişkene neden olduğu iddia edilse de bağımlı değişken aslında karıştırıcı değişkenin eseri olabilir. -Dış geçerliliğe tehditler: Her ne kadar sonuçların genel olduğu iddia edilse de , gözlenen etkiler sadece belli koşulların altında veya belli gruplar için bulunmuş olabilir. Belli başlı bu tehditlerin yanı sıra , araştırmacı yanlılığı gibi bir sorun daha vardır. Bundan kurtulmak için araştırmacılar, araştırmalarını duruma kör olarak yürütürler(blind to condition). Yani araştırmacı araştırma hipotezini bilmesine rağmen , katılımcılara hangi koşullar atandığını bilmez. Böylece yanlı fikirlerin oluşması engellenmiş olur., Son zamanlarda birçok psikolog, farklı kültürlerden gelen insanlar arasında çoğaltılan hipotezleri test etmeyle ilgilenir olmuşlardır. Örneğin bir araştırmacı , şiddet içeren video oyunlarının saldırganlık etkisinin hem Japon hem de Amerikalı çocuklarda aynı olup olmadığını her iki milletten okul çocuklarına şiddet içeren ve içermeyen filmler göstererek öğrenebilir. Eğer sonuçlar iki kültür için de aynıysa araştırmacılar sonuçları genelleyebilirler ama sonuçlar farklıysa etkinin sınırlı durumunu öğrenirler. (çapraz-kültürel çoğaltım) Bilim insanları araştırma bulgularını çoğaltmak için meta-analiz denen bir yöntem kullanırlar. Meta-analiz mevcut çalışmaların sonuçlarını kullanarak bu çalışmalar hakkındaki sonuçlara entegrasyon sağlar ve sonuçlar çıkarır. Meta-analiz araştırma bulgularını gözden geçirmek için nesnel bir gözlem sağlar. Çünkü; 1-Analizin hangi çalışmaları kapsayıp kapsamayacağını belirten kriteri belirler. 2- Dahil edilme kriterini ,tüm çalışmaları için, sistematik olarak arar. 3-Gözlenen ilişkinin gücünü ölçmek için objektif ölçüm sağlar. Günlük Hayatta Psikoloji: Web sitelerinin Geçerliliğinin Değerlendirilmesi Bilimsel dergilerde yayınlanmış araştırmaların geçerliliği, diğer bilim adamları tarafından görüldüğü ve değerlendirildiği için oldukça yüksektir. Makaleler, 39
geçerlilik için altın standarttır. Ama bazen dergi haricinde başka kaynaklardan da bilgi edinmek isteyebilirsiniz. İnternet bu konuda koskocaman bir bilgi kaynağıdır. Google taramasıyla yüzbinlerce başlığa ve konuya ulaşabilirsiniz. Ancak burada konu bilgi bolluğundan ziyade elde edilen bilginin geçerliliği ve doğruluğudur. Bunun için bilginin ampirik bir çalışma mı yoksa fikre dayalı bir teori olduğunu yani geçerli yoksa geçersiz mi olduğunu tespit etmemiz gerekir. Yapılacak birkaç şey vardır; -Bilgi nereden gelmektedir.( Domain .com(iş), .gov(hükümet) yoksa org.(kar amacı gütmeyen organizasyon) girişli midir?) -Bilgi çeşitli gözlem kaynaklarının bir özeti midir? Bu kaynaklar eğitim kurumları, bilimsel dergiler, hükümet kuruluşları mıdır? -Bilgi olabildiğince tarafsız olarak yorumlanan gözlemlerden mi elde edilmiştir yoksa sadece belli bir tarafı temsil eder niteliktedir? Tüm bu yol göstericilerin yanında Amerikan Psikoloji Birliği veya Amerikan Psikoloji Topluluğu gibi profesyonel organizasyonların verdiği bilgileri takip etmek yararlı olacaktır.
ANAHTAR BİLGİLER -Araştırma,araştırmacı tarafından çizilen sonuçlar meşru olduğunda geçerli olur. -Araştırmayı okuyan ve yorumlayan insanların farkında olması gereken geçerlilik türleri şunlardır? Yapı geçerliliği, istatistiksel sonuç geçerliliği, iç geçerlilik ve dış geçerlilik. -Yapı geçerliliği , ölçülen değişkenlerin kavramsal değişkenleri yeterince ölçtüğünün güvencesidir - İstatiksel sonuç geçerliliği, istatistiksel anlamlar hakkındaki çıkarımların uygunluğunun güvencesidir. -İç güvenlik, bağımsız değişkenin bağımlı değişkene neden olduğunun güvencesidir.
40
- Dış geçerlilik, etki farklı manipülasyonlar, ölçümler ve nüfuslar arasında çoğaltılabildiğinde daha büyük olur. Bilim adamları araştırmanın dış geçerliliğini anlamak için meta-analiz kullanırlar.
Bölüm Özeti Psikologlar, insan yaşamının kalitesini arttırmak için hem hayvan hem de insan davranışları üzerine çalışırlar. Psikolojik araştırmalar, hem temel içerikli hem de uygulamalı olabilir. Bilimsel çalışmalar ilk olarak bilim dergilerinde yayınlanır. Böylece diğer bilim adamları bu çalışmaları eleştirebilir , değerlendirebilir ve geliştirebilir. Bilim adamları tarafından kullanılan metotlar uzun yıllar boyunca geliştirilmiştir ve toplanan, paylaşılan bilgi yoluyla genel bir çerçeve sunarlar. Bilimsel metot, bilim adamlarının araştırma için kullandığı varsayım, kural ve prosedürler kümesidir. Bilimsel bulgular, yeni tahminler yapmak ve özetleyici bilgi için kullanılan teoriler tarafından organize edilir. Araştırma için hayvan ve insanların kullanılmasının etik olup olmadığı kararı, Kurumsal Gözden Geçirme Kurulu’nun hazırlamış olduğu kuralları temel alarak belirlenmiş olan etik kodlara göre belirlenir. Tanımlayıcı araştırma, işlerin mevcut durumu ile ilgili anlık bir görüntü sağlamak için tasarlanmıştır. Korelasyonel araştırma iki veya daha fazla değişken arasındaki ilişkiyi değerlendirir. Deneysel araştırmanın amacı, bağımsız değişken üzerinde bir veya iki deneysel manipülasyonun nedensel etkisini değerlendirmektir. Yapı geçerliliğine tehditler, kavramsal değişkenlerin ölçümüne ait potansiyel yanlışlıkları içerir. İstatistiksel sonuç geçerliliğine tehditler, değişkenler arasındaki istatistiksel testlerin potansiyel yanlışlıkları içerir.
41
İç geçerliliğe dair tehditler, bağımlı değişken üzerindeki bağımsız değişkenin nedensel rolüne dair öngörülerde olabilecek yanlışlıkları içerir. Dış geçerliliğe dair tehditler, gözlenen bulguların genelleştirilmesiyle ilgili olabilecek yanlışlığı içerir. Bilgilendirilmiş farkındadırlar.
tüketiciler
araştırmanın
gücü
kadar
sınırlarının
da
BÖLÜM 3
BEYİN, VÜCUT VE DAVRANIŞ Her davranış biyoloji ile başlar. Davranışlarımız, beyin, sinir, kas ve bezlerin faaliyetleri yoluyla üretilir ve ortaya çıkar. Bu bölümde beynin yapısını, psikologların beyin üzerindeki çalışırken kullandığı metotları ve beynin nasıl çalıştığını anlamaya çalışacağız. Vücut, sinir sistemi denen bilgi otobanı ile kontrol edilir. Sinir sistemi, beyne ve vücudun kalan bölümüne mesaj gönderen özel ve birbirleriyle bağlantılı yüz milyarlarca hücrenin birlikteliğinden oluşur. Sinir sistemi ,merkezi sinir sistemi(beyin ve omurilikten oluşur) ile periferal sinir sisteminden (merkezi sinir sistemini deriye, kaslara ve bezlere bağlayan nöronlar) oluşur. Davranışlarımız büyük oranda endokrin sistemden ( bezlerden oluşan kimyasal düzenleyici) etkilenir.
hormon salgılayan
Nöron Sinir Sisteminin Yapı Taşıdır. Sinir sistemi nöron diye bilinen yüz milyardan fazla hücreden oluşur. Nöron, sinir sistemi içerisinde bilgi alan ve ileten bir hücredir. Nöronlar belli başlı bölgelerden oluşur. Hücre bedeni(soma) Dendrit(diğer hücrelerden gelen mesajları alır) Akson(mesajları hücreden vücuda, nöronlara, kaslara veya bezlere yayar) 42
Myelin kılıfı( nöron aksonlarını saran ve elektrik sinyalleri hem yalıtan hem de daha fazla hızlandıran bir katman) Terminal düğme( diğer hücrelerle kesişme noktaları yaratır) Sinir sistemi, elektrokimyasal bir işlem kullanarak çalışır. Elektrik, nöronun kendisi aracılığıyla hareket eder ve kimyasallar , nöronlar arasında bilgi iletimi için kullanılır.
Nöroileticiler (Nörotransmitter): Vücudun Kimyasal Mesajcıları Sinir sinyalleri, sadece nöronun içindeki elektrikle değil nöronlar arasındaki kimyasal iletimle de seyahat ederler. Nöronlar ,sinaps denen kesişim alanlarıyla ayrılırlar. Bu alanlar nörona ait bitim noktasındaki terminal düğmelerde yer alırlar fakat diğerlerinin dendritlerine dokunmazlar. Sinapslar komşu hücrelerdeki birçok dendritle birlikte her bir aksonun iletişimine izin vermek gibi önemli bir işlev sağlarlar. Potansiyel aksiyondan elektriksel bir etki, aksonun sonuna ulaştığında, bu etki nöroileticileri sinapsin içine salmak için terminal düğmeleri uyarır. Nöroiletici, nöronlar arasında ve sinapslar boyunca sinyal ileten bir kimyasaldır. Nöroileticiler, alıcı nöronlar üzerindeki reseptörler tarafından kabul edildiğinde etkileri uyarıcı ya da kısıtlayıcı olabilir. Daha derin bakacak olursak, alıcı nöron birden fazla nöroileticiyi kabul ederse her biri uyarıcı ve kısıtlayıcı tarafından etkilenecektir. Reseptör alanları tarafından kabul edilmeyen nöroileticiler, nöronun bir sonraki olası uyarısına yer açmak için sinapstan çıkarılmalıdırlar. Vücutta üretilen ve nöroiletici olarak adlandırılan yüzden fazla kimyasal, duygu, idrak ve davranış üzerinde derin bir etkiye sahiptir.
Ana Nöroileticiler ve Fonksiyonları Acetikolin: Kas kasılmalarını uyarmak için omurilik ve motor nöronlarda kullanılan nöroiletici. Alzheimer, asetikolin hacmindeki yetersizlikle bağlantıldır.
43
Dopamine: Dopamin beynin ödül sistemi tarafından serbest bırakıldığında zevk duyguları üretir. Şizofreni dopamin artışı, Parkinson ise dopamin azlığı ile bağlantılıdır. Endorfin: Kuvvetli egzersiz ve orgazm gibi davranışlara tepki olarak ortaya çıkar. Endorfinler doğal ağrı kesicilerdir. GABA(gamma-aminobutric asit): Beyindeki ana kısıtlayıcı nöroileticidir. GABA eksikliği titreme ve nöbet gibi istemsiz motor eylemlere neden olabilir. Düşük değerlerdeki GABA anksiyete üretebilir. Glutamat: Beyin sinaplarının yüzde doksanında salınan en bilinen nöroileticidir. Fazla glutamat aşırı uyarılma, migren ve nöbetlere sebep olabilir. Serotonin: Ruh hali, uyku, iştah ve saldırganlık gibi birçok fonksiyonla ilgilidir. Düşük değerlerdeki serotonin depresyona sebebiyet verebilir.
ANAHTAR BİLGİLER -Merkezi sinir sistemi, beyin ve omuriliği oluşturan nöronlar topluluğudur. -Periferal sinir sistemi, deri, kas ve bezlerle merkezi sinir sistemi arasında bağlantı kuran nöronlar topluluğudur. -Nöronlar, sinir sisteminden bulunan ve bilgi ileten özel hücrelerdir. Nöronlar, soma, dendrit ve aksonları içinde barındırır. - Bazı aksonlar myelin zarı diye bilinen yağlı bir katman ile kaplıdır ki bu zar, hem kısıtlamaya hem de elektriksel sinyallerin daha hızlı iletimine izin verir. - Dendrit, nöronlar dan gelen bilgileri alıp somaya elektriksel uyarımlar gönderen ağaç dalları benzeri bir uzantıdır. -Akson, somadan terminal düğmelere bilgi aktaran uzun bir liftir. - Nöroiletici, nöronlar arasında ve sinapslar boyunca sinyal ileten bir kimyasaldır -Birçok nöroiletici idrak, bellek ve davranışı etkilemek için beraber faaliyet gösterirler.
44
-Agonistler nöroileticileri taklit eden ilaçlardır. Böylece nöroileticilerin etkilerini bloke edebilirler.
3.2 Beynimiz Duygularımızı, Düşüncelerimizi ve Davranışlarımızı Kontrol Eder Beynin en içteki yapıları- omuriliğe en yakın bölümler- beynin en eski bölümleridir ve uzak atalarımız için yaptıkları gibi aynı fonksiyonları üretirler. “Eski beyin”, nefes alma, hareket etme, beslenme ve duygularımızdan tecrübe yaratma gibi temel hayatta kalma işlevlerini düzenlerler. İnsanları da içine alacak şekilde memeliler ileri derecede işlev veren beyin katmanları geliştirmişlerdir ki bunlar daha iyi bellek, daha sofistike sosyal ilişkiler ve duygu tecrübe etme kabiliyetleridir. Beynin Ana Bölümleri Omurilik, medulla, serebellum, okipidal lop,parietal lop,corpus callosum, ön lop, thalamus, hipofiz bezi,pon
Hayatta Kalmak için Tasarlanmış Eski Beyin Beyin sapı , beynin en eski ve en içteki bölgesidir ve nefes alma, dikkat ve motor tepkiler gibi temel hayat fonksiyonlarını kontrol etmek için tasarlanmıştır. Beyin sapı omuriliğin kafatası ulaştığı yerden başlar ve kalp atışını, nefesini kontrol eden beyin alanını yani medullayı oluşturur. Medullanın üstündeki küresel şekil pon olarak adlandırılır. Pon, beyin sapında bir yapı olup vücudun hareketini ve dengesini kontrole yardım eder. Beyin sapının üstünden eski beyin bölgeleri vardır. Bu bölgeler davranış ve duygu işleyişinde yer alır. Thalamus, beyin sapının üstünde yumurta şeklinde bir yapıdır omurilikten gelen uyarıcı bilgileri süzer. Thalamus ayrıca yüksek beyinden gelen bazı cevapları alır , medulla ve serebelluma sevk eder. Thalamus uyku için de önemlidir çünkü duyulardan gelen sinyalleri kapatıp dinlenmemize izin verir. Cerebellum hasarı olan insanlar yürümekte, dengelerini sağlamakta ve ellerini sabit tutmakta zorlanırlar. Alkol tüketmek cerebellumu etkilediği için içen insanlar bir çizgi üzerinde yürümekte zorlanırlar. Cerebellum, duygusal tepkilere
45
katkıda bulunur. Öğrenmede önemli bir yer işgal eden farklı sesler ve dokular arasında ayırıma yardımcı olur. Limbik sistem, beyin sapı ile iki cerebral yarı kürenin arasına yerleşmiş bir beyin alanı olup duyguları ve belleği yönetir ve üç bölümden oluşur. Bunlar; -Amigdala( algılamaların yanı sıra saldırganlık ve korkuya verilen reaksiyonları düzenlemekten sorumlu elmas şekilli kümelerden oluşur) -Hipotalamus( hipofiz bezi yoluyla sinir sistemini endokrin sisteme bağlama görevini üstlenen küçük alanları kapsayan beyin yapısıdır) -Hipocampus( uzun dönemli bellekte bilgi depolama için tasarlanmıştır. Eğer zarar görürse, kişi yeni hafıza yapılandıramayacağı için garip ve uzak bir dünyada yaşıyormuş gibi görünür).
Serebral Korteks Bilinci ve Düşünmeyi Oluşturur. Bütün hayvanlar hayatta kalmalarını sağlayacak yetenekleri geliştirerek çevrelerine uyum sağlarlar. Kiminin koruyucu kabukları vardır, kimi hızlı koşar ve kimi çok iyi duyar. İnsanların bu tip özellikleri yoktur ama çok büyük bir avantajları vardır. Çok akıllıdırlar. Hayvanların beyin boyutları insanlardan daha fazladır ama zekayı açıklayan şey beynin ağırlığı ya da büyüklüğü değildir. Bu konuda insanları hayvanlardan ayıran şey serebral korteksin büyüklüğüdür. Beynin dışını kaplayan kabuk benzeri bu katman,bize, dili kullanmak, karışık beceriler kazanmak ve sosyal gruplar halinde yaşamayı sağlamak ve çeşitli araçlar oluşturmak gibi farklılıklar sağlar. Korteks, 20 milyardan fazla sinir hücresini ve 300 trilyon sinaptik bağlantıyı içinde barındırır. Serebral korteks iki yarıküreye ayrılır. Her yarı küre de dört loba bölünür. Her lop ise fissür denen katlarla birbirinden ayırılır. Eğer kortekse beynin önünden arkaya doğru bakmaya başlarsak önce ön lobu (düşünme,planlama,bellek ve yargıdan sorumlu) sonra parietal lobu(dokunarak elde edilen bilgiyi işlemekten sorumlu) ardından occipital lobu (görsel bilgiyi işler) ve en arkada ise temporal lobu( duymak ve dili kullanmaktan sorumlu) görürüz.
46
Korteksin Fonksiyonları Alman fizikçi Gustav Fritch ve Eduard Hitzig, köpekle yaptıkları bir deneyde hayvanın korteksine hafif elektrik uyarıcıları uygulamışlardır. Bu çalışma sonucunda beklenmedik bir sonuç elde etmişlerdir. Sonuca göre: beynin sağ tarafına yapılan bir uyarı sol tarafta bir harekete sebep olmakta Sola yapılan bir müdahale ise sağ tarafı etkilemektedir. Beynin yapısıyla ilgili bilgi veren bu buluş karşı kontrol kontrolü olarak bilinir. Bu iki bilim adamı ayrıca, omuriliğe ve serebelluma sinyaller göndererek hareketleri düzenleyen ve kontrol eden motor korteksi de keşfetmişlerdir. Korteksin diğer alanları diğer duyu bilgilerini işlemektedir. Görsel korteks, occipitial loba içinde yerleşmiş olarak (beynin en arkası) görsel bilgi sağlar. Eğer görsel korteksi uyarırsanız renk ve ışık çakmaları görürsünüz. Temporal lop ise her yarıkürenin altına yerleşmiş olup duymak ve dili kullanmaktan sorumludur.
Beyin Esnektir: Nöroplastisite Hareket , görsellik veya duymak gibi bazı özel beden fonksiyonlarının kontrolü korteksin belli bölgelerinde faaliyet gösterir ve eğer bu bölgeler zarar görürse bu yetenekleri kaybetme riskiyle karşı karşıya kalınır. Ancak buradan beynin tamamıyla katı bir yapıya sahip olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Beyin nöronları, tekrar organize olma, organizmanın yeni ihtiyaçlarına göre kapasitelerini arttırma ve hasarı onarma gibi kayda değer özelliklere sahiptir. İşte nöroplastisite, beynin, yukarıda belirtildiği gibi tecrübeye ya da hasara göre yapısını ve işlevini değiştirme kabiliyetidir. Beynimiz çocukken daha plastiktir çünkü çevreden öğrendiğimiz birçok şey çocukluk dönemine aittir. Bunun yanında , nöroplastisite , çocukluk dönemi kadar olmasa da yetişkinlik döneminde de çalışmaya devam eder. Plastisite, motor ve duyu korteksleriyle ilgili bir vücut ya da beyin hasarı olduğunda da gözlemlenebilir. Örneğin sol yarıküredeki bir tümör beynin dil öğrenme kısmını sekteye uğrattığında sağ yarıküre konuşma yeteneğini kurtarmak için devreye girer. Yeni bir çalışma(ispat), nöronlar kendilerini deri yada kan damarları gibi yenileyemeseler veya onaramasalar bile beynin nörogenesis (yeni nöronlar oluşturma)ile ilişki içinde olduğunu göstermektedir. Bu yeni nöronlar beynin 47
diplerinde yer almakta ve diğer nöronlarla ilişki kurabilecekleri alanlara göç etmektedirler.
ARAŞTIRMA: Bölünmüş Beyin Hastalarını Kullanarak Sağ ve Sol Yarıkürelerin Özel Fonksiyonlarını Tanımlamak Daha önce beynin sağ ve sol yarıkürelerinin vücudun ters taraflarındaki duyuları ve motor hareketleri etkilediğini görmüştük. Bu tespitten hareketle beynin sağ ve sol yarıkürelerinin farklı işlevler sergileyecek şekilde görevlendirebileceği fikri üzerine Gazaniga, Bogen ve Sperry ciddi nöbetlerden kurtulmak için ameliyata katlanmak zorunda kalan bir hasta üzerinde çalıştılar. Bu ameliyat sırasında beynin iki yarısını birbirine bağlayan ve yarıküreler arasından iletişim sağlayan thecorpus callosum zarar görür. Sonuç olarak hasta iki ayrı beyni olan biri haline gelir. İki yarı küre ayrıldığı için her biri kendi fikirlerini, duyularını, kavramlarını ve motivasyonlarını yaratır. Bu araştırmada araştırmacılar, sadece sağ ve sadece sol yarıkürelere nesneler ve yazılı pasajlar göstererek tepki ölçümlemek istediler. Araştırmacılar, hastanın baktığı yerin soluna bir saniyeliğine geometrik resimli bir şekil koyup ışıklandırdılar. Bunu yaparak resmin görselliğinin sadece sağ yarı kürede tecrübe edildiğinden emin oldular. Çünkü iki yarıküre ayrılmıştı. Gazaniga ve meslektaşları, hastanın kendine gösterilen şekiller arasından nesneyi alması istendiğinde bunu sağ eliyle yapabildiğini ama bu işlem nesne sağ görsel alandan gösterildiğinde bunu yapamadığını fark ettiler. Diğer yandan hasta, sağ görsel alandan gösterilen bir metni kolayca okuyabilirken bu metin sol taraftan gösterildiğinde okuyamadı. Bilgi görsel sahamızın solundan gösterildiğinde bu beynimizin sağ yarı küresini, sağdan gösterildiğinde ise sol yarıküresini etkiler. Ancak bölünmüş beyin hastalarında corpus collosum bilginin yarıküreler arasında transferine izin vermez.
ANAHTAR BİLGİLER - Eski beyin, nefes alma, hareket etme, dinlenme, beslenme, duygular ve bellek gibi temel hayatta kalma fonksiyonlarını içerir. - Serebral korteks, milyarca nörondan oluşmuş olup iki yarıküreye ve dört loba bölünmüştür.
48
- Ön lop, düşünme,planlama,bellek ve yargıdan sorumludur. Parietal lobu dokunarak elde edilen bilgiyi işlemekten sorumludur. Temporal lop duymak ve dili kullanmaktan sorumludur. Occipital lobu görsel bilgiyi işler. Korteksin diğer alanları bilginin entegrasyonundan sorumlu birleşme alanları olarak hareket eder. - Beynin, tecrübe değişikliğinde ve zarar halinde değime sürecine plastisite denir. Beyin nörogenesis yoluyla yeni nöronlar oluşturabilir. - Motor korteks istemli hareketleri kontrol eder. - Duyusal korteks bedensel uyarıları alır ve işler. - Sol serebral yarıküre bir çok insanda öncelikle dilden ve konuşmadan sorumluyken sağ yarıküre algısal beceri, görsellik, yüzleri ve melodileri tanıma gibi konular üzerinde yoğunlaşmıştır. -İki yarıküreyi bağlayan corpus callosumun zara görmesi, bir insanda çalışan iki ayrı akıl etkisiyle bölünmüş beyin hastası yaratır.(split-brain patient) - Bölünmüş beyin hastaları ile lateralizasyonu için kullanılmıştır.
yapılan
araştırmaklar
beyin
-Nöroplastisite, beynin tecrübe veya hasara göre değişim göstermesini sağlar.
3.3 Psikologlar Beyin Üzerinde Farklı Metotlar Uygulayarak Çalışırlar Beyni anlamada karşılaşılan bir problem de içinde neler olup bittiğini görememektir. Fakat bilim adamlarının beyni aksiyon halindeyken görmesine izin veren birçok ampirik metot vardır ve son yıllarda artan yeni beyin görüntüleme teknikleri ile olasılıklar belirgin şekilde artmıştır. Ama belki de beyni görüntülemek ve anlamak için kullanılan en iyi yöntem kadavralar üzerinde çalışmaktadır. Albert Einstein 1955 yılında öldüğünde beyni sonraki yıllardaki çalışmalar için saklanmıştır, Araştırmacı Marian Diamond, Einstein'ın beyninin korteks bölümünü incelemiştir. Diamond, beyindeki glia hücrelerinin nöronlara olan oranının zekayı belirlemedeki etkin rolüyle ilgilenen bir araştırmacıydı. Bu konudaki hipotezini desteklemek için Einstein'in beynindeki glia hücrelerini daha önceden saklanmış 11 sıradan adamın beyni ile karşılaştırdı. Ancak Diomand, araştırma hipotezinim sadece bir kısmı için destek bulabildi. Diamond, Einstein’ın beyninde, çalıştığı alanlar dahilinde kontrol grubuna göre daha fazla 49
glia hücresi bulmasına rağmen, bu fark çalıştığı alanların sadece birindeki istatistiksel değere dayanıyordu. Diamond araştırmasıyla ilgili kısıtını "11 sıradan adamla karşılaştırılacak sadece bir Einstein'ım" var diyerek itiraf etmiştir.
Lezyonlar neyin yanlış olduğu ile ilgili resim verir.. Kadavra yaklaşımının avantajı beyin üzerinde tam anlamıyla çalışma imkanı vermesiyse de beynin artık aktif olmaması en net dezavantajdır. Ancak yine de canlı beyinler üzerinde çalışabiliriz. Beyin, tümör, felç, kaza ve/veya düşme gibi sebeplerle zarar görebilir. Bu hasarlara lezyon denir. Lezyonlar, bilim adamlarına oluşabilecek beyin fonksiyonları kayıplarını gözlemleme şansı verir. Örneğin, bir felç vakasında oluşabilecek bir kan pıhtısı beyni oksijenden mahrum bırakarak o bölgedeki nöronları öldürebilir ve bilginin işlenmesini engelleyebilir. Bazı durumlarda ise felç, yetenek ve dil kullanma kaybına, konuşma zorluğuna sebebiyet verebilir. Manevi(ahlaki) muhakeme yeteneklerimizin ön lopta yerleşmiş olduğunun bilinmesinin sebebi,lezyonlar üzerine yapılan çalışmalardır. Bunlardan en bilineni,25 yaşındaki demiryolu işçisiPhineas Gage, ile ilgili olandır. Bir patlama sonucu demir bir çubuk Gage'in göğsünden girip kafatasından çıkmış, uzun müddet geçtikten sonra yaralar iyileşmiştir. Ancak ön lobu zarar gören Gage iyileşip işine döndüğünde artık aynı sakin ve iyi huylu insan değildir. Kabadır, saldırgandır, iticidir ve yalancıdır. Bu vaka, ön lobun duygu ve ahlak( maneviyat) ilgili olduğuna dair ilk örneklerden biridir.
Beyindeki Elektriksel Aktiviteyi Kaydetmek Lezyon yaklaşımlarına ek olarak , beyin hakkında bilgi nöronların ateşlenmesiyle oluşan elektriksel aktivite ile ilgili çalışmalar yaparak da belirlenebilir. Yaklaşımlardan biri öncelikle hayvanlarla yapılan araştırmalardır ki bu araştırmalarda , belli nöronların verdikleri tepkiler üzerine çalışmak için beyne dedektörler yerleştirilir. Bu teknikleri kullanan araştırmalar özellik nöronları denen özel nöronlar bulurlar ki bunlar görsel korteksteki hareketleri ortaya çıkarır. Daha az invasiv(saldırgan) bir yaklaşım ise elektroensefalogrofiidir (EEG). EEG, katılımcının başının etrafına yerleştirilmiş elektrotlar vasıtasıyla beyindeki nöronlar tarafından üretilen elektriksel aktivitelerin kaydedilme tekniğidir. EEG, uyurken, uyanıkken veya anestezi altındayken beyin dalgalarını ölçtüğü gibi okurken,yazarken veya konuşurken oluşan dalgaları takip ederek beyin anomalilerinin izlerini sürebilir. 50
Beynin İçine Bakmak: Beyin Görüntüleme EEG, beynin içindeki elektriksel aktivitelerin genel durumu ile ilgili bilgi sağlayabilir ve araştırmacıya gerçek zamanlı olarak oluşan değişiklikleri görme şansını verir. Ancak EEG, beynin yapısıyla ilgili çok net bir resim vermez. Ancak bunu yapabilecek teknikler vardır. Bunlardan biri ,işlevsel manyetik rezonans görüntüleme(FMRI) denen her beyin alanındaki beyin aktivitesinin görüntülerini oluşturmak için manyetik alan kullanan beyin tarama türüdür. Hasta kuvvetli bir mıknatıs etkisi gösteren silindirik bir yapının içine yatırılır ve beynin her bölgesindeki kan akımı miktarı tespit edilir. Buna nöral aktivite denir. Katılımcıya tarayıcının içindeyken bazı görevler verilir (oyun oynamak gibi) ve beynin hangi görevler için hangi bölümlerinin harekete geçtiği görüntülenir. Bu FMRI de EEG gibi daha az invazivtir(saldırgandır) Başka bir yöntem ise TMS yani transkranial manyetik stimülasyondur. Bu teknik, yaşayan insanların beynine, küçük bir alanı güvenle ve geçici alanı devreden çıkarmak hedefiyle, manyetik titreşim uygulanması işlemidir. TMS, düşüncelerin, duyguların ve davranışların beyin yapısı üzerindeki etkileri hakkında sonuç çıkarmak için araştırmacıya imkan sağlar.
ANAHTAR BİLGİ -Kadavralar üzerinde çalışmak beyin yapısı hakkında keşiflere izin verse de beyin artık aktif olmadığı için çalışmalar sınırlıdır. -Lezyon çalışmaları farklı beyin bölgelerindeki lezyonlar hakkında bilgi vericidir. - Elektrofizyolojik kayıt tekniği beyin aktivitelerini ölçmek için hayvanlarda kullanılabilir. - Elektroensefalografi (EEG) gibi beyinde elektriksel aktiviteleri ölçen teknikler beyin dalgalarını değerlendirmek için kullanılır. -Fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (FMRI), aktiviteler sırasında beyindeki kan akımlarını ölçer, nöronların aktiviteleri ve beyin bölgeleri faaliyetleri hakkında bilgi sağlar.
51
-Transkranial Manyetik Stimülasyon (TMS), yaşayan insanların beynine, küçük bir alanı güvenle ve geçici alanı devreden çıkarmak hedefiyle, manyetik titreşim uygulanması işlemidir.
Hepsini bir araya koymak: Sinir Sistemi ve Endokrin Sistem Bu bölümde, sinir ve endokrin sistemindeki kimyasal ve elektriksel süreçlerin ortak hareketleri yoluyla insan davranışlarının karmaşıklığının üstesinden gelinebileceğini göreceğiz. Davranışın Elektriksel Kontrolü: Sinir Sistemi Sinir sistemi, vücudun elektriksel bilgisinin otobanı gibidir ve ofnerves denen bilgileri taşımak için senkronize şekilde birbiriyle ilişki içinde olan nöron kümelerinden oluşur. Merkezi sinir sistemi(CNS), beyin ve omurilikten oluşan ve vücut fonksiyonlarının ana kontrolörüdür. CNS duyulardan gelen bilgileri yorumlar, uygun reaksiyonu düzenler ve tepkileri sisteme gönderir. Sinirler fonksiyonlarına göre farklılaşırlar. Duyu nöronu, duyu alıcılarından bilgiyi taşır ve kaslara, bezlere iletir. İnternöron, CNS’nin içinde yer alır ve nöronlar arasındaki iletişimden sorunludur. Omurilik,hücreleri destekleyen ve beyinden aşağı doğru uzanan ince, uzun tüp şeklindeki sinirler kümesidir. Refleks, uyarıcıya tepki olarak istemsiz ve hemen hemen anlık bir şekilde oluşan hareketlerdir. Refleksler, eğer uyarıcılar belli bir eşiği ulaşacak kadar kuvvetli olduğunda ve omurilikteki internöronlar ,mesajı motor nöronlar yoluyla beyne ulaştırdığında tetiklenir. Eğer CNS, vücudun komuta merkeziyse, PNS yani periferal sinir sistemi de ön cepheyi ifade eder.. Periferal sinir sistemi iki alt sisteme bölünür ve biri iç tepkileri diğer ise dış tepkileri kontrol eder. Otonomik sinir sistemi , kalp atışı, nefes alma, sindirim veya seksüel arzular gibi iç tepkileri yöneten periferal sinir sistemi bölümüdür. Somatik Sinir Sistemi ise iskelet kasları, deri veya duyu organı gibi dış tarafları kontrol eden periferal sinir sistemi bölümüdür. 52
Otonomik sinir sistemi de sempatik ve parasempatik sistem olarak alt bölümlere ayrılır. Sempatik sistem, strese tepki olarak endokrin sistemindeki bezleri ve organları harekete geçiren davranışların oluşturulmasında yer alır. Parasempatik Sistem ise sempatik sistem sebepli hareketlerden kurtulmak için vücudu, kalbi yavaşlatarak ve nefesi düzenleyerek sakinleştirme eğilimindedir. Günlük aktivitelerimiz, sempatik ve parasempatik sinir sistemi ilişkileri yoluyla kontrol edilir.
Vücut Kimyasalları Hareketleri Kontrol Etmeye Yardımcı Olur: Endokrin Sistem Sempatik ve parasempatik sistemlerin birincil işlevi, duygularımızı ve davranışlarımızı etkilemek için kimyasallar ortaya çıkararak endokrin sistemle etkileşim içinde olmaktır. Endokrin sistemdeki herhangi bir bez, hormon salgılamak için çalışan hücre gruplarından yapılmıştır. Hormon, vücut boyunca ilerleyerek duyguları ve davranışları düzenlemeye yardımcı olan kimyasaldır. Endokrin Sistemdeki Belli Başlı Bezler Hipofiz Bezi: Beynin yanında fasulye şeklinde bir bezdir ve vücudun gelişimini kontrolden sorumludur. Pankreas: Kandaki şeker oranını düzenler. Epifiz Bezi: Beynin ortasında yer alarak uyuma ve uyanıklık döngüsünü düzenlemeye yardımcı melatonin kimyasalını salgılar. Tiroid ve Paratiroid Bezleri: Vücudun enerjiyi ve hormonları ne derece hızlı kullandığını inceler ve kandaki, kemikteki kalsiyum miktarlarını kontrol eder. Adrenal Bezler: Vücuttaki tuz ve suyu düzenleyen hormonları üretir. Er Bezleri: En önemlisi seksüel gelişim, penisin büyümesi kasların güçlenip gelişmesi gibi bedensel değişikliklerle bağlantılı testosteron hormonu olan hormonlar gibi birçok hormonu salgılar. Yumurtalık (Dişi bezleri): Yumurta üretir , dişilik hormonları olan östorojen ve progesteron hormonlarını salgılar. 53
Bazı hormonlar ile davranışlar arasında ilişki arayan çalışmalar yapılmıştır. Ancak örneğin testosteron seviyeleriyle saldırgan davranışlar arasında gözlemlenen ilişki , çeşitli korelasyonlara rağmen testosteronun saldırganlığın sebebi olduğunu ispatlamaz.
ANAHTAR BİLGİLER -Vücut , homeostas oluşturmak için hem elektriksel hem de kimyasal sistemleri kullanır. -Merkezi Sinir Sistemi(CNS), PNS’den mesaj alan ve PNS’ye mesaj taşıyan sinir demetlerinden oluşur. -Periferal Sinir Sistemi, otonomik ve somatik sinir sistemlerinden oluşur. Otonomik sinir sistemi ise sempatik ve parasempatik sinir sistemlerine olarak iki alt gruba ayrılır. - Motor nöronlar, duyu nöronlar ve internöronlar gibi özel fonksiyonları olan özel sinirler vardır. -Omurilik, beyni , reflekslere hızlıca tepki vererek bypass edebilir. -Hipofiz bezi birçok bezi etkileyen ana bezdir. -Adrenal bezler ve hipofiz bezi , vücuttaki büyümeyi, stresi, seksüel fonksiyonları ve kimyasal dengeyi sağlayan hormonları üretir. -Adrenal bezler, efinefrin ve norefinefrin reaksiyonlardan sorumlu hormonları üretir..
gibi strese verdiğimiz
-Seks hormonları olan testosteron, östrojen ve progesteron farklılıklarda önemli rol oynar..
cinsel
3.5 Bölüm Özeti Bütün davranışlar, düşünceler ve duygular beynin, sinirlerin, kasların ve bezlerin aksiyonları ile üretilir. Vücut, merkezi ve periferal sinir sistemleriyle endokrin sistem tarafından kontrol edilir. Nöronlar, sinir sistemindeki hücrelerdir. 54
Sinir sitemi, elektrokimyasal süreci kullanarak çalışır. Nöronlar, sinaps denen kesişim alanlarıyla ayrılır. Beyin sapı, beynin en eski ve en içteki bölgesidir. Serebral korteks, 20 milyar hücreden ve 300 trilyon sinaptik bağlantıdan oluşur, iki yarıküreye bölünürken, yarıküreler de dört loba ayrılır. Ön lob öncelikle düşünme, planlama, bellek ve yargıdan sorumludur. Parietal lop, dokunarak elde edilen bilginin işlenmesinden sorumludur. Okipital lop görsel bilgiden, sorumludur.
temporal lop duymaktan ve dili kullanmaktan
Beyin nörogenesis denen yeni nöronlar üreterek nöral iletişim için yeni yollar bulur. Psikologlar lezyon yaklaşımları yanında EEG , FMRI ve TMS gibi görüntüleme teknikleri kullanarak beyin üzerinde çalışırlar. Duyu nöronları duyu reseptörlerinde bilgi taşırlarken , motor nöronlar kaslara ve bezlere bilgi iletirler. İnternöronlar, nöronlar arasındaki iletişimden sorumludur. Periferal Sinir Sistemi, iç tepkileri kontrol eden otonomik sinir sistemiyle, dış etkileri kontrol eden somatik sinir sisteminden oluşur. Otonomik sinir sistemi ise parasempatik( endokrin sistemdeki organ ve bezleri aktive ederek vücudu davranışa hazırlar) ve parasempatik bölümlerden(kalbi ve nefesi yavaşlatarak sakinleştirme) oluşur. Endokrin sistemdeki bezler; hipofiz bezi, pankreas, adrenal bezler, erkek ve dişi seks bezleridir.
BÖLÜM 4
Duyumsama ve Algılama Çevremizde olup bitenleri algılama ve yorumlama yeteneği bu uyarıcılara karşı uygun tepki vermemizi sağlar. Duyumsama ve algılama ,günlük hayat için çok 55
önemlidir çünkü psikologlar tarafından elde edilen bilgi birçok insana birçok şekilde yardım etmektedir. Bu bölümde altı duyu üzerinde durmaya çalışacağız; görme, duyma, koklama, dokunma, tat alma ve vücut pozisyonlarını izleme( propriosepsiyon). 4.1 Dünyamızı Duyu Yoluyla Deneyimleriz Duyu Eşikleri: Ne deneyimleyebiliriz? İnsanların etrafını saran kokuları, sesleri, tatları ve görüntüleri duyumsamamızı sağlayan güçlü duyu kapasitelerine sahibiz. Gözlerimiz ışıkları algılar, kulaklarımız sesleri ayırt eder, derimiz dokunmayı, soğuğu, sıcağı hissederken dilimiz tadı ve burnumuz ise kokuları tetkik eder. Duyularımız birçok yönden kayda değerdir. Gözlerimiz 30 mil ötedeki bir mum ışığını ve 300000'den fazla rengi ayırt edebilir. Ya da dilimiz 2 galon suyun içindeki erimiş bir çay kaşığı dolusu şekeri fark edebilir. Bu örnekler arttırıldıkça şaşkınlığın artması doğaldır.
Duyuyu Ölçmek Psikofizik ,psikolojinin bir dalı olup duyu algılamalarındaki fiziksel uyarıcıyı etkiler ve zihinsel durumlar üzerinde çalışır... Psikofizik,Alman German psikolog Gustav Fechner tarafından kurulmuştur. Fechner, uyarıcının gücü ile insanın uyarıcı algılama gücü arasında ilişki arayan ilk bilim insanıdır. Amaç insan duyusunun limitini anlamaktır. Bir psikofizik araştırmasından elde edilen verinin analizi iki ölçü yaratır. Bunlardan biri hassasiyettir ve bu ölçü, sinyalin var olup olmadığını algılama yeteneğini tetkik etmeyle ilgilidir. Diğer ölçü ise önyargılı tepkidir ki bu da hassasiyetten bağımsız olarak denemelere "evet" diyen bir davranış eğilimi içindedir. Eşiğin net değeri üzerine odaklanmamıza rağmen düşünmemiz gereken başka bir konu daha vardır. Bu da uyarıcılar arasındaki farkları değerlendirme kabiliyetine dair endişedir, Fark eşiği (ya da göze çarpan fark(JND)) , organizma tarafından zorlukla tespit edilebilen uyarıcı değişikliği ile ilgilidir. Alman psikolog Ernst Weber, göze çarpan fark (JND) ile ilgili şöyle bir tespit yapmıştır. Bu tespite göre farkları tespit etme kabiliyeti farkın boyutuna değil uyarıcıların boyutları ile ilgili ilişkilere bağlıdır. Örneğin, içinde çok az şeker olan bir kahveye bir çay kaşığı dolusu şeker 56
eklediğimizde farkı net olarak anlayabiliriz. Ama içine zaten beş kaşık şeker atılmış kahveye yeni eklenen şekeri fark etmek mümkün olmayacaktır. Bazı araştırma programları, bilinçaltı uyaranların yargımızı ve davranışlarımızı en azından kısa vadede etkilediğini tespit etmiştir. Fakat bilinçaltı uyaranların aldığımız ürünler üzerinde etkisinin olup olmadığı psikolojide hala tartışılan bir konudur. Eğer etki varsa bu reklamcılar için çok büyük bir avantajdır çünkü tüketiciler bilmeden etki altına girmektedirler. İnsanların hiçbir bilgi sahibi olmadan etkilenme ihtimali, Avustralya'da, İngiltere'de ve Amerika bilinçaltı reklamın yasaklanmasına neden olmuştur. Bazı araştırmalarda etkili olduğu ispatlansa da bilinçaltı reklamın etkisi kesin değildir ve bu etkiler sınırlı sayıdaki insanda ve sadece bazı durumlarda görülebilir. Ancak bilinçaltı reklam kendi başına etkin olmasa bile birçok dolaylı reklam tekniği vardır. Örneğin, birçok alkol ve araba reklamının alt metni seks üzerine kuruludur ki tüketici kendini seksi hissederek alıma yönelsin.. Dış dünya farkındalığıyla ilgili bir durum tespiti yapalım. Görsel korteks zarar görürse,insanlar görsel uyaranla ilgili bilgi veremezler ama bu sıkıntıya rağmen gördükleri ilgili sorulara doğru olarak cevap verebilirler. Buna kör görüş (blindsight) denir.
ANAHTAR BİLGİLER - Duyum, duyu organlarımız yoluyla çevreden bilgi toplama sürecidir. Algılama ise gelen bilgilerin yorumlanması ve organize edilmesiyle anlaşılma eylemidir. - Transdüksiyon,alıcı hücreler tarafından tespit edilen uyarıcıların elektriksel etkilerle beyne iletilme dönüşümüdür. - Dünya tecrübemiz zengin ve karışık olsa da bütün canlılar gibi insanların da duyu limitleri vardır. - Duyu ve algı akışkan bir şekilde ve devam eden süreçte birlikte çalışırlar. - Sinyal algılama analizi, önyargılı yanıtlardan gelen duyarlılığı ayırt etmek için kullanılır. - Fark eşiği veya göze çarpan fark (JND),uyarıcıdaki en ufak değişikliği anlama kabiliyetidir. - Araştırma, fark eşiğinin altında olsa bile uyarıcının davranışları etkilediğini bulmuştur.
57
GÖRMEK Hayvanlar, dünyayı anlamak için duymaya, kokuya veya dokunmaya nasıl güveniyorlarsa insanlar da görmeye o derece güvenir ve inanır. Serebral korteksimizin büyük bir parçası görmeye adanmıştır. Görsel bilgi görsel kortekse ulaşınca renkleri, şekilleri, ve hareketi tespit eden nöronlar faaliyete geçer ve böylece anlamlı şekilleri algılama süreci oluşur. Etrafımız bilgiyi oradan oraya taşıyan enerji dalgaları yani elektromanyetik bir deniz ile kaplıdır. Elektromanyetik dalgalar değişik boyutlardadır ki en küçük gamma dalgası bir milimetre en uzun radyo dalgası kilometrelerce uzunlukta olabilir. İnsanlar ise sınırlı bir alanı yani 400 ile 700 milyar metrelik bir elektromanyetik alanı tarayabilir. Biz bu alana görünür spektrum (visible spectrum) diyoruz.
Göz Duyumu ve Görsel Korteks Algılaması İnsan gözünün çalışma şekli şöyledir; Işık korneadan( gözü koruyan bir tabakadır ve gelen ışığı ayarlama görevi vardır) içeri girer. Sonra ışık gözbebeğinden (gözün merkezindeki küçük delik) geçer. Gözbebeği iris (ışığın yoğunluğuna göre gözbebeğini büyüten yada küçülten ve rengini veren tabaka) ile çevrilmiştir. Karanlık bir tiyatroya girdiğimizde iristeki kaslar gözbebeğini açar ve daha fazla ışığın içeri girmesine izin verir. Karanlığa tam uyum 20 dakika alabilir Gözbebeğin arkasında mercekler ( retina üstünden gelen ışığa odaklanan bir yapıdır ve aynı zamanda fotoreseptör hücrelerini içeren göz arkası bir doku tabakasıdır). Gözümüz yakın nesneden uzak nesneye doğru hareket ettiğinde görsel uyum oluşur. Görsel uyum, retina üzerine odaklanmış göze giren ışığı tutmak için mercek eğriliğini değiştirme işlemidir. Işınlar, görüntünün en üstünden retinaya vurur( ve tam tersi) . Sonra görüntünün sol tarafından retinanın sağ tarafına vurur(ve tam tersi). Bunlar retinadaki görüntünün alt üst ve geriye doğru olmasını sağlar. Ayrıca, retina üzerine yansıtılan görüntü düz olduğunda bizim görüntü algımız üç boyutlu olacaktır. Görsel uyum her zaman mükemmel değildir. Bazen retinaya vuran ışık odak noktasının biraz dışında olabilir. Eğer odak, retinanın önündeyse buna miyop, arkasındaysa hipermetrop denir. Gözlük, kontakt lens ya da lazer müdahaleleriyle bu sorunlara çözüm bulunabilir.
58
Retina ışığa tepki veren özel nöron tabakalarını içerir. Işık retinaya düştüğünde , önce filiz(rod) ve koniler(cones) diye bilinen hücreler aktive olur. Bu hücrelerin aktivasyonu , bipolar hücrelere ve oradan da bir ipin şeritleri gibi birleşerek optik siniri oluşturan ganglion hücrelerine yayılır. Optik sinir, thalamus vasıtasıyla beyne çok büyük miktarda görsel bilgi gönderen milyonlarca ganglion nöronun bir araya gelmesiyle oluşur. Filizler(rod), siyah , beyaz ve gri renkleri tespit üzerine yoğunlaşmış görsel nöronlardır. Her gözde 120 milyon civarı filiz(rod) vardır. Filizler bize görsel hakkında detaylı bilgi vermezler çünkü onlar kısa dalgaya(daha karanlık) ve zayıf ışığa duyarlıdırlar. Koniler(cones) ise renkleri ve detayları tespite yarayan görsel nöronlardır. Her gözde 5 milyon vardır. Koniler(cones) renkleri görmemizi sağlarlar ve en parlak ışıkta çalışırlar. Görsel korteks, optik sinirlerden gelen duyuları anlamlı görseller haline getiren özel nöronlardan yapılmıştır. Optik sinirin retinadan ayrıldığı yerde fotoreseptör olmadığı için, kör nokta oluşur. İki göz açıkken bir problem hissetmeyiz çünkü gözler hareket halindedir ve bir gözün kaçırdığını diğeri yakalamaktadır. Fakat görsel sistem aynı zamanda bir göz açıkken yaşanılan problem ile ilgilenmek için de dizayn edilmiştir. Görsel korteks, görüşümüzdeki küçük delikleri çevredeki benzer ayrıntılarla doldurur ve biz bunu hiçbir zaman fark etmeyiz. Kör nokta ile başa çıkma kabiliyeti algı ve duyumun anlamlı bir tecrübe yaratmak için beraber çalışmasına güzel bir örnektir. Algı, özellik tespit eden nöronların binlercesinin anlık hareketleriyle oluşur. Bu özel nöronlar, görsel korteksin içindedir ve görsel uyarıcının hareketlerine, açılarına ve şekillerine tepki verirler. Bu özellik detektörleri paralel olarak çalışır ve özel işlevler gösterirler. Bazı özellik detektörleri, özellikle bazı nesnelere örneğin yüzlere, gülümsemelere veya vücudun diğer bölgelerine tepki verecek şekilde ayarlanmıştır. Araştırmacılar TMS vasıtasıyla korteksin yüz tanıma alanlarını durdurduklarında insanlar geçici olarak yüzleri tanımazken evleri tanıyabilmişlerdir.
59
Rengi Algılamak İnsana ait görsel sistemin yedi milyondan fazla renk varyasyonunu algılayıp ve ayırt edebildiği tahmin edilmektedir. Fakat bu varyasyonlar temel üç renkten kırmızıdan, yeşilden ve maviden oluşurlar. Renk tonları, göze giren ışığın dalga boyutlarıyla( kısa dalgalar daha mavi, uzun dalgalar daha kırmızı) yayılır ve biz parlaklığı, dalganın yoğunluk veya yüksekliğinden tespit ederiz. Hermann von Helmholtz’un yaptığı önemli bir çalışma, rengin , retinadaki konilere üç tip şeklinde gelmesinden dolayı algılanabildiğini teorize etmiştir. Bu tiplerden bir tanesi öncelikle mavi ışığa ( kısa dalgaboyları), diğeri yeşil ışığa (orta dalga boyları) ve üçüncüsü kırmızı ışığa (uzun dalga boyları) tepki verir. Görsel korteks, bu üç tip koninin her birinden gelen sinyalleri tespit ederek ve karşılaştırarak renk deneyimini yaratır. Young-Helmholtz trikromatik renk teorisine göre, gördüğümüz renkler bu üç tip koniden gelen sinyallerinin karışımına bağlıdır. Üç tip koninin fonksiyonları, renk körü olan insanlarda açık derecede farklıdır. Renk körlüğü yeşil ile kırmızı arasında farkı tespit edememe durumudur. Hemen hemen her elli kişiden birinde kırmızı ve yeşil duyarlılık konilerinin işlev bozukluğu yani renk körlüğü vardır. Şekli Algılamak Görselin ihtiyaç duyduğu önemli süreçlerden biri şekli algılamadır. Alman psikologlar Max Wertheimer, Kurt Koffka, Wolfgang Köhler, bizim, gestalt(anlamlı bir şekilde organize edilmiş bütün) fikrine dayanan bileşim formlarını oluşturduğumuzu tartışmışlardır. Gestalt “bütün, parçaların birleşmesinden daha fazlasıdır” fikridir. Gestalt Prensipleri Şekil ve Zemin: Veriyi, zemine karşı pozisyon şeklinde görerek yapılandırırız Benzerlik: Birbirine benzer uyarıcılar birlikte gruplandırılmaya meyillidir Yakınlık: Yakın şekilleri birlikte gruplamaya meyilliyiz. Süreklilik: Uyarıcıyı süreksiz yollardan ziyade sürekli yollarla algılamak daha engelsizdir. Kapatma: Tamamlanmamış görseli bütüne tamamlamak için boşlukları kapatmaya meyilliyiz. 60
Derinliği Algılamak Derinlik algısı, üç boyutlu alanı algılama ve derinliği muhakeme etme kabiliyetidir. Derinlik algısı olmadan araba kullanamayız ya da süpermarkette bile yönümüzü bulamayız. Araştırmalar derinlik algısının bir parçasının doğuştan bir parçasının ise tecrübe ile öğrenilenlerden oluştuğunu göstermektedir. Derinlik algısı, bize uzay ve uzaklık bilgisini sağlayan mesajlar olan derinlik işaretlerinin sonucudur. Binocular(iki gözlü) derinlik işaretleri, retinal görüntü eşitsizliğinin( gözlerimiz arasında iletişimi sağlayacak gözler arası boşluk) yarattığı işaretlerdir. Monocular (tek gözlü) derinlik işaretleri, sadece bir gözle derinlik algılamamıza yarayan işaretlerdir. Belli bir uzaklıktaki derinliği muhakeme etmemize yarayan monocular derinlik işaretleri Durum: Görüş alanımız içindeki nesneleri uzağa göre daha yüksek görme eğilimindeyiz Bağlı Boyut: Sahnedeki nesneleri aynı boyda farz edersek küçük olanlar daha uzaktaymış gibi algılanır Doğrusal Algı: Paralel çizgiler uzakta birleşirmiş gibi görünür Işık ve gölge: Göz, bize daha yakın olan nesnelerin daha fazla yansıyanlarını algılar Karışma: Bir nesne başka bir nesneyle çakışıyorsa biz daha yakın olanı görürüz. Hayali Perspektif: Puslu görünen, tozla veya sisle kaplı nesneler daha uzak görünür.
Hareketi Algılamak Beyin, hareketi , bir parça nesnenin retinaya yansıyan boyutundan ve bir parça da nesnenin parlaklığından yakalar. Ayrıca hareketi birbirine yakın olan nesneler görüntülerini değiştirdiklerinde de hareketi deneyimleriz.
61
Beta etkisi, birbirini takip eden farkı görüntülerin sunulması ile ortaya çıkan hareket algısı ile ilgili bir kavramdır. Görsel kortek,s hareketin kayıp bölümünü tamamlar ve böylece nesneyi hareket ediyormuş gibi görürüz. Beta etkisi, filmlerde hareket deneyimini yaratmak için kullanılır. Phi fenomeni ise birbirinin yanındaki nesnelerin görünüp kaybolmaları ile ortaya çıkan duyusunu algılar. Phi fenomeni, hareket eden bir alan veya yanıp sönen nesnelerle sarılmış arka plandaki bir bulut gibidir. Hem beta etkisi hem de phi fenomeni gestaltın önemini gösteren örneklerdir.
ANAHTAR BİLGİLER -Görme, etrafımızı saran eletromanyetik alanı tespit etme sürecidir. İnsanlar için elektromanyetik alanın sadece bir bölümü görülebilirdir. -Retinadaki görsel alıcı hücreler şekli, hareketi ve derinliği tespit eder. - Işık, göze şeffaf korneadan girer ve irisin merkezindeki gözbebeğine geçer. Mercekler, baş aşağı ve geride duracak şekilde görünen retinadaki ışığa odaklanmayı ayarlar. -Retina iki tip fotoreseptör hücresinden oluşur. Filizler (rods) parlaklığı tespit edip siyah ve beyaza tepki verir. Koniler yeşile, kırmızıya ve maviye tepki verir. Kırmızı veya yeşile duyarlı konideki fonksiyon eksikliği renk körlüğüne neden olur. - Görsel kortekste özellik tespit eden nöronlar nesneleri tanımamıza yardım eder. Bazı nöronlar seçici olarak yüzlere ve vücudun diğer parçalarına tepki verir. - Derinlik algılama yeteneği binocular(iki gözlü) ve monocular(tek gözlü) derinlik işaretlerinin sonuçları vasıtasıyla gerçekleşir. -Hareket ,nesnenin boyut ve parlaklık fonksiyonu olarak algılanır. Beta etkisi ve phi fenomeni algılanan harekete örneklerdir. 4.3 Duymak Ses dalgaları, kulaklar tarafından toplanır geçmiş deneyimle bağlantılanan ve deneyimlediğimiz sesler olarak yorumlanan sinirsel dürtülere dönüştürülür. İnsan kulağı geniş bir bant içindeki seslere karşı hassastır. 62
Kulak Nesnelerin titreşmesi (ses telleri veya gitar teleri) hava moleküllerinin birbiriyle çarpışmasına neden olarak ses dalgalarını üretir. Işık dalgalarının aksine ses dalgaları hava,su veya metal gibi araçlarla taşınır . Işık dalgalarında olduğu gibi ses dalgalarının da dalga boyu ve genliğini tespit edilebilir. Ses dalgasının dalga boyu(frekans olarak da bilinir) perde algımızı belirleyen ve saniyede ulaşan dalga sayılarını ölçen rakamlar üzerinden açıklanır. Uzun ses dalgaları düşük frekanslıdır ve alçak perde üretirler. Kısa ses dalgaları ise yüksek frekans ve yüksek perde üretirler. Genlik ya da ses dalgası yüksekliği , sesin ne kadar enerji içerdiğini ve gürültü olarak nasıl algılandığını belirler. Daha geniş dalgalar daha yüksek algılanır. Gürültü , göreceli ses yüksekliği birimi yani desibel ile ölçülür. Sıfır desibel, duymak için kesin bir eşiktir ve bunun altı bir değer duymamıza engeldir. Duyum, kulağın dış kısmından görünür olan kulak kepçesinde başlar. Huni şeklindeki bu yapıyla ses dalgaları ses kanalının içine doğru akar. Kanalın sonunda ses dalgaları kulak zarına çarpar. Ortaya çıkan titreşim, küçük kemikler yoluyla ( çekiç,örs ve üzengi) orta kulağa ,( kokleaya) yani iç kulakta yer alan salyangoz şeklindeki sıvı dolu tüpe iletilir. Koklea yaklaşık 16000 kıl hücresi içerir. Kıl hücrelerinin her biri kendi ucunda cilia(kirpik, tüy) denen lif demetlerine sahiptir. Cilia(kirpik, tüy) tek bir atomun genişliğini zorlayacak bir hareketi tespit edecek kadar duyarlıdır. Gürültü, titreşen kıl hücreleri sayısı ile belirlenmesine rağmen perdeleri tespit etmek için iki farklı mekanizma kullanılır. Duymaya ait frekans teorisi demektedir ki ses perdesi ne olursa olsun, frekansa karşılık gelen sinir uyarıları işitme sinirine gönderilecektir. Ama önemli olan sadece frekans değildir. Konum da çok önemlidir. Koklea , belli bir bölgedeki bilgiyi, gelen sesle daha aktive olmuş kendi içindeki bilgiyle değiştirir. Duymanın yeri teorisine göre kokleanın farklı alanları farklı frekanslara tepki verir. Yüksek tonlar , kokleanın girişine yakın yerleri uyarır. Düşük tonlar ise kokleanın ucundaki alanları hareketlendirir. Eğer ses sol tarafta oluşursa sol kulak sesi sağa kulağa göre daha yakın algılar ve sesin yoğun şekilde alınmasından dolayı sesin yerini belirlemek mümkün olur. Duyma Kayıpları 63
İletim tipi işitme kaybı, kulağın, herhangi fiziksel hasardan dolayı dış kulaktan iç kulağa titreşim iletimindeki yeteneğinin azalmasıdır. Sensorinoral işitme kaybı ise işitme sinirlerindeki hasar veya ciliadaki(tüyler) hasar nedeniyle oluşur. Bu ses kaybı çok yaygın değildir ama yaş ile ilintilidir. 65 yaşına geldiğimizde çok hassas olan tüyleri (cilia) kaybederiz ve ancak yüksek perdeli sesleri duymaya başlarız
ANAHTAR BİLGİLER - Ses dalgaları hava,su veya metal gibi uyarıcı enerjisi yüksek araçlar yoluyla titreşir -Duyma sistemi, frekansı ve gürültüyü değerlendirme üzerine kurulmuştur. -Ses dalgaları kepçeden içeri girer ve ses kanalındaki ses zarına gönderilir. Ortaya çıkan titreşimler, örs,çekiç ve üzengi ile değişir ve kokleanın uyarılmasına sebep olur. Titreşimler cilia(tüyler)tarafından tespit edilir ve ses hücreleri yoluyla ses korteksine gönderilir. - Frekansı ya da perdeyi algılamamızla ilgili iki teori vardır. Biri frekans teorisidir ve bu teori der ki “ses perdesi ne olursa olsun, frekansa karşılık gelen sinir uyarıları işitme sinirine gönderilecektir”. Diğeri duymanın yeri teorisidir ve kokleanın farklı alanların farklı frekanslara tepki verdiğini ifade eder. - İletim tipi işitme kaybı, kulakta veya kulak zarında oluşan bir hasar nedeniyle olur ve koklear implantlar vasıtasıyla sıkıntılar azaltılabilir. Sensorinoral işitme kaybı ise işitme sinirlerindeki hasar veya ciliadaki(tüyler) hasar nedeniyle oluşur
4.4 Tat Alma, Koklama ve Dokunma Tat Alma Tat alma yediklerimizden zevk alma duygusunu vermesinin yanında hangi yiyeceklerden enerji alacağımızı ya da hangi yiyeceklerin zararlı olabileceği konusunda bize yön gösteren bir duyudur. Koku duyusu ile birlikte tat alma, bize
64
iştahımızı korumada, potansiyel tehlikeleri (gaz kokusu, yanık kokusu vb.) değerlendirmede ve zehirli yiyeceklerden uzak durmada yardımcı olur. Tat alma duyumuz dil üstündeki reseptörlerde başlar. Dil; tatlı, tuzlu, acı, ekşi, baharat acılığı ve iştah açıcı tuzluluk(umami) olmak üzere altı farklı tadı alabilir. Adını ilk kez duymuş olabileceğiniz umami peynirle, soyayla ve mantar ile ilgili etsi bir tat olup monosodium glumat içinde bulunur. Dil, ağızdaki kimyasalları algılamak için dizayn edilmiş tat tomurcukları ile kaplıdır. Birçok tat tomurcuğu dilin dış kenarlarında bulunurken boğazın ve dilin arkasında, ağız duvarlarında da reseptörler vardır. Yiyecek çiğnediğimiz sırada çözülür ve tat tomurcuklarına giriş yapar ve böylece beyne uyarı gönderen sinirler tetiklenir. İnsan dilinde yaklaşık 2000 ile 10000 arasında tat tomurcuğu vardır, Her bir tomurcuk ise 50 ile 100 arasında alıcı hücre ihtiva etmektedir. Tat tomurcukları, yenileri yerlerini alıncaya kadar ortalama 5 gün yaşarlar. Yaş ilerledikçe bu oluşum hızı düşer ve tat alma hassasiyeti azalır. Bu da bazı yiyeceklerin neden çocuklukta sevilmezken yetişkinken arandığını anlatmaya yetecektir. Koku Alma Soluk aldığımızda üst burun yoluna yerleşmiş koku zarlarına (membran) yerleşmiş 10 ile 20 milyon alıcı hücre tarafından belirlenen havaya karışmış kimyasal molekülleri soluruz. Koku uyarısı geldiğinde zar, (membran) beyindeki koku sinirine mesaj gönderir. Yaklaşık 100 tip koku alıcı hücreye sahip olduğumuz düşünülmekte olup bu sayede 10000’den fazla değişik kokuyu alabildiğimiz tahmin edilmektedir. Koku alma duyusu yetişkinliğin başlarında tepe yaptıktan sonra inişe geçer. 60 ile 70 arasında koku duyusu keskin şekilde azalır.
Dokunma Dokunma duyusu, insan gelişimi için çok önemlidir. Kucaklanan ve temas edilen bebekler daha iyi gelişirken bundan mahrum kalanların sıkıntı yaşadıkları belirlenmiştir. Çünkü dokunma, sıcaklık gibi fiziksel uyarımın yanında diğer insanlarla sosyal ilişkilerden elde ettiğimiz zevkin en önemli parçasını oluşturur. Deri, vücudun en geniş parçasıdır ve dokunmaya ait duyu organıdır. 65
Derideki binlerce sinir ucu dört temel duyuma tepki verirler; baskı, sıcak, soğuk ve acı. Sadece baskı kendine özel reseptörlere sahiptir. Diğer duyumsamalar diğer dördünün birleşiminden oluşurlar. Örneğin, Gıdıklanma tecrübesinin sebebi komşu baskı reseptörlerinin uyarılmasıdır. Isı tecrübesi , sıcak ve soğuk alıcıların uyarılmasıyla oluşur. Kaşınma ,acı reseptörlerinin uyarılmasının bir sonucudur. Islaklık hissi, soğuk ve baskı reseptörlerinin tekrarlanarak beraber uyarılmasıyla gerçekleşir. Deri sadece dokunma ya da ısıyla ilgili bilgi sağlamak için değil vücut parçalarımızın hareket ve duruşlarıyla ilgili duyu almayı yeteneği(propriosepsiyon) için de önemlidir. Propriosepsiyon,vücuttaki tüm kasların sıkıştırılması ve daralması için mesaj gönderen, deriye, eklemlere,kemiklere, kulaklara ve tendonlara yerleşmiş özel nöronlar sayesinde başarıya ulaşır. Kemik veya kaslardan geri dönüş alamadığımı zaman yürüyemeyiz hatta dik bile duramayız.
Acıyı Deneyimlemek Sevmesek de acı hissi, vücudun bizi tehlikelere karşı bilgilendiren eylemidir. Acının kapı kontrolü teorisine (gate control theory of pain) göre acı, omurilikteki iki tip sinir lifinin işleyişiyle oluşur. Küçük sinir liflerinin bir grubu acıyı vücuttan beyne taşırken daha geniş sinir liflerinden oluşan diğer grup acı akımını durdurmak veya başlatmak için dizayn edilmişlerdir. Acıyı tecrübe etmek sinirsel mesajlara tepkiye nazaran daha karışık bir konudur. Bu bir algı meselesidir. Meydan okuyucu bir aktivite sırasında acıyı daha az hissederiz ki bu durum spor karşılaşmaları sırasında acıyı o an değil de sonrasında hisseden oyuncuların durumundan açıkça anlaşılabilir. Acı doğal bir hormon olan endorfinin beyinde serbest bırakılması ile azalır…
66
ANAHTAR BİLGİLER -Tat alma, koku alma ve dokunma bizi çevresel zehirlerin zararından koruduğu için önemlidir. -Dilinve ağzın içinde bulunan birçok tat tomurcuğu tatlıyı, tuzluyu, acıyı , baharat acısını ve umamiyi duyumsamamızı sağlar. - Koku alma zarındaki reseptörler burun delikleri yoluyla aldığımız hava kimyasallarının dönüşümünü sağlar. -Kadınlar ortalama olarak daha iyi koku alırlar. Koku alma duyusu yaşla beraber körelir. - Baskı,sıcak, soğuk ve acıyı duyumsayan deriye gömülü birçok sinir ucumuz vardır. -.Propriosepsiyon, vücut parçalarımızın hareket ve duruşlarıyla ilgili duyu almayı yeteneğidir. Propriosepsiyon, vücuttaki tüm kasların sıkıştırılması ve daralması için mesaj gönderen, deriye, eklemlere,kemiklere, kulaklara ve tendonlara yerleşmiş özel nöronlar sayesinde başarıya ulaşır. - Vestibüler sistem, iç kulaktaki yapılardan oluşur ve vücudun dengesini koruyarak kafanın konumunu ve hareketini izler. -Kapı kontrolü teorisi (gate control theory) , acı akımlarını beyne ileten ve düzenleyen küçük ve büyük sinirlerin nasıl çalıştığını açıklar.
4.5 Algıdaki Doğruluk ve Yanlışlık Gözler, kulaklar, burun, dil ve deri etrafımızdaki dünyada olup biteni duyarlar ve bazı durumlarda da gelen bilgilere dair ön işlem gerçekleştirirler. Ancak anlamamız gereken şey şudur: Biz duyuyu deneyimlemeyiz. Biz algının sonuçlarını deneyimleriz. Algı Sistemi Çevreyi Nasıl Yorumlar Anlam verme işlemi, temel algısal süreçlerinin otomatik çalışmasını kapsar. Bu süreçlerden biri tecrübe oluşturmak için farklı duyuların bir arada çalışması yani duyusal etkileşimdir. Duyusal etkileşim, örnek vermek gerekirse yiyecekten alınan lezzeti oluşturmak için tat ve koku alırken oluşur. Bunun yanında eğer sesin ya da bir konuşmanın görsel parçalarında eksiklik varsa biz sesleri yanlış algılarız ki bu algıda hata olarak nitelenir( McGurk Etkisi). 67
Mcgurk Etkisi İşitme ve görme duyuları arasında bir uyumsuzluk olduğunda sesin algılanmasında meydana gelen hata McGurk etkisi olarak bilinir. Mide bulantısı tecrübesini içeren duyu etkileşimi, gözlerden ve vücuttan alınan algı ve bilgiler, vestibüler sistem ve synesthesia ile örtüşmediği zaman oluşur.(synesthesia: ( bir duyuyla oluşan deneyimin (ses duymak) başka birindeki deneyimi oluşturması( görsel) ) Diğer bir önemli algısal süreç ise seçici dikkattir.( diğerlerine ayarlama yaparken bazı duyusal verilere odaklanmak).
Seçici Dikkat Bir parti sırasında diğerlerini göz ardı ederek sadece bir kişiye odaklanabilmek seçici dikkat sayesindedir. Eğer otomatik seçici dikkat devreye girmezse bizim böyle bir odaklanmamız mümkün olamaz. Algının temel ikinci süreci duyusal adaptasyondur( uzun süre bir uyarıya maruz kaldığımız zaman duyarlılığın azalması). Örneğin , havuza ilk girdiğinizde suyu soğuk hissedersiniz. Fakat bir süre sonra soğuğu hissetmez hale geliriz. Çevremizdeki değişmeyen şeylere adapte olma kabiliyeti yaşamımız sürdürmemiz için çok önemlidir. Çünkü böylece çevremizdeki bilgi ihtiva eden önemli değişiklikleri belirleyecek duyu reseptörlerimiz serbest kalır ve uygun tepkiyi verir. Duyudaki değişikliğe rağmen uyarıcıyı sabit olarak algılama yeteneği asperseptual sabitlik olarak bilinir. Görselimizin açılıp kapanan bir kapı olduğunu düşünelim. Kapalıyken kapıyı bir dikdörtgen gibi görürüz. Ama açıkken sadece kenarını görürüz ki bu da bir çizgi gibi algılanır. Fakat biz kapı açılıp kapanırken hiçbir zaman değişir gibi algılamayız. Görsel sisten renk sabitliğini de düzeltir. Örneğin; Bir blue-jean ve parlak bir beyaz gömlek giydiğinizi hayal edin. Dışarıya çıktığınızda iki renk de en parlak halinde olacaktır ama siz hala gömleği en parlak jeani ise daha koyu göreceksiniz. İçeri girdiğinizde elbiselerinizin üzerindeki ışık kararacaktır ama siz gömleği hala en parlak olarak görmeye devam edeceksiniz. Bunun nedeni renkleri bir araya 68
koyup baktığınızda, beyaz gömleğin çevresindeki şeylere göre daha fazla ışık yansıtıyor olmasıdır. İllüzyon Algımız çok doğru olsa bile mükemmel değildir. İllüzyon, çevremizdekileri doğru algılamamıza yarayan algı süreçleri, var olmayan yada yanlış bir şeyi gördüğümüz özel durumlarla kandırılınca ortaya çıkar. Parlaklık Sabitliği(sol) ve Renk Sabitliği (sağ) sonucunda ortaya çıkan optik illüzyonlar , görsel sabitliğin doğru algısını aldatan iki durumdur. Başka bir illüzyon ise Mueller-Lyer İllüzyonudur. Bir okun altındaki doğru parçası bize üsttekinden daha uzun görünür. Halbuki ikisi de aynı boydadır. Ay illüzyonunda ise ay , ufuğa yakınken başımızın üstünden bakıldığındaki halinden yüzde elli daha büyük görünür. Aslında ayın boyutları iki durumda da aynıdır. Başka bir illüzyon olan Ponzo İllüzyonu, zihnimizin, bir objenin boyutunu arka plandaki görüntüye göre belirlediğini ortaya koyan bir örnektir. İllüzyonların etrafımızdaki dünyaya ait canlandırdığı algımız önceki bilgilerimizden de etkilenir. Ve bazı durumlarda illüzyonun var olması algı sistemimizin genel olarak yanlış çalıştığı anlamına gelmez.
Algıda Beklentinin Önemli Rolü Duygularınız, beklentilerimiz ve duyularımızın oluştuğu şartlar algımız üzerinde derin bir etkiye sahiptir. Örneğin; insanlara yemek üzere oldukları yiyecekle ilgili olumsuz bir şey söylediğinizde aldıkları tat olumsuzdur.. Halbuki bu tip bir bildirimle karşılaşmamış olanlar yemeği çok kötü bulmazlar. Algılarımız, arzularımızdan ve ihtiraslarımızdan da etkilenir. Örneğin açken yiyecekle ilgili kelimeler, ilgimizi, yiyecekle ilgili olmayanlara göre daha çok çeker. Kültür de algıyı etkiler. Chua, Boland ve Nisbett bir çalışmada Amerikalı ve Asyalı lisansüstü öğrencilere karmaşık bir arka plana karşı olacak şekilde uçak, hayvan veya tren gibi farklı görüntüler gösterdi. Sonuç Amerikalı öğrencilerin
69
daha çok ön plandaki görüntüye odaklandıklarını, Asyalı öğrencilerin görüntünün kaynağına(durumuna) daha çok dikkat sarf ettiklerini göstermiştir.
ANAHTAR BİLGİLER -Duyusal etkileşim, farklı duyular birlikte çalıştığı zaman oluşur. - Seçici dikkat,diğerlerine ayarlama yaparken bazı duyusal verilere odaklanmaktır. - Duyusal adaptasyon ,çevremizdeki bazı şeylere daha az duyarlı olup başka önemli değişiklikler odaklanma konusunda bize serbestlik sağlar. - Algısal sabitlik, duyumdaki değişikliklere rağmen nesneyi yine aynı şekilde algılamamıza izin verir. -Bilişsel illüzyonlar, beklentilerimizin algılarımızı nasıl etkilediklerinin örnekleridir. - Duygularımız, motivasyonlarımız, arzularımız ve hatta kültürümüz algımızı etkiler.
4.6 Bölüm Özeti Duyum ve algı, çevremizdeki uyaranların varlıklarını ve değişimlerini belirlememize izin vermek için sorunsuz şekilde beraber çalışırlar. Algı ve duyum çalışması günlük yaşantımız için önemlidir çünkü bilim adamları bu bilgileri birçok yönden insanlara yardım etmek için kullanırlar. Psikofizik, duyusal algılar üzerindeki fiziksel uyaranların etkilerini inceleyen bir bilim dalıdır. Serebral korteksimizin çoğu görmeye ayrılmıştır . Bu yüzden önemli görsel becerileri sahibiz. Görüntü kısmen özellik belirleyici nöronların hareketiyle algılanmaktadır. Renk tonu olarak bilinen rengin gölgesi göze giren ışığın dalga boyu ile yayılmaktadır.
70
Derinlik, hem binocular(iki göz) hem de monocular(tek göz) derinlik işareti kullanıldığında algılanır. Kulak, ses dalgalarının gürültüsünü ve frekansını fark eder. Kulağın önemli yapıları kepçe, kulak zarı, çekiç, örs,üzengi ve oval penceredir. 85 desibel üzeri sesler duymaya zarar verebilir. Dil; tatlı, tuzlu, acı, ekşi, baharat acılığı ve iştah açıcı tuzluluk(umami) olmak üzere altı farklı tadı alabilir. 10000 farklı kokuyu tespit edebilecek yaklaşık 1000 tip koku reseptör hücresine sahibiz. Algı, duyusal iletişim süreçlerini, seçici dikkati, duyusal adaptasyonu ve algısal sabitliği içinde barındırır. Algımız çok doğru olsa da mükemmel değildir. Beklentilerimiz ve duygularımız algılarımız renklendirerek illüzyonla sonuçlanabilir.
BÖLÜM 5
Bilinç Durumları Bilinç, kendimizin ve çevremizin öznel farkındalığı olarak tanımlanır. Bilinç tecrübesi insan doğasının temelidir. Bilinç çalışmaları psikologlar için çok önemli olmuş ve birçok psikolojik teorinin oluşmasında rol oynamıştır. Örneğin Freud, kişilik teorileri çalışmasında davranışın bilinçli ve bilinçsiz yönlerinin farkıyla ilgilenirken, günümüz psikologları ,otomatik ve kontrollü davranışların arasındaki farkı tespit etmeye çalışmaktadırlar. Bazı din adamları ve dini uygulamalar, zihin(ruh) ile bedenin ayrı varlıklar olduğunu savunuyorlar. Örneğin, Fransız filozof Rene Descartes, bir düalizm savunucusudur . Dualizm, zihnin maddesel olmayan bir varlık olarak fiziksel bedenden ayrı olduğunu (bağlı olmasına rağmen) savunan bir fikirdir. Bilinç çalışması, özgür irade varlığıyla ilgili psikolojik sorunun temeli için de önemlidir. Bazı davranışlarımızı ve inanışlarınızın sebebinin bazı dış güçler
71
olduğunu anlayabiliriz ama buna rağmen kontrolün bizde olduğuna ve davranışlarımızın çoğuna angaje olduğumuzu bildiğimize inanırız. Bilinç tecrübemiz işlevseldir ve biz onu davranışlarımızı kontrol etmek ve problemler hakkında mantıklı düşünmek için kullanırız. Bazı durumlarda bilinç caydırıcı olabilir. Örneğin amaçlarımıza uygun yaşamadığımız düşünüyorsak ve diğer insanları bizi olumsuz algıladığı kanaatindeysek bizi bilinçten uzaklaştıracak davranışlara yönelebiliriz( alkol ve psikoaktif ilaçlar vb). Beyin bugünkü düzeyine ve faaliyet tipine göre değiştiğinden bilinç geçicidir. Örneğin çok fazla kahve veya alkol tüketmek beyin aktivitemizi etkiler ve bu duruma istinaden bilincimiz değişebilir.
5.1 Uyku ve Rüya Görme Bize Hareket İçin Canlılık Verir Tüm insanları içine alacak şekilde tüm organizmalar, düzenli bir şekilde tekrar eden davranış döngülerinden yani biyolojik ritimlerden etkilenir. Biyolojik ritme örnek olarak kuşların göçü ve ayıların kış uykusu olabilir. Birçok biyolojik ritim , çevre ışığının süresi ve seviyesindeki değişikliklerle . (yazın kışa, gecenin gündüze dönmesi) koordinelidir. Kuşlarda hipofiz bezi ışığa karşı doğrudan duyarlıdır ve bunun harekete geçmesi göç ya da çiftleşme gibi davranışları etkiler. Uyku da ortam ışığından etkilenir. Retinadaki ganglion hücreleri thalamusun üstündeki alana –suprakiazmatik nükleus- sinyal gönderir. Suprakiazmatik nükleus, ışık uyarıcılarının gücünü ve süresini ölçüp ışığın az ya da çok olduğuna dair sinyalleri hipofiz bezine gönderir. Hipofiz bezi de tepki olarak uyku başlangıcını kolaylaştıran güçlü bir hormon olan melatonini salgılar.
Uyku Aşamaları: Gece Boyunca Hareket Uyku sırasında bilincimizi kaybetsek de beyin aktif kalmaya devam eder. Uyku şekilleri, geceleri araştırma laboratuvarlarında geçiren binlerce deneğin beyin dalgalarının elektroansefalogram ya da EEG yoluyla kaydedilmesiyle takip edilmiştir.
72
Uyku araştırmacıları, uyuyan insanların her biri yaklaşık doksan dakika süren tutarlı uyku evreleri geçirdiğini tespit etmiştir. Bu aşamaların iki ana tipi vardır. REM(Rapid Eye Movement)(Hızlı Göz Hareketi): Bu aşama çok hızlı göz hareketleri ve rüya ile karakterize edilmiştir. REM uykusu sırasında dış olaylara karşı farkındalık dramatik olarak azalır. Bu aşama boyunca kaslarımız kendilerini kapatır. Bu da uyku sırasından kendimize zarar vermememiz için iyi bir şeydir. Non-REM( non rapid eye movement)(Hızlı olmayan göz hareketi): Bu aşamada uyku derindir ve çok yavaş beyin dalgaları ile karakterize edilmiştir. Bu aşama da N1, N2 ve N3 olarak bilinen üç alt aşamaya bölünür. Her uyku aşamasının beyin dalgalarının şekillerine göre kendine has farkları vardır. Uykuya ilk daldığımızda dalgalar daha uzundur(alfa dalgaları) . Sonraki aşama ise uyuşukluk ya da uykulu olma hali olarak karakterize edilen N1 aşamasıdır. N1’de beyin daha kısa dalgalar üretmeye başlar(theta dalgaları). Bu aşamada bazı kaslar güç kaybeder ve çevre farkındalığı kaybolmaya başlar. Eğer uykuyu sürdürmeyi başarırsak N2 aşamasına geçeriz. Bu aşamada kas aktivitesi iyice düşer , çevre algısı ve bilinç kaybolur. N2 aşaması , uyku yoğunluğu diye bilinen hızlı beyin patlamalarının arasına serpiştirilmiş theta dalgaları ile karakterize edilir.. Bu aşama yetişkinlerin toplam uykusunun yarısını işgal eder. Üçüncü aşama olan N3, düşük dalga uykusu olarak bilinir ve uykunun en derin halidir. N3 çok yavaş delta dalgalarının oranının artışıyla karakterize edilir. Bu aşama, uykuda konuşma, uyurgezerlik ve yatak ıslatma gibi anormalliklerin görüldüğü aşamadır.
Uyku Bozuklukları: Yapılan bir araştırma, Amerikalı yetişkinlerin bir ayda sadece birkaç gece iyi bir uyku alabildiklerini göstermiştir. Bu insanlar insomia diye bilinen uykuya dalmada ve uykuda kalmada yaşanan kalıcı zorluktan mustariptirler. İnsomianın sebebi fiziksel rahatsızlıklar ve acılar olabileceği gibi psikolojik rahatsızlıklar da olabilir. Rahatsız ve dinlendirici bir uyku alamayan insomialı
73
insanlar, kaliteli uyku eksikliği yüzünden gün içinde de işlevsek sıkıntılar yaşarlar. Uykusuzluk problemi yaşayan insanlar, bu problemin üstesinden gelmek için barbiturat vb. ilaçlara yönelirler. Ancak bu ilaçlar rahatlatıcı gibi görünse de uyku döngüsünün doğal aşamalarını bozarak yarardan çok zarar getirir. Çoğu zaman da bu ilaçlara bağımlılık artar. Ulusal Uyku Vakfı, insomia ile mücadele etmek için bazı tavsiyelerde bulunmuştur: -Yatağınızı sadece uyku ve seks için kullanın. harcamayın.
Gün içinde yatakta zaman
-Düzenli uyku ve uyanma rutini belirleyin -Uykunuz ile ilgili olumlu düşünün..” Uyku uyuyamıyorum” korkusuyla tedirgin olmayın -Yatma saatine yakın yiyip içmeyin -Uyku için çevre oluşturun(serin, karanlık ve rahat) -Yatma saatinde gürültülü şeylerden uzak durun veya kurtulun -Özellikle günün geç saatlerinde kafeini ya az tüketin ya da tüketmeyin -Yatma saatine yakın alkol ve nikotin tüketmeyin - Yatma saatine yakın -üç saat içinde olmamak kaydıyla- egzersiz yapın - Öğlen ve akşam kısa uykulardan kaçının - Uyku alışkanlıklarınızı not ettiğiniz bir günlük tutun
Başka bir uyku problemi ise uyku apnesi denen ve uyku sırasında en az 10 saniye nefes alıp vermenin kesintiye uğraması durumudur. Boğaz duvarlarındaki engeller dolayısıyla oluşan apne ,uykuya dalındığı zaman ortaya çıkar. Narkolepsi de sık sık karşılaşılan bir uyku bozukluğudur. Narkolepsi, insanın istem dışı şekilde yani elinde olmadan olduğu yerde derin uykuya dalmasıdır. Bu sendroma cataplexy denen ve bireylerin kısmı ya da tamamen çöküntüyle
74
sonuçlanacak şekilde kas gücünü kas gücünü kaybetmesi durumu da eşlik eder. Narkolepsi , amfitamin gibi uyarıcılarla tedavi edilebilir. Diğer bir uyku bozukluğu uyurgezerliktir . Uyurgezer insanlar, yataktan kalktıklarında, yürüdüklerinde hala uyku halindedirler. Uyurgezerlik genellikle çocukluk dönemlerinde ve sıklıkla 12 yaş civarlarında rastlanan bir uyku bozukluğudur. Uyku terörü , yıkıcı bir uyku bozukluğudur. Yüksek sesli çığlıklar ve yoğun panik içeren bu uyku bozukluğu çok büyük bir sıklıkla çocukluk döneminde yaşanır. Bruksizm, uyku sırasında dişleri gıcırdatma hali olan bir uyku bozukluğudur. Rahatsız bacak sendromu , uyku sırasında bacaklarda kaşınma, yanma ve rahatsızlık hissetme durumudur. Periyodik uzuv hareket bozukluğu ise yatakta kendine ya da partnerine zarara verebilecek kadar ileri gidebilen istem dışı ve ani uzuv hareketleridir. REM uykusu davranış bozukluğu, genellikle orta yaşlı ve daha yaşlı insanlarda yoğun ve şiddet dolu rüyalara tepki olarak ortaya cıkan şiddetli ve yıkıcı aktivitelerdir.
Uyumamanın Ağır Faturası Tercih ettiğimiz uyku zamanları ve uyku ihtiyacımız hayatımız boyunca çeşitlilik gösterir. Yeni doğanlar günün 16 ile 18 saatini, okul öncesi çocuklar 10 ile 12 saatini uyuyarak geçirirken okul yaşındakiler gece en az 9 saat, yetişkinler ise 7, 8 saat uyurlar. Tabii ki bu süreler kişilere göre değişirler. Dinlenmek, yıllarca önce kurulan okul ve iş hayatının yoğunluğu düzeni içinde oldukça zordur. Akşam bir şey yapmak istenmesine rağmen sabah erken kalkılacağı için erken yatmak hep zorlu bir tercih olmuştur çünkü uykunun yapıcı, yenileyici bir işlevi vardır. Ve uzayıp giden ve düzelmeyen uyku eksikliği, artan anksiyete, düşen performans ve ölümle sonuçlanabilecek dikkatsizliklerin sebebidir. Uyku sağlık ve uzun yaşam için anahtar bir rol üstlenir. Hasta olduğumuz zaman daha fazla uyumamız tesadüf değildir. Çünkü uyku, enfeksiyon ile mücadele için çalışmaktadır. 75
Uyku yoksunluğu, enfeksiyon ile mücadele eden bağışıklık sistemini etkisiz bırakırken, obezite, hipertansiyon ve hafıza bozukluklarına yol açar.
Rüyalar ve Rüya Görmek Rüyalar, uyurken aklımızdan arka arkaya geçen görüntüler, düşünceler, sesler ve duygulardır. Rüyaların içeriği genel olarak gün içinde yaşananlara, endişelere, korkulara ve başarısızlıklara bağlı olarak oluşur. İnsan REM uykusundan uyandığında ne rüya gördüğünü anlatabilir ama gecenin belli zamanlarında görülen rüyalar uyanıldığı anda genel olarak unutulur. Birçok kültürde rüyalar, rüya görenin, mevcut koşullar hakkında bir şeyler ortaya koymasına veya geleceği tahmin etmesine bağlı olarak, ona büyük önem taşır. Avusturyalı psikolog Sigmund Freud, hastalarının rüyalarını analiz ederek onları bilinçsiz ihtiyaçlarını, arzularını anlamaya çalışmıştır. Birçok psikolog hala bu tekniği kullanmaktadır. Freud, psikoanaliz yöntemi yoluyla rüyaların gerçek anlamlarını ortaya çıkararak, insanların problemlerini anlamanın ve çözmenin çok daha kolay olacağına inanmıştır. Rüyanın aktivasyon-sentez teorisi (the activation-synthesis theory of dreaming), rüyanın anlamı üzerine başka bir teoridir. Bu teoriye göre, rüyalar, beyin sapındaki nöronların rastlantısal bir şekilde hareketlenmesi sonucu ortaya çıkan beyin yorumlarıdır. Araştırmacılar türlü çalışmalarla rüyaların sebebini araştırsalar da sadece bir tek şey nettir. Rüya görmeye ihtiyacımız vardır. Eğer REM uykusundan mahrum olursak, bir daha rüya görebilene kadar, günlük hayatın önemli konularına angaje olmakta çok başarılı olamayız.
ANAHTAR BİLGİLER - Bilinç, kendimizin ve çevremizin öznel farkındalığıdır. Bilinç olmadan amaçlarımızı ve yapacaklarımızı belirleyemeyiz. -Psikologlar, bilincin, beyne ait sinirsel bir aktivitenin sonucu olduğuna inanmaktadırlar. -İnsan ve hayvan davranışları, aylık, yıllık ve sirkadyan düzen denen biyolojik ritimlerden etkilenir. 76
-Uyku, REM ve REM olmayan uyku aşamalarından oluşur. REM olmayan(Non-REM) uyku da N1,N2 ve N3 olarak bilinen alt gruplara bölünmüştür. - Her uyku aşamasının beyin dalgalarının şekillerine göre kendine has farkları vardır. - Uyku, gün boyunca sağlıklı bir işleyiş için çok önemlidir. Insomia, uyku apnesi, narkolepsi uyumamızı güçleştiren uyku bozukluklarıdır. -Rüyalar ilk olarak REM aşamasında oluşurlar. Bazı rüya teorileri, Freud’un yaptığı gibi içerikle ilgilenirken, rüyanın aktivasyon-sentez teorisi gibi teoriler rüyayı sinirsel aktivitelere bağlarlar.
5.2 Bilincin Psikoaktif İlaçlar ile Değiştirilmesi. Psikoaktif ilaç , bilinç durumumuzu, algımızı ve ruh halimizi değiştiren bir kimyasaldır. Bu ilaçlar çikolata, kahve gibi hem günlük içecek ve yiyeceklerin hem de tezgah üstü ilaçların (aspirin) vb. içinde bulunur. Psikoaktif ilaçlar genellikle uyku ilaçları, sakinleştiriciler ve antianksiyete ilaçları ile beraber reçete edilir. Psikoaktif ilaçların başlıca dört sınıfı vardır: Uyarıcılar, depresanlar, opioidlar ve halüsinojenler… Uyarıcılar: Ruh halini değiştirir ve enerjiyi arttırırlar… (Kafein, nikotin, kokain ve amfitemin) Depresanlar: Etkileri azaltır, acı azaltır, uyku verir ve kalp hızını - solumayı yavaşlatır.(Alkol, barbiturat, benzodiyapen…) Opioidler: Solunum ve kardiyak depresyon da dahil olmak üzere birçok vücut fonksiyonunu yavaşlatır.(afyon,morfin, eroin) Hallüsinojenler: Bilincin değiştirilmesi ve halüsinasyonlar…(marihuana, LSD, PCP, meskalin) Psikoaktif ilaçların kullanımı özellikle de yasadışı kullanılanları olumsuz yan etkileri sahiptir. Bu hepsinin tehlikeli olduğu anlamına gelmese de uzun süreli kullanımların tehlikeli sonuçlar doğurma potansiyeli yüksektir. Zaten bu ilaçlar genellikle ilk anda değil sürekli kullanımda artan dozlara bağlı olarak negatif yan etkiler doğururlar. 77
Problem, ilaçların yarattığı tolerans düzeyindedir. Tolerans aynı etkiyi sağlamak için dozdaki artışı ifade eder. Doz artıkça da kullanıcının bağımlılığı yani düzenli şekilde kullanma ihtiyacı artar. Kullanıcılar ilaçları kullanmayı bırakmak istediklerinde bırakmadan ya da dozajı azaltmadan doğan fiziksel acı ve semptom tecrübelerini yaşamaya başlarlar. Dolayısıyla tekrar ilaca karşı bir açlık duyarlar ve mali ya da sosyal maliyeti ne olursa olsun bu ilaçların ve uyuşturucuların peşinden giderler. Rekreasyonel ilaçlar, bilinç durumunu değiştirerek(özellikle merkezi sinir sistemini etkileyerek) ruh halini tekrar canlandırmak için kullanılırlar. Bu ilaçlar ilk kullanımda bağımlılık yapmadıkları için tehlikesiz gibi düşünülseler de bunları kullananların başarı oranları düşüktür. Rekreasyo el ilaçlara birkaç örnek verecek olursak, eroini, alkolü, marihuanayı, prozac, kodeini sayabiliriz. Uyarıcı da bir psikoaktif ilaç olup, merkezi sinir sistemi sinapslerindeki dopaminin , norefinefrinin ve serotoninin tekrar alımını engeller. Kafein, bitkilerin meyvelerinde ve yapraklarında bulunan psikoaktif bir ilaç ve doğal bir böcek öldürücüdür. Nikotin de kafein gibi doğal bir böcek öldürücü olup itüzümü ailesine ait bitkilerde bulunur. Kokain, koka bitkisinin yapraklarından elde edilen bağımlılık yaratıcı bir uyuşturucudur. Amfitamin, azalan yorgunluk ve iştahla beraber uyanıklığı ve odaklanmayı arttırıcı etki üreten bir uyarıcıdır. Beyni Depresanlarla Yavaşlatmak: Alkol, Barbiturat, Benzodiazepin ve Zehirli Uçucu Maddeler Depresanlar, sinirsel aktiviteleri arttıran uyarıcıların aksine, bilinci yavaşlatacak şekilde hareket ederler. Depresanlar, merkezi sinir sistemi aktivitelerini azaltan psikoaktif ilaçlardır. Depresanların arasında en genel kullanım alkolde yoğunlaşmıştır. Alkol, renksiz bir sıvı olup nişasta veya şekeri fermente edilmesiyle elde edilmektedir. Ilımlı dozlarda alkol, sempatik sinir sistemini yavaşlatarak hareket ederken yüksek dozlarda koordinasyonu ve dengeyi bozacak şekilde serebellumda faaliyet
78
gösterir. Alkol saldırganlığı arttırırken, saldırganlığını dindirmek için tüketildikçe yetenek ve odak kaybına neden olabilir. Barbituratlar, uyku ilacı ve ağrı kesici olarak reçete edilirler. Ilımlı dozlarda kullanıldığında rahatlama sağlarlar ve uyku verirler. Yüksek dozlarda ise düşünme zorluğu, konuşma yavaşlığı, yanlış muhakeme, koma ve ölümle noktalanabilecek sonuçlar doğurur. Benzodiazepin, depresan ailesinden bir ilaç olup, anksiyete,insomia ve kas spazmlarını tedavide kullanılır. Düşük dozlarda kullanıldığında anksiyeteyi azaltan bir etki gösterirken yüksek dozlar aşırı uyku sebebidir. Zehirli uçucu maddeler olarak tutkal, benzin, propan, saç spreyi ve sprey boyalar sayılabilir ve solunduğunda bilinç kaybına neden olur. Opiodlar: Afyon, Morfin, Eroin ve Kodein Opiodler, beyindeki opioid sinir reseptörlerindeki ve sindirim sistemindeki aktiviteyi arttırarak öfori, analjezi,yavaş soluma ve kabızlık üretirler. Kimyasal yapıları endorfine benzemektedir. Afyon, olgunlaşmamış afyon tohumunun kurutulmuş suyudur. tarafından kullanılan afyon, tarihin belki de en eski ilacıdır.
Sümerler
Morfin ve eroin afyondan türetilmiş daha güçlü ve bağımlılık yapıcı uyuşturucularken kodein, afyon ailesinin en az bağımlılık yapıcı ve daha zayıf analjezik bir üyesidir. Opioidlar, kan basıncını ve kalp hızını arttırıcı etkiye sahipken tehlikeli seviyelerde kullanım halinde bu hız , kalp krizi veya felce sebep olur. Halüsinojen: Esrar, Meskalin ve LSD Halüsinojenler, duyumu ve algıyı değiştirerek halüsinasyon yaratan psikoaktif ilaçlar ya da uyuşturuculardır. Halüsinojenler hayal gördüren, sanrı yaratan olarak da bilinir. Halüsinojenler,, algıda bir ya da iki duyu yoluyla kırılmalar yaratır. Bu ilaçlar kullanıldığında elde edilen tecrübe, günlük hayatta yaşananlardan çok hayallerde yaşananlara benzemektedir. Canabis(marihuana ya da esrar) en sık kullanılan halüsinojendir. Tıbbi marihuana birçok Amerika eyalette yasaldır fakat federal kanuna göre hala yasaktır. 79
Marihuana bir uyarıcı gibi hareket edip kıkırdama, kahkaha atma gibi davranışları tetiklemesinin yanı sıra hafif bir zehirlenme etkisi de yaratır. Halüsinojenler, bilinç değiştiren güçlü ilaçlar olmalarına rağmen fizyolojik ya da psikolojik tolerans ya da bağımlılık üretmezler. Psikoaktif ilaçları neden kullanıyoruz? Bu ilaçların yüzyıllardır kullanılmasına şaşırmamalıyız. Çünkü bu ilaçları kullanmak insanlara eğlenceli gelmektedir. Maliyetlerinden, getirdiği yüklerden haberleri olmasına rağmen bu sorunlar ileride kendini göstereceği için şimdiki eğlenceye bakmak insanlara daha ilgi çekici gelmektedir. Bireysel ihtiraslar, umutlar ve değerler uyuşturucu kullanımı üzerinde etkindir. Akademik değerleri ve güçlü ihtirasları olanlar olmayanlara nazaran daha az alkol ve sigara tüketmektedir. Hafif uyuşturucu kullanarak başlayanların daha tehlikelilere başlamaları önüne geçilmesi zor bir rutin haline almıştır.
ANAHTAR BİLGİLER -Psikoaktif ilaçlar bilinç durumumuzu değiştiren kimyasallardır. -Psikoaktif ilaçları kullanmak tolerans yaratır. bırakmanın zorluğu nedeniyle oluşur.
Bağımlılık , tolerans ve
- Kafein, nikotin ve amfetamin gibi uyarıcılar, merkezi sinir sistemindeki dopamin,norefinefrin ve serotonin geri alımını engelleyerek sinirsel aktiviteyi arttırır. -Alkol, barbiturat ve benzodiazepini kapsayan depresanlar bilinci zayıflatır. - Opiodler, beyindeki opioid sinir reseptörlerindeki ve sindirim sistemindeki aktiviteyi arttırarak öfori, analjezi ve yavaş soluma üretirler. - Halüsinojenler, duyumu ve algıyı değiştirerek halüsinasyon yaratan psikoaktif ilaçlar ya da uyuşturuculardır. -Rekreasyonel ilaçlar bireysel farklılıklardan olduğu kadar sosyal normlardan da etkilenirler..
80
5.3 Bilinci İlaçsız Değiştirmek Psikoaktif ilaçları kullanarak bilinç deneyimlerini değiştirmek mümkündür ama ilaç olmadan ,televizyon seyretmek, egzersiz yapmak, uyumak gibi yöntemlerin yanında bizi ayartan başka aktivitelerle de başarıya ulaşılabilir. Hipnoz, duyusal yoksunluk ya da meditasyon ile bilinçteki değişiklikleri görebiliriz. Telkin Sayesinde Davranış Değiştirmek: Hipnozun Gücü Hipnoz, arttırılmış telkin ile derin gevşeme ve yoğun odaklanmayı içinde barındıran hipnotik indüksiyon süreci tarafından başlatılan trans benzeri bilinç durumudur. Hipnoz, telkin temelli bir güce dayandığından ve bazı insanlar telkine daha yatkın olduklarından bu kişiler kolayca hipnoza tabi tutulabilirler.. Hipnoz için en iyi katılımcılar, bu işe gönüllü olup fanteziye, yeni tecrübelere açık olan kişilerdir. Hipnotize edilmek isteyenler, hipnotize eden kişinin önerilerine açık olmalıdır. Hipnotize olmanın sonuçları uygunluk, gevşeme, itaat ve telkinin birlikteliğinden doğar… Hipnoz hakkındaki yanlış sanılardan biri, hipnotize eden kişinin katılımcının kontrolünü ele alarak ona istemediği şeyleri yaptıracağı düşüncesidir. Hipnotize edilen insanlar telkine açık olmalarına rağmen davranışlarının kontrolünü ve farkındalığı ellerinde tutarlar ve hipnotize eden kişinin telkinlerine uymayı reddedebilirler Diğer genel bir inanış ise hipnotize eden kişilerin katılımcılara hipnotize haldeyken olup bitenleri unutturduğudur. Bu konu üzerinden yapılan araştırmalar bu etkinin güçlü ve genel olmadığı sonucunu ortaya koymuştur. Bazı hipnotistler , çocukluk anılarını veya bir cinayet sahnesindeki detayları hatırlamaları için insanları hipnotize ederler. Ama hipnozun zihnin gerilerinde kalmış bazı olayları ortaya çıkarma fikri pek başarılı olamamış, yapılan çalışmalar hatırlanan şeylerin doğru olmadığını ortaya çıkarmıştır. Hipnoz, sıklıkla bazı istenmeyen davranışları-sigara içmek, alkol bağımlılığı ya da çok yemek vb- düzene koymak için de kullanılmaktadır. Bazı başarılı sonuçlar rapor edilse de hipnozun bu konudaki başarısı tartışmalıdır.
81
Bilincin Değiştirmek İçin Duyumu Azaltmak: Duyusal Yoksunluk Duyusal yoksunluk, beş duyudan bir veya daha fazlasını etkileyen uyarıcıyı, bilinçte değişiklikler yaratacak olasılıklar dahilinde, bilerek azaltmaktır. Duyusal yoksunluk, tıbbi nedenlerle ve akıl sağlığı tedavilerinde kullanılır. Kullanılma amacı ise bilinçte hoşa giden değişiklikler yaratmaktır. 1954 yılında, nörofizyolojist John Lily, duyusal yoksunluk tankı diye adlandırılan bir metot geliştirdi. Bu tank vücut ısısına uygun su ile doldurulmuş ama yerçekimi azaltılmış bir tanktı. Ayrıca karanlık ve ses geçirmezdi. Koku alma duyusu ise suya katılan klor sayesinde engellenmişti. Ve bu tank terapi ve rahatlatma amacıyla kullanılmıştı. Günümüzde de alternatif tıp tedavilerinde ve tıbbi sebeplerle buna benzer tanklar kullanılmaktadır. Ancak şu unutulmamalıdır ki, göreceli olarak kısa süren duyusal yoksunluk seansları fiziksel ve mental açıdan yararlı olsalar da süre uzadığında kafa karışıklığı, halüsinasyon gibi algı bozuklukları ile karşılaşmak olasıdır.
Meditasyon Meditasyon, bireyin özel bir şeye, dış etkenleri göz ardı ederek ve iç dünyasına yönelerek odaklanıp( nesne, kelime) kendini iyi ve rahatlamış hissetme durumuna ulaşma çabasıdır. Yoga, Zen, Transdantal Meditasyon, doğu kökenli meditasyon tekniklerinin batı formunda icra edilen tekniklerinden birkaçıdır. Meditasyon, stres ve depresyon ile mücadelede önemli bir etkendir ve kan basıncını kontrol etmek için de iyi bir yardımcıdır. Bunun sebebi meditasyon durumunda yayılan alfa ve beta dalgalarının oksijen tüketiminde ve kalp hızında yarattığı olumlu etkidir.
ANAHTAR BİLGİLER - Hipnoz, arttırılmış telkin ile derin gevşeme ve yoğun odaklanmayı içinde barındıran hipnotik indüksiyon süreci tarafından başlatılan trans benzeri bilinç durumudur. - Hipnoz, insanların geçmişte olanları hatırlamalarına yardımcı değildir. Hipnoz acı ve anksiyeteyi azaltmada kullanılabilir. 82
- Duyusal yoksunluk, beş duyudan bir veya daha fazlasını etkileyen uyarıcıyı ,bilinçte değişiklikler yaratacak olasılıklar dahilinde, bilerek azaltmaktır. Insomia, kas gerginliği ve acı tedavilerinde kullanılabilir. - Meditasyon, rahatlama ve ferahlık veren bir dizi teknik olarak ifade edilebilir. 5.4 Bölüm Özeti Bilinç, kendimiz ve çevremizle ilgili sübjektif farkındalığımızdır. Bilinç, amaçladığımız hedeflere ulaşma çabamız ve planlarımız için kullanıldığında işlevseldir. Bilinç, psikolojideki birçok teorinin merkezidir. ( Davranışların bilinçli ve bilinçsiz yönleri arasındaki farkı anlamaya çalışan Freud’a ait kişilik teorileri) Fransız filozof Rene Descartes, bir düalizm savunucusudur. Dualizm, zihnin maddesel olmayan bir varlık olarak fiziksel bedenden ayrı olduğunu (bağlı olmasına rağmen) savunan bir fikirdir. Organizmaların davranışları, günlük döngüsel ritimleri(yürümek, uyumak) içine alan biyolojik ritimlerden etkilenir. Uyku, her biri yaklaşık 90 dakika süren uyku aşamalarından oluşur. Aşamalar, REM(hızlı göz hareketi), Non-Rem( hızlı olmayan göz hareketi)’dir. Non-Rem aşaması ise N1, N2 ve N3 olarak alt aşamalara ayrılır. Uyku ,yenileyici bir fonksiyondur. Uzayan uykusuzluk, anksiyeteye, azalan performansa ve hatta daha ileri aşamalarda ölüme bile neden olabilir. Insomia, uyku apnesi, narkolepsi, uyurgezerlik ve REM uykusu davranış bozukluğu, uyku eksikliği çeken insanların karşılaşabileceği durumlardır. Freud, rüyaların öncelikli görevinin dilekleri yerine getirmek olduğuna inanmış ve rüyaların açık ve gizli içeriği arasındaki farkı ayırt etmeye çalışmıştır. Psikoaktif ilaçlar, bilinç durumumuzu ve özellikle algı ve ruh halimizi değiştiren kimyasallardır. Uyarıcılar, ruh halini değiştirir ve enerjiyi arttırırlar (Kafein, nikotin, kokain ve amfitemin).
83
Depresanlar, acıları azaltır, uyku verir ve kalp hızını - solumayı yavaşlatırlar(Alkol, barbiturat, benzodiyapen…) Opioidler, solunum ve kardiyak depresyon da dahil olmak üzere birçok vücut fonksiyonunu yavaşlatır.(afyon,morfin, eroin) Halüsinojenler, halüsinasyonlar yaratacak şekilde değiştirirler…(marihuana, LSD, PCP, meskalin)
algıyı
ve
duyumu
Hipnoz, arttırılmış telkin ile derin gevşeme ve yoğun odaklanmayı içinde barındıran hipnotik indüksiyon süreci tarafından başlatılan trans benzeri bilinç durumudur. Duyusal yoksunluk, beş duyudan bir veya daha fazlasını etkileyen uyarıcıyı ,bilinçte değişiklikler yaratacak olasılıklar dahilinde, bilerek azaltmaktır. Meditasyon, bireyin özel bir şeye ,dış etkenleri göz ardı ederek ve iç dünyasına yönelerek odaklanıp( nesne, kelime) kendini iyi ve rahatlamış hissetme durumuna ulaşma çabasıdır.
BÖLÜM 6
Büyümek ve Gelişmek Gelişmek, çevresel etkiler ve genetik yatkınlıklar rehberliğinde tüm hayatımız boyunca oluşan davranışsal, bilişsel , psikolojik ve sosyal değişiklikleri içine alan bir kavramdır. Gelişim aşaması, doğumla başlayan, 1 yaşla ve çocuklukla devam eden, bebeklik ve ergenlik başlangıcı arası süreyi kapsar. Sonraki aşamalar ise ergenlik başlangıcı ile yetişkinlik arası süre, yetişkinlik, orta yaş ve daha yaşlı yetişkinlik ve nihayetinde ölümdür. Gelişimin her aşamasının kendine has fiziksel, bilişsel ve duygusal farkları vardır. Erik Erikson’a göre , hayatın her aşaması, ulaşıldığında, insanı bazı zorluklarla yüz yüze bırakır ve başarılı bir gelişim, bu aşamaların talepleriyle , amaçlarıyla ilgilenip sonuçlandırmakla mümkündür. 6.1 Gebelik ve Doğum Öncesi Gelişim
84
Gebelik, babadan gelen spermin annedeki yumurtayı döllemesiyle oluşur ve yumurtlamayla başlar. Yumurtlama kadınların adet döngüsünün yarı yolunda oluşur ve hormonların karmaşık kombinasyonunun serbest bırakılmasıyla da desteklenir. Fallop tüpü boyunca yol alan 500 milyon spermden biri, kadın yumurtlama dönemi içindeki 1 veya 2 gün içinde ilişkiye girmişse yumurtayı dölleyebilir. Zigot Birkaç saat içinde , sperm kaynaşmasından sonra yumurtanın 23 kromozomunun yarısı ve spermin 23 kromozomunun yarısı , zigotu ve döllenmiş yumurtayı yaratırlar. Zigot, fallop tüpünden rahime doğru yolculuğuna devam eder ve hala yaşıyorsa kendini rahim duvarına yapıştırır. Ama yaşamıyorsa kadının adet akışıyla atılır. Embriyo Zigotun rahme yapıştıktan sonraki durumu embriyo olarak bilinir. Embriyo aşaması sırasında ( 6 hafta sürer) ana iç ve dış organlar oluşur ki bunlar mikroskobik küçüklükte ve birkaç küçük hücre ile başlar ve doğuma kadar embriyonun görünümündeki değişiklikler devam eder. İç tabaka, embriyo hücresini oluşturmakla meşgulken dış tabaka hamileliğin sürmesi için koruyucu bir çevre yaratmaktadır. Bu çevre üç ana yapıdan oluşmuştur. Amniyon kesesi(embriyonun doğuma kadar yaşadığı sıvı dolu hazne), plasenta(anne ile embriyo arasında besin alışverişine yardım eden organ) ve göbek bağı(embriyoyu direkt olarak plasentaya bağlar ve bütün malzemeyi fetusa iletir). Fetus(Cenin) Gebelikten sonra dokuzuncu haftanın başında embriyo cenine dönüşür. Fetal evrenin özelliği büyümesidir. Büyüyen organizmanın ana yönleri embriyotik aşamada oluşur. Cenin, hareket etmek, uyumak, yutma ve nefes almanın erken formları olmak üzere birçok özelliği almaya başlar. Ayrıca cenin , tatları ayırarak ve seslere tepki vererek duyularını geliştirmenin ilk adımlarını atar.
85
Hassas Cenini Çevre Nasıl Etkiler? Amniyon kesesi ve plasenta embriyoyu korumak için dizayn edilmişlerse de teratojen diye bilinen bazı nedenler cenine zarar verebilir. Teratojenler, hava kirliliği, radyasyon ile annenin kullandığı sigara, alkol ya da uyuşturucu madde olarak nitelendirilebilir. Sigara, anne ve bebek için gerekli olan kandaki oksijen miktarını azaltır ve düşük kilolu doğumlara neden olabilir. Fetal alkol sendromu ise annenin alkol tüketmesi sonucu uzuvlarda , yüzde , genital bölgelerde ortaya çıkan anormallikler ve zihinsel yavaşlıklardır. Annenin yaşadığı çevre de bebeğin gelişiminde oldukça önemli etkiye sahiptir. Malı güçten yoksun ve evsiz ortamlarda süren yaşam kötü beslenme, şiddet ve psikolojik sıkıntıları da beraberinde getirir. ANAHTAR BİLGİLER -Babadan gelen spermin annenin yumurtasını döllemesiyle başlayan gebelik, gelişimin başlangıcıdır. -Dokuz aylık periyot içinde, gelişim tek bir hücreden zigota, zigottan embriyoya ve en sonunda cenine doğru ilerler. -Cenin, amniyon kesesinde korunur. Plasenta, annenin ve ceninin beslenme alışverişini sağlar. Göbek bağı ise anne ile cenin arasındaki bağlantıdır. -Embriyo ve cenin hassastır ve terojenlerden zarar görebilir.. - Sigara, alkol ve uyuşturucu kullanımı gelişen embriyo ve cenine zararlı olabilir, anneler hamile kalmak istiyorsa ya da hamileyse bu tip şeylerden uzak durmalıdır. -Fakirlik, evsizlik gibi çevresel etmenler, sağlıklı çocuk gelişiminde negatif etkiye sebep olur 6.2 Bebeklik ve Çocukluk: Keşfetmek ve Öğrenmek Her şey yolunda giderse bebek , hamileliğin 38.haftasında doğar. Kasılmalar önce 15 dakikada birdir ve ama sıklık 2, 3 dakikaya düşerse anneni bebeği itmek için yardıma ihtiyaç zamanı gelmiştir.
86
Yenidoğan El Değmemiş Birçok Alışkanlıklar ile Gelir Bebekler, hepsi ayrı bir yetenek sağlayan reflekslerle donatılmıştır. Bu refleksler onların yeni tanıştıkları dünyada bir şeyler öğrenene kadar hayatta kalmalarını sağlayacaktır. Yeni doğanda Hayatta Kalma Refleksleri Köklü refleks: Bebeğin yanağı okşandığında o yana döner ve ağzını açar. Bu refleks beslenme alışkanlığına bir işarettir. Göz kırpma Refleksi: Işık gelince bebek iki gözünü de kapar. Böylece güçlü ve tehlikeli ışıklardan kendini korur. Geri Çekilme:.Bebeği tehlikeli ve acı verici uyarıcılardan koruyan bir reflekstir. Tonik Boyun Refleksi: Çocuk sırtüstü yatırıldığında başını bir yöne çevirir ve kolunu da o yöne uzatır. Bu refleks el ve göz koordinasyonun gelişmesine yardımcı olur. Kavrama Refleksi: Bebek avucundaki nesneyi sıkar, hatta kısa bir süre sonra kaldırabilir ve böylece öğrenmeyi keşfeder. Moro Refleksi: Bebeği tutarken veya yüksekten düşerken ellerini ve ayaklarını açar ve bir şeyleri sıkıyormuş gibi tekrar hızlıca bir araya getirir. Bu bebeği düşmelerde koruyan ya da seyahat sırasında annelerine sarılmalarını sağlayan bir reflekstir. Adım Atma Refleksi: Bebek çıplak ayak üzerinde sallandırılır ve ileri taşınır gibi yapılınca yürüme çabasındaymış gibi adım atmaya çalışır. Bu refleks motor gelişime yardımcı olur Bu reflekslerin yanında, çocukların bilgisi ve yetenekleri, agulamayla,konuşmayla, sürünmeyle ve çevredeki nesneler ile ilişki kurarak artar.
Çocukluk Sırasındaki Bilişsel Gelişim Çocukluk değişimlerin çok çabuk olduğu bir dönemdir. Çocuk fiziksel olarak gelişirken bilişsel yetenekler de ona eşlik eder.
87
Erik Erikson’a göre çocuğun, bu çağda insisyatif gelişimi, rekabet ve özgürlük ile ilgili atlatması gereken zorluklar vardır. Çocuklar dünyayı keşfetmeye, kendine güvenmeye ve kendi yolunu çizmeye ihtiyacı duyarlar. Beceriler bir gecede gelmez. Çocukluk sırasındaki nörolojik değişimler, çocuğun belli yaşlarda kullanabileceklerini elde etmelerine yardımcı olur. Bu gerçek , İsviçreli Jean Piaget tarafından iyice görünür hale getirilmiştir. Piaget,çocuklara testler uygulamış , test sonrasında çocukların verdiği doğru cevaplar değil de yanlış cevaplar ilgisini çekmiştir. Ona göre verilen bu yanlış cevaplar, çocukların gelişim aşamalarına has düşünme tekniklerini temsil etmektedir. Piaget, bilişsel yeteneğin gelişimsel düzen içerisinde kazanıldığına inanmakta olup çocukların yeni şeyleri deneyimlediğinde bu bilgileri var olan eski şemalar ile bağdaştırmaya çalıştığını tespit etmişti. Çocuklar bunu yaparken iki metot uygulamaktadırlar. Asimilasyon ve Uzlaştırma… Asimilasyon aşamasında çocuklar, yeni bilgileri anlamak için önceden geliştirilmiş şemaları kullanırlar. Uzlaştırma aşamasında ise çocuklar yeni bilgiler öğrenirler ve yeni şema geliştirirler.. Piaget’in Bilişsel Gelişim Aşamaları Sensorimotor(doğum -2 yaş arası): Çocuk dünyayı beş duyuyla deneyimler. İşlem Öncesi(preoperasyonel): (2 ile 7 yaş arası): Çocuk dünyayı dil ve zihinsel görüntülerle algılar. Yığın operasyon: ( 7ile 11 yaş arası): Çocuklar mantıklı düşünmeye başlar. Biçimsel operasyon:(11 yaş ile yetişkinlik arası): Yetişkinler sistematik düşünürler ve soyut kavramlar hakkında fikir yürütebilirler.
Çocukluk Sırasında Sosyal Gelişim Çocuğun çevreyle iletişim kurması ve anlamasııyla oluşan bilişsel yetenek, sosyal manada büyük gelişimler için kaynak oluşturur. Bilişsel yetenekler, çocukluk sırasında oluşan değişikliklerin sadece bir parçasıdır. Çevreyi anlama, tahmin etme ve çevredeki diğer insanlarla bağ kurma da çocukların sosyal becerilerinin gelişmesinde önemlidir. 88
Kendini Bilmek: Benlik Kavramının Gelişmesi İnsanın sosyal gelişiminin önemli kilometre taşlarından biri kendi varlığını öğrenmesidir. Bu farkındalığa bilinç diyoruz. Bilincin içeriği ise benlik olarak ifade edilir. Benlik, birey olarak varlığımızı sürdürdüğümüz bilgisiyle beraber inançlarımızı, kişilik değerlerimizi, fiziksel özelliklerimizi, kabiliyetlerimizi, amaçlarımızı ve rollerimizi kapsayan detayların bir çeşit sunumu veya şemasıdır. Çocukların kendileri ile ilgili bilgilenme süreci büyüdükçe artar. 2 yaş civarındaki bebek, erkek ya da kız olarak cinsiyetinin farkına varır. 4 yaşa gelindiğinde kendini fiziksel özellikler ile tanımlamaya başlar(saç rengi, göz rengi…). 6 yaşa ulaşıldığında çocuk temel duyguları ve kişisel özellikleri(ben iyi biriyim vb) anlayabilecek durumdadır. Çocuk okula başladığında ise sosyal karşılaştırma dediğimiz diğer çocuklarla kendini mukayese etme aşaması başlar( sınıftaki başka bir çocuktan daha hızlı olduğunu ifade etmek) Diğerleriyle Başarılı İlişki Kurmak: Bağlılık Çocukların öğrenmesi gereken en önemli davranışlardan biri diğerleri tarafından kabul edilmektir. Yani yakınlığın gelişmesini sağlamak ve anlamlı sosyal ilişkiler kurmaktır. Yakın hissettiklerimizle kurduğumuz duygusal ilişkiler ve bir bebeğin annesiyle ya da ona bakan biriyle yaşadığı yakınlık bağlılık olarak ifade edilir. 1930 yılların sonunda psikologlar, yeterli bakım alan, güzel yemek yiyen yetiştirme yurdu çocuklarının , onlarla ilgilenen biri olmasa bile normal gelişeceğine inanıyorlardı. Fakat yapılan testler bu çocukların hiç de beklendiği gibi sağlıklı olmadığını, duygusal manada aşağı seviyelerde yaşadıklarını ve motivasyon yoksunu olduklarını gösterdi. Normal bir gelişimin başarılı olabilmesi için ilgilenen birinin bağlılığına gerek olduğu böylece anlaşılmış oldu. Maymunlar üzerinde yapılan bir çalışmada (Harlows’) , yavru maymunların, güvenli bir kucak veya yer sağlayan sıcakkanlı anneleri, onlardan uzak duran ama yiyecek sağlayan annelere tercih ettikleri görülmüştür. Garip Durum
89
Davranışları temel alınarak , çocukları, kendileriyle ilgilenenler ile kurdukları bağların çeşitlerini yansıtışlarına göre dört gruba ayırabiliriz. Güvenli Bağlılık: Bu stilde çocuk annesi var iken özgürce keşif yapar. Anne gidince üzülür gelince sevinir. Kararsız Bağlılık: Çocuk yabancı durumla ilgili ihtiyatlıdır . Ya duruma yakın durur ya da oyuncağı keşfetmektense anneye tutunur. Anne gidince strese boğulur ama dönünce de kararsız kalır. Çekingen Bağlılık: Anne geldiğinde ya da gittiğinde anneyi göz ardı eder. Dağınık Bağlılık: Stresle başa çıkmak için tutarlı bir yol bulunmaması durumudur. Ayrılık sırasında çocuk ağlayabilir ama anne döndüğünde onu göz ardı edebilir ya da çocuk anneye yanaşsa da donup kalabilir. Çocukların şimdiki bağlılık tiplerinin yıllar sonraki duyguları ve davranışları tahmin etmeye yardımcı olup olmayacağı çok fazla tartışma konusu olmuştur. Boylamsal araştırma modelinde , örneklenmiş bireyler uzun bir süre boyunca , birden fazla gelişim aşamaları boyunca takip edilmiş ve temas kurulmuştur. Boylamsal araştırma modeli , bebekken elde edilen bağlılık sınıflarının çocukluk ve yetişkin dönem davranışlarını tahmin edebildiğini bulmuştur. Eğer örnek alan ve çerçeve zaman geniş ise boylamsal araştırma önemli ve zengin bilgi sağlar. Ancak maliyet yüksekliği ve takip edilebilecek bir büyük örnek alan yaratma zorluğu ise önemli dezavantajlardır. Bir diğer bir araştırma olan kesitsel araştırma modeli , boylamsal araştırma modeline bir alternatif olarak kurulmuştur. Kesitsel araştırma modeli, belli bir zamanda farklı yaş gruplarına ait farklı insan örnekleri üzerinde yaş karşılaştırması yapmaktadır. Bu araştırmanın avantajı, araştırmacıların sonuçları görmek için yıllarca beklememeleridir. Bunun yanında dezavantaj ise sonuç yorumlarının boylamsal araştırma modeli kadar açık olmamasıdır.
ANAHTAR BİLGİLER -Bebekler, hayatta kalmaları için gerekli beceri ve yeteneklerle doğarlar. Ayrıca çevreyle iç içe yaşayarak yeni şeyler öğrenirler. -Alışkanlık tekniği, tecrübelerden bir şeyler öğrenmeleri ve hatırlamaları için bebeklerin yeteneklerini gösterme tekniğidir.. 90
-Çocuklar asimilasyon ve uzlaşma tekniklerini kullanarak dünya şemasının işlevselliğini geliştirirler. -Piaget’in bilişsel gelişimi , sensorimotor, preoperasyonel (işlem öncesi), yığın operasyonel ve biçimsel operasyon olarak kategorize edilmiştir. - Sosyal gelişim, çocukların keşfetmekte özgür oldukları güvenli alandaki gelişmelere ihtiyaç duyar. - Boylamsal ve kesitsel araştırmalar, gelişim hakkında hipotezleri test etmekte kullanılırlar. Her ikisinin de avantajları ve dezavantajları vardır. 6.3 Gençlik: Gelişen Bağımsızlık ve Kimlik Gençlik, ergenlik başlangıcı ile yetişkinlik başlangıcı arasındaki yıllar veya süre olarak ifade edilebilir. Eskiden insanlar 20’li yaşlarda evlenmeye meyilli olduğu için gençlik 10 yıl gibi bir süreyi kapsıyordu. Bugünlerde ise çocuklar daha yavaş olgunlaşıyor, daha geç evden ayrılıyor ve aileleriyle bağlarını daha uzun süre devam ettiriyorlar.. Böylece ergenlik ile yetişkinlik süresi 20 yıla uzamış oluyor. Gençlik sırasında, çocuk fiziksel, duygusal ve bilişsel olarak gelişmeye devam eder. Bedenen gelişimin yanı sıra üreme organları fonksiyonel hale gelir. Gençlik dönemi, aynı zamanda olup bitenin sebeplerinin araştırıldığı, kendi olma çabalarının arttığı, kimlik arayışıyla beraber aileden başka insanlarla yakınlaşma adımlarının atıldığı bir dönemdir. Gençlik dönemi birçok genç için stresli zamanların yaşandığı bir dönem olsa da çoğu bu türbülansları atlatırlar. Örneğin, gençliği zamanın kanunu çiğneyen bireyler, birer suçlu olmadığı gibi, okul döneminde alkol tüketenler ilerde büyük bir çoğunlukla alkolik olmazlar.
Gençlikte Fiziksel Değişim Gençlik, ergenlik .çağı ile başlar. Kültürler arası zaman çeşitliliklerine rağmen bir genelleme yapılırsa ergenliğe erişme yaşı kızlarda 9 ile 14, oğlanlarda ise 10 ile 17 arasıdır. Ergenliğe girişle beraber hipofiz bezi, oğlanlarda testosteron , kızlarda ise östrojen ve progesteron hormonlarını uyarmaya başlar. Seks hormonlarının salınımı ilk seks özelliklerinin gelişimini tetikler. Bunlar oğlanlarda penis ve testislerin büyümesi, kızlarda ise vajina, rahim ve yumurtalıkların gelişimidir. 91
İkincil cinsi özellikler ise üremeyi hariç tutarak iki cins arasındaki farklılıkları yaratan özelliklerdir. Bunlara örnek verecek olursak , oğlanlarda, büyüyen Adem elması, kalınlaşan ses, artan kol altı kılları kızlarda ise büyüyen göğüsler ve kalçalar ile kol altı ve kasık kıllarının görünümüdür. Göğüslerin büyümesi 10 ile 12 yaş arasında başlar ve kızlarda ergenliğin ilk işaretidir. Oğlanların sakalları 14 ile 16 yaşa arasında çıkar. Büyüme hamlesi kızlarda daha erken başlar ve yirmili yaşlara kadar erkeklerle beraber devam eder. Kızlarda ergenliğin temel taşı adettir ve ilk adet dönemi 12 ya da 13 yaş civarlarında tecrübe edilir. Erkeklerde ergenliğin başlangıcı olarak nitelendirilen sakal ise 10 yaşına kadar görünmez. Ergenliğin zamanlamasının önemli psikolojik sonuçları olabilir. Erken olgunlaşan erkekler bazı sosyal avantajlara sahip olurlar çünkü daha uzun ve güçlüdürler. Fakat aynı zamanda bu erken gelişim, alkol ve uyuşturucu kullanımından kaynaklı bazı anti sosyal hareketlere ve erken cinsel aktiviteye sebep olabilir. Erken olgunlaşan kızlar ise seksüel taciz ve saldırılara maruz kalabilir , duygusal sorunlar yaşayabilir, arkadaşlarından etkilenerek yeme bozukluğu , depresyon ve anksiyeteyle mücadele etmek zorunda kalabilir. Gençlikte Bilişsel Gelişim Bilişsel gelişim çocuklukta en hızlı noktasına ulaşsa da beyin gençlik boyunca hatta 20’li yaşları içinde bile gelişmeye devam eder. Gençlik dönemi sırasında beyin, yeni sinirsel bağlantılar üretmeye devam ederken kullanılmayanları da atar. Gençler olgunlaşırken, beynin, neden arama, planlama ve problem çözmeden sorumlu parçası olan prefontal korteks gelişmeye devam eder. Gençlerin düşünmeden tepkisel olarak hareket etmelerinin sebebi de prefrontal kortekstir. Ergenlik ile ortaya çıkan hormonel dalgalanma , duygusal tepkileri etkilerken, tepkisel davranışlara yol açar. Bu da gençlerin uyuşturucu, alkol , tehlikeli araba kullanma gibi riskli davranışlarının sebebi olarak açıklanabilir. Gençlik sırasında ortaya çıkan yeni bilişsel yetenekler, ego merkezli duyguların kabarmasına ve “her şeyi en iyi ben bilirim” ya da “ her şeyi en iyi ben yaparım” havasına girilmesine neden olur.
92
Gençlikte Sosyal Gelişim Gençlik döneminde meydana gelen en büyük değişikliklerden ikisi benlik kavramındaki ve yeni ilişkilerdeki değişimdir. Çocukken aileyle bağlar çok kuvvetliyken bu çağda eğilim artan bir hızla akranlara doğru kayar. Erik Erikson’a göre, ergen, benzersiz bir kimlik arayışı içindedir ve ben kimim sorusunun cevabımı aramaktadır. Bu dönemde yaşanan kafa karışıklıkları ,kimlikler arasında denge kurmak ya da birini seçmek için uğraşan genci sıkıntıya sokabilir. Yanlış seçimler yapabilirler ve eğer işler yolunda gitmezse bu arayıştan vazgeçebilirler. Kimlik gelişimi değerlendirmesi ile ilgili olarak James Marcia bir araştırma yapmış, gençlere meslekler, politika, din ve seksüel davranışlar ile ilgili olarak fikirleri sormuştur. Alınan cevaplar gençleri dört kimlik sınıfına ayırmaya yardımcı olmuştur. Kimlik Dağılması Durumu: Birey konulara ait sorularla ilgili olarak kesin fikir beyan etmemekte ve bu konulara doğru bir ilerleme göstermemektedir. Rehine Durumu: Birey herhangi bir kimlik tecrübesine angaje olmamıştır ve diğerlerinin tercih ve değerleri üzerine bir kimlik inşa etmiştir. Moratoryum Durumu: Birey birçok tercihi araştırmış ama onlardan birisi hakkında net bir duruş sergilememiştir. Başarılı Kimlik Durumu: Birey , kişisel kararlarına dayanarak tutarlı bir kimlik kazanmıştır. Gençler farklı sosyal gruplarda farklı kimlikleri deneyebilirler. Evde farklı dışarıda , arkadaşlarının arasında farklı kimliğe bürünebilirler ve sonunda farklı olasılıklar arasında bağ kurarak tek bir benliğe ve uygun bir kimlik duygusuna (başarılı kimlik durumu) kavuşabilirler. Arkadaş grupları (çeteler, klikler vb) farklı kimlikler deneyen gençlerin , önemli tecrübeler elde ettiği önemli topluluklardır. Bu gruplar, gence, aidiyet ve kabul görme duygusunu yaşatırlar. Gencin sosyal kimliğini öğrenmesindeki en büyük pay , grup üyeliğinden elde edilen benliğe aittir. Ahlaki Sorgulamanın Geliştirilmesi: Kohlberg’s Teorisi
93
Gençlik dönemi ile ortaya çıkan bağımsızlık, özgür düşünceye ve toplum tarafından doğru veya uygun olarak kabul görmüş davranış standartları olarak tanımlanan ahlakın gelişimine ihtiyaç duyar. Lawrence Kohlberg’e göre çocuklar, faal düşünce, sorgulama ve bunları takip eden ahlaki gelişim yoluyla ahlaki değerleri öğrenme imkanı bulur. Kohlberg verdiği bir örnekle çocukların , gençlerin ve yetişkinlerin karşı karşıya kaldıkları ikilemi ortaya koymuştur. Örnek olay şudur; Bir adamın eşi kanserdir ve onu kurtarabilecek sadece bir ilaç vardır. Bu ilacı satan tek yer ise insanlara fahiş fiyatla ilaç sattığı bilinen bir eczanedir. Adamın 1000 doları vardır. Eczacı 2000 dolarda diretir ve bunun altında fiyatı kesinlikle reddeder. Çaresiz adam bir süre sonra eczaneye zorla girer ve ilacı çalar. Sorular şunlardır; Adam bunu yapmalı mıydı? Haklı mıdır değil midir? Neden?, Lawrence Kohberg’e Göre Ahlaki Sorgulamanın Aşamaları Geleneksel Öncesi Ahlak (Küçük Çocuklar): 9 yaş civarlarında , çocuklar kişisel çıkarlarına ya da kazançlarına odaklıdır. Bu aşamada cezadan kaçınılır ödüllük durumlar aranır. Bu düzeyde kişi tartışabilir. “Adam çalmamalıydı çünkü eğer yakalanırsa hapse girer” Geleneksel Ahlak (Daha büyük çocuklar, gençler ve çoğunlukla yetişkinler): Gençliğin erken zamanlarında, çocuk, duruma dair sonuçların diğerlerini nasıl etkilediğine dikkat ederken , başkalarını mutlu etmeyi ve onlara kendini kabul ettirmeyi ister. Bu gelişim aşamasında insanlar, kanunlar niteliğindeki sosyal normlardan veya daha az resmi görünen kurallardan elde ettiklerini iyi bir şekilde değerlendirebilirler. “Adam ilacı çalmamalıydı çünkü ilaca ihtiyacı olan biri veya eşi onu hırsız olarak görürse böyle bir hırsızlıkla tedavi olmak istemez” ya da “Ne olduğu önemli değil, kanunlara uymalıydı çünkü hırsızlık bir suçtur” Geleneksel Sonrası Ahlak( Yetişkin): Bu aşamada bireyler, davranışlarını haklı göstermek için kuramsal ya da soyut muhakemeyi kullanırlar. Ahlaki davranış, evrensel olan ve bireysel şekilde seçilmiş etik prensipleri temel edinmiştir. Bireysel ilke seçimi yapmış biri; “Adam karısını iyileştirmek için ilacı çalmalı ve sonra bunu kanun gücüne bildirmelidir. Belki cezasını çekecektir ama en azından bir insanın hayatını kurtarmış olacaktır” diyecektir Kohlberg’in teorisine en önemli eleştiri, erkeklerdeki ahlaki gelişimi kızlara göre daha ayrıntılı anlatması konusunda Carol Gilligan’dan gelmiştir. Gilligan, sosyalleşdeki farklar nedeniyle erkeklerin adalet ilkelerine değer vermeye daha 94
eğilimli olduğunu ancak kızların ise diğer insanlara dikkat etme ve yardım konusunda erkeklerden daha başarılı göründüğünü ifade etmiştir.
ANAHTAR BİLGİLER - Gençlik, ergenlik başlangıcı ile yetişkinlik başlangıcı arasındaki yıllar ve süre olarak ifade edilebilir -Gençliğin ortaya çıkması, aile dışında bağların oluşturulduğu, üniversiteye devam edildiği ve işin bulunduğu 18 ile 20 li yaş arasındaki periyoda tekabül eder. -Ergenlik, hormonel değişikliklerin vücutta fiziksel değişimlere yol açtığı bir gelişme dönemidir. -Serebral korteks, gençlik ve erken yetişkinlik dönemlerinde, gelişmiş muhakeme, yargı , uzun dönemli planlama ve dürtü kontrolünü etkinleştirerek gelişmeye devam eder. -Gençlik döneminin en belirleyici yönü, tutarlı ve kararlı kimlik gelişimidir. -Kohlberg teorisi, ahlaki muhakeneyi, geleneksel öncesi(preconventional) ahlak, geleneksel (conventional) ahlak ve geleneksel sonrası (post conventional) ahlak olarak üç aşamada inceler. -Kohlberg’in teorisi zaman içinde yaygınlaşsa da ve başta erkek ve kızlar arasındaki ahlaki farklara odaklanan Gilligan tarafından olmak üzere birçok itirazla karşılaşmıştır…
6.4 Erken ve Orta Yetişkinlik: Etkin Yaşamlar İnşa Etmek 1970’lere kadar, psikologlar yetişkinleri tek bir gelişim aşamasıyla yani gençlikten ölüme kadar olan geriden bıraktığımız tek bir dönemle açıklama eğilimindeydiler. Ancak günümüzde psikologlar fiziksel, bilişsel ve duygusal tepkilerin bütün hayatımız boyunca gelişim gösterdiğinin farkına varmışlardır. Erken, orta ve geç yetişkinlik dönemlerinin kendine has fiziksel, bilişsel ve sosyal zorluklarla karşılaştığı artık herkes tarafından kabul edilmektedir.
95
Bu bölümde, 25 ile 45 yaş arasındaki erken yetişkinlik ve 45 ile 60 yaş arasındaki orta yetişkinlik dönemlerindeki bilişsel, fiziksel gelişimleri incelemeye çalışacağız. Günlük Hayatımızda Psikoloji: İyi bir ebeveyn nasıl olunur? Bazı ebeveynler katı, bazıları yumuşaktır. Bazı ebeveynler çocuklarının bütün sorunlarını çözmek için uğraşırlarken bazıları çocuklarını bakıcıya bırakmayı tercih ederler. Bazı ebeveynler ise çocukları kucaklayıp her fırsatta onları sevdiklerini söylerken kimisi bu tip yakınlaşmalardan uzak durur. Bu davranışlar önemli midir? İyi bir ebeveyn nasıl olunur? Bu sorulara iki cevapla karşılık verebiliriz. Bütün çocukların ihtiyacı olacağı üzere; 1. Bebekler, hamileliği sırasında sigara ve içki içmeyen, uyuşturucu kullanmayan vicdanlı bir anneye ihtiyaç duyar. 2. Bebekler, onlara güvenli yuva oluşturacak ,sevgi dolu ve destekleyici şekilde ilgi gösterecek insanlara ihtiyaç duyar.. Bu bilgiler ışığında ebeveynlik şekillerini şöyle sınıflayabiliriz: Otoriter, hoşgörülü ve reddedici –ilgisiz ebeveynlik… Erken ve Orta Yetişkinlik Döneminde Fiziksel ve Bilişsel Değişiklikler Diğer aşamalarla karşılaştırıldığında bu dönemdeki fiziksel ve bilişsel değişiklikler daha az dramatiktir(etkileyicidir). Bireyler 30 ile 40 yaşlarına ulaştığı zaman, gençlik dönemlerine göre ağrılarından kurtulmaları daha uzun sürer ve/veya algı yetenekleri azalmaya başlar. Görme ve duyma kabiliyetleri de bu yaşlarda iniş gösteren diğer unsurlardır. Bunlara benzer fiziksel yetenek kayıplarına karşılık çok belirgin olmasa da bilişsel ve algısal kabiliyetler de iniş gösterir.
Menopoz Erken ve orta yetişkinlik dönemleri, özellikle kadınlarda doğurganlık özelliğinin kaybolmaya başladığı zamanlardır. Kadınlar adet döngüsünün sonlandığı menopoz periyodunu 50’li yaşlar civarı tecrübe etmeye başlarlar. Menopoz, kadınların üreme hormonu olan östrojen ve progesteron’daki kademeli azalmayla 96
ortaya çıkar. Adet dönemi 12 ay boyunca durursa bu menopoza girildiğinin göstergesi olarak kabul edilir. Bazı kadınlar menopozu doğurganlıklarını kaybettikleri için negatif olarak algılarken bazıları ise adet dönemlerinin rahatsızlığından ve istenmeyen gebeliklerden kurtuldukları için olumlu karşılarlar. Erken ve Orta Yetişkinlik Döneminde Sosyal Değişiklikler Yetişkin olmanın en belirgin özelliği etkileyici ve bağımsız bir hayat yaratma yeteneğidir. Çocuklar aileleri tarafından destek görürken yetişkinler hayatlarını ve ailelerini kendileri kurmak zorundadırlar. Sonuç olarak yetişkinlerin ihtiyaçları daha gençler olanlardan farklıdır. Hayata dair zamanlamalar erken ve orta yaşlılıkta bireylere göre farklılıklar gösterse de insanlar sosyal saat denen genel düzene uyma eğilimindedirler. Sosyal saat, çocukluğun geçtiği evden ayrılma, evlenme ve çocuk sahibi olma gibi hayati olaylar için tercih edilen doğru zamanı gösterdiği düşünülen bir terimdir. Sosyal saate uygun hareket etmeyen bireyler ve çiftler toplum tarafından yadırganırlar. Arada istisnalar olsa da ortalama evlenme yaşı 20 ile 30 arasındadır. Araştırmalar, evliliğin, bireylere zihni ve fiziksel olarak yararlı olduğu yönünde sonuçlar elde etmiştir. Boşanma konusuna gelince; boşanma, elli yıl öncesine göre şimdilerde daha genel bir olgudur. Yapılan evliliklerin hemen hemen yarısı boşanma ile sonuçlanmaktadır. Erken yaşta yapılan evliliklere göre daha ileri yaşlarda ve eğitim seviyesi yüksek insanlar arasında yapılan evlilikler daha uzun ömürlüdür. Ebeveynlik aşaması ise bireyler için hem finansal hem de mental açıdan en yorucu dönemlerdir. Bu dönemim yarattığı stres, daha çok, birçok sorunu sırtlamak zorunda kalan kadınları etkilemektedir.
ANAHTAR BİLGİLER -Erken ve orta yaşlılık döneminde kas gücü, reaksiyon süresi, ve duyusal özellikler düşüşe geçer.
97
-Kadınlarda yaşlanmanın önemli belirtilerinden birisi, adet döneminin kesilmesiyle başlayan ve doğurganlıkta düşüşe neden olan menopozdur. - Yetişkinliğin aşamaları, kültürel olarak kabul görmüş evlilik, ebeveynlik ve iş sahibi olmak gibi dönemleri kapsayan sosyal saat ile tanımlanır.. 6.5 Geç Yetişkinlik: Yaşlanma, Emeklilik ve Kayıp 60’lı yaşlarla başlayan ve fiziksel, bilişsel, sosyal yapabilirliklerde keskin değişikliklerin yaşanarak doğal sona doğru gidişin hızlandığı döneme geç yetişkinlik diyoruz. Bu dönemde vücut ve zihin yavaşlasa da ailelerle ve arkadaşlarla sosyal bağlar daha bir değer kazanır ve bu sayede gençlik dönemlerine göre daha mutlu kalmak mümkün olabilir. Yapılan araştırmalar (Myers ve Diener), ileri yaştaki insanların genç olanlara nazaran hayatlarıyla ilgili olaylara göre daha olumlu konuştuklarını ortaya koymuştur. Yaşlanma Sırasında Bilişsel Değişiklikler Yaşlanmayla gelen değişiklikler herkesi aynı şekilde etkileyemeyeceği gibi mutlaka sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalınacak diye bir kaide yoktur. Hayatın erken dönemlerinden değişen şartlara uyum sağlamayı başaran insanların ileriki yaşlarda da bunu yapabildiği ve bu sayede mutlu olabildiği araştırmalar tarafından ortaya konmuştur. Algı da önemlidir. Kendini hasta, hassas veya huysuz hissedip yine böyle hareket eden insanlar hayatı olumlu algılayanlara oranla daha sağlıksız ve kısa yaşamaktadırlar. Diğer bir konu ise hafıza beklentileri üzerinedir. Bazı kültürlerde (Amerika, Batı) belleğin yaşla beraber düşüşe geçtiğine inanılsa da doğu kültürlerinde (Çin vs) bu inanış tam ters yönde hareket etmektedir. Amerikalı ve Çinli öğrenciler arasında yapılan bilişsel ve bellek konularını temel alan bir araştırmada Amerikalılar çok kötü bir performans gösterirken Çinlilerin başarısı bu tespite iyi bir örnektir. Yaşlı yetişkinlerin genel bir bellek kaybından mustarip olduğuna inanılsa da araştırmalar, bunun sadece belli tipteki hafıza açıkları için geçerli olduğunu bazı hafıza tiplerinin ise bozulmadan kalıp yaşla beraber geliştiği sonucuna ulaşılmıştır. 98
Yaşlı yetişkinlerin bilgileri işlemden geçirirken yavaş olduğu görülmektedir. Bilgiyi değerlendirmek, dili anlamak gençlik zamanlarındaki performanslarına göre ortalama olarak daha uzun zaman almaktadır. Yaşlı yetişkinlerin bir sıkıntısı da dikkat yoğunluğu konusundadır. Konuşulan konuyla ilgili olmayan bir başka konu hakkında konuşmak bu duruma iyi bir örmek olabilir. Fakat hem dikkat hem de bilgi alırken ki yavaşlık kötü bir hafıza anlamına gelmez çünkü çoğu yaşlı yetişkinin semantik bilgi,kelime ve dil açısından dünya hakkındaki genel bilgileri kristal bir zeka belirtisidir. Yaşlı yetişkinler, ilişkilerde daha tecrübeli oldukları için sosyal temaslardaki ayrıntıları genç olanlara göre daha iyi kavrar ve anlarlar. Demans (Bunama) ve Alzheimer Demans, günlük işleri yapmaya engel olacak şekilde bilişsel yeteneklerde kayba neden olan ilerleme karakterli nörolojik bir hastalıktır. Alzheimer ise demansın başka bir formu olup, yıllar alan bir periyot içinde duygu, bilinç ve fiziksel kayba yol açan ölümcül bir rahatsızlıktır. Demans ve Alzheimer’in çoğunlukla 65 yaş ve üstü yaş gruplarından görüldüğü tespit edilmiştir. Alzheimer’ın 65 yaştan sonraki her 5 yıllık periyotta ortaya çıkma olasılığı ikiye katlanır. 85 yaşından sonra ise risk yüzde 8’e yaklaşır. Demans ve Alzheimer’in her ikisi de sinir iletici asetikolin üreten hücrelerin işlevlerini yitirmesiyle ortaya çıkar. Hem Demans hem Alzheimer bir bölümüyle kalıtsal olsa da bu hastalıklarda çevrenin de etkin bir rolü olduğuna dair güçlü kanıtlar vardır. Yaşlı yetişkinler, bilişsel aktiviteler olan okumak, müzik aleti çalmak, derslere katılmak puzzle yapmak ve /veya diğer insanlarda sosyal temas kurmak gibi faaliyetlere katıldıkça hem fiziksel hem de mental açıdan güçlenecek, bu tip rahatsızlıklara yakalanma şansı azalacaktır.
Yaşlanma Sırasında Sosyal Değişiklikler: Etkin Emeklilik Artan yaşam beklentisi, 21.yy’da yaşlı insanların hayatlarının yaklaşık dörtte bir dönemini emeklilik ile geçirmelerini sağlamıştır. Emeklilik , kariyerini geride 99
bırakmak, bazıları için stres ve depresyon sebebi iken bazıları için ise aile ve dostlarla daha iyi ilişkiler ya da başka denemelere kapı açması nedeniyle daha olumludur. Özellikle sıkıcı ve fiziksel talep gerektiren işlerde çalışan emekliler için emeklilik, kimliklerini bulmaları için bir şanstır. Psikolog MoWang yaşı 51 ile 61 arasında olan 2060 insan üzerinde 8 yılı aşan bir araştırma yapmış ve emeklilik aşaması için şu önerileri getirmiştir: -Emeklilik aşamasını yavaşça atlatabilmek için emeklilik sonrası part time çalışın. -Emekliliğinizi hem finansal hem de takip edilebilecek hobiler açısından planlayın -Eğer evliyseniz eşinizle beraber emekli olun ki gerekirse beraber part time çalışma ya da emeklilik sonrası planları beraber yapma fırsatı doğsun. - Mutlu bir evlilik, emeklilik sonrası stresi evin sıcak ortamıyla atlatmaya yardımcı olur -Fiziksel ve finansal sıhhatinize dikkat gösterin ki huzurlu bir emeklilik yaşayabilesiniz. -Başarılı ile sürdürdüğünüz bir işten erken emekli olun. Çünkü başarılı devam eden bir işten maaşlarını kaybedecekleri korkusuyla ayrılmayanlar tuzağa düşmüş gibi hissederler ve emeklilik korkusuyla daha büyük stres yaşarlar. -Zamanında emekli olun. Önce ya da sonraki emeklilik insanın kendini uyumsuz ya da amaçlarını gerçekleştirememiş hissetmesine neden olur. Ecel, Ölüm ve Matem Yaşam, hem kendimizin hem sevdiklerimizin ölümüyle ilgili olmayı gerektirir. Elizabeth Kübler –Ross kitabında (On death and Dying) insanların ,kendileri ya da kendilerine yakın birileri ölürken boğuşarak geçirdikleri beş aşamayı anlatır… İnkar-iyi hissediyorum. Bu bana /bize olamaz Kızgınlık- Neden ben/biz? Bu adil değil!! Pazarlık- Çocuklarımın mezuniyetini göreyim…. Yapacak çok şeyim var… Depresyon- Öleceğim. Ne anlamı var ki? 100
Kabul- Zamanın geldiğini biliyorumBu beş aşamaya artan sayıda eleştiri gelmiş, bu eleştirilerin temelini de kültürel farklar ve toplumsal bakış oluşturmuştur. Örneğin, Amerikalı Japonlar, acılarını saklamak ve başkalarına acılarıyla yük olmamak gerektiğine inanmaktadırlar. Bunun tam tersi Yahudiler, 7 günlük bir süreyi kapsayan yas ilan ederler. Yaşamlarını sürdürenlerin sağlığı, hayatın son döneminde sevilen birinin kaybı ya da mücadele eden zorluklar gibi etraflarını saran birçok nedenden etkilenir. Eşleriyle ya da ailede rahatsız olan biriyle ilgilenen insanlar için ölüm süreci çok daha fazla stresli geçer. Bu travmaya rağmen insanlar hayatlarını etkin şekilde yaşayacak gücü kendilerinden bulabilirler. Ayrıca, keder müdahale programı benzeri oluşumlar insanlara yas döneminde yardımcı olabilmektedir.
ANAHTAR BİLGİLER -Yaşlı yetişkinlerin çoğu, gençlik dönemlerindeki aktif hayatını sürdürüp mutlu kalabilir, aile ve dostlarla sosyal ilişkilerine daha çok değer verebilirler. -Bilişsel süreçte belli bir yavaşlama yaşasalar da, yaşlı yetişkinler dünya hakkında sahip oldukları bilgi ve bunları kullanma kabiliyetiyle yaşla beraber güçlenen kristal bir zekaya sahiptirler -Yaş ile beklentiler, kültürden kültüre değişir ve insanların yaşlandıkça verdikleri tepkileri etkiler. -Yaşlı insanların bir kısmının mustarip olduğu demans yani bunama bilişsel yetenekleri içine alan ilerleme eğilimli nörolojik bir rahatsızlıktır. Alzheimer ise demansın(bunama) bir formu olup serebral korteksteki değişikliklerden kaynaklanan ölümcül bir hastalıktır. Geç yetişkinlik döneminin iki önemli aşaması vardır. Emeklilik- acıyla ilgilenme ve kayıp. İyi planlanan bir emeklilik zevkli bir deneyim olabilir -
- Acı sürecinden geçen önemli sayıdaki insan artan ölüm riski, fiziksel ve mental rahatsızlıklar yaşamaktadır. Acı ile ilgili nasihat ya da paylaşım insanlara kayıplarından dolayı duydukları sıkıntılarla başa çıkmada yardımcı olabilir.
101
6.6 Bölüm Özeti Gelişim, hamilelikle yani babadan gelen spermin annedeki yumurtayı döllemesiyle başlar. Bebekler, hayatta kalmalarını ve büyümelerini sağlayacak hazır refleksler ve bilişsel yeteneklerle doğar. Piaget'in bilişsel gelişim modeli asimilasyon ve uzlaşma aşamalarından oluşur. Gelişimin en önemli parçası, benlik kavramının oluşumu ve teması içine alan sosyal becerilerdeki başarıdır. Gençlik, ergenliği de içine almak üzere , hızlı fiziksel değişiklikleri ve süregelen bilişsel değişiklikleri kapsamaktadır. Erken ve orta yaşlılık döneminde kas gücü, reaksiyon süresi ve bilişsel yetenekler yavaşlamaya başlar. Özellikle kadınlarda doğurganlık azalır ve sonunda menopoz dönemi başlar. Birçok yaşlı insan ,gençlik dönemindeki aktif hayat stilini devam ettirirken mutlu kalmayı başarır, ailesi ve dostlarıyla ilişkilerine giderek artan bir önem verir. Bilişsel süreçte belli bir yavaşlama yaşasalar da, yaşlı yetişkinler dünya hakkında sahip oldukları bilgi ve bunları kullanma kabiliyetiyle yaşla beraber güçlenen kristal bir zekaya sahiptirler Yaşlı insanların bir kısmı yaşla bağlantılı beyin rahatsızlıkları olan demans (bunama) ve Alzheimer hastalıklarından mustariptir...
102
Bölüm 7
ÖĞRENME Öğrenme, tecrübenin sonucu olarak, bilgi ve davranışlardaki görece kalıcı değişiklik olarak nitelendirilebilir. Öğrenme, sadece yeni bilgi ve davranış elde etmeyi açıklamakla kalmayan, uygun olan ya da olmayan sosyal davranışları kapsayan psikolojik süreçleri içine alan ve PTSD (postraumatic stres order) gibi psikolojik bozuklukları da düzeltmeyi amaçlayan çok geniş bir başlıktır. Öğrenme bize değişikliklere tepki verebilecek etkin hayatlar yaratmamızda yardımcı olur. Eğer tecrübelerimizden bir şey öğrenme yeteneğimiz olmasaydı hayatlarımız sürekli tehlikede olur, yeni şeylere adapte olmada yetersiz kalırdı. Öğrenme çalışmaları, psikolojinin davranış ekoluyla (okul) yakın temas içindedir. Davranışçılara göre öğrenmenin temel yönü koşullanma sürecidir ki bu da uyarıcılar ( çevrede oluşan değişiklikler) ile tepkileri ( davranışlar ve diğer hareketler) birbirine bağlama yeteneğidir.
7.1 Çağrıştırarak Öğrenme: Klasik Koşullanma Pavlov koşullanmayı köpekler üzerindeki örnekle açıklamaktadır. 20 yy.’ın başlarında Rus fizyolojist Ivan Pavlov, köpeklerin sindirim sistemi üzerinde çalışırken bir şey fark etti. Köpekler, onları besleyen kişi içeri girince yiyecek almamalarına rağmen salya salgılıyorlardı. Pavlov, köpeklerin salya salgılamasının sebebini besleneceklerini bilmelerine bağladı. Köpekler onları besleyen kişinin görünmesini birazdan gelecek yiyecek ile bağdaştırıyorlardı. Pavlov bu tespitten hareketle araştırmasını genişletti. Köpeklerin yiyeceği almadan hemen önce sesle uyarılması üzerine birçok deneme yaptı. Sistemli olarak sesin başlangıcıyla yiyeceğin verileceği zamanı kontrol altında tutup salya miktarlarını kaydetti. İlk olarak yiyeceği gördüklerinde ya da kokusunu aldıklarında salya salgılayan köpekler, birkaç ses ve yiyecek eşleşmesinden sonra sesi duyar duymaz salyalanmaya başladılar. Hayvanlar, ses ile yiyecek arasındaki bağlantıyı öğrenmişlerdi.
103
Pavlov, bu temel çağrıştırıcı(birleştirici) öğrenme sürecine klasik koşullanma adını verdi. Klasik koşullanma ya göre. Nötr bir uyarıcı doğal bir davranış ürettiği zaman öğrenme gerçekleşiyordu. Klasik koşullanmada kullanılan terimler; Koşulsuz uyarıcı(US): Doğal olarak oluşan tepkiyi tetikleyen uyarıcıdır. Koşullu uyarıcı (CS): Art arda gösterilen koşulsuz uyarandan sonra koşulsuz uyarıcıya benzer bir tepki uyandıran nötr uyarıcıdır. Koşullanma , evrimsel olarak yararlıdır çünkü tüm organizmaların hem iyi hem de kötü olaylara karşı hazır olmalarına yardım eden beklentilerin gelişmesine yardımcı olur.
Koşullanmanın Sürekliliği ve Yok Olması Pavlov, öğrenmenin çağrışım ile bağlantısını tespit ettikten sonra koşullanmanın gücünü ve devamlılığını etkileyen değişkenler üzerinde çalışmaya başladı. Pavlov, sesi defalarca ses vermesine rağmen yiyeceği göstermemeye başladı. Sadece koşullu uyaranın gösterilmesi giderek davranış şeklini aşağı çekti ve köpek her seferinde daha az salya salgılamaya başladı. Ve en sonunda ses, salyayı meydana çıkarmaz oldu. Fakat bu durum, koşullanmanın etkilerini tamamen ortadan kaybolmasına yetmedi. Kısa bir aradan sonra , ses verildiğinde öncekinden daha az olsa da salya salgılama tekrar ortaya çıktı. Yok olduktan sonra kısa bir arayı takiben koşullu uyarana verilen artan tepki spontan iyileşme olarak bilinir. Davranış ortadan kaybolsa da yok oluş asla tamamlanmaz. Eğer koşullanma tekrar denenirse, hayvan yeni çağrışımları öncekinden daha hızlı öğrenir. Pavlov ayrıca orijinal koşullu uyaranla aynı olmayan ama benzer uyarıcıları kullanarak da deneyler yapmıştır. Buna göre köpek , yiyecek gelmeden önce çizik sesine koşullandırılmış sonrasında uyarıcı, çizik yerine sürtme sesi olunca da köpek salya salgılamaya devam etmiştir. Bu sürece de genelleme diyoruz. Genelleme, orijinal koşullu uyaranı andıran uyarıcıya da aynı tepkiyi verme eğilimidir. Bazı koşullarda ise var olan koşullu uyarıcı , yeni bir koşullu uyarıcı ile eşleşince koşulsuz uyaran gibi hizmet verebilir. Örneğin , Cuma günleri kendimizi iyi 104
hissederiz. Çünkü bugün bize ödemeyi çağrıştırmakta ve kendi bir koşullu uyaran olan ödeme ise alacağımız şeyleri hatırlatmaktadır.
Klasik Koşullanmanın Doğal Rolü Davranışçı ekol ile bağlantılı bilim adamları, öğrenmenin tecrübeyle kazanıldığını ve doğanın hiçbir rolü olmadığını savunmuşlardır. Tecrübeyi temel alan klasik koşullanma bir nevi çevrenin etkisini temsil etmektedir. Fakat , klasik koşullanma sadece tecrübe ile anlaşılamaz, doğanın da önemli bir rolü olduğunu unutmamak gerekir. Klinik psikologlar, bir nesneye , aktiviteye ya da duruma karşı güçlü ve rasyonel olmayan korku olarak nitelenen fobiyi açıklamak için klasik koşullanmadan faydalanmışlardır. Örneğin araba kullanmak insanlarda korkuya sebep olmayan bir nötr olaydır. Ancak birey araba kullanırken panik atak tecrübesi yaşarsa araba kullanma ile panik arasında ilişki kurmayı öğrenebilir. Araba kullanmak koşullu uyaran haline gelir. Bireyler , bazen, insanlara geçmişte zarar vermiş objelere (yılan, örümcek..) karşı fobi geliştirebilirler. Modern yaşamda bir insanın evinde bir tarantula ya da bir yırtıcı tarafından saldırıya uğraması pek mümkün değildir ama bizim evrimsel geçmişimizdeki yılan ya da örümcek saldırıları halen fobi yaratacak derecede çağrışımlar yapabilmektedir. Diğer bir evrimsel koşullanma tipi ise yiyecekle ilgili koşullanmadır. John Garcia, yaptığı bir deneyde tat, görüntü ve sesi nötr uyaran olarak kullanarak farelere kendilerini kötü hissettirecek ilaçlar vermiştir. Garcia, tadın çok önemli bir uyaran olduğunu farenin yaşadığı kötü durumu tat ile ilişkilendirip tattan uzak almasıyla keşfetmiştir. Ancak sese ve görüntüye dair tepkiler çok sınırlı kalmıştır. Klasik koşullanma, posttravmatik stres bozukluğu(PTSD) tecrübesini açıklamak için de kullanılmıştır. PTSD, ölüm tehditi gibi korkutucu bir olay sonucu ortaya çıkan anksiyete bozukluğudur. PTSD, amigdalada sinirsel aktivite üreten bir olaya ait duygu tecrübeleri sonucunda gelişir ve birey, korkutucu travmanın kendisiyle, travmayı çevreleyen durumsal faktörlerin arasında ilişki kurar( asker üniformasının savaşı çağrıştırması).
105
ANAHTAR BİLGİLER -Klasik koşullanmada, insan ya da hayvan, nötr uyarıcıyla(koşullu uyarıcı) ile uyarıcıyı(koşulsuz uyarıcı) ilişkilendirip davranış üretir. - Koşullu uyarıcı, koşulsuz uyarıcı olmadan defalarca gösterilirse yok oluş gerçekleşir. Yok olduktan sonra kısa bir arayı takiben koşullu uyarana verilen artan tepki spontan iyileşme olarak bilinir. - Genelleme,orijinal koşullu uyaranı andıran uyarıcıya da aynı tepkiyi verme eğilimidir. -Uyarıcı ayrımı, organizma, koşullu uyarıcı ve benzer uyarılar arasındaki farklılaştırmayı öğrendiği zaman ortaya çıkar. -İkinci dereceden koşullanma, önceden kurulmuş koşullu uyarıyla eşleştikten sonra koşullu değişken olan nötr uyarıcıdır. -Bazı uyarıcılar- koku ve yiyecek- diğerlerinden daha kolay koşullanma sağlar çünkü bunlar evrimsel geçmişimizde önemli yere sahiptirler..
7.2 Güçlendirme ve Yasaklama Yoluyla Davranış Değiştirme: Edimsel Koşullanma Organizma yeni bir şey öğrenmez; yeni bir sinyalin varlığında zaten bulunan bir davranışın içinde işlemeye başlar. Diğer yanda edimsel koşullanmada öğrenme, davranışın sonuçlarını temel alarak oluşur . Bir köpek, emir geldiğinde yuvarlanır çünkü geçmişte bunu yaptığı için ödüllendirilmiştir.Bu bir edimsel koşullanmadır. Bir çocuk iyi notlar almaktadır çünkü ailesi onu yasaklar koymakla tehdit etmektedir. Bu da edimsel bir koşullanmadır. Güçlendirme ve Cezalandırma Davranışı Nasıl Etkiler: Skinner’ın Araştırması
Thorndike ve
Edward Thorndike , edimsel koşullanma üzerinde sistemli bir şekilde çalışan ilk bilim adamıdır. Araştırmasında , Thorndike, konduğu bulmaca kutusundan kaçmaya çalışan bir kediyi gözlemlemiştir. İlk anlarda,kedi kaçmak için herhangi bir fikri olmaksızın sağa sola tırmık atmakta ya da gelişigüzel vurmaktadır. Sonunda , kazayla, manivelaya basınca kapıyı açmış ve ödülünü almak üzere dışarı çıkabilmiştir. Ödül bir balık parçasıdır. 106
Bir sonraki denemede kutuya kapatılan kedi çıkabilmek daha az etkisiz denene yapmış ve sonraki denemelerde ise doğru tepkiyi neredeyse hemen verir hale gelmiştir. Kedilerin davranış değişiklikleri üzerine yapılan bu çalışma Thorndike’ın etki kanunun ortaya çıkmasına yardım etmiştir. Yasanın özü şudur; başarılı tepkiler, zevkli oldukları için tecrübe ile akla kazanırlar ve böylece daha sık ortaya çıkarlar. Tatsız deneyimler üreten başarısız tepkiler ise akılda kalmazlar ve daha az sıklıkta görünürler. Etki davranış psikoloğu B.F. Skinner ise edimsel koşullanmayı bir ilkeler bütünü olarak anlatabilmek amacıyla Thorndike’ın çalışmasını genişletmiş ve Skinner odaları ya da edimsel odalar adını taşıyan çevreler yaratmıştır. Bu oda, bir kemirgeni veya kuşu içine alabilecek şekilde ve organizmaların basarak ya da gagalayarak harekete geçirdikleri bir düğme veya çubuk sayesinde su ve içecek ihtiyaçlarını karşılayabildikleri bir mekandı. Ayrıca hayvanların davranışları kaydediliyordu. Thorndike’a benzer şekilde odaya bir fare kondu. İlk tepkiler koklama, duvarları tırnaklama şeklinde oldu. Sonunda fare tesadüf eseri kola ya da düğmeye basarak yiyecek akışını sağladı. Bir sonraki aşamada farenin kolu yada düğmeyi kullanması daha az sürdü. Sonraki denemelerde ise bu sürenin giderek azaldığı gözlendi. Thorndike’in etki kanunun tahmin ettiği gibi, fare yiyeceği getirecek hareketleri tekrar ederken yiyecek sağlamayan hareketleri bıraktı. Skinner , böylece, güçlendirme ve yasaklama ile hayvan davranışlarının nasıl değiştiğini anlatmış oldu. Skinner güçlendirme (reinforcement)terimini, bir davranışı güçlendirme ya da arttırma olasılığı olan herhangi bir olay olarak nitelerken, yasaklama terimini ise bir davranışı zayıflatma ya da azaltma olasılığı olan herhangi bir olay olarak açıklamıştır.
Güçlendirme ve Cezalandırma Davranışı Nasıl Etkiler Pozitif Güçlendirme: Hoş bir uyarıcı eklendiğinde ya da arttırıldığında davranış güçlenir. Negatif güçlendirme: Hoş olmayan uyarıcı azaltıldığında ya da çıkarıldığımda davranış güçlenir 107
Pozitif Yasaklama: Hoş olmayan uyarıcı varken veya hoş olmayan uyarıcı eklendiğinde davranış zayıflar Negatif Yasaklama: zayıflatır.
Hoş bir uyarıcıyı azaltmak ya da çıkarmak davranışı
Güçlendirici ile yasaklama arasındaki fark açık olsa da bazı durumlarda güçlendiricinin iyi mi yoksa kötü olduğuna karar vermek güçtür. Örneğin sigara içmek zevk verir (pozitif güçlendirici) ve nikotin açlığını azaltır( negatif güçlendirici)… Tüm bu bilgilerin ışığında davranışı değiştirmek için pozitif güçlendirmeyi kullanmanın yasaklamadan daha etkin sonuç verdiğini söyleyebiliriz. Edimsel Koşullandırma Yoluyla Komplike Davranışlar Oluşturma Genellikle filmlerde gördüğümüz ve çeşitli numaralar yapan at, yunus ve köpekler edimsel koşullanma prensipleri kullanılarak eğitilmiştir. Bu karışık ve komplike davranışlar tek bir uyarıcı ve ona tepki şeklinde olmaktan çok uzaktır. Peki bu tip davranışları yaratmak için ne yapılmaktadır? Edimsel öğrenmenin kullanımını genişletmek için başvurulan güçlendirmenin bir yolu zamanlamayı değiştirmektir. Sürekli güçlendirme programı, arzu edilen davranış her meydana gelişte daha da güçlenir. Köpek ne zaman yuvarlansa karşılığında bisküvi verilmesi buna bir örnektir. Sürekli güçlendirme programında, görece olarak çok çabuk öğrenme mümkün olsa da güçlendirici kaybolur kaybolmaz arzulanan davranış hızlı bir yok oluş sürecine girer. Gerçek dünyada güçlendiricüler sürekli değildir ve kısmi (aralıklı) güçlendirici programlarının görülmesi daha olasıdır. Kısmi güçlendirici program, tepkilerin bazen güçlendirildiği bazen ise güçlendirilmediği programdır. Sürekli güçlendirme programı ile karşılaştırıldığında kısmi güçlendirme yavaş öğrenme sağlarken kaybolmaya karşı daha fazla direnç gösterir. Güçlendirme Programı Sabit Oran: Davranış belli sayıdaki tepkiden sonra güçlenir Değişken Oran: Davranış, tahmin edilemeyen ama sayısı ortalama olarak temel alınan tepkilerden sonra güçlenir. Sabit aralık: Davranış, ilk tepkiden sonra ama belli bir zaman geçince güçlenir. 108
Değişken aralık: Davranış, ilk tepkiden sonra , tahmin edilemeyen ancak ortalama olarak ifade edilen bir zaman geçtikten sonra güçlenir. Komplike davranışlar şekillendirme yoluyla da yaratılabilir. Şekillendirme, organizmanın davranışına ardışık yaklaşım kullanarak rehberlik edip arzulanan son davranışa ulaşma sürecidir. Davranışlar ikincil güçlendiriciler kullanılarak da terbiye edilebilir. Ana güçlendiriciler organizma tarafından doğal olarak tercih edilen ya da sevilen su, yiyecek gibi şeylerken ikincil güçlendiriciler klasik koşullanma yoluyla ana güçlendiriciler ile işbirliği yapan nöt r olaylardır. Hayvan yetiştiricisinin yiyecek beraber kullandığı ıslık ikincil güçlendirmeye örnektir.
ANAHTAR BİLGİLER Edward Thorndike , hoş ve güzel sonuç yaratan tepkilerin daha çok, kötü sonuç yaratan tepkilerin ise daha az ortaya çıktığı prensibini ortaya koyan etki kanununun geliştirmiştir. B. F. Skinner Thorndike’ın fikirlerini genişleterek edimsel koşullanma ilkelerini geliştirmiştir. Pozitif Güçlendirme, hoş bir uyarıcı eklendiğinden ya da arttırıldığında davranış güçlenmesidir. Negatif güçlendirme, hoş olmayan uyarıcı azaltıldığında ya da çıkarıldığımda davranış güçlenmesidir. Pozitif Yasaklama, hoş olmayan uyarıcı varken veya hoş olmayan uyarıcı eklendiğinde davranışın zayıflamasıdır. Negatif Yasaklama, hoş bir uyarıcıyı azaltmanın ya da çıkarmanın davranışı zayıflatmasıdır.. Güçlendirci ,sürekli ya da aralıklı(kısmi) olabilir. Kısmi güçlendiriciler ise zaman aralığına ve organizmanın angaje olduğu tepki sayısına göre sabit veya değişken olarak sınıflandırılırlar.
109
Komplike davranışlar şekillendirme yoluyla da yaratılabilir. Şekillendirme, organizmanın davranışına ardışık yaklaşım kullanarak rehberlik edip arzulanan son davranışa ulaşma sürecidir
7.3 Kavrama ve Gözlem Yoluyla Öğrenme Klasik ve edimsel şartlanma öğrenme konusunda önemli rol oynasa da büyük fotoğrafın sadece bir kısmına katkıda bulunur. Sadece koşullanma ile belirlenmeyen diğer bir çeşit öğrenme yöntemi ise kavrama diye bilinen bir problemin çözümünün birdenbire anlaşılmasıdır. Alman psikolog Wolfgang Köhler, yaptığı bir çalışmada, şempanzelerin bulunduğu bir kafesin en yüksek yerine bir yiyecek koymuş ve onlardan buraya ulaşmalarını beklemiştir. İlk hamlede yapılan yanlış denemelerden sonra şempanzeler deneme yapmayı bırakmış gibi görünüp bir süre düşünmüşler ve bu düşünme arasından sonra kafeste bulunan bir sopa ile yiyeceğe vurarak aşağı düşürmüşlerdir. Köhler bunun deneme yanılma yaklaşımından farklı olarak anlık bir kavrama olduğunu savunmuştur. Edward Tolman , labirentte yön bulmayı öğrenen üç grup üzerinden çalışmıştır. İlk grup her seferinden labirentin sonundaki ödüle ulaşmıştır. İkinci grup ödüle hiçbir zaman ulaşamamış. Üçüncü grup ise başlangıçtan 11 gün sonra ödüle erişmeyi başarmıştır. Koşullanma ilkelerini düşündüğümüz taktirde, ilk grubun labirente hemen uyum sağladığını, ikinci grubun amaçsızca dolaştığını görürüz. Üçüncü grup ise ilk 10 gün amaçsızca gezdikten sonra 11. gün aniden yön bulmayı öğrenip yiyeceği kapmıştır. Tolman bu tespite gizli öğrenme ismini koymuştur. Gizli öğrenme, yapmak için bir motivasyon oluşuncaya kadar güçlendirilmeyen ya da gösterilmeyen öğrenme olarak açıklanabilir.
Gözlemsel Öğrenme: İzleyerek Öğrenme Gizli öğrenme fikri , hayvanların ve insanların tecrübe ederek ya da izleyerek öğrendikleri temelini baz alır. Gözlemsel öğrenme, diğerlerini gözleyerek öğrenmeyi olarak tanımlanabilir. 110
Gözlemsel öğrenme hem insanlar hem de hayvanlar için yararlıdır çünkü riskli bir davranışa gerek kalmadan ne yapmamız gerektiğini öğrenmemize yardımcı olur. Örneğin ,diğer arkadaşlarının yılanlardan korktuğunu gören maymunlar, hiç yılan görmemelerine ve laboratuvar ortamında büyümelerine rağmen yılanın görüntüsüne korkarak tepki verirler… Araştırma: Şiddet Unsuru İçeren Video Oyunlarının Saldırganlığa Etkisi Ortalama bir Amerikalı çocuk, 2 ya da 3 tanesi şiddet içeren programlar dahil olmak üzere günde 4 saatte fazla televizyon seyretmektedir. Ortalama bir Amerikalı çocuğun, 12 yaşına gelinceye kadar tahminen 8000 cinayet ve 12000 şiddet sahnesi seyrettiği tahmin edilmektedir. Şiddete bu şekilde maruz kalan çocukların saldırganlık sergilemelerine şaşırmamak gerekir. Çocuklar ne kadar şiddet dolu medya unsuruyla başbaşa kalırsa o derece şiddete meyilli olabilirler. Peki ya video oyunları? Grafik şiddet gün geçtikçe daha popular olmaktadır. Saatlerini bu oyunların başında geçiren çocuk ve gençler de potansiyel şiddet eğilimden nasiplerini alırlar. Bu oyunların içeriğini oluşturan şiddet ve şiddet rollerini paylaşan unsurlarla özdeşleşmeye çalışan çocukların etkilenmediklerini düşünmek saflık olur. B.J. Anderson ve Bushman tarafından ortaya konan Genel Saldırganlık Modeli ‘ne göre video oyunları, şiddetin artması için bir sebeptir. Ancak araştırma ,çocukların saldırganlığı gözlemleyerek öğrendiği gibi fedakarlığı da yine gözlem yaparak özümsediğini ortaya koymuştur.
ANAHTAR BİLGİLER -Öğrenme, sadece klasik ve edimsel şartlanma ile açıklanamaz. -Kavrama, problemin tüm yönlerini aniden anlayarak çözümü açık hale getirme durumudur. - Gizli öğrenme, yapmak için bir motivasyon oluşuncaya kadar güçlendirilmeyen ya da gösterilmeyen öğrenme olarak açıklanabilir. -. Gözlemsel öğrenme, tanımlanabilir.
diğerlerini
gözleyerek
öğrenmeyi
olarak
-Hem saldırganlık hem de fedakarlık gözlemlenerek öğrenilebilir. 111
7.4 Öğrenme Prensiplerini Kullanarak Günlük Davranışları Anlamak Öğrenme ilkeleri, psikolojide kullanılan en önemli ve en güçlü araçlardır. Günlük hayat düzenlerinde bu ilkelere çokça başvurulur. Örneğin edimsel koşullanma , çalışanları motive etmek için ya da bir atletin performansını arttırmak için kullanılabilir. Bu bölümde öğrenme teorilerinin reklamcılıkta, eğitimde, bireyler ve gruplar arasındaki rekabetçi ilişkileri anlamada ne şekilde kullanıldığını anlatmaya çalışacağız.
Reklamcılıkta Klasik Koşullanma Kullanma Klasik koşullanma, pazarlama ve reklamcılıkta uzun yıllardır kullanılmaktadır ve kullanılmaya da devam edecektir. Reklam yaratmadaki ana amaç kişide pozitif etkiler bırakmaktır. Hoşa giden reklamlar, koşulsuz uyarıcı olarak hizmet ederken hoşlanma koşulsuz bir tepkidir. Çünkü, reklamda bahsedilen ürün ,koşulsuz uyarıcı ile ilişkili iken sonradan koşullu uyaran haline gelir. Sonunda her şey yolunda giderse ,ürünü görmek alıcıda pozitif tepki yaratır ve onun bu ürünü almasını sağlar. Reklamcılar, olumlu reklamlar yaratmak için hoşa giden bir müzik, tatlı bebekler, çekici mankenler veya eğlenceli sözcüler kullanmak gibi birçok tekniğe başvururlar. Bir çalışmada Gorn(1982) , katılımcılara değişik renklere ait değişik yazı resimleri göstermiş fakat kalemlerden birini güzel bir müzikle diğerini daha kötü bir müzikle eşleştirmiştir. Bedava bir ödül olarak dağıtılmak istendiğinde insanlar, güzel müzik ile eşleşmiş olanı seçmişlerdir. Başka bir reklam ise koşullu şartlanmayı temel alarak korkuyu, bir ürün kullanımıyla ilişkilendirmiştir( sigara ve akciğer kanseri ilişkisi vb). Bu tip reklam da tercihler üzerinde oldukça etkindir.. Klasik koşullanmanın , reklamlarda, hem pozitif hem de negatif uyaran olarak kullanımıyla sağlanan yarar ile ilgili de çok sayıda delil vardır. Ancak , bu reklamlardan her zaman etkilendiğimiz anlamına gelmez.
112
Koşullanmanın yararlı olma olasılığı, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz ya da göreceli olarak çok az şey bildiğimiz ürünlerde daha fazladır. Sınıfta Edimsel Koşullanma Watson ve Skinner, öğrenmenin tümüyle güçlendirmenin sonucu olduğuna inanmaktadır. Dolayısıyla güçlendirme çocukları eğitmede kullanılabilir. Skinner, programlanmış öğretim kullanımını teşvik etmiştir. Programlanmış eğitim, öğrencilere, üniteyi kendi hızları çerçevesinde çalışma ,kendi cevaplarını kendileri kontrol etme, ve sadece doğru cevap verirlerse ilerleme imkanı veren bir modeldir. Bu yöntem şimdilerde de birçok sınıfta özellikle de bilgisayar programcılığı sınıflarında kullanılmaktadır. Eğitimde güçlendirmenin payının büyük olmasına rağmen öğretmenler iyi not, övme ya da yıldız verme gibi ödülleri de kullanmaktadırlar.. Ancak öğrenmeyi geliştirmek için kullanılan ödüllendirmede önemli sınırlar olmalıdır. Ödülün etkili olabilmesi için ödül, davranış şartına bağlı olmalıdır. Eğer ödül gerçek anlamda kazanılmadan verilirse, anlamsız olacak ve gelişim için motivasyon sağlama işlevini kaybedecektir.
Sosyal Açmazlarda Güçlendirme Güçlendirmenin (destek) , temel prensipleri olan ödül ve ceza , insan davranışlarının birçok çeşidini anlamamıza yardım etmektedir. Genel fikir, tahmin edildiği üzere, insanların hem etki kanununa hem de koşullu öğrenme prensibine göre elde ettiklerini maksimize edecek şekilde davrandığıdır. Elde edilenler ya da sonuçlar güçlendiricilerin varlığı ve cezalandırıcıların yokluğu şeklinde tanımlanır. Garrett Hardin’in ortak mal çıkmazı diye nitelediği duruma bir bakalım. Hardin ,Avrupa’da belli bir dönem her kentin ,merkezi mera olarak belirlediği bir yer olduğunu not etmiştir. Bu meralar ortak mal olup orada yaşayanların çiftlik hayvanlarını otlattığı yerlerdir. Fakat bu ortak alan hiç de akıllıca kullanılmamaktadır. Çünkü hayvan sahibi her birey , bu merayı kendi hayvanı için kullanmak istemektedir. Ne yazık ki, her grup üyesi kendi hayvanını otlatarak meradan yararlanmak isteyince ortaya çıkan aşırı otlatma sorunu merayı öldürmüş ve ortak mal harap olmuştur.
113
Hardin’in ortaya koyduğu bu örnek bireysel arzularla toplumsal yararlar arasındaki temel açmaza bir örnektir.(Sınırlı doğal kaynak kullanımı, hava kirliliği ve toplumsal alan) Sosyal açmaz , bireye çok olumlu edinimler sağlayan ama bu durum sürdüğü takdirde uzun dönemde grubun olumsuz sonuçlarla karşı karşıya kalmasına neden olan durumdur. Açmazlar, bencil olmayı kolaylaştıracak şekilde oluşurlar. Kişisel yararları temel alan tercihler ön plandadır. Sosyal açmazlar, zaman erteleme mantığıyla hareket etmeye eğilimlidir. Uzun vadede ortaya çıkacak negatif bir sonuç, günün kazançları karşısında fazla dikkate alınmamaktadır.
ANAHTAR BİLGİLER -Öğrenme teorileri, günlük hayatın birçok alanında davranışları değiştirmek için kullanılmaktadır. -Bazı reklamlar, klasik koşullanmayı ürünle ilgili hoş bir tepki elde etmek için kullanırlar. -Ödül , eğitimde sık sık ve etkin olarak kullanılmaktadır ancak ödüller, performansa bağlı olmak şartıyla kullanılmalı ve aktiviteye dair ilginin kaybolmasına sebep olmamalıdırlar. -Sosyal açmaz, rekabetçi bir ilişkide, birinin edinimlerini maksimize etme arzusudur.
7.5 Bölüm Özeti Klasik koşullanma ilk olarak fizyolojist Ivan Pavlov tarafından ortaya konmuştur. Klasik koşullanmada insan ya da hayvan , nötr bir uyarıcıyla (koşullu uyarıcı) ile uyarıcı(koşulsuz uyarıcı) arasında bağ kurmayı öğrenir ve davranış üretir. Klasik koşullanma, eğer koşullu uyarıcı koşulsuz uyarıcı olmadan tekrarlanırsa yok olur. Koşullu tepki, spontan iyileşme denen bir süreç sonrasında tekrar ortaya çıkabilir. 114
Genelleme(stimulus generalization),orijinal koşullu uyaranı andıran uyarıcıya da aynı tepkiyi verme eğilimidir. Uyarıcı ayrımı(stimulus discrimination), organizma, koşullu uyarıcı ve benzer uyarılar arasındaki farklılaştırmayı öğrendiği zaman ortaya çıkar. Edward Thorndike , hoş ve güzel sonuç yaratan tepkilerin daha çok, kötü sonuç yaratan tepkilerin ise daha az ortaya çıktığı prensibini ortaya koyan etki kanununun geliştirmiştir. B. F. Skinner Thorndike’ın fikirlerini genişleterek edimsel koşullanma ilkelerini geliştirmiştir. Pozitif Güçlendirme, hoş bir uyarıcı eklendiğinden ya da arttırıldığında davranış güçlenmesidir. Negatif güçlendirme, hoş olmayan uyarıcı azaltıldığında ya da çıkarıldığımda davranış güçlenmesidir. Pozitif yasaklama, hoş olmayan uyarıcı varken veya hoş olmayan uyarıcı eklendiğinde davranışın zayıflamasıdır. Negatif yasaklama, hoş bir uyarıcıyı azaltmanın ya da çıkarmanın davranışı zayıflatmasıdır Güçlendirci ,sürekli ya da aralıklı(kısmi) olabilir. Kısmi güçlendiriciler ise zaman aralığına ve organizmanın angaje olduğu tepki sayısına göre sabit veya değişken olarak sınıflandırılırlar. Öğrenme, sadece klasik ve edimsel şartlanma ile açıklanamaz. Kavrama, problemin tüm yönlerini aniden anlayarak çözümü açık hale getirme durumudur. Gizli öğrenme, yapmak için bir motivasyon oluşuncaya kadar güçlendirilmeyen ya da gösterilmeyen öğrenme olarak açıklanabilir. Gözlemsel öğrenme, diğerlerini gözleyerek öğrenmeyi olarak tanımlanabilir. Öğrenme teorileri, günlük hayatın birçok alanında davranışları değiştirmek için kullanılmaktadır. 115
Bazı reklamlar, klasik koşullanmayı ürünle ilgili hoş bir tepki elde etmek için kullanırlar. Ödül , eğitimde sık sık ve etkin olarak kullanılmaktadır ancak ödüller, performansa bağlı olmak şartıyla kullanılmalı ve aktiviteye dair ilginin kaybolmasına sebep olmamalıdırlar. Sosyal açmaz, arzusudur.
rekabetçi bir ilişkide,
birinin edinimlerini maksimize etme
Bölüm 8
Hatırlamak ve Yalanlamak Bu bölümün iki konusu, zaman içinde bilgiyi depolama ve tekrar geri getirme yeteneği olarak tanımlanan bellek ile, bilgiyi elde etme ve kullanma süreci olarak nitelendirilen biliştir. Bellek ve biliş, bilişsel psikologların iki önemli ilgi odağıdır. Biliş yaklaşımı , 1960’lar sırasında psikoloji okulunun en önemli yaklaşımı oldu ve o günden bu yana da önemini korudu. Biliş ekolü, elektronik bilgisayarların gelişiminden büyük oranda etkilendi ve bilgisayar ile insan aklı arasında büyük fark olmasına rağmen bilişsel psikologlar bilgisayarı aklın çalışmasını anlamak için bir model olarak kullandı. Bilgisayar ile Beyin Arasındaki Farklar -Bilgisayarlarda bilgiye hafızadaki yerini biliyorsanız ulaşabilirsiniz. Beyinde ise bilgiye, birbiriyle alakalı kavramlarda aktivasyon sağlayarak ulaşılabilir. -Beyin esas olarak paralel olarak çalışır yani aynı anda birden çok eylem üzerinde aktiftir. -Bilgisayarda kısa dönem hafızası, uzun dönem hafızasının alt kümesidir. Beyinde ise kısa ve uzun dönem hafıza süreçleri farklıdır. -Beyinde donanım ve yazılım ayrımı yoktur. -Beyin elektromekanik süreci çalıştıran sinaplar yavaştır ama bilgisayarlar tarafından kullanılan transistörlerden daha komplike ve daha yararlıdır. 116
-Bilgisayarlar, belleği işlemciden ayrıştırırken beyinde böyle bir ayrım yoktur. -Beyin kendi kendine organize ve kendi kendini onaran bir yapıya sahipken bilgisayarların böyle bir yeteneği yoktur. -Beyin herhangi bir bilgisayardan önemli derecede büyük ve karışıktır. Belleğimiz bize arabamızı nereye park ettiğimizi ya da Amerika’nın şimdiki başkanın adı gibi basit şeyleri hatırlamamızda yardımcı olurken, daha karışık manada bilgisayar programı yazmak veya bisiklete binmek gibi şeyler konusunda da yol gösterir. Bunların üstüne belleğimiz bizim tecrübelerimiz, ilişkilerimiz, başarılarımız ve başarısızlıklarımızdır. Belleğimiz olmadan bir yaşamımız olamaz.
8.1 Tip ve Aşamalar olarak Hafızalarımız Psikologlar hafızayı tipler,aşamalar ve süreçler olarak kavramsallaştırmışlardır. Bunlarda kendi aralarında şu şekilde bölümlenmişlerdir. Tip Olarak: Açık bellek ve Üstü kapalı bellek Aşama Olarak:: Duyusal Bellek- Kısa Dönem Bellek- Uzun Dönem Bellek Süreç Olarak: Kodlama- Depolama- Geri Alma Açık Bellek Açık bellek, bilinçli olarak hatırlanabilen bilgi veya tecrübeleri ifade eder. Açık bellek, epizodik ve semantik olmak üzere ikiye ayrılır. Epizodik bellek, ilk elden sahip olduğumuz tecrübeleri açıklamak için kullanılır(New York’ta geçen yıl yediğimiz harika yemek) Semantik bellek, dünya hakkındaki gerçekler ve kavramları ifade eder( etki kelimesinin bir anlamı duygu tecrübesidir ya da -90’ın mutlaka değeri 9’un mutlak değerinden büyüktür.) Açık bellek, bireyin bilgiyi hatırlamak için yaptığı girişimleri bilinçli şekilde test eden ölçüler kullanılarak değerlendirilir. 117
Anımsatma belleği, bir açık bellek ölçümü olup daha önceden hatırlanan bir bilgiyi hafızaya getirme işlemini gerçekleştirir. Bir parça okuduğumuzda hatırlama hafızamıza güveniriz. Çünkü test bizden önceden hatırladığımız bilgileri istemektedir. Çoktan seçmeli test , bir tanıma hafızası örneğidir. Bunun yanında çoktan seçmeli test, bilginin daha önceden görülüp görülmediğinin ya da öğrenilip öğrenilmediğinin belirleme işlemini yapan bir açık bellek ölçümüdür. Üçüncü bir hafıza ölçüm testi ise tekrar öğrenmedir. Tekrar öğrenme ölçümü, öğrenilip unutulduktan sonra üzerinde tekrar çalışıldığında bilginin hangi hızla öğrenileceğini değerlendirir.
Üstü Kapalı Bellek Üstü kapalı bellek, bilinçli şekilde giremediğimiz belleği ifade eder. Bu bellek davranışlarımız üzerinden doğrudan etkisi olduğu için fazlasıyla önemlidir. Üstü kapalı bellek, bireyin farkında olmadığı etkileri inceler ki bu etkiler davranış üzerinde etkindir. Üstü kapalı bellek üç kısımda incelenebilir: Süreçsel Bellek: Nasıl yaptığımızı bilmediğimiz açıklanamayan bilgileri açıklar. ( bir yerden bir yere yürümek) Klasik Koşullanma Etkisi: Farkında olmadan veya bir çaba harcamadan nötr bir uyarıcıyı başka bir uyarıcıyla eşleştirerek doğal tepki yaratma durumudur. (zevk almak veya salya salgılamak) Priming(hazırlama): Daha önce sık sık gerçekleşen tecrübelerin sonucu olarak davranışlardaki değişikliklerdir Hazırlama, bilginin aktivasyonu ve bu aktivasyonun davranış üzerindeki etkisini inceler. ( kibarlık kavramı ile ilişkilendirilen insanların daha kibar davranabilmesi) Hazırlamanın, üstü kapalı bellek üzerindeki etkisini ölçmek için kelime parça testi kullanılır. Bu test kelimedeki eksik harflerin bulunması üzerine kurulmuştur. Örnek: - ib-a-y
library 118
Belleğin Aşamaları: Duyusal, Kısa ve Uzun Vadeli Bellek Belleği anlamanın bir yolu da bilginin bizim için ne kadar süre mevcut kalacağını tanımlayan aşama terminolojisi üzerinden gitmektir. Bilgi duyusal bellekte başlar, sonra kısa dönem belleğe geçiş yapar ve en sonunda uzun dönem belleğe ulaşır… Fakat bu geçişler bilginin tümüyle beraber yapılamaz, birçoğu unutulur. Bu kayıp, bilginin belleğe katılımı şekli ve nasıl bir süreçten geçtiğine bağlı olarak değişir. Duyusal Bellek Duyusal bellek, duyu bilgilerine ait küçük bir depo gibi nitelendirilebilir. Bu belleğin amacı, beyne, gelen duyuları işlemek için biraz zaman tanımasıdır. Görsel duyusal bellek, ikonik hafıza olarak da bilinir. İkonik hafıza ile ilgili ilk çalışmayı psikolog George Sperling yapmıştır. Sperling katılımcılara, saniyenin 20’de biri hızla harflerin olduğu görüntüler göstermiştir. Sperling, üç sıra halinde dizili bu harflere ait bir ipucu gösterdiğinde katılımcıların, görüntüler ortada olmadığı ve ipucu da çok kısa gösterildiği halde, görseli hatırladıklarını tespit etmiştir. Bu araştırma ikonik hafızanın varlığını göstermiştir. İşitsel duyusal hafıza ekoik bellek olarak bilinir. İkonik hafızanın tersine, ekoik bellek çok çabuk çözülür ve 4 saniye içinde sonlanır. Bazı insanlarda ikonik hafıza çok uzun sürer, bu fenomene fotografik hafıza denir. Bu tip belleğe sahip insanlar, üzerinden çok uzun süre geçmesine rağmen bir görselin tüm detaylarını hatırlarlar. Kısa Dönem Hafıza Duyusal hafızaya giren birçok bilgi unutulur. Ancak bilgi eğer dikkatimizi cezbetmişse ve hatırlanma amacı güdüyorsa kısa dönem hafızaya geçer. Kısa dönem hafıza( STM), küçük miktarda bilgilerin birkaç saniyeden fazla fakat genellikle de bir dakikadan az bir süre geçici olarak saklandığı yerdir. Kısa dönem hafızadaki bilgi sürekli olarak depolanamaz ama sürece sokacağımız bilgi için yeterlidir. Kullandığımız süreçler, duyum, değiştirme, yorumlama ve 119
kısa dönem hafızadaki saklama olarak açıklanabilir. Birbirini takip eden bu süreç zincirine çalışan hafıza denir. Uzun Dönem Hafıza Eğer bilgi kısa dönem hafızayı geçerse uzun dönem hafızaya ulaşabilir. Burası bilgiyi günlerce, aylarca ve yıllarca tutabilen bir hafızadır. Uzun dönem hafızanın kapasitesi geniştir ve neyi hatırlayabileceğimizin bilinen bir sınırı yoktur.
ANAHTAR BİLGİLER -Bellek, zaman içinde, bilgiyi depolama ve tekrar geri getirme yeteneği olarak tanımlanır. - Birçok şey için hafızamız çok iyi olsa da aktif biliş bilgi sürecimiz, hafızanın yaşadıklarımızın birebir kopyasını geri getiremeyeceğini teyit eder. - Açık bellek, bilinçli olarak hatırlanabilen bilgi veya tecrübeleri ifade eder. Açık bellek, epizodik ve semantik olmak üzere ikiye ayrılır. Hatırlama, tanıma ve tekrar öğrenme testleri ile ölçülür. - Tekrar öğrenme ölçümü, öğrenilip unutulduktan sonra üzerinde tekrar çalışıldığında bilginin hangi hızla öğrenileceğini değerlendirir. - Üstü kapalı bellek, bilinçli şekilde giremediğimiz belleği ifade eder -.Bu bellek davranışlarımız üzerinde doğrudan etkisi olduğu için fazlasıyla önemlidir. Üstü kapalı bellek, bireyin farkında olmadığı etkileri inceler ki bu etkiler davranış üzerinde etkindir. Üstü kapalı bellek üç kısımda incelenebilir. Süreçsel, klasik koşullanma ve hazırlama. - Bilgi duyusal bellekte başlar, sonra kısa dönem belleğe geçiş yapar ve en sonunda uzun dönem belleğe ulaşır. -Tekrarlanan bakım ve kısmi parçalara ayırma bilginin kısa dönem hafızada durabilmesi için kullanılır. -. Uzun dönem hafızanın kapasitesi geniştir ve neyi hatırlayabileceğimizin bilinen bir sınırı yoktur. 8.2 Nasıl Hatırlarız? Hafızayı Geliştirmek İçin İpuçları..
120
Bilgiyi, duyusal ve kısa dönem hafızada tutmak yararlı olsa da biz uzun dönem hafızamıza da çok güvenir , örneğin üzerinden uzun yıllar geçse de bir sınıf arkadaşımızın hatırlamak isteriz. Psikolojik araştırmalar uzun süreli bellek hakkında önemli bilgiler üretmiştir. (psikolojik araştırmaya dayanan yardımcı hafıza teknikleri). Bu bölümde bilgiyi hatırlamak için üzerinde çalıştığımız süreç tiplerini inceleyeceğiz. Unutulmamalıdır ki, hatırlamak istediğimiz bilgi konusunda başarılı olmak için kodlama, depolama ve tekrar geri çağırma süreçlerini işletebilmeliyiz.
Psikolojik Araştırmaya Dayanan Yardımcı Hafıza Teknikleri Ayrıntılı kodlama kullanın: Eğer materyal detaylı bir süreçten geçirilirse daha iyi hatırlanır. Kendi kendine referans etkisinden yararlanmak: Malzeme kendisi hakkındaki düşüncelere bağlıysa daha iyi hatırlanır. Unutma eğrisinin farkında olun: Öğrendiğimiz bilgi zaman içinde hızla yok olur. Boşluk etkisinden yararlanın: Bilgi, kısa aralıklar verilerek çalışılırsa daha iyi öğrenilir. Aşırı öğrenmeye güvenim: Bilgiyi çok iyi özümsemiş olduğumuzu düşünsek de sonradan da öğrenmeye devam edebilirsiniz. Duruma bağlı geri getirmeyi kullanın: Öğrendiğimiz şey aynı durumda tekrar meydana gelirse onu daha iyi geri getiririz. Hale bağlı geri getirmeyi kullanın: Bilgiyi edindiğimiz psikolojik durumdayken onu hafızamıza daha düzgün getiririz. Kodlama ve Depolama: Algılarımız Nasıl Anılarımız Olur Kodlama, belleğimize deneyimlediğimiz şeyleri yerleştirme sürecidir. Eğer bilgi kodlanmazsa hatırlanamaz. Deneyimlediğimiz her şey kodlanmaz. Hatırlamayı ihtiyacımız olan şeyleri kodlarız, konu dışı ve ilgisiz şeyleri kodlamak gibi bir sıkıntıya girmeyiz. 121
Hafızamızı geliştirmenin bir yolu daha iyi kodlama yöntemleri kullanmaktır. Eğer ayrıntılı kodlamaya tutunursak(angaje olursak), yeni bilgiyi ilgili ve anlamlı bir süreçten geçirebiliriz. Her insanın bilginin üzerinde kendine has ayrıntıya inme metotları ve düzenleri vardır. Önemli olan şey bu düzeni geliştirmek ve materyaller arasında anlamlı bağlar kurabilmektir.
Hafızamızı Geliştirmek İçin Hermann Ebbinghaus’un Katılımlarından Yararlanmak Hermann Ebbinghaus, (1850-1909) hafıza çalışmalarının öncüsüdür. Bu bölümde hafızayı geliştirmeye yardımcı üç tespitini incelemeye çalışacağız. Araştırmasındaki tek katılımcı kendisi olan Ebbinghaus, çeşitli anlamsız hecelerden oluşan bir listeyi ezberleme denemesi yapmıştır. Bu materyalin anlamsız olduğu açıktır ve öğrenmek kolay değildir. Ebbinghaus, çalışmaya başladığı andan itibaren geçen sürede kaç heceyi hatırladığını tespit etmiş ve sonrasında hafızanın önemli bir ilkesini keşfetmiştir: Hafıza ilk hamlede çabucak yok olmakta ama zamanla yok oluş hızı yatay hale gelmektedir. Ebbinghaus’un keşfettiği ikinci önemli prensip boşluk etkisidir. Boşluk etkisi öğrenmenin, bilgi birdenbire ve bir anda değil de zamana yayıldığında daha iyi olacağını işaret etmektedir. Boşluk etkisini, dağılmış uygulama( zamana yayılan uygulama) ,kitlesel uygulama( blok halinde yapılan uygulama) ile daha iyi hafıza sunan bir önceki yaklaşım arasındaki fark temelinde tanımlayabiliriz. Üçüncü ve son prensip ise aşırı öğrenmedir. Bu prensip, bir materyali ne kadar iyi öğrendiğimizi düşünürsek düşünelim uygulamaya ve çalışmaya devam etme temeline dayanır. Geri Getirme Bir bilgi ne kadar iyi kodlanmış ve ne kadar iyi saklanmış olursa olsun, geri getiremezsek bize bir yararı yoktur. Geri getirme, hafızaya depolanmış bilginin tekrar aktive edilme sürecidir.
122
Hepimiz geri getirme başarısızlığını “dilimin ucunda” fenomeni diye bildiğimiz “hatırlamaya çalıştığımız şeyi bildiğimizden emin olup onu ortaya çıkaramamak” durumuyla tecrübe etmişizdir. 10 tane eyaleti yanlarında parantez açarak başkentleriyle okuyup birbirimize sorduğumuzda bazılarında başarısız olduğumuzu görebiliriz. Dilimin ucunda tecrübesi bilgiyi geri getirme yetersizliğine en iyi örnektir. Biz geri getirme şartları ile bilgileri kodlarımız şartlar benzer olduğunda hatırlamayı veya geri getirmeyi başarırız. Buna duruma bağlı geri getirme denmektedir. Eğer bilginin öğrenildiği dış ortam hatırlandığı durum ya da ortam eşleşiyorsa bu geri getirme ve hatırlamada belirgin bir artış sağlar. Kodlamanın yapıldığı psikolojik an ile anıların geri geldiği anki psikoloji eşleşiyorsa bu durumu hale bağlı geri getirme diye nitelendiriyoruz. İnsanlar kendilerine gösterilen listenin başında ve sonunda olan kelimeleri ya da bilgileri hatırlamaya eğilimlidirler. Buna seri(sıralı) pozisyon eğrisi diyoruz. Başka bir tespit ise geriye dönük girişimdir. Geriye dönük girişim, yeni öğrenilen bir bilginin daha önceden öğrendiğimiz bir bilgiyi geri getirme yeteneğimizi bozmasıdır. Örneğin yeni bir bilgisayar dili öğrendiğinizi farz edelim. Sonra buna benzer başka bir dil daha öğrendiğinizde daha önce yapmadığınız şekilde hatalar yaptığınızı ve karışıklık yaşadığınızı fark edersiniz. İşte bu durum geriye dönük girişim olarak ifade edilir. Proaktif müdahale ise geriye dönük girişimin tersidir ve ileriye doğru çalışır. Proaktif müdahalede, önceki öğrenme sonradan öğrenmeyi deneyeceğimiz bilgiyi kodlama yeteneğimizi bozar… Uzun Dönem Hafızanın Yapısı: Kategoriler, Prototipler ve Şemalar Uzun dönem hafızada depolanan anılar izole değildir ama birbirleriyle ortak özellikleri olan ilişkili anıların iletişim ağı olan kategorilere ayrılır. Kategori içindeki ilişkili kavramlar dağılan aktivasyon yardımıyla birbirlerine bağlanırlar. Dağılan aktivasyon, bir kategoriye ait bir öğe harekete geçtiği zaman diğer ilişkili öğenin de harekete geçmesidir( örn: tornavidanın İngiliz anahtarını hatırlatması) Kategori üyeleri kategori prototipleri ile karşılaştırılabilir. Kategori prototipi, o kategoriye ait en belirgin veya en tipik kategori üyesidir. Örneğin narbülbülü ve serçe, kuş kategorisinin oldukça belirgin prototipleriyken penguenler daha az dikkat çeken prototip örnekleridir.
123
Zihni kategoriler bazen şema olarak da adlandırılırlar. Şemalar, bilgimizi organize etmemize yardımcı olan uzun dönem hafızamızdaki bilgi modelleridir. Nesneler için(üçgenin üç kenarı ve farklı açıları vardır), insanlar için (Sam arkadaş canlısıdır ve golf oynamayı sever),olaylar için( bir restoranda yemek siparişi vermenin aşamaları) ve sosyal gruplar için ( stereotipler) şemalarımız vardır.
Hafızanın Biyolojisi Uzun dönem hafızada bilgiyi tutabilme kabiliyeti, beyindeki nöronlar arasında kurulan bağlantıların güçlendirilmesine bağlıdır. Uzun dönem potansiyonu diye bilinen bu süreç, sık uyarıların sonucunda ortaya çıkan nöronlar arasındaki sinaptik bağlantının kuvvetlendirilmesi olarak ifade edilir. Uzun dönem hafızayı bloklayan ilaçlar olduğu gibi onu arttıran ilaçlar da vardır. Uzun dönem hafızanın oluştuğu ve depolandığı zaman aralığına konsolidasyon periyodu denir. Hafıza , korteks ile sınırlı değildir. Beynin, açık hafızadaki en önemli bölümlerinden biri ön işlemci ve bilginin detaylandırılması görevini üstlenen hippocampustur. Hippocampus olmadan beynimiz, yetersiz ve dağınık bir kütüphane gibi düşünülebilir. Hippocampus açık hafızayı ele almışken, serebellum ve amigdala, üstü kapalı ve duygusal anılar ile ayrı ayrı ilgilenir. Araştırmalar serebellumun yeni ilişkileri öğrendiğimiz zaman çok daha aktif olduğunu göstermiştir. Serebellum hasarı, klasik koşullanma çalışmaları için ciddi engel teşkil eder. Amigdala, duygusal anılar ile bunlarla bağlantılı korku geçiren ve kontrol eden beyin bölümüdür.
haznemizi harekete
Amnezi, bilgiyi hatırlama yeteneğindeki bozukluk olarak tanımlanabilir. Retrograd amnezi, amnezinin bir çeşidi olup ise belli bir zamandan önce oluşan olayları geri getirme yetersizliğine sebep olan bir bellek bozukluğudur. Başka bir amnezi türü ise anterograde amnezidir. Bu amnezi türünde ise bilgiyi, kısa dönem hafızadan uzun dönem hafızaya transfer etme yetersizliğinden bahsedebiliriz ki bu durum yeni anıların oluşmasına engeldir. 124
Amnezi hastaları ile ilgili yapılan vaka çalışmaları sayesinde farklı tipteki hafızaları içine alan yapıları hakkında bilgi edinebiliriz. Beynin biyolojisi hakkındaki bilgimiz , ilaçlar kullanarak belleklerimizi geliştirmenin mümkün olduğunu göstermiştir. Çok az etkileri olduğu düşünülse de Ritalin, metilfenidat, ginkgo biloba ve amfetaminleri hafıza geliştirici olarak sayabiliriz. İlaçları hafızamızı arttırmak için kullandığımız gibi bazı durumlarda ise unutmak için de kullanırız. Posttravmatik stres bozukluğu tedavisi için kullanılan ilaçların amacı rahatsız edici anıları unutturmaktır.
ANAHTAR BİLGİLER -Bilgi, anlamlı bir şekilde detaylandırıldığında daha kolay hatırlanır. -Hermann Ebbinghaus, öğrenme çalışmasına, unutma eğrisi, ara vererek çalışma etkisi ve aşırı öğrenmenin yararları modelleri ile önemli katkıda bulunmuştur. -Durum ve hale bağlı öğrenme, önce ve sonra etkisi gibi uzun dönem hafızayı etkiler. -Anılar , uzun dönem potansiyonu dene n süreç yoluyla birbirlerine bağlı sinapslerde saklanır. Kortekse ek olarak hippocampus, serebellum ve amigdala da hafıza için önemlidir. -Beyin hasarı, retrograde amnezi veya antegrade amnezi olarak sonuçlanabilir. Amnezi hastaları ile ilgili yapılan olay çalışmaları sayesinde farklı tipteki hafızaları içine alan yapıları hakkında bilgi edinebiliriz -Hafıza, glütamat, seretonin,efinefrin ve östrojen içeren kimyasallardan etkilenir. - Hafıza güçlendiricileri ile plasebo ilaçlar arasından yapılan karşılaştırmaya dayanan araştırmalar, bu ilacın etkilerine dair çok az delil ortaya koyabilmiştir.
8.3 Bellek ve Bilişteki(Kavrama) Doğruluk ve Yanlışlık
125
Hafızalarımız mükemmel değildir. Zaman zaman bilgiyi kodlama da zaman zaman da doğru olarak geri getirmede yetersizlik yaşarlar. Biliş(kavrama), bilgileri organize etmemize imkan verirken aynı zamanda davranışlarımızdaki ve yargılarımızdaki hatalardan da sorumludur. Bu bölümde insanları etkileyen kavrama yanılgılarından bahsetmeye çalışacağız. Kavrama yanılgıları, kavrama süreçlerinin uygunsuz kullanımından dolayı belleğimizdeki veya muhakememizdeki hatalardır.
Doğruluğu Tehdit Eden Biliş(Kavrama) Süreçleri İle İlgili Özet Bilgi Kaynak İzleme: Belleğin kaynağını doğru şekilde tanımlama kabiliyetidir. Dezavantajı; Kaynak hakkındaki belirsizlik yanlış yargılara sebep olur. Çalışmalar, fantezi eğilimli insanların kaynak izleme hatasına düşmeye daha yatkın olduğunu göstermiştir. Bilginin kaynağını unutacak kadar uzun bir zaman geçince davranışlarımızın değişmesi uykucu etkisi olarak nitelendirilir.. Doğrulama Hataları: Mevcut anıları, onlara zorluk çıkaran ve doğruluğunu sorgulayan diğerlerine göre doğrulamaya ve onaylamaya meyilli olma durumudur. Dezavantajı; İnançlar bir kere yerleştiği zaman onları değiştirmek zordur. İşlevsel Sabitlik: Şemaların bizi yeni ve geleneksel olmayan bilgileri kullanmaktan alıkoyduğu zaman ortaya çıkan durumdur. Dezavantajı; yaratıcılık, geleneksel olanın çok fazla kullanılmasından dolayı bozulabilir. Yanlış Bilgi Etkisi: Yeni fakat yanlış bilgi var olan doğru bilgiyi etkilediği zaman bellekte hatalar oluşur. Dezavantajı; örneğin; polis tarafından sorguya tabi tutulan tanık, suç mahallinde gözlemlediklerine dair hatırladıklarını değiştirebilir. Kendine Aşırı Güven: Anılarımıza ve yargılarımıza olması gerektiğinden daha fazla güvenme. Dezavantajı; örneğin; tanık, hatırladıkları yanlış olsa bile şüpheliyi doğru tespit ettiğinden emindir. Göze Çarpma: Bir uyarıcı (renkli, hareketli vb.) dikkatinizi çekiyorsa onu hatırlamaya daha meyilli oluruz. Dezavantajı; kararlarımızı , diğer bilgi verici tüm olayları göz ardı edip tek bir göz alıcı olaya göre vermek.. 126
Sezgisel Temsil: Yargılarımızı, beklentilerimize ne kadar uyduğuna göre belirlemeye meyilli olmak. Dezavantajı; sürekli tura gelen bir paranın bir sonrakinde yazı geleceğine inanmak yani özet anlatımla kumarbaz yanlışı… Sezgisel Kullanılabilirlik: Kolayca akla gelen şeylerin daha yaygın ve genel olduğuna inanmak…Dezavantajı; hatırlaması diğer bölgelere göre çok kolay olduğu için yaşadığımız yerdeki suç istatistiklerini abartma …. Bilişsel Erişebilirlik: Bazı hatırlananların diğerlerinden daha faal olmasından hareketle hangi bilgi hafızamızı aktif hale getiriyorsa kavrama ve davranışlarımızda onu kullanırız.… Dezavantajı; örneğin; bir projeye gerçekte yaptığımızdan daha fazla katkıda bulunduğumuzu düşünmek. Karşı Düşünme: Deneyimlenen olayları “ne olabilirdi” düşüncesiyle tartma eğilimidir.…Dezavantajı; olmasını istemediğimiz olaylar hakkında kötü hissetmemiz.
ANAHTAR BİLGİLER - Hafızalarımız mükemmel değildir. Zaman zaman bilgiyi kodlama da zaman zaman da doğru olarak geri getirmede yetersizlik yaşarlar. -İnsan beyni, gelişmeye, sosyal kategorileri ve şemaları kullanmaya yönelik programlanmıştır. Şemalar, yeni bilgileri hatırlamamıza yardım ederken olmayan bazı şeyleri yanlış anımsamamıza veya çarpıtmamıza neden olabilir. -Çeşitli biliş(kavrama) yanılgıları yargılarımızın doğruluğunu etkiler.
BÖLÜM ÖZETİ Hafıza ve biliş(kavrama), bilişsel psikologların iki önemli ilgi alanıdır. Açık bellek, bilinçli olarak hatırlanabilen bilgi veya tecrübeleri ifade eder. Açık bellek, epizodik ve semantik olmak üzere ikiye ayrılır.
127
Üstü kapalı bellek, bilinçli şekilde giremediğimiz belleği ifade eder. Bu bellek davranışlarımız üzerinden doğrudan etkisi olduğu için fazlasıyla önemlidir. Üstü kapalı bellek, bireyin farkında olmadığı etkileri inceler ki bu etkiler davranış üzerinde etkindir. Üstü kapalı bellek üç kısımda incelenebilir: Süreçsel bellek(nasıl yaptığımızı bilmediğimiz açıklanamayan bilgileri açıklar), klasik koşullanma etkisi(farkında olmadan veya bir çaba harcamadan nötr bir uyarıcıyı başka bir uyarıcıyla eşleştirerek doğal tepki yaratma durumudur) ve Priming(hazırlama), (daha önce sık sık gerçekleşen tecrübelerin sonucu olarak davranışlardaki değişikliklerdir) Duyusal bellek, duyu bilgilerine ait küçük bir depo gibi nitelendirilebilir. Bu belleğin amacı, beyne, gelen duyuları işlemek için biraz zaman tanımasıdır. Kısa dönem hafıza( STM), küçük miktarda bilgilerin birkaç saniyeden fazla fakat genellikle de bir dakikadan az bir süre geçici olarak saklandığı yerdir. Kısa dönem hafızadaki bilgi sürekli olarak depolanamaz ama sürece sokacağımız bilgi için yeterlidir. Kullandığımız süreçler, duyum, değiştirme, yorumlama ve kısa dönem hafızadaki saklama olarak açıklanabilir. Birbirini takip eden bu süreç zincirine çalışan hafıza denir. Eğer bilgi kısa dönem hafızayı geçerse uzun dönem hafızaya ulaşabilir. Burası bilgiyi günlerce, aylarca ve yıllarca tutabilen bir hafızadır. Uzun dönem hafızanın kapasitesi geniştir ve neyi hatırlayabileceğimizin bilinen bir sınırı yoktur. Uzun dönem hafızada depolanan anılar izole değildir ama birbirleriyle orta özellikleri olan ilişkili anıların iletişim ağı olan kategori ve şemalara ayrılır. Şemalar, bilgimizi organize etmemize yardımcı olan uzun dönem hafızamızdaki bilgi modelleri için çok önemlidir. Uzun dönem hafızada bilgiyi tutabilme kabiliyeti, beyindeki nöronlar arasında kurulan bağlantıların güçlendirilmesine bağlıdır. Hippocampus açık hafızayı ele almışken, serebellum ve amigdala, üstü kapalı ve duygusal anılar ile ayrı ayrı ilgilenir. Kavrama yanılgıları, kavrama süreçlerinin uygunsuz kullanımından dolayı belleğimizdeki veya muhakememizdeki hatalardır. Bunlar, kaynak izleme, doğrulama hataları, işlevsel sabitlik, yanlış bilgi etkisi, aşırı güven ve karşı düşünme süreçlerini kapsar.
BÖLÜM 9 128
Zeka ve Dil Bu bölümde psikologların, insan zekasının yeni durumlara nasıl uyum sağladığını, nasıl problem çözdüğünü ve tecrübelerden bir şeyler öğrenme ve düşünme yeteneğini nasıl kavramsallaştırdığını ve ölçtüğünü göreceğiz. Zeka ya da akıl insan davranışlarında etkisi olduğu için çok önemlidir. Zeka, başarılı bir eğitime, işe, ekonomik ve sosyal sonuçlara herhangi bir bireysel farklılıktan daha fazla bağlıdır. Bazı zeka testleri akademik ve askeri performans ile çeşitli işlerdeki başarıları ölçmek için kullanılır. Zekanın suça meyilli davranışlarla korelasyonu oldukça düşükken uzun yaşamı içine alan sağlıkla ilgili davranışlarda fark edilir derecede yüksektir. Bunun sebebi zeki insanların doktorlardan gelen tavsiyelere uyma, ilaç yönergelerine itaat etme, olabilecekleri tahmin ederek kazalardan sakınma eğilimidir. Yüksek IQ seviyesine sahip olmak hayata dair düzenleri daha karmaşık hale getirir. IQ ile iş performansı arasında ilişki, akıl kullanılan fizik, avukatlık gibi mesleklerde daha az zihin yorulan gazete dağıtıcısı ya da gişe memurluğu gibi işlere göre daha fazladır. Zekâmız bize, diğerleri ile konuşarak, yazışarak ya da okuyarak anlaşma imkanı sağlayan dili kullanma yeteneğini vermiştir. Dil, anlam yaratmak için sembolleri uygun şekilde kullanan bir iletişim sistemidir.
9.1 Zekayı Tanımlamak ve Ölçmek Zekayı ölçmek; kaç tip zeka tipi olduğuna, zekada doğanın ya da tecrübenin rolüne, zekanın beyinde nasıl temsil edildiğine ve zekada grup farklılıklarının anlamına göre değişmektedir. Genele(g) Karşı Özel(s) Zeka 1900’lerin başında, Fransız psikolog Alfred Binet ve meslektaşı Henri Simon, öğrencilerden hangilerinin iyi hangilerinin ise daha yavaş öğrenici olduğunu tespit etmek için ilk zeka testini oluşturdular. Bu test, nesneleri isimlendirmek, kelimeleri tanımlamak, resim çizmek, cümleleri tamamlamak, maddeleri karşılaştırmak ve cümle oluşturmak gibi çeşitli soruları kapsıyordu.
129
Binet ve Simon, çocuklara sorulan bu soruların yüzeyde birbirine benzememesine rağmen anlama, nedenini sorma ve yargıda bulunma gibi temel yetenekleri değerlendirmek için yeterli olacağına inanıyordu. Ve bu ölçümler arasındaki korelasyon tamamıyla pozitifti. Sorular birbirinden farklı olmasına rağmen bir maddeye doğru cevap veren öğrenciler diğerlerine de olumlu cevap veriyorlardı. Bu sonuçları temel alarak psikolog Charles Spearman , bu öğelerin hepsini ölçmek için altta yatan önemli bir yapı olması gerektiği hipotezini ortaya koydu ve zeka testlerinde ölçülen farklı yetenekleri ve becerileri ölçmek için ortak bir genel zeka faktörü(g) olduğunu ifade etti. Şimdi fiilen tüm psikologlar, soyut düşünmeyle ilgili bilgi sağlama, yeni durumlara uyum sağlama, soyut olarak muhakeme etme, yönergelerden ve tecrübelerden yararlanmayı içine alan genelleştirilmiş zeka faktörünün(g) varlığına inanmaktadırlar. g’nin varlığı ile ilgili genel görüşe rağmen dar alanlardaki beceri ölçüsü olan özel zekaya(s) dair kanıt da vardır. Özel zeka(s) fikrini destekleyecek ampirik araştırma bu sonucun zeka testlerinden geldiğini göstermiştir. Farklı tipteki sorular birbirleriyle korelasyon halinde olsa da bazıları daha birbirleriyle diğerlerinden daha sıkı ilişki içindedirler ve zeka kümeleri oluştururlar. Akışkan zeka (problemleri çözmek için yeni yollar öğrenme kapasitesi) ile kristalize zeka( hayatımız boyunca dünyadan edindiğimiz bilgi birikimi) arasında bir fark vardır. Çünkü kristalize zeka yaşla beraber genişlerken akışkan zeka, yaşla beraber azalır ve daralır. Diğer araştırmacılar, farklı tipte zekâlar olduğunu savunmuşlardır. L.L Thurstone , birincil zihinsel yeteneğin yedi kümesinden bahsetmiştir. Bunlar, akıcı kelime uydurma, sözel kavrayış, uzamsal yetenek, algısal hız, sayısal yetenek, tümevarımsal muhakene ve hafızadır. Çoklu zeka fikrine dair ilerleme sağlayan Robert Sternberg, insanları daha fazla ya da daha az zeka, yaratıcı zeka ve pratik zeka sergileme durumuna göre üç parçalı zeka teorisini ortaya koymuştur. Stenberg, yaratıcılığın analitik zeka ile korelasyonunun çok yüksek olmadığını vurgulamıştır. Yaratıcı insanlar üzerinde yapılan çalışmalar, yaratıcılıkta en az beş unsurun varlığına dikkat çekmiştir.. Bunlar uzmanlık, yaratıcı düşünme, risk alma, içsel ilgi, yaratıcı bir çevrede çalışma…
130
Pratik zeka , kitaplardan ya da örgün eğitimden öğrenilmez. Pratik zeka, yaşam deneyimlerinden elde edilen sağduyuyu temsil etmektedir. Psikolog Howard Gardner, farklı yetenek ve becerideki insanlar için işlevsel evrimin olabileceğini düşünmüş ve birbirinden farklı sekiz zeka olduğunu tasarlamıştır. Bunlar ; Dil bilimi: Güzel yazmak ve konuşmak Mantıksal matematik: Problemleri çözmek için mantık ve matematik beceri kullanma kabiliyeti. Uzaysal: Nesneleri üç boyutlu düşünmek ve muhakeme etmek Müzikal: Müzikten hoşlanmak ve uygulamak. Kinestetik (vücut): Vücudu spor, dans ve fiziksel aktiviteler ile hareket ettirme kabiliyeti Kişilerarası : Diğerleri ile etkin temas kurabilme ve anlama kabiliyeti İçsel: Kendine iç görü yapabilme yeteneği Naturalist: Hayvanları, bitkileri ve diğer canlıları tanıyabilme, tanımlandırma ve anlama yeteneği Çoklu zeka fikri eğitimde çok etkindir. Öğretmenler bu fikirleri kullanarak farklı öğrencilere farklı öğretim teknikleri uygularlar. Örneğin, kinestetik zekada iyi olan öğrencilere matematik, ellerini ve vücutlarını hareket ettirerek öğretilebilir.
Zekayı Ölçme: Standardizasyon ve Zeka Bölümü Birçok zeka testinin amacı g’yi yani genel zeka faktörünü ölçmektir. İyi zeka testleri güvenilirdir yani uzun zamanlar boyunca kalıcıdır. Ayrıca iyi bir zeka testi yapı geçerliği gösterir yani zekayı herhangi bir şeyden daha iyi ölçer. Zeka yaş ile değişir. 3 yaşındaki bir çocuk, 183 ile 39’u doğru olarak çarpabiliyorsa kesinlikle zekiyken bunu yapamayan 25 yaşındaki biri zeki olarak görülmeyebilir. Bir testin standart olup olmadığı farklı yaşlardaki insanları geniş tutup her yaş seviyesindeki test skorlarının karşılaştırılıp karşılaştırılmamasına bağlıdır. 131
Testlerin belli bir düzen çerçevesinde standart hale gelmesi önemlidir çünkü zeka genel düzeyi zamanla değişebilir. Standartlaştırma tamamlandıktan sonra farklı yaştaki insanların zihni yaşını yani entelektüel performans gösterdiği yaşı hesaplayabiliriz. IQ yaşı hesaplama formülü şudur: IQ: zihni yaş+kronolojik yaşX100 Wechsler Yetişkin Zeka Skalası(WAIS) , yetişkinlerin zekasını ölçmek için kullanılan en yaygın testtir. WAIS , 16-90 yaş arasında 2200 kişi üzerinde uygulanarak standart hale getirilmiştir. WAIS , okul öncesi çocuklar için WPPI-III adıyla, daha büyük çocuklar ve yetişkinler için WISC-IV adıyla uygulamaya sokulmuştur. Zeka testleri , belirli bir görevi yerine getirmedeki yeteneği ölçmek için yetenek testleriyle yakın alakalı olabilir. SAT, ACT, GRE gibi testler öğrenci seçmek için faydalıdır çünkü onlar için dizayn edilen programlardaki başarı seviyesini tahmin etmeye yararlar.. Zeka testlerini, endüstriyel ve organizasyonel psikologlar , personel seçiminde kullanırlar. Personel seçimi, verilen işi yapabilecek insanları seçmek için tasarlanmış testlerle olur.
Zekanın Biyolojisi Daha zeki olan insanların beyinlerinin daha büyük olduğu bir gerçektir. Beyin hacmini ,sinir görüntüleme teknikleri ölçen araştırmalar , geniş beyinlerin zekayla olan korelasyonunu bulmuştur. Ayrıca zekanın beyin nöron sayısı ve korteksin kalınlığı ile ilgili olduğu da tespit edilen başka bir unsurdur. Düşünmeyi ve öğrenmeyi ödüllendiren bir çevrede büyümenin yanı sıra iyi beslenme de beyin hacmine ve zekaya olumlu tesir eder. Daha zeki olan insanların beyinlerinin daha az zeki olanlara göre daha hızlı çalıştığı yapılan araştırmalarla ispatlanmıştır. Zeka beynin belli bir bölgesinde yer almamasına rağmen diğerlerine göre bazı bölgelerinde daha yaygındır. Aktive olan bölgeler, korteksin dış bölümleri ile planlamayı, özel kontrolü ve kısa dönem hafızayı içinde barındıran beyin bölümleri zekanın yerleşmiş olabileceği yerler arasında gösterilebilir. 132
Zeka Doğuştan mıdır yoksa Yetiştirilerek de Elde edilir mi? Zeka, hem genetik hem çevresel etkilere sahiptir ve bu konu hakkında sistemli ve fazlaca miktarda çalışma var olup bu çalışmalar ikizler ve evlatlıklar üzerinden gerçekleşmiştir. Bu çalışmalar, IQ değerlendirmesinde, yüzde 40 ile 80 arasında bir oranın genetik kaynaklı olduğunu göstermiştir. Tek yumurta ikizleri arasında korelasyon çok yüksekken (r=84), diğer tip ikizlerde bu oran daha düşüktür. (r=60). Genetiğin rolü çocuk büyüdükçe daha da güçlenir. Çok küçük çocukların(3 yaşından küçük) yetişkin zekasını tahmin edemezsiniz ama çocuk 7 yaşına geldiğinde IQ dereceleri ,yetişkinlik dönemi için artık belirleyicidir ve sabittir. Tabii yetiştirmenin de zeka üzerinde etkisi olduğuna dair kanıt vardır. Bir evde büyüyen tek yumurta ikizlerinin ayrı evlerde büyüyen tek yumurta ikizlerinden daha yüksek IQ ‘ya sahip olduğu belirlenmiştir. Çevresel etkiler, alt sınıftan gelen çocukların zeka seviyelerindeki farklılıklarının büyük bir oranını üst sınıf ailelerden gelen çocuklara göre daha iyi açıklar. Çünkü birçok üst sınıf aile çocukları için güvenli ve destekleyici bir çevre sağlamaya meyilliyken bunlar alt sınıf ailelerde daha fazla değişkenlik gösterir. Sosyal ve ekonomik yoksunluk IQ’yu olumsuz etkileyebilir. Yoksulluk içindeki çocukların eğitim, beslenme ve belki ailesi ilgisinin eksikliği nedeniyle düşük IQ’lere sahip olması mümkündür. Yoksullaşan çevre zekaya zarar veriyorsa zenginleştirilmiş çevrenin zekayı arttırıp arttırmayacağı merak konusu olmuştur. Hükümet destekli okul sonrası program olan Head Start çocukların eğitimi için tasarlanmıştı. Araştırmalar bu programa devam edildiğinde zekanın kısa bir süreliğine artış gösterdiğini ancak bu artışın program sonrasında nadiren devam ettiğini tespit etmiştir. Zeka eğitimle gelişebilir. Okulda geçen yıllar, kişinin IQ seviyesiyle korelasyon halindedir. Yüksek IQ seviyesine sahip olanlar sınıflarda ve okulda olmaktan IQ seviyesi düşük olanlara göre daha hoşnuttur. Şu unutulmamalıdır ki doğanın ya da yetiştirmenin rolleri keskin bir şekilde birbirinden ayrılamaz. Ortalamanın üstünde bir zekaya sahip olan çocuk ortalama altındakine göre farklı davranış görecektir ve davranıştaki bu farklılıklar büyük olasılıkla ilk farklılıkları daha da arttıracaktır. Bu da ılımlı genetik farkların zamanla katlanarak artan farklar haline gelmesi demektir. 133
Duygusal Zeka Çoğu bilim adamı zekayı bilişsel bir yetenek olarak görse de, insanlar problem çözmek için duygusal zekalarını da kullanırlar. Duygusal zeka, duyguları doğru tanımlama, değerlendirme ve anlamanın yanından kişinin kendi duygularını kontrol etme yeteneği olarak nitelendirilir. Duygusal zeka fikri, Howard Gardner’in kişiler arası zeka(kişinin diğerlerinin duygularını, arzularını anlama kapasitesi) ve içsel zeka(kişinin kendini anlayabilme kapasitesi) çalışmalarında görülür. Duygusal zekayı ölçmek için birçok test vardır. En popüler olanı ise MayerSalovey- Caruso Duygusal Zeka Testi’dir. Bu test, duyguları kontrol, anlama ve tecrübe etme yeteneklerini ölçer… Bu testlerle ilgili problemler ise güvenilirlik ve yapı geçerliliği prensipleriyle fazla ilgili olmamalarıdır. Ancak buna rağmen birçok okul, duygusal zekaya verdikleri önem nedeniyle özel programlar açmaktadır.
ANAHTAR BİLGİLER -Zeka , düşünme , tecrübelerden bir şeyler öğrenme, problem çözme ve yeni durumlara adapte olma kabiliyetidir. -Psikologlar, insanlar arasındaki tüm zeka farklılıklarını ölçmek için bir yapı olduğuna inanmışlar ve buna da genel zeka (g) demişlerdir. -Yaratıcı ve pratik zekayı içine alan ve dar alanlardaki özel yetenekleri ölçmeye yarayan özel yeteneklere(s) dair de kanıt vardır. -Zeka katsayısı (IQ) zekayı ölçmek için yaşa göre ayarlanabilir bir ölçüdür. Wechsler Yetişkin Zeka Skalası( WAIS) yetişkinler için kullanılan en yaygın zeka testidir. -Beynin hacmi, sinirsel iletişimin hızı ve çalışan hafıza kapasitesi IQ ile ilgilidir. - Zekada yüzde 40 ile 80 arasındaki bir oranla genetik yapı etkindir ki bu da bireyler arasındaki IQ farklılıklarında genetik yapının çevreden daha büyük bir role sahip olduğunu gösterir. 134
-Zeka, eğitimle gelişir ve fakirlik benzeri çevresel faktörlerle de gelişimi engellenebilir. - Duygusal zeka, duyguları doğru tanımlama, değerlendirme ve anlamanın yanından kişinin kendi duygularını kontrol etme yeteneği olarak nitelendirilir. Duygularını ve davranışlarını kontrol edebilen insanlar kişisel ve sosyal karşılaşmalarda daha başarılı olurlar.
9.2 Zekanın Sosyal, Kültürel ve Politik Yönleri Zeka, var olduğu topluma göre tanımlanır. Batı toplumlarında , zeka herkesin imrendiği kişisel bir özelliktir. Ancak doğu toplumları ,bireysel zekaya çok önem atfetmez ve onlara göre toplumu geliştirmek için duyulan arzu ve gösterilen bilgeliği görmek daha önemlidir. Psikolojik testler zekayı doğru ölçse bile , bu testlerin anlamını yorumlayan ve birbirinden farklı zekalara sahip insanlara nasıl davranılacağını gösteren kültürlerdir. Zekanın Aşırılıkları: Gerilik ve İlerilik Zekayı değerlendiren çalışmaların sonuçları, IQ’nun nüfusta anormal şekilde dağıldığını göstermektedir. Sonuçları somut halde gösterebilmek için kullanılmaktadır. Bunlardan biri çan eğrisidir.
grafiksel
çeşitli yöntemler
Çan eğrisi , bir değişkende gözlenen sonuç örneklerinin ortalama civarında kümelenmesidir. Zekanın normal dağılımı, IQ ve diğer testlerin , çoğunlukla ortalama(IQ=100 olduğu durumda) etrafındaki insan kümelerini ve daha az sayıda çok akıllı ya da çok geri kalmış insanları gösterdiğini ifade etmektedir. Çünkü IQ testine ait standart sapma 15 civarındadır ki bu da insanların yüzde 2 ‘sinin 130’un üzerinde IQ’ya sahip olduğunu (ileri zeka) ve yine yüzde 2’sinin 70’in altında skora (zeka geriliği) sahip olduğu anlamına gelmektedir. Çok Düşük Zeka 135
Zeka geriliği , IQ’su 70’in altında olan insanlara atfedilen genel bir bozukluktur ki bu insanlar çocukluklarından beri büyük boşluk yaşayan, giyinmek, beslenmek ve diğerleri ile iletişim kurmak gibi temel hayat becerilerini kullanamamaktadır. Zeka geriliğinin bir sebebi, ekstra olarak 21. kromozomun bir parçasının veya tamamının varlığından kaynaklanan bir bozukluk olan Down sendromudur. Down sendromu tahmini olarak 800 ile 1000 doğumun birinde görülmekte ve genellikle ileri yaş anneliklerinde rastlanmaktadır. Zeka geriliği yaşayan insanlara karşı tutum,geçtiğimiz dönemlere göre değişmiştir. Moron, embasil vb. tanımlamaları resmi psikolojik terimler olsa da artık kullanmamaktayız. Kanunlar, fiziksel ve mental eksiklikleri olanları aşağılamayı suç saymaktadır.
Çok İleri Zeka Lewis Terman ve arkadaşları , Stanford Binet ve benzer IQ testlerinde en üst yüzde 1’lik dereceyi alan 1500 yüksek okul öğrencisini kapsayan bir araştırma yapmış ve onları yedi yıl takip etmiştir. Çıkan sonuçlara göre bu çocuklar sağlıksız değillerdir fiziksel sağlık ortalamasının üstündedirler, genel nüfusa göre daha uzun ve ağırdırlar.. Terman, bu çocukların sonradan yüksek dereceli eğitim kurumlarına gittiğini ve tıp, hukuk ve bilim gibi prestijli uzmanlıklar edindiklerini tespit etmiştir. Gençler arasında yapılan bir çalışma yüksek IQ’ya sahip olanların devam ettikleri okullarını , genel nüfusa göre 50 kat daha fazla iyi dereceyle bitirdiklerini göstermiştir.
Zekada Cinsiyet Farklılıkları Lawrence Summer, ağır bilim konularında kadınların neden az temsilci çıkarabildiğini cinsiyet ayrımcılığına veya sosyal normlardan etkilenen çevre faktörüne bağlamışsa da kadınların bazı görevleri yerine getirme konusunda erkeklerden genetik olarak daha sınırlı bir yeteneğe sahibi olma olasılığını da göz ardı etmemiştir. Matematik ve fizik bilimlerinin yüksek IQ gerektirmesi ve erkeklerin bu dallardaki ağırlıkları bu fikri destekler niteliktedir. Bunun yanında kadınların sözel işlerde (okuma, yazma vb) erkeklerden daha iyi olduğu, duygusal zekayı kullanarak diğer insanları anlama ve onlarla temas kurabilme konusunda daha etkin oldukları da gerçektir. 136
Bu tespitler ile zekada cinsiyet farklılıkları hakkında yorum yapmak mümkün olsa da, araştırmaların bireysel anlamda farklılıkları değil sadece ortalama farklılıkları göz önüne aldığını unutmamak gerekir.
Zekada Irksal Farklılıklar Irkları ve etnik gruplar arasındaki zeka farklarını gözlemleyerek elde edilen ortalama farklar , bu farkları düzeltmek amaçlı kötü niyetli denemelere neden olmuştur. Buna örnek olarak 20.yy başlarındaki öjeni hareketini gösterebiliriz. Kelime anlamı insan popülasyonlarının genetik frekanslarının kontrollü yönlendirmeyle iyileştirilmesi demek olan öjeni hareketi, üstün insan ırkı yaratmak maksatlı bir hareketti. Bu hareket, kimlerin çiftleşip kimlerin çiftleşmeyeceğini kontrol eden bir dış güçle hedefine ulaşmayı hedefler. Öjeniye olan ilgi öyle hızla gelişmiştir ki , düzinelerce üniversite bu yaklaşımı biyoloji derslerine koymuş, Amerikan senatosu öjeniye göre göç ve sterilizasyon politikaları belirlemiştir. Irk farklarını konu alan IQ testleri , bazı gruplara karşı ve bazı gruplara destek olacak şekilde hazırlandıkları için hataya düşebilirler. Bu testlerin hatalı olabilme ihtimalinin sebeplerinden biri de , soruların ,bir kültüre ait insanların diğerlerine göre çok daha rahat cevaplayabileceği şekilde tasarlanması ve bu sebeple güvenilir olmayan sonuçlara neden olmasıdır.
Stereotip Tehdidi Bir grubun üyelerine yönelik sabit, aşırı basitleştirilmiş, bireysel özellikleri göz ardı eden ve hepsine ortak özellikler yükleyen önyargılı kanıya stereotip diyoruz. Stereotip tehdidi, bilişsel ve duygusal faktörlerin etkisiyle ortaya çıkar. Bilişsel taraftan bakıldığında stereotip tehditini tecrübe eden kişi çevreye karşı büyük bir dikkat ve stereotipik düşünceleri bastırmak için artan çaba göstermektedir. Duygusal taraftan bakıldığında şöyle bir tespit yapabiliriz. Stereotip tehditi, becerilerimiz ve yeteneklerimize ait olumlu kavram ile kötü performans sergileyen olumsuz stereotipler arasında bir tutarsızlık olduğunda ortaya çıkar. 137
Bu tutarsızlık stres ve tedirginlik yaratırken bu duygular aynı zamanda belli görevlerde iyi performans göstermeyi de zorlaştırmaktadır.
ANAHTAR BİLGİLER -IQ nüfusta , normal dağılım şeklinde yayılır. - Zeka geriliği , IQ’su 70’in altında olan insanlara atfedilen genel bir bozukluktur ki bu insanlar çocukluklarından beri büyük boşluk yaşayan, giyinmek, beslenmek ve diğerleri ile iletişim kurma gibi temel hayat becerilerini kullanamamaktadır. -Yapılan araştırmalardan çıkan sonuçlar, ileri zekalı çocukların sağlıksız olmadığını, fiziksel sağlık ortalamasının üstünde bulunduklarını , genel nüfusa göre daha uzun ve ağır olduklarını göstermiştir. -Kadın ve erkekler neredeyse aynı zekaya sahiptirler ama erkekler IQ sonuçlarında kadınlardan daha fazla değişkenlik göstermektedirler. -Ortalama olarak erkekler mekânsal yeteneği gerektiren görevlerde kadınlardan daha başarılıyken, kadınlar sözel mesleklerde daha iyidirler ve duygusal zeka testlerinde daha yüksek skorlar alırlar. -Çan eğrileri önemli ölçüde örtüşüyor olsa da , farklı ırk ve etnik grupların üyeleri için ortalama grup farklılıkları vardır. - Irkları ve etnik gruplar arasındaki zeka farklarını gözlemleyerek elde edilen ortalama farklar , bu farkları düzeltmek amaçlı kötü niyetli denemelere neden olmuştur. Örnek öjeni hareketi. - Bir grubun üyelerine yönelik sabit, aşırı basitleştirilmiş, bireysel özellikleri göz ardı eden ve hepsine ortak özellikler yükleyen önyargılı kanıya stereotip denir.. Stereotip tehdidi, bilişsel ve duygusal faktörlerin etkisiyle ortaya çıkar
9.3 Diğerleriyle İletişim: Dilin Gelişimi ve Kullanımı Dil, hem sözlü ve yazılı kelimeleri kavrama ve hem de konuştuğumuz ve yazdığımız zaman gerçek zamanlı iletişim yaratma yeteneklerini içerir. 138
Konuşmak, ses tellerini, nefes, dil ve boğaz kontrolünü içine alan hareketleri kapsayan bilişsel, sosyal ve biyolojik süreçler birleşimidir. Dil genellikle bilgi iletimi için kullanılır ama bu onun sadece dünyevi fonksiyonudur. Çünkü dil aynı zamanda var olan bilgilere erişmeye, sonuçlar çıkarmaya, amaçlar oluşturmaya ve komplike sosyal ilişkiler kurmaya izin verir. Dil, ses, anlam ve çevresel faktörler çerçevesinde kavramsallaştırılabilir. Fonem, dilimizin temel ses birimleridir. Morfemler(biçimbirim), dildeki en küçük anlam birimleridir. Sentaks(sözdizimi), kelimeleri nasıl bir araya getireceğimizi gösteren grammar kurallarıdır. Bağlamsal bilgi, dilin içeriğinin bir parçası olmayan ama bize yardımcı olan iletişim unsurudur. Dilin Bileşenleri Fonem(ses birimi), dilde anlamlı bir fark yaratan en küçük ses birimidir. Örneğin İngilizce’deki “ bit” kelimesinde üç fonem vardır ki bunlar b,i,t… Konuşma dillerinde fonemler, sağırlarda işaretler kullanılarak yapılan el hareket ve şekillerine benzer halde dudak, diş, dil, ses telleri ve boğazlarıyla ortaya çıkarlar. İnsanlar tarafından yapılabilir yüzlerce benzersiz fonem vardır ama birçok dil bunların ancak küçük bir alt kümesini kullanır. İngilizce 45 foneme sahipken diğer diller 15 ile 60 ve üzerinde foneme sahiptir. Fonemler dilin en küçük ses birimleri iken morfemler ise dildeki en küçük anlam birimlerini yaratan bir veya daha fazla fonemden oluşmuş zincirlerdir. Örneğin İngilizce’de, -re bir hece olarak rewrite ya da repay kelimelerine “tekrar yapmak” anlamına gelen manalar eklemektedir.. Sentaks(sözdizimi), cümle oluşturmamızı sağlayan dile ait kurallar kümesidir. Her dil farklı sentaksa sahiptir. Örneğin İngilizce’nin sentaksı , her cümlenin sıfat ve zarflarla değiştirilmiş isim ve fiile sahip olmasıdır. Kelimeler sabit anlamlara sahip değillerdir ve konuşulan dilin bağlamsal fonksiyonuna göre yorumlanabilirler. Bağlamsal bilgi yani dili çevreleyen bilgi bize yorum yapmamızda yardım eder.
Dilin Biyolojisi ve Gelişimi
139
Bir yetişkin olarak ikinci bir dilde uzmanlaşmanın ne kadar zor olduğunu biliriz. Çocuklar ise daha rahat dil öğrenirler. Bir dili öğrenmeye erkenden yönlendirilmemiş çocukların sonradan öğrenme olasılıkları azdır. Fransa’da kaybolan bir çocuk olan ve 12 yaşına kadar bulunamamış Victor ile 18 aylıkken bir odaya kapatılıp 13 yaşına kadar burada tutulan Genie’yi konu alan bir vaka araştırması , mahrum bırakılmış çocuklara ait sadece iki örnektir. Bu çocuklar kurtarıldığında sosyalleşmede ilerleme sağlamışlardır. Fakat hiçbiri dilini geliştirmeyi başaramamıştır. Bu yüzden çocukların sağır olup olmadıklarının tespiti önemlidir. Erken zamanda işaret diline alıştırılmayan çocukların sonraki zamanda bu dili öğrenme olasılıkları çok zayıftır. Biyolojik yapıya gelecek olursak; beyindeki Broca Alanı, sol yarıkürenin önünde ve motor korteksin yanında yer alır ve dil üretiminden sorumludur. Bu alan ilk kez Fransız doktor Paul Broca tarafından beynin çeşitli yerlerindeki lezyonları incelerken belirlenmiştir. Wernicke Alanı ise, işitsel korteks yanındaki beyin alanıdır ve dili anlamadan sorumludur. Afazi tecrübesi yaşayan hastalar, dil fonksiyonları ciddi şekilde zarar görmüş kişilerdir. Broca afazisi olan insanlar , Wernicke afazisi olanlar gibi konuşma üretmede zorluk çekerlerken aynı zamanda söyledikleri hiçbir anlam ifade etmez ve dili anlama sıkıntısı yaşarlar. Dil Öğrenmek Fetus,rahmin dışında konuşulan seslerin boğuk hallerini duyarak aslında doğmadan önce dil öğrenmeye başlar. Doğduktan sonra ilk yıl süresince ve ilk cümleleri söylemeden çok önce, bebek çoktan dil öğrenmeye başlamıştır bile. Bu öğrenme bir yönüyle aslında konuşma üretmek gibi tanımlanabilir. 7 ay civarlarında bebekler agulamaya ve bir anlamı olmayan istemli sesler çıkarmaya başlarlar. 1 yaşına gelindiğinde ise bu agulamalar öğrendikleri dilin ilk seslerini kullanır. Agulama ,çocuklara, dilin sosyal ve iletişimsel işlevini anlamalarında yardımcı olur. Bebekler ilk kelimelerini 1 yaş civarında üretirler. Bu da çocuğun kelimeleri sesten daha çok anladığı anı temsil eder.
140
Çocukların ilk sözleri birçok hata içerir ve bunlar dilden dile değişir. Örneğin İngilizce’de b ve d, c ve z karışır. Çocuğun ilk cümlelerinin çoğu isimlerdir ve ilk cümleler sadece isimlerden oluşur. Dil, yüksek seviyeye doğru artan ses ve kelime sınıflandırması içerdiği için, çocuklar kelimeleri yorumlarken ya da kullanırken hata yaparlar. Örneğin bütün yetişkin erkekleri “baba” diye nitelemek ya da bütün hayvanlara “köpek” demek bu hatalara örnek teşkil edebilir. Çocuklar, ebeveynlerden elde ettikleri ipucu ile bağlamsal bilgiyi kullanırlar ki bu da onların dil öğrenmesine yardım eder.
Çocuklar Dili Nasıl Öğrenirler: Dil Edinim Kuramları Çocuklar dil bilerek doğmazlar, etraflarında olanları duyarak konuşmayı öğrenirler. Diğer yandan, hayvan beyinlerinin aksine insan beyni, çok çaba harcamadan dil öğrenmek için önceden programlanmıştır. Çocukların etraflarında konuşulan dili başka bir dilden daha çabuk öğreniyor olması peşinden gidilecek doğrulukta bir tespittir. Dilin tamamıyla öğrenilemeyeceği ortadadır. Çocuklar, takviye yardım olursa çok daha fazla kelime öğrenirler. 18 ay ile 5 yaş arasında çocukların günde 10 kelime öğrendikleri bilimsel bir tespittir. Dil, taklitten daha çok üretken bir yapıya sahiptir. Üretkenlik konuşanların daha önce hiç rastlamadıkları fikirleri temsil eden cümleler kurabilmesidir. Dil bilimci Noam Chomsky, dile doğal yaklaşıma inanır ve insan beyninin, tüm insan dillerinin altında yatan grameri içeren bir dil edinin cihazı olduğunu iddia eder. Bu yaklaşıma göre dünyada konuşulan herhangi dilden biri, beynimizde bağlantıları zaten yapılmış süreç kümelerinden birine bireysel bir örnek olabilir. Chomsky , fikrin derin yapısıyla ( tüm dillerde genel kabul görmüş evrensel gramerde temsil edilen bir fikirle), fikrin yüzeysel yapısı ( fikrin herhangi bir dilde nasıl ifade edildiği) arasında farklılaştırmaya gitmiştir.
Bilingualizm(İki dillilik) ve Bilişsel Gelişim 141
Amerika’da pek olmasa da diğer ülkelerde bilingualizm yani iki dili konuşma yeteneği giderek daha sık görülen bir durum almıştır. Dünyanın neredeyse yarısı, Amerika’nın ise yüzde 18 kadarı iki dilli yetişmektedir. Son zamanlarda Amerika’da okullarda iki dil uygulamasını engelleyecek yasalar çıkmıştır. Bu engelin sebebi ise öğrencilerin sadece İngilizce konuşurlarsa okulla, kültürle ve hükümet ile daha kuvvetli kimlik ilişkisi kurabileceklerine inanılması ve iki dili konuşmanın bilişsel gelişime engel olacağı düşüncesidir. Bazı ilk psikolojik testler tek dil konuşan çocuklarla karşılaştırıldığında iki dil konuşanların dili kullanmada daha ağır kaldıklarını ve düşük sözlü dereceler elde ettiklerini göstermiştir. Fakat bu testler, çocuğun ilk dili olmamasına rağmen İngilizce verilmiş ve teste tabi tutulan çocuklar tek dil bilenlere göre daha alt sosyo-ekonomik sınıflardan seçilmiştir. Günümüzdeki birçok araştırma bazı durumlarda iki dil bilen çocukların tek dilli olanlara göre dilleri daha yavaş öğrendiğini gösterse de iki dil bilenler ile tek dil bilenler arasında dilleri birbirine karıştırdıklarına ya da daha yavaş dair öğrendiklerine çok büyük farklar yoktur. Hatta iki dil konuşanların, bilişsel fonksiyonlarda ve esneklikte ayrıca analitik becerilerde tek dil bilenlere göre daha iyi olduğu tespit edilmiştir. İkinci dili öğrenmek ,beynin dil öğrenme ilgili sol yarımküresinde değişiklikler üretmektedir. Bu bölge diğer bölgelere göre daha yoğundur ve daha fazla nöron ihtiva eder. İkinci dil öğrenmek dil gelişimini yavaşlatsa da, bilişsel yetenekleri arttırıyor gibi görünmektedir. Hayvanlar Dil Öğrenebilir mi? Hayvanların geniş çeşitlilikte iletişim sistemleri vardır. Bu iletişim kimi zaman kokuları kullanarak kimi zaman da kanatlarını çırparak ya da tüylerini kabartarak vb. şekillerde olur. Fakat bu iletişim çeşitliliğine rağmen hayvanlara dil öğretmedeki başarı oranı sınırlı kalmıştır. Catherine ve Keith Haynes’in Viki adlı bir şempanze ile, Alen ve Beatrix Gardner’ın Washoe adlı diğer bir şempanze ile yaptıkları çalışmalar, bu hayvanların belli sayıdaki işaret ve sembolleri öğrenmeleri ile sınırlı kalmıştır. Dil konusunda en başarılı olan hayvan Kanzi adında bir bonobo olmuş, insanlara benzer şekilde dil öğrenmeye eğilimi tespit edilmiştir. Gözlemleyerek ve 142
sembolleri kullanarak sosyal ilişkiler kurabilmiştir. Kanzi ayrıca sözdizimleri yaratabilmiş ve bazı karışık komutları anlayabilmiştir.
temel
Kanzi , dil öğrenen hayvanlar konusunda başarılı sayılabilecek bir örnektir ama istisnadır. Bazı hayvan beyinleri bizimkilerle benzerlikler taşısa da sadece insan beyni bir dil yaratacak kadar komplikedir. Belki de en dikkat çekici olan şey şudur; dil ,insan olmayan varlıklarda görülmezken insanlar da evrensel bir nitelik taşır.
Dil ve Algı Dil ve dilin yapısının insan düşüncesi üzerindeki etkisi ve sınırını ifade eden fikre dilsel görecelik denir. Bu fikre dair çeşitli çalışmalar vardır. Bunlardan biri Amerikan Dil Bilimci Benjamin Whorf’un yaptığı çalışmadır. Whorf’un tespitine göre , Eskimolar karı anlatmak için birçok kelime kullanırken İngilizler için bu sadece bir kelimeyle sınırlıdır. Bu da Eskimoların karı, İngilizlere göre çok ince detaylarla algılayıp ifade ettiklerini göstermektedir. Ayrıca İngilizlerin kar algısı çok sınırlıdır. Başka bir açıdan baktığımızda ve bu örnek üzerinden gittiğimizde kar hakkında düşünmek, dili diğer başka yollardan çok daha fazla etkileyebilmekledir(düşünme şeklinin dile etkisi)
ANAHTAR BİLGİLER -Dil, hem sözlü hem yazılı kelimeleri konuşabilme ve yazabilme yeteneğini içerir. - Fonem(ses birimi), dilde anlamlı bir fark yaratan en küçük ses birimidir. Morfemler(biçimbirim), dildeki en küçük anlam birimleridir. Sentaks(sözdizimi), kelimeleri nasıl bir araya getireceğimizi gösteren gramer kurallarıdır. Bağlamsal bilgi, dilin içeriğinin bir parçası olmayan ama bize yardımcı olan iletişim unsurudur. -Yakın zamandaki çalışmalar dil öğrenmek için tek bir kritik dönem olmadığını ama en erken dönemde olursa daha iyi sonuçlar alınacağını göstermektedir. 143
-Broca Alanı dil üretiminden, Wernicke Alanı ise dili kavramadan ve anlamadan sorumludur. -Dil öğrenme doğmadan önce başlar. Bebek ilk kelimelerini yaklaşık 1 yaş civarlarında üretmeye başlar. -Dil gelişimine ait bir açıklama dilin öğrenme ilkeleri, takviye ve diğerlerini gözlem yoluyla oluştuğunu ifade etmiştir. - Dil bilimci Noam Chomsky, insan beyninin, tüm insan dillerinin altında yatan grameri içeren bir dil edinin cihazı olduğunu iddia eder. - Bazı hayvan beyinleri bizimkilerle benzerlikler taşısa da sadece insan beyni bir dil yaratacak kadar komplikedir -Dilimiz, düşüncemiz üzerinde bazı etkilere sahiptir ama kavramları anlayışımız üzerinde etkisi yoktur.
9.4 Bölüm Özeti Zeka, düşünme, tecrübelerden öğrenme, problem çözme ve yeni durumlara uyum sağlama kabiliyetidir. 1900’lerin başında, Fransız psikolog Alfred Binet ve meslektaşı Henri Simon, öğrencilerden hangilerinin iyi hangilerinin ise daha yavaş öğrenici olduğunu tespit etmek için ilk zeka testini oluşturdular. Bu test, nesneleri isimlendirmek, kelimeleri tanımlamak, resim çizmek, cümleleri tamamlamak, maddeleri karşılaştırmak ve cümle oluşturmak gibi çeşitli soruları kapsıyordu. Binet ve Simon, çocuklara sorulan bu soruların yüzeyde birbirine benzememesine rağmen anlama, nedenini sorma ve yargıda bulunma gibi temel yetenekleri değerlendirmek için yeterli olacağına inanıyordu. Ve bu ölçümler arasındaki korelasyon tamamıyla pozitifti. Sorular birbirinden farklı olmasına rağmen bir maddeye doğru cevap veren öğrenciler diğerlerine de olumlu cevap veriyorlardı. Bu sonuçları temel alarak psikolog Charles Spearman , bu öğelerin hepsini ölçmek için altta yatan önemli bir yapı olması gerektiği hipotezini ortaya koydu ve zeka testlerinde ölçülen farklı yetenekleri ve becerileri ölçmek için ortak bir genel zeka faktörü(g) olduğunu ifade etti. Yaratıcı ve pratik zekayı içine alan ve dar alanlardaki özel yetenekleri ölçmeye yarayan özel yeteneklere(s) dair de kanıt vardır. 144
Zeka katsayısı (IQ), zekayı ölçmek için yaşa göre ayarlanabilir bir ölçüdür IQ testleri ,psikolojik testler arasında en doğru sonuç veren testlerdir. İyi bir zeka testi , yapı geçerliliğine sahip olmalı ve güvenirliliğini korumalıdır. Wechsler Yetişkin Zeka Skalası( WAIS) yetişkinler için kullanılan en yaygın zeka testidir Zeka testleri , belirli bir görevi yerine getirmedeki yeteneği ölçmek için üretilen testleriyle yakın alakalı olabilir. SAT, ACT, GRE gibi testler öğrenci seçmek için faydalıdır çünkü bu öğrenciler için dizayn edilen programlardaki başarı seviyesini tahmin etmeye yararlar. Zeki insanlar daha az zeki olanlara göre daha etkin ve hızlı çalışan daha geniş beyinlere sahiptirler. Zeka, hem genetiktir hem de çevreden etkilenir ve araştırmalar, zekanın yüzde 40 ile 80 arasında bir oranla kalıtımsal olduğunu göstermektedir. Duygusal zeka, duyguyu, tanımlama, değerlendirme ve kontrol etme kabiliyetidir. Zeka geriliği , IQ’su 70’in altında olan insanlara atfedilen genel bir bozukluktur ki bu insanlar çocukluklarından beri büyük boşluk yaşayan, giyinmek, beslenmek ve diğerleri ile iletişim kurma gibi temel hayat becerilerini kullanamamaktadır. 130’un üzerinde IQ’ya sahip olan insanları ileri zekalı olarak tanımlayabiliriz. Kadın ile erkek genelde aynı zekaya sahiptir ama belli konularda cinsiyet farklılıklarından doğan değişik sonuçlar olabilir. Irklar ve etnik gruplar arasındaki zeka farklarını gözlemleyerek elde edilen ortalama farklar , bu farkları düzeltmek amaçlı kötü niyetli denemelere neden olmuştur. Buna örnek olarak 20.yy başlarındaki öjeni hareketini gösterebiliriz. Kelime anlamı insan popülasyonlarının genetik frekanslarının kontrollü yönlendirmeyle iyileştirilmesi demek olan öjeni hareketi, üstün insan ırkı yaratmak maksatlı bir hareketti. Dil, hem sözlü ve yazılı kelimeleri kavrama ve hem de konuştuğumuz ve yazdığımız zaman gerçek zamanlı iletişim yaratma yeteneklerini içerir. Dil, ses, anlam ve çevresel faktörler çerçevesinde kavramsallaştırılabilir. Fonem, dilimizin temel ses birimleridir. Morfemler(biçimbirim), dildeki en küçük anlam birimleridir. Sentaks(sözdizimi), kelimeleri nasıl bir araya getireceğimizi gösteren gramer kurallarıdır. Bağlamsal bilgi, dilin içeriğinin bir parçası olmayan ama bize yardımcı olan iletişim unsurudur.
145
Dil öğrenimi ile ilgili en kritik zaman dilimi 3 il 7 yaş arasındaki dönemdir. Broca Alanı, sol yarıkürenin önünde ve motor korteksin yanında yer alır ve dil üretiminden sorumludur. Wernicke Alanı ise, işitsel korteks yanındaki beyin alanıdır ve dili anlamadan sorumludur. Çocuklar dili , agulama, ilk kelimeler, ilk cümleler ve artan sözcük kapasitesi yoluyla çabuk ve doğal şekilde öğrenir. Dil bilimci Noam Chomsky, insan beyninin, tüm insan dillerinin altında yatan grameri içeren bir dil edinin cihazı olduğunu iddia eder. Chomsky ,ayrıca, fikrin derin ve yüzeysel yapı farklılaştırmasını yapmıştır. İki dil konuşmak, modern dünyada giderek çok rastlanır bir durum haline gelmiştir. İki dil konuşan çocuklar, tek dil konuşanlara göre daha fazla bilişsel işlev ve esneklik gösterebilirler. Hayvanların geniş çeşitlilikte iletişim sistemleri vardır. Fakat bu iletişim çeşitliliğine rağmen hayvanlara dil öğretmedeki başarı oranı sınırlı kalmıştır. BÖLÜM 10 Duygular ve Motivasyonlar Etkinin iki önemli bileşeni duygu ve motivasyondur. Duygu, dikkatimizi idare eden ve davranışlarımıza rehberlik yapan zihinsel ve fizyolojik his durumudur. Duygusal durumlara, otonom sinir sistemindeki sempatik bölüm tarafından yaratılmış vücut tepki tecrübelerimizin uyarılması eşlik eder. Motivasyon, davranışlarımızı başlatan ve idare eden itici güçtür. Bunlar açlık, susuzluk gibi biyolojik ya da bir gruba kabul edilme, ait olma ve başarı gibi sosyal motivasyonlar olabilirler. Biz bu bölümde etkinin davranış üzerindeki rolünü duygunun çeşitli önemli psikolojik teorilerini tartışarak anlamaya çalışacağız. Ayrıca, uzun dönemli stresin hastalıklara nasıl yol açtığını, pozitif düşüncenin sağlık üzerindeki yararlı etkilerini de göstermek çabasında içinde olacağız. 146
Bu bölümün önemi, sadece etkinin ilkelerini değil, etkinin davranışlarımız üzerindeki rolünü de keşfetmenize yardımcı olmaktır.
10.1 Duygu Tecrübesi Temel duygular olarak bilinen duygular, kızgınlık, iğrenme, korku, mutluluk, üzüntü ve şaşkınlıktır. Temel duyguların insan evriminde çok uzun bir tarihi vardır ve beynimizin en eski parçalarından biri olan limbik sistemde(amigdala, hipotalamus ve talamus) yer etmişlerdir. Duygulara eşlik eden bilişsel yorumlar, bilişsel değerlendirme olarak bilinir ve ikincil duyguların(kızgın, korkmuş, üzgün, kırgın, heyecanlı, yorgun, sakin vb.) daha karışık ve daha geniş halini tecrübe etmemize izin verirler. Ana (hoş, hoş olmayan, yoğun, ılımlı) ve ikincil duygular iki beyin yolu ile paralel haldedir.. Hızlı ve yavaş yol… Bu süreçte talamus, bekçi rolünü oynar… Örneğin temel bir duygu olan korku limbik sistem yoluyla hızlı yol tarafından belirlenir. İkincil duygular, korteksteki ön lob yoluyla yavaş yol tarafından belirlenir. Hem duygular hem bilişler etkin karar almamızda bize yardım ederler. Bazı durumlarda farklı seçeneklerin yarar ve zararlarını analiz ettikten sonra harekete geçeriz ama kararsızlık veya belirsizlik yaşadığımız anlarda duygularımıza güveniriz. Duygularımıza güvenerek aldığımız kararlar, birçok durumda, bilişsel süreçten geçen kararlardan daha doğru olabilmektedir. Cannon-Bard ve James-Lange Duygu Teorileri Evinizde birini olduğunu sandığınız anlarda, kazadan kurtulmak için frene bastığınız sırada veya bunları yaşamamızın muhtemel olduğu hayat kesitlerinde kızardığınızı, midenizde bir ağrı hissettiğinizi, kalbinizin deli gibi attığını veya soluk almada problem yaşadığınızı hatırlıyor olmalısınız. İşte bu sırada yaşadığınız şey duygunun psikolojik parçası yani uyarılmadır. Psikologlar, uyarılma rolüne göre üç tip duygu teorisi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Cannon-Bard teorisi, duyguların ve uyarılmaların aynı anda meydana geldiğini iddia eder. Bu iddiaya göre tehlikenin farkına vardığımız anda kalp hızımız artar.
147
James-Lange teorisi, duygunun, uyarılmanın bir sonucu olduğu kanısındadır. Bu teoriye göre ise korku, kalp atış hızıyla beraber oluşmaz, kalp hızının artışı yüzünden korku oluşur. Schachter ve Singer’in iki faktörlü modeli, uyarılmanın ve bilişin duyguyu yaratmak için bir araya geldiğini iddia etmektedir. Yani, duygu, tecrübe ediyor olduğumuz uyarılmanın belirlediği yoğunluk ile bilişsel değerlendirme durumunun ,duygunun ne olacağını belirlemesiyle oluşmaktadır. İnsanların, uyarılmanın kaynağını yanlış sınıflama(etiketleme) eğilimine yanlış atfedilmiş uyarılma denir. Bu bilgiler ışığında her üç teorinin de desteklenecek şeyleri olduğunu görmekteyiz.
Duygu İletişimi Duygularımızı içimizde yaşarken bir taraftan da diğer insanlara gösteririz ve diğerlerinin duygularını da onları gözlemleyerek öğreniriz. Diğerlerinin duygularını anlamanın bir yolu sözsüz iletişimi kullanmaktır. Sözsüz iletişim deyince sesimizin tonu, yürüyüşümüz, duruşumuz, dokunuşumuz ve yüz ifadelerimiz aklımıza gelir.
Bazı Sözsüz İletişimciler.. Proksemik: İletişim halindeyken başkaları ile aramızdaki mesafenin kullanımı. Birine yakın durmak sevmeyi ya da baskın olmayı ifade edebilir. Vücut Görünüşü: Vücudumuzdaki değişikliklere dayalı ifadeler. Vücut geliştirme, göğüs büyütme vb. başkalarına etkileyici gözükmek için kullanılır. Vücut duruşu ve hareket: Vücudumuzun nasıl göründüğüne dayanan ifadeler. Hızlı yürümek iletişimde hakimiyet demekken “kalem” duruşu beğenmeyi ifade eder. Jestler: Ellerimizle veya yüzlerimizle yaptığımız hareketler ve işaretler. Barış işareti sevmeyi, parmak işareti saygı göstermemeyi ifade eder. Yüz İfadeleri: Yüzümüz yoluyla hissettiğimiz, saklamaya çalıştığımız çeşitli duygular. Gülmek, kaşları çatmak, bakakalmak ya da diğerlerine bakmaktan 148
sakınmak hem sevmeyi, hem sevmemeyi ifade edebileceği gibi baskınlığın ya da boyun eğmenin de işareti olabilir. Yan dil: Sesimizde yer alan kimliğimize veya duygularımıza dair ipuçları. Telaffuz, aksan ve lehçe kimlik ve sevgi iletişimi kurmak için kullanılabilir.
ANAHTAR BİLGİLER - Duygu, dikkatimizi idare eden ve davranışlarımıza rehberlik yapan zihinsel ve fizyolojik his durumudur. Duygusal durumlara, otonom sinir sistemindeki sempatik bölüm tarafından yaratılmış vücut tepki tecrübelerimizin uyarılması eşlik eder. -Motivasyonlar, davranışlarımıza rehberlik eden güçlerdir. Bunlar açlık, susuzluk gibi biyolojik ya da bir gruba kabul edilme, ait olma ve başarı gibi sosyal motivasyonlar olabilirler.
- Temel duygular olarak bilinen duygular, mutluluk, üzüntü ve şaşkınlıktır.
kızgınlık, iğrenme, korku,
- Duygulara eşlik eden bilişsel yorumlar, bilişsel değerlendirme olarak bilinir ve ikincil duyguların daha karışık ve daha geniş halini tecrübe etmemize izin verirler. - Cannon-Bard teorisi, duyguların ve uyarılmaların aynı anda meydana geldiğini iddia eder. James-Lange teorisi, duygunun, uyarılmanın bir sonucu olduğu kanısındadır. -Schachter ve Singer’in iki faktörlü modeli, uyarılmanın ve bilişin duyguyu yaratmak için bir araya geldiğini iddia etmektedir. Yani, duygu, tecrübe ediyor olduğumuz uyarılmanın belirlediği yoğunluk ile bilişsel değerlendirme durumunun duygunun ne olacağını belirlemesiyle oluşmaktadır - İnsanların, uyarılmanın kaynağını yanlış sınıflama(etiketleme) eğilimine yanlış atfedilmiş uyarılma denir. -Biz duygularımızı diğer insanlara sözsüz davranışlarla gösterir, diğerlerinin duygularını da onları gözlemleyerek öğreniriz
149
10.2 Stres: Görünmeyen Katil Duygular önemlidir çünkü bizim davranışlarımızı etkilerler. Üzerimizde stresten daha kuvvetli etkisi olan bir duygu tecrübesi yoktur. Stres, organizma, duygusal ve fiziksel tehditlere karşılık vermede başarısız olduğunda ortaya çıkan fizyolojik tepkileri ifade eder. Bir terörist saldırının veya bir doğal afetin mağduru olmak gibi stres şekilleri postravmatik stres bozukluğu(PTSD) denen ve anksiyete, uykusuzluk, kabus görme ve sosyal geri çekilme gibi semptomları içinde barındıran tıbbi sendroma neden olabilir. Fakat stres, sadece oldukça uç travmatik olayları tecrübe ederek değil, olumsuz sonuçlar doğuracak şekilde günlük hayatımızda da ortaya çıkabilir. Stresin Olumsuz Etkileri Fizyolog Hans Seyle (1907-1982) ,farelerin aşırı soğuk, enfeksiyon, şok veya aşırı egzersiz gibi stres kaynaklarına nasıl tepki verdikleri üzerine çalışmıştır. Çıkan sonuç, farelerin , çeşidiyle ya da kaynağıyla ilgili olmaksızın uzun süre strese maruz kalmalarının bir dizi psikolojik değişiklik yaşamalarına neden olduğu olmuştur. Seyle'in genel uyum sendromu dediği bu duruma göre uzun vadeli strese tepki olarak ortaya çıkan fizyolojik değişim üç ayrı evrede incelenebilir: Alarm(telaş), direnç ve bitkinlik....
1.Aşama Genel Alarm Aşaması: Strese karşı ilk reaksiyon. Vücut hormonları (kortizolu da içermek üzere) serbest bırakmaya başlar.
2.Aşama Direnç: Kronik bir stresten sonra vücut ,devam eden tehdide uyum sağlar ve normal değerlerine dönmeye çalışır. Glükoz seviyeleri , enerjiyi ve kan basıncı artışlarını dengelemek için artar.
150
3.Aşama Bitkinlik: Bu aşamada , vücut ,enerji rezervlerini ve bağışıklığı tüketir. Kan şekeri seviyesi azalarak düşük stres direncine, fiziksel yorgunluğa, hastalığa ve çöküntüye neden olur. Organlar işlev bozukluğu göstererek ölüme bile gidecek rahatsızlıklara yol açarlar.. Stres deneyimi hem otonom sinir sisteminin sempatik bölümünde genel uyarılmayı hem de HPA ekseni yoluyla fizyolojik sistemdeki değişiklikleri arttırır. HPA ekseni hipotalamus, hipofiz ve adrenalin bezleri arasındaki ilişkileri içine alan strese verilen psikolojik tepkidir. HPA tepkisi, hipotalamus ,hipofiz bezini idare eden ACTH hormonunu serbest bıraktığı zaman başlar. ACTH, adrenalin bezinin salgıladığı efinefrin, norefinefrin ve kortizol( kanda şekeri serbest bırakarak vücudun tehdide tepki vermesini sağlayan stres hormonu) gibi hormonları idare eder. İlk uyarılmaya eşlik eden stres , tehlikeli olaylara tepki vermemizi sağladığı için oldukça uyumludur. Ancak stres uzadığında, bunun fiziksel sağlığımıza, negatif etkileri olur. Stres uzun süreli olduğunda, HPA ekseni, aktif kalır ve adrenal bezleri kortizol üretmeye devam eder. Artan kortizol üretimi ise bitkinliğe ve depresyona neden olacak şekilde stres mekanizmasını bozar. Kalp hastalıklarına en çok katkı sağlayan şey kronik strestir. Uzun dönemli stres, koroner sisteme iki ters etki yapar. Şöyle ki; stres, kalbin daha çok kan pompalamasına neden olurken bir taraftan da arterler yoluyla kanı idare eden kan damarlarının bu kabiliyetini azaltır (artan kortizol seviyesi arter duvarlarında plaklaşma yaratır). Artan kan akışı ve arter daralmasıyla oluşan artan kan basıncı kalp kaslarını yorarak kalp krizlerinde ve ölüme neden olur. Günlük Hayatımızdaki Stresler Thomas Holmes ve Richard Rahe günlük hayatımızda strese yol açacak olaylar için bir ölçü tasarlamıştır. Buna göre eşin kaybından başlayarak, boşanmayla , işten kovulmayla , emeklilikle ve benzer unsurlarla devam edip küçük kanunsuzluklarla noktalanan olaylar belirlenmiş ve bunlar 1-100’e kadar puanlarla değerlendirilmiştir. Değerlendirme sonucunda çıkan rakam 150’den az ise stres bağlantılı bir hastalığa yakalanma oranı yüzde 30 iken, rakam 300’ün üstüne çıktığında bu oran yüzde 80’e ulaşmıştır. Bu çalışma göstermiştir ki stres, küçük büyük fark etmeksizin birçok olay sonrasında oluşabilmekte ve insan hayatını etkileyebilmektedir. 151
Strese Tepkiler Ortalama olarak, erkekler kadınlara göre kavga et veya tepkisini göstererek stresle mücadele etmeye meyillidirler. Kavga et veya kaç, tehdit edici bir ortamda vücudu kavgaya ve kaçmaya hazırlayan ve sempatik sinir sistemi tarafından başlatılan stres tepkisidir. Diğer yanda kadınlar, kavga et yada kaç tepkisine daha uzaktır. Kadınlar daha çok gözet ve dostça davran tepkisine yatkındır. Gözet ve dostça davran, tehditlere karşı koruma sağlayan sosyal ağlar yaratmak için dizayn edilmiş davranışsal bir reaksiyondur. Bu analizler, kadınların erkeklere göre neden daha az kalp rahatsızlıkları yaşadıklarının ve uzun ömürlü olduklarının bir nevi göstergesidir.
Stresi Kontrol Etmek Negatif etkiyle mücadele etmenin en bilinen yolları baskılamak, inkar etmek ya da kaçınmaktır. Ancak araştırmalar, stresi göz ardı etmenin pek de iyi bir yöntem olmadığını göstermiştir. Çünkü problemleri göz ardı etmek onlardan kurtulduğumuz anlamına gelmemektedir. Negatif düşünceleri baskılamanın başarılı olmadığı ortadayken bunun tam tersinin doğru olduğuna dair kanıt vardır. Şöyle ki; dertlerle yüzleştiğimiz zaman , olumsuz düşüncelerimizin ve duygularımızın, yaşayarak veya başkalarıyla paylaşarak çıkıp gitmesi sağlıklıdır. James Pennemaker ve meslektaşları , duygularımızı bastırarak mı yoksa açığa çıkararak mı zihni ve fiziksel sağlığımıza avantajlar sağlayacağımızı korelasyonel ve deneysel çalışmalar gerçekleştirerek araştırmışlardır. Bu araştırmalar , negatif olaylar sonucu ortaya çıkan duygularımız veya tepkilerimiz hakkında sadece konuşmanın veya yazmanın bile önemli sağlık yararları sağladığını ortaya koymuştur. Açılmanın çeşitli yoldan yararları olabilir. Örneğin, duygularımız başkalarına gösterdiğimizde onlardan bilgi veya destek almak mümkün olabilmektedir( gözet-ve-dostça davran). Tecrübeler hakkında yazmak veya düşünmek, olayları mantıklı bir şekilde incelememize ve hayatımız üzerindeki kontrolü elimize aldığımıza dair işaretler verebilir. 152
Duygu Regülasyonu Duygularımızı başarıyla kontrol etme yeteneğine duygu regülasyonu diyoruz. Duygularımız başarıyla kontrol etmenin sonraki hayatımızda önemli sonuçları vardır. Bu kontrolü kendi kendine yaparak büyüyen insanlar hayli olumlu özelliklere sahip olurlar ki bunlar yüksek sınav dereceleri, kızgınlıkla, stresle başa çıkabilme gücü ve arkadaşları tarafından benimsenebilme olarak sayılabilir. Duygu regülasyonu, vücut kimyasallarından özellikle de sinir iletici serotoninden etkilenirler. Düşük seviyelerdeki serotonin şiddetle bağlantılıdır ve intiharı tetikleme potansiyeline sahiptir.
ANAHTAR BİLGİLER -Stres, organizma, duygusal ve fiziksel tehditlere karşılık vermede başarısız olduğunda ortaya çıkan fizyolojik tepkileri ifade eder. -Uzun vadeli strese tepki olarak ortaya genel uyum sendromu, alarm, direnç ve bitkinlik olmak üzere üç ayrı evrede incelenebilir. -Stres, normalde uyumludur ve otonom sinir sisteminin sempatik bölümün aktive ederek potansiyel olarak tehlikeli olaylara tepki vermemize yardım eder. -Kronik stres kalp hastalıklarının ana kaynağıdır ve enfeksiyonlarla , üşütmeyle mücadele etme kabiliyetimizi azaltır. -Stres, küçük büyük fark etmeksizin birçok olay sonrasında oluşabilmekte ve insan hayatını etkileyebilmektedir. -Erkekler stresle, kavga et ya da kaç , kadınlar ise gözet ve dostça davran tepkilerini göstererek mücadele ederler.
10.3 Olumlu Duygular: Mutluluğun Gücü Stres bizi öldüren bir duygu olsa da, bizi ondan koruyan ve onunla mücadele etme gücü veren de yine duygularımızdır. 153
Çoğumuz, insanların amaçlarına ulaşmasını, sağlıklı ve mutlu kalmasını sağlayarak olumsuz olaylara kafa tutacak gücü bulmasını sağlayacak pozitif düşünme gücünü duymuşumuzdur. Pozitif düşünme, değişik şekillerde ortaya çıkar ama hepsi de bize yardımcıdır. Kimi araştırmacılar, olumlu sonuçlar ummaya dair genel bir eğilim olan iyimserliğe(optimizm) odaklanmışlardır ve iyimser insanları mutlu ve az stres sahibi insanlar olarak görürler. Kimi araştırmacılar ise kendi kendine yararlı ya da etkin olmaya kafa yormuşlardır. Kendi kendine yararlı olma, istenen sonuçları üreten eylemleri yürütmek için yeteneğimize olan inancımızdır. Bu tip düşünce yapısına sahip insanlar, çevreye ve tehditlere karşı, bilgi toplayarak, arkadaşlarla konuşarak, karşılarına çıkan sorunlarla yüzleşerek ve zorlukları azaltarak yapıcı şekilde yaklaşırlar. Pozitif düşünmeyi öğrenmek mümkündür ve bunu yapmak yararlıdır. Kötümser kanser hastalarına verilen iyimser olma eğitimlerinden sonra bu hastaların kendilerini daha az bitkin hissettikleri ve hayata olumlu baktıklarını gösteren araştırmayı 2001 yılında Antoni yapmıştır. Strese karşı pozitif yaklaşıma sahip olmak bir ömür boyu sürebilmekte ve iyimser duruşun sonucu olarak bu düşünce tarzını benimseyen insanlar diğerlerine göre daha uzun yaşayabilmekte ve daha az kazayla karşılaşmaktadırlar. Levy ve Myers’ın bir araştırması, olumlu davranışlara sahip olan daha yaşlı yetişkinlerin, olumsuz düşünce tarzına sahip akranlarına göre daha sağlıklı olduğunu ve neredeyse sekiz yıl daha fazla yaşadığını göstermektedir.
Mutluluğu Diğerleriyle Bağlantılar Kurarak Bulmak Mutluluk ,bir yönüyle genetik faktörler tarafından belirlenir. Mutluluk bazı insanların diğerlerine göre doğuştan daha iyimser olmasını sağlarken bir yandan da kendimiz için yarattığımız durumların sonucudur. Bunlardan biri belki en önemlisi diğer insanlarla kurduğumuz olumlu ilişkiler yani sosyal destek algısıdır. Stres ile başa çıkmanın en önemli yollarından biri sosyal destektir. Koopman, Hermanson, Diamond, Angell ve Spiegel , kanser teşhisi konmuş kadınlar arasında iyi sosyal ilişkileri olanların daha az sarsıldığını tespit etmişlerdir. 154
Sosyal desteğe sahip insanlar stresli olmaya daha az meyilli olmalarının yanı sıra kötü olayların etkisinden daha çabuk sıyrılırlar ve intihara çok daha az meyillidirler. Çevremizde güvenebileceğimiz, gerektiğinde yanımızda olabilecek birilerine sahip olmak sosyal desteğin direkt etkileridir. Çevremizde bizi iyi hissettirecek insanların varlığını bilmek ise sosyal desteğin minnettarlık ya da değer bilme etkisinin temel öğesidir. Bizi Ne Mutlu Eder? Geçmiş dönemler üzerinden bakıldığında, birçok ülkenin gelir ve varlık açısından ciddi gelişme göstermesine rağmen mutluluklarının aynı oranda artmadığı rahatça görülebilir. 1946 ile 1990 yılları arasında Fransa, Japonya ve Amerika’nın inanılmaz ekonomik büyüme gösterseler de de halkın iyi hissetme durumu o derece bir aşama kaydedememiştir. Örneğin Amerikalılar, 1950’ye göre üç kat daha fazla satın alma gücüne sahiptirler ama genel mutluluk düzeyi aynı hızla yükselmemiştir. Bu örnekler bizi gerçekten mutlu edecek şeyin para olmadığını gösteriyor gibidir. Aslında bizi nelerin mutlu ettiğini ya da edebileceğini her zaman bilmemiz mümkün değildir. Örneğin, çocuk olursa mutlu olacaklarını söyleyen ailelerin , çocuk sahibi olduktan sonra çocuk sahibi olmayan ailelere göre daha az mutlu olduklarını tespit eden araştırma John Twenge ve arkadaşları tarafından yapılmıştır. Psikologlar, insanların gelecekteki duygu durumları ile ilgili tahminleri doğru yapma yeteneklerinin sınırlı olduğunu iddia etmektedirler. Çünkü insanlar olaylara abartılı tepkiler vermekte, kötü ya da iyi olaylardan aynı oranda etkilenerek hayatlarında büyük değişiklikler olacağına inanmaktadırlar. Ama araştırmaların sonuçların, durumun hiç de böyle olmadığını göstermektedir. Bu etkiler tahminimizden daha az etkilidir. Örneğin olumlu olaylar bizi mutlu edecek gibi görünmektedirler, ama etkileri çabuk geçer ki aynı şey olumsuz olaylar için de geçerlidir. Başımıza kötü bir şey geldiğinde (eş ya da çocuk kaybı) bir daha mutlu olamayacağımız düşünürüz. Ancak bir alışma sürecinden sonra mutluluk seviyemizin ilk zamanlardaki noktalara doğru gittiğini gösteren onlarca örnek ve araştırma vardır. Tüm bu etmenleri ortay koyduğumuzda zenginliğin, sağlığın ve hayat şartlarının hayat memnuniyetimizin yüzde 15 ile 20’lik bir bölümünü kapladığını görürüz. Açıktır ki mutluluğumuzun altında veya ötesinde yatan sebepler dış faktörlerdir. 155
ANAHTAR KELİMELER -Pozitif düşünce sağlımız için yararlı olabilir. -İyimserlik, dayanıklılık ve kendi kendine yeterlik tüm olumlu sağlık sonuçları ile bağlantılıdır. -Mutluluğun bir bölümü genetik faktörlerle açıklanırken diğer bir bölümü ise sosyal destekle izah edilir. -İnsanlar kendilerini neyin mutlu edeceğini her zaman bilemeyebilirler. -Maddi zenginlik, mutluluğu belirlemede küçük bir rol oynar.. 10.4 İki Temel İnsan Motivasyonu: Yemek ve Çiftleşmek Yemek: Sağlıklı Tercihler Sağlıklı Yaşamlar Yaratır İnsanlar için temiz su ile birlikte yiyeceğe duyulan ihtiyaç en temel ve önemli gereksinimdir. İnsanların aç oldukları zaman , yiyeceğe ulaşmak için kullandıkları motivasyon diğer zamanlara göre tamamen değişmektedir. Aç insanlar, enerjilerini korumak için dikkatsiz ve ilgisiz olurlar ve sonrasında da yiyecekle ilgili takıntılı bir ruh haline bürünürler. Ancel Keys’in yaptığı bir araştırmada katılımcılar düşük kalorili diyetlere tabi tutulmuşlardır ve bu katılımcılar bir süre sonra sosyal aktivitelere ve sekse ilgilerini kaybederken kafaları daha çok yiyecekle meşgul hale gelmiştir. Basit yeme davranışının, biyolojik, sosyo-kültürel ve psikolojik belirleyicileri vardır. Biyolojik Etkiler: - Hipotalamus yemeye başlama ve bitirme işaretleri gönderir. -İnsulin, leptin,öreksin ve girelin gibi iştah hormonları açlığı ve yemeği kontrol eder. -Baz alınan metabolik hızda bireysel farklılıklar göze çarpar. Psikolojik Etkiler: -Yiyeceğin görünüşü ve kokusu 156
- Son yemekten beri geçen zaman -Ruh halinde, izzetinefis ve mükemmeliyetçilikte kişisel farklar Sosyal Kültürel Etkiler -Uygun vücut ağırlığı hakkında normlar -Kültürel olarak tercih edilen ve mevcut yiyecekler.. Açlık, hormon seviyeleri ile belirlenir. Glükoz, vücudun enerji için kullandığı ana şekerdir ve beyin kan şekeri seviyelerini gözlemleyerek açlık durumunu tespit eder. Kan akışındaki glükoz seviyeleri, pankreas bezi tarafından salgılanan insülin ile düzenlenir. İnsulin düşük olduğunda glükoz, vücut hücrelerine tutunamaz ve vücut enerji kaynağı olarak yağı kullanmaya başlar. Yeme ve iştah, diğer hormonlar olan öreksin, girelin ve leptin hormonları tarafından belirlenir. Normal şartlarda değişik sistemler arasındaki açlığı belirleyen ilişki bir denge yaratır(homeostaz) ki bu denge acıktığımızda yediğimiz ve tok hissettiğimizde yemeyi bıraktığımız düzeni ifade eder. Fakat homeostaz insandan insana değişir. Kimisi diğerlerinden daha ağırdır ve temel kiloyu değiştirebilecek çok az şeyleri vardır. Ağırlık, dinlenme sırasında harcanan enerji miktarıdır ve büyük ölçüde temel metabolizma hızından etkilenir. Her insanın metabolizma hızı farklıdır. Düşük hız, kilo kontrolünü güçleştiren bir faktördür. Nasıl yediğimiz çevremizden etkilenir. Araştırmalar, daha hızlı hareket etmek için hızlı yiyenlerin daha çok acıktıklarını ve daha fazla yediklerini göstermektedir. Eğer yemek yediğimizi unutursak aç olmasak da yeme eğiliminde olabiliriz. Yene davranışlarını etkileyen bir unsur da uygun kilo ilgili kültürel normlardır. Batıdaki kültürel normlar kadının çok ince olması üzerine kurulu olduğu için kadınları, neredeyse tercih ettikleri ölçülere ulaşamayacakları ya da çok zor ulaşacakları programları uygulamaya zorlamaktadır.
Yeme Bozuklukları Bazı durumlarda zayıf olma arzusu, Amerikalı 1 milyon erkek ile 10 milyon kadınına karşı karşıya kaldığı yeme bozukluklarına yol açar. Anoreksiya bu bozuklukların en başında gelir. Anoreksiya nervoza, son derece düşük vücut ağırlığı ve biçimini kaybetmiş vücut şekli ile karakterize edilmiş , saplantılı bir kilo korkusuna yol açan yeme 157
bozukluğudur. Anoreksiya ciddi bir kilo kaybına neden olan diyetle başlar ve aklın bu diyet ve yeme ile fazlaca meşgul olmasıyla devam eder. Blumia nevroza, yoğun bir yeme alemini takip eden boşaltma ile karakterize edilmiş bir yeme bozukluğudur. Blumia ,tekrarlayan yeme seansları, kusma, müshil, oruç ve aşırı egzersiz döngüsüyle devam eder. Yeme bozuklukları kalıtımsal olduğu kadar psikolojik etkinin baskın rolü de unutulmamalıdır.
de olabilir. Kültürel
Obezite Obezite, vücutta biriken yağın sağlık üzerinde ters etki yaratmasıyla oluşan tıbbi bir durumdur. Kontrol edilemeyen obezite, kardiyovasküler hastalıklara, uyku apnesine, artirite, Alzheimer’a ve bazı tipteki kanserlere yol açar. Ayrıca obezite ayrıca umulan hayat süresini de kısaltır. Obezite, ağırlık ile boyu karşılaştıran bir ölçü olan vücut kitle endeksi (BMI)ile belirlenir. BMI, 25’ten büyükse aşırı kiloyu, 30’dan büyükse obeziteyi işaret eder. Seks: En Önemli İnsan Davranışı İnsanın yaşamının en önemli tarafı belki de üremedir. İnsanlardaki sağlıklı üreme, seks, ebeveynlik, çocuk bakımı ve ev hayatı gibi farklı çeşitte davranışlar arasında uyumu kapsamı içine alır.
Seks Deneyimi Seks, ödülü olan orgazm zevkiyle oldukça motive edici bir güçtür. Masters ve Johnson çeşitli gözlemlerden sonra seksüel tepki döngüsünü (insanlarda biyolojik seksüel tepki ) bulmuşlardır. Bu döngü kadın ve erkekte çok benzer olup 4 aşamadan oluşur. Heyecan: Jenital bölgeler kanla dolar. genişler ve lubrikant salgılanır.
Kadınların göğüsleri büyür , vajina
Plato: Orgazm yaklaştığında nefes alıp verme, nabız ve kan basıncı artar. Penis tam olarak büyür ve vajinal salgılanmalar devam eder.
158
Orgazm: Tüm vücutta ve özellikle jenital bölgelerde kas gerilmeleri olur. Spermin kasıla kasıla boşalması ,vajinal duvarların kasılmalarına benzer. Erkek ve kadında orgazm deneyimi hemen hemen aynıdır Çözüm: Orgazmdan sonra vücut yavaş yavaş uyarılmadan önceki haline döner. Seksüel tepki döngüsü ve seksüel arzu , kadınlarda östrojen, erkeklerde testosteron isimli seks hormonları tarafından düzenlenir. Biyolojik belirleyiciler ve seks tecrübesi erkek ve kadın için her ne kadar birbirine benzerse de , sekse olan ilgi açısından erkek ile kadın birbirinden ayrılır. Seksüel arzu kadınlarda değişkenlik gösterirken erkekler sekse daha tutkulu bir ilgi göstermektedirler. Seksüel ilgideki cinsiyet farklılığın sebeplerinden biri erkek ve kadının evrimsel yatkınlıklarıdır. Evrimsel olarak kadınlar eşlerini seçerken daha seçicidirler çünkü çocuklarına erkekten daha çok zaman ayırmak zorundadırlar. Erkekler ise farklı eşlerle seks yapmaya daha fazla eğimli oldukları için böyle bir seçicilik göstermezler.
Cinsel Davranış Çeşitleri Araştırmacılar sadece erkek ile kadın arasında değil aynı cinsler arası ilişkilerde de birçok cinsel davranış tespit etmişlerdir. Cinsel arzuyu çok az hisseden kadınların yanı sıra hiçbir cinsel cazibe hissetmeyen insanlar da vardır. Seks güdüsünü çok güçlü hisseden bunun hayatına hükmetmesine izin veren deneyim, hiperaktif cinsel arzu bozukluğu ile sonuçlanır. Birçok cinsel yönelim çeşidi vardır ki bunlar karşı cinse, aynı cinse ve her iki cinse gösterilen seksüel arzulardır. İnsanların çoğu heteroseksüel yönelim içinde yani karşı cinsi duyulan arzu şeklindedir. Daha küçük bir çoğunluk ise homoseksüel tercih ile aynı cinse arzu ilgi göstermektedir (yüzde 3-4 arası gay, yüzde 1-2 arası lezbiyen). Diğer bir grup ise biseksüel yani iki cinse karşı da ilgi duyanların oluşturduğu topluluktur.
159
Cinsel yönelime etki eden faktörler üzerinde çok çalışılmış, doğa mı yoksa çevre mi etken diye çok tartışma yaşanmış ve ağırlıklı görüş olarak ilk sırayı biyoloji almıştır. Beyin üzerinde yapılan çalışmalarda , homoseksüel erkeklerdeki hipotalamus bölgesinin heteroseksüel olanlardan farklı olduğu ortaya konmuştur. Cinsel yönelimin, seks hormonlarının ortaya çıkışından etkilendiği de çeşitli deneyler ispatlanmıştır.
ve tepkilerinden
Sağlığımızı Geliştirmek için Duygularımızı Düzene Koymak Sağlığımızı ve mutluluğumuzu geliştirip o şekilde devamını sağlamak biraz çaba gerektirir. Tehlikeli davranışlarla iç içe olma durumundan gelen olumlu duygu tecrübeleri bu çaba için yol gösterici olabilir. Tehlikelerden korunmak, duygularımızı kontrol etmeye çalışmak, sağlık davranışlar için kaynaklarımızı kullanmaya odaklanırken sağlıksız olanlardan kaçınmak bizim kendimiz için yapabileceğimiz şeyler olabilir.
ANAHTAR BİLGİLER -Biyolojik olarak, açlık, sinir sistemindeki komplike ilişkiler ve beyindeki aynı zamanda vücuttaki hormonel ve kimyasal sistemler tarafından kontrol edilir. -Nasıl yediğimiz, uygun vücut ölçüsünü de içine alan sosyal normlardan etkilenir. -Homoestaz insandan insana değişir ve temel alınan metobalizma hızına göre belirlenir. Düşük metabolizma hızı, kilo kontrolünü güçleştiren bir faktördür. -Yeme bozuklukları olan anoreksiya nevroza ve blumia nevroza, sadece Amerika Birleşik Devletleri’nda ağırlıklı kadın olmak üzere 10 milyon kişiyi etkilemektedir. - Obezite, vücutta biriken yağın sağlık üzerinde ters etki yaratmasıyla oluşan tıbbi bir durumdur. Kontrol edilemeyen obezite, kardiyovasküler 160
hastalıklara, uyku apnesine, artirite, Alzheimer’a ve bazı tipteki kanserlere yol açar. Obezite umulan hayat süresini de kısaltır. -Kiloyu kontrol etmeyle ilgili yaklaşımların en önemli ikisi az yemek ve daha fazla egzersiz yapmaktır. -Seks güdüsü, östrojen(kadınlarda), testosteron(hem erkek hem kadınlarda) hormonlarıyla düzenlenir. -Biyolojik olarak benzerlikleri olsa da seks deneyimi erkek ve kadınlarda, sekse olan ilgi, seks aktivitesinin sıklığı ve ilgilenilen eşler açısından farklılık arz eder. -Cinsel davranış, sadece erkek ile kadın arasındakiler bakımından değil hemcinsler arasındaki ilişkiler açısından da çeşitlilik arz eder. -Cinsel yönelim şekilleri, karşı cinse, aynı cinse ve her iki cinse duyulan arzuya göre çeşitlenir. -Biz stres, obezite, ve diğer sağlık risklerini uygun sağlık eylemleri ile atlatabiliriz. 10.5 Bölüm Özeti Etki, davranışa rehberlik eder, karar almamıza yardımcı olur ayrıca zihni ve fiziksel sağlığınızda büyük payı vardır. Duygu, dikkatimizi idare eden ve davranışlarımıza rehberlik yapan zihinsel ve fizyolojik his durumudur. Duygusal durumlara, otonom sinir sistemindeki sempatik bölüm tarafından yaratılmış vücut tepki tecrübelerimizin uyarılması eşlik eder. Temel duygular olarak bilinen duygular, kızgınlık, iğrenme, korku, mutluluk, üzüntü ve şaşkınlıktır. Duygulara eşlik eden bilişsel yorumlar, bilişsel değerlendirme olarak bilinir ve ikincil duyguların daha karışık ve daha geniş halini tecrübe etmemize izin verirler. Belli başlı üç duygu teorisi vardır. Cannon-Bard teorisi, duyguların ve uyarılmaların aynı anda meydana geldiğini iddia eder. James-Lange teorisi, duygunun, uyarılmanın bir sonucu olduğu kanısındadır. Schachter ve Singer’in iki faktörlü modeli, uyarılmanın ve bilişin duyguyu yaratmak için bir araya geldiğini iddia etmektedir. Yani, duygu, tecrübe ediyor olduğumuz uyarılmanın belirlediği yoğunluk ile bilişsel değerlendirme durumunun duygunun ne olacağını belirlemesiyle oluşmaktadır. 161
Diğerlerinin duygularını anlamanın bir yolu sözsüz iletişimi ve yüz ifadeleri kullanmaktır. Yüz ifadesi hipotezi, duyguyu bir yönden yüz ifadesi yoluyla tecrübe ediyor olduğumuzu iddia eder. Stres, organizma, duygusal ve fiziksel tehditlere karşılık vermede başarısız olduğunda ortaya çıkan fizyolojik tepkileri ifade eder. Uzun vadeli strese tepki olarak ortaya çıkan genel uyum sendromu, alarm, direnç ve bitkinlik olmak üzere üç ayrı evrede incelenebilir. Erkekler stresle, kavga et ya da kaç , kadınlar ise gözet ve dostça davran tepkilerini göstererek mücadele ederler. Negatif düşünceleri baskılamanın başarılı olmadığı ortadayken bunun tamam tersinin doğru olduğuna dair kanıt vardır. Şöyle ki; dertlerle yüzleştiğimiz zaman , olumsuz düşüncelerimizi ve duygularımızı yaşayarak veya başkalarıyla paylaşarak çıkıp gitmesi sağlıklıdır. Duygularımızı başarıyla kontrol etme yeteneğine duygu regülasyonu diyoruz. Duygularımız başarıyla kontrol etmenin sonraki hayatımızda önemli sonuçları vardır. Stres bizi öldüren bir duygu olsa da, bizi ondan koruyan ve onunla mücadele etme gücü veren de yine duygularımızdır. Stresle başa çıkmanın en iyi yolu pozitif düşünme, eğlenme ve diğerleriyle iyi ilişkiler kurabilmektir. Pozitif düşünme değişik şekillerde ortaya çıkar ama hepsi de bize yardımcıdır. Kimi araştırmacılar, olumlu sonuçlar ummaya dair genel bir eğilim olan iyimserliğe(optimizm) odaklanmışlardır ve iyimser insanları mutlu ve az stres sahibi insanlar olarak görürler. Kimi araştırmacılar ise kendi kendine yararlı ya da etkin olmaya kafa yormuşlardır. Mutluluk ,bir yönüyle genetik faktörler tarafından belirlenir ve bazı insanların diğerlerine göre doğuştan daha iyimser olmasını sağlarken bir yandan da kendimiz için yarattığımız durumların sonucudur. Bunlardan biri belki en önemlisi diğer insanlarla kurduğumuz olumlu ilişkiler yani sosyal destek algısıdır. Aslında bizi nelerin mutlu ettiğini ya da edebileceğini her zaman bilmemiz mümkün değildir. Psikologlar, insanların gelecekteki duygu durumları ile ilgili tahminleri doğru yapma yeteneklerinin sınırlı olduğunu iddia etmektedirler. Çünkü insanlar olaylara abartılı tepkiler vermekte, kötü ya da iyi olaylardan aynı oranda etkilenerek hayatlarında büyük değişiklikler olacağına inanmaktadırlar. 162
Ama araştırmaların sonuçların, durumun hiç de böyle olmadığını göstermektedir. Bu etkiler tahminimizden daha az etkilidir. Örneğin olumlu olaylar bizi mutlu edecek gibi görünmektedirler, ama etkileri çabuk geçer ki aynı şey olumsuz olaylar için de geçerlidir. Motivasyon, davranışlarımızı başlatan ve idare eden itici bir güçtür. Motivasyonlar, amaç,dürtü ve homoestazı sürdüren gayeler şeklinde düşünülür. Yeme, hormonel ve sosyal faktörler tarafından motivasyondur.
belirlenen temel bir
Kontrol edilemeyen obezite, kardiyovasküler hastalıklara, uyku apnesine, artirite, Alzheimer’a ve bazı tipteki kanserlere yol açar. Obezite ayrıca umulan hayat süresini de kısaltır. Kiloyu kontrol etmeyle ilgili yaklaşımların en önemli ikisi az yemek ve daha fazla egzersiz yapmaktır. Seks, geniş çeşitlilikte davranışlar arasında koordinasyonu içeren temel bir motivasyon olup ebeveynlik, çocuk bakımı ve ev hayatını kapsar. Seks güdüsü, östrojen(kadınlarda), testosteron(hem erkek hem kadınlarda) hormonlarıyla düzenlenir Cinsel davranış, sadece erkek ile kadın arasındakiler bakımından değil hemcinsler arasındaki ilişkiler açısından da çeşitlilik arz eder. İnsanların çoğu heteroseksüel yönelim içinde yani karşı cinsi duyulan arzu şeklindedir. Daha küçük bir çoğunluk ise homoseksüel tercih ile aynı cinse arzu ilgi göstermektedir (yüzde 3-4 arası gay, yüzde 1-2 arası lezbiyen). Diğer bir grup ise biseksüel yani iki cinse karşı da ilgi duyanların oluşturduğu topluluktur. Homoseksüellerin ve biseksüellerin yaşamları , kültürel norm ve yerel yasalarla sınırlandırılmış davranışları dışında heteroseksüellerden çok az farklıdır. BÖLÜM 11
KİŞİLİK İnsanoğlunun en temel eğilimlerinden biri diğer insanları değerlendirmektir. “Bill eğlenceli” ya da “Marian maceraperest” derken bu bireylerin sabit kişisel özellikleri olduğunu düşünürüz ki bunlar onların kişilikleridir. Kişilik, bireyin tutarlı duygu, düşünce ve davranma modeli olarak ifade edilebilir.
163
Bu bölümde insanoğlunda bulunan kişilik özelliklerinin geniş çeşitliliğini anlatmaya çalışacağız. Ayrıca kişiliğimiz, davranışımızı ne zaman ve nasıl etkiler ve diğerlerinin kişilikleri ne derece iyi şekilde algılanır, bunları anlamaya çalışacağız. 11.1 Kişilik ve Davranış: Yaklaşımlar ve Ölçüm İlk teoriler, kişiliğin fiziksel görünüş ile açıklanabileceği üzerineydi. Bunlardan biri Alman fizikçi Franz Joseph Gall’in frenoloji yani kafatası bilimi denilen yaklaşımıyla kişiliği, kafatasında çıkıntılarla açıklama çabasıdır. Diğer bir yaklaşım, somatolojidir. William Herbert Sheldon tarafından ortaya atılan bu yaklaşıma göre kişiliği vücut tiplerine göre ayırt etmek ve belirlemek mümkündür. Bu teoriye göre, şişman ve yuvarlık vücutlu olanlar (endomorf) iddialı ve cesur olabilirlerken ince olanlar (ectomorf) ise içine dönük ve entelektüel olma şansları yüksektir. Akla gelen bir yaklaşım ise çehre(fizyonomi) yaklaşımıdır. Bu yaklaşıma göre kişiliği ,yüz özelliklerine göre değerlendirmek mümkündür. Bu yaklaşım üzerinden bir çok çalışma yapılmış, özellikle Olivola ve Todorov binlerce insandan binlerce fotoğrafa bakarak kişilik testi yapmasını istemiştir. Katılımcılar insanların genel haline bakarak yüz ifadelerini gözlemleyerek yaptıklarından çok daha iyi tahminlerde bulunmuşlardır. Sonuç çehre yaklaşımına çok küçük ampirik bir destek sağlayacak nitelikte olmuştur. Kişisel Özellik Olarak Kişilik Kişilikler, birçok durumda davranışlarımızı etkileyen nispeten kalıcı kişisel özellikler açısından karakterize edilirler. İçedönüklük, samimiyet, dürüstlük ve yardımseverlik önemli kişilik özellikleridir çünkü bunlar davranış tutarlığımızı açıklamamıza yardım ederler. Kişisel özelliklerini ölçmek için kullanılan en popular testler , insanların kendi özellikleri hakkında kendi kendilerini raporladıkları tatbiki kişilik testleridir. Psikologlar, bu yaklaşım (kendi kendini raporlama) yüzlerce kişisel özelliği araştırmışlardır.
Davranışı Tahmin Eden Bazı Kişilik Özellikleri Otoriterlik: Geleneksellik, batıllık, sertlik, ve abartılı endişeleri içeren kişilik kümesi. 164
Bireysellik-kolektivizm: Bireysellik, kendine ve kendi amaçlarına odaklanma eğilimidir. Kolektivizm ise birinin diğerleriyle ilişkilerine odaklanma eğilimidir. Dış Kontrol Odağına karşı İç Kontrol Odağı: Dış kontrol odaklı olanlar iç kontrol odaklı olanlar ile karşılaştırıldığında olayların geniş ölçüde kendi çabaları ve kişisel özellikleri nedeniyle olduğuna inanırlar. Başarı İhtiyacı: Becerilerde uzmanlaşarak ya da yüksek standartlarla buluşarak önemli şeyler yapma arzusu. Biliş İhtiyacı: İnsanların çaba gerektiren bilişsel aktivitelere katılma ve zevk alma kapsamı Düzenleyici Odak: Yeni fırsatlar aramaktan negatif sonuçlardan kaçınmaya kadar davranışı harekete geçiren motivasyonlardaki farklılıklar. Kendini Bilme: Kendi duygularını ölçme ve kontrol etme eğilimi Kendine Saygı: Yüksek derecede kendine saygı, kendine ve kendi yapabilirliklerine olumlu tutum demektir. Heyecan Arayışı: Uç ve riskli davranışlara girişme motivasyonu. Normal bir kişiliğin özellikleri hakkında geçerliliği kabul edilmiş en önemli teori Kişiliğin 5 Faktör Modeli’dir. Deneyime Açık Olmak: Sanata, duyguya, maceraya, sıradışı düşüncelere, hayal gücüne, meraka ve değişik deneyimlere değer vermek.(“ Çok iyi fikirlerim var”) Dürüstlük: Görev bilinciyle hareket etme, kendi kendini disipline etme, ve başarı için amaç belirleme eğilimi gösterme.(“Ben her zaman hazırım”) Dışa Dönüklük: Olumlu duyguları deneyimleme, diğerleriyle ilişki kurma ve farklı şeyler arama eğilimi.(“İnsanlar etrafımdayken rahat hissediyorum) Kabul edilebilirlik : Şefkatli olma, şüphe etmek ve diğerlerine karşı olmak yerine işbirliği yapma eğilimi.(“Diğer insanlarla ilgiliyim”) Nörotizm: Olumsuz duyguları(kızgınlık, depresyon) deneyimlemeye eğimli olmak(duygusal istikrarsızlık).( “Çok çabuk üzüntüye kapılıyorum”)
165
5 Faktör Modeli’nin avantajı cimriliğidir. Yani daha açık anlatacak olursak yüzlerce özellik üzerinde çalışmaktansa netleştirilmiş bu beş faktöre odaklanmak yeterlidir.
Kişilik Üzerinden Durumsal Etkiler Kişilik araştırması için başvurulan kişisel özellik yaklaşımının bir açmazı ,özelliklerimizin düşündüğümüz gibi sabit olmaması durumuyla karşılaşabilmemizdir. Psikolog Walter Mischel, kişisel özellikler hakkında var olan literatürü incelemiş ve bir insanın bir durumda sergilediği davranış ile başka bir durumda sergilediği davranış arasında çok düşük bir korelasyon ( yaklaşık r=30) bulmuştur. Diğer bir araştırma çocuklar üzerinden (May, Maller, Hartshorne ve Shuttleworth ) yapılmış. Çocukların duruma göre gösterdikleri davranışlar arasında korelasyon 30’un altında tespit edilmiştir. Psikologlar bu duruma neden olan iki olasılıktan bahsetmişlerdir.. Bir tanesi , kişisel özelliklerin, gözlemlenen davranışların içinde olmaktan çok akılda ya da kafada olmasıdır. Diğeri de insanların kendilerinin yaptıklarından ziyade diğerlerinin özeliklerini görmek eğiliminde olmasıdır. Psikologlar ayrıca şöyle bir tespitte de bulunmuştur; kişilik, farklı durumlar karşısında ortalama veya birleştirilmiş davranışlar ortaya çıktığı zaman bir davranış tahmini yapabilmektedir. İnsanlar bu sebeple farklı durumlarda farklı davranışlar sergilemektedir. İnsanlar arasında kişisel özellikleri algılama eğilimi öyle kuvvetlidir ki başkalarını kendi özellik tanımlarının doğru olduğuna inandırmak çok kolaydır. Ortada duran bu değerlendirmelerden sonra kişilik ne sadece içten ne de sadece maruz kaldığımız durumlardan sonra oluşur. Kişilik, diğerleriyle olan ilişkilerimizden ,gözlemlerimizden ve bu ilişkileri yorumlama şeklimizden etkilenmektedir.
MMPI ve Projektif(Yansıtmalı) Testler Kişilik ölçümü en önemli testlerden biri Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri (MMPI)’dir. Bu test, psikoloji bozukluk ve kişilik tanımlaması için tüm dünyada kullanılan bir testtir. MMPI ,ilk önce 1000’den daha fazla doğru-yanlış soru ile 166
oluşturulmuştur ve amaç psikolojik rahatsızlığı olan insanları diğerlerinden ayırarak tespit etmektir. Şimdi ise MMPI’nin ikinci versiyonu yani MMPI- 2 kullanılmaktadır. Ve bu test 500’den fazla soru içermektedir ki çok sayıda maddeyi içinde barındıran belli sayıda alt ölçek oluşturulabilmiştir. Bu alt ölçeklerden bazıları: Depresyon(D): 57 maddeden oluşmuştur. Depresif sendromlar ölçülür. Histeri(Hy): 60 maddeden oluşmuştur. Kırılganlıklar ve problemler hakkında farkındalık ölçülür. Paranoya( Pa): 40 maddeden oluşur. Güven derecesi, şüphecilik, duyarlılık ölçülür. Sonuçların yorumlanmasına gelince; Klinik tedavi uzmanları yukarıda birkaç tanesinden bahsettiğimiz farklı alt ölçeklerdeki tepki modellerine bakar ve hastanın yüz yüze kalması muhtemel potansiyel psikolojik bozukluk hakkında teşhiste bulunur. MMPI, insanlara farkında oldukları içsel deneyimlerle ilgili sorular sorar ve cevaplar almaya çalışır. Bu bir problemdir çünkü kişiliğimiz farkında olmadığımız bazı süreçlerden de etkilenir. Burada devreye yansıtmalı ölçümler girer. Projektif(yansıtmalı) test, kişinin, belirsiz uyarımları kendi özelliklerine, davranış eğilimlerine, arzularına, fantezilerine, eğilimlerine göre yorumlayacağını temel alarak mürekkep lekeleri, belirsiz şekiller, eksik cümleler gibi yöntemlerle belli bir formatı olmayan kişilik testleridir. Bu testlerin avantajı dolaysız olmaları ve kişiye aklına geleni serbestçe ifade edebilme şansı vermesidir. En çok kullanılan yansıtmalı test Rorschach Mürekkep Lekesi Testi’dir. Bu test, cevap verenin düşüncelerini 10 simetrik mürekkep lekesi şeklinde ifade ettiği yansıtmalı bir testtir. Diğer bir yansıtmalı test ise Tematik Kavrama Testi (TAT)’dir. Bu testte, cevap veren kişiden belirsiz durumlarla özellikle de yalnız ya da diğerleriyle birlikte olan insanlarla ilgili hikâyeler yaratması istenir. ( Bireylere resimler gösterilir ve onlardan resimdeki gördüğü hikayeyi anlatması beklenir.)
167
Yansıtmalı testler dolaysız oldukları için insanlar savunma mekanizmalarını devreye sokmaktan kaçınırlar ve böylece gerçek kişiliklerini görmek mümkün olabilir.
Liderler ve Liderlik Üzerinde binlerce kez çalışılmış ve halen çalışılmakta olan kişisel özelliklerden biri liderliktir. Liderlik, amaçları gerçekleştirebilmek için diğerlerini yönetme ve etkileme kabiliyeti olarak ifade edilebilir. Liderlik özelliğine ait teoriler çoğunlukla bu özelliğin doğuştan geldiğini temel alan açıklamalar içermektedir. Araştırmalar, zeki olmanın liderliğin ana vasıflarından biri olduğunu ve bu sayede diğer insanlara anlatmak istediğini çok iyi iletilme başarısı göstermenin kolaylaştığını ortaya çıkarmıştır. Liderlik ile ilgili diğer bir özellik ise iyi sosyal becerilere sahip olmak ve hitap ettiği grubun isteklerini anlayabilecek güçlü bir algı yeteneğiyle kendini ifade edebilmektir. Karizmatik liderlik, hedef odaklı, kendine güvenen, hitap ettiği gruba ait amaçların gerçekleşebilmesi için kişisel fedakarlık yapabilecek insanlar için kullanılan bir tanımlamadır.
ANAHTAR BİLGİLER - Kişilik, bireyin tutarlı duygu, düşünce ve davranma modeli olarak ifade edilebilir -Kişilik, büyük ölçüde bireysel motivasyonlar tarafından güdülenir ki bu motivasyonlar davranışı idare eden ihtiyaçlar ve arzulardır. -Kişilik ile ilgili ilk teoriler , fiziksel görünüm temellidir. fizyonomidir.
Bunlardan biri
- Kişilikler, birçok durumda davranışlarımızı etkileyen nispeten kalıcı kişisel özellikler açısından karakterize edilirler
168
- Normal bir kişiliğin özellikleri hakkında geçerliliği kabul edilmiş en önemli teori, 5 Faktör Modeli’dir. -Kişilerin farklı durumlarda gösterdiği davranışlar arasında düşük bir korelasyon vardır. Bunun bir nedeni; insanların kendi yaptıklarından ziyade diğerlerinin özeliklerini görmek eğiliminde olmasıdır. Kişilik ya da karakter, farklı durumlar karşısında ortalama veya birleştirilmiş davranışlar ortaya çıktığı zaman bir davranış tahmini yapabilmektedir - Kişilik ölçümü en önemli testlerden biri Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri (MMPI)’dir. -Projektif(yansıtmalı) test, kişinin, belirsiz uyarımları kendi özelliklerine, davranış eğilimlerine, arzularına, fantezilerine, eğilimlerine göre yorumlayacağını temel alarak mürekkep lekeleri, belirsiz şekiller, eksik cümleler gibi yöntemlerle belli bir formatı olmayan kişilik testleridir
11.2 Kişiliğin Kökenleri 5 Faktörlü Model ve MMPI, kişiliği etkin olarak değerlendirseler de , karakterin nereden geldiğini hakkında çok bir şey söyleyemezler. Kişilik Hakkında Psikodinamik Teoriler: Bilinç Dışının Rolü Kişiliği anlamak için kullanılan psikolojik yaklaşımlardan en önemlisi Avusturyalı Sigmund Freud tarafından kurulan ve şimdilerde psikodinamik yaklaşım olarak bilinen yaklaşımdır. Freud çalışmasında, histeri denilen rahatsızlığı yaşayan insanlarla görüşmeler yapan Fransız nörolog Jean Martin Charcot’tan etkilenmiştir. Charcot, histerinin semptomları olan acı, bayılma, nöbet ve felç ile biyolojik hiçbir bağ bulamamıştır. Ancak o ve Freud, hipnozu kullanarak histeri hastalarının çocukken yaşadıkları taciz gibi seksüel tecrübeleri ortaya çıkarmışlardır. Birlikte çalışmalar devam ettikçe katarsis denen hatırlanan travma ile birlikte duyguların ortaya dökülmesi durumunu tespit etmişlerdir. Bu tespitten sonra Charcot, bozuklukların, fizyolojik değil daha çok psikolojik olduğu sonucuna varmıştır.
169
Freud, Charcot ile yaptıkları gözlemleri kullanarak davranış ve kişiliğin kaynağı ile ilgili teorisini oluşturmuştur. Freud’a göre akıl, bilinçsiz birçok motivasyonu ile farkında olduğumuz bilinçten çok daha büyük bir buzdağı gibidir.
Kimlik, Ego ve Üstbenlik Freud, zihnin kimlik, ego ve üst benlik olarak üç bileşene ayrıldığını iddia etmiştir. Bu bileşenler arasındaki ilişkiler ve çatışmalar kişiliği yaratır. Freud’a göre kimlik, bizim ilkel dürtülerimizin temelini oluşturan kişilik bileşenidir. Cinsel dürtü gibi farkında olmadığımız dürtüler bu sınıfa girer. Kimliğin tersi olarak üst benlik, ahlak ve yükümlülük duygusunu temsil eder. Üst benlik bize neleri yapıp neleri yapmamamız gerektiğini söyler görevlerimizi ve yükümlülüklerimizi hatırlatır. Ego ise büyük ölçüde bilinçli bir denetleyici veya kişiliğin karar merciidir.. Ego, kimlik arzuları ile üst benlikte yer etmiş toplum kısıtlamaları arasında arabulucu olarak hizmet verir. Freud, psikolojik bozuklukların ve bir parça anksiyete tecrübesinin, kimlik, ego ve üst benlik arasındaki çatışmadan ya da dengesizlikten ileri geldiğine inanmaktadır. Ani bir zevki bastırmaya çalışan kimliği, ego tespit eder ve bu problemi savunma mekanizması ile çözmeye çalışır. Savunma mekanizması,tedirginlikle başa çıkmak ve olumlu özeleştiriyi korumak için kullanılan bilinçsiz psikolojik stratejisidir. Belli Başlı Savunma Mekanizmaları (Freudyen) Yerini Alma: Tehdit edici dürtüleri tedirginlik kaynağından daha kabul edilebilir bir kaynağa doğru uzaklaştırmak. Yansıtma: Tehdit edici dürtüleri başkalarına atfederek gizlemek Rasyonalizasyon: Olumsuz davranışlar için kendini haklı çıkaran açıklamalar oluşturmak. Reaksiyon Oluşumu: Olması kabul edilemez motivasyonların tam ters şekilde görülmesi Geriye Dönüş: Önceki zamanlara, çocukluğa, gelişimin güvenli dönemlerin çekilme 170
İnkar: Tedirginlik uyandıran fikirleri bilinç dışına itmek. Yüceltme: Kabul edilemez cinsel ya da saldırganlık arzularını kabul edilebilir faaliyetlere kanalize etme. Freud ayrıca vücudun değişik parçalarından gelen zevklerin her birine tek tek odaklanan psikoseksüel aşama serileriyle, kişiliğin geliştiğini savunmaktadır. Freud’un Psikoseksüel Gelişim Aşamaları Oral(0-18 ay): Çiğnemeden, emmeden ve ısırmadan zevk alma Anal (18 ay-3 yaş): Bağırsak ve mesane atımından gelen zevk Erkeklik organına ait( 3 -6 yaş): Jenital bölgelerden gelen zevk ve karşı cinse dair cinsel arzuyla ilgili karışıklık Gecikme( 6 yaş- ergenlik): Cinsel duyguların önemi azdır. Jenital(ergenlik ve üzeri yaşları): Eğer ilk aşamalara uygun şekilde ulaşıldıysa , olgun cinsel oryantasyon (yönlenme) gelişir. Freud Takipçileri: Yeni Freudyenler Freud’u takip eden öğrencileri onun teorilerini geliştirmiş, yenilemiş ve genişletmiştir. Böylece yeni freudyen teoriler ortaya çıkmıştır. Yeni Freudyen teoriler,Freud prensiplerini temel almış olup, kişiliği şekillendirme de bilinçdışının ve erken deneyimin rolünü vurgularken karakterde cinselliğin başlıca motivasyon gücü olduğuna dair az delil ortaya koymuş ve buna az yer vermiştir.. Ayrıca bu teoriler ,yetişkinlerde kişilik değişimi ve kişilik gelişmesi konuları hakkında da iyimserdirler. Freud’u takip edenler; Alfred Adler: Kişilikte ana motivasyon cinsellik ya da saldırganlık değildir, üstün olma çabasıdır. Carl Jung: Freud’a ait bilinç altının gücü teorisine katılır ve ama onu cinselliğin önemini fazla vurgulamakla eleştirir. Jung, kişisel bilinçaltına ek olarak atalardan
171
gelen anıları da içinde barındıran derlemeye yani kolektif bilinçaltının varlığını savunur. Karen Horney: Erkek ile kadın arasında dengeli bir kişilik teorisi oluşturmak için Freudyen teorilere başvurmuştur. Horney, Freud’un penis kıskançlığı, oidipus kompleksi gibi teorilerinden yararlanmıştır..Horney, kadınların kendilerini aşağıda görmesinin sebebini penislerinin olmamasına değil, kültürlerin onları uymak zorunda bıraktığı erkeklere tabi olma duygusuna bağlamıştır. Erich Fromm: Teknolojinin negatif etkisine odaklanmıştır. Ona göre teknoloji geliştikçe insanlar birbirilerinden artan oranda uzaklaşarak izole bir yaşamı tercih etmektedirler. Ölüm korkusu Nasıl Saldırgan Davranışlara Neden Olur? Fromm, başlıca insan motivasyonunun ölüm korkusundan kaçmak olduğuna inanır. Mcgregor , araştırmasından ölümü hatırlatılmadığında kişinin ,hakarete uğrasa bile buna karşılık vermediğini tespit etmiştir. Ancak diğerleri tarafından provoke edilen ve ölümü hatırlatılan kişi saldırgan bir karşılık verme eğilimine girmiştir. McGregor, ölümü hakkında düşünmenin , kişiye, değer verdiği dünya görüşünü koruma çabasıyla beraber endişe aşıladığını iddia etmiştir.
Freudyen ve Yeni Freudyen Yaklaşımlarının Güçlü Yanları ve Sınırları Freudyen psikologlar, çocukluk tecrübelerinin ve bilinçaltı motivasyonların kişiliğimizi ve diğerleriyle temasımızı şekillendirdiğine inanırlar ve psikolojik terapi uygularken hala psikodinamik kavramları kullanırlar. Ancak, Yeni Freudyen teorilerin çoğu gibi Freud’un teorileri de bazı ampirik testleri geçmede başarılı olamamışlardır. Bu yüzden geçmişe nazaran şimdilerde daha az etkindirler. Bunun yanında bilinç dışı ile ilgili teoride Freud’un haklılık payı olsa da öğrenmede ve davranışlarda bilinçdışının etkisinin biraz abartılı olarak ele alındığı düşünülmektedir.
172
Hep birlikte alındığı zaman, Freudyen teori, diğer psikolojik teoriler gibi tamamen doğru değildir ve yeni çalışmalar ortaya çıktıkça değişiklikler yapılmasına muhtaçtır. Fakat buna rağmen Freud’un iddia ettiği kişilikle ilgili fikirler ve konuşmanın tedavi için uygun bir terapi olduğu gerçeğinden hareketle günümüzde birçok klinik psikolog bu tekniği uygulamaktadır.
Hümanizm ve Kendini Gerçekleştirme Kişiliğe ait psikanaliz modelleri 1950’li ve 1960’lı yıllarda hümanist psikologlar tarafından tamamlanmıştır. Psikanaliz savunucularının aksine, hümanistler özgür irade kavramını benimsemişlerdir. Hümanist psikologlar, insanların kendi hayatlarını seçmekte ve kendi kararlarını vermekte özgür olduğunu iddia ederek benlik ve kendine saygı kavramlarının doğasına odaklanmışlardır. Benlik kavramı , kim olduğumuz hakkındaki inançlar kümesi iken kendine saygı ve kendimiz hakkında olumlu düşüncelerdir. Ünlü hümanistlerden Abraham Moslow, kişiliği, motifler hiyerarşisi dediği piramit benzeri bir yapıyla açıklamıştır. Bu piramidin en altında en düşük dereceli motivasyonlar olan açlık, susuzluk, sahiplik ve güven duyguları vardır. Bu seviyedeki ihtiyaçlar karşılandığında insanlar önce kendine saygı ve sonra en üstte kendini gerçekleştirme dediğimiz (mümkün olan en büyük ölçüde doğuştan gelen potansiyelimizi geliştirme) aşamasına ulaşırlar. Moslow, kendini gerçekleştirme aşamasına ulaşanların yaratıcı, spontan, hem kendilerini hem de diğerlerini seven kişiler olduğuna inanmıştır. Belki de en ünlü hümanistt teorisyen Carl Rogers’tır. Rogers insan doğasına karşı olumlu yaklaşır . Ona göre insanlar öncelikle ahlaklı ve yardımseverdir. Eğer benliğimiz koşulsuz olumlu bakış tarafından karakterize edilirse duygusal tamamlanmayı hedefe ulaştırmak mümkündür. Olumlu bakış ile kastedilen ise gerçek olmak, tecrübeye açık olmak, şeffaflık, diğerlerini dinleyebilme ve empatidir.
ANAHTAR BİLGİLER -Kişiliği anlamak için ortaya konan psikolojik yaklaşımlardan en önemlisi Sigmund Freud tarafından geliştirilen psikodinamik yaklaşımdır. -. Freud’a göre akıl, bilinçsiz bir çok motivasyonu ile farkında olduğumuz bilinçten ve göründüğünden çok daha büyük bir buzdağı gibidir. 173
- Freud, zihnin kimlik, ego ve üstbenlik olarak üç bileşene ayrıldığını iddia etmiştir. Bu bileşenler arasındaki ilişkiler ve çatışmalar kişiliği yaratır. -Freud göre biz savunma mekanizmasını, anksiyete ile başa çıkmak ve olumlu özeleştiriyi korumak için kullanırız. - Freud, ayrıca vücudun değişik parçalarından gelen zevklerin her birine tek tek odaklanan psikoseksüel aşama serileriyle kişiliğin geliştiğini savunmaktadır. - Yeni Freudyen teoriler,Freud prensiplerini temel almış olup, kişiliği şekillendirme de bilinçdışının ve erken deneyimin rolünü vurgularken karakterde cinselliğin başlıca motivasyon gücü olduğuna dair az delil ortaya koymuş ve buna az yer vermiştir.. Ayrıca bu teoriler ,yetişkinlerde kişilik değişimi ve kişilik gelişmesi konuları hakkında da iyimserdirler. (Adler, Jung, Horney, Fromm) - Kişiliğe ait psikanaliz modelleri 1950’li ve 1960’lı yıllarda hümanist psikologlar tarafından tamamlanmıştır 11.3 Kişilik Daha Fazla Doğa mı yoksa Daha Fazla Çevre mi? Davranışsal ve Moleküler Genetik Kişilik çalışmasında doğa mı yoksa çevre mi tartışmasının sonucunda şu durum ortaya çıkar. Eğer doğa daha önemliyse, kişiliklerimiz çok önce oluşacak ve değiştirilmesi zor olacaktır. Eğer çevre öne çıkarsa tecrübelerimiz önemli hale gelecek ve kişiliğimiz zaman içinde daha esnek olacaktır. Bu bölümde insanların ve hayvanların büyük ölçüde genetik yapısıyla belirlenen kişisel özellikleri ilgileneceğiz. Ama bunun yanında genetiğin her şeyi açıklamaya yetmediğini de göreceğiz. Her hücrenin çekirdeğinde 23 çift kromozom vardır. Her çiftin biri babadan diğeri anneden gelir. Kromozomlar DNA molekülü iplikçiklerinden yapılır ve DNA ‘da gen denen parçalar halinde gruplanır. Gen, özellikleri birinden diğerine ileten temel basit bir birimdir. Davranışsal Genetiği Kullanarak Kişilik Üzerinde Çalışmak Bilim adamları kişilikte genetiğin rolü üzerinden çalışmak için ilgiye konu olan özelliğe en uygun hayvanı seçerler. Yani bilim adamları uyarıcıya tepki veren
174
böcekler, kur ritüellerini geliştiren balıklar veya strese karşı tepkileri değişen domuzlar üzerinde çalışırlar. Bu çalışmalar bilgi verici olabilirler ama insanlar için net olarak bir yararları yoktur. Davranışsal genetik, bilim adamlarının, davranış üzerinde genetik ve çevre etkilerini araştıran bir tekniktir. Davranışsal genetik bu araştırmayı aile üyeleriyle ilgili biyolojik ve biyolojik olmayan özellikleri karşılaştırarak yapar. Davranşsal genetik, aile , ikiz ve evlatlık çalışmalarının sonuçlarını temel alır. Aile çalışması, ilgilenilen özelliğe sahip kişiyle başlar( bu özellik gelişim bozukluğu otizm olabilir) . Sonra bireye ait soy ağacının, bahsi geçen özelliğe diğer aile üyelerinin hangi ölçüde sahip olduğunun öğrenilmesi için incelenmesiyle devam eder. İlk dereceden bu özelliğe sahip olanlar ikinci derecedekilerle, ikinci deredekilerde daha uzak akrabalarla karşılaştırılır. İkiz araştırmasında araştırmacılar, ikizlerin kişisel özellikleri üzerinden çalışır. İkizler çalışması, tek yumurta ikizlerinin aynı gene, çift yumurta ikizlerinin ise yarı özdeş gene sahip olduğuna inanır. Bu çalışmada, ikizlerden alınan veri toplanır , tek ve çift yumurta ikizlerindeki benzerlik karşılaştırılır. İkiz çalışması ayrıca doğanın ve çevrenin etkisini üçe ayırır. Bunlar kalıtım(genetik etki), paylaşılan çevre( tek ve çift yumurta ikizlerinin korelasyon katsayıları sıfırdan büyükse) ve paylaşılmayan çevredir(tek yumurta ikizleri aynı özelliği paylaşmıyorsa).
Evlatlık çalışması, biyolojik olarak bağlantılı olup birbirinden ayrı ayrı veya uzakta yetiştirilen ikizleri karşılaştırır. Genetik etkiye delil olan şey, evlat edinilen çocukların evlat edinen ailelerden daha fazla biyolojik ailelerinin özelliklerini taşımasıdır. Çevre etkisinin ispatı ise evlat edinilenin , kendini evlat edinen aileye biyolojik ailesinden daha çok benzemesidir. Bu üç çalışmanın sonuçları , genetik ve çevre etkisinin ilgilenilen özellik üzerinde etkisiyle ilgili fikir vermesi için bir araya getirilir. Moleküler Genetiği Kullanarak Kişilik Üzerinde Çalışmak Kişilik özellikleri ilgili özellikle alakalı genler üzerindeki çalışma olan moleküler genetik , kişilik üzerindeki biyolojik etkiyi ölçebilmek için kullanılır.
175
Hayvanlar özellikle laboratuvar fareleri üzerinden yapılan çalışmaya nakavt çalışması denir. Bu çalışmada araştırmacılar, nakavt faresinin genlerini çıkarmak ya da değiştirmek için özel teknikler kullanırlar. Moleküler genetik insanlar üzerinde çalıştığında katılımcılardan DNA örnekleri toplayarak işe başlar( yanağın iç yüzeyinden) . Genel yaklaşıma göre DNA, hem farklı kişilik özellikleri olandan hem de olmayanlardan alınır. İki gruba ait DNA, hangi genlerin farklı olduğunu görmek için karşılaştırılır. Moleküler genetiği kullanarak yapılan araştırmalar, çeşitli kişilik özellikleri (Dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu gibi) ile ilgili genler bulmuştur.
Genetiğimiz Kaderimiz midir? Son yirmi yılda bilim adamları, davranışta genetiğin rolünün anlaşılmasında önemli ilerlemeler kaydetti. Davranış genetikçileri, birçok özellikte, genetiğin ebeveyne ait etkilerden daha önemli olduğunu buldular. Ancak, şunu yinelemek önemlidir; genetik önemli olmasına ve kişilik değişkenlerindeki rolü hakkında yeni bir şeyler öğrenmemize rağmen genetik her şeyi belirlemez. Gerçekten, kişiliğimizdeki en büyük etki paylaşılmayan çevre etkisidir. Bu etki bu bizi benzersiz bireyler yapan her şeyi içinde barındırır. Doğarken var olan genetik farklar zaman geçtikçe çevre etkisiyle artabilir ya da azalabilir. Paylaşılmayan çevre etkisi, belirsiz ve rastgele olduğu için çocuğumuz büyüdüğünde ne olacağını kestirmek güçtür. Genleri kalıtım yoluyla alırız ama kişiliği sabit bir halde miras alamayız.
ANAHTAR BİLGİLER -Genler, özellikleri bir nesilden diğerine geçiren temel biyolojik birimlerdir. -Kişilik sadece bir genle değil birçok genin birlikte çalışmasıyla ortaya çıkan faaliyetle belirlenir. - Davranışsal genetik, davranış üzerinde genetik ve çevre etkilerini araştıran çeşitli araştırma teknikleridir. 176
- Davranşsal genetik, aile , ikiz ve evlatlık çalışmalarının sonuçlarını temel alır -Genel olarak, kişiliğimizin belirlenmesinde genetik etkiler ailemizin yaptığı şekillendirmelerden daha büyük etkiye sahiptir. - Kişilik özellikleri ilgili özellikle alakalı genler üzerindeki çalışma olan moleküler genetik , kişilik üzerindeki biyolojik etkiyi ölçebilmek için kullanılır. - Gerçekten, kişiliğimizdeki en büyük etki paylaşılmayan çevre etkisidir. Bu etki bu bizi benzersiz bireyler yapan her şeyi içinde barındırır. Paylaşılmayan çevre etkisi, belirsiz ve rastgele olduğu için çocuğumuz büyüdüğünde ne olacağını kestirmek güçtür.
BÖLÜM ÖZETİ Kişilik, bireyin tutarlı duygu, düşünce ve davranma modeli olarak ifade edilebilir. Kişilik teorileri ile ilgili olarak ilk çalışmalar şimdilerde gözden düşen frenoloji ve somatolojidir. Şu an popüler olan fizyomomi yani çehre bilimdir. Kişilikler, birçok durumda davranışlarımızı etkileyen nispeten kalıcı kişisel özellikler açısından karakterize edilirler. Araştırmacılar binlerce özelliği kendi kendine raporlama tekniği ile bulmuşlardır. Kendi kendine raporlamanın yararı güvenirliliği ve yapı geçerliliğidir. Normal bir kişiliğin özellikleri hakkında geçerliliği kabul edilmiş en önemli teori Kişiliğin 5 Faktör Modeli’dir.(Allport, Cattell, Eysenck) Kişilerin farklı durumlarda gösterdiği davranışlar arasında düşük bir korelasyon vardır. Kişilik ölçümü en önemli testlerden biri Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri (MMPI)’dir. Bu test, psikoloji bozukluk ve kişilik tanımlaması için tüm dünyada kullanılan bir testtir Projektif(yansıtmalı) test, kişinin, belirsiz uyarımları kendi özelliklerine, davranış eğilimlerine, arzularına, fantezilerine, eğilimlerine göre yorumlayacağını temel alarak mürekkep lekeleri, belirsiz şekiller, eksik cümleler gibi yöntemlerle belli bir formatı olmayan kişilik testleridir. Bu testlerin avantajı 177
dolaysız olmaları ve kişiye aklına geleni serbestçe ifade edebilme şansı vermesidir. En çok kullanılan yansıtmalı test Rorschach Mürekkep Lekesi Testi’dir. Bu test, cevap verenin düşüncelerini 10 simetrik mürekkep lekesi şeklinde ifade ettiği yansıtmalı bir testtir. Diğer bir yansıtmalı test ise Tematik Kavrama Testi (TAT)’dir. Bu testte, cevap veren kişiden belirsiz durumlarla özellikle de yalnız ya da diğerleriyle birlikte olan insanlarla ilgili hikayeler yaratması istenir. Kişilik teorileri ; davranışçı, sosyal biliş, psikodinamik ve hümanist yaklaşımdır. Kişiliği anlamak için ortaya konan psikolojik yaklaşımlardan en önemlisi Sigmund Freud tarafından geliştirilen psikodinamik yaklaşımdır. Freud’a göre akıl, bilinçsiz bir çok motivasyonu ile farkında olduğumuz bilinçten ve göründüğünden çok daha büyük bir buzdağı gibidir. Freud, zihnin kimlik, ego ve üst benlik olarak üç bileşene ayrıldığını iddia etmiştir. Bu bileşenler arasındaki ilişkiler ve çatışmalar kişiliği yaratır. Freud göre biz savunma mekanizmasını, anksiyete ile başa çıkmak ve olumlu özeleştiriyi korumak için kullanırız. Freud, ayrıca vücudun değişik parçalarından gelen zevklerin her birine tek tek odaklanan psikoseksüel aşama serileriyle kişiliğin geliştiğini savunmaktadır. Yeni Freudyen teoriler,Freud prensiplerini temel almış olup, kişiliği şekillendirme de bilinçdışının ve erken deneyimin rolünü vurgularken karakterde cinselliğin başlıca motivasyon gücü olduğuna dair az delil ortaya koymuş ve buna az yer vermiştir.. Ayrıca bu teoriler ,yetişkinlerde kişilik değişimi ve kişilik gelişmesi konuları hakkında da iyimserdirler. (Adler, Jung, Horney, Fromm) Psikanaliz savunucularının aksine, hümanistler özgür irade kavramını benimsemişlerdir. Hümanist psikologlar, insanların kendi hayatlarını seçmekte ve kendi kararlarını vermekte özgür olduğunu iddia ederek benlik ve kendine saygı kavramlarının doğasına odaklanmışlardır. Benlik kavramı , kim olduğumuz hakkındaki inançlar kümesi iken kendine saygı kendimiz hakkında olumlu düşüncelerdir. Kişilik sadece bir genle değil birçok genin birlikte çalışmasıyla ortaya çıkan faaliyetle belirlenir Davranşsal genetik, aile , ikiz ve evlatlık çalışmalarının sonuçlarını temel alır. 178
Bu çalışmalar doğanın ve çevrenin etkisini üçe ayırır. Bunlar, kalıtım(genetik etki), paylaşılan çevre( tek ve çift yumurta ikizlerinin korelasyon katsayıları sıfırdan büyükse) ve paylaşılmayan çevredir(tek yumurta ikizleri aynı özelliği paylaşmıyorsa). Kişiliğimizdeki en büyük etki paylaşılmayan çevre etkisidir. Bu etki bu bizi benzersiz bireyler yapan her şeyi içinde barındırır. Davranışsal genetiğin kullanımına ek olarak, moleküler genetik yoluyla biyolojinin kişiliğimiz üzerindeki rolünü her geçen gün daha iyi anlıyoruz… Bölüm 12
Psikolojik Bozuklukları Tanımlamak 12.1 Psikolojik Bozuklık: Davranışı Ne Anormal Hale Getirir? Anormal psikolojisi, zihni bozuklukları anlamaya ve tedavi etmeye çalışan bir psikoloji bilimi uygulaması olarak nitelendirilebilir. Psikolojik bozukluktan mustarip insanların, çevrelerindeki insanlar tarafından önyargı ve ayrımcılığa maruz bırakılarak damgalanması ne yazık ki çok rastlanır bir durumdur. Bu yüzden psikolojik bozuklukların anlaşılması ve tedavi edilmesi insanlar için düşünüldüğünden daha fazla önem taşımaktadır. Bu bölümde psikolojik sorunların sebeplerini ve insanlar üzerindeki etkisini gözden geçireceğiz. Bir sonraki bölümde ise konumuz “ Psikolojik Bozuklukların Tedavisi” olacak.
Bozukluğu Tanımlamak Psikolojik bozukluk, belirgin bir sıkıntıya neden olan düşünce, duygu ve davranışların devam eden işlevsizliğidir ve bu durum kişinin çevresi ve kültüründe sapkınlık olarak kabul edilir. Tıbbi problemlerde olduğu gibi psikolojik bozukluklarda da hem biyolojik(doğa) hem de çevresel etkiler vardır. Bu nedensel etkiler, hastalığın biyo-psiko- sosyal modeli olarak yansıtılır.
179
Hastalığın biyo-psiko-sosyal modeli, biyolojik, sosyal ve psikolojik sebeplerden dolayı ortaya çıkan bozukluğu anlama yolunu üstlenir. Biyo-psiko-sosyal modeli bileşenlerin ayıracak olursak; Biyolojik Etkiler: Bireyin genetik yapısı/Beyin yapısı ve sinir ileticiler Psikolojik Etkiler: Strese verilen tepki/ Olumsuz düşünme şekilleri Sosyo-Kültürel Etkiler: Kültürel beklentiler/ Normalliğin ve bozukluğun tanımları/ Damgalama ve önyargı/ Evsizlik/ Taciz Birçok özelliği paylaşmalarına rağmen psikolojik bozukluklar, tıbbi durumlardan bazı yönleriyle farklıdır. Örneğin bir doktor, kanser MRI taramasıyla görebilirken, psikolojik bozukluğu böyle net şekilde tespit etmek zordur. Şimdilerde beyin yapısının rolü öne çıkmaya başlasa da zihni rahatsızlık yaşayan hastaların beyinleri ,yaşamayanlara benzer yapı özellikleri gösterdiğinde yine sıkıntıya düşülebilmektedir. Biyolojik teşhisi zor olduğu için psikolojik bozukluklara klinik gözlem temelinde tanı konmaya çalışılır. Bu da duygusal durum ve süreç içerisinde davranış halini, normal ve kabul edilebilirden sapkın, kabul edilemez ve anormale kadar tanımlayacak bir skalayı kapsar. Bir davranışın psikolojik bozukluk olarak ifade edilebilmesi için sadece sıra dışı olup olmadığının değil uyumlu uyumsuz olup olmadığının da tespit edilmesi gerekir. Uyumsuzluk bir ölçüde sıkıntı ve işlevsizliğin kaynağıdır. Psikolojik bozuklukların teşhisinde bir diğer zorluk ise bu bozuklukların beraber ortaya çıkmasıdır. Örneğin anksiyete bozukluğu teşhisi konmuş insanlar aynı zamanda duygu durum bozukluğu da yaşayabilmektedir. Bu duruma ek tanı (komorbidite) diyoruz. Anormal Davranış Damgasıyla Savaş Her kültür ve toplum , anormal davranışı ve buna neyin neden olduğunu kendi görüşüne göre yorumlar. Örneğin, Antik Hindu geleneği psikolojik bozukluğu cadılığa ve büyücülüğe dayandırır. 18.yy’a kadar zihni rahatsızlıkların tek tedavisi insanları hapishanelere ve tımarhanelere hapsetmekti. 18. Yy. sırasında bazı reformlar gündeme gelmiş, bu rahatsızlıkların şeytandan veya kötü ruhtan gelmediği tıbbi hastalıklar olduğu iddia edilmeye başlamıştır. 180
Bu reformcuların en önemlisi, akıl hastalıklarının fiziksel ve psikolojik streslerin bileşimi sonucu ortaya çıktığını savunan Fransız Philippe Pinel’dir. Bozukluğu Teşhis Etmek: DSM Psikologlar, bir davranışın psikolojik bozukluk olup olmadığını anlamak ve bozuklukların hangi davranışı işaret ettiğini çözebilmek için bir kriter yaratmışlardır. Bu kriter 1000 sayfalık bir el kitabı olan DSM yani Zihni Bozuklukların Teşhis ve İstatistik El Kitabı’dır. Bu doküman, akıl hastalıklarının sınıflandırılması için standart bir kriter ve genel bir dil sağlamaktadır. İlki 1952’de basılan DSM’nin son baskısı ise 2000 yılında DSM-IV-TR adıyla yayınlanmıştır. DMS, bozukluğun tanımını, bozukluk veya eksikliğin farklı yönleriyle ilgili beş boyuta göre organize eder. 1. 2. 3. 4. 5.
Bu bir klinik sendrom mudur?( anksiyete, öğrenme bozukluğu vs.) Bu bir kişilik bozukluğu mudur yoksa mental bir yavaşlık mı? Bu bir tıbbi sorun mudur?( kalp krizi vs.) Sosyal veya çevresel etkiler var mıdır?( evsizlik, boşanma vs.9 Kişinin işleyişi ve hali ile ilgili genel değerlendirme nedir?
Teşhis ya da Aşırı Teşhis? ADHD, Otistik Bozukluk ve Asperger Bozukluğu DSM, sınıflandırma sisteminin teşhisleri bir nebze belirsiz bırakması ve davranışları ise geniş bir yelpazede ele alması sebebiyle eleştirilmektedir. Şimdi üç genel bozukluğa şöyle bir bakalım; Dikkat Eksikliği/ Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB ya da ADHD): DEHB(ADHD), belirtileri yedi yaşından önce başlayan konsantre olma eksikliği, dikkati devam ettirme zorluğu ve odaklanma ile karakterize edilmiş gelişimsel bir davranış bozukluğudur. DEHB her ne kadar çocuklukta teşhis edilse de yetişkin dönemde de unutkanlık, diğerlerini dinlememe, detaylara dikkat etmede zorluk ve çalışma alışkanlıklarında dağınıklık gibi belirtilerle de tespit edilebilir. DEHB tanısı son yirmi yılda dört kat artmış, 20 Amerikalı çocuktan birinde rastlanan çocuklar arası genel bir bozukluk halini almıştır. DEHB’nin gençlerde ve yetişkinlerde de teşhis sıklığı belirgin derecede artmıştır. 181
Peki bu artışın sebebi, ebeveynlerin ya da öğretmenlerin artan farkındalığı mıdır, anne ve babasından daha hareketli olan çocuklar mıdır yoksa aşırı teşhis peşindeki psikolog ya da psikiyatristler midir? Belki de işin içinde ilaç şirketleri de vardır. Çünkü DEHB, reçeteli edilebilen ilaçlarla(Ritalin) tedavi edilmektedir. DEHB’nin gereksiz ya da aşırı tanısına dair şüphelere rağmen , psikologlar DEHB’nin genetik ve çevresel faktörlerin birleşiminden etkilenen gerçek bir bozukluk olduğuna inanmaktadırlar. İkiz çalışmasına göre DEHB, kalıtsaldır ve bu bozukluktan mustarip insanların beyinlerinde kendini kontrol ve dikkat bölgeleri yapısal olarak diğerlerinden farklıdır. Bunun yanında annenin hamilelik sırasında sigara ya da içki içmesi vb. faktörler de çevresel mamada DEHB’nin oluşmasına etkendir. Otistik Bozukluk ve Asperger Sendromu Otizm, semptomları yedi yaşından önce başlayan sınırlı ve yenileyici davranışlar yoluyla sosyal ilişkilerin ve iletişimin bozulması nedeniyle ortaya çıkan sinir gelişimi bozukluğudur. Asperger bozukluğu ise semptomları yedi yaşından önce görülmeye başlanan ve diğerleriyle etkin iletişim ve sosyalleşme yeteneğini etkileyen gelişimsel bir bozukluktur. Amerikalı çocukların yüzde birinin otizm ve Asperger’den etkilendikleri tahmin edilmektedir. Otizm ve Asperger ayrımı net olmadığından uzmanlar davranışı nasıl sınıflandıracakları konusunda sıkıntı yaşamaktadırlar. ANAHTAR BİLGİLER -Psikologlar, psikolojik bozukluğu tanı ve tedaviye başka bir çabadan daha çok ilgi göstermektedirler ve bu görev belki de psikologların yüz yüze kaldığı en ciddi durumdur. -Psikolojik bozukluğun insanlar üzerindeki etkisi hem hastalığın kendinden hem de bozuklukla ilgili lekelenmişlikten gelmektedir. - Psikolojik bozukluk, belirgin bir sıkıntıya neden olan düşünce, duygu ve davranışların devam eden işlevsizliğidir ve bu durum kişinin çevresi ve kültüründe sapkınlık olarak kabul edilir
182
-Tıbbi problemlerde olduğu gibi psikolojik bozukluklarda da hem biyolojik(doğa) hem de çevresel etkiler vardır. Bu nedensel etkiler, hastalığın biyo-psiko- sosyal modeli olarak yansıtılır - Psikologlar, bir davranışın psikolojik bozukluk olup olmadığını anlamak ve bozuklukların hangi davranışı işaret ettiğini çözebilmek için bir kriter yaratmışlardır. Bu kriter 1000 sayfalık bir el kitabı olan DSM yani Zihni Bozuklukların Teşhis ve İstatistik El Kitabı’dır. Bu doküman, akıl hastalıklarının sınıflandırılması için standart bir kriter ve genel bir dil sağlamaktadır. DSM , yeni bilgilere, kültürel normlardaki değişikliklere göre yenilenir. -DEHB(ADHD), otizm ve Aperger bozukluğunun teşhisi ile ilgili tartışmalar devam etmektedir. 12.2 Anksiyete ve Dissosiyatif Korkmak
Bozukluk:
Çevremizdeki
Dünyadan
Anksiyete, olacak bir şey hakkında sinirlilik ve endişe hissetme halidir ve hayatımızın doğal bir parçasıdır. Fakat çok fazla anksiyete güçten düşürücü olabilir. Anksiyete bozukluğu , günlük olaylardan duyulan rasyonel olmayan korkunun neden olduğu psikolojik bir rahatsızlıktır.
Genelleştirilmiş Anksiyete Bozukluğu Genelleştirilmiş Anksiyete Bozukluğu, kişinin , abartılı olduğunu bilmesine rağmen, sağlık, iş, aile hayatı ve ilişkiler hakkında en 6 ay boyunca oldukça fazla endişe duyma halini ifade eder. Anksiyete duygularına ek olarak, GAB (GAD)yaşayan hastalar, uykusuzluk, kas ağrıları, odaklanma zorlukları ve sinirlilik gibi fiziksel belirtiler de gösterirler. Genelleştirilmiş Anksiyete Bozukluğu ile yaşayan 10 milyondan fazla Amerikalının üçte ikisi kadındır ve bu rahatsızlığın 7 ile 40 yaş arasında gelişme göstermesi olasıdır.
Panik Bozukluk Panik bozukluk, insanın hayatında önemli davranışsal değişikliklere yol açan anksiyete ve dehşet ataklarıyla karakterize edilmiş psikolojik bir bozukluktur. 183
Panik atağın belirtileri, nefes darlığı, kalp çarpıntısı, titreme, baş dönmesi, boğulma hissi, bulantı, yoğun korku ve tehdit duygusudur. Panik atak zaman zaman kalp krizi ya da bazı ciddi hastalıklar ile karıştırılabilmektedir. Panik ataktan mustarip olanlar başka bir atakla karşılaşma korkusu yüzünden hep endişe içindedirler. Panik atak Amerikan halkının yaklaşık yüzde 3 üzerinden etkilidir. Fobiler Fobi, belirli bir nesneye, olaya ya da aktiviteye karşı duyulan bir korkudur. Belli başlı fobi türlerini sayacak olursak; Akrofobi: Yükseklik korkusu Agorafobi: Kaçmanın zor olduğu durumlarda duyulan korku Araknofobi: Örümcek korkusu Astrafobi: Gök gürültüsü ve yıldırım korkusu Klostrofobi: Kapalı yer korkussu Mizofobi: Kirlenme korkusu Ofidyofobi: Yılan korkusu Sosyal fobi: Çevredeki insanlardan utanma veya sosyal durumlardan rahatsızlık duyma. Zoofobi: Küçük hayvan korkusu Obsesif Kompulsif Bozukluklar Birey, sürekli olarak sıkıntılı veya korkulu düşünceler içindeyse ve bu düşüncelerin etkisini azaltmak için tekrarlayan düşüncelere ve ya tekrarlayan hareketlere angaje olma durumu yaşıyorsa ortaya çıkan bozukluğa OKB diyoruz. Bu bozukluk, obsesif düşünceler rahatsızlık vermeye başlayınca ve kompulsif hareketler artık zaman kaybı yaratacak takıntılar haline gelmişse teşhis edilir. Örneğin el yıkamak normaldir ama bunu 20 kez yapmak normal değildir. OKB hastaları, tekrarlayan düşünceleri tetikleyen yerlerden kaçınırlar. Obsesif kompulsif bozukluk, anksiyeteye göre daha az görülen bir rahatsızlıktır.
184
Travma Sonrası Stres Bozukluğu(PTSD) İşkence, cinsel saldırı, hapsedilme, taciz, doğal afet ve yakınını kaybetme gibi kötü olaylar ı yaşayan ve şahit olan insanlar da travma sonrası stres bozukluğu yaşayabilirler. Kaygı, olaydan aylar belki yıllar sonra başlayabilir. PTSD’den mustarip kişiler , travmayı geri dönüşlerle tekrar tekrar tecrübe ederlerken yüksek derecede kaygı üretirler ve olayı hatırlatan şeylerden kaçınmak için büyük çaba sarf ederler. Risk faktörleri (ailenin ve derecesini belirler.
çevre desteğinin yokluğu vs.) PTSD’nin
şiddet
PTSD’si olan hastalar , çoğu zaman depresyon, anksiyete bozukluğu gibi mental bozuklukları da yaşarlar.. Dissosiyatif Bozukluklar: Anksiyeteden Kaçınmak için Kendini Kaybetmek Dissosiyatif bozukluk, bilinç, kimlik ve bilinç bozukluklarını veya kesintilerini içeren bir durumdur. Dissosiyasyon(bölünme), travmaya karşı savunma düzeneği ile ortaya çıkar.. Dissosiyatif Amnezi ve Füg Dissosiyatif amnezi, genelde travmatik olan ya da yoğun strese neden olan önemli kişisel bilgilerin, sıradan bir unutkanlıkla veya organik bir durumla açıklanamayacak şekilde hatırlanamamasıdır. Bu belirti dışında hastalar sağlıklı görünürler ve uygun işlevsellik gösterirler. Dissosiyatif füg, kişinin geçmişini ve önemli kimlik bilgilerini unutup, evinden ya da alıştığı ortamdan ayrılmasıdır. Kısmen ya da tamamen yeni bir kimliğe bürünmek olasıdır. Nadir görülür. En çok doğal afet ya da bir iç çatışmadan sonra ortaya çıkar.
Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu( Çoğul Kişilik)
185
Dissosiyatif kimlik bozukluğu, iki veya daha fazla birbirinden ayrı kimlik ve kişiliğin(alter) aynı kişide toplanması ve bu kişiliklerin birbirinden farklı davranış , ilişki kurma biçimi ve tutumlar içine girmesi ile karakterize edilmiştir. Dissosiyatif kimlik bozukluğu, çoğul kişilik bozukluğu olarak da bilinir. Bu bozukluk çoğu zaman şizofreni ile karıştırabilir.
Hem doğa hem de çevre anksiyete bozukluğunun gelişiminde etkindir. Biyolojinin etkisini destekleyecek şekilde; anksiyete bozukluğu ve PTSD kalıtsaldır. Anksiyete bozukluğunun tersine, dissosiyatif bozuklukların sebepleri nasıl doğdukları hakkında ortak bir fikir olmamasına benzer şekilde çok net değildir.
ANAHTAR BİLGİLER -Anksiyete hayatın doğal bir parçası olmasına rağmen fazlası zayıf düşürücüdür. Her yıl milyonlarca insan anksiyete bozukluğuna yakalanmaktadır. - Genelleştirilmiş Anksiyete Bozukluğu, kişinin , abartılı olduğunu bilmesine rağmen, sağlık, iş, aile hayatı ve ilişkiler hakkında en 6 ay boyunca oldukça fazla endişe duyma halini ifade eder - Panik bozukluk, insanın hayatında önemli davranışsal değişikliklere yol açan anksiyete ve dehşet ataklarıyla karakterize edilmiş psikolojik bir bozukluktur. -Fobi, belirli bir nesneya, olaya korkudur.
ya da aktiviteye karşı duyulan
bir
-En bilinen fobi , sosyal fobidir. Sosyal fobi, çevredeki insanlardan utanma veya sosyal durumlardan rahatsızlık duyma halidir. - Obsesif kompulsif bozukluk, birey, sürekli olarak sıkıntılı veya korkulu düşünceler içindeyse ve bu düşüncelerin etkisini azaltmak için tekrarlayan düşüncelere ve ya tekrarlayan hareketlere angaje olma durumu yaşıyorsa ortaya çıkan psikolojik bozukluktur. 186
-İşkence, cinsel saldırı, hapsedilme, taciz, doğal afet ve yakınını kaybetme gibi kötü olaylar ı yaşayan ve şahit olan insanlar da travma sonrası stres bozukluğu yaşayabilirler. - Dissosiyatif bozukluk, bilinç, kimlik ve bilinç bozukluklarını veya kesintilerini içeren bir durumdur.( Dissosiyatif füg ve dissosiyatif amnezi) Dissosiyasyon(bölünme), travmaya karşı savunma düzeneği ile ortaya çıkar.. -Dissosiyatif kimlik bozukluğu, iki veya daha fazla birbirinden ayrı kimlik ve kişiliğin(alter) aynı kişide toplanması ve bu kişiliklerin birbirinden farklı davranış , ilişki kurma biçimi ve tutumlar içine girmesi ile karakterize edilmiştir -Hem doğa hem de çevre anksiyete bozukluğun gelişiminde etkindir.
12.3 Duygudurum Bozuklukları Mutluluk ve üzüntü gibi duygularımızdaki günlük değişimler, gün içinde yaşadıklarımızın arkasındaki olumlu veya olumsuz duygular olarak ifade edilen ruh halimizi yansıtır. Çoğu zaman olumlu ruh hali içindeyizdir ki bunun olumlu etkileri özetle diğerleriyle iyi ilişkiler içinde olmak ya da ihtiyacımız olan şeyleri gerçekleştirmek olarak ifade edilebilir. Ama eğer kötü bir ruh halindeysek yalnız olmayı diğerleriyle temas kurmaktan daha fazla tercih ederiz. Duygu durum bozukluğu, ruh halinin insanı fiziksel, algısal, sosyal ve biliş süreçlerinde negatif etkilemesiyle ortaya çıkan psikolojik bir bozukluktur. Duygu durum bozukluğu yaşayan insanlar ruh halini( yoğunluk) yoğun yaşarlar.
özellikle olumsuz
Duygu durum bozukluğuna her yaşta rastlansa da ortalama olarak 32 yaş civarında görülmektedir.
187
Distimi ve Majör Depresif Bozukluk Depresyon hafif ama uzun ömürlü ise bu duruma distimi teşhisi konur. Distimi, depresif semptomların en az iki yıl sürdüğü, hafif ama kronik hal almış durumdur. Eğer depresyon devam eder ve daha ciddi bir hal alırsa tanı majör depresif bozukluğuna döner. Majör depresif bozukluk veya klinik depresyon , kişinin sosyal işlevlerini ve günlük yaşama dair etkinliklerini rahatsız edecek , bozacak dereceye ulaşmış üzüntü (melanköli) veya keder durumudur. Bazı durumlarda depresyondaki insanlar gerçekliğe olan ilgilerini kaybederler ki bu durumda konan tanının adı psikotik bulgulu majör depresif bozukluktur.
Bipolar Bozukluk Bipolar bozukluk, maniden( aşırı hareketli, enerjik, konuşkan vs) depresyona kadar uzanan ruh halindeki aşırı değişiklikler olarak karakterize edilen psikolojik bozukluktur. Bipolar bozukluk genellikle çocuklukta başlayan kronik ve genellikle hayat boyu süren bir bozukluktur.
Duygudurum Bozukluklarını Açıklamak Duygu durum bozuklukları kalıtımsal oldukları için bir kısmıyla genetiktirler. Bunun yanında sinir ileticilerin de duygu durum bozukluklarında rolü unutulmamalıdır. Serotonin, dopamin, norefinefrin de ruh halini etkiler ve bu kimyasalların yerini alan ilaçlar genellikle duygu durum bozukluklarını tedavi etmek için kullanırlar. Psikolojik ve sosyal etmenler de duygu durum bozukluklarını ve depresyonu yaratan sebepler arasındadır. Ruh durumu üzerindeki etkenlerden biri büyük ölçüde kavrayış ve bilincimizdir. Kendimiz ve ilişkilerimiz hakkındaki negatif düşünceler olumsuz ruh hali yaratırken biliş terapisinin amacı insanların idrak şeklini olumlu çevirmektir.
188
ANAHTAR BİLGİLER - Mutluluk ve üzüntü gibi duygularımızdaki günlük değişimler, gün içinde yaşadıklarımızın arkasındaki olumlu veya olumsuz duygular olarak ifade edilen ruh halimizi yansıtır -Günlük yaşamımızda hepimiz depresif durumlar yaşayabiliriz ama duygu durum bozukluğu yaşayan insanlar ruh halini( özellikle olumsuz yoğunluk) yoğun yaşarlar. -Duygu durum bozukluğunun en bilinen belirtisi olumsuz ruh halidir. - Depresyon hafif ama uzun ömürlü ise bu duruma distimi teşhisi konur. Distimi, depresif semptomların en az iki yıl sürdüğü, hafif ama kronik hal almış durumdur. Eğer depresyon devam eder ve daha ciddi bir hal alırsa tanı majör depresif bozukluğuna döner. - Bipolar bozukluk, maniden( aşırı hareketli, enerjik, konuşkan vs) depresyona kadar uzanan ruh halindeki aşırı değişiklikler olarak karakterize edilen psikolojik bozukluktur -Duygu durum bozuklukları, biyolojik,psikolojik ve sosyal değişkenler arasındaki etkileşimden kaynaklanır.
12.4 Şizofreni: Bilincin ve Gerçekliğin Kenarı Şizofreni Yunanca bölünmüş akıl anlamına gelir. Şizofreniyi ilk olarak İsviçreli psikiyatrist Eugen Beuler tanımlamıştır. Bu tanıma göre şizofreni, sanrılar, halüsinasyonlar, gerçeklikten kopukluk, uygunsuz duygulanım, karışık konuşma , sosyal geri çekilme ve uyumlu davranışlarda bozulma semptomları ile ortaya çıkar. Şizofreni en kronik ve en zayıf düşüren psikolojik bozukluk olup erkek ve kadınları eşit oranda etkiler. Şizofreni Semptomları Şizofreniye bir çok semptom eşlik eder ama hastaların tümü göstermez.
bu belirtileri
Semptomlar, olumlu, olumsuz ve bilişsel semptomlar olarak ayrılır. 189
Olumlu semptomlar , normal insanlarda görülmeyen anormal davranış veya tecrübelerin varlığı ile ilgiliyken, olumsuz semptomlar ,normal işleyen düşünce ve davranışlardaki bozulma ve kayıpları içermektedir. Bilişsel semptomlar ise şizofreniye eşlik eden bilişsel süreçlerdeki değişimlerdir. Olumlu semptomlar: Hallüsinasyon, sanrı, raydan çıkma, dağınık davranış, uygunsuz duygulanım, hareket bozukluğu. Olumsuz semptomlar: Sosyal geri çekilme, günlük hayattan zevk alamama, ilgisizlik ve motivasyon kaybı, bozuk zaman duygusu, amaç odaklı aktivite eksikliği, sınırlı konuşma, kötü hijyen ve bakım. Bilişsel Semptomlar: Kötü uygulama, sorun odaklı olma, zayıf problem çözme kabiliyeti, çalışan bellek sorunları. Şizofrenisi olan insanlar halüsinasyondan sürekli mustariptir ve genellikle de sanrı tecrübesi yaşarlar. Şizofrenlerin sık sık karşı karşıya kaldığı durumlardan biri de sonucunu düşünmeden konudan konuya geçmeleri yani başka bir deyişle raydan çıkmalarıdır. Uygunsuz davranış( bir şeyi duyunca kontrolsüz gülme vs.) ya da dağınık davranışlar( uygunsuz cinsel davranışlar vs.) da incelenmesi ve ortaya çıkması olumlu semptomlardır.
Tüm şizofrenler , olumsuz semptomlar göstermez ama bunun yanında kötü sonuçlar göstermeye meyillidirler. Olumsuz semptomlar, günlük hayattan bozulmanın nedenini tahmin etmeye yarayabilirler. Bilişsel semptomların ise dışarıdan fark edilmesi güçtür ama hastanın normal hayatını devam ettirmesini güçleştirir.( bilgiyi kavrayamama ve karar almak için kullanma da zorlanma vs.)
Şizofreniyi Açıklama Şizofreninin tek bir sebebi yoktur. Biyolojik ve çevresel etki çeşitleri birbirleriyle karışık bir ilişki içine girip şizofreninin gelişmesine katkıda bulunabilirler. Moleküler genetik, şizofreniye neden olan özel bir gen bulamamıştır ama sinir görüntüleme teknikleri şizofren bir bireyin beyni ile normal bir bireyin beyni 190
arasında yapısal farklılıklar tespit etmiştir. Şizofren hastalarının korteksinden belirgin bir nöron kaybı göze çarpmaktadır.
serebral
Bazı araştırmacılar ise şizofrenin sebebinin dopamin fazlalığından geldiğine inanmakta ve beyindeki dopamin aktivitesini inhibe edecek tedaviler üzerinde çalışmaktadırlar. Şizofrenin bir sebebinin de yoksulluk, yetersiz beslenme nedeniyle beyin gelişiminde (bebeklik dönemi) yaşanan aksaklıklar olduğuna inanılmaktadır.
ANAHTAR BİLGİLER - Şizofreni, sanrılar, halüsinasyonlar, gerçeklikten kopukluk, uygunsuz duygulanım, karışık konuşma , sosyal geri çekilme ve uyumlu davranışlarda bozulma semptomları ile ortaya çıkar. -Şizofreniye birçok semptom eşlik etse de bunların hepsi tüm hastalarda görülmez. -Şizofren hastası, gerçek ile teması kaybettiği için biz onun psikoz yaşadığını söyleriz. - Şizofrenin olumlu semptomları, hallüsinasyon, sanrı, raydan çıkma, dağınık davranış, uygunsuz duygulanım, hareket bozukluğudur. -Şizofrenin olumsuz semptomları, kosyal geri çekilme, günlük hayattan zevk alamama, ilgisizlik ve motivasyon kaybı, bozuk zaman duygusu, amaç odaklı aktivite eksikliği, sınırlı konuşma, kötü hijyen ve bakımdır. -Şizofrenin bilişsel semptomları, kötü kontrol, sorun odaklı olma, zayıf problem çözme kabiliyeti, çalışan bellek sorunlarıdır. - Şizofreninin tek bir sebebi yoktur. Biyolojik ve çevresel etki çeşitleri birbirleriyle karışık bir ilişki içine girip şizofreninin gelişmesine katkıda bulunabilirler
12.5 Kişilik Bozuklukları Kişilik bozukluğu, uzun dönemli, şiddetli ve dirençli düşünce, duygu ve davranışların kişisel ve sosyal durumlarda problem yaratma durumuyla karakterize edilen bir bozukluktur. 191
Kişilik bozuklukları, üç tip olarak sınıflandırılır. Bunlar garip ya da eksantrik(uçuk) davranış, dramatik veya düzensiz davranış ve endişeli veya çekingen(inhibe) davranış. Garip ya da eksantrik davranış: Paranoya, şizotipal, şizoid. Dranatik ya da düzensiz davranış: Antisosyal, Sınırda olma( borderline), aşırı duygusal, narsistik. Endişeli veya inhibe (çekingen) davranış: Çekingen, bağımlı, obsesif kompulsif Bunlar farklı bozukluklara olarak düşünülse de , kişisel bozukluklar, Eksen 1’de (DSM’de (Zihni Bozuklukların Teşhis ve İstatistik El Kitabı) Axis 1 olarak ifade edilen) ifade edilen daha ciddi psikolojik bozuklukların daha ılımlı versiyonlarıdır.. Örneğin obsesif kompülsif kişilik bozukluğu obsesif kompülsif bozukuğun ılımlı bir versiyonudur. Davranış üzerinde etkisi olan kişilik bozukluklarına bakacak olursak ilk sırada borderline(sınırda) kişilik bozukluğu gelir önemlidir çünkü bu bozukluk intihar ile ilişkilidir. İkinci sırayı ise suç odaklı davranışların sebebi olan anti sosyal kişilik bozukluğu alır.
BORDERLINE(SINIRDA) KİŞİLİK BOZUKLUĞU (BPD) Borderline kişilik bozukluğu(BPD), uzun süren kişilik rahatsızlığına eşlik eden ruh hali dalgalanmaları, değişken ilişkiler, kimlik problemleri, kendi kendini yıkıcı davranış, terk edilme korkusu ve dürtüsel tehditler ile karakterize edilmiş psikolojik bir bozukluktur. BPD’nin hem genetik hem de çevresel kökleri vardır. Genetik bakımdan incelendiğinde BPD hastalarında sinir iletici dengesizlikleri görülür ve bu dengesizlik kalıtımsaldır. Çevresel yönden incelediğimizde ise çocuk ve ailesi arasındaki ilk ilişkilerdeki rahatsızlıkların, çocuğun duygularına yeterli ilgi görememesinin BPD oluşumunda etkili olduğu belirlenmiştir.
192
Anti sosyal Kişilik Bozukluğu (APD) APD, borderline kişilik bozukluğunun aksine öncelikle terk edilme ve yetersizlik duygularını içinde barındırır. APD, çocukluk ve erken ergenlik dönemlerinde dönemlerinde devam eder.
başlayıp yetişkinlik
APD, diğerlerinin haklarını saymama ve bu hakları çiğnerken hiç tasa duymama eğilimi ile karakterize edilmiş bir kişilik bozukluğudur. APD’i olan insanlar, yalan söylerler, diğerlerinde sebep oldukları acıyla ilgili çok az sıkıntı hissederler, insanlara ve hayvanlara şiddet gösterirler, APD’nin gelişiminde hem biyolojik hem de çevresel faktörler etkindir. Genetik açıdan bakacak olursak, beynin sağ yarı küresindeki anormallik, ön lopta gri madde azlığı, biyokimyasal dengesizlikler ilk göze çarpan farklılıklardır. Çevresel etkiler söz konusu olduğunda ise aile ilgisizliği ya da tacizi öne çıkar..
ANAHTAR BİLGİLER - Kişilik bozukluğu, uzun dönemli, şiddetli ve dirençli düşünce, duygu ve davranışların kişisel ve sosyal durumlarda problem yaratma durumuyla karakterize edilen bir bozukluktur - Kişilik bozuklukları, üç tip olarak sınıflandırılır. Bunlar garip ya da eksantrik(uçuk) davranış, dramatik veya düzensiz davranış ve endişeli veya çekingen(inhibe) davranıştır. - Kişisel bozukluklar, Eksen 1’de (DSM’de (Zihni Bozuklukların Teşhis ve İstatistik El Kitabı) Axis 1 olarak ifade edilen) ifade edilen daha ciddi psikolojik bozuklukların daha ılımlı versiyonlarıdır. - Borderline kişilik bozukluğu(BPD), uzun süren kişilik rahatsızlığına eşlik eden ruh hali dalgalanmaları, değişken ilişkiler, kimlik problemleri, kendi kendini yıkıcı davranış, terk edilme korkusu ve dürtüsel tehditler ile karakterize edilmiş psikolojik bir bozukluktur. 193
- APD(anti sosyal kişilik bozukluğu), diğerlerinin haklarını saymama ve bu hakları çiğnerken hiç tasa duymama eğilimi ile karakterize edilmiş bir kişilik bozukluğudur 12.6 Somatoform, Yapay ve Cinsel Bozukluklar Somatoform ve Yapay Bozukluklar Somatoform ve yapay bozuklukların her ikisi de psikolojik bozuklukların fiziksel semptomlarla ilgili olduğu yerlerde ortaya çıkar. Somatofrom bozukluklardaki fiziksel semptomlar gerçek iken, bozukluklarda gerçek değillerdir. Aralarındaki önemli fark budur.
yapay
Somatoform bozukluk, bireyde uzun süren tıbbi bir sorunu düşündüren, fiziksel yakınmaların ön planda olduğu ama tanımlanabilir bir fiziksel sebebi olmayan psikolojik bozukluktur. Eklem ağrılarından, bulantıdan, kas zayıflığı gibi şikayetler gerçektir ve bireyi sıkıntıya sokar ama bu şikayetlerin sebebi psikolojik faktörlere dayanır. Somatoform bozukluğun bir tipi de konversiyon bozukluktur. Konversiyon bozukluk, insanların hiçbir nörolojik açıklaması olmamasına rağmen körlük, hissizlik veya felç gibi belirli nörolojik semptomlar yaşamalarıyla ortaya çıkan psikolojik bir bozukluktur. Kaygı içeren iki somatoform bozukluk vardır. Bunlardan biri vücut dismorfik bozukluk diğeri ise hipokondriyakdır. Vücut dismorfik bozukluk(BDD), kişinin vücuduyla ilgili hayali bir kusur ile uğraşıp durmasıyla ortaya çıkan bir bozukluktur. Hipokondriyak ,kişinin ciddi bir hastalığı olduğuna dair fazlaca endişe duyması ile ilgili psikolojik bozukluktur. Bu endişeyi duyan hastalara, böyle bir durum olmadığını kabul ettirmek çok zordur. Yapay bozukluk yaşayan hastalar da ise somatoform bozukluğun aksine fiziksel bir problem yoktur. Böyle bir duruş sergilemenin nedeni, çoğunlukla hastanedeki gibi ilgi ve alaka görmekten hoşlanmaktır. Yapay bozukluğun daha ciddi hal almış şekli Münchausen sendromu olarak bilinir. Bu sendromu yaşayan kişi, gerçek olmayan semptomları gerçek gibi anlatarak bir ömür boyu arka arkaya hastaneye yatmayı göze almaktadır. 194
Yapay bozukluğun bir tanesi malinger yani hasta numarası yapma sendromudur. Bu sendromda kişi, ödül kazanmak, ilaç sağlamak veya yargılanmak kurtulmak gibi motivasyonlarla akıl ve bozukluğu yaşadığına dair belirtiler uydurur. Somatofrorm ve yapay bozukluk sadece bundan mustarip insanlar için değil problem değildir. Bunların bir sosyal maliyeti vardır(hastane masrafları, ambulans masrafları vs.). Ayrıca gerçekten ihtiyacı olanların yerine hastanelerde yer işgal etmek de ayrı bir problem unsurudur. Cinsel Bozukluklar Cinsel bozukluklar, cinselliği çeşitli şekillerde yaşamak ve cinsellikten çeşitli şekillerde zevk almak etrafında dönen problemlerle ilgilidir. Bu bozukluk, cinsel fonksiyon, cinsel kimlik ve cinsel tercih ile ilgili bozuklukları kapsar.
Cinsel İşlev Bozukluğu Cinsel işlev bozukluğu, fiziki cinsel tepki, cinsellikten zevk almak veya üremek için yetersiz kaldığında ortaya çıkan psikolojik bir bozukluktur. Erkek ve kadınların yaşadığı cinsel işlev bozuklukları birbirinden farklıdır. Cinsel bozuklukları teşhis etmek, fonksiyon bozukluğunun daha çok bireyin kendinde değil de partnerinde olmasından dolayı zaman zaman çok zorlanılan bir durumdur. Hipoaktif cinsel istek bozukluğu, cinsel işlev bozukluklarının en çok rastlanan tipidir ve cinsel isteğin az ya da hiç olmaması halidir. Cinsel isteğin azlığının tanımı yaşa, cinsiyete ve kültürel etkilere göre belirlenir. Kadında cinsel uyarılma bozukluğu, cinsel uyarılmaya tepki olarak ıslanamama veya cinsel uyarılmada sürekli zorluk yaşamayla ortaya çıkan bir bozukluktur. Erkeklerde ereksiyon bozukluğu, cinsel aktiviteyi devam ettirecek yeterli ereksiyonu sağlamayı engelleyecek bozukluktur. Erken boşalma, erkeğin cinsel aktiviteye başlar başlamaz boşalmasıdır. Bunun sebebini net olarak tanımlamak mümkün değildir ama en çok rastlanan cinsel bozukluk olduğu ve birçok erkekte anksiyeteye sebebiyet verdiği aşikardır. Kadınlarda orgazm bozukluğu, kadının orgazm olamaması sorunuyken erkeklerde orgazm bozukluğu, boşalmanın gecikmesi ya da erken olmasıdır. 195
Son olarak diparoni ve vajinismus, cinsel acı bozuklukları olup acı ve istemsiz kasılmalar yaratan ve cinselliği acılı hale getiren rahatsızlıklardır.
Cinsel Kimlik Bozukluğu(GID) Cinsel kimlik , seks ile ilgili kimlik ile ifade edilir. Cinsel kimlik bozukluğu ise, kişinin, biyolojik cinsiyetinden devamlı bir şekilde rahatsız olması, diğer cinsiyetten olmak için sürekli ve güçlü bir arzu göstermesi, önemli derecede stres ve işlev bozukluğu eşliğinde yanlış cinsiyetle doğduğuna inanmasıdır. Cinsel kimlik bozukluğuna neyin neden olduğu kesin olarak bilinememekle beraber, testosteron ve diğer hormonların miktarıyla ilgili olabileceği düşünülmektedir. Cinsel kimlik bozukluğunun sınıflandırmasının , akıl bozukluğu olarak ifade edilmesi çatışmaya açıktır çünkü insanlar bu davranışlarını ya da duygularını bir bozukluk olarak görmemekte, kendilerini işlevsiz gibi hissetmemektedirler. Cinsel Sapkınlık( Paraphilias) Cinsel zevkin ya da doyumun sağlandığı cinsel bozulmadır.
uygunsuz
nesne, aktivite ve insanlardan
Cinsel sapkınlık bazen fantezi olabileceği gibi bazen de cinsel davranış olarak görülebilir. Cinsel sapkınlığı olan insanlar , iki nedenle toplumca reddedilir. Bazı durumlar vardır ki- bunlar pedofili ya da röntgencilik olabilir- davranış kabul edilemez ve kanunsuzdur çünkü karşı tarafın rızası olmadan gerçekleşir. Ama bazı cinsel sapkınlıklar, karşı tarafın rızası olmasına rağmen sıra dışı oldukları için toplumca reddedilirler.
Anahtar Bilgiler - Somatoform bozukluk, bireyde uzun süren tıbbi bir sorunu düşündüren, fiziksel yakınmaların ön planda olduğu ama tanımlanabilir bir fiziksel sebebi olmayan psikolojik bozukluktur. Kaygı içeren iki somatoform bozukluk vardır. Bunlardan biri vücut dismorfik bozukluk diğeri ise hipokondriyakdır. 196
-Yapay bozukluk yaşayan hastalarda ise somatoform bozukluğun aksine fiziksel bir problem yoktur. Böyle bir duruş sergilemenin nedeni, çoğunlukla hastanedeki gibi ilgi ve alaka görmekten hoşlanmaktır - Cinsel işlev bozukluğu, fiziki cinsel tepki, cinsellikten zevk almak veya üremek için yetersiz kaldığında ortaya çıkan psikolojik bir bozukluktur. Erkek ve kadınların yaşadığı cinsel işlev bozuklukları birbirinden farklıdır. Birçok cinsel işlev bozukluğu geçicidir veya terapi ve ilaçla yoluyla tedavi edilebilir. -Cinsel kimlik bozukluğu , kişinin, biyolojik cinsiyetinden devamlı bir şekilde rahatsız olması, diğer cinsiyetten olmak için sürekli ve güçlü bir arzu göstermesi, önemli derecede stres ve işlev bozukluğu eşliğinde yanlış cinsiyetle doğduğuna inanmasıdır - Cinsel kimlik bozukluğunun sınıflandırmasının akıl bozukluğu olarak ifade edilmesi çatışmaya açıktır çünkü insanlar bu davranışlarını ya da duygularını bir bozukluk olarak görmemekte, kendilerini işlevsiz gibi hissetmemektedirler. - Cinsel sapkınlık, cinsel zevkin ya da doyumun uygunsuz nesne, aktivite ve insanlardan sağlandığı cinsel bozulmadır. Cinsel sapkınlığı olan insanlar , iki nedenle toplumca reddedilir. Bazı durumlar vardır ki- bunlar pedofili ya da röntgencilik olabilir- davranış kabul edilemez ve kanunsuzdur çünkü karşı tarafın rızası olmadan gerçekleşir. Ama bazı cinsel sapkınlıklar, karşı tarafın rızası olmasına rağmen sıra dışı oldukları için toplumca reddedilirler.
12.7 Bölüm Özeti Psikologlar, psikolojik bozukluğu tanı ve tedaviye başka bir çabadan daha çok ilgi göstermektedirler. Her 4 Amerikalıdan birinin bir yıl boyunca psikolojik bozukluktan etkilendiği tahmin edilmektedir. Psikolojik bozukluk, belirgin bir sıkıntıya neden olan düşünce, duygu ve davranışların devam eden işlevsizliğidir ve bu durum kişinin çevresi ve kültüründe sapkınlık olarak kabul edilir. Psikolojik bozuklukların teşhisinde bir diğer zorluk ise bu bozuklukların beraber ortaya çıkmasıdır. Bu duruma ek tanı (komorbidite) diyoruz. 197
Akıl bozukluğu damgası insanları hastayken, iyileşirken ve iyileştikten sonra bile etkiler. Tıbbi problemlerde olduğu gibi psikolojik bozukluklarda da hem biyolojik(doğa) hem de çevresel etkiler vardır. Bu nedensel etkiler, hastalığın biyo-psiko- sosyal modeli olarak yansıtılır. Psikologlar, bir davranışın psikolojik bozukluk olup olmadığını anlamak ve bozuklukların hangi davranışı işaret ettiğini çözebilmek için bir kriter yaratmışlardır. Bu kriter,DSM yani Zihni Bozuklukların Teşhis ve İstatistik El Kitabı’dır. DMS, bozukluğun tanımını, bozukluk veya eksikliğin farklı yönleriyle ilgili beş boyuta göre organize eder. Anksiyete, olacak bir şey hakkında sinirlilik ve endişe hissetme halidir ve hayatımızın doğal bir parçasıdır. Genelleştirilmiş anksiyete bozukluğu, panik bozukluk, fobi, obsesif kompulsif bozukluk ve travma sonrası stres bozukluğu ankisyete bozukluğu kapsamına girerler. Dissosiyatif bozukluk, bilinç, kimlik ve bilinç bozukluklarını veya kesintilerini içeren bir durumdur Dissosiyatif Amnezi , dissosiyatif füg ve dissosiyatif kimlik bozukluğu dissosiyatif bozukluk şekilleridir. Duygu durum bozukluğu, ruh halinin insanı fiziksel, algısal, sosyal ve biliş süreçlerinde negatif etkilemesiyle ortaya çıkan psikolojik bir bozukluktur. Distimi, majör depresif bozukluk ve bipolar bozukluğu, duygu durum bozukluğu kapsamı içindedir. Şizofreni, sanrılar, halüsinasyonlar, gerçeklikten kopukluk, uygunsuz duygulanım, karışık konuşma , sosyal geri çekilme ve uyumlu davranışlarda bozulma semptomları ile ortaya çıkar. Kişilik bozukluğu, uzun dönemli, şiddetli ve dirençli düşünce, duygu ve davranışların, kişisel ve sosyal durumlarda problem yaratma durumuyla karakterize edilen bir bozukluktur. Kişilik bozuklukları, üç tip olarak sınıflandırılır. Bunlar garip ya da eksantrik(uçuk) davranış, dramatik veya düzensiz davranış ve endişeli veya çekingen(inhibe) davranıştır. En önemli iki kişilik bozukluğu, borderline kişilik bozukluğu( BPD) ve antisosyal kişilik bozukluğudur( APD).
198
Somatoform bozukluk, bireyde uzun süren tıbbi bir sorunu düşündüren, fiziksel yakınmaların ön planda olduğu ama tanımlanabilir bir fiziksel sebebi olmayan psikolojik bozukluktur. Kaygı içeren iki somatoform bozukluk vardır. Bunlardan biri vücut dismorfik bozukluk diğeri ise hipokondriyakdır. Yapay bozukluk yaşayan hastalar da ise somatoform bozukluğun aksine fiziksel bir problem yoktur. Böyle bir duruş sergilemenin nedeni, çoğunlukla hastanedeki gibi ilgi ve alaka görmekten hoşlanmaktır. Cinsel işlev bozukluğu, fiziki cinsel tepki, cinsellikten zevk almak veya üremek için yetersiz kaldığında ortaya çıkan psikolojik bir bozukluktur. Cinsel kimlik bozukluğu , kişinin, biyolojik cinsiyetinden devamlı bir şekilde rahatsız olması, diğer cinsiyetten olmak için sürekli ve güçlü bir arzu göstermesi, önemli derecede stres ve işlev bozukluğu eşliğinde yanlış cinsiyetle doğduğuna inanmasıdır. Cinsel kimlik bozukluğunun sınıflandırmasın akıl bozukluğu olarak ifade edilmesi çatışmaya açıktır çünkü insanlar bu davranışlarını ya da duygularını bir bozukluk olarak görmemekte, kendilerini işlevsiz gibi hissetmemektedirler. Cinsel sapkınlık, cinsel zevkin ya da doyumun insanlardan sağlandığı cinsel bozulmadır
uygunsuz nesne, aktivite ve
Bölüm 13
Psikolojik Bozuklukları Tedavi Etmek Psikolojik bozukluklar, bireysel, toplumsal ve ekonomik sıkıntılar yaratan olgulardır. Bozukluklar, insanların hayatlarını, işlerini ve ilişkilerini verimli şekilde sürdürmelerine engeldir. Bu bölümün amacı , çeşitli problemler doğuran bu bozuklukların tedavi tekniklerini gözden geçirmektir. Psikologlar, bozukluğun sebeplerini, biyo-psikososyal olarak tamamladıkları için tedaviler de doğal olarak psikolojiyi, biyolojiyi ve sosyal yaklaşımları temel almaktadır. Psikolojik yaklaşım, bireylere veya ailelere psikolojik terapi uygulayarak bozukluğu azaltır.
199
Biyomedikal yaklaşım, ilaç, elektorkonvülsif terapi, transkranial manyetik stimülasyon ve psikoşirurji uygulamaları ile bozukluğu azaltma yoluna girer. Sosyal yaklaşım, grup, çift ve aile terapileriyle yani sosyal çevre değişiklikleriyle beraber bozuklukla mücadele eder.
13.1 Bozukluğun Yüzleşerek Azaltılması: Psikoterapi Psikolojik bozukluk için tedavi, kişinin danışman ya da terapisti ziyaretiyle başlar. Terapist ilk önce resmi bir psikolojik değerlendirme yoluyla yani hastanın psikolojik durumu ve akıl sağlığı ile ilgili bir analizle hastanın ihtiyaçlarını sistemli bir şekilde öğrenecektir. Değerlendirme sırasında terapist hastasına kişilik testi (MMPI) verebilir ve hastasıyla görüşme yapabilir. Bunların yanında terapist aileden veya okul personelinden de bilgi toplayabilir. Bazı bozukluklarda( cinsel problemler vb.) ise ilaç tedavisi tercih edilen bir harekettir. İlaç ve psikolojik değerlendirme tamamlandıktan sonra terapist, bütün detayları DSMI(Zihni Bozuklukların Teşhis ve İstatistik El Kitabı)’den sağlayarak resmi bir teşhis koyar. Tanı konduktan sonra sıra etkili olacağını düşündüğü terapiyi seçmektedir. Terapi yaklaşımlarından biri psikoterapidir. Psikoterapi,çatışmaların ve içgörünün iletişimini teşvik etmek için tasarlanmış bir psikolojik bozukluk tedavi tekniğidir. Psikoterapi, hastanın problemlerin, değerlendirme, tedavinin şeklini planlama, değişiklik için amaç oluşturma, tedavi ve hastanın ilerlemesini değerlendirme aşamalarını kapsar.
Psikodinamik Terapi Psikodinamik terapi, terapistlerin, hastalarına, kişiliğin bilinçaltı dinamiklerini keşfetme konusunda yardımcı olmaları gerektiğini söyleyen Freudyen ve Yeni Freudyen kişilik teorilerine dayalı psikolojik tedavi yöntemidir. Psikodinamik teoride , terapist , bir koltukta uzanan hastasıyla genellikle birebir temas kurar. Amaç, kişinin, semptomlara neden olan bilinçaltı problemlerinin altını çizerek ona yardımcı olmaya çalışan terapistine endişelerini anlatabilmesidir. Terapist, hastasının, aklına ne gelirse söylediği, hiçbir kısıtlama yapmadan anlattığı şeyleri 200
dinler. Bunun yanında hastadan rüyalarını anlatması istenebilir. Eğer bu olursa terapist, rüya analizini kullanarak hastasının bilinçdışı düşüncelerini derinleme inceleme çabasına girer. Psikoterapinin amacı, bozukluğun bilinçaltındaki sebeplerini bulmaktır. Fakat hastalar bu duruma çoğu zaman direnç gösterirler ve savunma mekanizmalarını, bilinçaltlarındaki acı dolu duygulardan kaçınmak için kullanırlar.. Bu yolda randevularını kaçırabilirler ya da terapistlerine saldırganca davranabilirler. Terapist bu durumda hastasına bu direncin nedenlerini kavrama konusunda yardımcı olmaya çalışır ve seanslar aktarıma yol açabilir. Örneğin, hasta anne veya babasından gelen suçluluk duygusunu terapiste yönlendirebilir. Bazı terapistler bu aktarımın, saklı çatışmaları çözmeye izin verdiğini ve cesaret verici olduğunu düşünmektedirler. Geleneksel psikoanalize dair bir çekince varsa o da seansların haftalar, aylar hatta yıllar sürmesi ve binlerce dolara mal olmasıdır.
Hümanistik Terapi Hümanistik terapi, Carl Rogers ve diğer hümanistik psikologların kişilik teorilerine dayanır. Hümanistik teorinin dayandığı temel fikir şudur; insanlar, kendileri ve diğerleri tarafından üzerlerine yıkılan yükleri ve beklentileri taşımak zorunda kaldıkları zaman psikolojik sorunlar geliştirirler. Bu tespitten hareketle hümanistik terapi kişinin kendini kanıtlaması ve tamamlaması üzerinde durmaktadır. Hümanistik terapinin amacı, insanlara amaçlarına ulaşmakta yardım etmektir. Carl Rogers, terapistin, kişiye yargılama yapmayan rahat bir çevre sağlayarak gelişmesini sağlayan bir yaklaşım olan kişi merkezli terapiyi geliştirmiştir. Psikodinamik ve hümanistik terapiler, öncelikle genelleştirilmiş anksiyete, ruh durum bozuklukları veya kendini iyi hissetmek isteyen insanlarda kullanılır. Bilişsel davranış terapisi (CBT) ise psikolojik bozuklukları, bilişsel ve davranışsal ilkeleri temel alan sistematik süreç yoluyla azaltmaya çalışan bir yaklaşımdır. CBT, duygularımız, davranışlarımız ve düşüncelerimiz arasında yinelenen bir bağ olduğu fikrine dayanır( bunalım-kötü düşünce-kötü düşüncekötü davranış) CBT, psikotik, kullanılmaktadır.
anksiyete,
duygu
durum,
kişilik
vb.
bozukluklarda 201
Bilişsel Davranış Terapisinin Davranışsal Yönleri Davranış terapisi, öğrenme ilkelerine dayanan bir psikolojik terapidir. Ödül veya yasaklamayı kullanan edimsel koşullanma direkt bir yaklaşımdır. Güçlendirme ise insanlara yeni beceriler öğretmek için kullanılabilir. Eğer bozukluk anksiyete ya da fobiyse CBT’nin amacı korkutucu uyarıcının etkin tepkilerini azaltmaktır. Maruz kalma terapisi, terapiye alınan kişilerin kendilerinde anksiyete oluşturan durumlarla yüzleştirilmesi tekniğidir. Amaç, kişilere, kendilerinde anksiyete yaratan durum azalıncaya kadar anksiyeteye maruz kalmaları konusunda cesaret vermektir. Maruz kalma terapisi çoğu zaman daha kademeli yapılır. Sistematik duyarsızlaşma, korkutucu nesne ya da durumu rahatlatıcı hayal etme veya tecrübe etmeyle rahatlatıcı egzersizleri birleştiren davranış terapisidir. Sistematik duyarsızlaşma, karşı şartlanma tekniğini kullanır. Bazen hastalar için tecrübe yaratmak çok zor ve maliyetlidir. Sanal gerçeklik terapisi bu durumlarda devreye girer ve terapistler , sistematik duyarsızlaşma programında bilgisayar tarafından oluşturulan korkutucu uyarıcıya ait üç boyutlu ve gerçekçi görüntüler kullanırlar. Sanal gerçeklik teorisi, ekonomiktir ve zaman kaybı olmadan terapistin odasında bile gerçekleştirilebilir. Hoşlanmama teorisi, arzulanmayan davranışın sıklığını azaltmak için kullanılan pozitif yasaklama terapisidir. Örneğin alkolizm, bu terapi türüyle tedavi edilebilir.
Bilişsel Davranış Terapisinin Bilişsel Yönleri Bilişsel terapi, bozukluğa katkıda bulunan hatalı veya bozuk inançların tanımlanmasında hastalara yardım eden psikolojik bir tedavidir. Bilişsel terapinin amacı, insanların olumlu düşünmesini sağlamaktan çok doğru düşünmesini sağlamaktır.
202
Psikiyatrist Aaron T. Beck ve psikolog Albert Ellis bilişsel terapinin ilkelerini oluşturmuşlardır. Ellis yaklaşımını, rasyonel duygusal davranış terapisi ya da rasyonel duygusal terapi diye adlandırmıştır. Bu terapide , terapistin amacı irrasyonel düşünce kalıplarına meydan okuyarak, hastanın bunları rasyonel olanlarla değiştirmesine yardımcı olmak ve böylece daha uygun duygusal davranış veya tepkilere ulaşmayı sağlamaktır. Beck’in bilişsel terapisinde ise amaç kısa dönem bir terapi uygulayarak üretken olmayan düşünceleri değiştirmektir.
Kombinasyon (Eklektik) Terapi Yaklaşımları Eklektik terapi, hasta için hangi teknik uygunsa terapistin onu kullanmasını üzerine kurulu bir yaklaşımdır. Eklektik terapi yaklaşımına bir örnek olarak borderline kişilik bozukluğunun tedavisinde kullanılan diyalektik davranış terapisini gösterebiliriz. Bu terapide, terapist , hastasının herhangi bir zamandaki duygusunu , bazı duygu ve davranışların uyumsuz olduğu bilgisi verilmeden ve hastaya daha iyi seçenekler sunulmadan , kabul etmeyi ve geçerli kılmayı amaç edinir. Terapist, bireysel ve grup terapisi kullanır ki hastasının kişilerarası etkinliği ve tolerans becerisi artsın ve gelişsin.
Anahtar Bilgiler -Psikodinamik terapi, terapistlerin hastalarına kişiliğin bilinçaltı dinamiklerini keşfetme konusunda yardımcı olmaları gerektiğini söyleyen Freudyen ve Yeni Freudyen kişilik teorilerine dayalı psikolojik tedavi yöntemidir - Hümanistik terapi, Carl Rogers ve diğer hümanistik psikologların kişilik teorilerine dayanır. Hümanistik teorinin dayandığı temel fikir şudur; insanlar, kendileri ve diğerleri tarafından üzerlerine yıkılan yükleri ve beklentileri taşımak zorunda kaldıkları zaman psikolojik sorunlar geliştirirler. Bu tespitten hareketle hümanistik terapi kişinin kendini kanıtlaması ve tamamlaması üzerinde durmaktadır. -Davranış terapisi, gözlemsel öğrenme gibi klasik ve edimsel koşullanma ilkelerine başvurur. Böylece uyumsuz davranışlar elimine edilebilir ve uyumlu olanlarla yer değiştirebilir. 203
- Psikiyatrist Aaron T. Beck ve psikolog Albert Ellis bilişsel terapinin ilkelerini oluşturmuşlardır. Böylece hastalarının olumsuz düşüncelerini durdurup onları daha tarafsız olanlarla değiştirmelerine yardımcı olmuşlardır. - Eklektik terapi, hasta için hangi teknik uygunsa terapistin onu kullanmasını üzerine kurulu bir yaklaşımdır ve kullanılan en genel tedavi yaklaşımıdır. 13.2 Bozukluğu Biyolojik Olarak Azaltmak: İlaç ve Beyim Terapisi Biyomedikal terapiler, psikolojik bozukluğu, merkezi sinir sisteminin hareketini etkileyerek azaltacak şekilde oluşturulmuş tedavilerdir. Bu terapiler, elektorkonvulsif teori(ECT), stimülasyom(TMS) ve psikoşirüji’dir
transkranial
manyetik
İlaç Terapileri Psikologlar, beyindeki sinir ileticilerin dengesinin akıl sağlığı için önemli olduğuna inanırlar. Eğer kimyasalların dengesi uygunsa kişinin akıl sağlığı kabul edilebilirdir. Denge bozulduğunda psikolojik bozukluk ortaya çıkar. En sık kullanılan biyolojik tedavi, ilaçlar kullanarak merkezi sinir sistemindeki sinir ileticilerinin üretiminin ve geri alımının etkilenmesidir. Psikolojik Bozuklukları Tedavide Kullanılan Genel İlaçlar Psikostimülanlar: Birçok olayda, kısa dönemli olarak hiperaktiviteyi ve dikkat bozukluğunu azaltmada çok etkindir. (Ritalin, Dexedrine, Adderall) Antidepresanlar: Depresyon, anksiyete, fobi ve obsesif kompülsif bozukluk tedavisinde kullanılır. Ruh durumunu, merkezi sinir sistemindeki sinir ileticilerini dengelemeye çalışacak şekilde yükseltirler. ( Elavil, Tofranil, Prozac, Parnate, Effexor ) Duygu durum Dengeleyiciler: Bipolar bozuklukla ilişkili ruh hali dalgalanmalarında etkin azalma sağlarlar. (Eskalith, Lithobid, Depakene) Antianksiyete İlaçları: GABA sinir ileticisinin hareketlerini arttırarak çalışan ilaçlardır.(Valium, Xanax) 204
Antipsikotikler: Serotonin iletimini arttırarak ve dopamin iletimini azaltarak şizofreninin negatif semptomlarını azaltırlar.(Thorazine, Haldol, Clozaril, Risperdal) Uyarıcıları Kullanarak Dikkat Eksikliği/ Hiperkaktivite (ADHD) Tedavi Etmek
Bozukluğunu
ADHD’yi tedavi için genellikle reçete edilen ilaçlar psikostimülanlardır(Ritalin, Dexedrine, Adderall). Uyarıcılar, ADHD’nin ana semptomlarını yani dikkatsizliği, dürtüselliği ve hiperaktiviteyi -çoğunlukla bunları alan çocuklarda- arttırırlar.. Ama ilacın etkisi çok çabuk tükenir. İlaç dozajları çocuktan çocuğa değişir ve doğru bileşimi bulmak zaman alabilir. Hiperaktiviteyi, psikostimulanlarla tedavi etmeye çalışmak etkinliği yüzünden şaşırtıcı gelebilir. Eğer yüksek oranda uyarıcı alınırsa, bunlar aktiviteyi arttırırlar . Fakat daha az uyarıcı dikkati geliştirir ve motor aktiviteyi azaltır. Psikostimulanların çocuklardaki en belirgin yan etkisi, iştah azalması, kilo kaybı ve uyku problemleridir. Antidepresan Tedavileri Antidepresan tedavileri, duygu durumu(ruh hali) geliştirmek üzere tasarlanmıştır. Depresyon, anksiyete, fobi ve obsesif kompülsif bozukluk tedavisinde kullanılmaktadırlar ve en çok reçete edilen antidepresan seçici serotonin geri alım inhibitörleridir(SSRIs. Selective Serotonin Reuptake Inhibitors) SSRI’lerin gençler ve genç yetişkinler arasında intihar olasılığını arttırdığına dair endişeler mevcuttur çünkü bu ilaçlar hastalara fazla enerji vererek çalışırlar ve böylece insanlara planladıkları intiharı gerçekleştirme gücü verirler. Bu yüzden SSRI’lerin üstüne uyarı etiketleri konulması ve doktorların bu yaş grubuna ilaç verirken daha dikkatli olması gibi tedbirler alınmıştır.
Antianksiyete İlaçları Antianksiyete ilaçları, acıyı ya da korkuyu azaltmaya yardımcı olacak şekilde tasarlanmış ilaçlardır. Artan GABA ( gamma-aminobutyric acid) miktarı otonom 205
sinir sistemindeki sempatik bölümünün hareketini inhibe ederek rahatlatıcı bir deneyim yaratır. Antianksiyete ilaçlarının en yaygın sınıfı benzodiazepin diye bilinen sakinleştiricilerdir. Antipsikotik İlaçlar Antipsikotik ilaçlar (nöroleptik) , şizofreni ve psikotik bozukluklarla ilgili semptomları tedavi etmek için kullanılan ilaçlardır( Thorazine, Haldol, Clorazil, Risperdal) Antipsikotikler, şizofreninin olumlu semptomlarını limbik sistemde bulunan sinapsteki dopamin iletim hızını düşürerek , azaltırlar ve serotonin seviyelerini etkileyerek olumsuz semptomları geliştirirler.
Beyne Doğrudan Müdahale Terapileri Ciddi bozukluklarda, beyin ameliyatı ya da beyindeki elektriksel aktivite yoluyla beyni direkt etkilemek tercih edilebilir. ECT(elektrokonvulsif terapi) , beyinden elektrik akımı geçirilerek yapay kısa bir nöbet geçirilmesini sağlar. ECT, beyin kimyasında ruhsal hastalıkların belirtilerini geriye döndürebilen değişiklikler yaratabilir. ECT, intihar düşüncelerini azaltır. Diğer yandan ECT’nin olumlu etkileri her daim sürmez, ECT tecrübesi yaşayanların yarısından fazlası , antidepresan ilaçların bu sonuçları azaltmasına yardım etmesine rağmen bir yıl içinde eski haline dönebilir. Daha yeni ve daha yumuşak beyin uyarım metodu transkranial manyetik stimulasyondur( TMS). TMS, uyarıcı bir bobin aracılığı ile oluşan çok güçlü bir manyetik alan tarafından beyne elektrik verilerek psikolojik bozukluğun azaltılması için tasarlanmış tıbbi bir süreçtir. TMS, nöbete ve hafıza kaybına neden olmadan çalışabilir ve ECT kadar etkin olabilir. TMS, şizofreni ve Parkinson rahatsızlıklarının tedavisinde de kullanılabilir.
ANAHTAR BİLGİLER -Psikostimulanlar, genel olarak ADHD semptomlarını azaltmak için reçete edilirler. 206
-Antipsikotik ilaçlar şizofreni tedavisinden önemli rol oynarlar. Şizofreniyi tedavi etmezler ama onun olumlu, olumsuz, bilişsel semptomlarını azaltarak bu hastalıklar yaşamayı kolaylaştırabilirler. -Antidepresanlar, depresyon, anksiyete, fobi ve obsesif kompülsif bozukluk tedavisinden kullanılır. Ruh durumun u, merkezi sinir sistemindeki sinir ileticileri dengelemeye çalışacak şekilde yükseltirler - Antianksiyete ilaçları, acıyı ya da korkuyu azaltmaya yardımcı olacak şekilde tasarlanmış ilaçlardır. Genelleştirilmiş anksiyete bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk, post travmatik stees bozukluğu ve panik bozukluğu tedavi için reçete edilirler. -ECT(elektrokonvulsif terapi) , beyinden elektrik akımı geçirilerek yapay kısa bir nöbet geçirilmesi sağlar. ECT, beyin kimyasında ruhsal hastalıkların belirtilerini geriye döndürebilen değişiklikler yaratabilir -Daha yeni ve daha yumuşak beyin uyarım metodu transkranial manyetik stimulasyondur( TMS). TMS, uyarıcı bir bobin aracılığı ile oluşan çok güçlü bir manyetik alan tarafından beyne elektrik verilerek psikolojik bozukluğun azaltılması için tasarlanmış tıbbi bir süreçtir 13.3 Sosyal Durumu Değiştirerek Bozukluğu Azaltmak Korunma ve tedavi büyük ölçüde insanın içinde yaşadığı sosyal durumdan etkilenir. Gruplar, Çiftler ve Aile Terapisi Grup terapisi, hastaların diğerleriyle beraber psikolojik tedavi aldığı psikoterapidir. Genellikle 6 ile 10 kişiden oluşan grubu bir profesyonel yönetir ve katılımcılar için bir destek ve güvenli duygu atmosferi yaratılır. Grup terapisi, insanların endişe ve problemlerini paylaştıkları, durumlarını daha iyi anladıkları güvenli bir alandır. Grup terapisi bazen yakın ilişki içinde olanları hedef alarak icra edilir. Çiftler terapisi, flört eden ya da evli iki kişinin ilişkisi hakkında bir uygulayıcı eşliğinde kaygıları ve sorunları tartışmak üzere bir araya geldiği tedavi yöntemidir. Bu terapiler, çoğunlukla ilişkiden beklenenin ne olduğu hakkında eğitim verici nitelikte olur.
207
Aile terapisi, ailelerin bir terapist ile buluşmasıdır. Bu terapinin dayandığı temel şudur; problem sadece birini bile etkilese , bu ailedeki diğer insanlarla olan ilişkinin bir sonucudur. Kendi Kendine Yardım Grubu Sosyal destek almanın bir yolu da kendi kendine yardım gruplarına katılmaktır. Kendi kendine yardım grubu, psikolojik bozukluğu çözmek ya da iyi durumlarını geliştirmek için ortak bir istek paylaşanları gönüllü birliğidir. Kendi kendine yardım gruplarının altında yatan fikirle grup terapisi fikri benzerdir. Kendi kendine yardım gruplarının hitap ettiği topluluk daha geniştir.
Toplum Ruh Sağlığı: Hizmet ve Koruma Toplum ruh sağlığı hizmetleri, toplum düzeyinde katkı veren psikolojik tedavi ve müdahalelerdir. Bu hizmetler, hemşireler, psikologlar, sosyal işçilerle okul hastane , polis istasyonu gibi yerlerde görev yapan profesyoneller tarafından verilir. Geleneksel terapinin aksine, toplum ruh sağlığı hizmetlerinin ana amacı korumadır. Toplumsal koruma, asıl, ikincil ve üçüncü koruma üç aşamaya odaklanır. Birincil koruma, topluma ait tüm üyelerin terapi aldığı korumadır. İkincil koruma daha sınırlıdır ve belli bir bozukluk için risk faktörü taşıyan ve ihtiyaç duyan belli insanlara odaklanmıştır. Risk faktörü, belli bir bireyin sosyal, çevresel ve ekonomik kırılganlıklarda geliştirmesi muhtemel bozukluktur. Üçüncü koruma ise bozukluk tanısı konmuş insanlar üzerine odaklanan tedavidir. Toplumsal müdahalenin amacı ise insanlara problemleriyle normal hayatlarını sürdürebilme kolaylığı sağlamaktır.
Anahtar Bilgiler
208
- Grup terapisi, müşterilerin diğerleriyle beraber psikolojik tedavi aldığı psikoterapidir. Grubu, profesyonel eğitim görmüş bir terapist yönetir. Grup terapinin çeşitleri aile ve çiftler terapisidir. - Kendi kendine yardım grubu, psikolojik bozukluğu çözmek ya da iyi durumlarını geliştirmek için ortak amacı olanların oluşturduğu gönüllü birliktir. -Sağlık hizmet programlarının amacı, bozuklukların yayılmasın veya ortaya çıkmasını engellemek için çocuklukta veya erken gençlikte müdahalelerde bulunmaktır. Bu koruma, birincil, ikincil veya üçüncü derecede koruma olarak sınıflandırılır. 13.4 Tedavi ve Korumanın Değerlendirilmesi Psikologlar, tıbbi tedavilerin etkisini değerlendirmek çalışmalar yaparlar. Bu çalışmalara sonuç araştırması diyoruz. Sonuç araştırmasında bağımsız değişken tedavinin tipidir. Bağımlı değişken hasta tarafından sağlanan yarar iken cinsiyet, yaş, hastalığın ciddiyeti ve önceki psikolojik geçmiş yani hastanın özellikleri kontrol değişkenleri olarak araştırmaya dahil edilir. Sonuç araştırmasının geçerliliğine tehdit olarak doğal gelişmeyi gösterebiliriz. İnsanların tedavi olmadan zaman için daha iyi olmasına doğal gelişme diyoruz. Terapi çalışırken başka bir olasılıksa , terapi şeklinin önem arz etmemesidir. Nonspesifik tedavi etkisi denen şey , hastanın terapiye gelmesi ama terapide neler olduğunun önemi olmadan zaman içinde iyileşmesidir. Yani terapiye gitmek hiçbir şey yapmamaktan bir bakıma daha iyi gelmiştir.. Plasebo etki ise umulanın sonucunda ortaya çıkan gelişimin tedavinin gerçek etkisinden daha iyi olması durumudur.
Psikolojik Terapinin Etkisi Bazı sonuç çalışmaları, tedavi gören gruplarla görmeyenleri karşılaştırarak etkinlik ölçmeye çalışır.
209
Grup karşılaştırmasına alternatif olarak ; plasebo alan grupla gerçek tedavi gören grubu karşılaştırmak dikkate alınabilir. Diğer bir sonuç çalışması ise farklı yaklaşımları birbiriyle karşılaştırmaktır. Örneğin Herbert, sosyal beceriler eğitiminin, sosyal anksiyete bozukluğu tedavisi ve bilişsel davranışsal terapi ile birlikte sonuçları çok yukarı çekip çekemeyeceğini test etmiştir. Diğer çalışmalar psikoanalizin kısa periyotlarını, anksiyete bozukluğu, bilişsel terapi ve humanistik terapideki uzun dönemli psikoanaliz ile karşılaştırma şeklindedir. Meta analiz , var olan çalışmaların sonuçlarını , ilişki kurmak ve sonuç çıkarmak için kullanan istatiksel tekniktir. Meta analizin önemi psikoterapinin etkisini analiz edebilmesidir. Biyomedikal Terapinin Etkisi Meta analiz, ilaç tedavilerinin destekler.
psikolojik bozukluklar üzerinden etkinliğini
Duygu durum bozuklukları için antidepresan alan insanlar kendilerini iyi hissederken fobilerde ilaçların yardımı daha azdır. Bazı gelişimler ise plasebo etkisinin sonucu ortaya çıkabilir ama ilaç tedavisi bir şekilde çalışır ve en azından kısa dönemde etkindir. İlaç tedavileriyle ilgili problem, geçici rahatlık sağlamaları ve bozukluğun nedenini tedavi etmemeleridir. Yaşlı hastalar, akıl hastalıkları için ilaç kullandıklarında duyarlılıkları yüksek olduğundan sıkıntı yaşayabilmektedirler. İlaç tedavisi için kararlar çok dikkatli alınmalı ve bu kararlar kişinin ihtiyaçlarını temel almalıdır.
ANAHTAR BİLGİLER -Sonuç araştırması, doğal gelişim, nonspesifik tedavi ve plasebo etkisi tedavilerinin farklılıklarını ortaya koymak için tasarlanmıştır. 210
-Meta-analiz çalışmalar hakkında ilişki kurmak ve sonuç çıkarmak için kullanılır -Araştırma psikolojik tedavi görmenin görmemekten daha iyi olduğunu gösterir ama birçok sonuç nonspesifik etkilere uygundur. Bütün iyi terapiler, insanlara , kendileri hakkında dikkatli düşünme ve diğerleriyle iyi ilişkiler kurma umudu vermeye çalışır. -İlaç tedavileriyle ilgili problem. geçici rahatlık sağlamaları ve bozukluğun nedenini tedavi etmemeleridir. -Hükümetler tarafından desteklenen toplum akıl sağlığı programları etkilidir ama koruyucu etkileri birçok durumda çok kısıtlı kalmaktadır.
BÖLÜM ÖZETİ Psikolojik bozukluklar, bireysel, toplumsal ve ekonomik sıkıntılar yaratan olgulardır. Bozukluklar, insanların hayatlarını, işlerini ve ilişkilerini verimli şekilde sürdürmelerine engeldir. Psikologlar, bozuklukların sebeplerini, biyopsiko-sosyal olarak tamamladıkları için tedaviler de doğal olarak psikolojiyi, biyolojiyi ve sosyal yaklaşımları temel almaktadır. Psikolojik bozukluk için tedavi psikoloğun resmi değerlendirmesi ile başlar. Buna ek olarak hasta, doktor tarafından görülerek potansiyel fiziksel bir rahatsızlığı olup olmadığı tespit edilir. Psikoterapi , hastanın bozukluklarla yüzleşmesi ve bunu azaltmak için terapistle çalışmasıdır. Psikodinamik terapi, terapistlerin hastalarına ,kişiliğin bilinçaltı dinamiklerini keşfetme konusunda yardımcı olmaları gerektiğini söyleyen Freudyen ve Yeni Freudyen kişilik teorilerine dayalı psikolojik tedavi yöntemidir. Bu terapide hastadan rüyalarını anlatması istenebilir. Eğer rüya anlatımı gerçekleşirse terapist, rüya analizini kullanarak hastasının bilinçdışı düşüncelerini derinlemesine inceleme çabasına girer.
211
Hümanistik terapi, Carl Rogers ve diğer hümanistik psikologların kişilik teorilerine dayanır. Hümanistik teorinin dayandığı temel fikir şudur; insanlar, kendileri ve diğerleri tarafından üzerlerine yıkılan yükleri ve beklentileri taşımak zorunda kaldıkları zaman psikolojik sorunlar geliştirirler. Bu tespitten hareketle hümanistik terapi kişinin kendini kanıtlaması ve tamamlaması üzerinde durmaktadır. Bilişsel davranış terapisi (CBT), bilişsel ve davranışsal ilkeleri temel alan sistemik süreçler yoluyla psikolojik rahatsızlıkları azaltma denemeleri yapan bir yaklaşımdır. Bilişsel davranış terapisinin davranışsal yönü ödül veya yasaklamayı kullanır. Eğer bozukluk anksiyete ya da fobiyse, CBT’nin amacı korkutucu uyarıcının etkin tepkilerini azaltmaktır.. Sistematik duyarsızlaşma, korkutucu nesne ya da durumu rahatlatıcı hayal etme veya tecrübe etmeyle rahatlatıcı egzersizleri birleştiren davranış terapisidir. Sistematik duyarsızlaşma, karşı şartlanma tekniğini kullanır. Hoşlanmama teorisi, arzulanmayan davranışın sıklığını azaltmak için kullanılan pozitif yasaklama terapisidir Bilişsel terapi, bozukluğa katkıda bulunan hatalı veya bozuk inançların tanımlanmasında hastalara yardım eden psikolojik bir tedavidir. Eklektik terapi, hasta için hangi teknik uygunsa terapistin onu kullanmasını üzerine kurulu bir yaklaşımdır. Biyomedikal terapiler, merkezi sinir sisteminin hareketlerini etkileyen psikolojik bozukluğu azaltmak tasarlanmış terapilerdir. ADHD’yi(dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu) tedavi için genellikle reçete edilen ilaçlar psikostimülanlardır(Ritalin, Dexedrine, Adderall). Antidepresan tedavileri, duygu durumu(ruh hali) geliştirmek üzere tasarlanmıştır. Depresyon, anksiyete, fobi ve obsesif kompülsif bozukluk tedavisinde kullanılmaktadırlar ve en çok reçete edilen antidepresan seçici serotonin geri alım inhibitörleridir(SSRIs. Selective Serotonin Reuptake Inhibitors) Antianksiyete ilaçları, acıyı ya da korkuyu azaltmaya yardımcı olacak şekilde tasarlanmış ilaçlardır. Antianksiyete ilaçlarının en yaygın sınıfı benzodiazepin diye bilinen sakimleştiricilerdir.
212
Antipsikotik ilaçlar (nöroleptik) , şizofreni ve psikotik bozukluklarla ilgili semptomları tedavi etmek için kullanılan ilaçlardır( Thorazine, Haldol, Clorazil, Risperdal) Antipsikotikler, şizofreninin olumlu semptomlarını limbik sistemde bulunan sinapsteki dopamin iletim hızını düşürerek , azaltırlar ve serotonin seviyelerini etkileyerek olumsuz semptomları geliştirirler. Grup terapisi, müşterilerin diğerleriyle beraber psikolojik tedavi aldığı psikoterapidir. Grup terapisi, insanların endişe ve problemlerini paylaştıkları, durumlarını daha iyi anladıkları güvenli bir alandır. Sosyal destek almanın bir yolu da kendi kendine yardım gruplarına katılmaktır. Kendi kendine yardım grubu, psikolojik bozukluğu çözmek ya da iyi durumlarını geliştirmek için ortak bir istek paylaşanları gönüllü birliğidir. Toplum ruh sağlığı hizmetleri, toplum düzeyinde katkı veren psikolojik tedavi ve müdahalelerdir. Toplumsal koruma, asıl, ikincil ve üçüncü koruma üç aşamaya odaklanır. Sonuç araştırması, doğal gelişim, nonspesifik tedavi ve plasebo etkisi tedavilerinin farklılıklarını ortaya koymak için tasarlanmıştır. İlaç tedavileriyle ilgili problem geçici rahatlık sağlamaları ve bozukluğun nedenini tedavi etmemeleridir. Bölüm 14
Sosyal Hayatlarımızdaki Psikoloji Sosyal psikoloji, nasıl hissettiğimizi, ne düşündüğümüzü, diğer insanlara nasıl davrandığımızı ve diğer insanların bizim düşüncelerimizi, duygularımızı ve davranışlarımızı nasıl etkilediğini gösteren bilimsel bir çalışmadır. Bu bölümde sosyal bilişin ilkeleri, tutum, fedakarlık, saldırganlık ve uygunluk gibi davranışlarımızı, sosyal normları derinlemesine incemeleye ve açıklamaya çalışacağız. Sosyal biliş, kendimizin ve diğerlerinin davranışlarını tahmin etmemize ve anlamamıza yardım eden düşünce sisteminin bir parçasıdır.
213
Tutum ile kastettiğimiz şey ise insanlar veya bazı şeyler hakkındaki kalıcı değerlendirmelerimizdir. Sosyal norm, belli durumlarda yaptığımız ve yapmamız gereken kabul görmüş inançlardır.
Sosyal Biliş: Kendimizi ve Diğerlerini Anlamak Sosyal bilişin en önemli yanı diğer insanlar hakkında oluşan izlenimleri kapsamı içine almasıdır. Çabuk ve doğru değerlendirmeler yapmak bize diğer insanlarla ilişki kurmada rehberlik edecek davranışı geliştirmemizde yardımcı olur. Diğerlerini Algılamak Diğerleri ile ilgili ilk değerlendirmemiz büyük ölçüde ne gördüğümüzle ilgilidir. İnsanların fiziksel özellikleri cinsiyetleri, yaşları, çekicilikleri ile belirgindir ve biz de bu boyutlara dikkatimizi veririz. Evrimsel psikologlar, “güzel olan iyidir” inancına sahiptirler çünkü insanlar genel olarak çekici unsur olarak sağlığı dikkate alır. Sağlıkla ilgili ilk gösterge gençliktir. Leslie Zebrowitz ve arkadaşları yaptıkları ilk çalışmada hem erkek hem de kadınların bebek yüzüyle benzer özellik gösteren insanları tercih etmeye yöneldiğini tespit etmişlerdir. Sağlıkla ile ilgili diğer gösterge ise simetridir. Simetrik yüzlere sahip insanları tercih edilme sebebi , simetrinin sağlıklı olmanın bir işareti olarak kabul edilmesidir. Genelde sıradışı ve farklı yüzlerden etkilendiğimizi düşünsek de gerçekte durum bunun tersidir. Yani insanlar ortalama yüz hatlarına sahip insanları daha sağlıklı gördükleri için daha çekici bulmaktadırlar. Görünüş Üzerinden Yargı Oluşturmak: Stereotip, Önyargı ve Ayırt Etme İnsanlara dış görünüşleri ve dahil oldukları grup temelinde kişilik özellikleri atfetmek eğilimine stereotipleme diyoruz. Stereotipleme önyargı( görünüş ve bir gruba aidiyet nedeniyle hoşlanmama), ve ayrımcılıkla ( önyargıya dayalı olarak diğerlerine olumsuz davranışlar) ile yakından ilgilidir. Bu üçü birlikte hareket eden unsurlardır. İnsanlara cinsel 214
tercihleri, dinleri ve mustarip oldukları akıl hastalıkları nedeniyle farklı davranmak bu üç unsura dair en önemli örneklerdir. Bu bilgilerden hareketle, kendi kendini gerçekleştiren kehanet ya da kendini gerçekleştiren kehanet kavramını açıklamak yerinden olacaktır. Kendi kendini gerçekleştiren kehanet, diğerlerinin kişisel özellikleri ile beklentilerin bizi, başkalarına karşı , bu inançları gerçeğe dönüştürecek şekilde yönlendirmesidir. Örneğin” çekici insanlar arkadaş canlısıdır” diye bir stereotipimiz varsa çekici olan insanlara karşı arkadaşça davranabiliriz. Sıkı İlişkiler İnsanların yüz yüze kaldığı en önemli işlerden biri diğerleri ile güçlü ilişkiler geliştirmektir. Bu ilişkiler sadece tanışıklık ya da dostlukları değil yakın ilişkileri de kapsar. Yakın ilişkiler, uzun vadeli samimi ve romantik ilişkileri içine alarak diğer insanlarla geliştirdiğimiz ilişkilerdir(evlilik) Sosyal psikologların ana ilgi konularından biri olan kişilerarası çekim de yakın ilişkilerin hem sebebi hem de sonucudur. Kişilerarası çekim, insanların birbirlerinden hoşlanmasını ya da birbirlerini sevmesini sağlayan bir unsur olarak tanımlanabilir. Hoşlanma, kendini açık etme ile güçlenir. Kendini açık etme, herhangi bir misilleme korkusu olmadan gelişen empatik bir şekilde iletişim eğilimidir. Hoşlanmayla ilgili diğer bir etmen ise yakınlık yani insanların fiziksel olarak ne ölçüde yanımızda olduğudur. Yakınlığın , salt maruz kalma ilkesi yoluyla hoşlanma üzerinde etkisi vardır. Sat maruz kalma etkisi, belli bir uyarıcıya defalarca maruz kalmanın , o uyarıcıya karşı daha olumlu bir tutuma yol açması eğilimidir. Yani bu bir çeşit ” bir şeyi ne kadar çok görürsek onu o kadar çok severiz “ durumudur. İki insan arasındaki başarılı bir ilişki, kendilerini bir gibi görmeleri ile başlar. Kendimizi ve diğer kişiyi birer daire gibi gösteren Kendi Ölçeğinde Diğerini İçerme tablosuna bakılırsa ilişkinin durumu daha açık görünür. İki daire birbirine ne kadar yaklaşır ve iç içe girerse ilişki o derece başarılı, iki daire ne kadar uzaklaşırsa o derece sıkıntılıdır. Bir ilişkideki eşler birbirleriyle ne kadarı yakınsa ve birbirlerine olan dikkat ve ılımlı tavırları ne kadar kuvvetliyse bu ilişki o derece samimidir.
215
İlişkide eşler arası olumlu hava ne kadar gelişirse ve zaman ilerledikçe böyle muhafaza edilirse, çiftler doğal olarak mutlu olurlar ve kendilerini bu mutluluğa adarlar. Cinsel uyarım ve heyecan da ilişkinin devamı için gerekli unsurlardır. Cinsellik, cinsel ve romantik cazibe ile belirlenir ve doğal olarak tutkuya, şehvete bağlıdır. Nedensel Çıkarsama: Davranışları Gözlemleyerek Yargı Oluşturma Birinin davranışını gözlemlediğimizde bu davranışın kişiliği gerçekten yansıtıp yansıtmadığını anlamaya, belirlemeye çalışırız.. İnsan davranışlarının sebebini, kişiliklerini öğrenme amacıyla birlikte belirlemeye çalışma sürecine nedensel çıkarsama diyoruz. Bazen davranışın başlıca sebebinin insan olduğunu düşünürüz ki buna kişisel çıkarsama denir. Bazı durumlarda ise davranışının sebebini duruma bağlarız ki buna da durumsal çıkarsama diyoruz. Kişiler ne kadar doğru çıkarsamalar yaparlarsa yapsınlar mükemmellikten uzaktırlar. Yaptığımız hatalardan biri kendi kendine çıkarsama dediğimiz, kendimiz hakkında yargıda bulunurken davranışlarımızın sebeplerini olumlu manada değerlendirmektir. Örneğin,” bir testte başarılı olduysam bunun sebebi zeki olmamdır” ya da “ testteki başarısızlığımın sebebi şanssızlık” dersem bahsi geçen hataya düşmüş olurum. Temel çıkarsama hatası ya da tekabül önyargısı, yani ortada tersine kanıtlar varken, sözlerin ya da hareketlerin, tutarlı kişilik özelliklerini yansıttığını varsayma(zorlama tahmin) eylemi de düşülen hatalardan biridir. Diğerlerini algılamadaki en temel etik davranış ; insanları yargılarken ya da değerlendirirken aceleci olmamaktır.
Tutum ve Davranış Tutum, insanlar ve bazı şeyler hakkında kalıcı değerlendirmelerimizdir. Tutum ya da tavırlar önemlidir çünkü çoğunlukla davranışı tahmin ederler. Örneğin kişinin birine karşı delicesine sevgisi varsa ona evlenme teklif edeceğini tahmin edebiliriz.
216
Tavırlar ,bazı insanlarda davranışı diğerlerinden daha iyi belirler. Örneğin sosyal statüye göre davranışlarını düzenleme eğiliminde olan insanlar , davranışlarını tutumlarıyla değil sosyal statüleri ile eşleştirmeye çalışırlar. Davranışlar, kendilik algısı süreci yoluyla tavırları etkiler. Kendilik algısı, kendi davranışımızı kendi düşüncelerimizi ve duygularımızı belirlemek için rehber olarak kullandığımızda ortaya çıkar. Davranışlar tutumlarımızı bilişsel uyumsuzluk diye bilinen daha duygusal bir süreçle de etkiler. Bilişsel uyumsuzluk, uygun görmediğimiz şekilde davranmayı seçtiğimizde yaşadığımız rahatsızlığı ifade etmek için kullanılır. ANAHTAR BİLGİLER - Sosyal psikoloji, nasıl hissettiğimizi, ne düşündüğümüzü, diğer insanlara nasıl davrandığımızı ve diğer insanların bizim düşüncelerimizi, duygularımızı ve davranışlarımızı nasıl etkilediğini gösteren bilimsel bir çalışmadır. - Sosyal biliş, kendimizin ve diğerlerinin davranışlarını tahmin etmemize ve anlamamıza yardım eden düşünce sisteminin bir parçasıdır. Sosyal bilişin en önemli yanı diğer insanlar hakkında oluşan izlenimleri kapsamı içine almasıdır. Çabuk ve doğru değerlendirmeler yapmak bize diğer insanlarla ilişki kurmada rehberlik edecek davranışı geliştirmemizde yardımcı olur -Diğerleri ile ilgili ilk değerlendirmemiz büyük ölçüde ne gördüğümüzle ilgilidir. İnsanların fiziksel özellikleri cinsiyetleri, yaşları, çekicilikleri ile belirgindir ve biz de bu boyutlara dikkatimizi veririz -Biz göstergeleri gençlik, simetri ve ortalama olma hali olan sağlıklı insanlardan etkileniriz. -Yargılarımızı oluşturmak ve ne tepki vereceğimizi belirlemek için kişilerin görünüşlerini kullanırız. Tepkiler stereotipleme, önyargı ve ayırt etme şeklinde olur. Sosyal psikologlar önyargıları bırakmamızı ve insanları birey olarak değerlendirmemizi salık verirler. -Yakın ilişkiler samimiyet temellidir. Samimiyet ise benzerlik, kendini açık etme, bağımsızlık, adanmışlık, ödül ve tutku ile belirlenir. - İnsan davranışlarının sebebini, kişiliklerini öğrenme amacıyla birlikte belirlemeye çalışma sürecine nedensel çıkarsama diyoruz. İnsanlar çıkarsamalarda göreceli olarak doğru olsalar da, temel çıkarsama hataları gibi önyargılara yenik düşerler. 217
- Tutum, insanlar ve bazı şeyler hakkında kalıcı değerlendirmelerimizdir. Tutum, kısmen ailemizden gelen genetik ile kısmen de direkt ve dolaylı tecrübelerle belirlenir. -Tutumlar davranışları tahmin ederken davranışlar da tutumlar belirler. Bu kendilik algısı ve bilişsel uyumsuzluk ile oluşur. 14.2 Diğerleri ile Uydumculuk
Etkileşim
Kurmak: Yardım etmek, İncitmek ve
İnsanlar , diğerleriyle başarılı etkileşim kurmak yeteneklerini arttırmak için çeşitli sosyal beceriler geliştirmişlerdir. Diğerlerine Yardım Etmek: Fedakarlık Uyumlu İlişkileri Oluşturmaya Yardımcı Olur Fedakarlık, doğrudan bir ödül beklemeden başka insanların refahını arttıracak şekilde oluşmuş bir davranış şekli olarak ifade edilir.
Neden Fedakarız? Fedakarlık maliyetli bir şey olduğundan “neden bu işin içine gireriz” diye düşünebilirsiniz. Fedakarlığın oluşumunu anlatacak bir çok açıklama vardır. Olumlu ruh hali, empati, yararlar, kişisel sorumluluk, kendini gösterme , suçluluk ve kendimizle olan benzerlikler yardım etme isteğini arttıran sebeplerdir. Diğerlerine yardım etme eğilimi bir miktar evrimsel uyumlu ilgilidir. Yardım etmek bir birey olarak bize ağır gelse de , bizimle ilgili insanlara yardım etmek genlerimizi sürdürmemizi sağlayabilir. Bizimle ilgili insanlara yardım etmek evrimsel bir manada yorumlanırken, peki niye bizimle ilgili olmayan insanlara da yardım ederiz. Bu duruma ait açıklama karşılıklı fedakarlık kavramı ile açıklanır. Karşılıklı fedakarlık, “şimdi birine yardım edersek, gelecekte ihtiyacımız olduğunda bu iyilik bize dönecek” ilkesini temel almıştır. İnsanlar, yardım etmek maliyetli olduğunda ödül alacakları yardımları yapmaya, ödülsüz olanlara nazaran daha eğimlidirler.
218
Fedakarlık modeli yardımlaşma konusundaki sosyal normların gelişimiyle ortaya çıkmıştır. Karşılıklılık normu bize izlememiz gereken karşılıklı fedakarlık prensiplerini hatırlatır( eğer biri bize yardım ettiyse biz de ona gelecekte yardım etmeliyiz) Karşılıklılık normunu temel alan yapılan yardımın gelecekte bize döneceği düşüncesi ve beklentileri gerçek bir fedakarlık gibi görünmemektedir. Bu durumda biz çocuklarımızın daha fedakarca görünen bir sosyal normu benimsemesini isteriz. Bu norm sosyal sorumluluktur. Sosyal sorumluluk normu bize, yardıma ihtiyaç duyanlara, gelecekte geri ödeme(!) beklentisi olmadan yardım etme durumunu anlatır. Bill Latane ve John Darley, insanların bazı durumlarda neden yardım ettiğiyle ya da etmediğiyle ilgilenmişlerdir. Latane ve Darley’in yardım etme modelinin araştırma testi, fark edilir olmada sosyal statünün, yorumun ve acil durumlardaki eylem durumunun önemine dikkat çekmiştir.
Saldırganlık Saldırganlık, diğer bireye zarar vermeyi amaçlayan bir davranış şeklidir. Saldırganlık, durumun hararetine göre ortaya çıkabileceği gibi planlı ve kasti olarak da oluşabilir. Saldırganlık sadece fiziksel manada olmayabilir. Lakap takmak, çıkarmak gibi fiziksel olmayan saldırganlık çeşitleri de vardır.
söylenti
Saldırma Yeteneği Bir Bölümüyle İnsan Doğasındandır Diğerleri ile değerli kaynakların kazanılması mücadelesi vermek için saldırgan olabiliriz. Genlerimizin devamı için de saldırgan olmak mümkündür. Saldırganlığın genetiğine dair kanıt vardır. Saldırganlık büyük ölçüde amigdala tarafından kontrol edilmektedir. Amigdala korku ve tehdit uyarıcılarına tepki olarak aktive olur. Hormonlar özellikle de testosteron hem erkek hem de kadınlarda artan saldırganlığı regüle etme görevini üstlenir.
219
Saldırganlığı Arttıran Negatif Tecrübeler Hayal kırıklığı saldırganlığın önemli bir belirleyicisidir. Bazı durumlarda ise saldırganlık, hayal kırıklığı ya da kızgınlık yaratan kişi ya da nesneye değil de başka bir kişiye ya da nesneye yönelir. Buna yön(yer) değiştirmiş saldırganlık deriz. Eğer negatif duygularımızın farkındaysak ve bunları zararsız bir yolla serbest bırakacak durum yaratabilirsek (yastık yumruklamak vs.) saldırgan eğilimimizi azaltır ya da engelleyebiliriz. İşte, az zararlı saldırgan eylemlere angaje olarak ya da onları gözlemleyerek ilerde olabilecek saldırganlık hareketleri azaltma eğilimine katarsis diyoruz.
Şiddet Dolu Medyayı Görmek Saldırganlığı Arttırır Ortalama bir Amerikalı günde 4 saat televizyon seyretmektedir ve seyredilenlerin büyük çoğunluğu saldırganlık içermektedir. Araştırmalar net olarak ortaya koymuştur ki şiddet seyreden insanlar daha saldırgan olmaktadır. Şiddet dolu bir davranışı seyretmek ya da görmek de gözlemsel öğrenme yoluyla saldırganlığı arttırmaktadır. Uydumculuk(Uyumluluk) ve İtaat : Sosyal Etki Sosyal Normları Nasıl Etkiler? Başkalarından duyduğumuz fikirler nedeniyle inançlarımızı ya da davranışlarımızı değiştiriyorsak uydumculuk kervanına katılmışız demektir. Uyumluluk ya da psikolojik terim olarak uydumculuk etrafımızdaki insanların varlığı sonucunda inanç veya davranışlarımızda değişim meydan gelmesi manasına gelir.. Sadece insanlara inandığımız için uyumlu olmayız . Bazen bilgi edinmek isteriz( bilgilendirici uydumculuk) . Bazen de diğerleri tarafından sevilmek isteriz ( örnek oluşturan uydumculuk). Uydumculuğun tipik sonucu , inanç ve fikirlerimizin etrafımızdakilerle çok benzer olmasıdır. Bazı zamanlar uydumculuk, kendiliğinden ve bilinçsizce diğerine benzemek için bir çaba göstermeksizin ya da uydumculuğun oluşumunun farkında olmaksızın 220
ortaya çıkar( yüzü ovuşturmak veya ayağını sallamak gibi diğerlerinin davranışlarını taklit etmek) Durum, uydumculuğun en güçlü belirleyicisidir . Ancak bireysel farklılıklar da önemlidir. Uydumculukta sosyal statünün önemli etkisi Sherif, Asch ve Milgram’ın araştırmasında gösterilmiştir. Biz uydumculuğun genellikle bireylerin, davranış ve fikirlerinin grubun çoğunluğunu kapsayanların davranış ve fikirlerine benzemesiyle ortaya çıktığını görürüz. Ama bunun tersi durumlar da vardır. Yani küçük gruba ait bireylerin büyük gruptakilerin fikirlerini veya davranışlarını etkileme durumu da söz konusu olabilir. Bu fenomen azınlık etkisi olarak bilinir. Diğer bir durum ise; insanlar özgürlüklerinin etkin denemelerle tehdit edildiğini hissettikleri zaman uydumculuğun oluşmamasıdır. Aynı zamanda insanlar bu duruma karşı koyacak yeteneğe sahiptirler. Uyuma zorlayan baskılara direnme yolunu açan güçlü duygusal reaksiyona psikolojik reaktans denir.
ANAHTAR BİLGİLER - Fedakarlık, doğrudan bir ödül beklemeden başka insanların refahını arttıracak şekilde oluşmuş bir davranış şekli olarak ifade edilir. Diğer insanlara yardım eğilimi, fonksiyonel evrimsel uyum ve çevresel faktörlerle belirlenir. - Yardım etmek bir birey olarak bize ağır gelse de , bizimle ilgili insanlara yardım etmek genlerimizi sürdürmemizi sağlayabilir. -Bazı yardımlar karşılıklı fedakarlık ilkesini temel almıştır. Bu duruma ait . karşılıklı fedakarlık, “şimdi birine yardım edersek, gelecekte ihtiyacımız olduğunda bu iyilik bize dönecek” mantığıyla yapılan eylemdir. -Biz modelleme ve güçlendirme yoluyla öğreniriz. Bu öğrenmenin sonucu olan normlar, fedakarlık ve sosyal sorumluluk normunu içine alan yardımla ilgili normlardır. - Latane ve Darley’in yardım etme modelinin araştırma testi, fark edilir olmada sosyal statünün, yorumun ve acil durumlardaki eylem durumunun önemine dikkat çekmiştir. - Saldırganlık, diğer bireye zarar vermeyi amaçlayan fiziksel ya da fiziksel olmayan bir davranış şeklidir. Saldırganlığın hem genetik hem de çevresel 221
sebepleri vardır. meyillidir.
Olumsuz davranış tecrübesi saldırganlığı arttırmaya
-Şiddeti görmek ya da izlemek saldırganlığı arttırır. -Hakarete saldırganlıkla karşılık vermeye göz cesaretlendiren sosyal norma gurur kültürü denir.
yuman
ve
hatta
- Uydumculuk etrafımızdaki insanların varlığı sonucunda inanç veya davranışlarımızda değişim meydan gelmesidir ve hem aktif hem de pasif yolla oluşabilir. Uydumculuğun tipik sonucu , inanç ve fikirlerimizin etrafımızdakilerle çok benzer olmasıdır. - Durum, uydumculuğun en güçlü belirleyicisidir . farklılıklar da önemlidir.
Ancak bireysel
- Küçük gruba ait bireylerin büyük gruptakilerin fikirlerini veya davranışlarını etkileme durumu da söz konusu olabilir. Bu fenomen azınlık etkisi olarak bilinir.
14.3 Diğerleriyle Çalışmak: Sosyal Grupların Maliyetleri ve Yararları Grup çalışması yapılarak elde edilen sonuçlar bireysel olarak yapılanlardan daha tatmin edicidir. Çünkü grup üyeleri grup amaçlarına ulaşmak içi daha motivedirler, bilgiyi paylaşırlar, çabalarını daha iyi koordine ederler. Ancak bazen beklenen sonuçlar elde edilemeyebilir. Grup çalışmasının performansı, grup üyelerinin sayısı göz önüne alındığında grup üyelerinin bir veya birkaçının çalışmasıından daha aşağı olabilir
Diğerlerinin Önünde Çalışmak: Sosyal Kolaylaştırma ve Sosyal İnhibisyon(Ketleme) Görevleri , diğerlerinin önünde sosyal kolaylaştırma denir.
daha hızlı ya da daha iyi yapma eğilimine
Görevleri , diğerlerinin önünde daha yavaş ya da daha kötü gerçekleştirme eğilimine ise sosyal inhibisyon(ketleme) denir.
222
Robert Zajnoc, görevleri yerine getirmede diğerlerinin gözlenen etkisini fizyolojik uyarım kavramı ile açıklamaktadır. Bu kavrama göre diğerlerinin varlığı uyarımı gerçekleştirir. Uyarım gerçekleştikten sonra baskın tepki oluşur. Eğer baskın tepki doğru ise sosyal kolaylaştırma değilse sosyal inhibisyon (ketleme) oluşur
Gruplarda Birlikte Çalışmak Grubun kabiliyeti, grubu oluşturan üyelerin özellikleri kadar grup süreci ( grup çalışırken ortaya çıkan olaylar ) ile de belirlenir. Eğer grup performansı, grubu oluşturan üyelerinkinden daha iyiyse buna grup süreci kazancı, değilse grup süreci kaybı diyoruz. Grup süreci kaybı, grup üyelerinin, grup içinde, tek başına olduklarından daha az çalışması sonucu ortaya çıkar. Grup süreci kaybının bir başka sebebi ise grup üyelerinin kendi farklı görüşlerini ortaya koymak yerine birbirlerinin fikirlerine uymasıdır. Grup düşüncesi, grup üyeleri çok rekabetçi olduğu zaman ortaya çıkar. Grup düşüncesinin oluşma şartlarından birkaçı ise güçlü bir liderin varlığı , gerektiğinde hızlı karar alınabilmesi ve üyelerin güçlü grup kimliği hissetmeleridir. Grup düşüncesinin problemi, konu hakkında üyelerin aksi fikir beyan etmek yerine var olanı kabullenmeleri, tartışmamaları olabilir. Bunun sebebi üyelerin liderle ters düşme korkusudur. Grup düşüncesinin sebepleri ve sonuçları: Öncül Durumlar: Zaman baskısı ve stres/ Yüksek bağlılık ve sosyal kimlik/ bilginin diğer kaynaklarından izole olmak/ Yönlendirici ve otoriter liderlik Grup düşüncesi semptomları: Dayanıklı görülme yanılsaması/ Birlik yanılsaması/Yeni bilgi için az araştırma/ Grubun ahlakına olan inanç/Grup normlarına uyması için muhalif olanlara baskı
VE KÖTÜ KARAR….. Grupları Etkin Kullanmak 223
Grup içinde çalışmanın hem olumlu hem de olumsuz sonuçları vardır. Pozitif yanlar; -İnsanların tek başına başarmayı umamadıkları sonuçları birlikte çalışarak yaratmaları - Grup karar aldığında insanların bunu uygulaması daha kolaydır çünkü grup tarafından alınan kararın bireysel alınan bir karardan daha adil olduğu düşünülür. Olumlu yanlarının yanı sıra gruplar zaman zaman süreç kayıplarına da yenik düşerler. Örneğin bir beyin fırtınası sırasında , öyle olmamasına rağmen , grup bireysel çalışmak yerine topluca çalışmanın daha yararlı olduğunu inanabilir. Grup üyelerinin çalıştıkları grubun çalışmasını abartılı olarak değerli bulması eğilimine grup üretkenliği yanılsaması denir. Bu tespitler ışığında grup çalışmasının sınırlarını ve güçlü yanlarını iyi tanımalı ve hangi tekniği kullanırsak süreç kazancını arttırabiliriz veya süreç kaybını azaltabiliriz diye düşünmeliyiz. Teknikler: Performans karşılığı ödül/ Grup üyesi katkılarını tanımlama/ Adalet dağıtımını sağlama/ Grupları küçük tutma / Olumlu grup normları yaratma/ Bilgi paylaşımını geliştirme/ Bol zaman tanıma/ Spesifik ve ulaşılabilir amaçlar belirleme
ANAHTAR BİLGİLER -Grup çalışmasının performansı, grup üyelerinin sayısı göz önüne alındığında grup üyelerinin bir veya birkaçının çalışmasından daha aşağı olabilir. - Görevleri , diğerlerinin önünde daha hızlı ya da daha iyi yapma eğilimine sosyal kolaylaştırma denir. -Görevleri , diğerlerinin önünde daha yavaş ya da daha kötü gerçekleştirme eğilimine ise sosyal inhibisyon(ketleme) denir. - Grup süreci kaybı, grup üyelerinin, grup içinde, tek başına olduklarından daha az çalışması sonucu ortaya çıkar - Grup içinde çalışmanı hem olumlu hem de olumsuz sonuçları vardır. Grup çalışmasının sınırlarını ve güçlü yanlarını iyi tanımalı ve hangi tekniği 224
kullanırsak süreç kazancını arttırabiliriz veya süreç kaybını azaltabiliriz diye düşünmeliyiz BÖLÜM ÖZETİ Sosyal psikoloji, nasıl hissettiğimizi, ne düşündüğümüzü, diğer insanlara nasıl davrandığımızı ve diğer insanların bizim düşüncelerimizi, duygularımızı ve davranışlarımızı nasıl etkilediğini gösteren bilimsel bir çalışmadır Diğerleri ile ilgili ilk değerlendirmemiz büyük ölçüde ne gördüğümüzle ilgilidir. İnsanların fiziksel özellikleri cinsiyetleri, yaşları, çekicilikleri ile belirgindir ve biz de bu boyutlara dikkatimizi veririz Biz genelde göstergeleri gençlik, simetri ve ortalama olma hali olan sağlıklı insanlardan etkilensek de farklı kültürler neyin çekici olduğuna dair farklı inançlara sahip olabilirler. Yargılarımızı oluşturmak ve ne tepki vereceğimizi belirlemek için kişilerin görünüşlerini kullanırız. Tepkiler stereotipleme, önyargı ve ayırt etme şeklinde olur. İnsan davranışlarının sebebini, kişiliklerini öğrenme amacıyla birlikte belirlemeye çalışma sürecine nedensel çıkarsama diyoruz Kişiler ne kadar doğru çıkarsamalar yaparlarsa yapsınlar mükemmellikten uzaktırlar. Yaptığımız hatalardan biri kendi kendine çıkarsama dediğimiz, kendimiz hakkında yargıda bulunurken davranışlarımızın sebeplerini olumlu manada değerlendirmektir. Temel çıkarsama hatası (tekabül önyargısı) yani ortada tersine kanıtlar varken, sözlerin ya da hareketlerin, tutarlı kişilik özelliklerini yansıttığını varsayma(zorlama tahmin) eylemi de düşülen hatalardan biridir Tutum, insanlar ve bazı şeyler hakkında kalıcı değerlendirmelerimizdir. Tutum, bir bölümüyle ailemizden gelen genetik yapı ile bir bölümüyle de direkt ve dolaylı tecrübelerle belirlenir. Tutumlar, davranışları tahmin ederken davranışlar da tutumlar belirler. Bu kendilik algısı ve bilişsel uyumsuzluk ile oluşur. Biz modelleme ve güçlendirme yoluyla öğreniriz. Bu öğrenmenin sonucu olan normlar, fedakarlık ve sosyal sorumluluk normunu içine alan yardımla ilgili normlardır. Latane ve Darley’in yardım etme modelinin araştırma testi, fark
225
edilir olmada sosyal statünün, yorumun ve acil durumlardaki eylem durumunun önemine dikkat çekmiştir Saldırganlık, diğer bireye zarar vermeyi amaçlayan fiziksel ya da fiziksel olmayan bir davranış şeklidir. Saldırganlığın genetiğine dair kanıt vardır. Saldırganlık büyük ölçüde amigdala tarafından kontrol edilmektedir. Amigdala korku ve tehdit uyarıcılarına tepki olarak aktive olur. Şiddet dolu bir davranışı seyretmek ya da görmek de gözlemsel öğrenme yoluyla saldırganlığı arttırmaktadır. Hakarete saldırganlıkla karşılık vermeye göz yuman ve hatta cesaretlendiren sosyal norma gurur kültürü denir Başkalarından duyduğumuz fikirler nedeniyle inançlarımızı ya da davranışlarımızı değiştiriyorsak uydumculuğa katılmışız demektir. Uyumluluk ya da psikolojik terim olarak uydumculuk etrafımızdaki insanların varlığı sonucunda inanç veya davranışlarımızda değişim meydan gelmesidir. Sadece insanlara inandığımız için uyumlu olmayız . Bazen bilgi edinmek isteriz( bilgilendirici uydumculuk) . Bazen de diğerleri tarafından sevilmek isteriz ( örnek oluşturan uydumculuk). Küçük gruba ait bireylerin büyük gruptakilerin fikirlerini veya davranışlarını etkileme durumu da söz konusu olabilir. Bu fenomen azınlık etkisi olarak bilinir Görevleri , diğerlerinin önünde daha hızlı ya da daha iyi yapma eğilimine sosyal kolaylaştırma denir. Görevleri , diğerlerinin önünde daha yavaş ya da daha kötü gerçekleştirme eğilimine ise sosyal inhibisyon(ketleme) denir. Robert Zajnoc, görevleri yerine getirmede diğerlerinin gözlenen etkisini fizyolojik uyarım kavramı ile açıklamaktadır. Grup içinde çalışmanın hem olumlu hem de olumsuz sonuçları vardır. Grup çalışmasının sınırlarını ve güçlü yanlarını iyi tanımalı ve hangi tekniği kullanırsak süreç kazancını arttırabiliriz veya süreç kaybını azaltabiliriz diye düşünmeliyiz. Grup süreci kaybı, grup üyelerinin, grup içinde, tek başına olduklarından daha az çalışması sonucu ortaya çıkar. Grup süreci kaybının bir başka sebebi ise grup üyelerinin kendi farklı görüşlerini ortaya koymak yerine birbirlerinin fikirlerine uymasıdır. Süreç kaybı, grup üyeleri arasında koordinasyonu sağlayarak, katkıları tanımlayarak, zor ama ulaşılabilir hedefler koyarak azaltılabilir.
226
227