Nusret Abimiz Yani Bizim Abimiz Sait SÜZEK
Doksanların başında İstanbul’a okumak için gelen bir genç olarak mahallemizin Enderun, Beyaz Saray, Türk Ocağı, Erenler, Balkan Türkleri, Mehtap, Tedev, Kümbet gibi çeşitli kültürel sosyal ortamlarında ve çay ocaklarında gezerken, Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde “müdavimleri, uyanıkken toplu halde rüya görüyorlar” diyerek anlattığı o mekânın ruhunun her akşam hortladığı İlesam adlı mekâna, merhum ve mağfur Hilmi amcamız vasıtasıyla bir şekilde yolum düştü. Bir insanın ömrü boyunca görebileceği en değişik, ilginç ve renkli insanların bulunduğu bu mekâna ben de dahil oldum. Oraya gelen öğrencisi, hocası, şairi, yazarı, yayıncısı, şeyhi, delisi, velisi, meczubu, müridi, âlimi, fazılı, sünnisi, İrancısı, ülkücüsü, türkücüsü, İslamcısı, zındığı, mülhidi, yetimi, öksüzü, zengini, çok zengini, fakiri, “Fakirliği bilirsiniz, peki ya sefaleti bayım?” sorusunu soramayanları, aşığı, en aşığı, aşk düşmanı, neyzeni, zurnacısı, yazanı, yazmayanı, yazacağını söyleyeni, “İçimde demleniyor” diyen demlikçileri, “Asla yazmayacağım, yazı nedir ki” diyeni, “Yazı anlamın mahpesidir” diyeni, “Benim hayatım roman, sen yaz beni” diyeni, “Yaz yaz nereye kadar, bu günlerin ardı kış” diyeni, ressamı, karalayanı, fotoğrafçısı, sanatçısı, her sanattan anlayanı, tiyatrocusu, senaristi, yönetmeni, Teksas Tommiksi, esnafı, tüccarı, ajanı, ajan sanılanı, mitçisi, Nusret Özcan
195